Kısmi uygulanıyor ya da kaldırıldı(III): Elektronik oylama hangi ülkelerde var?-Füsun Sarp Nebil-
Elektronik oylama ilk etapta, çok avantajlı olarak düşünülse de en büyük endişenin hile ve siber saldırı olduğu anlaşılıyor. Bazı ülkeler erişilebilirliği ve verimliliği artırmak için e-oylamayı benimserken, diğerleri güvenlik ve şeffaflığı sağlamadaki zorluklar nedeniyle geleneksel yöntemlere geri dönmüştür
Bu dosyamızın ilk 2 bölümünde elektronik oylama sistemlerinin ne olduğuna, nasıl çalıştığına ve pazarda hangi elektronik oylama makina markaları olduğuna baktık. Bu bölümde ise, hangi ülkelerde elektronik oylama tam ya da kısmi uygulanıyor ve hangi ülkelerde kaldırılmış, ona bakacağız.
Yarınki bölümde ise, çeşitli ülkelerde yaşanmış önemli elektronik oylama sorunlarına göz atacağız.
Elektronik oylama (e-oylama), oy verme istasyonlarındaki elektronik oylama makineleri (EVM'ler) ve internet tabanlı oylama sistemleri dahil olmak üzere çeşitli teknolojileri kapsar. Ocak 2025 itibarıyla bakarsak, e-oylamayı farklı şekillerde kullanan ülkeler şöyle sıralanıyor;
Ulusal düzeyde elektronik oylamaya sahip ülkeler
Brezilya: Brezilya, 1996'dan beri ülke çapında elektronik oylama makineleri kullanıyor. Elektronik oylama sisteminin güvenliği konusunda hâlâ bazı endişeler dile getiriliyor. Ancak seçimlerde hile yapıldığına dair bir vaka ortaya çıkarılmadı. Bir sorun şu; seçim görevlileri, izinleri olmadan seçmenlerin yerine gıyabi oy kullanabilirler. Bunu önlemek için görevli olarak halktan rastgele seçilen birden fazla çalışan kullanılıyor. Son zamanlarda, seçmen biyometrik tanımlaması zorunlu hale getirildi.
Estonya: İnternet üzerinden oylamada öncü olan Estonya, vatandaşların ulusal seçimlerde çevrimiçi oy kullanmalarına olanak tanıyan i-Oylamayı 2005'te başlattı. Estonya'nın toplam nüfusunun sadece 1,4 milyon olduğunu not ederken, 2005-2019 arası seçim sonuçları üzerinde yapılan yeni bir araştırma halkın e-oylamaya güven duymadığını gösteriyor. Aşağıdaki şemadan da halkın düşüncelerini görebilirsiniz. Yıllardır uygulaması övülen ve devlet işlemleri tamamen dijital olan Estonya’da, yakında e-oylama kaldırılabilir.
Hindistan: 1982'den beri elektronik oylama makinelerini kullanan Hindistan hem ulusal hem de bölgesel seçimlerde EVM'leri yoğun bir şekilde kullanmaktadır. Eleştiriler yüksektir.
Filipinler: 2010'dan beri hem ulusal hem de yerel seçimler için elektronik oylama sistemlerini kullanmaktadır. Ancak sistem şu anda teknik sorunlar ve şeffaflık endişeleri nedeniyle gözden geçirilmektedir. Smartmatic firmasının başkanı ve iki yöneticisi, ABD’de, Filipinler’deki eski üst düzey seçim görevlisine rüşvet verdikleri iddiasıyla federal yetkililer tarafından 2024 ağustosunda suçlandılar ve süreç devam ediyor.
Venezuela: Venezuela, 1998'den beri ulusal seçimler için elektronik oylama sistemleri kullanıyor. Son seçimler şeffaflık ve siber saldırı iddiaları nedeniyle incelemeye tabi tutuldu.
Kısmi veya bölgesel elektronik oylama olan ülkeler
Bazı ülkeler, elektronik oylama sistemlerinin sınırlı veya bölgesel kullanımını tercih ediyor. Bunun nedenleri arasında maliyet, bazı bölgelerde demografinin uygun olması ya da seçim merkezlerine ulaşmakta sorun yaşayan uzak kırsal bölgelerdeki ya da engelli seçmenler olması nedeniyle kullanabiliyor. Örnek verelim;
Belçika: 1999'dan beri hem ulusal hem de belediye seçimleri için belirli bölgelerde elektronik oylama kullanıyor. Ancak bazı sorunlardan bahsediliyor.
Bulgaristan: 2021'de elektronik oylamayı tanıttı ve 300'den fazla kayıtlı seçmenin olduğu oy verme istasyonlarında bunu zorunlu hale getirirken yedek olarak kâğıt oy pusulalarını korudu. Ama yine de eleştiriler yüksek.
Amerika Birleşik Devletleri: Eyalet ve bölgeye göre değişen elektronik ve kağıt tabanlı oylama sistemlerinin bir karışımını kullanıyor. Bazı eyaletler elektronik oylama makineleri kullanırken, diğerleri güvenlik endişeleri nedeniyle kâğıt oy pusulalarına geri döndü. Pek çok olay var. Yarın bir kısmından bahsedeceğiz.
Avustralya: Engelli seçmenlere yardımcı olmak için belirli yargı bölgelerinde elektronik oylama seçenekleri sunuyor. Örneğin, 2007 federal seçimleri sırasında, görme engelli ve az gören kişiler için elektronik oylama olanağı sağlandı.
Nüfusun bir kısmı için internet üzerinden oylama olan ülkeler
Fransa: Yasama ve konsolosluk seçimleri sırasında yurtdışında yaşayan vatandaşlar için internet üzerinden oylamaya izin veriyor, ancak başkanlık veya Avrupa Parlamentosu seçimleri için izin vermiyor.
İsviçre: 2014'ten beri belirli kantonlardaki gurbetçiler için internet üzerinden oylama seçenekleri sunuyor.
Elektronik oylamayı durduran veya sınırlandıran ülkeler
Almanya: 2005'te elektronik oylamayı denedi, ancak Federal Anayasa Mahkemesi şeffaflık endişeleri nedeniyle 2009'da bunu anayasaya aykırı buldu.
Hollanda: 1990'larda elektronik oylamayı kullandı ancak güvenlik ve güvenilirlik sorunları nedeniyle 2007'de uygulamayı sonlandırdı.
İrlanda: 2002'de elektronik oylama sistemini tanıttı ancak kamuoyunun endişeleri ve teknik sorunlar nedeniyle 2010'da sistemi kaldırdı.
Norveç: İnternet tabanlı elektronik oylama için gerçekleştirilen bir pilot proje, gizlilik ve seçim güvenliği konusunda endişe duyan vatandaşlardan önemli bir dirençle karşılaştı ve 2014 yılında elektronik oylama terkedildi. Norveç geleneksel kâğıt tabanlı oylamaya geri döndü.
Finlandiya: Yerel seçimde denendi. Oylama hataları meydana geldi ve bu da oy kaybına yol açtı. Hatalar, kamuoyunun sisteme olan güvenini zedeledi. 2008'de terkedildi. Finlandiya manuel oylama yöntemlerini kullanmaya devam ediyor.
İngiltere: Elektronik oylama denemeleri sırasında, hile ve teknik sorun iddiaları ortaya çıktı. Hükümet, geleneksel oylama yöntemlerinin maliyet açısından daha uygun olduğuna karar verdi. 2007'de elektronik oylamadan vazgeçildi. İngiltere kâğıt oy pusulaları kullanıyor.
Paraguay: Elektronik oylama sistemlerindeki olası güvenlik açıklarına dair raporlar nedeniyle 2010'da terkedildi. Sistemin işletimi, elektronik sistemlerin bakımı ülke için çok pahalı olarak görüldü. Paraguay kâğıt oy pusulalarına geri döndü.
Sonuç olarak, elektronik oylama ilk etapta, çok avantajlı olarak düşünülse de en büyük endişenin hile ve siber saldırı olduğu anlaşılıyor. Bütün bu ülkelerde görülen örnekler de buna işaret ediyor. Bazı ülkeler erişilebilirliği ve verimliliği artırmak için e-oylamayı benimserken, diğerleri güvenlik ve şeffaflığı sağlamadaki zorluklar nedeniyle geleneksel yöntemlere geri dönmüştür.
Yarın elektronik seçimlerde sorun yaşayan ülkelere ve yaşadıkları sorun cinslerine bakacağız.
/././
10 Ekim katliamının sorumluları Suriye’den talep edildi mi?-Gökçer Tahincioğlu-
HTŞ yönetimi ile MİT Başkanı da Dışişleri Bakanı da Şam’a giderek görüştü. Türkiye’nin bir dediğini iki etmeyecekleri ortada. Peki Türkiye, cumhuriyet tarihindeki en büyük terör eyleminin sorumlularını yeni yönetimden istedi mi?
Suriye’de uzun yıllar süren iç savaşın ardından Esad rejimi devrildi, ABD dahil dünya medyasının şimdilerde “demokrat” olarak sunmaya çalıştığı HTŞ, lideri ve HTŞ öncülüğündeki grupların iktidarı dönemi başladı.
Acı günlerin geride kaldığı söyleniyor şimdi.
Suriye’de Esad dönemine ait oluğu belirtilen katliamların izi sürülüyor.
Cezaevlerinin kapıları açılıyor, buralarda insanlık suçlarının işlendiği belirtilerek, Türkiye’den toplu mezarların bulunması için destek talep ediliyor.
Yapılmalı elbette, bütün insan hakları ihlalleri, katliamlar açığa çıkartılmalı, eksiksiz biçimde sorumluları bulunup hesap sorulmalı.
* * *
Ancak herhalde katliam ayrımı yapılmıyordur bütün bu “insan hakları” duyarlılığı gösterilirken…
“Benimkiler suçlu değil, tek suçlu onlarınkiler” denilmiyordur!
Herhalde insanlığa karşı suç işleyen ve Suriye’deki savaşı arkasına gizlenen kim varsa hepsinin bulunup cezalandırılması için çaba gösteriliyordur.
* * *
İç savaş sırasında işlenen suçlar Suriye ile sınırlı değil.
Suriye’de başta IŞİD olmak üzere faaliyet gösteren çok sayıda örgütün gerçekleştirdiği katliamlar var. Bunların bir bölümü Suriye’nin dışında, bir bölümü Türkiye’de yapılan eylemler.
Suriye’de Türkiye sınırından kaçırılan iki askerin katledilme görüntüleri akıllarda. Doğru mu değil mi diye yıllarca tartışılan bu görüntülerde yer alan IŞİD mensuplarının bulunması mümkün mü, Suriye’deki yeni yönetimden bununla ilgili bir talep olacak mı, merak konusu misal?
* * *
Ve bir de Türkiye Cumhuriyeti’ndeki en çok can kaybının yaşadığı terör eylemi var.
IŞİD mensubu iki canlı bomba, Ankara Gar Meydanı’nda tam 104 kişinin ölümüne, yüzlerce kişinin yaralanmasına neden oldular.
Devletimize göre herhangi bir ihmal yokmuş, bütün güvenlik önlemleri alınmasına rağmen iki canlı bomba onlarca kişiyi öldürebilmiş… Bunu da not etmiş olalım.
Buna rağmen, yine devletimize göre, bütün güvenlik önlemlerine rağmen “kusursuz” bir planla gerçekleştirilen katliamın sorumluları belli.
Bunların bir bölümünün yargılaması tamamlandı.
Ancak bir bölümü ile ilgili dosya açık, zira firariler.
* * *
Firari denilmesine bakmayın. Hukuken firari durumdalar. Ancak öyle ustalıkla kaçmış, kaçmayı profesyonelce gerçekleştirmiş falan değiller.
Her ne kadar yargı, “sorumlu” isimleri bulamamış olsa da firari IŞİD’liler, göz göre göre kaçmış kişiler.
Türkiye Emiri olarak adlandırılan İlhami Balı misal… Konya’da hastaneye bile gittiği açığa çıktı. Sınırın Türkiye tarafına defalarca geçmiş olduğu telefon kayıtlarında var. Nedense herhangi bir operasyona uğramadı.
Ahmet Güneş mesela… Yol kontrolünde yakalanmasına, telefonundan Suriye’de katıldığı katliamın görüntülerinin çıkmasına rağmen serbest bırakıldı.
Serbest bırakılan diğer bazı IŞİD’liler Gaziantep’te cinayetlere imza attı.
* * *
10 Ekim Gar Katliamı davası, firari sanıklar yönünden sürüyor.
Bu davanın firari 16 sanığından 12’si, İçişleri Bakanlığı’nın terörden arananlar listesinde bulunuyor. Farklı kategorilerde bulunan bu isimlerin yakalanmasını sağlayanlara ödül verileceği bakanlık sayfasında yer alıyor.
Bu isimlerin nerede ne yaptıklarına dair çok ayrıntılı bilgi yok.
Bir dönem Emniyet Genel Müdürlüğü Terörle Mücadele Daire Başkanlığı’ndan mahkemeye bir yazı gönderildi.
“Gizli” ibareli bu yazıda, IŞİD’in Türkiye emiri İlhami Balı’nın Suriye'de esir kampında bulunduğu, yine firari sanıklar Cebrail Kaya, Mustafa Delibaşlar ve eşi Fadile Delibaşlar’ın da esir kampında tutulduğu belirtildi. IŞİD'in Türkiye ve Suriye sınır sorumlusu Deniz Büyükçelebi’nin ise Suriye’de çatışma bölgelerine gittiği ancak bir daha Türkiye’ye dönüş yapmadığı bilgisi paylaşıldı.
Bundan ibaret…
* * *
Emniyet İstihbarat Dairesi’ne de bilgi soruldu.
Daire Başkanlığı kanuna göre istihbari bilgilerin adli ve idari soruşturmalarda delil olarak kullanılamayacağını öne sürerek mahkemeye “Talep edilen bilgi ve belgelerin adli ve/veya idari bir soruşturmada kullanılacağı değerlendirildiğinden söz konusu bilgi ve belge taleplerinin karşılanması mümkün olmamaktadır” yanıtını verdi.
Sağlıklı bilgi almak mümkün olmadı.
Esad rejimi varken ülkenin bir bölümü farklı farklı güçlerin elindeydi.
Şimdi ise yeni yönetimin PYD ile de iyi ilişkileri var.
Ülkenin geri kalanına hakimler…
Cezaevlerinde, esir kamplarında kim var, kim yok hepsini bulmaları mümkün.
* * *
10 Ekim Gar Katliamı’nın firari sanıkları Ahmet Güneş, Bayram Yıldız, Cebrail Kaya, Deniz Büyükçelebi, Edremit Türe, Hasan Hüseyin Uğur, İlhami Balı, Kasım Dere, Kenan Kutval, Muhammet Zana Alkan, Mustafa Delibaşlar, Nusret Yılmaz, Ömer Deniz Dündar, Savaş Yıldız, Walentina Slobodjanyuk, Yakup Selağzı…
Bu isimlerinden hangileri hayatta, hayatta olanlar nerede bilinmiyor.
En azından davanın tarafı avukatların bilme şansı yok.
Ancak Türkiye’nin var.
HTŞ yönetimi ile MİT Başkanı da Dışişleri Bakanı da Şam’a giderek görüştü.
Türkiye’nin bir dediğini iki etmeyecekleri ortada.
Peki Türkiye, cumhuriyet tarihindeki en büyük terör eyleminin sorumlularını yeni yönetimden istedi mi?
Şam’daki cezaevinin çevresinde toplu mezar bulmak için ekip gönderebilen Türkiye, Ankara’nın göbeğinde gerçekleştirilen katliamın sorumlularının bulunarak kendisine teslim edilmelerini de talep etti mi?
Bu kadar insan hakkı hassasiyeti varken yapılmış olmalı.
Türkiye, terörle ilgili bu kadar yüksek sesle konuşuyorsa, bu teröristleri de talep etmiştir mutlaka!
O zaman bekleyip hangilerinin yakalanacağını, Türkiye’ye getirileceğini görelim.
İnsan hakları herkes için…
Madem terörün “sana göre bana göresi” olmaz, herhalde gereken adımlar atılacaktır!
/././
İlk duruşmada karar çıktı: 6 yaşındaki Şirin'in katiline ağırlaştırılmış müebbet
Eskişehir'de 5 kişiyi bıçakla yaralamıştı; maskeli, kasklı saldırgan için istenen ceza belli olduEskişehir'de kask, kar maskesi ve koruyucu şeffaf gözlük takarak çay bahçesindeki 5 kişiyi cep telefonundan yaptığı canlı yayın sırasında bıçakla yaralayan sanık hakkında "tasarlayarak öldürmeye teşebbüsten" 100 yıla ve "halk arasında korku ve panik yaratmak amacıyla tehdit" suçundan 8 yıla kadar hapis cezası istemiyle hazırlanan iddianame, mahkemece kabul edildi.(https://t24.com.tr/haber/eskisehir-de-5-kisiyi-bicakla-yaralamisti-maskeli-kaskli-saldirgan-icin-istenen-ceza-belli-oldu,1208784)
Şarkıcı Edip Akbayram (75), düşme sonucu geçirdiği kaza sonrasında hastaneye kaldırıldı. Yoğun bakımda tedavisine devam edilen Akbayram'ın sağlık durumunun ciddiyetini koruduğu öğrenildi. Edip Akbayram, geçtiğimiz hafta geçirdiği zatürre nedeniyle bir süre hastanede kaldı. Önceki gün taburcu olan Akbayram, bu sabah evinde düştükten sonra geçirdiği iç kanama nedeniyle Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi'ne getirildi. Yoğun bakıma alınan Akbayram'ın tedavisine devam ediliyor. Sağlık durumu ciddiyetini koruyan Akbayram'ın eşi Ayten ve kızı Türkü Akbayram'ın hastanedeki bekleyişi sürüyor.
***
Uraloğlu'ndan "gençlere sosyal medya kısıtlaması"na dair açıklama: 16 yaşın altındakileri genel anlamda kısıtlayalım noktasındayız
Bir sorun olarak Kürtler ve Türkler, bir çözüm olarak felaketler -Mine Söğüt-
Karşınızda yine kimsenin samimi olmadığı, kimsenin gerçekleri telaffuz etmediği, herkesin her şeyi bildiği, gördüğü ama adlı adınca söylemediği, politik önceliklerin politik rezillikleri gölgelediği bir süreç var
İnsan birbiri için sorun teşkil eden sayısız halktan oluşmuş zincirleme bir geçmişin kadim rotasını bambaşka bir yöne çevirmeye hiç heveslenmeyen bir zihnin mirasçısı.
Kimlikler bahanesiyle böle böle bir türlü paylaşamadığı bir dünyada, fi tarihinde dikilmiş bir mülkiyet putunun etrafında savaş dansları yapmayı marifet sanıyor ve “adilce paylaşmak” neydi artık hiç umursamıyor.
Üzerinde tepiştiği bu dünya çok büyük ama o bir türlü sığamıyor.
Sorunları yaratıp yaratıp, sonra tarif ederken gösterdiği bonkörlüğü, iş o sorunları çözmeye gelince aynı hevesle yapmıyor.
Ve kendisine şu soruyu hiç sormuyor.
“Benim mutlak savaşı alan aklım, mutlak barışı neden bir türlü almıyor?”
Herkes aslında biliyor;
Olayın tüm aktörleri senaryoları okudular, rollerini çalıştılar, yönetmenler rejiyi çoktan baştan sona yaptılar. Şaşıracağınız yerler belli. Meraklanacağınız noktalar net. Anlamayacağınız meseleler gibi anlayacağınız meselelerin de altı çizili. Nerede gülecek nerede ağlayacaksınız ne zaman heyecanlanıp ne zaman yılacaksınız neye öfkelenip neye inanacaksınız adım adım hesaplı. Reytinglere göre belki arada bazı oyuncular çıkacak, yerlerine başkaları girecek.
Ya da senaryo beklenmedik şekilde zaman zaman yön değiştirecek.
Ama o hayal ettiğiniz barış bu dünyaya bu şekilde, bu senaryoyla gelmeyecek.
Devletler kurup devletler yıkmakla öğünen, devletleri parmağında oynatıp, devletlerin elinde oyuncak olmak arasında gidip gelen, “Senin devletin benim devletimi döver” diyen, her türlü canlıyı devletten küçük gören, devleti her türlü canlının üzerine süren politik hezeyanların birbirleriyle yaptıkları anlaşmalar da nihayetinde aralarında çıkan anlaşmazlıklar kadar yıkıcı olur.
Kürt ya da Türk olmanız fark etmez.
Oy verdiğiniz partilerle asla oy vermeyeceğiniz partilerin, desteklediğiniz siyasetlerle lanetlediğiniz siyasetlerin ortak bir menfaatte buluşmalarına bahane yaptıkları tek şeyin her zaman savaş ya da barış olmasına kana kana vardığınız şu noktada, milli reflekslerle çalışan gereksiz kaslarınızı güçlendiren ve kalbinizi, aklınızı, mantığınızı zayıflatan bir oyuna daha kendinizi kaptırmak üzeresiniz.
Neyin sürdürülmeye neyin sündürülmeye çalışıldığını ayırt edemediğiniz bir sürecin girdabında varacağınız yerin “barış” olmasını umut etmek için barışın tanımını doğru yapmanız gerekir.
Birbirine güvenmeyen, ancak şartlar dahilinde bir takım durum değişikliklerine giden, bu yeni değişikliklerin sürekliliğinin de birtakım çıkarlara ve güç dengelerine bağlı olduğu sinyalini veren tarafların ağızlarından çıkan barış kelimesine nasıl güvenilir?
Gerçekten barış istendiğine güvenmek için “Biz bugüne kadar neler yaptık öyle. Hiç aklımız yokmuş” diyerek gözyaşları içinde samimiyetle kucaklaşan taraflar görmek gerekmez mi?
Her türlü iktidar sırtını kimlik siyasetine dayamışken…
Irklar, inançlar üzerinden birbirine düşman edilmiş yığınlar değer sandıkları değersizlikler için mütemadiyen birbirlerini boğazlarken...
Siz böyle bir dünyada yaşadığınız gerçeğini gözardı ederek başka neleri de gözardı ettiğinizi düşünmezken…
Önünüze sihir gibi birtakım çabalar çıkarılır ve siz bu çabalara ikna olmakta şifa ararsınız.
Oysa;
Barış isteyen… ama gerçekten barış isteyen taraflar savaşlara son vermek için öncelikle sırtlarındaki tarihsel yüklerden samimi bir bıkkınlık ve gönüllülükle kurtulurlar.
Ve savaşsız bir geleceği inşa etmek için de şiddetin her türlüsünü, legal ya da illegal orduları, sınırlarla şenlendirilmiş haritaları, tepelere diktikleri bayrakları, dev bütçeler ayırdıkları silahları, uzak yakın başka ülkelerin devletleriyle gizli pazarlıkları, ateşi sıcak topraklara göz dikip yaptıkları kar ve zarar hesaplarını utançla ve usulca yere bırakırlar.
Savaşmadan, düşmanlaşmadan “birlikte” var olmanın o zor yolunu sahte el sıkışlarla değil sahici omuz omuza dayanışmalarla ve tüm dünya düzenine kafa tutarak, beklentilere çalım atarak ararlar.
Karşınızda yine kimsenin samimi olmadığı, kimsenin gerçekleri telaffuz etmediği, herkesin her şeyi bildiği, gördüğü ama adlı adınca söylemediği, politik önceliklerin politik rezillikleri gölgelediği bir süreç var.
Eğer bir kez daha böyle bir sürece girmenin yabana atılmaması gereken tedirginliği “barış umudu” adına yabana atılırsa, yine barış değil düşmanlık kazanacak.
Ve bu ülke barışa olan inancı sömüren bir kısır döngüye daha girip, yine Kürdüyle Türküyle savaşlardan savaş beğenmeye razı kılınacak.
/././
Tıp dünyasında şaşkınlık yaratan vaka: Cerrah, hastasından kanser kaptı
1996 yılında bir cerrahın ameliyat esnasında hastasından kanser kaptığı vaka, son dönemde yeniden gündeme gelerek çeşitli sitelerde paylaşılmaya başlandı. Daha önce The New England Journal of Medicine'de rapor edilen olay, son derece nadir görülen durumlardan biri olarak değerlendiriliyor.
Fransa'da gerçekleşen olayda, bir hastanın karın bölgesindeki tümörü almak için operasyon yapan cerrah, hastasına dren yerleştirirken yanlışlıkla sol elini kesti. Durumun fark edilmesiyle yara, acil bir müdahaleyle dezenfekte edilip bandajlandı. 5 ay sonra ise 53 yaşındaki cerrah, elindeki kesilen bölgede küçük bir yumru fark etti.
Yapılan testler sonucunda yumrunun, cerrahın eski hastasındaki kanserle genetik olarak aynı hücrelere sahip, kötü huylu bir tümör olduğu öğrenildi.
Cerrahın elindeki tümör alındıktan sonra, 2 yıl boyunca yapılan taramalarda kanserin yayılmadığı gözlemlendi. Ancak hasta, ameliyattan sonra yaşanan komplikasyonlar nedeniyle hayatını kaybetti.
Son derece nadir görülen bu durumun meydana gelme sebebi olarak, cerrahın vücudunun yabancı dokuları reddetmesi gereken normal bağışıklık tepkisini gösterememesi ve tümör çevresindeki dokuda gerçekleşen yoğun enflamatuar reaksiyona rağmen tümör kitlesinin büyümeye devam etmesi gösteriliyor.
Yapılan araştırmalar, bağışıklık sisteminin kanser hücrelerine karşı etkili bir yanıt veremediği bu tür bulaşmaların, genellikle organ nakli yapılan hastalarda görülebilecek bir durum olduğunu ortaya koyuyor. Olay, tıp dünyasında şaşkınlık yaratan bir vaka olmaya devam ediyor.
Ayşe Ateş'ten, İyi Parti lideri Dervişoğlu'nu tehdit eden Ülkü Ocakları Başkanı'na: Sinan gibi mi yaparsın?
Öldürülen eski Ülkü Ocakları Başkanı Sinan Ateş'in eşi Ayşe Ateş, İyi Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu'nu tehdit eden Ülkü Ocakları Başkanı Ahmet Yiğit Yıldırım'a "Ne yaparsın Ahmet, Sinan gibi mi yaparsın?" dedi.
İYİ Parti Genel Başkanı Dervişoğlu, dün partisinin TBMM’de gerçekeleşen grup toplantısında, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’ye seslenerek “Benim saygım, sana değil oturduğun koltuğadır. Çünkü ben o koltuğun ilk ve gerçek sahibini tanıyorum. Şahsına bu zamana kadar gösterdiğim saygıyı, o koltuğun gerçek sahibine duyduğum vefanın sadakası saymanı da temenni ediyorum. Bu kadarı sana yeter, fazlası da zaten bana yakışmaz. Biz seni topaç gibi kimlerin çevirdiğini biliyoruz" dedi. Dervişoğlu’nıun bu sözleri MHP çevrelerinde tepki toplarken Ülkü Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfı Genel Başkanı Yıldırım, Dervişoğlu’na sosyal medya üzerinden yayınladığı bir video ile cevap verdi. Yıldırım “Biz senin nasıl bir dansözlük yapma heveslisi olduğunu çok iyi biliyoruz. Sen git, tasmanı tutanlara dansözlük yap. Belanı bizden bulma. Bizim değerlerimize, bizim davamıza, bizim liderimize, laf söyleyene, siz haddini bildiririz. Kimse bizim sınırlarımızı ihlal etmeye kalkışmasın" dedi.
Sinan Ateş'in eşi Ayşe Ateş de sosyal medya hesabından Ahmet Yiğit Yıldırım'a şu sözlerle seslendi:
"Marquis de Sade der ki 'Ceza görmemiş ilk suçtan daha cesaret verici bir şey yoktur.'
Sormadan edemeyeceğim: Ne yaparsın Ahmet, Sinan gibi mi yaparsın."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder