soL "KÜLTÜR" -29 Aralık 2024-

 Sabahattin Ali: Yol ve Ötesi -Fatma Cansu-

Eşitsizliğin çığ gibi büyüdüğü, bir avuç sömürücünün milyonlarca işçinin sırtından zenginleştiği bugünlerde Sabahattin Ali'nin kamyon yolculuğunda anlattığı her şey daha da anlamlı hale geliyor.

Yazar, yönetmen Erkan Çelikol’un oyunu "Sabahattin Ali: Yol ve Ötesi" 20 Aralık Cuma Akşamı Türkan Saylan Kültür Merkezi’nde seyirciyle buluştu.

Oyunda, Sabahattin Ali'yi Cansu Fırıncı, Ali Ertekin'i Orhan Aydın, İstihbaratçı komiseri Mehmet Okuroğlu, Maria karakterini Pınar Demiral ve İşkenceci polisi Onur Coşkun canlandırıyor.

Sahnenin ortasında duran ve oyunun büyük bölümünün içinde geçtiği dönemin ruhunu yansıtan yeşil kamyon, kasasına koyulan domates kasalarına kadar her ayrıntı düşünülmüş. Oyuncuların dönemle ve sahnenin ambiyansıyla uyumlu kostümleri ve oyuna canlı performansıyla eşlik eden piyanist Dengin Ceyhan oyunun etkisini daha da arttırıyor.

Bulgaristan yolunda... 

Oyun 1948 yılının Türkiye’sinde geçmekte. Sabahattin Ali’nin faili meçhul cinayetine giden süreci ve son 24 saatini konu edinir. Sabahattin Ali, çıkardığı gazete ve dergilerindeki yazıları nedeniyle açılan davalar, hapis istemi gibi çeşitli baskı unsurlarıyla mücadele ederken, bunlara ölüm tehditleri de eklenince çareyi, çok sevdiği ülkesini ve sevdiklerini geride bırakma pahasına Bulgaristan’a gitmekte bulur.

Siyasetten bihaber kendi halinde bir köylü olan Ali Ertekin, kiraladığı bir kamyonla her hafta Edirne’den ucuz sebze getirip pazarda dağıtır. Sabahattin Ali’nin yolu bir şekilde Ali Ertekin ile kesişir ve kendisini Bulgaristan sınırına götürmesi için anlaşır. Ancak bu plandan istihbaratın da haberi olur ve Ali Ertekin istihbaratçıların gözdağı ve işkencelerine maruz kaldığında Sabahattin Ali’nin ülkesi için tehlikeli biri olduğuna ve yok edilmesi gerektiğine ikna edilir.

Sözleştikleri gün ve saatte buluşup yola koyulurlar. Ölümüne doğru yol aldığını bilmeyen Sabahattin Ali, bir yandan sevdiklerinden ve memleketinden ayrılmanın hüznünü yaşarken, bir yandan da aydın sorumluluğuyla, kamyon şoförüyle tanışmaya, eşitlikten, özgürlükten, sömürüldüğü gerçeğinden bahsederek bilinçlendirmeye çalışır. Ali Ertekin'in duydukları karşısında, hissettiği korku ile hak verme arasındaki çizgide salınırken yaşadığı çırpınışları sırasında seyircileri yer yer güldüren diyaloglar yaşanır.

Yazar, böylesine trajik bir olayı yer yer mizah unsurlarıyla süsleyip hafifleterek, oyunu polisiye bir merak olmaktan çıkarıp, politik bir düzleme oturtmayı başarmış ve seyircisini doğru soruları sormaya yönlendirmiş.

Sabahattin Ali neden öldürüldü?

Sabahattin Ali'nin sosyalist kimliğine dikkat çekerek, Sovyetler Birliği'nin kuruluşu ve  güçlenmesinin ardından sosyalizm düşüncesinin, kapitalist ülkeler için tehdit oluşturduğunu ve bu cinayetin rastgele bir cinayet olmadığını "Bir Sabahattin Ali ölür, Bin Sabahattin Ali gelir" repliğiyle ifade ederek, sosyalist düşünceyi savunan aydınların hedef alındığı mesajını verilmiş.

Oyunu izleyecekler için dönemin siyasi atmosferine değinmeden geçmek, Sabahattin Ali'yi ve cinayetini de anlamak açısından eksik kalacak.

1 Eylül 1939’da Almanya’nın Polonya’ya saldırmasıyla birlikte 2. Dünya Savaşı resmen başladı ve 1944’e kadar devam etti. 1917 yılında kurulmuş olan Sovyetler Birliği, Stalin önderliğinde Nazi Almanya’sını ve müttefiklerini durdurmayı başardı. 2. Dünya Savaşı döneminde, İsmet İnönü hükümeti tarafından yönetilen Türkiye, ABD’ye yakın bir siyasi tutum içerisindeydi. Önce Türkiye'ye Truman doktrini sonucunda Marshall yardımları ardından Kore’ye asker gönderilmesi ve nihayetinde NATO’ya girişi… 

Savaşın sonuna doğru Türkiye’de hükümet değişti ve CHP iktidarı yerini Celal Bayar liderliğindeki Demokrat Parti’ye bıraktı.

Cumhuriyetin kurucu kadrolarının da yer aldığı tek parti döneminde, Türkiye’nin ideolojik ve siyasi konumlanışı nedeniyle yanıbaşında kurulan Sovyet iktidarı bir tehdit olarak algılandı, komünizmle mücadele dernekleri kuruldu. Dönemin sosyalist aydınları, komünizmi yaymakla suçlanarak sonu gelmeyen soruşturma, hapis ve sürgün gibi uygulamalarla sindirilmeye çalışıldı.

Sabahattin Ali'nin yolu önümüzü aydınlatıyor

Bu oyun her ne kadar bizlere 1940'ları anlatıyor olsa da, bugün yaşadığımız sorunların, ülkemizin başına çöreklenmiş antikomünist aklın sonuçları olduğunu biliyoruz.

Oyunun içindeki bazı diyalogları izlerken 75 yıl önce yaşamış insanların sorunlarını değil, günümüzdeki yoksulluğun, sömürünün, savaşların başımıza açtığı dertlerin önizlemesini görüyoruz. 

Eşitsizliğin çığ gibi büyüdüğü, bir avuç sömürücünün milyonlarca işçinin sırtından zenginleştiği bugünlerde Sabahattin Ali'nin kamyon yolculuğunda anlattığı her şey daha da anlamlı hale geliyor.

Oyunun Künyesi:

  • Yazan ve Yöneten: Erkan Çelikol
  • Genel Sanat Yönetmeni: Bekir Erdem Öz
  • Oyun Türü: Dram,  
  • Müzik:Dengin Ceyhan
  • Dekor Tasarım: Erkan Çelikol
  • Teknik Tasarım: Şevket Çemç
  • Genel Koordinatör:Gökhan Erkurt

Oyuncular 

  • Orhan Aydın
  • Cansu Fırıncı
  • Pınar Demiral
  • Onur Coşkun
  • Mehmet Okuroğlu
                                                       /././
Eyüplerin kurtuluşu nerede?-Efe Ardıç-
"Halayda elini tuttuğu adamın bütün günü kendisini öldürme çabasıyla geçirdiğinin farkında değildir. Bu da bugün kendini hissettirmeyen ancak kaynayan bir gerçekliğe işaret ediyor."

Murat Fıratoğlu’nun 2024 çıkışlı filmi “Hemme'nin Öldüğü Günlerden Biri”, 81. Venedik Film Festivali’nde Orizzonti Jüri Özel Ödülü, 31. Adana Altın Koza Film Festivali’nde En İyi Film Ödülü, SİYAD En İyi Film Ödülü ve 35. Ankara Film Festivali’nde En İyi Film, En İyi Yönetmen ve En İyi Kurgu ödüllerini aldı. Dolayısıyla üstüne konuşmak lazım. 

Film Siverek’te borçlar ile boğuşan ve başka bir iş bulamadığı için sıcak güneşin altında domates kurutan Eyüp’ün hikayesini anlatıyor. Uzun süredir yevmiyesini alamayan Eyüp ırgatbaşı Hemme’yle iyice gerilip onu öldürmeye karar veriyor. Film boyunca Eyüp’ün evden silahını alıp geri dönmeye çalışırken bozulup duran motoru ve yolda karşılaştığı insanların onu meşgul etmesi yüzünden emeline varamayışını izliyoruz.

Film hayli tanıdık. İlk elden Yılmaz Güney filmlerini ya da Orhan Kemal romanlarını getiriyor akla. Yola patronunu öldürmek gayesiyle çıkıp yolun sonunda kendini, onunla halay çekerken bulan Eyüp’ü; Orhan Kemal’in “Bereketli Topraklar Üzerinde” romanındaki Kürt Zeynel’le ister istemez karşılaştırıyoruz. Zeynel de benzer bir ırgatlık işinde çalışırken kovulduğu için harmanları aleve vererek tepki göstermişti.

                   Erden Kıral'ın Bereketli Topraklar Üzerinde uyarlamasında Zeynel rolünde Tuncel Kurtiz

Bu tanıdıklık hepsinin benzer coğrafyalarda geçen ırgatlık hikayeleri olmaları ile mi alakalı? Biraz evet. Ama işledikleri konu bu peyzajın ötesinde ortaklaşıyor. Bu hikayelerin hepsi bir yandan eski ve güncel olanın üst üste binmiş, çelişkili yapısını ve farklı karakterlerin bu yapının zorunlulukları içeresinde nasıl hareket ettiğini inceliyor.  

Mücadele temaları ve biçimleri

Tarih her yanı ile tutarlı ve eşit bir biçimde ilerlemez. İlerlerken muhakkak eskinin artıklarını da içinde belli ölçülerde (genelde dönüştürerek) barındırır. Bu açıdan modernleşme ya da sermayenin egemenlik ve kültürel hegemonya alanını genişletme eğilimleri de birer süreçtir ve dolayısıyla çeşitli anlarında eski ile yeniyi aynı anda içinde bulunduran eşitsiz olgulardır. Üstüne konuştuğumuz hikayeler de bu eşitsizlik ve çelişkileri bolca içinde bulunduran topraklarda geçen hikayelerdir.

Biraz daha açalım. Türkiye’nin kentleşme süreci Avrupalı örneklerden farklı olarak sanayileşmenin önünde ilerlemiştir. Kırdan kente göçün en hızlandığı ve dolayısıyla kentlerin en hızlı genişlediği dönemlerde sanayi alanı bu göçü emebilecek istihdam alanını sağlayamamış, küçük toprak mülkiyetinin yaygınlığı göç edenlerin kırla ekonomik bağlarının kopmadığı bir kentleşmeyi sağlayabilmiştir. Bu durum kente göç etmiş birinin sanayi işçiliği ya da işsizlik arasında kalacağı sanayi ile kentleşmenin el ele gittiği bir senaryo ile karşılaştırıldığında modernleştirmeyen ve sınıf savaşının dozunun düşük hissedildiği bir kentlileşme alanı oluşturulduğu görülebilir. Gecekondu mahallelerinde, marjinal hizmet alanlarında istihdam sağlayarak, kır yaşamı yeniden üretilebilmiştir.

Zeynel de Eyüp de üretim araçları ile kurdukları ilişki bakımından gayet modern denklemler içerisindeler. Yaşadıkları emek sömürüsü ve dolayımında yaşadıkları bütün problemler, hikâyenin etrafında kurulduğu temel antagonizmalar çağlarıyla tutarlıdır ve daha kentli bir sahnede de farklı bir görüntü vermeyecektir: borcun üstünde yarattığı baskı, çalışıp maaşını alamamak, haksız yere kovulmak ve patronunla aranda oluşan düşmanlık.

Bunun dışında kalan yaşamları ise daha eski bir dünyanın kalıntıları ile bezenmiştir. İnsan ilişkileri, değer setleri, yaşam alanları ve dolayısıyla kendilerini içinde buldukları durumlarda gösterdikleri reflekslerde bu bezemeyi görürüz. Biriyle yaşadığın gerginliğin sonucu ya da onurun zedelendiğinde silahı çekip o kişiyi vurmak, yine Avrupa ile karşılaştıracaksak 19.yy’ın işçi sınıfı mücadelelerinden ziyade orta çağın şövalyelerini anımsatır bize. Aşiretler ve kan davalarıyla bezenmiş bir dünyanın refleksidir. Ve yine karşılaştırma kuracaksak modern kent ortak yaşam kurulan ve birlikte hareket etme kabiliyeti/refleksi yaratan bir yaşam alanıdır. Eyüp’le Zeynel’in eylemleri ise kasıtlı ve inatçı bir biçimde bireyseldir. Zeynel kendisi de işçi olan yakın arkadaşını dahil etmemek için özel bir çabaya bile girmiştir. Buradan modern sınıf savaşımı değil, en fazla onur, yiğitlik, kahramanlık gibi temalar çıkabilir. Aynı ilkellik yine Zeynel’in “Canımı yaktılar, canlarını yaktım” sözünde de görülebilir.

Ne harman yakmak ne de ırgatbaşını vurmak karşımıza çıktıkları halleriyle modern sınıf savaşımının biçimleri olabilecek eylemlerdir. Yine de bu eylemler yadsınmamalıdır. İkisi de kendilerine dayatılan şartlar içerisinde o şartları zorlayan iradi eylemlerdir. İleriye taşınabilecek bir potansiyele işaret ederler.

Dönüşümün eşiğinde

Burada önemli olan “eskinin kalıntısı” olarak tarif ettiğimiz şeylerin yalnızca sınıf çelişkilerinin yarattığı gerginliklerin dışa vurum biçimi olarak görülmemesi. Bu örneklerde içinde bulundukları sömürü ilişkilerine boyun eğmemelerine sebep olan da aynı kalıntılardır. Eyüp için son damla aile onuruna dokunulması olmuş, Zeynel’inse baştan itibaren bütün karakteri yiğitlik temasıyla donanmıştır. Bu tarz çelişkiler bu topraklarda mücadele edenlerin faydalanabileceği çelişkilerdir.

Bu olguyu Zeynel’de görmek daha kolay. Eyüp’ü izlerken eskinin eline koluna dolanışı filmde çok daha baskın bir şekilde kendini gösteriyor. Hemme’ye ulaşabilmek için bozulan motoru yerine ödünç motor alması gerekir. Motorcu Osman’a ulaşmaya çalışırken namaza gitmek için arkadaşı dükkânı kendisine emanet eder, aldığı karpuzu kendi başına eve götürüp doğrayamayacak kadar yaşlı biri ile karşılaşınca ona yardım eder ve sürekli boş muhabbete tutan tanıdıklar tarafından oyalanır. Günün sonunda haklı öfkesi, kırın telaşsızlığı içerisinde sönümlenir.

Eyüp filmin sonunda yalnızca patronunu öldürmekten vaz geçmiş değildir, onunla kol kola halay çekmektedir. Bu sahne yalnızca mahalleciliğin modern olanı yenmesi olarak görülmemeli. Eski olan yeniyi sağlayacak şekilde: sınıf karşıtlığını uzlaştıracak şekilde yeniden işlevlenmiştir.

Eyüp’ün hikayesini bir türlü eyleme varamama hali olarak okursak günümüzü pek de fena anlatmayan bir hikâye ile karşılaşırız. Ancak filmin adı, “Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri”, bunun ötesinde bir şeye işaret ediyor. Kim bilir benzer hikayeler daha önce kaç kere yaşanmış, kaç kere daha yaşanacaktır. Eyüp’ün bütün gününü Hemme’yi öldürmek niyeti ve çabası ile geçirdiğinden Hemme dair kimsenin haberi yoktur. Bir akşam halayda Eyüp’ün elini tutarken, elini tuttuğu adamın bütün günü kendisini öldürme çabasıyla geçirdiğinin farkında değildir. Bu da bugün kendini hissettirmeyen ancak kaynayan bir gerçekliğe işaret ediyor. Filmin böyle okunması günümüzü daha da iyi açıklayacaktır. Son açıklanan asgari ücret rakamına bu gözle de bakılmalı. Eyüplerin yan yana gelip kendilerini hissettirmeye başlaması günümüzün en acil ihtiyacı olarak kendini dayatıyor. 

                                                            /././

Kendinizin daha iyi bir versiyonu -Tolga Binbay-
Peki, kendimizin daha iyi bir versiyonu nerededir, nasıldır ve nasıl yaşanır, yaratılır, ortaya çıkarılır bu iyi? Kolay bir yanıtı yok bu sorunun. Kestirme her yanıt başka bir yere çıkıyor.

Sinemasal kısmına bir şey diyemeyeceğim ama bir izleyici olarak öncelikle filmin pazarlama stratejisinin, parlatılmasının işe yaradığını söyleyebilirim: The Substance (Cevher, 2024) kendini izletiyor. İzletiyor çünkü artık bazı filmler, sosyal medya platformları üzerinden psiko-entelektüel bir dayatma (“kaçırmamalısın, eksik kalmamalısın, dışarıda kalmamalısın”) olarak da pazarlanıyor. Bu anlamda bu yılın “en çok ses getiren” filmi için bu stratejinin başarılı olduğunu, kendini izlettiğini ve filmi de kendi adıma müthiş değil ama izlenebilir bulduğumu söylemeliyim.

Film de aslında tam da bu başarılı pazarlama stratejisini işliyor: “Kendinizin daha iyi versiyonunu hayal ettiniz mi - daha genç, daha güzel, daha mükemmel?” diye sorarak. Diyebiliriz ki filmin bu temel mottosu aslında en başta filmi kaçırmayarak ve mutlaka izlenerek gerçekleşiyor. Ne de olsa bir doz botoks yaptırmak gibi artık ses getiren filmleri kaçırmamak, bir dizinin tüm sezonlarını bir hafta sonu eve kapanıp bitirmek… Kendimizin daha “iyi” bir versiyonu için hep vaat, hep vaat bunlar. 

Filmin bu temel soruya, “hayal ettin mi/ister misin” sorusuna örtük bir yanıtı da var, hem de hınzırca: “İstersin… İstersin…” şeklinde. Peki bu baştan çıkarıcı yanıtın, davetin peşinden gidersek günümüz insanı, moda tabirle söylersek de etkileşime giren izleyici ne görmekte ve ne istemektedir? Sanırım film üzerinden en azından neyi, nasıl ister gibi olduğumuzu düşünebiliriz. Hele de vaat kendimizin daha iyi bir versiyonuysa! Genç, güzel ve mükemmel…

Ama önce bir çerçeve: “İd” terimi, Freud'un zihnin ilkel dürtüler, itkiler, rasyonel olmayan zihinsel uğraşlar, istek-korku kombinasyonları ve çeşitli fantezileri içeren kısmı için kullandığı bir terim. Zihnin bu temel bölmesi (ki insan doğduğunda neredeyse sadece bu zihinsel bölme vardır) sadece ve sadece anında tatmin arar ve tamamen “bencildir”, yani haz ilkesine göre çalışır; gerçeklik gündem dışıdır. Bu zihinsel süreç sözel becerinin gelişmesi öncesine dayanır ve kendini imgeler, sembollerle ifade eder. Ayrıca, zaman, ölümlülük, sınırlar veya zıtlıkların bir arada var olabilmesi gibi kavramlar yoktur burada. İşte film tam da buraya sesleniyor, tam da burayı işliyor; yani id’i. Özündeki, cevherindeki fikri güzel olan ama abartılmasa iyi olacak bir id filmi ile karşı karşıyayız. 

Peki etkisi nereden geliyor? Biraz da halimizden… Günümüz toplumu bir yanıyla zaman-ötesi ve sınırsız bir arz ve hız ile sarmalanmış durumda değil mi? İd’e seslenen, orada yaşayan… Piyasanın iştahı bir tek bedenlerimizle yetinmiyor mesela, yani çalışan, üreten bir güç olarak yetmiyor beden; bir de bir pazara dönüşmesi gerekiyor bedenin. Son 30 yılda giderek artan “beden işleme pazarı” mesela ne anlatmaktadır: saç ekimi, çene gerdirme, botoks, dolgu? Güzellik merkezleri, detokslar vs. Tüm bunlar kendimizin “daha iyi bir versiyonu” için değil mi!?! 

Tabii ki burada daha iyi ile hep “daha genç, pürüzsüz, mükemmel” olmanın, yani zaman ve kısıtlılıklar (sınırlar, imkânlar) ötesi olmanın vurgulandığını unutmamız lazım sanırım. Örneğin dinç ve genç kalmak için vurgulanan sporların da hep bireysel, kapalı alanda yapılacak (fitness merkezi) sporlar olması ve eğlenceye, keyifli vakit geçirmeye dayanan takım sporlarının, kolektif sporların, oyun oynamanın, eğlenmenin sumen altı edildiğini söyleyemez miyiz? Günümüzde, bu ilkel iştah (haz) için her beden, her zihin bir pazar, her an da bir performans anı olmalı.

Filme dönersek… Kendi “büyük, görkemli” kariyerinden başka bir şey inşa edememiş, aslında kendini de inşa edememiş bir Elisabeth var filmde. İnsansız, arkadaşsız, dostsuz, sevgilisiz. Bu anlamda filmin kesitine giren hayatında (ve de muhtemelen öncesinde) yapayalnızdır Elisabeth. Zaten film boyunca kendisi, iç dünyası, bedeni de dış dünya ile baş başadır; konuşabileceği, danışabileceği bir kişi bile yok gibidir. O ıssızlığın içinde dış gerçekliğin (piyasa, şov dünyası, menajerler, erkek patronlar, kadın tüketiciler vs.) gereklilikleri zihninde daha çok yankı bulur ve kendisinin daha “iyi” (genç, yeni ve mükemmel) bir versiyonu için harekete geçer. ‘Madde’yi, cevheri zerk eder içine! 

Yine Freud’a dönersek benlik, yani ego insanın insan olma sürecinde yavaş yavaş id’in içinden gelişir ve ortaya çıkar. Hazlar ertelenir, zaman kabul edilir, gerçekliğe uyum sağlanır. Elisabeth ise zaman-dışı bir geçmişte kalmış gibidir; insan olma sürecinde bir yerlerde takılıp kalmıştır sanki. Evet, ün var, rekabet, piyasa baskısı var ama zihinsel olarak esas iş başında olan inkâr ve kabullenmeme gibidir. Yaşlanmak yeni ve keyif verici bir yaşam dönemi, deneyim değildir mesela; yaşlanmayı çağrıştıran en küçük işaret bile (hafif bir kırışıklık, bakanlarda artık arzu uyandıramamak) dehşet vericidir. 

Elisabeth için her şey haz ilkesinde kalmak içindir. Tam da piyasanın buyurduğu gibi. Bir tür kabuk-ben içinde yaşar giderken kabuğunu yenileyebileceğini keşfeder. Ama bu kabuk-beden ya da kabuk-ben de içine geçici olarak sığınılan ama asla sahiplenilmeyen dilsiz bir mekân gibidir. Tam da yönetmenin tercihi olan beyaz ve boş banyo gibi. Tüm evin modern şatafatına rağmen doğumun ve değişimin (yenilenmenin) mekânı olan “düz” banyo sahiplenilemeyen bir boşluk gibidir. Yeni ben’in doğması, doğurulması değil de omurgadan çıkması, pörtlemesi de ortada bir yeniden doğuş, yenilenme değil de daha ilkel, daha arkaik bir ihtiyaç olduğunu anlatmak ister gibidir. 

Bu arkaik zihinsel süreç, karşılaşılan her zorlukta sürekli bir yarılma üretir. Yarılma da filmde bir süre sonra Elisabeth ve Sue’nun birbirlerini kemirmeye başlamaları ile sembolize olur: Birinin ötekine yeri ve kabulü yoktur. Halbuki cevheri üreten firmanın buyruğu ise bellidir: “Sen ve o yok; tek bir sen var.” Kendinin daha iyi bir versiyonunu ararken de ortada ben de kalmaz: en sonunda elimizde amorf, şekilsiz bir var olma kalır. Film de uzatarak da olsa sonuna bu şekilsizliği gözümüze sokar. İnsan biçimi bile ortadan kalkar.

Peki, kendimizin daha iyi bir versiyonu nerededir, nasıldır ve nasıl yaşanır, yaratılır, ortaya çıkarılır bu iyi? Kolay bir yanıtı yok bu sorunun. Kestirme her yanıt başka bir yere çıkıyor. Emek, zaman, çaba, biraz daha sakince ve derinlikli düşünebilme gerektiriyor. Sahte olmamayı, sorumluluk almayı, ağlamayı, öfkelenmeyi… Ve gerektiğinde de kabullenmeyi, mücadele etmeyi, kavga etmeyi ve elbette gerektiği kadar da uzlaşmayı, uzaklaşmayı, beklemeyi. Ve de umut etmeyi. 

Daha gerçek bir iyi versiyonumuz için. İnsanca ve de toplumca.

İyi yıllar…

                                                          /././

Louise Bourgeois’nın sanatsal yöntemi ve 2024’e veda -Fide Lale Durak-

                                     Ana görsel: Louise Bourgeois, 1999, Anne / Maman

Belki de elimize merceği alıp 2024’ten doğru yerleri büyütmemiz ve hiç hafife almadan, büyüttüğümüz noktalardan daha iyiye varmak için uğraşmamız gerek. 

Louise Bourgeois’nın 1999 yılında yaptığı ve adına Anne koyduğu dev metal örümcek, sanatçının baş yapıtı sayılır. On metrenin üzerindeki yüksekliği örümceğin zeminde oluşan imgesi, aynı zamanda sanatçının psikolojik gölgesidir. Bourgeois, insan duygularının derinlerine inen ve sanatını kişisel yaşamının hesaplaşmasında tutkulu bir şekilde kullanan çağdaş bir kadın sanatçıdır ve diğer işlerinde olduğu gibi, Anne adındaki bu dev örümcekte de bir taraftan geçmiş travmalarını iyileştirmeye çalışır.

Bourgeois, 1911 yılında Paris’te, antika duvar dokuma halılarını onaran bir anne babanın ikinci kız çocuğu olarak Noel günü dünyaya gelir. Babası kız çocuğu değil, bir oğul istemektedir, o yüzden Louise’e kendi ismini verir (Louis) ve ona bir erkek çocuğu gibi davranır. Küçük kız ise büyüdükçe yeteneği ve aklı ile dikkat çeker: 12 yaşından itibaren dokuma halılarının eksik parçalarını çizerek tamamlamaya ve bir taraftan çizimde profesyonelleşmeye, 15 yaşına geldiğinde ise Sorbonne’da matematik okumaya başlar. Belki hayran olunası birçok özelliğinden ötürü, babası da Louise’i kendince sevmektedir ama sanatçının babasına karşı hayatı boyunca sönümlenmeyecek bir öfkesi vardır. Sanatçı, doğumuyla ailede yaşanan hayal kırıklığını şöyle anlatır:

Babam oldukça maçoydu ve onun için ne yazık ki bir kızı olmuştu. Bunun annemi mutlu ettiğine emindim ancak kardeşim öldüğünden bu mutluluk yarım kalmıştı. Onlar ikinci bir çocuk yapmak için aceleci davranmışlardı ve yüce Tanrım! Bir kız daha! Henriette. Ardından bir çocuk daha, adı da Louise. Tahmin edebileceğiniz gibi bu bendim ve büyük bir hayal kırıklığının üzerine gelmiştim. Ve bir kız çocuğundan başka bir şey olamamanın özrünü taşıyordum.1

Louise Bourgeois’nın babasına öfkesi, kız çocuğu olmanın özürlü bir şey olduğu düşüncesiyle büyümek zorunda olmasının yanı sıra, babasının sürekli olarak annesini üzmesinden de kaynaklanır. Küçükken evlerine öğretmen olarak gelen ve aslında babasının metresi olup on yıl boyunca aynı evde yaşadıkları kadın nedeniyle evde oluşan mutsuzluğu asla unutmaz. Annesi, olup bitenleri bir türlü kabullenmek istemediği için evdeki çarpıklığı görmezden gelmiş ama içine attığı üzüntüsüyle yıllar içinde solup gitmiştir. Bourgeois, 1932 yılında annesinin ölümünün ardından sanatla ciddi bir biçimde ilgilenmeye başlamış ve kadın erkek ilişkisinde gözlemlediği eşitsizlikler, sanatındaki feminist eğilimlerinin kaynağını oluşturmuştur. 

                   Louise Bourgeois, 1974, Babanın Yıkımı, plaster, lateks, ahşap, kumaş ve kırmızı ışık

Örneğin, 1974 yılında yaptığı Babanın Yıkımı, babasına duyduğu şiddetli tepkinin psikolojik bir keşfi gibidir. Sanatçı, baba figürünü temsil eden biçimleri, bir yemek masası ya da yatakta konumlandırır ve etrafına göğüs benzeri yuvarlak çıkıntıları yerleştirir. Masada bulunan büyük iki yuvarlak biçim testisler ve fallus çıkıntısıdır. Kullanılan malzemenin organik etkisiyle ve seçilen kırmızı ışıkla rahim benzeri bir mekân yaratılır ve bu mekânda otorite sahibi olan erk alaşağı edilerek, ilkel bir ritüelde yenir. “Bourgeois, [eserin] babasının kendini tatmin eden övünmelerini duymaktan yorulan ailesinin, onu parçalayıp yamyamca yediği bir akşam yemeğini hayal ettiği çocukluk fantezisinden kaynaklandığını söyler.”2 Bir enstalasyon olan işe bakan izleyici ise bu sahnenin tanığı haline getirilir.

1970’li yıllar, sanatta feminist yaklaşımların giderek arttığı bir dönemdir. Bourgeois, her ne kadar kendisini bir feminist olarak tanımlamasa da bu kulvarda ünlenmeye başlar. Uzun kariyerinin görece geç dönemlerinde bilinmeye başlayan sanatçı, Anne adlı işini yaptığında 80 yaşındadır. Çelik ve mermerden yapılmış olan bu eser, boyutuyla dünyanın en büyük heykelleri arasında yerini alır. Babasına duyduğu öfke kadar annesine duyduğu sevgi de işlerinde motivasyon kaynağıdır.  

Örümceğin gövdesinin alt kısmında, tel örgüden oluşan yumurta kesesinin içine yerleştirilmiş on yedi tane beyaz ve gri renkte mermer yumurta bulunur. Bu tel örgünün içinde korunan yumurtalar, duygusal bir biçimde annenin koruyuculuğu ile simgeleşir. Örümcek, mitolojide de ikonik bir karakterdir. Dokumacılık yeteneği ile tanrıların dikkatini çeken Arachne, itaat etmeyip kafa tuttuğu için Athena tarafından cezalandırılıp bir örümceğe dönüştürülmüştür.3 

Bourgeois, sanat tarihindeki dokumacılık ve örümcek özdeşleşmesini, annesinin dokuma mesleğiyle birleştirir. Annesi de tıpkı Arachne gibi kabiliyetli bir dokumacıdır. Onu korumuş, kollamış, beslemiş ve sabırla, emekle dokumuştur. Tüm bunlar annesinde de gördüğü, örümcek ile özdeşleşen güçlerdir. 

Bourgeois’nın işleri kendi tarihiyle bir hesaplaşmadır, kendi psikolojik analizinden yola çıkarak üretir. Belki bu sayede yaşamına büyüteç tutar ya da iyileşir. Travmaları, onun asıl konusudur. Öfkesini sürekli sivrilterek, bir sürekli travmaya doğru hareket eder. Çünkü bunlara üretmek için ihtiyaç duyar. Sanat biraz da böyle bir şey değil midir? Odaklandığı şeyi büyüterek, meseleyi estetik bir biçimde anlatmanın yollarını aramaz mı? Elimizdeki merceği tuttuğumuz yer elbette olduğundan büyük görünecektir. Bourgeois’nın örneğinde baba travması hep çok büyüktür. Hep daha az göze çarpmakla birlikte, annelerin babalar karşısındaki konumları de travma konusudur. Bourgeois için, otoriter babanın aşağılayıcılığı, alaycılığı, sevgisizliği o henüz yaşarken; koruyucu annenin sessizliği, narinliği, kırılganlığı ise öldüğünde travma yaratmıştır. 

Birey ölçeğinde travmaların toplumsal etkilerini hissetmek çok kolay değil. Genelde tersi daha gözlemlenebilir. Örneğin 2024 yılının, saldırganlık, soykırım, bir devletin ortadan kalması, gericiliğin normalleşmesi gibi olaylarla tüm insanlık için travmatik olduğu söylenebilir.  

Belki de elimize merceği alıp 2024’ten doğru yerleri büyütmemiz ve hiç hafife almadan, büyüttüğümüz noktalardan daha iyiye varmak için uğraşmamız gerek. 

Benim merceğimde yalnızlık var. Kalabalıklaştığımız bir 2025 olması dileğiyle…

                                                                /././

Hacı Bayram'ın fake doktoru Batuhan Mumcu (VI)-Melis Gönenç-
Adı borsa skandallarına karışmış, çok yerden maaşlı, tezi okunduğunda Hacı Bayram Veli Üniversitesi’nden aldığı “doktor” unvanına çok şaşırılan arabesk müzik delisi Mumcu, DOB’un gerçek patronudur.

AKP’nin çok konuşan, çok isteyen, çok istifleyen talihli orta yaş kuşağının önde gelenlerinden biri olan Batuhan delikanlı 1983 doğumlu. Yani, siyasete ilgi duyması zaten İslamcı yıllara denk geliyor. Ancak ona saf kan İslamcı demek doğru olmaz. Koruk Naci türünden; milliyetçilikten İslamcılığa geçmiş. Gel gör ki, milliyetçiliği de saf kan değil. Birazı dönem, birazı kişiliği ile ilgili bir durum. Özel yaşamından kaynaklanan nedenlerle, her zaman güçlü bir otoriteye yaslanma zorunluluğu, onu milliyetçi-muhafazakâr eksene yerleştiriyor. Doğal olarak, hiçbir alanda ilkesel bir “tamlık” duygusu ve angajman derinliğine sahip değil. Havlusunu hep üç kişilik alanı kaplayacak şekilde seriyor; kendini ancak öyle güvencede hissedebiliyor.

Oldukça vasat bir eğitim yaşamı var. Hep özel üniversite. Onlar da epey sıradan: 25 yaşında bitirdiği Kıbrıs-Yakın Doğu Üniversitesi İletişim Fakültesi ve dört yıl sonra, 2012’de yüksek lisansını tamamladığı Atılım Üniversitesi. Yüksek lisans tezini görmek bize nasip olmadı. YÖK’ün Ulusal Tez Merkezi’nde yok. Kitap, kültür ilgi listesinin üst sıralarında hiçbir zaman yer bulamıyor. En çok futbolu, gezip dolaşmayı seviyor. Fırsatları gözeten, sorgulayıcı olmayan kişiliği itaat/biat yeteneğini arttırdığı için, genç yaşta sağlam destekler edinmesini kolaylaştırıyor.Halkla İlişkiler ve Tanıtım okuyor; aklı hep işletmede. Parayı çok seviyor. Kıbrıs’ta okurken, mal satarak ticareti öğreniyor. Aileden oturaklı varlığı olmayanların para kazanabilmesinin en sağlam yolunun siyasetten geçtiğini anlamasıyla birlikte, siyasete girmeye karar veriyor. 

Ama nasıl?

Onun için siyaset, iktidar olanaklarından yararlanmak anlamına geliyor. 2015’te bu olanak doğuyor: İslamcılar Kürt açılımı işinde kafayı gözü yarmışlar, seçimlerde de ilk kez meclis çoğunluğunu yitirmişler. Durumu dengeleyebilmek için MHP ve milliyetçi kesime yanaşmaktan başka çare yok. 28 Ağustos 2015 ile 19 Temmuz 2017 arasında başbakan yardımcılığı koltuğuna oturtacakları Tuğrul Türkeş’i transfer ediyorlar. Tabii, daha küçük kalibreli, milliyetçi olarak bilinen, referansı uygun başkalarını da kamuya almaya başlıyorlar. Bunlardan biri de Batuhan delikanlı. 24 Kasım 2015 ile 24 Mayıs 2016 arasında görev yapan 64. hükümet döneminde, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’na “danışman” yapılmak suretiyle kapağı kamuya atıyor. 2016 Haziran’ından, 2017 Temmuz’una kadar, Başbakan Yardımcısı Tuğrul Türkeş’in özel kalem müdürlüğünü yapıyor. 19 Temmuz 2017’de görevi Türkeş’ten devralıp, 10 Temmuz 2018’e kadar sürdüren Hakan Çavuşoğlu, Batuhan delikanlı ile devam etmeyi uygun görüyor. Bursa milletvekili Çavuşoğlu Gümülcine doğumlu. Batı Trakya Türkleri Dayanışma Derneği Bursa Şubesi Başkanı. Sıkı milliyetçiliği ile tanınıyor.

2018 İslamcı-milliyetçi, yani, AKP-MHP ittifakının kurulduğu yıl. Batuhan delikanlı bu kez Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy’un özel kalemi yapılıyor. 2023’e kadar bu görevde kalacaktır. Bu arada, siyasal meşrebine uygun olarak TÜRKSOY’da Türkiye temsilciliği görevini üstleniyor.

Ve para kaynakları hızla artıyor: 13 Temmuz 2017 ile 17 Nisan 2018 arasında Ziraat GYO Yönetim Kurulu üyesi. Sonrasında, dolar ile maaş aldığı Ziraat Bosna-Hersek İştiraki Denetim Kurulu üyesi. Dünyanın birçok ülkesinde şubesi bulunan Yunus Emre Vakfı Yönetim Kurulu üyesi… Batuhan delikanlı hep daha çok para istiyor.

2022 Ağustos’unda adı, Borsa-İstanbul’daki bazı hisse senetleriyle ilgili spekülasyona karışıyor. Ciddi rakamlar söz konusu. İlgili haberlere anında yayın yasağı getirtiyor.

Kulislerde, Antalya’da otel sahibi olduğu dillendiriliyor. Ne ölçüde doğrudur, bilinmez.

Yükselişi o derece hızlı ki, 2022 Ekim’inde boş olan RTÜK üyeliğine AKP temsilcisi olarak seçileceğine kesin gözüyle bakılırken, AKP grubunda 1 Kasım’da yapılan oylamada diğer aday Mete Hacıarifoğlu büyük bir sürpriz yaparak, 243’e karşı 4 oy gibi kallavi bir farkla ipi göğüslüyor. Batuhan delikanlının doymak bilmez iştahı acaba biraz fazla mı göze battı? 

Özel sektör/piyasa zihniyetine sahip oluşu, kamu yöneticiliğinin adabını öğrenmesinin önündeki temel engel: 2020 Eylül’ünde, Bakan Mehmet Nuri Ersoy’a ait Maxx Royal Kemer Resort Otel’in kumsalında mermer tozu ile beyazlatma yapıldığı, bunun insan ve çevre sağlığı açısından tehlike arz ettiği savı, CHP’li vekiller tarafından Meclis’e taşınıyor. Batuhan delikanlı hemen Twitter’a yüklenip, Bakan’ın savunmasını üstleniyor. Kamu görevlilerinin vekillere laf yetiştirmesinin, hele ki kişisel işler söz konusu olduğunda, kamu yönetiminde uygun bir davranış olmadığını nereden bilebilir ki?

Neyse, gelelim kültür-sanata;

21 Haziran 2023’te bakan yardımcısı yapıldı. Sürpriz olmadı. Yüksek sanat kurumlarının tamamı kendisine bağlandı. Delikanlının turizme yönelik ilgisi hemen herkesçe malum olmasına karşın, kültür ile ilişkisinin düzeyi sır perdesi ardındaydı. O tarihe kadar perdeyi iki kez aralar gibi olmuştu:
 
*2020 başında DT ve DOB’dan 150 dolayında ismin sözleşmesi güvenlik soruşturması gerekçe gösterilerek yenilenmeyince, oluşan tepkiler karşısında, “Belki uyuşturucu satmaktan hüküm giymiş, belki çocuk tacizcisi, belki terör” diyerek yapılan işlemi haklı bulmuştu.

*CSO’nun İbrahim Erkal ve diğer arabeskçilere albüm yapmasının “efsane” olacağını söylemişti.

Sonrasında, sahip olduğu kültürün hoşafına değil, gerçek, tescilli olduğuna yönelik Hacı Bayram Veli Üniversitesi’nin yeminli ifadesi geldi: Türkiye’ de Kültürel Mirası Korumaya Yönelik Politikaların Kamu Yönetimine Yansıması “Alan Başkanlığı Uygulaması” başlığını taşıyan tez ile edindiği “doktor” unvanı. 

Birazdan, Hacı Bayram’ın akademik düzeyinin parlak bir göstergesi olan bu değerli tez çalışmasına değineceğiz. Ama önce, yüksek sanat kurumlarının patronu olan bu delikanlının, bakan yardımcısı olduktan sonraki bazı kültürel etkinliklerine, kendi sosyal medya hesabından göz atalım ki, kültürü ve yüksek sanat kurumlarını yönlendirmedeki liyakatı ile ilgili olası endişeleri bertaraf etmek olanağı doğsun:

*“Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü’ne bağlı İstanbul birimlerinde görevli sanatçılarımızla @paletmuzikokulu’na yaptığımız gezinin ardından, Güzel Sanatlar Genel Müdürümüz @ofbelviranli ile birlikte Sayın Bilal Erdoğan Beyefendinin katılımlarıyla Türk müziğine dair bir söyleşi gerçekleştirdik.

Müziğe ve sanata dair pek çok imkân ile tam donanımlı gerçek sanatçılar yetiştirmek düşüncesiyle yola çıkan Palet Türk Müziği İlkokulu’nun hayata geçirilmesine vesile olan Sayın Cumhurbaşkanımız @RTErdogan ve Sayın Bilal Erdoğan Beyefendiye teşekkür ediyorum.” (27 Mart 2024)

Yanlış okumadınız; Türk Müziği İlkokulu!

Klasik Batı müziği eğitimi ilkokul çağında başlıyor ya, neden ondan çok daha zengin olan yerli ve milli musikimiz alaturkanınki lise sonrasına kalsın?

İyi de alaturkada saz virtüözlüğü olmaz ki. Sazlar vokale eşlik unsurlarıdır, o nedenle de çok küçük yaşta böyle bir eğitime gerek yoktur.

Sen öyle san! O jakoben, seçkinci anlayış eski Türkiye’de kaldı. 

Bu gerçekten yola çıkan TÜRGEV Vakfı, 2011’de kurmaya başladığı Palet Okulları’na, başkanlık sistemine geçildikten hemen sonra, 2019’da, anaokul ve ilkokuldan oluşan Türk Müziği İlkokulu’nu ekler. Türkiye’de ilk kez böyle bir eğitim verildiğini vurgulayan TÜRGEV yetkilileri, amaçlarının, “Müziğin beraberinde getirdiği edep, nezaket ve asalet duygularına sahip tam donanımlı gerçek sanatçı yetiştirmek” olduğunu belirtiyorlar.

Batı müziği konservatuarlarında verilemeyen ve bu nedenle de “tam donanımlı” olamayıp, eksik sanatçı üretimine yol açan bu edep, nezaket ve asalet duyguları burada nasıl veriliyor? Klasik kemençe, kabak kemane, kanun, ney, kudüm, bendir, daire, tambur, nazariyat, keman, solfej derslerinin yanına Müzik ve Kur’an- Kerim dersi konarak. Bölümlerden birinin adı, Kur’an-ı Kerim ve Meşk Usulü.

Okulun internet sitesinde yer alan “Okuldan Haberler” bölümünde, Bakan Yardımcısı Batuhan delikanlının ziyaretinin altı önemle çizildiği gibi, başka ziyaret ve etkinliklere de yer veriliyor: Hafız Hüseyin Top Dede’nin ziyareti (24 Kasım), İTÜ TMDK’nın ziyareti (22 Kasım), Peygamber Efendimiz (SAV)’in dünyayı teşriflerinin sene-i devriyesi (27 Eylül),  Türk Müziği çocuk şarkıları ve Ezan-ı Muhammedi’yi güzel okuma yarışması (8 Eylül), tekne orucu, çocuk iftarı (10 Nisan), cami ziyareti (8 Nisan) vb. 

Dr. Batuhan, Bilal oğlan, Belviranlı hocan; Rabbim milli musikimizi emin ellere emanet eyledi.

*“Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Türk Müziği Devlet Konservatuvarı tarafından düzenlenen '2. Türk Müziği Günleri' etkinliğinin açılışına katıldık.
Bakanlık olarak, Türk müziğimizin korunması, yaşatılması ve gelecek nesillerimize kıymetli bir kültür mirası olarak taşınması için her türlü desteği vermeye devam edeceğiz.
Başta Rektör Hocam Sayın Prof. Dr. Naci Bostancı olmak üzere Hacı Bayram Veli Üniversitesi Türk Müziği Günleri’nin gerçekleşmesinde emeği geçen tüm organizasyon ekibine, değerli sanatçılarımıza ve bu etkinliğe katkıda bulunan tüm destekçilere yürekten teşekkür ediyorum”
 (27 Mayıs 2024)

Ankara’da, Laik Cumhuriyet’in başkentinde, ADK-DOB-CSO üçlüsünün yanına “Türk Müziği Konservatuarı” adlı ucubelerden birini oturtmanın ne tarihsel, ne kültürel, ne de siyasal meşruluğu bulunduğundan, böyle bir girişimin ancak Laik Cumhuriyet’e yönelik radikal bir saldırının başarı kazanması sonrasında gündeme gelebileceği açıktı. İslamcılar Ergenekon üzerinden sağladıkları bu zafer üzerine, Ankara’da ilk Türk Müziği Konservatuarını Gazi Üniversitesi bünyesinde kurdular. 2012-2013 ders yılında öğrenci alımına başlandı. 2018’de Gazi’yi bölüp, bir bölümünü Hacı Bayram Veli Üniversitesi adıyla kendi kümeslerine dönüştürünce, bu sözde konservatuarı da oraya bağladılar.

İlkini 30 Mayıs-3 Haziran 2022’de düzenledikleri, Üniversite’nin Itrî Kongre ve Kültür Merkezi’nde yapılan Türk Müziği Günleri adlı bu etkinliğin amacı yalnızca siyasaldır: Hayali bir “Türk müziği” çatısı kurarak, alaturkayı, tek gerçek ve meşru müzikal kaynak olan halk müziğine eşit konumda “milli” saydırmak; halk müziğini alaturkanın makam kıskacına alarak tarihsel ve siyasal kimliğinden arındırmak. Bunun ne anlama geldiğini daha önce ayrıntılandırdık.

Ankara’da bu işlevi, iki gericilik yuvası, Hacı Bayram Veli Üniversitesi ile Müzik ve Güzel Sanatlar Üniversitesi’nin üstlenmiş olmaları tesadüf değildir.

Türk Müziği Günleri açılış konuşması için delikanlıya okutturulan metin, bu yaklaşımı en yüksek fantezi boyutuna taşır nitelikte:

“Orta Asya'nın derin köklerinden beslenmiş, Farabi ve İbn-i Sina'dan miras kalan bilimsel ve felsefi temeller üzerine inşa edilmiş olan Türk müziği, Anadolu'nun mistik ve çeşitli kültürel yapısıyla harmanlanmış, Akdeniz ve Balkanlar'a yayılarak evrensel bir nitelik kazanmış son derece sofistike ve muazzam bir kültür mirası örneğidir.”

Endişe etmeyin; klasik Batı müziği de Osmanlı sayesinde Türk müziği mirası içinde. Ama bu durum “öz musikimiz” alaturkanın dışlanmasını gerektirmiyor:

"Osmanlı İmparatorluğumuzun himayesindeki Muzıka-yı Hümayun geleneğinden, günümüzde Kültür ve Turizm Bakanlığımıza bağlı Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası'na kadar uzanan tarihsel süreçte, köklü devlet geleneğimizin bir gereği olarak, öz musikimize hak ettiği ilgi ve himayeyi göstermek her zaman büyük önem taşımıştır.”

Unutmadan; rektörümüz koruk Naci ile bakan yardımcımız Batuhan delikanlının, öz musikimizi ayağa kaldıracak bu kutlu buluşma öncesinde, birbirleri ile milliyetçi edep üzere tos vurarak selamlaşmaları günün anlam ve önemine ayrı bir değer katıyor:

(Video1)

*“Kıymetli kardeşim @alisanofficial’a ziyareti için teşekkür ediyorum.” (2 Temmuz 2024)

Batuhan delikanlının “öz musikimiz” içinde değerlendirdiğinden asla şüphe duyulmayacak olan iki olağanüstü isim: İbrahim Erkal, Alişan. Kim bilir daha ne değerli ses ve saz san’atkârlarımızı beğeniyordur.

                                Batuhan ile Alişan: Milli musikimiz muasır medeniyeti de aşan…

*7 ve 8 Mart 2024 tarihli paylaşımlarında, siyaset ve sanatın iç içeliğini çok açık görüyorsunuz: Yerel seçim çalışmaları için Antalya’ya gelir ve pakete Antalya DT ve DOB ziyaretlerini de ekler. Antalya DOB Müdürü Akın Ulutaş’ın sıkı AKP yanlısı olduğu göz önüne alındığında, ziyaretin içeriği ve sonuçları daha kolay tahmin edilebilir.

Birkaç hafta sonra, 23 Mart 2024’te, yine seçim çalışmaları kapsamında olduğu çok belli olan, DOB’un MUŞ çıkarmasını aşağıda ele alacağız.

Batuhan delikanlının çok özel sergi merakı

*“Millî İstihbarat Teşkilâtımızın 97. kuruluş yılına ithafen gerçekleştirilen “Temas İstanbul” istihbarat ve strateji temalı dijital serginin açılışına katıldık.
Vatan, Gelenek, Gelecek ve Gurur başlıkları altında kurum kültürünü ve istihbaratı şekillendirip yönlendiren küresel olaylarla birlikte savunma, teknoloji ve dijital dönüşümü anlatan eserleri inceledik. Serginin düzenlenmesinde emeği geçen herkesi tebrik ediyorum”
 (19 Ocak 2024)

İstanbul AKM’de, opera, bale, senfonik müzik, tiyatro merkezinde, İstihbarat örgütü sergisi açılabilir mi?

Tamam da o merkezde zikir de çekiliyor, arabesk de söyleniyor, göbek de atılıyor. İstihbarat örgütü sergisi niçin açılmasın? Üstelik bizim MİT çok sanatsal.

Emin misin?

Elbette. MİT Başkanı İbrahim Kalın sazı sözü olan adam. Bağlama çalar, türkü söyler, sahneye çıkar. Kalan Müzik’in sahibi solcu Hasan Saltık kankasıydı, solcu ve dahi devrimci Erkan Oğur ile çok yakındır.

Nasıl yani? Adam İslamcı değil mi?

Bırak artık bu eski Türkiye jargonunu. Ayrıca, o İslamcı olmasına İslamcı da, diğerleri ne kadar… Neyse, boş ver bu boş lakırdıları. MİT’in sanatsal diğer bir yönü, TRT’deki Teşkilat adlı diziye konu olmuş olması. Bu dizideki oyunculardan biri kimdi, biliyor musun?

Bakan Yardımcısı Batuhan Mumcu.

Eh, başkanı sanatçı, oyuncusu bakan yardımcısı olan istihbarat örgütünün sergisi de doğal olarak, kültür merkezinde açılır.

*“AKM’de Kadınlar Günü’ne ithafen açılan “SÜS” sergisini gezdik.” (15 Mart 2024)

Kadınlar Günü” adlı bir gün olduğunu zanneden Batuhan delikanlının gezdiği bu sergi, 13 erkek sanatçının 31 yapıtıyla boy gösterirken, tek bir kadın sanatçıya yer vermemekle ağır eleştirilere yol açmıştı. Türkiye Yüzyılı’nın kadına yaklaşım konusundaki ilk önemli sanatsal etkinliği, Batuhan delikanlının takdirine mazhar olmuş.

*“CSO Ada Ankara
Kıymetli kardeşim Ayşenur Bağlı’nın göz alıcı eserlerinden oluşan ilk kişisel sergisini gezdik.”
 (2 Aralık 2023)

Rabbim, Necip Fazıl Kısakürek’in şiirlerinin şenlendirdiği mistik tabloların yaratıcısı türbanlı ressam kızımızın büyük sanatçılarımızdan biri olmasını nasip eylesin!

                               Dr. Batuhan, inkılapçı resim sanatına verdiği destek ile anılmayı hak ediyor.

*“Sığınak Kültür Sanat
Basınımızın değerli ismi Sayın Hande Fırat'ın, babalarını kaybeden tüm kız çocuklarına ithafen hayata geçirdiği resim, heykel ve dijital eserlerden oluşan “Devriamber” sergisini gezdik. Bu özel ve anlamlı sergiyle Ankaramızın kültür-sanat hayatına katkıda bulunan Hande Fırat'ı yürekten kutluyor, meslek ve sanat hayatında başarılar diliyorum.”
 (26 Nisan 2024)
 
Ne diyelim? Halimiz bu!

                                Dr. Batuhan, resim sanatımızın starlarını onurlandırırken…

Batuhan delikanlının dans sanatına ilgisi… 

*“Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğümüz himayesinde, dün akşam CSO Ada Ankara’da gerçekleştirilen “Türkiye’nin Renkleri” programından geriye kalanlar…
Bizlere muhteşem bir görsel şölen sunan Ankara Devlet Modern Dans Topluluğu’na, emeği geçen herkese ve katılımcılara teşekkür ediyorum.”
 (29 Şubat 2024)

*“Son dönemlerde Ankara oyun havası geleneğinin dejenere edilmiş haliyle Ankara kültürüne ve ahlaki hayatımıza uymayan bir şekilde gündemi meşgul eden olumsuz algılara karşı kadim Seymen kültürümüzü korumaya devam edeceğiz.” (25 Şubat 2024)

(Video2)

Batuhan delikanlının dans sanatına olan bu ilgisi, DOB için en sağlam güvencelerin başında geliyor. DOB’un baleci/dansçı üst yönetimi ile uyum içinde olduğunun da göstergesi.

Kültürümüzün her alanı Batuhan delikanlı için ayrı bir değer taşıyor. Örneğin, düşünce dünyası, edebiyat:

*“Ülkemizin son dönemde yetiştirdiği en önemli mütefekkirlerden, düşünce dünyamıza ve edebiyatımıza katkıları çok büyük olan bilge yazarımız, kıymetli Hocam merhume Alev Alatlı Hanımefendi’yi anmak üzere Mevlid-i Şerif merasimine katıldık.
Rabbim mekânını cennet eylesin geride kalanlarına da sabır ihsan eylesin.” 
(13 Mart 2024)

Ya da inanç dünyamız:

*“750. Vuslat Yıldönümünde Hazret-i Mevlâna’yı Anma Törenleri çerçevesinde Şems-i Tebrizi Türbesi ziyaretinin ardından “Vuslat Vakti” yürüyüşünü gerçekleştirdik.
Mevlâna Meydanı’nda huşu içinde eşlik ettiğimiz Nevbe Merasimi sonrası Mevlâna Müzesi’ni ziyaret ederek Gülbâng Duâsı’na katıldık.” 
(7 Aralık 2023)

                                              Semazen denizinde çağdaşlığı yakalamak… 

“Hepsi bir arada” modülüyle piyasaya çıkan Kültür Yolu Festivalleri de olabilir:

*“Bursa 
Bu yıl 16 şehirde 144 gün sürecek Türkiye Kültür Yolu Festivali serimizin 3.’sü için Bursa’dayız.
Festival alanlarımıza geçmeden önce Osmanlı Devletimizin Kurucusu Osman Gazi ve oğlu Orhan Gazi’nin türbelerini ziyaret ederek duamızı ettik.
Ruhları şad, mekânları cennet olsun” 
(7 Haziran 2024)

Ama her şeyin üzerinde, her şeyi kapsayan  o büyük iradeye selam durmadan, yapılan ve yapılacak olanların ne anlamı olabilir ki?:

*“Türkiye Yüzyılı vizyonuyla ülkemizi bölgesinde ve dünyada daha güçlü bir Türkiye idealine emin adımlarla taşıyan liderimiz, kıymetli Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a davası kadar uzun bir ömür diliyorum.
Aşk ile çalışan yorulmazmış biz senden öğrendik. Ne mutlu ki, Rabbim bizlere bu kutlu mücadelede seninle birlikte yürümeyi nasip etti.
Nice sağlıklı, uzun senelere.
Rabbim başımızdan eksik etmesin.” 
(26 Şubat 2024)

                                        Önce Rabbi, sonra O. Ya O’ndan sonrası? Maazallah!

Batuhan delikanlı artık bir doktordur

*“Gayret bizden başarı Allah'tan.
Tez savunmamı başarıyla tamamlamış olmanın mutluluğunu ailemle ve tüm dostlarla paylaşıyorum.
Başta Danışman Hocam Doç. Dr. Nazlı YÜCEL BATMAZ olmak üzere tüm hocalarıma bu süreçte desteklerini esirgemeyen herkese teşekkürlerimi sunuyorum.
Hayırlara vesile olsun...” 
(30 Mayıs 2023)

                                Doktor yapan da, olan da bu büyük onuru sonsuza dek taşıyacak.

Doktor delikanlının tezi hayırlara ne ölçüde vesile olabilir, bilinmez. Ama bilinen çok açık bir gerçek var ki, o da bu tezi, kendisi dahil, anadili Türkçe olan hiç kimsenin okumadığıdır. Yani, delikanlıyı okumadan “doktor” yapmışlar.

Neden okusunlar ki? O sırada Kültür ve Turizm Bakanı’nın özel kalemi. Kaç yerin yönetim kurulunda. Saray’ın sadık kullarından. “Doktor” unvanı almasının uygun olacağı düşünülmüş, gereği için talimat verilmiş. Tezin bu konuyla ne ilgisi var? Okunsa ne olur, okunmasa ne olur! Yok, ille de okunacak denirse, önce “Dr.” payesi verilip, sonra okunmasının kime ne zararı olur? Batuhan delikanlının kültür doktoru sıfatıyla bakan yardımcısı olarak atanması başka, sade suya bakan yardımcısı olarak atanması başka. Nitekim “Dr.” olduktan üç hafta sonra atama gerçekleşiyor. O kadar bereketli bir tez ki, 30 Mayıs’ta henüz “Doç.” olan danışmanı da, on gün içinde “Prof.” yapılıyor. 

Bu anlamda, tez, hayırlara epey vesile olmuş görünüyor. 

Bilmeyenler için ufak bir not:

Hacı Bayram Veli Üniversitesi (HBVÜ), başkanlık/Saray rejimine geçilmesiyle birlikte, 18 Mayıs 2018’de Gazi Üniversitesi’nden Hukuk, İktisadi ve İdari Bilimler, Edebiyat fakülteleri gibi birimlerin ayrılıp, Güzel Sanatlar Fakültesi ve Türk Müziği Devlet Konservatuarı’nın eklenmesiyle kurulmuş bir üniversite. Yalnızca adı üniversite; tam bir İslamcı çiftlik. İlk rektörü Yusuf Tekin. Hani şu, “tarikatlar sivil toplum kuruluşlarıdır” deyip, Türkiye Yüzyılı müfredat programını tarikatlar ile yapılan protokollere oturtan şimdiki Milli Eğitim Bakanı. İslamcılar adamı rektör yapacaklar, yasal engel var: YÖK yasasına göre, üç yıllık profesörlükten önce rektör olunamıyor. 13 Eylül 2018’de yasayı acele değiştirdiler ve bir aylık profesörü, 15 Eylül’de rektör atadılar. Yusuf Tekin’i 4 Haziran 2023’te bakan yaptıklarında, yerine en uygun ismin Koruk Naci olacağında karar kıldılar. 

Gelelim delikanlının tezine;

Önce, biçimsel tuhaflıklar:

1) Batuhan delikanlı yukarıda verdiğimiz 30 Mayıs 2023 tarihli Instagram paylaşımında, “Danışman Hocam Doç. Dr. Nazlı YÜCEL BATMAZ” diyor. Oysa tezin künyesinde bu hanımın “Prof. Dr.” olduğu yazılı (s. IV). Ayrıca, teşekkür sayfasında, delikanlı “Sn. Tez Danışmanım Prof. Dr. Nazlı YÜCEL BATMAZ’a sonsuz saygı ve teşekkürlerimi borç bilirim” diyor (s.VI).

Batuhan delikanlı ya tez danışmanının kim olduğunu bilmiyor, ya da Nazlı Hanım tez kabul edildikten sonra “Prof.” oluyor. Ancak, Mayıs’ta verildiği belirtilen tezin künyesinde “Prof.” ibaresi bulunduğuna göre, tezin gerçek veriliş tarihi, kabul tarihinden, dolayısıyla da üzerinde yazılı olan tarihten sonraya denk geliyor. Olur mu olur; orası Hacı Bayram, bu da Batuhan.

2) Tez jürisinin kimlerden oluştuğunu öğrenmek olanaklı değil. Tezde yer alması gereken bu sayfa nedense bulunmuyor.

3) Tezin eki olan “Etik Beyan”, yani, tezin “bilimsel etik ve ahlak kurallarına uygun” hazırlandığına yönelik angajman metninin tarihi 9 Haziran 2023. Tezin savunulup, kabul edildiği tarih olan 30 Mayıs’tan on gün sonra. Oysa HBV Üniversitesi’nin ilgili yönetmeliği çok açık:

“Dış Kapak, İç Kapak sayfasında bulunan tarihler TEZ SAVUNMA TARİHİ’nin gerçekleştiği ay ve yıl (MAYIS 2019) etik beyan sayfasında ise TEZ SAVUNMA TARİHİ’nin gerçekleştiği gün, ay ve yıl olmalıdır (25.05.2019)”

Kısacası, tezin kabul edildiği tarih, verilip savunmasının yapıldığı tarihten önce; telepatik kabul.

Kıskanmanın âlemi yok! İş bilenin, kılıç kuşananın. Sen becer de görelim… 

Peki, tezin içinde neler var?

Bir tez ki, kırık olmayan tek kemiği yok

*Seçilmiş olan konu, bir doktora tezi için elverişli değil. “Türkiye’de Kültürel Mirası Korumaya Yönelik Politikaların Kamu Yönetimine Yansıması “Alan Başkanlığı Uygulaması” başlığından anlaşılan, tezin ana gövdesini “Alan Başkanlığı Uygulaması”nın oluşturduğu yönünde. Oysa bu uygulamanın çok yeni oluşu (iki “Alan Başkanlığı”ndan ilki 2014, diğeri 2019 tarihli) akademik bir tez için gerekli verilerin yeterli ölçüde birikimini sağlamış olmaktan uzak görünüyor. Bu da konunun akademik düzeyde, olsa olsa ancak makale biçiminde ele alınabilir olduğuna işaret ediyor. Nitekim Batuhan delikanlı ile danışmanı Nazlı Hanım, aynı başlık ile, Çağdaş Yerel Yönetimler Dergisi’nin Ekim 2023 tarihli 4. sayısında, ortak bir makaleye imza atıyorlar. 28 sayfalık bu makalenin hemen tamamı, “Alan Başkanlığı uygulaması”na ayrılmış durumda. 

Konuyu tez formatında işleme zorlaması, metnin oransal yapısını bütünüyle bozmuş durumda:  Toplam 232 sayfalık tezin yalnızca 85 sayfası Türkiye ile ilgili. Bunun ise yalnızca 54 sayfası “Alan Başkanlığı uygulaması”nı içeriyor. Yani, tezin ana gövdesi, çevre unsurlarının dörtte biri oranında. Akademik açıdan asla kabul edilebilir bir durum değildir.

*Batuhan delikanlı metni şişirmek için bolca dolgu maddesi kullanmış. Öyle ki, konu ile ilgili yasal düzenlemelere ait metinleri bile ekler kısmına koyacağına, ana metne kaynatıp, sayfa sayısını arttırmak istemiş (s.75-77, 82-84, 88-93,147-152, 155-158, 163-167 vb.)

*Metnin dili ilk bakışta Türkçe görünüyor. Ancak, özellikle İngilizceden yapılan çevirilerde, dilbilgisi kuralları başka bir dilden alınmışçasına, sözdiziminden herhangi bir anlam çıkmıyor. Türkçe alıntıların çoğunda yapılmış olan kopyala-yapıştır savrukluğu ise söylem özensizliğini doruğa taşıyor.

*Sağlam bir eğitim ve kültüre sahip olmadığının göstergelerinden biri de,  noktalama işaretleri kullanımında ağır özürlü oluşu.

*Yazım yanlışları, özensiz dil kullanımı, anlam boşlukları, metnin kurgu ve eklemlenmesinde görülen yetersizlik… Bunlar, akademik formasyona çok ama çok uzak olduğunu gösteriyor. 

Ya İngilizce bilmiyor, ya anadili Türkçe değil

Yazıya gereksiz bir yük getirecek bu bölümü uzun tutmamızın nedeni, tezin baştan sona lekeli durumuna, delikanlının değil “Dr.”, lisans diploması dahi alamayacak düzeyde oluşuna işaret etmek.

Sayfalar dolusu anlatım bozuklukları, noktalama işareti kullanım sorunları ve anlam boşlukları taşıyan ifadelerden bazılarını, hiçbir müdahalede bulunmadan, olduğu gibi verelim: 

“Kültürel miras, bir grup veya toplumun geçmişten miras kalan fiziksel eserler (kültürel mülk) ve maddi olmayan niteliklerinin mirası olarak tanımlanmaktadır.” (s.13)

“Bir yanda miras değerlerinin ve nesnelerinin kasıtlı olarak yok edilmesi ve diğer yanda çarpıtılmış, tarih dışı veya propagandacı yorumlar, çeşitli ideolojilerden, dini ya da siyasi hareketlerden etkilenen dünyanın farklı yerlerinde bulunabilmektedir” (Grassic Gribbon Centre, 2005). (s.15)

“Örneğin Birmingham, İngiltere'de 300 kişinin çalıştığı bir multimedya merkezine dönüştürülmüş eski bir fabrikada olduğu gibi; diğer zamanlarda, Spoleto, İtalya'da olduğu gibi yerel festivaller geliştirmek anlamına gelebilmektedir” (Landry, 1997: 28) (s.15)

“Miras kullanımına ilişkin diğer örnekler, geleneksel Gal müziği ve dans festivallerinin yeniden canlanmasıyla İskoçya'da veya yerel halk tarafından bir ziyaretçi merkezinin kendi yaşamını kutlamak için kurulduğu küçük kırsal bölge Arbuthnott örneğinde olduğu gibidir.” (Grassic Gribbon Centre, 2005). (s.15)

“Değer odaklı yaklaşım, çoğunlukla yerli/batılı olmayan toplulukların materyal temelli bir yaklaşımı sorguladığı ve karşı karşıya geldiği yerlerde geliştirilmiş ve uygulanmıştır” (de la Torre vd., 2005: 5) (s.24)

“…toplulukların (geleneksel) yönetim sistemleri ve bakım uygulamaları gemiye alınmış ve topluluklar sürece dahil edilmiştir.” (de la Torre vd., 2005: 77). (s.24)

“Ancak, niyetlere ve çabalara rağmen, Dünya Mirası kavramının gelişme ve gelişme girişiminde olduğu gibi, değerlere dayalı bir yaklaşımın uygulanmasının yerli/batılı olmayan toplulukları ve kültürleri kucaklamayı başaramadığı durumlar vardır. bu topluluklara ve kültürlere açıktır” (Labadi, 2005: 93-99). (s.24)

“Son on yıllarda Park yetkilileri (değer odaklı yaklaşımı izleyerek), kendi kuralları dahilinde ve onların gözetimi ve kontrolü altında olsa da, Navajo topluluklarının sitenin korunması ve yönetimine danışması ve katılımına tutarlı bir ilgi göstermiştir.” (s.25)

“Park yetkilileri, yerli topluluklarla istişare ederek, bölgedeki turistlerin çekiciliğine tutarlı bir ilgi göstermiştir. 1980'lerden itibaren “yeni çağ” grupları, Navajo toplulukları tarafından henüz kendi dini inançlarını ihlal ettiği düşünülen, alan içinde ritüelleri gerçekleştirme hakkını talep etmiştir.” (s.25)

“Değerlere dayalı yaklaşım, tüm paydaş gruplarını koruma sürecinin başında ve boyunca dahil etmeye…” (s.25)

“Mirasın kullanılmasına dayalı kalkınma potansiyelleri, çeşitli paydaş gruplarının çıkarlarına hizmet etmek amacıyla, ancak miras yetkililerinin çıkarları ve onların kontrolü altında vurgulanarak aranmaktadır” (Mason ve Avrami, 2002: 19-23). (s.27)

“…mirasın başlangıçta amaçlandığı amaç;” (s.27) [Bu paragraf noktalama zafiyetine tipik bir örnek]

“Tapınak 1997'de bir terörist bomba saldırısı sonucu önemli ölçüde yıkılmıştır.” (s.29)

“Örneğin, koruma uzmanları, aşağıda gösterildiği gibi koruma sürecini yürütenler olmaya devam edebilmektedirler.” (s.30). [Özgün metinde yer alan, “aşağıda gösterildiği gibi”yi destekleyen şema, tablo ya da açıklamanın metne konması unutulduğu için,  anlatım boşluğu doğuyor.]

“Yaşayan miras yaklaşımına göre, koruma süreci öncelikle mirasın geleneksel bakımının (toplum tarafından) tanınmasına ve kabul edilmesine; modern, bilimsel temelli koruma ilkeleri ve uygulamaları, mirasın geleneksel bakımına yardımcı olmakta, uygulamakta ve onun içine yerleştirilmektedir.” (s.30)

“1990’lı yıllarda International Council Of Monuments and Sites (ICOMOS) yani Uluslar arası Anıtlar ve Siteler Konseyi…” (s.31) [Akademik yazımda, yabancı dillerdeki kurum adlarının Türkçeleri “yani” diyerek çevrilmez.]

“Afet nedeniyle hasar gören ya da kaybolan kültürel miras öğelerinin korunması ve onarılması için çabalanmalıdır.” (35) [Çaba gösterilmelidir]

“…miras varlıklarının (hem maddi hem de maddi olmayan) değerinin daha iyi değerlendirilmesini…” (s.37)

“Miras koruma ve koruma politikalarının gerek fiziksel mekan gerek de toplumsal anlamda çeşitli faydaları bulunmaktadır.” (s.37)

“Geniş topluluk katılımı ve katılımı yoluyla refah ve güvenliğe yol açmak.” (s.37)

“Mirasın korunmasında karşılaşılan bir sorun, doğal, kültürel ve tarihi miras varlıklarının farklı departmanlar ve kurumlar arasında, aralarında çok az koordinasyon veya entegrasyon olmaksızın, dikey olarak sınırlandırılmasıdır.” (s.38)

“Çalışma programının uygulanmasının yanı sıra, temiz, güvenli ve korunmuş miras varlıklarını sağlamak için ihtiyaç duyulan rutin, devam eden işletme ve bakım faaliyetlerini tanımlayan mali açıdan sorumlu bir planı içeren operasyonları ve bakımı da vardır.” (s.38)

“Mirasın Korunması, topluluğun katılımını ve katılımını gerektirmektedir.” (s.38) (Srinivas, 2020: 5).

“İnsanların miras varlıklarının planlanmasına, uygulanmasına ve yönetilmesine katılması gerektiği fikri, hükümetler ve kalkınma birimleri arasında kabul görmüştür.” (s.39)

“Topluluk katılımı, genellikle odak eksikliği ve konuma özgü çözümler nedeniyle sıkıntı yaşayan mikro sorunlarla başa çıkmak için kullanılabilmektedir.” (s.39)

“Somut kültürel miras değerlerinin korunmasında yer alan tüm profesyonellerin çabalarının amacı, miras nesnelerinin varlığını doğal yaşamlarının çok ötesinde bir zamanda uzatmaktır. Buna Townsend (2006) çalışmasındaki fiziksel olarak iyi durumda eklenmelidir.” (s.41)

“Çeşitli türdeki nesnelerin yüzeylerinden çeşitli kökenlere ve kimyasal bileşimlere sahip kirliliklerin ve tortuların uzaklaştırılması, duruma özel bir işlemdir” (Angelova vd., 2011:11673).

“Mekanik, biyolojik veya kimyasal safsızlıklar estetik değerleri azaltır, nesnelerin işlevselliğini engellemekte ve hepsinden önemlisi, malzemelerin bozulmasını ve miras nesnelerinin yaşlanmasını hızlandırmaya katkıda bulunmaktadır.” (s.41)

“Bu çabada, araştırmacıların uygulamadan uzmanlarla iletişim ve işbirliği, yaygınlaştırılması ve yeni çözümlerin uygulanması gerekli adımlardır” (Baglioni vd., 2013). (s.41)

“Tarihi yapılar, yapıya farklı zamanlarda eklenmiş olan eklemeler nedeniyle farklı dönemlerin izlerini taşımaktadır.” (s.42)

“…rehabilitasyon tedavisinin bir parçası olarak…” (s.42)

“Ancak, özgün yapının sokak tarafından görülmesini engellememek için özellikle cephe eklemelerinden çoğunlukla kaçınılmış hatta yasaklanmıştır” (City of New Orleans HDLC, 2011). (s.44)

“ABD İçişleri Bakanı Rehabilitasyon Standartları, yeni kullanım için gerekli işlev ve hizmetlerin, yeni bir dış eklenti inşa etmek yerine, karakter tanımlamayan iç mekanlara yerleştirilmesini önermektedir” (Brown vd., 1997:42). (s.44)

“…tarihi yapılara yeni eklemelerin eklenmesine karşı çıkmaktadırlar” (Guzmán Torres, 2009:12; 10). (s.44)

“Tarihi yapıların binaları yapıları içerirken, yapıların kültürel hafızada yer edinmesine yardımcı olmaktadır.” (s.46)

“Tarihi yapılar riskli ve mesleki yeterlilik gerektirmesine rağmen tarihte uygulamaları vardır.” (s.47)

“18. yüzyılın son çeyreğinde, William Birch ve oğlunun oyması (Şekil 2.4), bir at ekibinin arka planda Ceviz Sokak Hapishanesi ile birlikte küçük bir ahşap yapı taşıdığını göstermektedir.” (s.47)

Yukarıdaki cümlenin neresi doğru ki!

“Geleneksel olarak, ekonomik büyüme ve teknolojik ilerleme, dünya genelindeki hükümetlerin politikalarını, yatırımlarını ve müdahalelerini temel aldığı temel sütunlar olmuştur.” (s.52)

“Örneğin, Batı Avrupa bağlamlarında…” (s.52)

“Sanata demokratik erişim, çok sayıda kültürel kurum, kültürel katılım ve boş zaman arayışları, rekabet avantajı arayışında sıklıkla boyun eğdirilmektedir” (Sharp, Pollock ve Paddison 2005; May ve Perry 2018). (s.52)

“Yine de somut olmayan ifade biçimlerini, kültürel pratikleri ve insanların günlük yaşamlarında anlam yaptıkları süreçleri beslemek, temelde farklı yaklaşımlar gerektirmektedir” (Harrison 2015; Perry 2019). (s.52-53)

“Ortak bir yaklaşıma göre, toplumun anıt koruma ve/veya restorasyona ilgisi hakkında kısmi bir geri bildirime sahip olmak için turizm gelirlerine güvenmektir, ancak bu tür varlıkların piyasa dışı faydalarının ekonomik etkilerin önemli bir bileşeni olması muhtemeldir ve düşünülmemelidir” (Throsby, 2012). (s.53)

“Daha sonra bir kültürel miras alanı bir varlık olarak değerlendirilebilmekte ve belirli bir değere atanabilmektedir.” (s.53)

“Öte yandan, iklim değişikliğinin çok çeşitli ekonomik sektörler ve faaliyetler üzerinde kanıtlanmış etkili bir etkisi vardır.” (s.54)

“Kültürel mallar genellikle toplum için sembolik bir anlam duygusu ve geçmişte önemli bir döneme, bir üsluba veya ünlü bir olaya atıfta bulunmaktadır.” (s.55)

“Kültürel miras varlıklarının ekonomik değerini değerlendirmek için…” (s.56)

“Arkeolojik alanların geçmişteki afetler veya ihmaller sonucunda bugünkü durumlarında olduğu en iyi şekilde anlaşılabilmektedir. Bu nedenle bakımlarına uzun vadeli bir perspektiften bakılmalıdır.” (s.56)

“Planlama, özellikle alan güvenliği, yani potansiyel vandalizm ve kundaklama, yağma ve miras nesnelerinin veya parçalarının yasadışı olarak kaldırılması potansiyeli, ziyaretçilerin ve sakinlerin güvenliği ile ilgilenmelidir.” (s.56)

“Planlama, bir alanın miras değerlerine ve onun çeşitli kurucu unsurlarına, afet zamanlarında müdahaleye rehberlik edebilecek şekillerde rehberlik edilmelidir.” (s.57)

“UNESCO ve ilişkili kuruluşlarının faaliyetlerinin, dünya çapındaki kültürlere ortak bir damga ve küresel bir kültürel tekdüzelik mantığı oluşturan politikalarına empoze ettiği söylenmektedir” (Rzayeva, 2019:48). (s.60)

“Yönetim planı, sitenin gelecekte kullanımını uygulamak için sitede neyin önemli olduğuna ve sitenin korunmasında uygun politikaların belirlenmesine ilişkin belge ve eylemler bütünüdür” (Cleere, 2010:5). (s.65)

“Bu hazineler tüm Avrupa halklarının ortak mülkiyeti olduğundan, onları tehdit ettikleri artan tehlikelere karşı korumak için ortak bir sorumluluğa sahiptirler.” (s.85)

Eski alanların rehabilitasyonu, mümkün olduğunda, bunun sakinlerin sosyal yapısında büyük bir değişiklik gerektirmeyecek şekilde tasarlanmalı ve yürütülmelidir, toplumun tüm kesimleri restorasyonun finanse edilen faydalarından paylaşmalıdır.” (s.85)

Avrupa Konseyi'nin görevinin, Üye Devletlerin dayanışma ruhu içinde tutarlı politikalar izlemesini sağlamanın Avrupa Konseyi'nin görevi olduğunun Avrupa Şartı'nda Bakanlar Komitesi tarafından kabul edilmesi göz önüne alındığında, periyodik raporların deneyim alışverişini teşvik edecek şekilde tüm Avrupa ülkelerinde mimari korumanın ilerlemesi konusunda yapılmalıdır.” (s.86)

“Mimari mirasın, Avrupa'nın kültürel mirasının zenginliğinin ve çeşitliliğinin yeri doldurulamaz bir ifadesi olduğunu kabul ederek, geçmişimize paha biçilmez tanıklıklar ve tüm Avrupalıların ortak mirasıdır;” (s.87)

“1 Temmuz 1981'de, zanaat faaliyeti bağlamında belirli azalan zanaat ticaretlerine yardım eylemi üzerine;” (s.88)

“1986'da bu program, kentsel toplulukları etkileyen kararların esas olarak yerel sivil liderler tarafından alındığı birçok üye ülkedeki mevcut uygulamanın mantığı izlenerek ve mantık izlenerek Avrupa Konseyi'nin Avrupa Yerel ve Bölgesel Yönetimler Daimi Konferansı'na (CLRAE) devredildi.” (s.89)

“Kentsel gelişim için bu düzeydeki hükümetin belirli sorumluluklarına odaklanan sıkı bir yerel otorite boyutuna sahiptir.” (s.90)

“Şart, boyunca güçlü bir unsur, işbirliği ve dayanışma kavramıdır:” (s.90)

“…daha iyi bir yaşam kalitesi sağlamak için bireysel üye ülkelerdeki yerel yönetimler arasında;” (s.90)

“Şart, vatandaşların temel kentsel haklara sahip olduğu inancı tarafından yönlendirilmektedir. Bunlar; saldırganlıktan korunma hakkı; kirlilikten; zor ve rahatsız edici bir kentsel ortamdan; yerel toplulukları üzerinde demokratik kontrol uygulama hakkı; insana yakışır barınma, sağlık, kültürel fırsat ve hareketlilik hakkıdır.” (s.91)

“…artan sayıdaki büyük planlama planları…” (s.92)

Ciddi bir akademik kurumda asla hoş görülemeyecek bu denli büyük bir yetersizlik, HBV Üniversitesi’nde kimsenin dikkatini çekmiyor. İslamcıların çiftliği olunca, yazılanların, usulen de olsa, okunmasına gerek dahi duyulmuyor. 

Bir an için Batuhan delikanlının İngilizcesinin yetersiz olduğunu, çevirileri “google translate” marifetiyle filan yaptığını kabul edelim. İyi de, anadili Türkçe değil mi? Okuduğunda ifade bozukluklarını anlamıyor mu? Yoksa kendi de mi okumadı? Nasıl olsa okunmayacak güvencesiyle, sırf sayfa dolsun diye kopyala yapıştır mı yaptı?

Gel gör ki, 107. sayfada başlayan Türkiye bölümü, çeviri temelli olmamasına karşın, aynı özensizlikle malul.

Doktor delikanlı yazmayı bilmiyor ama yüksek sanat kurumlarını yönetiyor

Özensizliğin ilk göstergesi yazım yanlışları. Aynı sayfada, hatta aynı paragrafta birden çok yanlış var. Bir seçki yapalım:

“Osmanlı devleti döneminde kültürel mirsalar…” (s.107) [miraslar]

“…kazı işlerinin sisteli  bir şekilde yapılmasu açısından…” (s.107) [sistemli/yapılması]

Aynı sayfada üç farklı yazım: 

“asar-ı atika”, “Asarı Atika”, “Asar-ı Atika” (s.107)

“Oluşturulan mevzuatta önemli bir yer sahip olmuştur” (s.108) [yere]

“…arkeolojik kazılardaki artıi, daha profesyonel yaklışılması…”  (s.109) [artış/yaklaşılması]

“…ot anbarı…” (s.109) [ambar]

“… düzenlenmesi gerektiğini hatırltamıştır.” (s.110) [hatırlatmıştır]

“Komisyonun hazılmış olduğu…” (s.110) [hazırlamış]

“yetersizlik sebebiyle istenilenlçüde koruma…” (s.110) [istenilen ölçüde]

“…binalara karşı umarsamaz davranılmasına…” (s.110) [umursamaz]

“…kültürel mirasının kourumasının halktan destek alınmadan…” (s.110) [korunmasının]

“Hatta MEB tarafından “Atikiteler Genelgesi” yayınlamıştır.” (s.110) [“Antikiteler Genelgesi”]

“Burada önemli oan husus…” (s.111) [olan]

“…şehir konuma gerekliliği…” (s.111) [koruma]

“…küçük yerlerdeki yererl yönetimlerin…” (s.112) [yerel]

“ …başakanın kulağına gidecek…” (113) [başbakanın]

“…eserlerin korunmasına yönelik pek çok adım atılmış ancak nunun sonucunda olumlu yahut olumsuz…” (s.113) [bunun]

“Çünkü bu yıılarda…” (s.113) [yıllarda]

“…gerçeğini üzüntü ile karşılafığını karşıladığı” (s.113) [karşıladığını]

“…başka alanlarda yoğu olması…” (s.114) [yoğun]

“…“eski eser” özelliklerine barındırması…” (114) [özelliklerini]

“…mecburiyetinin getirilmesii…” (s.114) [getirilmesi]

“…şubeler çılmıştır.” (s.114) [açılmıştır]

“…Türkiye cumhuriyeti Devletin’nde de…” (s.114) [Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde]

“…tarhihi bölgeler sıkışarak…” (s.114) [tarihi]

“…iki farklı merciinin yetkili olması…” (s.116) [merciin]

“Tüm bunların gerçekleştrilmesi…” (s.118) [gerçekleştirilmesi]

“…geçmişe dönük belleğini diri tutumak…” (s.118) [tutmak]

“Böylece, antiyasalyasal aktivitelere…” (s.153)

“Gayrimenkul Eski Eserler ile Yüksek Kurulu (GEEAYK) tarafından…” (s.158) [Anıtlar Yüksek Kurulu]

“Kurulan bu teşkilatlar içinden ikisi tanesi merkezî yönetim çatısı altında…” (s.160) [ikisi]

Hazırlana taslağa göre…” (s.160) [Hazırlanan]

“Korumu Kurulu’nun alan içerisinde özgür ve bilimsel karar verebilcek yapısını…” (s.161) [Koruma/verebilecek]

“Yöreye haz kültürel aktiviteler…” (s.162) [has]

“Söz konusu Başkanlığın kurulmasıyla birlilte…” (s.163) [birlikte]

İfade bozuklukları, Batuhan delikanlının anadilinin gerçekten Türkçe olup olmadığı sorusunu o derece meşru kılıyor ki…

“Asar-ı Atika Nizamnamesi isminde Eski Eserler Tüzüğü yayınlanmıştır.” (s.107)

Akademik metinlerde, Osmanlıca ya da yabancı dillerden aktarılan özel nitelikli isimlerin çevirileri/açılımları parantez içinde verilir; “isminde”, “yani” gibi açıklama sözcükleri kullanılmaz.

“Eski İmaretin iç mekân ve dış duvarlarında yapılmış olan tahribatlar temizlenmiştir.” (s.107)

Tahribat zaten çoğuldur. Ayrıca, “temizlenmiştir” yerine “giderilmiştir” denmesi gerekir. Bu arada, “arındırılmıştır” kullanımı devrim niteliğinde:

“1573’te Ayasofya Cami’nin duvarları ve çevresindeki müdahaleler arındırılmıştır.” (s.107)

Batuhan delikanlı, yeni Türkiye’nin “kültürü demokratikleştirme” ilkesinden yola çıkarak, akademik dili sokak diline dönüştürme çabasıyla, “için”, “amacıyla” yerine “adına” kullanmayı yeğliyor. Bırakın akademik olanı, bu kullanımın Türkçe olmadığının bile farkında değil:

“Bu nizamnamede taşınır kültür varlıklarının korunması adına yasal düzenleme ilk olarak yapılmıştır.” (s.107)

“… koruma çalışmaları adına ayrılmış olan maddi bedel…” (s.110)

”Tarihi Yarımada’nın korunması adına farklı düşünceleri geliştirmek için bir yarışma tertib  edilmiştir.” (s.111)

“… Prost, İstanbul’u planlaması adına Türkiye’ye davet edilmiştir.” (s.112)

“…konunun önemini halka anlatmak adına pek çok program…” (s.112)

“…turizmin geliştirilmesi ve desteklenmesi adına lüzumlu tedbirleri almak elzemdir. Tüm bunların gerçekleştrilmesi adına alakalı kamu kurum ve kuruluşları ile sivil toplum örgütleriyle işbirliği yapmak…” (s.118)

”…bölgede can vermiş düşman askerlerinin de anılmasına imkan sağlamak adına ulusal ve uluslararası bir anma turizmi oluşturmak adına ÇATAB kurulmuştur.” (s.145)

”…yapılmakta olan törenler ile şehitliklerin bakımı olmak adına beraber çalışılan…” (s.151)

“…park alanı adına hazırlanmış olan planlar…” (s.158)

“Kapadokya bölgesinin etkin olarak korunması adına devam eden ancak çıkmaza giren…” (s.160)

Savrukluk, konuya hâkim olamama ile birleşince, içeriğe yönelik affedilmez yanlışlar ortaya çıkabiliyor:

Asar-ı Atika Nizamnamesi’nin 1884 yılında yapılan düzenlemesinde, “ilk kez eserlerin Osmanlı ülkesi dışına çıkarılması”nın yasaklandığını belirtir (s.108). Oysa bir önceki sayfada, 1869 tarihli Asar-ı Atika Nizamnamesi’ndeki “İkinci maddede eski eserlerin yurt dışına çıkartılma yasağının getirildiği belirtilmiştir” diyor. (s.107)

Aynı sayfada, 1869 tarihli Asar-ı Atika Nizamnamesi’nin önce sekiz, birkaç satır aşağıda ise yedi maddeden oluştuğunu yazıyor. (s.107)

Kanunun sayısını yazmayı unuttuğuna da tanık olabiliyorsunuz:

“Sayılı Kanun ile 5226 sayılı Kanunla…” (s.123) 

Öte yandan, kamu yönetimi alanında doktora derecesi almış olan Batuhan delikanlı, “düzenleme yapmak” yerine, “düzenleme çıkarmak” diyebiliyor:

“Asar-ı Atika Nizamnamesi, Osmanlı Devleti’nin tarihi eserlerin korunmasıyla ilgili çıkarmış olduğu son düzenlemedir.” (s.108)

Neyse, ifade bozuklukları, anlam bulanıklıkları listesine devam edelim: 

“Fakat Dethier 1874 tarihinde hazırlanmış olan Nizamname’de ise farklı kıstaslar getirilmiştir.” (s.108)

“…sadece resim ve alçılarını almalarına yönelik değişikliğe gidilmeye çalışılmış olsa uygulamada etkili olmamıştır.” (s.108)

“…dolaylı veya doğrudan olarak tahrib edilmesine sebep olacak…” (s.109)

“…kendi mülkünde kazı yapılmasına izin vermeyen vatandaşın Maarif Nezareti tarafından kamulaştırılması ile alakalıdır” (s.109).

Ulu önderin 19.02.1931 tarihinde yapmış olduğu Konya gezisi esnasında tarihi alanlara ve binalara karşı umarsamaz davranılmasına karşı çok büyük bir tepki göstermiştir.” (s.110)

Bazı cümleler yarıda kalmış; “kopyala yapıştır”ın azizlikleri olsa gerek: 

“Bu uyarı bu alanda daha titiz ve özverili çalışılmasının önünü açmıştır. Atatürk telgrafında (Madran, 2013: 14). Telgraftan sonra konuyla alakalı bir komisyon oluşturulmuştur.” (s.110)

“…bilinçsiz yöneticiler tarafından yapılan yanlış eylem planları ve kararlar doğrultusunda tahribata uğradığı gerçeğini üzüntü ile karşılafığını karşıladığı (Madran, 2002a: 117).” (s.113)

“Ancak 1933 yılında Ankara Tarihi Roma Hamamı, Ahlatlıbel ve 1935’te Alişar, Alacahöyük ile Boğazköy bilimsel çalışmalar ve arkeolojik kazılarıyla fon bulmak için çalışılmıştır.” (s.110)

Türkçede “uzman insanlar” değil, “uzman kişiler” biçiminde bir kullanım vardır: 

“ Ayrıca halkevlerinde konuyla ilgili uzman insanların bilgi vermesi…” (s.110) 

“H. Jansen tarafından hazırlanmış olan ilk manalı ve ayrıntılı hazırlık “Ankara İmar Planı”nı olmuştur.” (s.111)

“1937’de kale ve çevresi “Protokol Alanı” olarak düzenlenerek muhafaza edilmesi yönünde karar verilmiştir. Bunun yanında raporda kenti korumasına yönelik ek bilgiler verilmiştir (Tunçer, 2013: 18)” (s.111)

“…eski kentin orijinal halinin muhafaza edilerek gelecek kuşaklar için orijinal haliyle korunmasıdır. Ayrıca raporda belirtilen bu husus ciddi bir görev olarak belirtilerek olabilecek zararlı herhangi bir durumdan şehir konuma gerekliliği vurgulanmıştır.” (s.111)

“Ona göre; özellikle henüz arkeolojik kazıları yapılmamış olan eski eserlerin bulunduğu varsayılan alanların belirlenmesi ve bu bölgelerin etrafının yeşillendirilmesi belirtmiştir. Bununla birlikte il için yeni yapılması düşünülen binaların koruma bölgeleriyle uyum olacak şekilde tasarlanmasını…” (s.111)

“Neredeyse hepsinin vermiş olduğu ortak fikrin sonucunda eski kentlere önem verilmesi, anıtların muhafaza edilmesi ve yeni modern kentin eskiyi tahrip etmeden yapılmasına yönelik olmuştur (Kaderli, 2014: 32; Dinçer, 2012: 230).” (s.112)

Türkçede “karar belirlenmez”, “alınır”:

“Akabinde İstanbul’un farklılaşması için bir dizi yenilik ve değişikliklerden oluşan kararlar Prost tarafından belirlenmiştir.” (s.112) 

“1950 yıllarında…” (s.112) [1950’li yıllarda]

“…yönetimlerin de bu hususlarda yapmaya çalışmış olduğu icraatlerin…” (s.112) [icraat zaten çoğuldur]

“Uzun yıllar boyunca büyük savaşlara maruz kalarak çoğu zaman yıkılmış ve yakılmış bir Anadolu’nun tekrar canlanması adına imar projelerinin öncelikli görülmesi pek de doğru değildir. Bu dönemde çok sayıda yönetici benzer imari tavırlar göstermiştir. Fakat bu dönemdeki en büyük sorunlardan biri şehirlerde bilinçli olarak yahut bilinç bir şekilde tarihi anıt eserlere verilen zararlar olmuştur (Baykal, 2010: 489; Binan, 1999: 44)” (s.113)

“Seçilen üyelerin çoğu üniversite hoca olan kişilerden oluşmuştur.” (s.113)

“Fakat kurulun görevine 1983 yılında 2863 sayılı kanunla sona ermiştir.” (s.113)

“Kurulun görevinin sonlandırılmasının sebebi ise üyelerin…  ayıramamalarından kaynaklanan zaman problemi neden olmuştur.” (s.113)

“GEEAYK (Gayrimenkul Eski Eserler ile Anıtlar Yüksek Kurulu), yasalar yolu ile oluşturulmuş, kendi prensiplerine uygun kurallar koyan ve uygulayan ilk olmuştur.” (s.113)

“…kalabalık sebebiyle tarihi alanlara yakın yerlere imalatlar yapılmış…” (114)

“1980 yılı sonrasındaki dönemde…” (s.114)

“AYK’nın görev süresi sonlandıktan sonra boşluğu doldurmak için yerine ‘Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu’ ile ‘Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulları’ oluşturularak getirilmiştir.” (s.114)

“Bir şehrin birbiri ile bağlantılı olsun ya da olmasın gelişim ve dönüşümlerini değişik kurumlar takip edilebilmeli ve yönlendirmelerde bulunabilinmelidir. Bu sebeple devlet erkanında “Çevre Bakanlığı, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı, Belediyeler, Arsa Ofisi, Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Orman Bakanlığı,” gibi kurumlar farklı görüşlere sahip olsalar dahi kurularak bir sistem oluşturmaya çalışmaktadırlar (Dinçer ve Akın, 1994: 128).” (s.116)

“Ancak bu kadar çok yetkili makamın olması beraberinde de yetki karmaşıklığının oluşmasına neden olmaktadır.” (s.116) [karmaşası]

“Yine bu yetki karmaşıklığı sebebiyle 2863 sayılı KTVKK’nın 10 Maddesinde “kültürel değerlerin korunması” konusunda “Kültür Bakanlığı”nı yetkili kurum şeklinde ataması olmuştur.” (s.116)

“Kültür bakanlığı ilk defa 1971 yılında müstakil bir bakanlık vasfıyla örgütlenme çalışmaları başlatılmıştır.” (s.117)

“Her ülke, sınırları içerisinde yaşayan halkının geçmişe dönük belleğini diri tutumak, ulusal değerlerin her zaman sahip çıkılmasına yönelik girişimlerde bulunmaktadır.” (s.118)

“4848 sayılı yasanın 2 maddesinde ise Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın görevleri tanımlanmıştır.” (s.118) [2’nin yanına nokta koymadığı için, anlam bütünüyle farklılaşıyor]

Bazı yerlerde kopyala-yapıştırların kat izleri o kadar belli oluyor ki; aynı anlamı taşıyan cümlenin tekrarını okuyorsunuz:

“4848 sayılı kanunun 9. Maddesinde tabiat ve kültür varlıklarını koruma ve değerlendirme sorumluluğu Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü, Kültür ve Turizm Bakanlığı,’na verilmiştir. Maddede belirtilen sorumluluk ve görevlerini Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü yürütmektedir.” (s.119) [Söz konusu Genel Müdürlük zaten Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı. Tekrar edilme nedeni, kopyala-yapıştır oluşu.]

“Kültür ve Turizm Bakanlığı teşkilat kanunları veya kanun hükmünde kararnameleri 703 Nolu KHK ile kaldırılmış olduğu halde 1 Nolu Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile adı geçen bakanlıkların teşkilat yapıları düzenlenmiştir (Turan, 2018: 54). 4848 sayılı Kültür ve Turizm Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunu kaldırılmıştır. 1 Nolu Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile teşkilat yapısı düzenlenmiştir.” (s.119) [Tekrarın nedeni, kopyala-yapıştır.]

“Paylaşımcı uygulaması Avrupa müzelerinin de teşvik ettiği bir yöntemdir paylaşımcı bir yasa olarak tanımlanmaktadır.” (s.108) [Tam kopyala yapıştır]

Bazen de kantarın topu harbiden kaçıyor: “Çanakkale Savaşları Gelibolu Tarihi Alan Başkanlığı” konusu ele alınırken, birdenbire, hiç ilgisi yokken, araya Devlet Tiyatroları yasası giriyor. Belli ki, bir yerden alırken, aceleyle o paragraf da kopyalanıp, yapıştırılmış:

“5441 sayılı Devlet Tiyatrosu Kuruluşu Hakkında Kanunu Devlet Tiyatroları Personeli Hakkında Kanunu ile değiştirilmiştir. Değişiklikle birlikte, 4 Nolu Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü’nün görev ve yetkileri ile teşkilat yapısı düzenlenmiş Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın bağlı kuruluşu olmuştur (Turan, 2018: 60).” (s.120)

“Somut Olmayan Türk Kültür Mirası Daire Başkanlığı’nın Görevleri Başkanlığın görevleri, sayma usulü ile belirlenmiş olup…” (s.120)

“…çeşitli bildiri ve bildirilerle sürece dikkat çekilmeye çalışılmıştır.” (s.128)

“Vakıfların fakir, hasta ve özürlülere yönelik çalışmalarının yanı sıra, camiler, kitaplar, okullar, hastaneler, senatörler ve kütüphaneler inşa ettikleri için…” (s.130)

“İlk “Örgütlenme Özgürlüğü” Osmanlı İmparatorluğu'nun I. Meşrutiyet döneminde Birinci Meşrutiyet'te (Kanuni-Esasi) yer almıştır. (1876). Osmanlı İmparatorluğu'nun 2. Meşrutiyet Hükümeti (Meşrutiyet) döneminde (1908-1918), 1909'da “Tescil Yasası” ve Osmanlı İmparatorluğu'nun 2. Meşrutiyet (Meşrutiyet) döneminde (1908- 1918) yürürlüğe girmiştir.” (s.130)

“Bireylerden ve özel işletmelerden özel para ve ayni bağışların teşvik edilmesi…” (s.133)

“Türkiye'de televizyon ve koruma altına alınmış kültürel mirasın tanıtımının nasıl yapıldığı ve koruma altına alındığı programlardır.” (s.134)

“3984 Sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkındaki Kanuna göre cezanın ertelenmesinin cezasının ertelenmesi ilgili program uyarınca yayınını durduran radyo ve televizyon şirketlerinin program yerine yedek program yayınlaması zorunludur. 33. Madde şöyledir: "… yayın durdurulan programı aynı yayın neslinin yerine, her zaman aynı zamanda ve reklamsız, ilgili kamu kurum ve kuruluşları Üst Kurulu tarafından hazırlanan eğitim, kültür, trafik, kadın ve çocuk hakları, gençlerin fiziksel, ahlaki gelişimi, uyuşturucu ve kötü alışkanlıklarla mücadelesi, Türkçe dil programlarının iyi kullanımı ve çevre eğitimi konularında yayınlanmaktadır. RTÜK programları bu amaca uygun olup yayınlanacaktır. Bu programlar arasında Türkiye'nin çoğunluğu kültürel mirası ile ilgilidir (Seaman, 2013: 115)” (s.134) [3984 sayılı yasanın 33. maddesi, Batuhan delikanlının sandığı gibi değildir. Bu da yanlış “kopyala yapıştır”ın kurbanı olmalı.]

“…dünyadaki yüksek öğretim akademisyenleri ve kurumları…” (s.135)

“…özellikle kültürel edebiyat boyutunda…” (s.136)

Rouhi (2017) kültürel miras ve kategorilerini, miras listesine girmek için incelemek ve gerekli özelliklerini ortaya koymaktır.” (s.136)

“Anadolu ve Trakya, üzerinde bugün pek çok insan üzerinde taşıdığı kültürel mirası taşımaktadır.” (s.137)

“Çeşitlilik ve zenginlik, dünyada belki de tek örneği olan Türkiye, bu mirası korumak ve gelecek nesillere aktarmak için belirlenecek politika ve stratejiler için de çok büyük çaba harcanmasını gerektirmektedir.” (s.137)

“1970'lerden bu yana, sürekli çabalar için uluslararası platforma odaklanan ülkemiz, yerini almıştır.” (s.138)

“Kültürel mirasın canlı olarak korunması ve gelecek nesillerin maruz kaldığı "öğrenme ve bilgi edinme hakları", insanın kendini geliştirme hakları, "evrensel temel ve sosyal hakların yerine getirilmesi açısından önemi ifade edilmektedir.” (s.139)

“Kültürel ve doğal mirası koruma anlayışı ülkemizde yerleşmiş, zengin bir kültürel mirasa ve doğal varlıklara da sahiptir. Türkiye'de olduğu gibi ve anayasal kanunlar, devletin bu konuda görev ve yetkilerine sahiptir (Yıldız, 2010: 627).” (s.139)

“Daha sonra 1983 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu 2863 çıkarılmış; bu değişiklikler kanunda çeşitli tarihlerde yapılmıştır.” (s.139) [1983’teki 2863 sayılı kanun… Hangi değişiklikler? Belli ki, kopyala-yapıştır sırasında, ilgili bölüm kesilmiş ya da araya ilgisiz bir cümle kaçmış.]

“Kanunla ilgili olarak 1987 yılında kanun ve 3386 yılında ise 2004 yılında yapılan kanun değişiklikleri ile 3386 ve 5226 sayılı kanunun son halini şekillendirmiştir.” (s.139)

“Kanun koyucunun kültür ve tabiat varlıkları, mülkiyet hakkının uzun süreli kullanımından doğan hak ve imtiyazlar, mülkiyet hakları, anayasal düzenlemedeki kullanım talimatlarına uygun olarak kamu yararı düşüncesine paralel ve kamu yararına kullanılması Kanun düzenlemenin gerekliliklerinin detaylarını yerine getirme zorunluluğu vardır (Pitman, 2009:13).” (s.140)

“Bazı illerde (İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Antalya vb.) koruma planlama çalışmaları, yerel yönetimler kendi birimlerini oluşturmuş ve halen yapılmaktadır.” (s.141)

“2863 Sayılı Kanun'un 10. maddesi kültürel değerlerin korunmasına ilişkin maddeyi "Kültür Bakanlığı" sorumlu ve yetkili kılmıştır.” (s.141)

“Koruma Kanunu, ağırlıklı olarak kültürel ve doğal değerlerin korunması için Üst Kurul Koruma ve Koruma Kuruluna yükümlülükler getirmektedir. Bu sorumluluğun varlığını doğru tespit edip, oluşturdukları kültür ve uyguladıkları hakları koruma ve uygulama kararları çeşitli boyutları içermektedir (Hunter, 2001). Aslında bu kanunların ilk defa merkezden yerele yayılımı söz konusu ise, merkezde Bakanlık tarafından belirlenen Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu'nun bulunduğu bölgede Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıkları Alan Komiteleri kurulacak. bulunan yansıma biçimidir (Özdemir, 2005:25).” (s.141)

“2863 sayılı yasada, kentsel çevrede koruma faaliyetlerinin kapsamı tek yapı ölçeğine, genişletilmiş, 3386 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yasası'nda tek yapı ile nesnelerin ayrıntılı tanımları yer almaktadır. Ancak planlı bir sit alanı kentsel ölçekte korunacak, bu planda da vurgulanan “Koruma İmar Planı” olacağı ifade edildi. Kanunun 6. Maddesi ve buna bağlı olarak 8. Maddesi ile ölçekteki tek yapı eserlerin korunmasını kapsarken, 6. Maddesi ile 17. Maddesi ve çözümü ile alan ile ilgili konulara da yer verilmiştir. Bu kanun, günümüzde ülkemiz ile bağlantılı bir kentsel sit alanı koruma ve uygulama çalışmaları, Kültür Bakanlığı Koruma Kurulu, yerel yönetimler, plancılar veya planlama grupları ve kişilerin birbirleriyle doğrudan veya dolaylı ilişkileridir (Gürpınar, 2000: 119).” (s.142)

“Ancak Koruma Kurulları tarafından mimari, tarihi, estetik, arkeolojik ve diğer önemli terim ve özellikler bulunamadığı için mülkiyetin korunması kapsamında alınan gerekli kararlar, kültür varlıklarının korunması gerekli görülmez.” (s.143)

“Kanun koyucular, kültür varlıkları olarak tescil ettirmiş oldukları yapı ile birinci grup tabiî veya ören yeri ilan edilmiş arazinin her türlü vergi, resim ve harçlardan muaf tutulacağı, hüküm bağlanacağı, ayrıca, korunması amaçlanarak yapılacak, yapılacaktır.” (s.143)

“Kültür ve tabiat varlığı olarak tescil edilmiş taşınmazların koruma uygulamaları, teknik uzmanlık gerektiren daha yüksek uygulamaların mali külfetidir.” (s.144)

“Kültür ve tabiat varlıkları gibi taşınmazların ilan/tescilinin kanun dışında kullanılmış olması ve istisnalar halinde tanınan muafiyetin kamu yararına kanuna uygun olarak uygulanması gerektiği ile paralel olarak yaptırımlar düzenlenmiştir.” (s.144)

“Bir kanun koyucu olarak taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının korunmasına, "Oturma alanları, kültür varlıklarının korunması ve bunların korunması gereken alanlarda onaylanan plan ve projelerin dışında yapılan başvuru veya yapılan koruma ile ilgili konularda ilçe kurullarının sorumlu tutulmasına yol açmıştır. plan ve proje düzenleme ve uygulama sorumluluğuna beş yıl süreyle yasaklanmaktadır. (s.144)

“ÇATAB, çok yönlü amaçlar doğrultusunda kurulmuştur. Bunlardan biri de Çanakkale Savaşları'nın yaşanmış olduğu alanlarda açık hava müzeleri oluşturularak tarihin hatırlanması mümkün kılınmıştır.” (s.145)

“Çanakkale Savaşları Gelibolu Tarihî Alan Başkanlığı kurulmasına yönelik olarak, 6546 sayılı ÇATAB Kanun, 2014 yılında Başkan Vekilinin atanması ve 2015 yılında geçici personel görevlendirilmesi ile çalışmalarına başlamıştır (ÇATAB, 2016).” (s.145)

“Buradaki en büyük temenni bu düşüncenin sistemli bir şekilde yürütülmesi, alınan sonuçlar ile hedefler içinde istenen uyumun daha hızlı ve yüksek ölçüde temin edilmesi amaçlanmaktadır (ÇATAB, 2019).” (s.146)

“Bu alanın korunması ve değerlerin yaşatılması, gelecek kuşaklara sürdürülebilir bir şekilde ulaşması adına bölgenin doğal değerleri geleceğe tüm dünyanın tanıklık etmeye devam etmesi için gazi köyleriyle beraber korumak, geliştirmek Alan'ı bir açık hava müzesine dönüştürme önemli bir amaçtır.” (s.146)

“ÇATAB, Haziran 2014 yılında…” (s.146)

“Bu kurumun kurulması günümüze kadar Çanakkale Şavaşları’nın geçmişten günümüze milletimizde ve diğer milletlerde bırakmış olduğu izleri ve hala devam etmekte olan etkilerinin gelecek nesillere doğru ve bağlantılı bir şekilde aktarılması adına Tarihi Alan’a önem verilmiştir (ÇATAB, 2016).” (s.146)

“…mütevazi…” (s.150)

“1973’e gelindiğinde Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı ilanı anıtlar ile alakalı çalışmalarda başka gelişmelerin vesile olmuştur (Dağdaş, 2001).” (s.150)

“Tarihler 2005 yılına gelindiğinde…” (s.150)

“ÇATAB’tan sonrasıki dönem içinde de çevre analizinin ele alınması büyük önem taşımaya devam etmektedir.” (s.152)

“…haliyle de Türkiye’ye millî varlığı idame etmek ve korumak ve açısından mühim ipuçları vermektedir.” (s.152)

“…ekonomik kalkınma seviyesi refah olan ülkelerdeki turistlerin bölgeye ilgi duyması ve gelmesi sağlanacaktır.” (s.153)

“Kapadokya Alanı içerisinde turizm hedefli sportif aktivitede bulunmak isteyen turizm işletmeleri kapsamında aranacak nitelikler belirlenecektir. Böylece, antiyasalyasal aktivitelere engel olunacaktır.” (s.153)

“1982 yılına gelindiğinde Turizmi Teşvik Kanunu’nun (TTK) yürürlüğe girmiştir. Bu kanunla bölge adına daha önce turizm açısından başlatılmış olan kararlar verilmeye devam etmiştir. 2863 sayılı KTVKK (1983) ile 2873 sayılı Milli Parklar Kanunu’nun yürürlüğe girmiştir.” (s.158)

“Alanda içerisinde bulunan doğal sit sınırlarında…” (s.159)

“ÇDP ile alakalı yeniden inceleme çalışmalarının 1988 yılında başlatılmıştır.” (s.160)

“Bu toplantılardan birincisi, Ekim 1988 tarihinde bölgenin özel bir statü ile korunması düşüncesi yeniden gündeme getirilmiştir.” (s.160)

“Raporda bahsi geçen örgütün, uygulama ve planlamayı denetleme yetkilerine ve özel bir fonla finansman kaynaklarının olması;… katılımlı bir karar kapsamına sahip olacak yönde örgütlenmesi vurgulanmıştır (T.C. Turizm Bakanlığı ve UNDP, 1990).” (s.160)

“Koruma Kurulu’nun da bölgede içersinde yer alan sit alanları üzerinde…” (s.160)

“Ancak buna rağmen, o dönemin koruma yaklaşımı hususunda, Türkiye’deki alan yönetimi anlayışının ele alınma şeklinin oldukça iyi şekilde temsil etmektedir (Şakar, 2021: 14).” (s.161)

“Alanda içerisindeki bölge halkının somut ve soyut kültürel mirasın korunması ve değei hususunda bilinçlendirilmesi sağlanacaktır.” (s.162)

“…fenomenoloji bir grubun ortak tecrübelerini odaklanırken…” (s.171)

“Etnografi çalışmalarında ortak bir kültürel alan içerisinde bulunan bireylerin değer, davranış, inanç ve diline dair tanımlama ve yorumlamaya dayalı yaklaşım iken;…” (s.171)

“Bu kapsamda araştırma için nitel araştırma metodolojisinin fenomenolojik yaklaşım çerçevesinde değerlendirilmektedir.” (s.171)

“Bu veriler konunun incelendiğinde alan olan evrenin kendi içerisinde gizlidir.” (s.172)

“Buna örneklemeye göre araştırmanın problemiyle ilgili olarak evrende yer alan benzeşik bir alt grubu ya da oldukça özelleşmiş bir durumu içerebilir (Strauss ve Corbin, 2014).” (s.172)

Burada keselim; inanılır ve dayanılır gibi değil. Hemen her sayfası yazım yanlışları, ifade bozuklukları, anlam boşlukları ile dolu olan bu tez, nasıl olur da beş kişilik jürinin onayından geçer? Batuhan delikanlı dahil hiç kimse bu tezi okumamış. Ama “Dr.” unvanı verilmiş. HBV Üniversitesi’ne dikkat; DOB’a musallat olan ekibin üç önemli üyesi bu kurum ile ilişkili: Koruk Naci, Batuhan delikanlı ve Arzu kız.

Yeni Türkiye neye mi benziyor?

Ancak Perşembe Pazarı’nda hırdavatçı olabilecekken, Kültür Bakanlığı’nda “Dr. Bakan Yardımcısı” olan Batuhan delikanlıya. 

Bu durumda, CSO’ya İbrahim Erkal ve diğer arabeskçilere albüm yapmayı önermesi, bizde balenin 500 yıllık geçmişi olduğunu, Osmanlı’da köklü bir opera sanatı bulunduğunu, aryanın Türkçesine gazel dendiğini öne sürmesi şaşırtıcı sayılabilir mi?

Ya DOB’un ona bağlanması?

Haftaya: Türkiye Yüzyılı'nın DOB yönetimi (7)

                                                                 /././

(soL-Kültür)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Yayın

EKONOMİ -1 Ocak 2025-

  Para politikası çapası ve enflasyonu düşürme programı -Ercan Uygur/T24- Enflasyon şampiyonu Arjantin şampiyonluğu Türkiye’ye bırakabilir. ...