30 Nisan 2023 Pazar

KISA KISA GÜNDEM - 30 NİSAN 2023 -

 


Soylu: HÜDA PAR'ın Hizbullah'la ilişkili yapılanma içerisinde olduğunu görmedim(soL)

AKP milletvekili adayı olan İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, TV100 canlı yayınında gündeme ilişkin soruları yanıtladı.  Cumhur İttifakı’nı destekleyen ve AKP listelerinden aday gösterilen HÜDA PAR’ın Hizbullah’la bağı hakkında Soylu, HÜDA PAR’da Hizbullah da dahil benim dönemim içerisinde biz bunlarla ilgili bir tek adım görmedim. HÜDA PAR'ın bir terör örgütüyle ilişkisini belirtebilecek bir yapılanma içerisinde olduğunu görmedim. Tespit etmedim, tespit edersem yaparım zaten. Bir siyasi partinin terör eylemini gördünüz mü? Ya bırakın Allah'ını severseniz böyle tartışmaları. PKK'ya meşruiyet sağlamak için birilerinin ortaya çıkardığı şeyler" ifadelerini kullandı.

ESP Eş Genel Başkanı ve Yeşil Sol Parti milletvekili adayları gözaltına alındı (soL)

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen soruşturma kapsamında 8 kentte düzenlenen operasyonda çok sayıda ESP, SKM, ETHA ve SGDF’li gözaltına alındı.   Mezopotamya Ajansı'nda yer alan habere göre, gözaltına alınanlar arasında Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP) Eş Genel Başkanı Şahin Tümüklü, Etkin Haber Ajansı (ETHA) editörü Nadiye Gürbüz ile Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi (Yeşil Sol Parti) milletvekilli adayları da bulunuyor.  Ezilenlerin Hukuk Bürosu, Twitter hesabından İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan bir soruşturma kapsamında çok sayıda ESP, SKM, ETHA ve SGDF’li müvekkilimizin evlerine düzenlenen polis operasyonuyla gözaltına alındığını öğrendik. Dosyada gizlilik ve avukat kısıtlılığı var diyerek, gözaltına alınanların isimlerini verdi. Gözaltına alınanlardan isimleri öğrenilenler şöyle: ESP Eş Genel Başkanı Şahin Tümüklü, ETHA editörü Nadiye Namoğlu Gürbüz, ESP PM üyesi Uğur Ok, Yeşil Sol Parti İstanbul Milletvekili Adayı Burcu Ayyıldız, Yeşil Sol Parti İzmir Milletvekili Adayı Meryem Yıldırım, Yeşil Sol Parti Eskişehir Milletvekili Adayı Müslüm Koyun, Serdal Işık, Leyla Can, Sadrettin Polat, Selfinaz Göçmen, Hasan Polat, Sinem Çelebi, Kalender Polat, Merve Havalı, Bedran Çoğaltay, Adnan Özcan, Ebrar Uz, F. Deniz Kanpolat, Tuncay Yıldırım Özen.

MHP’li vekilin 'Kılıçdaroğlu' açıklamalarına itiraz eden işçi işten atıldı (soL)

MHP Genel Başkan Yardımcısı ve İstanbul Milletvekili Feti Yıldız'ın, seçim çalışması için gittiği fabrikada yaptığı konuşmada, Yıldız'ın kullandığı ifadelere itiraz eden bir kadın işçi fabrika yöneticileri tarafından istifaya zorlandıSerbestiyet'ten Kaan Göktaş'ın haberine göre, MHP'li Yıldız, MHP’li Silivri Belediye Başkanı Volkan Yılmaz ile birlikte Silivri’de bulunan Beşler Sucuk Fabrikası’na gitti. (''CHP, PKK ile işbirliği yapıyor' dedi') Yıldız, fabrika yemekhanesinde toplanan işçilere bir konuşma yaptı ve CHP ile PKK'nin iş birliği yaptığını ileri sürdü. İşçiler arasında bulunan Y.Ç. isimli kadın, MHP’li milletvekili adayının söylediklerine itiraz etti. Toplantının ardından Beşler firmasının yetkilileri iddiaya göre Y.Ç.'ye kendi isteğiyle istifa ettiğine dair evrakı zorla imzalattı. Y.Ç. bu nedenle tazminatsız işten çıkartılmış oldu. CHP Silivri İlçe Başkanı Berker Esen olaydan haberdar olduklarını ve genç kadınla iletişime geçtiklerini belirtti.('İstifa etmişim gibi kağıt imzalattılar')  Y.Ç. o gün tüm çalışanların talimatla yemekhaneye indirildiğini ve kendilerine "MHP’li milletvekili gelecek, geldiğinde hepiniz ayağa kalkıp alkışlayacaksınız" diye talimat verildiğini belirterek şunları anlattı:  "Önce Volkan Yılmaz konuştu. Sonra Feti Yıldız söz aldı. Kemal Kılıçdaroğlu’nun ekonomi ile ilgili vaatlerini eleştirdi ve yalan söylediğini iddia etti. ‘CHP, PKK ile işbirliği yapıyor’ dedi. Ben de söz istedim, önce vermedi, ısrar edince bana söz verdi, ‘Sayın vekilim siz son zamanlarda hiç kasaba gittiniz mi?’ dedim, ‘Gitmedim’ dedi, ‘Gitmediğiniz için bilmiyorsunuz her şey ateş pahası’ dedim. Gündemdeki soğan olayından bahsettim, kuru soğanı biz yiyoruz, Cumhurbaşkanı Anzer balı yiyor dedim. Ben Tokatlıyım, Aleviyim, bizlerin sürekli terörist muamelesi görmesinden bıktık artık dedim. Oyumu Altılı Masa’ya vereceğimi söyledim. Toplantıdan sonra vekil bana bakarak ‘yolunuz açık olsun’ dedi, ne demek istediğini anlamadım, ‘sizin de yolunuz açık olsun’ dedim. Hemen sonrasında idareden aradılar, ‘defol git bizi rezil ettin’ dediler. Ertesi gün insan kaynakları ‘yönetim kurulu seni çıkarmaya karar verdi’ dedi, bana istifa etmişim gibi kâğıt imzalattılar, tazminatımı ve haklarımı vermediler. Bir çocuğum daha aynı fabrikada çalışıyor, bir oğlum askerde, hasta anneme bakıyorum, onu da çıkaracaklar diye korkuyorum.” Olayın duyulmasının ardından İBB Kariyer Ofisi yetkililerinin Y.Ç. ile iletişime geçerek kendisine yeni bir iş imkânı sundukları öğrenildi.

TRT'den AKP propagandasına belgesel kılıfı(Yeniçağ)

Devlet televizyonu TRT, yasaların “tarafsızlık” ilkesini hiçe saydı. “Belgesel” görünümlü videolar hazırlayan TRT, AKP övgüsü yaptı. Belgesellerde, iktidarın projelerine, Erdoğan’ın konuşmalarına yer verildi. RTÜK üyesi Tuncay Keser, “85 milyonun vergileriyle fonlanan TRT ne kadar harcadı” diye sordu.(https://www.yenicaggazetesi.com.tr/trtden-akp-propagandasina-belgesel-kilifi-660056h.htm)

Bakan Varank: 2023'te uzaydayız (soL)


Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank, Teknofest'te AKP'li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tarafından açıklanan Türkiye'nin ilk uzay yolcuları Alper Gezer Avcı ve Tuva Cihangir Atasever ile açıklamalarda bulundu. Uzay görevinin 14 gün süreceğini belirten Varank, "İlk olarak bu alanda kendini kanıtlamış şirketler ile işbirliği anlaşmaları imzaladık. Ardından Türk uzay yolcusu ve bilim misyonu projesini yürütecek uzay yolcularını seçmek üzere vatandaşlara çağrı yaptık. Dedik ki ‘çocukluktan itibaren hayalini kurduğumuz ilk Türk uzay yolcusu olmak isteyen vatandaşlar bizim çağrımıza başvurabilirler’. 36 binin üzerinde başvuru aldık" dedi.('2023'te uzayda olmayı planlıyoruz') Uzay yolculuğunun tarihi hakkında bilgi veren Bakan Varank, "Görev boyunca insan araştırmalarından biyoteknolojiye, malzeme bilimlerinden fiziğe kadar farklı alanlarda 13 tane deney ve test yapılacak. Uzay yolcularımızın uzay ile buluşma zamanı olarak 2023 yılı son çeyreği planlanıyor." diye konuştu.

Şırnak'ta askerleri taşıyan otobüs devrildi: 2 kişi hayatını kaybetti, 45 kişi yaralandı(soL)

Şırnak'ta Türk Silahlı Kuvvetleri personelini taşıyan otobüs şarampole devrildi. 2 asker hayatını kaybederken, 4'ü asker 45 kişi ise yaralandıTRT'nin haberine gçöre; kaza, Şırnak-Uludere karayolu Balveren beldesi mevkiinde meydana geldi. Türk Silahlı Kuvvetleri personelini taşıyan otobüs şarampole devrildi. İhbar üzerine bölgeye çok sayıda ambulans sevk edildi. İlk belirlemelere göre 2 asker şehit oldu, 4'ü asker 45 kişi yaralandı.(MSB'den açıklama) Milli Savunma Bakanlığı'ndan yapılan açıkalamada şu ifadelere yer verildi: "Şırnak’ta meydana gelen araç kazasında, iki kahraman silah arkadaşımız şehit olmuş dört kahraman silah arkadaşımız yaralanmış ve derhal hastaneye sevk edilerek tedavilerine başlanmıştır. Bizleri derin bir acı ve üzüntüye boğan bu olayda hayatını kaybeden aziz şehitlerimize Allah’tan rahmet, kederli ailelerine, Türk Silahlı Kuvvetleri ile asil milletimize başsağlığı ve sabır, yaralı silah arkadaşlarımıza acil şifalar dileriz."

Çocuğa Erdoğan’a hakaret davası (İsmail Arı-BİRGÜN)

CİMER’e şikâyet edilen 13 yaşındaki bir çocuğa “Cumhurbaşkanına hakaretten” dava açıldı. Savcı, çocuğun “Cumhurbaşkanı’nın onur, şeref ve saygınlığına saldırıda bulunduğunu” belirterek cezalandırılmasını istedi   (2022’de bin 75 çocuğa dava açıldı) “Cumhurbaşkanına hakaret”, “Devletin egemenlik alametlerini aşağılama”, “Türk Milletini”, “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni, devletin kurum ve organlarını aşağılama” suçundan 2022 yılında tam bin 75 çocuğa dava açıldı. Adalet Bakanlığı’nın istatistiklerine göre, dava açılan çocukların 53’ü 12-14 yaş arasında, bin 22’sinin ise 15-17 yaş arasında. Ayrıca 2021 yılında da 305 çocuğa Cumhurbaşkanı’na hakaret davası açıldı.

İki farklı Türkiye yarattılar(Birgün)


Sürekli ayrıştırıcı bir dil kullanan iktidar ülkeyi 21 yılda ikiye ayırdı. Bir tarafta yoksullaşan, aşağılanan, hakkı yenilen halk kitleleri yaratan AKP iktidarı, ihaleler, teşvikler, hibelerle yeni zenginler ve elitler yarattı.(
https://www.birgun.net/haber/iki-farkli-turkiye-yarattilar-433112)

Enerji yoksuluyuz(Hüseyin Şimşek-Birgün)


AKP iktidarında çağ atlayan enerji yoksulluğu oldu. İlk kez 2019 yılında uygulanmaya başlanan Elektrik Tüketim Desteği 1,3 milyon haneyi kapsarken bugün bu sayı 3,7 milyona çıktı. Her 7 haneden 1’i faturasını ödeyemiyor.(https://www.birgun.net/haber/enerji-yoksuluyuz-433091)

İstanbul'da bir kişi polisin havaya ateş açması sonucu yaralandı: Durumu ağır(Birgün)

Fatih'te iki grup arasındaki kavgayı ayırmak için kontrolsüzce havaya ateş açan bir polis, evinden olayı izleyen bir kişiyi yaraladı. Yaralanan O.A, isimli kişinin hayati tehlikesinin bulunduğu öğrenildi. (https://www.birgun.net/haber/istanbul-da-bir-kisi-polisin-havaya-ates-acmasi-sonucu-yaralandi-durumu-agir-433228)

Mansur Yavaş'tan Bayraktar ailesini köşeye sıkıştıran soru: Niye şimdi?(Cumhuriyet)

Ankara Büyükşehir Belediye (ABB) Başkanı Mansur Yavaş, yaptıkları çalışmaların 'siyaset üstü' olduğunu iddia eden ve CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nu hedef alan Bayraktar ailesine göndermede bulundu. Ankara Büyükşehir Belediye (ABB) Başkanı Mansur Yavaş, tv100'de Candaş Tolga Işık ile Az Önce Konuştum programına konuk olarak merak edilenleri yanıtladı. Siyaset gündemine yönelik tartışmalar hakkında da açıklamalarda bulunan Yavaş, Baykar Teknoloji şirketinin kurucuları Haluk Bayraktar ve Selçuk Bayraktar'ın CHP Genel Başkanı ve Millet İttifakı'nın Cumhurbaşkanı Adayı Kemal Kılıçdaroğlu'nu hedef alan açıklamalarına da yanıt verdi. Bu yıl öncekilerden farklı olarak 27 Nisan ve 1 Mayıs arasında düzenlenen festivalin seçim öncesi bir miting gibi değerlendirildiğini söyleyen Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş akrabalık olayına da göndermede bulundu. Erdoğan'ın damadı Selçuk Bayraktar ile kardeşi Haluk Bayraktar'ın vakfının düzenlediği TEKNOFEST için bu yıl 7,6 milyon TL harcandı.(NİYE ŞİMDİ YAPILIYOR?) Etkinliğin önceki yıllarda eylül ayında düzenlendiğine dikkat çeken Mansur Yavaş programda şu ifadeleri kullandı: “Her yıl eylül ayında düzenlenen TEKNOFEST niye şimdi yapılıyor? Belli ki seçimi etkilemesi için. Arada akrabalık da var. Buna rağmen hiç kimse bunu siyasete alet ediyorsunuz, demedi.”(NE OLMUŞTU?)  Kemal Kılıçdaroğlu yayınladığı videoda, Atatürk Havalimanı'nı havacılık ve uzay üssü yapacaklarını açıklamıştı. Videoda "Peki, bunu kimlerle yapacağız? Gerçekten de önemli bir soru ve sorulması gereken bir soru. Merkezin kurulması ve geliştirilmesi için başarıları dünyaca tanınan ve başta Amerika’daki Sierra Nevada (SNC) şirketinin sahipleri Eren Özmen ve Fatih Özmen’le yapacağız" diyen Kılıçdaroğlu, "Lütfen gençler, gidin Google’a bu isimleri yazın. Ne cevherlerimiz var bu dünyada görün" ifadelerini kullanmıştı. CEO Haluk Bayraktar ise Kılıçdaroğlu'nun bu sözlerine şu yanıtı vermişti: "Milyondan fazla gencin yarıştığı, dünyanın en iyisi Milli Teknoloji Projelerinin sergilendiği TEKNOFEST’e ev sahipliği yapan Atatürk Havalimanı’nı ABD’li bir şirkete verme fikri… Halen ‘en iyisini’ Türklerin değil de ABD şirketlerinin yapabileceğini zannetmek… Nuri Demirağ’ın uçaklarını toprağa gömen zihniyet hiç değişmemiş." Bu açıklamalar üzerine Baykar Teknoloji Şirketi'nin kurucusu Bayraktar ailesinin siyasi bir duruş içerisinde olduğuna ilişkin tartışmalar gündeme gelmişti.

AYM üyesinden skandal 'soyadı' savunması: Kadın erkek eşitliği ‘modern hurafe’dir (Cumhuriyet)

Anayasa Mahkemesi'nin (AYM), kadının evlendikten sonra soyadını kullanmasını engelleyen hükmün iptal kararına muhalefet şerhi düşen Muammet Topal'ın skandal ifadeleri dikkat çekti. Kadın ve erkeğin cinsiyet farklılıklarının eşitliği imkansız kılan bir özelliğe sahip olduğunu savunan Topal, eşitliği 'modern hurafe' olarak nitelendirdi. AYM üyesinin skandal ifadelerine tepki gösteren hukukçular ise şerhi yazan kişinin kadın-erkek eşitliğine tamamen karşı olan zihniyetin bir temsilcisi olduğunu ifade etti.(https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/aym-uyesinden-skandal-soyadi-savunmasi-kadin-erkek-esitligi-modern-hurafedir-2076612)

(derleyen: mstfkrc)





Gülsün Karamustafa’nın 1 Mayıs Afişleri - FİDE LALE DURAK/ soL-Kültür

 

'Karamustafa’nın ve dönemin tüm diğer işleri, nesnelliğin özne üzerindeki etkisi ve öznenin nesnelliği değiştirme iradesi arasındaki diyalektik ile kalıcı ve anlamlı işlere dönüşmüş ve iz bırakmıştır'

       Gülsün Karamustafa, 1977, “Dikiş Makinesiyle Devamlı Kızıl Bayrak Diken Kadın”, Sanatçı Arşivi

1970’lerde, DİSK’in sanatçılardan 1 Mayıs için talep ettiği afişlerle ortaya çıkan görseller, hafızalarımıza kazınarak Türkiye’de 1 Mayıs’ın nihai simgeleri oldular. Özellikle 1977 yılında, Orhan Taylan’ın yaptığı ve Taksim AKM binasına asılan, zincirlerini kırmak için mücadele eden işçi ve Emre Çağatay, Gülsün ve Sadık Karamustafa, Tan Oral, Güler Yontan, Gülgün ve Halis Başarır’ın gibi sanatçıların yaptığı afişler, bugün anonimleşecek kadar aşina olduğumuz işlere dönüştüler. Bunlardan Gülsün Karamustafa’nın işlerine yakından bakacağız.

Gülsün Karamustafa, 1964-69 yılları arasında Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümünde öğrencidir. Kendisini ve 1970’de evleneceği Sadık Karamustafa’yı, 68 kuşağının bir parçası olarak tanımlar. Aslında Gülsün Karamustafa’nın politik kimliği, Mihri Belli’nin yeğeni olması hasebiyle de çocukluğuna dayanır. 1951 tevkifatının acılarına, annesiyle birlikte dayısını görmek için gittiği hapishane ziyaretlerinde şahit olmuştur. Akademi yıllarında ise, eylemlere ve okul boykotlarına katılır. Hatta bir aylık okul işgali sonrasında açılan kamu davasından, okul müdürünün (Hüseyin Gezer), Gülsün Karamustafa hakkında iyi konuşması sayesinde beraat eder. 
O dönemde öğrenciler, afişlerin hızlıca basılabilmesi ve dağıtımı için serigrafi tezgâhları kurmaya başlarlar. Fikir 1968’de Paris’te atölyeleri işgal eden, kapısına ‘Halk Atölyesine Evet Burjuva Atölyesine Hayır’ (Atelier Populaire Oui Atelier Bourgeois Non) yazdıktan sonra günlük afiş üretmeye başlayan Halk Atölyeleri’nden gelir. İlk atölye İstanbul Teknik Üniversitesinde kurulur, sonra diğer okullara ve hatta öğrenci evlerine kadar yayılır. Gülsün Karamustafa ve Sadık Karamustafa da kendi yaptıkları tezgâh ile atölyelerinde afiş üretip, kitap ve dergiler için kapak tasarımları yapmaya başlarlar. 12 Mart Muhtırası sırasında, aranan birine yataklık etmek suçundan Sadık Karamustafa’ya 2,5 yıl, Gülsün Karamustafa’ya ise 6 ay hapis cezası verilir. Çıktığında hapishane gözlemlerine dayanan bir seri resim yapacak ve ilk sergisini açacaktır. 

Gülsün Karamustafa, 77 1 Mayıs’ı için birçok afiş taslağı hazırlar. Bu sırada Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksekokulu’nda (bugünkü Marmara Güzel Sanatlar Fakültesinde) öğretim üyesidir. 1 Mayıs için hazırladığı afişlerden sarı fonlu olan; bir işçinin vurularak düştüğü ama bayrağın işçilerce tutularak, yere düşürülmediği afiş seçilir. Henüz 77’nin, kontrgerilla eliyle katliam yapılarak kanlı bir 1 Mayıs’a dönüşeceği bilinmiyordur ancak bu afiş, 36 kişinin yaşamını yitirdiği, yaklaşık 130 kişinin yaralandığı tarihsel 1 Mayıs’ın simgesine dönüşür. 

                               Gülsün Karamustafa, 1977, “1 Mayıs 1977”, Sanatçı Arşivi

Karamustafa’nın seçilen afişi dışında, o gün yazılarını yetiştiremediği ama görsel olarak hazırlanmış olan “Dikiş Makinesiyle Devamlı Kızıl Bayrak Diken Kadın” da vardır. Bir sonraki yıl kullanılacak olan bu afiş, o dönemde orijinal işler kullanıma verildiğinden, uzun süre kaybolur. Polisin 1978 DİSK saldırısı esnasında binadan çekilen ve sokakta yerde kırmızı bir pankartın görüldüğü fotoğraf sayesinde, afiş 2013 yılında tekrar gün yüzüne çıkar. Yine 1977’de Bank-Sen konvoyundaki işçiler, Karamustafa’nın işçi sınıfının tarihi serisi için ürettiği “Mustafa Suphi ve Yoldaşları” resmini pankart olarak taşırlar. Karamustafa bu resmi üretirken Türkiye’de işçi sınıfının tarihini nasıl resmedebilirim diye düşünür. İçinde Mustafa Suphi ve Yoldaşları’nın da bulunduğu bu bir seri resim, önce küçük boyutlu çalışılır ardından başka sanatçıların da desteğiyle pankarta dönüştürülür.  

Tüm bu afiş, pankart tasarımlarında döneme özgü bir dil vardır. Afişler grafik gibi tasarlanır ve aynı zamanda resimsel öğeler taşırlar. Figürler, sanatçıların kendi üslubunda yaptığı desenlerden oluşur ve geometrik bir yerleştirmeyle iki boyutlu olarak düzenlenirler. Afişlerin renklendirmesinde ise genellikle zıtlıklar bir arada ve keskin bir şekilde kullanılır. Bu dil, güncel ve gerçek ihtiyaçlara güncel cevaplar üretebilme gayreti sayesinde oluşur. Tarihteki başka sayısız örnekte olduğu gibi Karamustafa’nın ve dönemin tüm diğer işleri, nesnelliğin özne üzerindeki etkisi ve öznenin nesnelliği değiştirme iradesi arasındaki diyalektik ile kalıcı ve anlamlı işlere dönüşmüş ve iz bırakmıştır. 

İşçi sınıfı siyasetinin etkisi azaldıkça, bu işlerin dönemiyle kurduğu siyasal bağlar da görmezden geliniyor ve sadece iyi birer resim gibi değerlendiriliyor ya da nostaljiye hapsediliyor.

Kitlesel sınıf mücadelesi nostaljiye sıkışmaktan kurtulduğunda yeni afişler de üretilecektir.

Yaşasın 1 Mayıs.

Gülsün Karamustafa, 1977, “Osmanlı ve Türkiye Tarihinde İşçi Sınıfının Tarihi” ya da “Mustafa Suphi ve Yoldaşları”, Sanatçı Arşivi

FİDE LALE DURAK/ soL-Kültür


Birlik Sendikası Genel Başkanı Zehra Güner Karaoğlu ile 1 Mayıs üzerine: 'Daha azına razı olamayız' - AŞKIN SÜZÜK/soL-Söyleşi

 'AKP’nin 20 yıllık iktidarını geride bıraktıracak bir şansımız var. Bu coşku, alana yansıyabilir. Önümüzdeki dönem için mücadelemizin konularını ilan etmek bu 1 Mayıs’ta ayrıca önem kazanıyor.'

Bu yıl seçimlerden hemen önce işçi sınıfı 1 Mayıs’ta alanlara çıkacak. Ülkemizde seçimlerin gölgesinde kutlanacak 1 Mayıs’ın seçimlerde sınıf siyaseti ekseninin güçlenmesi için bir olanağa dönüşüp dönüşmeyeceğini ve 1 Mayıs’ta emeğin taleplerini Birlik Sendikası Genel Başkanı Zehra Güner Karaoğlu ile konuştuk.

Karaoğlu değerlendirmelerinde emekçilerin ağır bir kuşatma ideolojik kuşatma içerisinde olduğunu ve bu kuşatmanın ancak örgütlülüğün güçlendirilmesiyle yarılabileceğini vurguluyor. İşçi sınıfının daha azına razı olacakları alternatiflere yönelmemeleri gerektiğini belirten Karaoğlu, emekçileri yarattıkları zenginlikten paylarını isteyecekleri bir mücadeleye çağırıyor.

Ülkemizde bu yıl 1 Mayıs’a seçimlerin gölgesinde gidiyoruz. Aslında seçimlerin de ana gündeminin emekçilerin gerçek sorunları olması ve 1 Mayıs’ın bu atmosferden güç alması gerekmez miydi?

Elbette, haklısın. Ancak, uzunca bir süredir ülkemizde emekçilerin gerçek sorunlarının üzeri örtülüyor. Ve artık öyle bir noktaya geldik ki, emekçiler ile sorunları arasındaki bağ neredeyse kopma noktasında. Sorunlar sermaye sınıfının sorunları oluyor çoğu durumda. Bu yalnızca siyaset ile sağlanabilirdi. Öyle de oldu. Emekçilerin üzerinde bugüne hâkim olan siyasi iklim çok büyük bir ideolojik kuşatma yarattı.  Vıcık vıcık bir burjuva siyasetinin ülkemizi getirdiği nokta işte burası. Tarikatların yaygınlığı ve etkinliğinin artışı, yüksek enflasyon, gıda fiyatlarındaki artış, yüksek kiralar, faturalar, yüksek vergiler, yaşamın her alanında ayrımcılık, düşük ücretler… Pek çok sorun sıralayabiliriz.  
 
Emekçilerin bölündüğü politikalar değil, onların çıkarlarını içeren politikalar savunulsaydı, işçilerin siyaset alanında sesi daha gür çıkabilirdi. Bu da seçimlere de yansırdı. Ama bakın, emekçiler Türk-Kürt- göçmenler diye bölünüyor, kimlik siyaseti öne çıkarılıyor. Dini kurallarla sosyal yaşamımızda her şeyi belirlemeye çalışıyorlar. Toplum ve emekçiler inançlılar, inançsızlar diye bölünüyor. Seçimler de bu politikalardan bağımsız değil. Şampanya mı, seccade mi gibi… Dini öğeleri kullanmak en önemli bölünmelerden biri şu anda. Kadın ve erkek diye bölünmenin, kadınları güçsüz hale getirmenin sonucu her gün kadınlar öldürülüyor, kadın emeği giderek ucuzluyor, kadınları eve kapatacak politikalar güçlendiriliyor. 

                                                       Zehra Güner Karaoğlu

'Bu ağır kuşatmayı yarmak örgütlü olunduğu koşullarda mümkün'

Emekçiler örgütlü olursa gerçek sorunları konuşulabilir. Bu ağır kuşatmayı yarmak, emekçileri sorunları ile yüzleştirmek ancak örgütlü olunduğu koşullarda mümkün. 

Seçimler ve işçiler denilince, meclise sendikacılar girerse işçilerin sorunlarının çözülebileceği düşünülüyor. Ya da yeni sistemde sendika yöneticileri bakan olursa çözüleceği varsayılıyor. Oysa tek başına sorunları bunlar çözebilecek güce sahip olsaydı, yıllardır tanık olduğumuz bu örneklerle işçilerin sorunları çözülebilirdi, oysa çok daha ağırlaştı koşullar. 
 
Kamuculuk, ülkemizin bağımsızlığı, bilim ve aydınlanmadan yana politikalar emekçilerin sorunlarını çözebilir. Bu politikaların uygulanması, işçi ve emekçilerin ülkemizde seçimlerde ve ülke gündeminde ağırlığını artırabilir, yerini büyütebilir. Böyle olmayınca, biraz önce söylediğim gibi, toplum sermaye sınıfının çıkarları ile hareket ettiriliyor. Günlük siyasetin konusu, siyasetin dili, siyasetin öznesi emekçi sınıflardan yana olanlar tarafından belirlenemiyor. 
 
Soruna dönersek, ülkemizde milyonlarca sayıda olan emekçilerin gerçek sorunlarının seçimlerde gündem olmaması şaşılacak bir şey değil ama bizim için alışılacak bir şey de değil. Ülkemizde işçi sınıfının sınıf olarak varlığını hissetmemiz, hissettirmemiz gerekiyor. İşçi sınıfının varlığının ülkemiz gündeminde çok cılız bir şekilde yer almasının maliyeti, seçimleri de aşan düzeyde çok büyük boyutlardadır.

İşçi sınıfının 1 Mayıs’ta değişmeyen mücadele başlıkları hep oldu. Sınıfın güncel ve yakıcı sorunları da düşünüldüğünde size göre bu başlıklardan hangileri bu yıl alanlarda öne çıkacak ve çıkmalı?

Birlik, mücadele ve dayanışma. Biliyorsunuz sendikamız da adını buradan alıyor. 

Bu başlıkları elimizden bırakmadan güncel olanlara değinirsek…

Güncel bir gelişme ile başlayalım. Biliyorsun 700 bin kamu işçisinin toplu iş sözleşmesi için görüşmeler devam ediyor. Sendika tarafının da iktidarın da telaffuz ettiği ücretler yaşanabilir ücretlerin çok altında. Sendika 15 bin, kamu tarafı 12 bin lira ücret öneriyor. Masada işçileri temsil eden Türk-iş kendisi yoksulluk sınırını Nisan ayı için 33 bin lira açıklamışken konuşulan rakamların yorumunu size bırakıyorum. 700 bin kişiden söz ediyoruz. Bunu şu nedenle örnekledim. Bugün ülkemizde işçilerin bu ücretlerle geçinebileceği düşünüyor, taraflar. Gerçekçi değil elbette.

'İşçi sınıfı ülke zenginliğinden payını istemeli'

1 Mayıs’ta işçi sınıfının en önemli talebi, elleriyle yarattığı ülke zenginliğinden pay istemesi olmalı. Ülkemiz zenginlikleri devasa kârlar aracılığıyla birkaç kişinin cebine gidiyor. Oysa ülkemizin yeraltı ve yerüstü zenginliklerinin hepimize yeteceğini biliyoruz.  Ancak bu zenginlikten emekçilerin aldığı pay kırıntı denecek kadar az. Bu payın artmasını talep etmeliyiz. Bunun artmasının yolu da şu anda sermaye sınıfının elinde bulunan yeraltı ve yerüstü zenginliklerimizin bize ait olmasını talep etmek, bunun için mücadele etmek. Yoksulluğu da, hayat pahalılığını da böyle sonlandırır, tarımımızı hayvancılığımızı, sanayimizi de böyle kalkındırabiliriz.  

Bu başlıklar çerçevesinde, 14 Mayıs’ta yapılacak seçimlerde 20 yıllık iktidara karşı yükselen tepkilerin, 1 Mayıs kutlamalarının içeriğine ve canlılığına katkısı ne olabilir?

1 Mayıs 2023, yapılacak seçimlerin etkisini elbette taşır. Taşımaması mümkün değil. Ancak seçimlere, işçi sınıfının taleplerini taşıyanların gücü ve canlılığı ile orantılı olur, bu durum. Her yıl olduğu gibi bu yıl da sendikaların, kitle örgütlerinin, siyasi partilerin, derneklerin mücadele gündemlerini alana taşıyacaklarını düşünüyorum. 

Bugün, AKP’nin 20 yıllık iktidarını geride bıraktıracak bir şansımız var. Bu coşku, alana yansıyabilir. Ancak bu durumun tek başına Erdoğan gitsin, Kılıçdaroğlu gelsin tekdüzeliği ile ele alınmasının da bizi önümüzdeki dönem için tüm emekçileri boşluğa düşüreceğini düşünüyorum. Bu nedenle önümüzdeki dönem için taleplerimiz ve mücadelemizin konularını ilan etmek bu 1 Mayıs’ta ayrıca önem kazanıyor. 

'Ya daha azına razı olacağız ya da geleceğimizi ellerimize alacağız'

Birlik Sendikası Genel Başkanı olarak tüm emekçilere, örgütlü olduğunuz işkolundaki işçilere ve üyelerinize 1 Mayıs mesajlarınız nedir?

Öncelikle tüm işçilerin ve emeği ile yaşamını sürdürme mücadelesi veren herkesin 1 Mayıs birlik, mücadele ve dayanışma gününü kutlarım. 

Önümüzde oldukça önemli bir dönem açılıyor. Ya daha azına razı olacak ya da geleceğimizi ellerimize alacağız. Azına razı olmayacaksak, örgütlenmekten korkmamalı, örgütlü mücadele etmeliyiz. İşçilerin, emekçilerin birlik olmaktan başka çıkar yolu yoktur. 

AŞKIN SÜZÜK/soL-Söyleşi


6 Şubat deprem yargılamaları başlamadan önce - AV. EREN SELANİK / soL-Görüş

 Avukat Eren Selanik, 6 Şubat tarihinde yaşanan depremlerin ardından başlayacak hukuki süreci, öncesinde yaşanmış İzmir depremiyle yorumlayarak mücadelenin önemine dikkat çekiyor.

6 Şubat depremi sonrasında yıkımlardan sorumlu olduğu gerekçesiyle çok sayıda kişi tutuklandı. Yakında başlayacak yargılamalar öncesinde siyasi iktidar bu tutuklamalarla kamuoyuna bir mesaj verme derdinde: Sorumlular cezalandırılacak. Oysa gerçek olan şey bu iddianın aksi yönünde.

Suç kapsamının ne olduğu, cezai sorumluluğun nerede başladığı sorularının yanıtı önemli. Soruşturmaların yalnızca müteahhit ve fenni/teknik sorumlularla sınırlanmasının tartışılması gerekli. Depremi göz önünde bulundurmadan imar düzenlemesi yapan yasama ve kimi özel düzenlemeleri yapan idarenin cezai sorumluluğu, depreme geç müdahale eden veya müdahale için ihtiyaç duyulan mekanizmaları tasfiye eden siyasi iktidarın sorumluluğu… Hızlı ve etkili müdahale etmeyen, çadır satan, stok yapan yöneticiler ve dahası.

Tüm bu önemli soruları bir an için bir kenara bırakıyorum, bu sorulara yalnızca hukuki yanıtlar verilemeyeceğini hatırlatarak. Bu yazı sadece şuna odaklanmakta: Kamuoyunun tepkisini kontrol etmek maksadı taşıdığı anlaşılan tutuklamaların, bu tutuklamaların akabinde başlayacak olan yargılamaların sonucunda sanıkları bekleyen cezalar nedir? Salt bu yargılamaları veri alsak bile netice adil olacak mıdır?

Terminoloji tartışması değil: Bilinçli taksir ve olası kast

Bilinçli taksir ve olası kast. Deprem yargılamalarında bu iki kavram üzerinden bir hukuki tartışma yürüyecek. Yargılananlar sorumluluklarının olsa olsa bilinçli taksir kapsamına gireceğini iddia ederken depremzedeler sorumluların en az olası kast kapsamında cezalandırılmasını talep edecek.

Türk Ceza Kanunu’nun 22. maddesinde yer alan tanıma göre kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi halinde bilinçli taksirden söz edilecektir. Olası kast ise 21. maddede “Kişinin, suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi halinde olası kast vardır.” şeklinde tanımlanmıştır.

İlk bakışta birbiriyle arasında çok küçük bir fark olduğu zannedilse de bu iki kavramın hukuki rejimi ile bağlandığı sonuçlar arasında devasa bir fark bulunmakta.

Ölüme sebebiyet verenlerin sorumluluğunun bilinçli taksir kapsamında kaldığının kabulü halinde fail 2 yıl 8 ay ile 27 yıl 6 ay arasında yalnızca tek bir ceza alacak. Failin kusurlu eylemi sonucunda kaç kişi hayatını kaybetmiş veya yaralanmış olursa olsun alacağı ceza bu sınırın üzerinde olmayacak. Faillerin olası kast ile insan öldürme suçundan cezalandırılması durumunda ise hayatını kaybeden her bir kişi için ayrı ayrı müebbet hapis cezası ile 20 yıldan 25 yıla kadar hapis cezasına hükmedilebilecek.

"Bilinçli taksirin kabulü demek cezalandırılmak üzere yargılananların, başta müteahhitlerin, iyi niyetli olmasıdır, talihsizliğidir. “Ortak acımız”, “Şimdi siyaset zamanı değil”, “Dualarımızı esirgemeyelim” demektir."

Yalnızca bir terminoloji tartışması değil. Bilinçli taksirin kabulü demek cezalandırılmak üzere yargılananların, başta müteahhitlerin, "iyi niyetli olması" ve "talihsizliğidir". "Ortak acımız, şimdi siyaset zamanı değil, dualarımızı esirgemeyelim" demektir. Enkaz altında kurtarılmayı bekleyen onbinlerce yurttaşa sela dinletmektir. Sanıklara daha az cezalar verilmesi, birkaç yılı aşmayan tutukluluklar ve yakında gelecek tahliyeler demektir.

Olası kast ise cinayettir, katliamdır. İnsanların göz göre göre ölüme gönderilmesidir. Daha fazla kar için gerekli önlemlerin alınmaması, yoksul insanların rant uğruna sağlıksız konutlarda yaşamaya zorlanmasıdır.

İzmir depremi yargılamaları, 6 Şubat depremi yargılamalarında bizi neyin beklediğine dair ciddi bir fikir veriyor.

İzmir Depremi Yargılamaları: Ödül Gibi Cezalar

İzmir 11. Ağır Ceza Mahkemesi‘nde görülen davada 11 kişinin hayatını kaybettiği Yağcıoğlu Apartmanı müteahhiti ve fenni müdür hakkında bilinçli taksirle birden fazla kişinin ölümüne ve yaralanmasına neden olmak suçundan 12 yıl 6’şar ay hapis cezası; İzmir 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davada 15 kişinin yaşamını yitirdiği Doğanlar Apartmanı müteahhiti hakkında 18 yıl hapis cezası, statik-betonarme proje müellifi hakkında 12 yıl, sürveyan hakkında ise 4 yıl 5 ay 10 gün hapis cezası; İzmir 9. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davada 11 kişinin hayatını kaybettiği Yılmaz Erbek Apartmanı müteahhiti hakkında 15 yıl, diğer bir dizi sorumlu için 7 yıl 6 aydan başlayan hapis cezası verildi.

"Gölcük Depremi’nde yaklaşık 200 yurttaşın ölümüne sebebiyet vermekten mahkum edilen Veli Göçer’e 18 yıl 9 ay hapis cezası verilmiş, Göçer infaz düzenlemesi ile 7 buçuk yıl cezaevinde kalıp tahliye olmuştu"

36 kişinin yaşamını yitirdiği Rıza Bey Apartmanı yargılaması ile 30 kişinin yaşamını yitirdiği Emrah Apartmanı yargılamasında da aynı şekilde bilinçli taksirle insan öldürme suçlamasıyla açılan davalar sürmekte. Bu davalarda çıkacak sonucun da biten yargılamalardakine benzer olması muhtemel.

Çarpıcı bir örnek olduğu için hatırlamakta fayda var. 1999 Gölcük Depremi’nde yaklaşık 200 yurttaşın ölümüne sebebiyet vermekten mahkum edilen Veli Göçer’e 18 yıl 9 ay hapis cezası verilmiş, Göçer infaz düzenlemesi ile 7 buçuk yıl cezaevinde kalıp tahliye olmuştu.

Hali hazırda 6 Şubat depremine ilişkin yürütülen soruşturmaların tamamı, yukarıdaki örneklerde olduğu gibi “bilinçli taksirle ölüme sebebiyet verme” suçundan yürütülmektedir. AKP iktidarının kamuoyuna servis ettiğinin aksine depremlerde ölüme ve yıkıma sebep olduğu için yargılanacak failleri, İzmir depremi yargılamalarındakine benzer cezalar ve yakın tarihli tahliyeler beklemektedir.

Soma Katliamı Davası Örneği

Bu denklemi aşmak mümkündür. Bunu net olarak söyleyebilmekteyiz. Başka bir dizi faktörün ve sayısız mücadelenin yanısıra bir örnek, yıllara yayılan ve büyük bir toplumsal ve hukuksal mücadelenin neticesi olarak görülmesi gereken bir örnek, yargılamaların seyrinin farklı olabileceğini göstermektedir: Soma katliamı davası.

Bilinçli taksir ile olası kast tartışmasının süregeldiği Soma katliamı davasında türlü skandala, iktidar müdahalesine, manipülasyon ile baskıya sahne olan yargılamanın bir aşamasında sorumlular hakkında olası kast ile insan öldürme suçundan ceza verilmiştir.

Hukuk siyasal ve toplumsal mücadelelerin belli bir soyutlama düzeyinde yansımasıdır. Ancak bazı özel örneklerde bu soyutluk esneyebilir, bu siyasal ve toplumsal mücadeleler yargılama üzerinde daha doğrudan bir etki gösterebilir; doğal olarak. Soma katliamı davasında ilk karardan kısa süre önce hakimin değiştirilmesi, yeni gelen hakimin sanıklar hakkında bilinçli taksirle ölüme sebebiyet verme suçundan –sembolik sayılacak- cezalar vermesi, tutuklu tek bir sanığın kalmamasının akabinde uzun yıllara varan hukuki ve toplumsal mücadele sonuç vermiştir. Yargıtay 12. Ceza Dairesi sanıklar hakkında verilen bilinçli taksirle ölüme sebebiyet verme cezasını bozmuş, bu ödül gibi kararın yerine olası kast ile insan öldürme suçundan patron hakkında 301 kez olası kastla öldürme 162 kez olası kastla yaralama suçundan ceza vermiştir. Akabinde siyasi iktidar yargılamaya bir kez daha doğrudan müdahalede bulunmuş, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı bu karara itiraz etmiş, tam bu anda kararı veren 12. Ceza Dairesi’nin 3 hakiminin yeri değiştirilmiş, yeni gelen hakimler tekrar bilinçli taksir yönünde karar vermiş ve bunun sonucu olarak sanıkların hepsine tekrar ödül gibi cezalar dağıtılmıştır.

Yargıtay 12. Ceza Dairesi olası kast yönünde verdiği ve daha sonra bozulan kararında; sanıkların karar alma süreci içerisinde bulunmaları ve şirketteki pozisyonları gereği yüksek riskleri bilmelerine rağmen, ‘olursa olsun’ mantığı ile hareket ederek bu risklerin önüne geçmek için herhangi bir girişimde bulunmayarak, gerçekleşen bu neticeden olası kastlarıyla sorumlu tutulmaları gerektiğini belirlemiştir.

"Böyle bir kavganın verilmesi sadece tek tek yürüyecek davalar özelinde “adaletin” sağlanabilmesi için değil bir kez daha enkaz atında kalmamak için önemli olacak"

6 Şubat depremi sonrasında başlayacak yargılamalar söz konusu olduğunda; sayısız iş cinayeti, deprem vs. davalarında yürütülen mücadele ile özel olarak Soma katliamı davasında verilen mücadele vesilesiyle aralanan kapının önemi büyüktür. Çok sayıda hukuk örgütünün müdahalesinin yanında Türkiye Barolar Birliği de yargılamaların “kast” unsuru ile yürütülmesi yönünde depremi yaşayan 11 il başsavcılıklarına başvuruda bulunmuş durumda. Bu başvuruya göre binaları inşa eden müteahhitler, yapıların mimari, statik ve her türlü plan, proje, resim ve hesaplarının hazırlanmasını ve bunların uygulanmasıyla ilgili fenni mesulleri, uzmanlık konularına ve ilgili kanunlarına göre sorumlulukları bulunan her türlü teknik görevliler ile inşaat aşamasından itibaren görev yapan her türlü yapı denetim görevlileri ve ilgili kişiler; binalara yapı kullanma izin belgesi veren, oturma izni veren görevli ve yetkililer; onlara bu yönde emir ve talimat veren yetkililer; denetim görevini yerine getirmeyen ilgili belediye, bakanlık yetkilileri ile depremin gerçekleşmesinin ardından arama ve kurtarma çalışmalarının geç, eksik ya da hatalı başlaması neticesinde kayıpların artmasına sebep olan sorumlular hakkında yürütülecek ceza soruşturması sonucunda Türk Ceza Kanunu'nun kasten öldürme başlıklı 81. maddesi ve kasten öldürmenin ihmali davranışla işlenmesi başlıklı 83. maddesi uyarınca kovuşturma başlatılması ve ceza verilmesi talep edilmiştir.

Yakında başlayacak olan 6 Şubat depremlerine ilişkin ceza yargılamalarında bir öncekilerde olduğu gibi davaların kısa elden bitmesi amaçlanacak, yıkımın sorumlularına dair kapsamlı bir hukuki tartışmanın önüne geçilmeye çalışılacak. Diğer taraftan ise bu tartışmaların yapılması, bu yönde bir kavganın verilmesi sadece tek tek yürüyecek davalar özelinde “adaletin” sağlanabilmesi için değil bir kez daha enkaz atında kalmamak için önemli olacak.

AV. EREN SELANİK / soL-Görüş

DGM Çetesi'nden biri daha eksildi: Kenan Evren savcılarının hazin hikayesi - ORHAN GÖKDEMİR / soL-Özel

 Nuh Mete Yüksel DGM’nin, açılımı Devlet Güvenlik Mahkemesi’dir, tetikçi savcılarından biriydi. Devlet düşman olduğunu sandığı hemen herkese acımasızca saldırdı.

“Fethullah Gülen hakkında ilk kez terör suçlamasıyla iddianame hazırlayan eski Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) Başsavcısı Nuh Mete Yüksel, 76 yaşında hayatını kaybetti.” Ölümü böyle haber verildi. Bu cümleyi okuyan ölmüş savcıyı bir aydınlanma savaşçısı sanabilir. Oysa bunun gerçekle uzaktan yakından ilgisi yok. 

Nuh Mete Yüksel DGM’nin, açılımı Devlet Güvenlik Mahkemesi’dir, tetikçi savcılarından biriydi. Devlet düşman olduğunu sandığı hemen herkese acımasızca saldırdı. Çoğunlukla hukuku, yasayı çiğneyerek yaptı bunu. Gözaltına alıp tutuklattıkların yolu mutlaka Ankara Emniyeti’nin bodrum katındaki DAL’dan, Derin Araştırma Laboratuvarı, geçti. İşkence, standart bir sorgulama yöntemiydi buralarda.  

Başlarında Nusret Demiral vardı. O da bir yıl önce öldü gitti. Tabir yerindeyse kendisi gitti testisi kaldı yadigâr. O testinin içi hukuksuzluklarla dolu. Onların hukuksuzluğu bugünkü hukuksuzluğun temelleridir. 

DGM Çetesi: Nusret, Nuh, Ülkü

Nusret Demiral öldüğünde “hikayemizi” şöyle anlatmıştım soL’da; 1987’de karar verdik Toplumsal Kurtuluş’u çıkarmaya. İlk sayısından itibaren her sayısı kovuşturma ve dava yağmuruyla karşılanmaya başladı. Devlet Kürt ve Kürt halkı terimlerinin kullanılmasını istemiyordu. Yalçın Küçük ise dergide sürekli bu devlet tabusunun üzerine gidiyordu, bu tabuyu kırmaya kararlıydı. Dergiye gelen bütün soruşturmalar iki kişinin, DGM Başsavcısı Nusret Demiral ve yardımcısı Yüzbaşı Ülkü Çoşkun’un adını taşıyordu. Bu iki kudretli savcıyla tanışmaya başlamıştık.

Askere gittim, üç hafta sonra polisler kışlanın kapısına dayandı, almaya gelmişlerdi. Evraklarda yine aynı DGM savcılarının ismi vardı. Üç günü çeşitli karakollarda, 12 günü Ankara Emniyeti’nin ünlü merkezi DAL’da olmak üzere 15 gün gözaltında kaldım. Sonunda araçlara bindirip DGM’ye götürdüler. Sırayla sorguya alınıyoruz. 15 gün su yüzü görmemişiz, saç sakal birbirine karışmış, ışık görünce gözlerimizi kapatıyoruz 15 günlük karanlıktan sonra. Sıra bana geldi, alıp bir odaya götürdüler. Masada meşhur savcı Ülkü Çoşkun, nefretle bakıyor bana. Ama yanında bir de beş altı yaşında bir çocuk var, galiba hafif özürlü de. Sorguyu çocuğun şahitliğinde yapıyor. Arada çocuğa kayıyor gözlerim, bu kayıtsızlık karşısında dehşete kapılıyorum.

O sorgulardan sonra bir kısmımız tutuklandık, Yalçın Hocayla birlikte bir süre de hapis yattık. Ama sonra savcılarımızın işlerini pek de ciddiye almadıkları, hatta Aziz Nesin’in yazısını Yalçın Küçük’e ait sanıp bir de ona dava açtıkları ortaya çıktı. Duruşmalar gülüşmeler arasında yapıldı, Nusret Demiral baktı olmayacak yardımcısını bizim davadan aldı. Yerine Nuh Mete Yüksel’i atadı. Yeni gelen de tahliyemizi talep etti, öyle çıktık. Sadece benim için istedikleri ceza 245 yıl civarındaydı…

Sonra yeni gelenin de eskisini aratmayacağı anlaşıldı. Ankara’dan kuş uçmuyor, okur yazarların DAL’a çekilmesi üç beş günü geçmiyordu. Onlar sayesinde Ankara’da özel bir hukuk standardı oluşmuştu. Hatta arada polislerini İstanbul’a gönderiyor orada da operasyonlar yaptırıyorlardı. 

İşte 1990 yılların bu yazar-çizer avcısı dirayetli savcılarından biri daha öldü. Uğruna savaştıkları, kutsal belledikleri devlet onların da aleyhine döndü arada. Kasetlerini falan yayınladılar ve sonra kaldırıp bir kenara attılar.

DGM’deki MHP çizgisi

Nusret Demiral İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunuydu. Torul, Alapaşa, Bafra, Samsun Savcılıklarında çalıştı. Adalet Bakanlığı Ceza işleri Genel Müdürlüğü bünyesinde Tetkik Hakimliği ve Ankara Cumhuriyet Başcavcı yardımcılığı yaptı. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencisi iken Necip Fazıl Kısakürek’i ziyarete gitmiş ve ondan etkilenmişti. THKO lideri Deniz Gezmiş, 12 Mart 1971 muhtırasından altı gün sonra Sivas’ta yakalanıp Ankara’ya getirildiğinde sorgulanmak üzere onun önüne getirilmişti. 1984-1995 yılları arasında Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığı görevini yürüttü. Bu görev bir bakıma rejim bekçiliği göreviydi. Devletin hazzetmediği şeyleri yazanları susturma, susmuyorlarsa kovalama göreviydi. 

Yardımcısı Ülkü Çoşkun’la birlikte işkenceli sorgulara bizzat katıldığı, odasında eylemci öğrencileri dövdüğü iddia ediliyordu. Emekli olduktan sonra MHP'den Ankara milletvekili adayı oldu. Seçim konuşmaları sırasında ezanın Türkçe okunması yönünde görüş bildirdi. Görüşlerini tekzip etmesine karşın, MHP'nin 19. Dönemde meclis dışında kalmasından sorumlu tutularak Disiplin Kurulu'na sevk edildi. Bu süreçten sonra aktif siyaseti bıraktı.

Bir süre sonra iki ünlü savcıya bir ünlü daha katıldı; Nuh Mete Yüksel’di yeni DGM şövalyesinin adı. O da iki savcıya benzer bir üslupla yürütüyordu işlerini. Belli ki bu kişisel bir eğilimin değil, devlet politikasının ürünüydü. Muhaliflere “size hayat hakkı tanımayacağız” mesajı veriyorlardı bu yolla.

Sonra Cemaat Nuh Mete Yüksel’e ait olduğu iddia edilen bazı kasetleri sürdü piyasaya. Onu bu yolla ıskartaya çıkardılar. O da oturup “Nuh’un Gemisi” adlı bir kitap yazdı, anılarını anlattı. Sorguladığı, tutuklattığı bazı tanınmış solculara da yer ayırmıştı kitabında. Haftada bir hücrelere buyur ettiği Yalçın Küçük hakkında şöyle diyordu: “Yalçın Küçük ile çok sık karşı karşıya geldik. Kırmızı atkısı ile Ankara DGM’ye sıkça geldi. Ancak bugünkü Yalçın Küçük’ü farklı görüyorum. Bugünkü Yalçın Küçük vatansever bir insan olarak mücadele veriyor. Ülkenin birliği ve laik Cumhuriyeti savunuyor.”

DGM Çetesi'nin işleri

Tarihleri MHP çizgisinde bir devlet görevlisinin yapacağı türden “kahramanlıklarla” dolu.

Kürtçe yemin eden DEP milletvekillerini Meclis’te gözaltına aldırdılar. Daha sonra milletvekilleri için idam istediler.

Türkiye Birleşik Komünist Partisi liderleri Haydar Kutlu ve Nihat Sargın’ın davasına baktılar. Doç. Dr. Bahriye Üçok, Prof. Dr. Muammer Aksoy ve Uğur Mumcu cinayetlerinin dosyalarının savcıları da onlardı.

Madımak katliamı davasında “Madımak bir tahrik sonucu oldu” dediler, sorumlusunun da sol ve Aziz Nesin olduğunu söylediler.

Uğur Mumcu suikastı davasını da onlara verdiler. Patlama sonucu parçalar yaklaşık 150 metre yarıçapında bir alana dağılmıştı. Delillerin sağlıklı toplanabilmesi için güvenlik kuşağı oluşturulması gerekiyordu. Güvenlik kuşağının da patlama merkeziyle en uzağa fırlayan parça arasındaki uzaklığın bir buçuk katı alanı kapsaması gerekiyordu. Ama olay yerinde insanlar fink atıyordu. Polisler çalı süpürgesiyle yerleri süpürerek delil topluyordu.

Nusret Demiral, Uğur Mumcu cinayeti soruşturmasında da DGM Savcısı Ülkü Coşkun’u görevlendirdi. Coşkun’un, Mumcu Ailesi’ne söylediği söz, onların hayata bakışını da ele veriyordu; “Bu işi devlet yapmıştır, siyasi iktidar isterse çözer.”

Coşkun’un soruşturmayı savsakladığı, delilleri toplamadığı şüphesi giderek artıyordu. Bunun üzerine Nusret Demiral, Güldal Mumcu ve Avukat Emin Değer’e yardımcısını teyit eder şekilde, “Devlet isterse çözer, siz güçlü ailesiniz. Hükümette gerekli baskıyı oluşturun, gerekli mesaj ve talimat verilsin, çözümlensin ya da bu birimleri doğrudan bana bağlatın, ben de söz veriyorum, çözerim" diyordu.

Nusret Demiral’dan sonra Nuh Mete Yüksel de öldü. Kimilerine göre bu üçlü Kürt düşmanıydı. Kimine göre 28 Şubat’ın tetikçileriydi. Aslında bunların hepsiydi. 12 Eylül rejiminin yarattığı çarpık hukukun militan uygulayıcılarıydı onlar. 

Geride kaldı Ülkü Çoşkun. O da uzun zamandır “can güvenliği” endişesiyle evinden çıkamıyor. Evinde böcek adı verilen dinleme cihazı bulunduktan sonra Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na başvurdu. Ancak gerekli ilgiyi göstermediler. Saygı Öztürk’e konuştu, “Beni, öz vatanımda yaşayamaz hale getirdiler” dedi. 

12 Eylül hukukunun son kahramanları bunlar. Bir bir ölüp çekiliyorlar tarih sahnesinden. Ama o arada yarattıkları hukuksuzluk bir hukuk ölçüsü haline geldi, adaletsizlik adaletin temel kuralı öldü. Hepsine esinini veren Kenan Evren’in ruhu dolaşıyor ülkede…

ORHAN GÖKDEMİR / soL-Özel

29 Nisan 2023 Cumartesi

KISA KISA GÜNDEM - 29/NİSAN/2023 -

 


Hande Fırat’a 3.5 milyon TL hibe: Yeni işi belli oldu (soL)

Hande Fırat, yapacağı hayvancılık işi için Tarım Bakanlığı'ndan 3.5 milyon lira hibe desteği alacak. Hürriyet'ten Hande Fırat’a küçükbaş hayvancılık yetiştiriciliği için yeni bina yapımı kapsamında 3.5 milyon lira hibe desteği verileceği ortaya çıktı. Milli Gazete'den Sadettin İnan'ın haberine göre, kırsalda küçük aile işletmelerinin desteklenmesi kapsamında uygulanan hibe desteğinin sektör dışından küçükbaş hayvancılıkla hiçbir alakası olmayan bir kişiye verilmesi dikkat çekti. Ankara’da bu kapsamda sadece 16 projeye hibe desteği verileceği açıklanırken, hibe desteği verilmeyi hak edenlerden birisinin de gazeteci Hande Fırat Özvardar olması dikkat çekti. Gazeteci Hande Fırat Özvardar, Tarım ve Orman Bakanlığından hibe desteği alacağını doğrularken ancak hangi yatırım için hibe desteği alacağını ise açıklamadı. Ankara Tarım ve Orman İl Müdürlüğü’nün hibe desteğini almayı hak eden yatırımcılar listesine göre gazeteci Hande Fırat Özvardar’ın tarımsal üretime yönelik sabit yatırımlar kapsamında küçükbaş hayvancılık yetiştiriciliğinde yeni tesis yatırımına hibe desteği verileceği öğrenildi. Küçükbaş hayvancılık yetiştiriciliğinde yeni tesis yapımının hibeye esas proje üst tutarı 7 milyon lira. Proje tutarının yüzde 50’si hibe olarak verileceği için Hande Fırat, küçükbaş hayvancılık yetiştiriciliğinde yeni tesis yapımı kapsamında Tarım ve Orman Bakanlığından 3.5 milyon lira hibe desteği alacak.

Depremzedeye dağıtılacak yardım kolilerine AKP logosu yapıştırdılar(soL)

Hatay’da AKP’li İskenderun Belediye Başkanı Mehmet Fatih Tosyalı’nın adının yazılı olduğu AFAD kolileri ortaya çıktı. AKP’li İskenderun Belediye Başkanı Mehmet Fatih Tosyalı AFAD kutularını seçim propagandası yaptı.  AKP’li Tosyalı’nın seçim çalışmaları kapsamında dağıttığı yardım kolilerinin altında  “AFAD” üzerinde ise “Sağlıklı günler dilerim... İskenderun’a değer. Halkın adamı Mehmet Fatih Tosyalı” yazdığı görüldü. Devletin kaynaklarıyla depremzedeler için hazırlanan kolilerin seçim çalışmalarında kullanılması tepki topladı.  Cumhuriyet'ten Sena Tufan'ın haberine göre, söz konusu olaya ilişkin konuşan İskenderun Belediye Başkanı Tosyalı, “Bizim böyle bir dağıtımımız yok. Yardım kolilerini kaymakamlık dağıtıyor. Dağıtım kolilerinin bir yüzünde belediye bir yüzünde kaymakamlık logoları bulunuyor, benim söz konusu dağıtımdan haberim yok. Böyle bir şey de yapmamız mümkün değil. AFAD ismini kullanarak dağıtım yapmaya ihtiyacımız da yok” dedi.

Eski DGM savcısı Nuh Mete Yüksel hayatını kaybetti (soL)

Fethullah Gülen hakkında 2000 yılında 'terör örgütü liderliği' suçlamasıyla ilk iddianameyi hazırlayan eski Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) Başsavcısı Nuh Mete Yüksel, bu akşam tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybetti.(28/04/2023) Yüksel'in ölüm haberini gazeteci Murat Ağırel, duyurdu.

Kars Arama Kurtarma'ya bağlı ekipler Erdoğan'ın seçim afişlerini asarken görüntülendi(soL) 

Kars’ta, AKP'li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan fotoğraflarının ve “Doğrusu AK Parti” yazısının yer aldığı billboard afişlerinin Kars Arama Kurtarma’ya bağlı ekipler tarafından asıldığı görüntülendi. Söz konusu videoda, Kars Arama Kurtarma ekibinde çalışan iki personelin, kuruma ait bir aracın yanında, bir merdiven yardımıyla afişleri astığı görülüyor. Gazete Duvar'dan Kadir Cesur'un haberine göre, CHP Kars 1. Sıra Milletvekili Adayı İnan Akgün Alp, görüntülerin kabul edilemez olduğunu belirterek, "Kamu kaynaklarının seçim arifesinde iktidar partisi lehine kullanılmasına artık Türkiye alıştı" dedi.

Erdoğan'ın damadı Bayraktar'dan Kılıçdaroğlu'na 'Atatürk Havalimanı' tepkisi(soL)

Baykar Yönetim Kurulu Başkanı Selçuk Bayraktar, Millet İttifakı'nın cumhurbaşkanı adayı Kılıçdaroğlu'nun 'Atatürk Havalimanı'nı uzay ve havacılığın merkezi yapacağız' açıklamasını hedef aldı. Millet İttifakı'nın cumhurbaşkanı adayı ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, dün yayımladığı video ile "Atatürk Havalimanı'nı uzay ve havacılığın merkezi yapacağız" açıklamasında bulunmuş ve "Bunu kimlerle yapacağız? Merkezin kurulması ve geliştirilmesi için başarıları dünyaca tanınan ve başta Amerika'daki Sierra Nevada şirketinin sahipleri Eren Özmen ve Fatih Özmen ile yapacağız. Lütfen gençler, gidin Google'a bu isimleri yazın. Ne cevherlerimiz var bu dünyada görün" demişti. Atatürk Havalimanı'nda gerçekleşen 7. Teknofest kapsamında konuşan AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın damadı ve Baykar Yönetim Kurulu Başkanı Selçuk Bayraktar ise Kılıçdaroğlu'nun açıklamasını hedef alarak, "Bu meydan Türkiye'nin istikbalini yabancı şirketlerde değil Türk gençlerinde görenlerin meydanıdır" dedi. Bayraktar'ın konuya ilişkin sözleri şöyle: ('Köstek olmaya takoz koymaya niyetlenenler var') "Daha önce de anlatmıştım, en ileri teknolojiye sahip İHA ya da uçağı da yapsanız, önüne konulacak tahta plastik takoz uçmasına engel olur. SİHA'larımızı geliştirirken de kurduğumuz T3 Vakfı'nda çalışırken de takoz koymak isteyenlerle karşılaştık, hala da karşılaşmaya devam ediyor. Dünya yaptığımız işleri takdir ederken içeriden köstek olmaya takoz koymaya niyetlenenler var. Ne dediler, dokunacaklarmış. Bir kez de buradan söyleyeyim, dokunacağız dediği tüm milli platformlarımıza sadece sizler dokunabilirsiniz. Bu uçaklara yalnızca tam bağımsız Türkiye hayaliyle yanıp tutuşan o güzel çocuklar dokunabilir. O güzel çocuklar ki uçan kanatlarla ülkemizi semaların da ötesine taşıyacaklar('Bu meydan Türkiye'nin istikbalini yabancı şirketlerde değil...') Bu meydanın tek bir hedefi var, o da ülkemizin dost ve kardeş coğrafyalarımızın tam bağımsız ve müreffeh yarınları için milli teknoloji hamlesi vizyonunu gerçekleştirmektir. Bu meydan Türkiye'nin istikbalini yabancı şirketlerde değil Türk gençlerinde görenlerin meydanıdır. Gerektiğinde milli teknoloji hamlesini Hz. Musa'nın annesinin bebeği nehre bırakması gibi küresel şer güçleri ve tuzaklarına karşı yerin göğün zamanın mekanın kaderin ve suyun akışının hakimine sonra da sizlere milletimize emanet etmeyi biliriz. Her bir karışı şehit kanı ile sulanmış, geldikleri gibi giderler sözündeki güvenin adresi bu topraklar. Biz buradan hiçbir yere bir adım dahi öteye gidecek değiliz. Biz bu topraklarda misafir değil ev sahibiyiz. Bu toprakların kapılarını bize kapatmaya niyetlenen varsa hatırlatalım, ev sahibinin üzerine kapıyı kapattığını zanneden kendisi dışarıda kalır. Biz buradayız, burada olacağız ay yıldızlı bayrağın altında mücadelemizi sürdüreceğiz."

Sendikadan uyarı: 'Ankara-Sivas YHT hattının 70 km'lik bölümünde sinyalizasyon yok'(soL)

Birleşik Taşımacılık Çalışanları Sendikası, Ankara-Sivas YHT hattının 70 km’lik bölümünde sinyalizasyon olmadığını, kaza riski bulunduğunu duyurdu. Birleşik Taşımacılık Çalışanları Sendikası (BTS) Genel Sekreteri İsmail Özdemir, seçim öncesi açılan Ankara-Sivas YHT hattına ilişkin önemli uyarılarda bulundu. Hattın 70 km’lik bölümünde sinyalizasyon olmadığını belirten Özdemir, kaza riskinin bulunduğunu ifade etti. Ulaştırma Bakanlığı ise daha sonra bir açıklama yaparak hattın tamamında sinyalizasyon sisteminin çalışır durumda olduğunu savundu.  Cumhuriyet'ten Sefa Uyar'ın haberine göre 24 Haziran 2018 seçimleri öncesinde Ankara’da açılan hatta sinyalizasyon olmadığını, bu nedenle 13 Aralık 2018’de 9 kişinin öldüğü, 107 kişinin de yaralandığı bir facia yaşandığına işaret eden BTS Genel Sekreteri İsmail Özdemir, “Sinyalizasyon olsaydı o kaza olmayacaktı. Yine seçim arefesindeyiz. Yine seçim öncesi siyasi şov amacıyla bilimsellikten uzak bir açılış yaptılar. Aynı hata burada da var. Ankara-Kırıkkale arasındaki 70 kilometrelik hat kesiminde sinyalizasyon yok. Karayolu düşünün. Bir kavşakta ışık olmazsa kaotik ortamlar meydana gelir. Bu nedenle risk bulunuyor. Proje bütünlüklü olarak bitirilerek açılmalıydı. Böylece kaza riski olmazdı” dedi.('Yeterince deneme seferi yapılmadı') Özdemir, YHT hattında yeterince deneme seferi yapılmadığına da dikkat çekti. Rayların oturmama ihtimali olduğunu kaydetti. “Yağış alan aylardayız” diyen Özdemir, “Bir müddet yolcusuz deneme seferi yapılmalıydı. Yeterince deneme seferi olmadı. Bu seferler mutlaka daha fazla yapılmalıydı. Avrupa’da 60’ar kiloluk kum torbalarını koltuklara koyarak, yolun oturması için karşılıklı deneme seferleri yapılıyor. Bu bizde ihmal ediliyor” ifadelerini kullandı.  Erdoğan’ın fotoğrafıyla asılan afişlerde Ankara ile Sivas arası 2 saat olarak gösteriliyor. Ancak fiili sefer yapan trenler 2 saat 55 dakikada gidiyor.  (Bakanlıktan açıklama: Hattın tamamında sinyalizasyon çalışıyor) Öte yandan BTS'nin açıklamasının ardından Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı bir açıklama yaparak konuyla ilgili haberleri "projeyi itibarsızlaştırmayı amaçlayan, kasıtlı, karalayıcı ve tamamen yalan içerikli haberler" şeklinde niteledi. AA'nın aktardığına göre Bakanlığın açıklamasında "hattın, başlangıç noktasından bitiş noktasına kadar son seviye emniyet bütünlük düzeyinde sinyalizasyon sisteminin (SIL-4) mevcut, çalışır ve işler vaziyette olduğu" bildirildi. Açıklamada "projenin altyapı, üstyapı ve elektromekanik sistemlerinin tamamının dünyadaki benzer hızlı tren hatlarında olduğu gibi uluslararası sertifikasyon kuruluşlarınca belgelendirildiğinin" altı çizildi.  Bakanlıktan yapılan açıklamada, "Tüm hat için Sinyalizasyon Güvenlik Durum Raporu olumlu sonuçlanmasını müteakip hatta gerçekleştirilmesi gereken deneme seferleri de tamamlanarak ticari işletmeye açılmıştır. Milletimiz müsterih olsun, onların geleceğiyle oynanmasına bugüne kadar müsaade etmedik, bundan sonra da etmeyeceğiz" ifadesi kullanıldı.

CHP'li Özgür Karabat: 'Kapalıçarşı'da karapara aklanıyor'(Cumhuriyet)

CHP İstanbul Milletvekili Özgür Karabat, İstanbul Kapalıçarşı’daki döviz bürolarına getirilen yüklü miktardaki dövizin kaynağının sorgulanmadığına dikkat çekti. Karabat, “Libyalı ve Iraklı bazı kişiler, kredi kartları ile altın almış gibi yapıyorlar. Oysa ortada altın alışverişi yok. Milyar dolarların aklandığı ifade ediliyor” dedi.(https://www.cumhuriyet.com.tr/siyaset/chpli-ozgur-karabat-kapalicarsida-karapara-aklaniyor-2076262)

Seçim öncesi yurttaşların kimlik bilgileri çalındı iddiası: Terör örgütleri bile ulaşabilir(Dilan Ayırkan-Cumhuriyet)

İktidar, yurttaşın kişisel verilerini koruyamadı. Devlet hizmetlerine erişimin sağlandığı Merkezi Nüfus İdaresi Sistemi’nin (MERNİS) internet korsanlarının eline geçtiği iddia edildi. Üçüncü kişiler, yurttaşların kimlik bilgileri, adresleri ve telefon numaralarına erişti. CHP’li Bakan, MERNİS’teki bilgilerin çalınmasıyla ilgili suç duyurusunda bulunacağını söyledi. Bakan, “Bu bilgilere başka ülkenin istihbaratı, terör örgütleri rahatlıkla ulaşabilir” tespiti yaptı.(https://www.cumhuriyet.com.tr/siyaset/secim-oncesi-yurttaslarin-kimlik-bilgileri-calindi-iddiasi-teror-orgutleri-bile-ulasabilir-2076254)

Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, halkı 'şampanya'yla böldüğü sözlerini savundu: 'Bizim söylediğimizde ne var?'(Cumhuriyet)

AKP'li Bekir Bozdağ, seçim akşamı için yaptığı "Ya şampanya patlatıp kutlayanlar ya da alnını şükür için secdeye koyup rabbine hamdedenler olacak" şeklindeki açıklamasını savundu. Kendisine gelen tepkilerin "istismar" olduğunu söyleyen Bozdağ, "kutuplaştırıcı değil birleştirici dil" kullandığını öne sürdü.(https://www.cumhuriyet.com.tr/siyaset/adalet-bakani-bekir-bozdag-halki-sampanyayla-boldugu-sozlerini-savundu-bizim-soyledigimizde-ne-var-2076312)

TÜRK-İŞ : Açlık sınırı 10 bin TL, yoksulluk sınırı 33 bin TL oldu(Cumhuriyet)

TÜRK-İŞ nisan ayı verilerine göre, dört kişilik bir ailenin aylık gıda harcamalarını kapsayan açlık sınırı rekor seviyeyle 10 bin TL'yi aşarken; kira, fatura, eğitim, giyim, ulaşım gibi tüm giderlerini kapsayan yoksulluk sınırı ise 33 bin TL'ye yükseldi.(https://www.cumhuriyet.com.tr/ekonomi/turk-is--aclik-siniri-10-bin-tl-yoksulluk-siniri-33-bin-tl-oldu-2076330)

Erdoğan’ın dostu İBB’nin tarihi binasına çökmüş(İsmail Arı-Birgün)

İBB, AKP döneminde Erdoğan’ın dostu Turunç’a tahsis edilen bina için harekete geçti. Kira sözleşmesini fesheden İBB, binanın 7 günde tahliye edilmesini istedi. AKP döneminde İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin (İBB) değerli ve tarihi gayrimenkulleri yandaşlara dağıtıldı. 2019 yerel seçimlerinden bu yana da yandaşlar tahsis edilen binaları boşaltmamak için ellerinden geleni yapıyor. İBB AKP döneminde, Fatih ilçesi Cerrahpaşa Mahallesi’nde bir tarih ahşap binayı Vakıflar Genel Müdürlüğü’nden kiraladı. Ardından kentin en değerli noktalarından birindeki bu tarihi bina AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a yakınlığıyla bilinen İsmail Hakkı Turunç’un İSRA Uluslararası Dayanışma ve Yardım Derneği’ne tahsis edildi. Aynı zaman 15 Temmuz Derneği Başkanı da olan Turunç’un özel toplantılar düzenlediği bu binayı adeta bir “dergâh ve tarikat merkezi” gibi kullandığı anlaşılıyor. AKP’liler ve bürokratlar bu binada düzenlenen “dini toplantılara” katılıyor.

Vakıf ve derneklere tahsis edilen gayrimenkulleri geri almak için harekete geçen İBB, 25 Haziran 2021 tarihinde “başkanlık onayı” Turunç’un derneği ile yapılan kira sözleşmesini de feshetti. Bu işlem Turunç’un derneğine de bildirildi ancak tarihi bina boşaltılmadı. İBB, sözleşmesi feshedilmesine rağmen iki yıldır binayı kullanmaya devam eden Turunç’un derneğine ihtarname gönderdi. İBB Genel Sekreter Yardımcısı Dr. Buğra Gökce imzalı yazıda, “Tasarrufu belediyemize ait taşınmaz üzerince dergah işgaliniz olduğu tespit edilmiştir. İşgalinizi 7 gün içinde sonlandırarak taşınmazı boş olarak belediyemize teslim etmeniz gerekmektedir” denilerek binanın tahliye edilmesi için 7 gün süre verildi. Gelecek günlerde Turunç’un binayı boşaltmaması durumda da İBB tahliye işlemlerine başlayacak.(KIZILAY’DAN MAAŞ ALIYOR) Turunç’un geçmişi de oldukça dikkat çekici. AKP’li Turunç, şimdi Kızılay Başkanı Kerem Kınık’ın danışmalığını yapıyor ve Kızılay Çadır ve Tekstil Anonim Şirketi’nde yönetim kurulu üyesi olarak görev yapıyor. Bu unvanlarla yetinmeyen Turunç, yaklaşık bir yıldır da 15 Temmuz Derneği’nin başkanlığını yürütüyor. Turunç daha önce AKP’li Fatih Belediyesi’nde belediyesi başkan yardımcılığı yaptı ve görevinden istifa ettirilen AKP’li eski İBB Başkanı Kadir Topbaş’ın da danışmanıydı. Geçmişte hamam işlettiği ve Recep Tayyip Erdoğan ile yolu kesiştikten sonra hayatının değiştiği de iddia edilen Turunç, Erdoğan’a en yakın isimlerden biri.

İktidarın Kürt oyları planı(Hüseyin ŞİMŞEK-Birgün)

Kamuoyu yoklamalarına göre anketlerde geride olduğu görülen iktidar partisi, oy desteğini arttırmak için hamlelerini sürdürüyor. Abdullah Öcalan ile İmralı’da bir heyet aracılığı ile görüştüğü ancak istediği sonucu alamadığı iddia edilen sürülen iktidar, HÜDA PAR aracılığı ile de Barzani'yi radarına aldı.14 Mayıs Cumhurbaşkanlığı ve TBMM seçimleri kapsamında Hizbullah ile bağlantılı olduğu bildirilen HÜDA PAR’ı Cumhur İttifakı’na katan, bu partinin önemli isimlerini kendi listelerinden milletvekili adayı yapan AKP, Kürt oylarında istediği seviyeye ulaşamadığı için hamlelerini artırdı. İmralı’da bulunan Abdullah Öcalan ile iktidarın bir heyet aracılığı ile görüştüğü iddia edildi. Bu iddia, iktidar tarafından yalanlandı. Ardından HÜDA PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu, Kürdistan Demokrat Partisi Başkanı Mesud Barzani ile Erbil'de bir araya geldi. Yapıcıoğlu ile Barzani, iki hafta önce de görüşmüştü. Görüşmenin ardından yapılan açıklamada seçimlere işaret edilerek şunlar vurgulandı: “Görüşmede, Türkiye'de 14 Mayıs'ta yapılacak Cumhurbaşkanı Seçimi ve 28. Dönem Milletvekili Genel Seçimleri ile 6 Şubat'ta meydana gelen Maraş merkezli depremlerin ardından yürütülen çalışmalar ele alındı. Gerek Türkiye'de gerekse Irak'ta mevcut siyasi durum üzerinde karşılıkla fikir alışverişinde bulunulan görüşmede, HÜDA PAR ve KDP arasındaki ilişkilerin gelecekte daha da geliştirilmesi konusunda ortak mutabakata varıldı."(ÖNCEKİ SEÇİMLERLE AYNI TAKTİK) AKP, yeniden iktidar şansının olmadığını gördüğü seçimlerden önce, tartışmalı hamlelerde bulunuyor. 2019’da tekrarlanan İstanbul seçimleri öncesinde, Abdullah Öcalan ile Doç.Dr. Ali Kemal Özcan'ı görüştüren iktidar, “HDP’ye tarafsızlık çağrısı yapan” mektubu ortaya atmıştı. Abdullah Öcalan’ın kardeşi Osman Öcalan da aynı seçimlerde önce TRT ile özel röportaj gerçekleştirmişti. (İKİ YAPILANMANIN KADER BİRLİĞİ) İktidarın Kürt oyları üzerindeki hesabını, HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı Tayip Temel BirGün’e değerlendirdi. Barzani ile iktidar ortağı HÜDA PAR temasına değinen Temel, “HÜDA PAR’ın Barzani ile ilişkileri yeni değil. Barzani, uzun süredir AKP’yi destekleyen bir çizgi izliyor. Dolayısıyla AKP’yi destekleyen ve Kürt olduğunu öne süren tek yapı HüDA PAR ile ilişki kuruyor. Zaten başka bir yapılanma da yok. KDP’nin AKP ile geçmişten beri siyasi ve ekonomik ilişkileri kuvvetli. Bu son görüşme de iki örgütün kader birliği yaptığını gösteriyor” dedi. İmralı-AKP temasına yönelik iddiaları da yorumlayan Temel, “İmralı ile iktidar arasındaki görüşme daha çok yorum ve değerlendirmelere dayanıyor o yüzden kesinliği yoktur. Bize yansıyan bir görüşme bilgisi ya da tespit yok” dedi.(KÜRT SEÇMENİN TERCİHİ BELLİ)  İktidarın Kürt seçmeni etkilemek için attığı adımların bir karşılığı olmadığını da vurgulayan HDP’li Temel, şöyle konuştu: “Türkiye toplumuna, Kürt halkına, demokrasiye, adalete, Kürtlerin neredeyse tüm kazanımlarına savaş açan, saldırı yürüten, inkar siyaseti yürüten iktidarla karşı karşıyayız. Bu ortadayken kayyum uygulaması sürerken Kürtlerin temsilcileri, gazetecileri, avukatları her gün gözaltına alınırken vatandaşın tercihi iktidardan yana olmaz. Bu şartlar altında Kürt nüfusun AKP’yi desteklemesi söz konusu bile olamaz. Bunu yapmayacaklardır.”

Usulsüz turnuva nedeniyle millilikler iptal edildi: Federasyon dolandırdı, bakanlık borçlandırdı(Eren TUTEL-Birgün)
Wushu Federasyonu’nun bünyesindeki ashihara budokai branşında 2020’de düzenlenen Avrupa Şampiyonası, Spor Bakanlığı tarafından usulsüz bulunarak geçersiz sayıldı. Turnuvaya para vererek katılan sporcuların aldığı A millilik iptal edildi ve onlara verilen burs krediye çevrildi. Sporculardan Uncu, “Emek vererek millilik aldık sonuçta yine borçlanan biz olduk” dedi.Türkiye Wushu Federasyonu’nun (TWF) adı kullanılarak 2020 yılında ashihara budokai branşında Antalya’da Limak Limra Otel’de düzenlenen Avrupa Şampiyonası’nın bakanlık tarafından iptal edildiği ortaya çıktı. Bakanlık turnuvayı usulsüz olarak nitelerken bu organizasyon sonucunda dereceye girip A millilik alan sporculara verilen burslar da krediye çevrildi. Yıllar sonra katıldıkları turnuva  nedeniyle borçlanan sporcular büyük mağduriyet yaşıyor. 2020’deki şampiyonaya katılan isimlerden biri olan Ebrar Uncu, Uğur Baran isimli bir şahsın TWF Başkanvekili Abdurrahman Akyüz ile beraber turnuvanın organizatörlüğünü üstlendiğini belirterek, “Şampiyona öncesi bize her sıklette sekiz ülkenin sporcularının turnuvaya katılacağı söylendi. Ancak Antalya’ya vardığımızda çok az ülkeden sporcu olduğunu gördük. Bu durumu sorguladığımızda sporcuların yaşadıkları aksilik nedeniyle Antalya’ya gelemediklerini ancak bu durumun bizim alacağımız A millilik belgesinde bir sorun yaratmayacağı söylendi” diye konuştu. 

(BİNLERCE LİRA HARCADIK) Turnuvaya katılırken federasyona otel parası da dahil olmak üzere 4 bin 500-6 bin lira civarında bir ödeme yaptıklarının altını çizen Uncu, “100’den fazla sporcudan bu paraları aldılar ve bu yalnızca söz konusu turnuvada değil diğer şampiyonalarda da alınan bir ücret. Yani sonuçta hem aldığımız burs borca çevrildi hem de turnuva için harcadığımız paranın nereye gittiği meçhul” ifadelerini kullandı.  Milliliklerinin iptal edildiğini ve turnuva hakkında yürütülen soruşturmayı üç yıl sonra öğrendiklerini ifade eden Ebrar Uncu, “Uğur Baran konuyla ilgili Spor Federasyonları Daire Başkanı Fatih Uysal ile görüşmem gerektiğini söyledi. Kendisine ulaşamadım ancak Spor Bakanlığı’nın özel kalem müdürüyle görüştüm. Katıldığımız turnuvaların şaibeli olduğunu söyledi konuyla ilgili detaylı bir bilgilendirme yapmadı. Ne federasyon ne de bakanlık sorumlular hakkında bir işlem yapmıyor olan ise hiçbir şeyden haberi olmayan biz sporculara oluyor” dedi. (EMEK VERDİK, BORÇLANDIK) Ebrar Uncu yıllardır spora emek verdiğini Türkiye şampiyonlukları kazandığını, uluslararası turnuvalarda birçok başarı kazandığını belirterek sözlerini şu sözlerle noktaladı: “Bizim şampiyonanın nasıl düzenlendiği veya yaşanan usulsüzlüklerle ilgili bir bilgimiz yok. Yıllarca uğraşıp emek vererek o milliği aldık üstelik cebimizden para verdik. Sonuçta yine borçlanan biz olduk. Sesimizi duyurmak için sosyal medyada çalışma yaptığımız için Akyüz ailesi bize tepki gösterdi ve bizi karalamak için açıklama yayımladılar. KYK Müdürlüğü’ne dilekçe verdik, onlar da geri dönüş yapmadı. Ben öğrenciyim bana verilen paranın burs olmadığını bilseydim bunu kabul etmezdim. Bu borcun altından nasıl kalkacağımı bilmiyorum.” (MAĞDURİYETİMİZ BÜYÜK) Mağduriyet yaşayan bir diğer sporcu Ayfer Yeter ise, “2020 yılında Antalya’da düzenlenen Ashihara Karate Avrupa şampiyonası Limak Limra Otel’de yapıldı. Biz bu turnuvaya katıldık. Bu turnuvada derece yapan sporculara millilik verildi. Fakat geçtiğimiz günlerde milliliklerde usulsüzlük olduğunu söylendi ve bu nedenle milliliklerimizin A millilikten C milliliğe çevrildiğini söylediler ama e devlette ne A ne de C milliliğimiz var. Üstüne bizim bu millilikten aldığımız burslar kesildi. Son 2 ay yatırılan burslar krediye çevrildi. daha sonra bu zamana kadar yatan tün burslarımızı krediye çevirdiler. Ben ve benim gibi birçok sporcu arkadaşlarım mağdur durumda” diye konuştu.

(derleyen: mstfkrc)