İlk etken, dış kaynak girişlerinde yavaşlama ile Mart’ta başladı. Mayıs’ta Cumhurbaşkanı, finans sermayesini güven kaybına sürükleyen bir söylem tutturdu. Döviz krizi tetiklendi; Ağustos-Eylül’de zirveye tırmandı. Reel ekonomi ise Eylül’de daralmaya başladı…
Türkiye ekonomisinin 2018 bunalımının aşamalarından söz ediyorum. Yabancı sermaye girişlerinde ani bir durma ile başlayan ve “Güney” coğrafyasına özgü bir kriz türü söz konusudur.
2019’da nasıl seyredecek?
Bir kriz senaryosu
Kendi haline bırakılırsa bu tür krizler nasıl seyreder? Bu soruya ilişkin bir senaryoyu, Türkiye gözlemlerinden hareket eden Paul Krugman Ağustos 2018’de bir yazısında ortaya koydu. Yazıyı, geçen hafta bu köşede tartıştım.
Krugman’ın senaryosu özgün değildir; bilinenleri özetliyor; döviz piyasalarından dış borçlara, giderek üretime taşınan bir “girdap” betimliyor:
Güven kaybı TL değerini düşürür; dövizli borçların ödenmesi güçleşir; reel ekonomi küçülür; güven yeniden zedelenir; dövizin daha da pahalılaşması, dış borçların millî gelire oranını tırmandırır; dış borcun TL karşılığı öylesine şişer ki, iflas edebilen herkes batar.
Krizin bir dip noktası vardır: “İflas edebilen herkesin batması”… Sonrası?
Paranın değer kaybı ihracatta sıçramaya yol açar; ekonomi yüksek dış ticaret fazlaları sayesinde canlanmaya başlar.
Türkiye ekonomisinin Ağustos sonrasındaki verileri, yukarıdaki tasarımın hangi aşamasına denk geliyor? Gözden geçirelim.
Döviz krizinin gelişimi
Bu tür krizlerin ivmesini, döviz fiyatlarında tırmanma besler. Kimler etkilenir? Başta döviz borçlusu şirketler… Öncelikle cirolarında TL ağırlık aşıyorsa…
Kritik gösterge şirketlerin net döviz pozisyonudur ve Mart 2018’de eksi 222 milyar dolar ile zirveye (“en kötü” konuma) çıkmıştır. 2018 dolarlı millî gelir tahmininin yüzde 31’i…
On iki ay içinde vadesi gelecek olan dış borçların toplamı da önemlidir. Zirveye Nisan 2018’de ulaşılmıştır: 183 milyar dolar; millî gelirin yüzde 26’sı…
2018’e döviz fiyatları artarak girdik. Ağustos’ta ivme yükseldi ve “Krugman’ın girdabı” ağırlaştı: Dövizli borçların ödenmesi daha da güçleşti.
Döviz fiyatlarına göz atalım. Bank of International Settlements (BIS) ve TCMB verilerini kullanıyorum. Aylık ortalama dolar fiyatı Eylül 2018’de zirveye 6,334 TL ile ulaştı. Aralık 2017 ortalama dolar fiyatına göre yüzde 73,6 sıçrama…
Dolarla birlikte dış ticarette kullanılan tüm dövizleri dikkate alalım ve iç fiyatlarla karşılaştıralım. Bu hesap, reel efektif döviz kurunu verir.
Amaç, “TL reel olarak ne kadar değer yitirmiştir?” sorusunu yanıtlamaktır. Veya aynı sorunun farklı ifadesi: “Döviz reel olarak ne kadar pahalılaşmıştır?”
Döviz krizinin reel efektif kurlara göre ölçülen zirvesi de (“en kötü” noktası) Eylül 2018’dir. Dokuz ayda TL reel olarak yüzde 26,4 oranında değer yitirmiştir. Farklı ifade edelim: Aralık 2017-Eylül 2018 arasında döviz reel olarak yüzde 36,0 oranında pahalılaşmıştır.
İç fiyatların yükselişi (enflasyon) sayesinde borçları döviz, kazançları TL olan kapitalistlerin “reel şoku” biraz hafiflemektedir. Yukarıdaki sayılara dönün ve dokuz ayda doların ve reel döviz fiyatının artışını karşılaştırın:%73,6 → %36,0…
Ücretlerin enflasyonun gerisinde seyretmesi, burjuvazinin döviz krizini biraz daha hafifletecektir. Bu tür krizlerde kısa vadeli “eşel mobil”, işçi sınıfı için bu nedenle önem taşır.
“Krugman’ın girdabı” geçerlidir: Döviz fiyatları nominal ve reel olarak tırmanmakta; döviz borçlarının ödenmesi kredi faizlerindeki artışın da katkısıyla güçleşmektedir. Kredilerin pahalılaşması, hacminin düşmesi, iç talebi küçültmektedir. Üretim, millî gelir, istihdam göstergelerinin (reel ekonominin) bozulması da 2018’in üçüncü çeyreğinde başlamıştır.
Eylül 2018’i izleyen aylarda hem nominal dolar, hem de reel döviz ucuzlamıştır. Ne var ki, bu etken 2018’in tümündeki tabloyu sadece hafifletmektedir: Aralık 2017-2018 arasında da dolar yüzde 46, dövizin reel fiyatı yüzde 14 artmıştır. Böylece, döviz krizinin reel ekonomi üzerindeki sözü edilen olumsuz etkileri 2019’a taşınmıştır.
Döviz niçin ucuzladı?
Eylül sonrasında reel ekonomi krize girerken döviz fiyatları niçin ucuzladı? Döviz fiyatlarını tırmandıran ana etkenler ikilidir: Dış kaynaklarda daralma ve cari işlem açıklarının döviz talebi üzerindeki ek baskısı…
2018’in büyük bölümünde yabancı sermaye girişleri geriledi; hatta Ağustos-Ekim aylarında Türkiye ekonomisi net dış borç ödemeye başladı: Dış borç stoku 8 milyar dolar aşağı çekildi; şirketlerin döviz açıkları biraz hafifledi.
Bu olgular, “düzelme” değil, tam aksine krizin dışsal yansımasıdır: Ekonomi yoksullaşarak dış borç ödemektedir; döviz arzı bu nedenle de daralmaktadır.
Her süreç, kendi karşıtını da geliştirir; telâfi edici etkenler ortaya çıkar: Döviz fiyatları yükselirken TL’li hisse senetleri, tahviller ucuzlar; spekülatif yabancı sermaye iştahlanır. İktidar, Eylül’de finans kapitale tavizler verdi: TCMB faizleri yükseltildi ve “kemer sıkmacı” Yeni Ekonomi Politikası (YEP) ilan edildi. Sıcak para girişleri kıpırdadı. Örneğin Kasım’da 12 ay öncesine göre toplam sermaye girişleri net 3 milyar dolar arttı. Büyük bir sayı değil; ama döviz fiyatlarının aşağı çekilmesine onun da katkısı oldu.
İkinci etken daha önemlidir.
Nisan-Temmuz 2018’in toplam cari işlem açığı 17,3 milyar dolardır. Sonraki dört ayda (Ağustos-Kasım’da) ise, Türkiye ekonomisi için istisnaî bir durum gerçekleşti:Dört ayda 7,4 milyar dolarlık cari işlem fazlası… Sekiz aylık bir dönemde dış açıkların fazlaya dönüşmesinden kaynaklanan döviz tasarrufu 24, 7 milyar dolardır.
Bu büyüklükte bir olumlu şok, döviz piyasalarını rahatlatacak; Eylül sonrasında döviz fiyatlarının düşmesine katkıda bulunacaktır.
Cari fazla: Hayra alamet değil…
Krugman’ın tasarımı, bir finansal krizin son bulmasını ihracat artışlarına bağlıyor: “TL’nin değer kaybı ihracatta sıçramaya yol açar; ekonomi yüksek dış ticaret fazlaları sayesinde canlanmaya başlar.”
Ne yazık ki, Türkiye’nin son dört aydaki dış ticaret bilançosuna göre Türkiye’nin krizi “dip noktaya” ulaşmamıştır. Zira, cari fazla, ihracat artışından değil, ithalattaki daralmadan kaynaklanmıştır.
2017 ve 2018’in Ağustos-Kasım aylarında mal ve hizmetleri kapsayan dış ticaret verilerini karşılaştırınız: Son dört ayda ithalatın küçülme oranı yüzde 20,3, ihracatın büyüme hızı ise sadece yüzde 5,9’tir. Demek oluyor ki, yukarıda hesapladığım 25 milyar dolarlık döviz tasarrufu, esas olarak iç talebin çökmesinin yarattığı ithalat daralmasından kaynaklanmıştır.
İhracata veya ithalat ikamesine dönük üretim artışı söz konusu değildir. Zira, bu tür artışların kaynağını oluşturan sanayi sektörü PMI endekslerine göre Nisan’dan itibaren, TÜİK’e göre Haziran-Kasım döneminde daralmıştır.
Aynı noktaya geri döndük: Dış göstergelerdeki düzelme, yoksullaşmanın, krizin reel ekonomiye yansımasının sonucudur.
Finansal çöküntü???
Ocak 2019’da reel ekonomideki bunalımın başlangıcındayız. Üretim, istihdam verileri hızlanarak bozuluyor. Süreci daha ağırlaştıracak finansal bir çöküntü, yani bankalar dahil döviz borçlusu herkesin battığı bir felaket senaryosu gündemde midir?
Türkiye, son yirmi beş yılda dış kaynak hareketlerinin durması ile başlayan dört ekonomik bunalımdan geçti. İkisinde (1994 ve 2001’de) bunalım, banka iflaslarını da içeren finansal krizlere dönüştü. Diğer ikisinde (1998-99 ve 2008-2009’da) ise, bunalım reel ekonomide yaşandı; finansal çöküntülere yol açmadı.
Bugünkü (beşinci) bunalımın 2019’daki seyrine ilişkin ilk işaretler olumlu değildir.
Bir kere, Kasım’da sermaye girişlerindeki artışın süreceği söylenemez. Son beş haftada yabancıların portföy yatırımlarından çıkışı (747 milyon dolar), Kasım’daki girişi (603 milyon doları) aşmıştır. Spekülatörlerin Türkiye’ye dönük “risk iştahı”nı coşturan bir ortamda değiliz. Döviz piyasaları da Ocak’ta baskı altına girmiş görünmektedir.
Daha da önemli soru, yabancı banka kredilerinin döndürülme temposu ve maliyetleri ile ilgilidir. Ön-bilgiler, bankalarımızı ferahlatacak doğrultuda değildir.
Ticaret Bakanı, Aralık ortasında konkordato ilan eden şirket sayısını 846 olarak açıkladı. Emin Çapa’ya göre gerçek sayı birkaç misli daha yüksekmiş. Konkordato uygulamaları bu krizde olağan-dışı boyutta yaygınlaşmıştır. Bankalara yansıyabilecek büyük iflaslar, yapay olarak ertelenmekte midir?
2019 bütçesi, hortlayan “seçim ekonomisi” ile uygulanmaya başladı. Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşları, bütçe disiplini iddiasıyla sunulan Yeni Ekonomi Programı’nın şimdiden “kadük olduğu” teşhisine ulaştılar mı?
Üretim, istihdam, işsizlik istatistiklerinde ve günlük gözlemlerimizde ekonomik bunalımı algılıyoruz. Finansal sisteme bulaşma derecesi, bunalımın kapsamını, süresini, derinliğini de belirleyecektir.
Korkut Boratav / SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder