SOL NE YAPTI(V)
Egemenlerin mücadelesi
15 Temmuz solda iki egemen gücün mücadelesi olarak yorumlandı. Sol, sonrasındaki OHAL’e de karşı durdu. 31 Mart 2019 Yerel Seçimleri’nde ve tekrarlanan İstanbul seçimlerinde sol, Cumhur İttifakı’nı geriletmeyi amaçladı.
AKP’nin kurulduğu günden itibaren 17 Aralık 2013’e kadar ortağı olan Fetullahçıların yaptığı 15 Temmuz Darbe Girişimi solda iki egemen gücün mücadelesi olarak görüldü. Ardından ilan edilen OHAL’e karşı CHP’nin düzenlediği miting soldan destek gördü. Bunun yanında HDP ve KP de mitingler gerçekleştirdi.
Meclis muhalefetinin Suriye’ye müdahalede AKP’nin arkasında dizildiği dönemde sol bu operasyonun iktidarın içeride azalan desteğini güçlendirmek için yaptığını söyledi. Aydınlık çevresi bu dönemden itibaren soldan tamamen uzaklaşarak AKP’yle ortak hareket etti.
31 Mart 2019 Yerel Seçimleri de solda önemli gündem başlıklarından oldu. Özellikle HDP’nin aldığı tavır oldukça tartışıldı. İstanbul’daki seçimi YSK’nin yenileme kararı almasının ardından solun büyük çoğunluğu İmamoğlu’na desteğini açıkladı. Abdullah Öcalan ise İstanbul seçimlerinde tarafsızlık çağrısı yaptı. Aydınlık ise adayını çekmeyerek seçime girdi. Bu seçimlerde önemli bir deneyim ise Alper Taş’ın Beyoğlu belediye başkanlığı adaylığıydı.
► 15 TEMMUZ
CHP
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu "15 Temmuz’un tüm karanlık noktalarını ortaya çıkarmak, o gece devleti sokaktan toplayan milletimize borcumuzdur. 251 şehidimizi de FETÖ’nün devlete sızmasına göz yumanları da asla unutmayacağız" değerlendirmesini yaptı. 2017’de darbe girişiminden 5 gün sonra ilan edilen OHAL'e ilişkin olarak "20 Temmuz sivil darbe tarihidir" ifadelerini kullandı. CHP İstanbul Taksim Meydanı’nda darbeye karşı “Cumhuriyet ve demokrasi” mitingi yaptı. Parti lideri Kemal Kılıçdaroğlu kürsüde 'Taksim Manifestosu' adını verdiği bildiriyi okudu. 7 Ağustos 2016'da ise Kılıçdaroğlu AKP'nin düzenlediği "Demokrasi ve Şehitler" mitingine katıldı.
HDP
HDP, 15 Temmuz Darbe Girişimi’nin ardından 23 Temmuz’da İstanbul’dan başlayarak, İzmir, Tunceli ve Diyarbakır'da “Darbelere hayır, demokrasi hemen” adıyla mitingler düzenlemişti. Demirtaş darbeye de diktaya da karşı olduklarını söyleyerek ülkenin bir yol ayrımında olduğunu savunmuştu. Akan kanın durması için çözümün ve müzakerenin en erdemli yol olduğunu söyleyen Demirtaş, Kürt sorunu çözülmedikçe ülkede her zaman darbe tehdidi olacağını savunmuştu.
EMEP
EMEP, darbe girişiminin hemen ardından “Ne darbe ne tek adam, tek parti diktatörlüğü. Çözüm gerçek demokrasi, çözüm laik demokratik Türkiye” açıklamasını yapmıştı. EMEP, ordu içinden çekirdeğini Fetullahçıların oluşturduğu bir grubun askeri darbe girişimini gerçekleştirdiğini söyledikten sonra bu girişimin püskürtülmesinde darbecilerin uluslararası düzeyde destek bulamamış olmalarının önemli bir etken olduğunu belirtmişti. “Darbe püskürtüldü sıra karşı darbede, ilk adım OHAL” diyerek AKP’nin demokrasiyi askıya aldığına dikkat çeken EMEP, "Halkın tek seçeneği gerçek anlamda laik ve demokratik bir Türkiye’nin kurulmasıdır" diyerek demokrasi için mücadele etme çağrısı yapmıştı.
ÖDP
ÖDP henüz 15 Temmuz gecesinin ilk saatlerinde darbeye karşı tutum bildiren bir açıklama yaptı. Partinin 15 Temmuz’a yönelik ilk açıklamasında FETÖ’cü darbeye karşı dururken, AKP’nin yarattığı islamcı faşizmi yıkacak gücün halk hareketi olduğunu vurgulamıştı. 15 Temmuz’u yaratan sebeplere değinilirken, henüz daha 2010 referandumunda AKP-Cemaat ortaklığının askeri vesayeti bitireceğini iddia edenlere karşı o dönemde ÖDP’nin başını çektiği sol, iki islamcı kliğin devlete sızarak, ülkeyi bir felakete sürükleyeceğini işaret etmişti. Nitekim öyle de oldu. Darbeyi yapan örgütün AKP sayesinde devlete sızmış olması ve iktidarın Erdoğan’ın başkanlığı datyatılarak ülkeyi felakete sürüklemesinin sonucu olarak 15 Temmuz gerçekleşti. Bu durum vurgulandığı için darbeye karşı alınan tutum, AKP’ye bir destek de oluşturmuyordu. ÖDP’nin 15 Temmuz açıklamasının başlığı bu tutumu özetler nitelikteydi: “Ülkemizin Geleceği Tanklarla Darbeyle ve İslamcı Faşizmle Tayin Edilemez”.
KOMÜNİST PARTİ
15 Temmuz’un ardından Komünist Parti Merkez Komitesi “15 Temmuz Darbe Girişimi birbirinden farklı dünya görüşüne sahip odakları değil, aynı sınıfsal temel ve ideolojik yapıya sahip iki, hatta daha fazla devlet hizbini karşı karşıya getirmiştir” değerlendirmesini yapmıştı. KP’nin öncülüğünde 4 Eylül’de İstanbul'da ‘gericiliğe, emperyalizme ve darbecilere karşı' miting yapılmıştı.
PERİNÇEK ÇEVRESİ
Perinçek’e göre eskiden Tayyip Erdoğan, BOP Eşbaşkanı idi, artık BOP’a karşı mücadele ediyordu, Amerikancı darbe de bu nedenle Tayyip Erdoğan’ı hedef almıştı. 24 Temmuz 2015, Türkiye’nin ‘İkinci İstiklâl Savaşı’nın başlangıç günüydü ve artık taarruza geçen Türkiye’ydi. ABD emperyalizminden yanıt, 15 Temmuz darbe girişimiyle gelmişti.
Darbe sonrası ilan edilen sıkıyönetimde yaşanılan hukuksuzlukları ise Perinçek “Bu mu kötü yargı? Bundan daha iyi yargıyı nereden bulacaksınız. Bu yargı Fethullah Terör Örgütü'nü kovuşturunca, soruşturunca hapislere atınca mı kötü oldu?” diyerek savunmuş yargının altın çağını yaşadığını iddia etmişti.
► 31 MART 2019 YEREL SEÇİMLERİ
HDP
31 Mart yerel seçimi hakkında Selahattin Demirtaş şu çağrıyı yapmıştı: "'Faşizme hayır' anlamına gelecek oyunuzu kullanın. Seçim sonuçları, demokrasi ve barışın gelişmesine fırsat sunabilir. Oyunuz bu nedenle çok kıymetlidir. Faşizmi geriletecek, sınırlayacak, zayıflatacak her imkân bize güç verecektir. Sandığa gidin ve bu haysiyetsiz politikalara bir ders verin. Bunlara ders vermek bile, sandığa gitmek için yeterli bir gerekçedir.”
23 Haziran 2019’da tekrarlanan İstanbul seçimleri öncesi HDP’nin hangi tavrı alacağı merak konusuydu. 20 Haziran günü Doç. Dr. Ali Kemal Özcan, İmralı'da görüştüğü Öcalan'ın avukatlarına teslim ettiği mektubu basın mensuplarıyla paylaşmıştı. Bu mektupta Öcalan, tekrarlanacak İstanbul seçimlerinde HDP’ye açık açık tarafsızlık çağrısı yapıyordu. Bu açıklamadan bir gün sonra Demirtaş’ın açıklaması geldi. Demirtaş 31 Mart’a gönderme yaparak HDP’lilerin ‘bu defa bağırlarına taş basmadan’ AKP’ye ve hukuksuzluğa karşı oy kullanması gerektiğini söylüyordu.
EMEP
EMEP, 2019 yerel seçimlerine YSK engeliyle katılamamıştı. Seçim öncesi yaptığı açıklamayla seçimlerin toplumun siyasal gidişata dair sözünü söyleyeceği bir özellik taşıdığını ve kutuplaşmadan sorumlu gördüğü Cumhur İttifakı politikalarına da itirazını göstermiş olacağını vurgulanmıştı. EMEP, İstanbul ve Ankara olmak üzere CHP’nin seçimlerden kazanımla çıkmasında başta HDP olmak üzere emek ve demokrasi güçlerinin oy desteğinin önemli bir etkisi olduğuna dikkat çekmişti. YSK’nin seçim yenileme kararını darbe olarak değerlendiren EMEP, bunun CHP ve seçilmiş Başkan İmamoğlu’nun sorunu değil tüm İstanbul halkının sorunu olduğunu söyleyerek halkın gereken yanıtı vereceğini ilan etmişti. Dersim ve ilçelerinde seçime “Devrimci Güç Birliği” ile HDP çatısında giren EMEP seçimlerde başarısız kalınmasının sebebinin HDP’nin bugüne kadar yaptığı belediyecilik pratiğinin olumsuz etkileri olduğu eleştirisini getirmişti.
TKP
TKP 31 Mart seçimlerine büyükşehirlerde kendi adaylarıyla katılmıştı. İstanbul’da İmamoğlu’nun kazandığı seçimlerin YSK tarafından 6 Mayıs’ta iptal edilmesinin genel oy hakkını gasp etme girişimi olduğunu söyleyen TKP 23 Haziran’da yapılacak seçimlerde tekrar aday göstermedi. Bu hukuksuzluğa karşı doğru tavrın boykot olduğunu belirterek halkı bu tutuma destek vermeye çağırdı. 17 Haziran’da yaptıkları açıklamada TKP’lilerin 23 Haziran’da birçok kişinin huzursuz olduğu ama şu anda sesini çıkarmadığı bu mutabakata mahkûm olunmadığını göstermek, seçimden sonra ortaya çıkacak tehlikeli gelişmelere hazırlanmak, gericiliği meşrulaştırma çabalarına ortak olmamak için sandığa gitmeyeceğini ilan etti.
ÖDP
ÖDP’nin 2019 yerel seçimleri karşısındaki tutumu, iktidarın her yerde geriletilmesi hedefiyle sandığa gidilmesi ve sandık güvenliğinin sağlanabilmesi amacını taşıyordu. Seçime iki burjuva kliğinin mücadelesi olarak bakmak yanlıştı, asıl hedef, AKP’nin her yerde geriletilmesi olmalıydı. Bu sebeple, muhalefet adaylarının seçim sürecindeki tavırları öne sürülerek boykot çağrısı yapılması da öncelikli hedefin ıskalanması anlamına gelecekti.
Beyoğlu’nda Alper Taş’ın adaylığının arkasındaki sebep de yine AKP’yi her yerde geriletme perspektifinin bir parçası olarak doğrudan seçime yönelik bir hamleydi.
PERİNÇEK ÇEVRESİ
CHP’nin İBB adayını açıkladığı toplantıyı Bizans tantanası olarak değerlendiren Perinçek, ‘CHP’nin Bizans Prensliği adayı’ dediği Ekrem İmamoğlu’nu, İstanbul Patriği’ni ziyaret ettiği için Washington’un Bizans imamlığına adaylığını koymakla itham etmişti.
YSK’nin İstanbul seçimini yenileme kararından sonraki süreçte bu karar etrafında ‘ABD, PKK ve FETÖ ile aynı cephede saf tutanları yöneten merkez tarafından’ bir cepheleşme kurma çabası olduğunu iddia etmiş, ‘YSK kararı yasal mı değil mi’ sorusu olmadığını söylemiş ve Vatan Partisi’nin adayını geri çekmemişti.
► SINIR ÖTESİ OPERASYONLAR
ÖDP
ÖDP en başından beri AKP'nin BOP'un parçası olarak ABD'nin sınır ötesindeki emperyalist parçalama politikasının taşeronu olmasına karşı çıkıyordu.
ÖDP’nin; AKP’nin özellikle 2015 sonrasında yoğunlaşan sınır ötesi operasyonlarına yönelik yaklaşımı üç temel itiraz etrafında şekilleniyordu. İlki; ÖDP, Suriye’nin geleceğini Suriye halkının belirlemesi gerektiğini savunuyordu. ÖDP açısından bir ülkedeki iç savaş, istikrarsızlık, dışarıdan müdahaleleri meşrulaştırmazdı; aslolan Suriye halkının iradesiydi.
İkincisi; ÖDP Suriye’ye dönük operasyonların, en başından beri ABD’nin ülke üzerindeki emperyalist müdahalesinden ayrı görmüyordu. AKP’nin o dönemlerde Rusya ile yakınlaşması, operasyon yaptığı bölgelerdeki yönetimlerin ABD ile yakınlığı sebebiyle, AKP’nin ABD karşıtı bir pozisyon aldığını söylemek yanlıştı.Çünkü ABD için aslolan Suriye’nin bölünmesiydi ve bölgede bir TSK varlığı da bu bölünmeyi kalıcılaştırıyordu. Ayrıca operasyonlar hem ülkede hem bölgede cihatçı terörü besliyor ve iki ülkeyi de istikrarsızlaştırıyordu.
Üçüncüsü, ÖDP açısından bu askeri operasyonlar AKP’nin içeride zayıflayan desteğini güçlendirmek ve OHAL bahanesi kullanarak, özellikle seçime yakın dönemlerde ülke içerisinde baskıyı artırmak amaçlıydı. Bu sebeple operasyonlara muhalefetin öyle veya böyle destek vermesi, iktidarın içeride aradığı desteği bulmasına ve baskıyı meşrulaştırmasına sebep oluyordu.
PERİNÇEK ÇEVRESİ
Vatan Partisi ve Doğu Perinçek’e göre 2016 Fırat Kalkanı Harekâtı’nda Türkiye Suriye’ye girmemiş, Amerika’ya girmişti. Çünkü Türkiye’nin milli hedefi Amerika’nın milli hedefiyle uyuşmuyor ve Türkiye olarak ne Fırat’ın batısında ne de doğusunda PKK/PYD’yi kabul etmediğini, Türkiye’nin kendi vatanını savunmak için Amerika’dan izin almayacağını, gerekirse Fırat’ın doğusuna da geçeceğini söylemekteydi.
Perinçek’e göre Türkiye’nin Fırat’ın doğusuna girme kararı ve ABD’nin Suriye’den çekilmesi, gemi tartışmasını sonlandırmıştı. Vatan Partisi, Tayyip Erdoğan ve her partiden bütün vatanseverler aynı gemideler. ABD projelerinde samimiyetle veya samimiyetsiz olarak görev üstlenenler ise, ‘ABD gemisindelerdi’. O gemileri batıyordu.
Perinçek İdlib Operasyonu’nun da Batı Asya ülkelerinin ve Türkiye’nin toprak bütünlüğü açısından olağanüstü önem taşıdığını iddia etmişti.
Bu vatan savaşının vatan bütünlüğü kazandırdığı, milleti birleştirdiği, köylere kentlere huzur getirdiğini, savaşa hayır diyenlerin ise vatan bütünlüğüne, yurtta barışa hayır dediklerini iddia etmişti. “Açılım, Kürt sorununun çözümünü ABD ordusuna bırakmaktır, PKK’ya alan açmaktır, İkinci İsrail devletine açılmaktır. Pençe ise, ABD çözümüne amansız darbedir” diyerek Pençe Operasyonu’na da kayıtsız şartsız destek vermişti.
EMEP
EMEP, AKP’nin Kürt korkusu ve emperyalist emellerle Suriye’ye operasyon düzenlediğini ifade etmiş ve bütün sınır ötesi operasyonlara karşı durmuştur. EMEP’e göre Suriye’deki Kürt unsurların Türkiye’ye karşı bir düşmanca tavrı olmamıştır, oraya yönelik müdahale bölge halkları arasındaki barışı hedef almaktadır.
EMEP’e göre AKP’nin Suriye politikaları bölgede yaşayan halklara acı ve ölümden başka bir şey kazandırmamıştı. “Hükümetin Kürt korkusunun sonuçları hem Suriye sınırları içinde bir kaos hem içerde bir yıkım olmuştur. Türkiye Suriye’den elini çekmeli, silahlı çeteleri desteklemekten vazgeçmeli ve emperyalist güçlerle bölgeyi kan gölüne çevirmeye devam edecek anlaşmalara girmemelidir.”
EMEP’e göre Suriye’ye operasyonların devamı, ülke içinde OHAL rejiminin devamı demekti: “…AKP’nin Suriye’ye asker sokması, İttihat ve Terakki Hükümeti’nin Almanya gemileri ile Rusya limanlarını bombalamasına benzemektedir. Birinci Dünya Savaşı’na bodoslama giren İttihatçılar gibi AKP Hükümeti de Ortadoğu Bataklığı’na girmiştir. Suriye’de savaşa girişilmesi, ülke içinde OHAL Rejimi’nin devamı demektir. Ortadoğu bataklığına girmenin sonuçlarından sadece AKP değil savaş tezkeresine onay verenler de sorumlu olacaktır. yurtdışındaki bütün asker ve silahlarını geri çekmeli, komşuları ile barış ve dostluğa dayalı ilişkiler geliştirmek için hemen harekete geçmeli ve içerde de OHAL rejimine derhal son vermelidir.”
(Fotoğraf:15 Temmuz Darbe Girişimi AKP ve cemaat arasındaki iç çekişmenin yansımasıydı. (Fotoğraf: AA)
/././
SOL NE YAPTI(VI)
AKP ve ardıllarına karşı sol anahtar: Emek ve laiklik
Neoliberal-otoriter ve İslamcı-milliyetçi bir siyasete karşı sol bir anlayışla verilecek mücadele merkezine emek, laiklik ve antiemperyalizm kavramlarını almak zorunda.
AKP’nin 20 yıldır süren iktidarı boyunca sol ne yaptı sorusuna kuşkusuz ki gazetenin sınırlı sayfa sayısı ve olanakları ile yanıt verilemez.
Ama en genel hatlarıyla ülkenin içine girdiği kırılma anlarında solun tavrı ve sürece etkisini bir kez daha hatırlatmak istedik. Kuşkusuz AKP’li yıllarda sol yapıların eksikleri, yanlışları oldu. Ama alt çizilmeli ki özellikle sol-sosyalist yapıları ezici bölümü kesintisiz ve taviz vermeden AKP’nin karşısında durdu.
Bugün toplumun içinde yaşadığı ve sorun alanı olarak karşımıza çıkan her başlıkla ilgili bu yapıların çağrıları ve mücadelesi gazete sayfalarında duruyor.
Yürütülen kampanyalar, yapılan eylemler AKP’nin gerçek yüzünün ortaya çıkması açısından çok önemliydi. Bugün ülke bütünüyle bu piyasacı bir İslamcı partiye teslim olmamış ve hâlâ kurtuluştan söz edilebiliyorsa aslan payı hiç kuşku yok ki 20 yıldır mücadele edenlerindir.
AKP’nin sadece emek alanına dair politikaları değil, kadın, gençlik, ekoloji, savaş nerede yıkım varsa orada ilk mücadeleyi başlatan da ülkenin solcuları, ilericileri devrimcileri oldu. Bir anlamda AKP’li yıllar aynı zamanda ülkenin ilerici, demokrat, devrimci güçlerin Erdoğan karşısında verdiği mücadelenin de tarihidir.
Sol yapılarda (diğer siyasi güçlerden farklı olarak) ortak mücadele, ayrışma ya da farklı tutum alma meselesi temelde siyasi bir tercih olarak çıkar. Siyasi değerlendirmeler ayrılığın ya da bir arada olmanın gerekçesidir. Yazı dizisi boyunca ortaya çıkan fotoğrafta bu durumu teyit eden nitelikte oldu.
AKP TURNUSOL OLDU
28 Şubat muhtırasıyla başlayan ve AKP’li iktidar yıllarıyla devam eden süreç aynı zamanda ülkedeki sol yapılar için de turnusol oldu. 28 Şubat’ın değerlendirilmesi AKP’ye siyasal İslam’a bakış, başta Ortadoğu olmak üzere bölgede gelişmeleri değerlendirme ya da AB ve ABD ile kurulan ilişki bu dönem boyunca sol yapıların karşısına çıkan önemli sınavlar oldu.
AKP hem 12 Eylül 1980 darbesinin ürünü hem de 24 Ocak kararlarıyla Türkiye’de inşa edilmeye başlayan neoliberal kapitalist sistemin tamamlayıcısı. Öyle ki neoliberal kapitalizmin 90 yıllardan itibaren yaşadığı ve tüm o sürece damgasını vuran, 2001 kriziyle pik yapan uzun süredir devam eden hegemonya mücadelesine son veren siyasi aktördü. AKP’nin tek başına iktidar olması yıllardır süren koalisyon hükümetlerinde karar ve uygulama süreçlerinde yaşanan sıkıntıların aşılması da demekti.
AKP’nin tek başına iktidara gelmesinin nedenleri bu yazının kapsamı dışında ama bu nedenlerden birinin solun alternatif güç olarak kendini toplumsal kesimlere sunamamış olması bizim dosyamızla ilişkili. 12 Eylül darbesiyle birlikte solun toplumla olan bağı tahrip edilmiş, solun boşalttığı alana, yoksul mahallelere tarikatlar, çeteler sokulmuş, liberal-muhafazakâr siyaset hâkim kılınmıştı. Keza Refah Partisi gibi İslamcı bir parti de devrimcilerin el çektirildiği yoksul mahallelerde filizlenmiş, AKP de bu ilişkilerin bir sonucu olarak kendisine taban bulmuştu. Bu koşullarda solun kendisini iktidar alternatifi olarak sunması zorlaşmıştı. Bununla birlikte Sovyetler Birliği’nin yıkılmasının ardından sol içerisine sirayet eden kimlikçi yaklaşımın da solun emek eksenli siyasetinin geri planda kalmasına, sosyalist-sol içinde de bu tartışmaların anlaşmazlık ve ayrışmalarla sonuçlanmasıyla solun gücü, birliği ve enerjisi absorbe edilmişti.
90’lı yıllardaki sürekli ekonomik ve siyasi kriz ortamının yarattığı toplumsal hoşnutsuzluk kendisini eylem ve direnişlerde çeşitli biçimlerde (89 Bahar Eylemlilikleri, Büyük Madenci yürüyüşü, Sürekli Aydınlık için Bir Dakika Karanlık Eylemleri, Susurluk Protestoları, 17 Haziran 1995 Kamu emekçilerin Ankara eylemini hatırlayım) sokağa yansıtmıştı. Ama bu tepkinin sol-sosyalist partilerde bütünleşmesi sınırlı olmuştu. Sol kendisini iktidar alternatifi olarak yeterince gösterememiş ve toplumsal hoşnutsuzluk 99 seçimlerinde sol-sosyalistlerde değil merkez partilerde parçalı bir şekilde kendisini göstermişti. Kimlik tartışmalarının etkisini gösterdiği sosyalist solun kendi iç çekişmelerinin de etkisiyle 99 seçimlerinde yaşadığı başarısızlık 2002 seçimlerinde aynı şekilde devam edecekti. Oysa neoliberal kapitalizmin toplumsal kesimler üzerinde yarattığı yoksullaşma, mülksüzleştirme ve güvencesizliği 90’lı yılların sonu ve 2000’lerin başında Güney Amerika’da önce isyan sonra da sol bir dalgayla sokaktan sandığa kadar uzanmıştı. Türkiye solunda 90’lı yıllardan itibaren billurlaşan kimlik siyasetinin yarattığı tartışma ve egemen renk olma hali emek eksenli bakışın dönüşümünü de beraberinde getirmişti.
TEMEL HAT PROBLEMİ
2002 seçimleri de solun iç çekişmelerle birlik olamadığı ve emek eksenli siyaseti hakim kılamadığı bir seçim olarak Türkiye solunun tarihine geçti. Türkiye solunda AKP öncesine dair kısa parantezi kapatıktan sonra AKP’nin siyasetinin köşe taşlarına değinelim. AKP neoliberal-muhafazakar-otoriter ve aynı zamanda popülist bir siyaset tarzı üzerinden kitleler üzerinde etkili olabilmiş ve hegemonya kurabilmişti.
Sol-sosyalistlerin sınıf-emek eksenli siyaset anlayışı AKP’nin bu hegemonyasının bir parçası olmalarının önüne geçen en önemli unsurdur. Siyasetini üretim ilişkileri ve toplumsal ilişkileri Türkiye koşullarına göre analiz eden sosyalist sol AKP’nin popülist siyasetinin çemberinin dışında kaldı. Türkiye siyasetini ve devlet-toplum ilişkilerini Galip Yalman’ın çok yerinde bir tabiriyle muhalif ama hegemonik bir söylemle okuyarak Türkiye solunu da bu eksene çekmeye çalışan kimlikçi, “sol” liberal bakış açısı ise popülist siyasetinin çemberiyle birçok kez kesişmişti. Osmanlı Devletinden itibaren yüzyıllardır, halktan kopuk, halkın taleplerine kulağını tıkayan, sınıfsal ilişkilerden azade, merkeziyetçi, devlet imgesinin karşısına birçok farklı etnik-kültürel unsuru ve özellikle muhafazakâr-mütedeyyin toplumu içerisinde barındıran hiçbir zaman iktidar olamamış sivil toplumu koyan bir siyaset anlayışıydı. AKP’nin de kimsesizlerin sesi söylemiyle ortaklaşacaktı bu siyasi perspektif. Bu anlayışın sonucu çoğunluğu mütedeyyin olduğu sorgusuz sualsiz kabul edilen halkın içinden çıkan ve sınıf kimlikleri, emeğe yaklaşımları kulak arkası edilerek, “halkın esas adamları” İslamcı-muhafazakâr parti ve siyasilerden Medine Sözleşmesine atıfta bulunarak çoğulculuk-demokrasi, hak ve özgürlükler beklemek olacaktı tabii.
Aslında AKP’ye destek veren liberal ya da sol liberalleri kandırılmış, saf ya da kötülük abidesi görüp mahkûm etmek tek başına yeterli değil. Bu desteğe sebep verecek Türkiye ve Dünya siyaseti okumasının üstündeki örtüyü kaldırmak önemli. Ancak bu okumayla AKP’yle ortaklaşmak, birlikte bir siyasi ajanda çıkarmak mümkün olabilir. Türkiye solu içerisinde kimlikçi, toplumsal sınıfları göz ardı eden elitçi-seçkinci karşısında mütedeyyin halk kesimleri okumasının karşısında üretim ve toplumsal ilişkileri öne çıkartan emek eksenli bir siyaset okumasını hakim anlayış haline getirmek AKP iktidarına, Erdoğansız AKP iktidarına ve AKP sonrası restorasyon hükümetleriyle siyaset ajandası bakımından ortaklaşmanın ve Yeni-AKP rejimlerinin önüne geçecektir. Sosyalist sol kendi dünya görüşünü, siyasi ajandasını, sosyalist söylem ve pratiğini önce Türkiye solunun genelinde egemen kıldığı ve kamucu-laik-demokratik ve devrimci bir iktidar hedefini önüne koyduğu ölçüde Türkiye siyasetinde alternatif olabilecektir.
UZLAŞMAYI REDDETMEK
AKP’yle, solun ajandasının birleştiği noktalarda, AKP solu kendi söylemine ve siyaset çerçevesine sokarak absorbe etmiş ve solu geniş toplumsal kesimlerden de meşruiyet kazanmak için kullanmıştı. Keza, AKP yürüttüğü savaş politikalarında da bu sefer de etrafına “yerli ve milli sol”u alarak meşruiyetini sürdürmüştü. AKP hegemonyasının kurulmasında etkin olan ekonomi modelinin dışında, “sol”da yürüttüğü bu manevralar da etkili olmuştu. Oysa AKP kurulduğu andan şu ana kadar muhafazakar-otoriter ve neoliberal siyasetinden ödün vermemiş, emperyalizme karşı bir duruş içine girmemişti. İktidarını sağlamlaştırdığı oranda durumlarda muhafazakârlığın, otoriterliğin, İslamcı tahayyülünü dozunu artırabilirken bunu popülizm siyasetiyle dengeleyebiliyordu. Ama genel olarak baktığımızda AKP dayandığı sacayaklarında değişiklik yapmadı. Ona rengini veren muhafazakârlık otoriterlik ve neoliberalizm her zaman mevcut oldu.
2013’teki Gezi İsyanı da sola neoliberal-otoriter ve İslamcı iktidar karşısında kamuculuk, emek, özgürlük ve laiklik ekseninde bir siyasetin başarılı olabileceğini hatırlattı. Gezi AKP’nin inşa ettiği neoliberal-otoriter ve İslamcı hegemonya karşısında emek, kamuculuk, özgürlük ve laiklik anlayışına dayalı bir karşı hegemonya kurması sol içerisinde AKP’yle ortak bir siyasi ajandası olan çevrelerin söylemlerine de etki etti. Solun genelinde Gezi’nin temelini oluşturan bu siyasi anlayış belirleyici oldu. Gezi, İslamcılardan demokrasi, özgürlük ve çoğulculuk bekleyen solcuların da sol içinde hegemonyasının sonu oldu. Geziden sonra 2015 seçimlerinde, 2017 Anayasa Referandumunda 2019 Seçimlerinde ve dosyamızda bahsettiğimiz kritik dönemeçlerde solun genelinde emek, kamuculuk, özgürlük ve laiklik anlayışının hakim olması AKP karşısında tavizsiz ve uzlaşmasız, ortak keseni olmayan bir siyaseti mümkün kılmıştı.
Sosyalist solu bırakın, genel olarak solu sol yapan değerlerin muhafazakârlık otoriterlik ve neoliberalizmi kendine kılavuz eden siyasi ajandayla kesişmesi mümkün olmamalı. AKP sonrası siyaset için de sosyalist sol bu anlayışla uzlaşmayacağı bir perspektifi solda egemen kılmalıdır. Sosyalist sol emek, sınıf, antiemperyalizm, laiklik kavramlarını merkezine koyup buradan bir siyaset ürettiği sürece neoliberal-otoriter ve İslamcı ya da milliyetçi bir siyasetle ortak bir zeminde buluşmayacaktır.
BİTTİ
Fotoğraf: Depo Photos
BirGün Politika Kolektifi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder