T24 "KÖŞEBAŞI" + "GÜNDEM" -8 Ocak 2024-

2025’te maaşlarımızdan ne kadar vergi ödeyeceğiz?-Murat Batı-

Bir işveren, çalışanlarına dönüp de “arkadaşlar size zamlı maaş ödeyeceğim, bu zamlı maaş da brüt asgari ücretin yüzde 50 fazlasıdır” derse aslında yüzde 50 değil yüzde 37 zam yapmış olacak. Bu durumu Cevdet Yılmaz’a anlatmak lazım sanıyorum.

Ücret karşılığı emeğini satan bizler para elimize geçmeden tevkifat namı diğer stopaj denilen bir yöntemle vergi kesilmekte ve işveren tarafından vergi dairesine yatırılmaktadır. Ancak kiminle konuştuysam hekiminden hakimine, öğretmeninden profesörüne hemen hemen herkes çok vergi ödediklerini ve bunun bir an önce çözülmesi gerektiğini belirtti. Haksız da sayılmazlar zira maaşı alırken gelir ve damga vergisi, markette alışveriş yaparken, benzin alırken KDV ve ÖTV, cep telefonu faturası öderken özel iletişim vergisi vs. ödüyoruz yani anlayacağınız her yerde her şeyde çokça vergi ödüyoruz.

Ama tam olarak ne kadar ve nelere vergi ödediğimiz hususunda bilgi eksikliğimiz var. Hatta ödediğimiz vergilerin tutarını ve mahiyetini çoğu zaman bilmiyoruz ki buna mali anestezi adı verilmektedir. Mali anestezi, ekseriyetle maaşlardan kesilen vergiler ile KDV ve ÖTV’de daha sık görülen bir durumdur.

O yüzden önce vergi takozunu, işverene maliyetini ve ücretlerde vergimizin nasıl hesaplandığını anlamaya çalışalım.

Önce vergi takozuna bakalım

Çalışanın, işverene olan maliyetini ölçmek için vergi takozu denilen bir kavram kullanılmaktadır. Vergi takozu, bir çalışanın net ücret hariç SGK, vergi ve diğer maliyetlerinin net ücret dahil tüm maliyete bölümüdür.

Örneğin aşağıda 2025 yılında aylık 40 bin lira yani yıllık 480 bin lira brüt ücret alan bir çalışanın 2025 yılında yıllık mali yük karnesi görülmektedir.

Yukarıdaki tabloda görüldüğü üzere yıllık 480 bin lira brüt ücret alan bir çalışanın işverene yıllık maliyeti 565 bin 200 liradır. İşte bu yıllık maliyetten çalışanın aldığı yıllık net ücret düşülüp kalan tutarı işverenin toplam maliyetine bölersek vergi takozunu bulmuş oluruz.

Ve böylece 2025 yılı için yıllık 480 bin lira brüt ücret alan bir çalışanın vergi takozu oranı yüzde 34,05 olacaktır.

Peki biz ne kadar vergi ödüyoruz?

Maaşlarımızdan ne kadar vergi ödediğimizi bilmek ister misiniz? Sanıyorum cevabınız evet… Ben de öyle tahmin etmiştim. O zaman alternatif ücretlerde ne kadar gelir ve damga vergisi ödediğimize bakalım.

Ancak öncesinde şu hatırlatmayı yapayım; 1 Ocak 2025’ten itibariyle aylık brüt asgari ücret 26.505 lira, net aylık asgari ücret ise 22.104,67 lira; bir diğer hatırlatma ise 1 Ocak 2022 itibariyle asgari ücret, gelir ve damga vergisinden istisna edildi ve asgari ücretten fazla ücret alanların brüt asgari ücrete kadar olan maaşı damga vergisinden net asgari ücrete kadar olan kısmı ise gelir vergisinden istisna edildi.

Aşağıdaki tabloda aylık brüt maaşı asgari ücret alanla 100 bin lira alan arasında farklı maaş alanların maaş karnesini oluşturdum.

Yukarıdaki tabloda görüldüğü üzere 50 bin lira aylık brüt, 37 bin 189 lira net aylığı olan bir ücretli yıllık 63 bin 734 lira gelir ve damga vergisi, 90 bin lira da SGK ve işsizlik payı ödemektedir. Yani yıllık 600 bin lira brüt, yıllık 446 bin 266 lira net maaşı olan biri 90 bin lira SGK ve işsizlik payı ile 63.734 lira gelir ve damga vergisi yani toplamda yıllık 153 bin 734 lira ödemektedir.

Ya da brüt aylığı 100 bin lira olan bir çalışan yıllık 180 bin lira SGK ve işçi işsizlik payı ile yaklaşık 206 bin lira da gelir ve damga vergisi ödemektedir. Yani SGK ve vergi toplamı 386 bin liradır. Bu sadece işçiye düşen pay bu arada.

-Vergi yükü açısından

Ödenen vergiler, yukarıdaki tabloda (e) sütununda gösterilmekte ödenen vergilerin kümülatif matraha (d sütunu) oranı ise (g) sütununda gösterilmektedir.

(g) sütununda yer alan oran, asgari ücret istisnasından dolayı yüksek ücretlerde artmakta düşük ücretlerde düşük kalmaktadır. Örneğin 30 bin lira brüt aylık alan bir çalışanın vergi yükü yüzde 2,8; 40 bin lira aylık brüt maaş alan birinde ise yüzde 8,7 olmaktadır. Bunun nedeni asgari ücrete kadar gelir ve damga vergisi istisnasıdır. Buna mali literatürde gizli artan oranlılık da denilebilir. Özetle maaşı yükselen birinin asgari ücret istisnası tutarının sabit (aynı) olmasından dolayı vergi yükü de artmış olacaktır.

-Cevdet Yılmaz’ın dediği gibi olsaydı ne olacaktı?

Cevdet Yılmaz işverenlerin asgari ücrete bağlı kalmadan daha fazla artış yapabileceğini söylemişti. Ancak yukarıda bahsettiğim durum asgari ücretten fazla ücret verin diyen Cevdet Yılmaz’ın beklentisini de çürütmüş olmaktadır.

Şöyle ki çalışana asgari ücretten yüzde 50 fazla zam yapan yani 26.005 lirayı 39.007 lira yapan bir işveren aslında net ücrete yüzde 50 zam yapmamış olacak. Çünkü çalışanın eline aylık net 30.451 lira geçmiş olacak. Daha basit bir ifadeyle 22.104 lira olan net asgari ücret yüzde 50 artışla 33.156 lira olmayacak yüzde 37,76 artışla 30.451 lira olacak. Aradaki fark ise devlete gidecek.

Özetle bir işveren, çalışanlarına dönüp de “arkadaşlar size zamlı maaş ödeyeceğim, bu zamlı maaş da brüt asgari ücretin yüzde 50 fazlasıdır” derse aslında yüzde 50 değil yüzde 37 zam yapmış olacak. Bu durumu Cevdet Yılmaz’a anlatmak lazım sanıyorum.

-Vergi takozu açısından

Çalışanın maaşı yükseldikçe vergi takozu da artmaktadır. 2023 yılında OECD ortalaması yüzde 34,8’dir. 2023 verilerine göre vergi takozu sıralamasında Türkiye 38 ülke arasında 19’uncu sırada bulunmaktadır. 2022’de 18’inci; 2020 ve 2021’de ise 15’inci sıradaydı. Her geçen gün artmaktadır. Bakalım 2024 yılı verileri yayımlandığında hangi sıraya çıkmış olacağız, bekleyip göreceğiz.

                                                         /././

Elektronik oylama makinaları (EVM) ve sorunları(II) -Füsun Sarp Nebil-

EVM konusunda bağımsız denetimlerin veya erişilebilir kâğıt izlerinin olmamasının yarattığı endişeler varken, yazılım güvenlik açıklarının ortaya çıkması, kullanım zorluğu, dezenformasyon ile yanlış yönlendirme gibi sorunlar nelerdir?

5 bölümlük dosyamızda, pazartesi günü "Elektronik Oylama Sisteminin (EVM)" ne olduğuna ve nasıl çalıştığına baktık. Çünkü kasım 2024 başında, Yüksek Seçim Kurulu (YSK) Başkanı Ahmet Yener elektronik oylama sistemine geçiş hazırlıklarının tamamlandığını duyurdu. Şimdi kulislerde, haziran ayında erken seçim beklendiği iddiaları var. Biz de YSK başkanının açıklaması çerçevesinde, elektronik oylama sistemlerini ve hangi ülkelerde kullanıldığını ve de yaşanan sorunları inceliyoruz.

Bu sistemler konusunda, bazı ülkelerde bağımsız denetimlerin veya erişilebilir kâğıt izlerinin olmamasının yarattığı endişeler varken, yazılım güvenlik açıklarının bilinçli ya da bilinçsiz ortaya çıkması, cihazların çoğunun ABD tarafından üretiliyor olması, dışarıdan yapılabilecek müdahaleler, kullanım zorluğu (dezenformasyon ile yanlış yönlendirme) gibi çok değişik konulara değineceğiz. Bugünkü bölümde, dünyada kullanılan belli başlı elektronik oylama makinalarına (markalara) ve bunlarınla yaşanan sorunlara baktık.

Dünyada kullanılan belli başlı EVM markaları

Elektronik oylama makineleri, dünya çapında çeşitli üreticiler tarafından üretilir. Bu sektördeki bazı önemli şirketler ve varsa tespit edilmiş sorunları şunlardır:

1. Election Systems & Software (ES&S)

Amerika Birleşik Devletleri merkezli ES&S, ülke genelinde bölgesel / konu bazlı seçimlerde hizmet veren bir oylama makinesi ve seçim yönetim sistemi sağlayıcısıdır. Doğrudan kayıtlı elektronik (DRE) makineleri, optik tarama sistemleri ve kâğıt oy pusulalarını elektronik tablolama ile birleştiren hibrit makineler dahil olmak üzere çok çeşitli elektronik oylama sistemleri sunmaktadır.

ES&S, güncel olmayan teknolojiyi kullandığı ve yeterli güvenlik önlemlerini sağlamadığı için eleştirilere maruz kaldı. Şeffaflığı baltalayan kağıt oy pusulası yetkilerine karşı lobi faaliyeti yaptığı suçlamaları ve davalarla ile karşılaştı.

Önemli sorunlar: 2018'de araştırmacılar, ES&S sistemlerinin önemli bir güvenlik riski oluşturabilecek uzaktan erişim yazılımı kullandığını buldu. Şirket, güvenlik açıkları konusunda şeffaflık eksikliği nedeniyle incelemeye tabi tutuldu. Detaylandıralım;

2018 Florida Seçimlerinde: ES&S, seçim sistemlerinde uzaktan erişim yazılımı kullandığı için incelemeye tabi tutuldu; bu, oylama sistemlerini dış tehditlere maruz bırakabilirdi. Georgia 2020 Seçiminde ise erken oylama sırasında ES&S makinelerinde yaşanan sorunlar gecikmelere ve sistemlerin güvenilirliği konusunda artan endişelere yol açtı. Pensilvanya 2019 Seçimi: Kritik bir yerel seçimde oylama makineleri oyları düzgün bir şekilde kaydedemedi ve bu da yazılım kusurlarına dikkat çekti.

2. Dominion Voting Systems

Merkezi Kanada'da bulunan Dominion, ABD ve Kanada'daki müşterilerine Democracy Suite® Seçim Yönetim Sistemi de dahil olmak üzere elektronik oylama donanımı ve yazılımı sağlar. Democracy Suite ve ImageCast sistemleriyle tanınır. Bunlara optik tarayıcılar, DRE makineleri ve elektronik sayım ve raporlama sistemleri dahildir.

Özellikle 2020 ABD seçimlerini çevreleyen yanlış bilgilendirme bağlamında güvenlik açıkları iddialarıyla karşı karşıya kaldı. Daha sonra sahtekarlık kanıtı bulunmasa da denetimler Dominion makinelerini kullanan bazı bölgelerde yapılandırma ve prosedür hataları ortaya çıkardı.

Önemli sorunlar: ABD'de komplo teorilerinin odak noktası haline geldi. Oy raporlamasındaki bazı hatalar (daha sonra düzeltildi) bu iddiaları körükledi. Dominion, bazı kişilere karşı iftira davaları açarak sistemlerini şiddetle savundu. Dominion Oylama Sistemlerine yönelik eleştirilerin çoğu teknik arızalardan ziyade politik tartışmalardan kaynaklansa da daha fazla şeffaflık, sağlam güvenlik önlemleri ve tutarlı standartlar gibi endişeler yarattı. Bu sorunlar yalnızca Dominion'a özgü değil. Elektronik oylama endüstrisinin genel sorunları.

2020 ABD Başkanlık Seçimi: Dominion, makinelerinin bir aday lehine oyları manipüle etmek için kullanıldığı iddialarını içeren iddiaların merkezi haline geldi. Eleştirmenler, Dominion'un yazılımını, oyları değiştirmekle suçladılar, ancak bu iddiaları destekleyecek bir kanıt bulunamadı.

Bazı seçimlerde, Dominion makineleri teknik sorunlar yaşadı ve bu da seçimlerde gecikmelere ve seçmenlerde hayal kırıklığına yol açtı. Örneğin : Georgia 2020 Ön Seçimlerinde, makinelerin yazılım yanlış yapılandırmaları nedeniyle donduğu ve uzun kuyruklara ve gecikmelere neden olduğu bildirildi. Michigan, Antrim County, başlangıçta bir raporlama hatası nedeniyle oylar yanlış tahsis edildi, ancak daha sonra bunun Dominion yazılımından değil insan hatasından kaynaklandığı belirtildi.

3. Smartmatic

Elektronik oylama teknolojisi ve hizmetleri konusunda uzmanlaşmış çok uluslu bir şirket olan Smartmatic, çeşitli ülkelerdeki seçimlere katılarak uçtan uca çözümler sunmuştur. DRE sistemleri, optik tarama sistemleri ve hibrit oylama makineleri sağlar. Smartmatic ayrıca bazı yargı bölgelerinde çevrimiçi oylama çözümleriyle de bilinir.

Smartmatic sistemlerini kullanarak seçimlerde usulsüzlük iddiaları, özellikle Venezuela'da, itibarını zedeledi. Siyasi açıdan hassas bölgelerde faaliyet gösterdiğinde şeffaflık eksikliğiyle suçlandı. Smartmatic'in karşılaştığı zorluklar, siyasi çekişmeler, teknik sorunlar ve elektronik oylama sistemleri hakkındaki daha geniş çaplı kamuoyu tartışmalarının birleşiminden kaynaklanıyor. Birçok eleştiri teknik arızalardan ziyade siyasi ve medya söylemleri olarak verildi ama şeffaflık, sistem güvenilirliği ve güvenlik hakkındaki endişeler hala iyileştirilmesi gereken alanlar olarak gözüküyor.

Smartmatic'in başkanı ve iki yöneticisi, Filipinler'deki eski üst düzey seçim görevlisine rüşvet verdikleri iddiasıyla ABD'de federal yetkililer tarafından 2024 ağustosunda suçlamaya uğradılar.

Önemli sorunlar: 2017 Venezuela seçimlerinde Smartmatic, katılım sayılarının manipüle edildiğini belirterek sisteminin sağlamlığı konusunda şüpheler uyandırdı. Smartmatic sistemleri seçimler sırasında teknik sorunlar yaşadı. Bu da gecikmelere ve seçmen hayal kırıklıklarına neden oldu. Örneğin, Filipinler 2016 seçimlerinde bir programlama hatası, sonuçların yanlış bildirilmesine yol açtı, ancak sonucu değiştirmedi. Chicago, 2006'da, Smartmatic'in oy verme makinelerinde teknik sorunlar yaşandı ve bu da oy sayımını geciktirdi. Çeşitli seçimlerde Smartmatic makinelerinin dağıtımı ve kurulumuyla ilgili sorunlar bildirildi.

4. Hart InterCivic

Birçok ABD yargı alanı tarafından kullanılan elektronik oylama makineleri ve seçim yönetim yazılımı da dahil olmak üzere bir dizi seçim çözümü sunan bir Amerikan firması. Optik taramalı oylama makineleri ve DRE sistemleri sunar. Verity sistemi, yaygın olarak kullanılan çözümlerinden biridir.

Hart InterCivic, güvenlik, güvenilirlik ve şeffaflık endişeleri de dahil olmak üzere diğer elektronik oylama şirketleri gibi benzer eleştirilerle karşı karşıya kaldı. Şirket sistemlerini iyileştirmek için adımlar atmış olsa da kullanılabilirlik, denetim ve kamu güveniyle ilgili zorluklar devam ediyor. Bu sorunlar, elektronik oylama sektörünün bir bütün olarak karşılaştığı daha geniş zorlukları gösteriyor.

Önemli sorunlar: Hart sistemleri seçimler sırasında operasyonel arızalar yaşadı, bunlar arasında şunlar yer aldı: 2019 Dallas, Teksas, Hart makinelerinin bazı durumlarda oyları doğru bir şekilde kaydetmede başarısız olduğu bildirildi, bu da güvenilirlikleri konusunda endişelere yol açtı. Travis County, Teksas: eSlate oylama makineleri, düz bilet oylarını doğru bir şekilde kaydetmedeki zorluklar nedeniyle eleştirildi, bu da seçmenleri şaşırttı. Kullanıcılar bazı Hart sistemlerinde dokunmatik ekran tepkisi ile ilgili sorunlar bildirdi, bu da kullanılabilirlik ve seçmen hataları olasılığı konusunda endişelere yol açtı.

5. Clear Ballot Group

Massachusetts, Boston merkezli Clear Ballot, ABD Seçim Yardım Komisyonu (EAC) tarafından onaylanan ClearVote sistemi de dahil olmak üzere oylama sistemleri ve hizmetleri sunmaktadır. Seçmenlerin kağıt oy pusulalarını işaretlemelerine ve ardından bunların elektronik olarak taranıp işlenmesine olanak tanıyan kağıt tabanlı bir optik tarama sistemi olan ClearVote ile tanınır.

Clear Ballot Group'un daha küçük ölçekli ve sınırlı kullanım geçmişi, daha büyük rakiplerine kıyasla daha çok zorluk içeriyor.  Diğer elektronik oylama sistemleri gibi Clear Ballot'un sistemleri de hackleme veya kurcalama konusunda endişelere neden oluyor. Eleştirmenler, sürekli güncellemeler ve izleme olmadan hiçbir sistemin bu risklere karşı bağışık olmadığını savunuyor.  Bu zorluklar, elektronik oylama sistemleri ve modern seçim yönetiminin karmaşıklıkları hakkında daha geniş endişeleri gösteriyor.

6. Unisyn Voting Solutions

Çeşitli seçim bölgelerinin ihtiyaçlarını karşılamak üzere tasarlanmış elektronik oylama sistemleri geliştiren ve hem donanım hem de yazılım çözümleri sunan ABD merkezli bir şirkettir. Oylama ve sayım için optik tarama ve DRE sistemleri sunar. OpenElect sistemleri, kullanımda olan popüler sistemlerden biridir.

Amerika Birleşik Devletleri'nde kullanım için sertifikalandırılmış seçim sistemleri sağlayıcısı olan Unisyn Voting Solutions, çeşitli eleştiriler ve sorunlarla karşı karşıya kalmıştır. Bu sorunlar arasında elektronik oylama sektöründeki diğer şirketlerin karşılaştığı sorunlara benzer şekilde güvenlik, kullanılabilirlik ve performansla ilgili endişeler yer almaktadır.

7. Premier Election Solutions (eski adıyla Diebold Election Systems)

Daha önce elektronik oylama pazarında önemli bir oyuncu olan Premier Election Solutions, 2009 yılında ES&S tarafından satın alındı.

Diebold Election Systems iken, çok sayıda güvenlik açığıyla tartışma konusu oldu. Çalışmalar ve raporlar, bazı Diebold makinelerinin karmaşık araçlar olmadan kolayca hacklenebileceğini gösterdi.  2004 ABD seçimlerinde, taraflılık ve güvenli olmayan sistemlerle ilgili suçlamalar şirketin itibarını zedeledi.  Şirket sonunda piyasadan çekildi ve 2009 yılında ES&S tarafından satın alındı.

Önemli sorunlar: Kaliforniya Dışişleri Bakanı, güvenlik açıkları nedeniyle birkaç Diebold makinesinin sertifikasını iptal etti. Princeton Üniversitesi araştırmacıları, bir hafıza kartı hack'i kullanılarak oyların nasıl değiştirilebileceğini gösterdi. Al Gore-Bush arasındaki 2000 ABD Başkanlık seçimlerinin çok tartışmalı Florida bölümünü hatırlarsınız. İşte Diebold'un delikli kart sistemleri, elektronik oylama sistemlerinden önceki eski makinelerdi ama "asılı çentik" tartışması yarattı. Arkasından 2004 ABD Başkanlık Seçimi, Ohio'da kullanılan Diebold makineleri, oy manipülasyonu ve sistem güvenlik açıkları iddialarının odağı haline geldi, ancak kesin bir dolandırıcılık kanıtı bulunamadı.

8. Sequoia Voting Systems

Dokunmatik ekranlı DRE sistemleri ile Sequoia, ABD'de elektronik oylama makinelerini tanıtan ilk şirketlerden biriydi. Sequoia makinelerinin oyları yanlış saydığı, seçimler sırasında donduğu veya oy pusulalarını reddettiği yönündeki raporlar yaygındı. Bazı seçim bölgelerinde Seçim Günü'nde ekipman arızaları nedeniyle önemli gecikmeler yaşandı. Bazı durumlarda, aygıt yazılımı güncellemeleri arızalara neden oldu veya oy sayımında yanlışlıklara yol açtı. Sequoia, makine arızaları ve sözleşmesel yükümlülükleri yerine getirmedeki başarısızlıkları iddiasıyla seçim görevlileri ve gözlemci gruplarından davalarla karşı karşıya kaldı.

Birçok elektronik oylama şirketi gibi Sequoia da bağımsız araştırmacıların sistemlerinin bütünlüğünü denetleme veya doğrulama isteklerini sınırladı. Sequoia, 2005 yılında Venezuela'ya ait bir şirket olan Smartmatic tarafından satın alındığında incelemeye tabi tutuldu. Eleştirmenler, ABD seçimleri üzerindeki olası yabancı etki konusunda endişelerini dile getirdiler. Bu tartışmaların ortasında, Amerika Birleşik Devletleri'ndeki Yabancı Yatırım Komitesi (CFIUS), Smartmatic ile Sequoia arasındaki ilişkiyi araştırdı ve Smartmatic'in 2007'de Sequoia'yı satmasına yol açtı.

Önemli sorunlar: 2008'de araştırmacılar, şirketin sistemlerinin kurcalanmaya ve yetkisiz erişime karşı savunmasız olduğunu keşfetti.  Şirket, kötü güvenlik uygulamaları ve şeffaf olmayan operasyonlar nedeniyle eleştirildi. New Jersey ve California seçimlerinde çeşitli iddialar ortaya atıldı.

Sequoia'nın delikli kart makineleri, AL Gore - Bush arasındaki ABD başkanlık yarışında Florida'daki yeniden sayım sırasında seçmenlerin kafasının karışmasına ve oyların yanlış sayılmasına neden olan oy pusulası tasarım sorunları ile hatırlanıyor. 2006 Chicago ve Cook County Seçimlerinde, Sequoia sistemleri, yazılım hataları ve yanlış programlanmış bellek kartları da dahil olmak üzere yaygın arızalar yaşadı. Bu sorunlar, oy raporlamasında gecikmelere ve yanlışlıklara neden oldu. 2007 New Jersey Seçiminde, Sequoia'nın AVC Advantage oy makineleri, usulsüzlükler ve oy tutarsızlıkları bildirildikten sonra eleştirildi. Daha sonra bir mahkeme makinelerin bağımsız bir şekilde incelenmesini emretti. 2008 New Jersey Başkanlık Ön Seçimi'nde, Sequoia makineleri oy toplamlarını bildirirken hatalar gösterdi, bu da incelemeye ve daha fazla soruşturmaya yol açtı.

Şirket 2010'da Dominion Voting Systems tarafından satın alındı ve önceki sorunlardan bazılarının çözüldüğü belirtildi.

9. AVANTE International Technology, Inc.

Oylama sistemleri sektöründe daha az bilinen bir oyuncu olan Avante International Technology, Inc., seçmen tarafından doğrulanan kağıt denetim izleri (VVPAT) dahil olmak üzere elektronik oylama ve seçim yönetimi çözümleri geliştirdi. Sistemleri güvenliği ve şeffaflığı artırmak için tasarlanmış olsa da Avante, Dominion veya ES&S gibi daha büyük rakiplere kıyasla yaygın olarak kullanılmadı. Sonuç olarak, Avante sistemleriyle ilişkili daha az kayıtlı tartışma veya sorun var. Ancak şirket, elektronik oylama sistemlerine özgü bazı eleştiriler ve zorluklarla karşı karşıya kaldı:

Avante Voting Systems, daha büyük sağlayıcılarla ilişkili tartışma düzeyinden kaçınmış olsa da şirket, şeffaflık, kullanılabilirlik ve ölçeklenebilirlikle ilgili olarak tartışıldı. Sınırlı pazar varlığı, yüksek profilli seçimlerde aynı düzeyde inceleme veya testten geçmediği anlamına geliyor ve bu da daha büyük, daha karmaşık oylama ortamlarındaki etkinliği hakkında sorular bırakıyor.  

10. EKEMP International Limited

Biyometrik ve elektronik oylama çözümleriyle bilinen, çeşitli uluslararası pazarlar için optik taramalı oylama sistemleri de dahil olmak üzere elektronik oylama ekipmanları üreten Çin merkezli bir şirkettir. Küresel çapta seçimle ilgili birçok projede yer aldı. Ancak, bu alandaki birçok sağlayıcıda olduğu gibi, sistemleri ve süreçleri çeşitli eleştirilerle karşı karşıya.

Önemli sorunlarEkemp'in sistemleri, biyometrik cihazların düzgün çalışmaması veya elektronik oylama makinelerinin seçimler sırasında amaçlandığı gibi çalışmaması gibi sorunlarla karşılaştı. Özellikle yüksek nem oranına sahip bölgelerde veya yıpranmış parmak izlerine sahip nüfuslar arasında zayıf parmak izi tanıma örnekleri bildirildi. Ekemp sistemleri, teknolojilerinin sorunsuz çalışması için kritik öneme sahip olan elektrik veya internet erişimi için zayıf altyapıya sahip bölgelerde zorluk çekti. Zayıf veri koruma yasalarına sahip ülkelerde, kayıt sırasında toplanan seçmen verilerinin güvenliğiyle ilgili sorular gündeme geldi. Bazı seçimlerde sistemlerin tesliminde veya etkili bir şekilde dağıtımında yaşanan gecikmeler nedeniyle eleştirildi. Bu tür gecikmeler seçim zaman çizelgelerini bozdu ve şirketin ölçekleme kapasitesiyle ilgili endişelere yol açtı. Ekemp, Afrika ve Asya'daki seçimlerde yer aldı. Kamerun 2013 Genel Seçimlerinde, biyometrik seçmen kaydı, Ekemp'in teknolojisiyle tanıtıldı, ancak sistem lojistik gecikmelerle ve operasyonel zorluklarla karşı karşıya kaldı ve bu da kamuoyunda eleştirilere yol açtı. Sierra Leone 2012 Genel Seçimlerinde, Biyometrik kayıt, seçmen kütüğünün bütünlüğünü iyileştirmeye yardımcı oldu, ancak teknik aksaklıklar ve yavaş kayıt süreçleri seçmenleri ve seçim görevlilerini hayal kırıklığına uğrattı. Nijerya (Çeşitli Seçimler), Ekemp'in sistemleri Nijerya'daki pilot projelerin bir parçasıydı, ancak ekipman arızaları ve seçmen kaydı gecikmeleri gibi sorunlar bildirildi.

Sistemleri bazı durumlarda seçim şeffaflığını artırmaya yardımcı olsa da, seçmenleri dışlamak ve düşük altyapılı ortamlarda çalışamaması ile eleştirildi. Çin malı olması da başka bir eleştiri konusuydu. 

Özetle; oylama sistemlerdeki temel endişeler

Yukarıda verdiğimiz sorunları özetleyelim;

1. Güvenlik kusurları: Güncel olmayan yazılımlara, zayışifrelemeye veya uygunsuz güvenlik önlemlerine sahip sistemler, dış müdahalelere yani hacklemeye karşı savunmasızdır.

2. Manipülasyon yapılabilir: Bu sistemlerde (yukarıda örneği var), dışarıdan müdahale ya da makinanın kullanımı konusundaki yanlış bilgilendirme sorunları yaşanmış olaylardır.

3. Şeffaflık sorunları: Net denetim izlerinin veya seçmen tarafından doğrulanmış kağıt kayıtlarının olmaması güveni zedeler.

4. Altyapı sorunları: Elektrik ya da internet altyapısı zayıfsa, çalışmaz.

5. Kullanılabilirlik sorunları: Arızalanmaya meyilli veya zayıf kullanıcı ara yüzlerine sahip makineler seçmenleri oy hakkından mahrum bırakabilir.

6. Kullanıcı sorunları: Özellikle yaşlı nüfus (ATM kullanamayan) açısından sorunludur.

7. Mahremiyet sorunları: Kayıt altına alınan siyasal görüşler soru işareti.

8. Zayıf satıcı uygulamaları: Bağımsız denetimlere karşı direnç veya güvenliği artıran mevzuata karşı lobi faaliyetleri endişelere yol açar.


Yarın hangi ülkede elektronik seçimler, genel, bölgesel ya da demografik olarak kullanılıyor ve hangi ülkeler denedi, vazgeçti, buna bakacağız.

                                                                              /././

Rojin için adalet ararken dikkati çeken ihaleler -Candan Yıldız-

Rojin’in kaybolduğu yurt sınırındaki kapının açılmasını rica eden muhtarın oğlu üniversiteden ihaleler almış

Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi öğrencisi Rojin Kabaiş’e ne olduğunu sorgulamaya çalışan gazetecilerden biriyim.

Kamuoyu uzun süre sessiz kaldı. Kızının akıbetini ısrarla soran baba Nizamettin Kabaiş olmasaydı belki Rojin Kabaiş’in dosyası ‘intihar’ denilerek kapatılacaktı.

Zira intihar olduğunu doğrulayan bilgi ve delil yok. Aksine cinayet olabileceğine dair emareler var.

Son yazımda şu soruları sormuştum:  

1-Rojin’in, aynı bölümü kazandığı kız öğrencilerle kurduğu WhatsApp iletişim grubunda kimler olduğu tespit edildi mi, ifadelerine başvuruldu mu?

2- Rojin’in Van Yüzüncü Yıl kampüsündeki Van KYK Seyyid Fehim Arvasi Kız Öğrenci Yurdu’ndaki oda arkadaşlarından Ruken isimli öğrenci neden ‘Beni aramayın, korkuyorum’ dedi?

3- Rojin kaybolmadan önce annesiyle konuşmuş. Markete gideceğini söylemiş ama gitmemiş. Oda arkadaşlarından birinden şarjını aşağıya indirmesini söylemiş. Şarjını isteyen Rojin belli ki yurda dönmeyi düşünüyordu. Neden ‘intihar’ algısı yaratıldı?

4- Rojin’in kaybolduğu gün ayaklarındaki terlikler nerede, zira suda boğulsaydı kıyıya vurması gerekmez miydi?

5- “Kızımın karnı şiş değildi, sırtında ve gözaltında morluklar vardı, boyun bölgesini pamuk sarıldığı için göremedim” diyen babanın tanıklığı ile adli tıp raporu uyumlu mu?

7- Rojin’in kaybolduğu yere 50-60 metre uzaklıkta güvenlik kulübeleri var. Üniversitenin kadrolu güvenlik görevlilerinin ifadesine yeniden başvurulacak mı?

8- Rojin’in telefonu, kulaklığı, su pet şişesi ve keki bulunmuştu. O pet şişesinin yarıya kadar dolu olduğu fotoğraflara yansıdı. Babadan. O suyu kim içti, DNA incelemesi yapılacak mı?

9- Rojin’in kaybolduğu ve cenazesinin bulunduğu Bardakçı ve Molla Kasım köyünde cep telefonu iletişimini sağlayan üç firmanın baz bilgileri üzerinde Narin cinayetindeki gibi “daraltmış analiz” yapılacak mı?

Her ne kadar adli tıp raporu Rojin’in boğulduğunu rapor etse de nasıl boğulduğu belirsiz… Son ek raporda da Rojin'in cansız bedeninde 2 erkek DNA’sı bulundu. Ama mukayeseye imkân verecek örnek olmadığı için kime ait olduklarının tespiti zor.

Rojin Kabaiş’in kaybolduğu dönemde üniversite kampüsüne sınır Bardakçı Köyü’nü ayıran güvenlik kapısı gündeme gelmişti.

CHP’li Gürsel Tekin’in de raporuna yansımıştı. O raporda “Rojin’in kaybolduğu kampüs giriş çıkışını tekrar açtırmıştır. Bahsi geçen alanda herhangi bir güvenlik kulübesi veya görevli güvenlik personeli konulmamış, halihazırda açık ve ilgili bölgenin güvenlik kameraları çalışmamaktadır. Ayrıca bu telli sınırın açılmasını isteyen muhtar Tevfik Uçar kampüs içindeki birçok yapı işleri ihalesini almasıyla ve Rektör Hamdullah Şevli’yle olan sıkı dostluğuyla Van kamuoyunda dikkat çeken bir isim olarak bilinmektedir” denilmişti.  

Soruşturma dosyasında kısıtlılık olduğu için hem Rektör Şevli’nin hem de muhtar Uçar’ın ifadesine başvuruldu mu bilmiyoruz. Avukatlar da bilmiyor. Ama Rojin’in babasıyla konuştum ve kendisi “10 gün önce gittim o kapı hâlâ açık, kamera da konulmamıştı” dedi.

Üniversite kampüsünün sınırları içindeki güvenlik kameralarının izlenmesi, yenilenmesi, bakım ve onarımı ile ilgili liyakatsiz atama yapıldığı da gündeme gelmişti. O bölgede kamera olsaydı ya da kameralar çalışsaydı Rojin’e ne olduğu daha net olarak ortaya çıkacaktı.

Fotoğrafta gösterilen Van YYÜ kampüsü ile Bardakçı Köyü arasındaki güvenlik duvarıdır .Rojin’in kaldığı yurt kompleksi de üniversite kampüs sınırları içindedir. Köy ile üniversite arasındaki bu duvar köpek saldırılarından geçişi önlemek ve güvenliği sağlamak için  daha önce kapatıldı. Sonra iddiaya göre muhtarın talebi üzerine kapı yeniden açıldı

Rektör ve muhtar arasında doğrudan bağı göstermese bile, muhtarın oğlunun üniversiteden aldığı ihalelere dikkati çekmek isterim.

Şöyle ki, muhtarın oğlu G.U üniversite yönetiminden farklı tarihlerde ihale alıyor. ‘Acil’ ihtiyaç gerekçesiyle pazarlık usulü ihale yapılıyor. Ki bu ihalelerde ilana çıkmak zorunlu değil, en az üç firma davet ediliyor. Açık ihale ile verilen işlerin ise nerdeyse tamamında binalar yıllardır bitirilmemiş ve teslimi yapılmamış. Acaba açık ihaleye katılan diğer firmalar bu ayrıcalıkla iş yapabileceklerini bilseydiler daha düşük teklifler atmazlar mıydı?

Mesela ; Van Veteriner Fakültesi Hayvan Hastanesi kompleksinin birinci etap yapım işini  muhtarın oğlu bir ortağı ile birlikte almış. Sözleşmeye göre proje 2023’ün başlarında bitmesi gerekirken yüzde 90 oranında tamamlanmış. Gecikme nedeniyle bir yaptırım yapılmadığı iddiası var.

Bardakçı Köyü muhtarının oğlu bir başka ihale daha alır . Van Yüzüncü Yıl Tıp Fakültesi Morfoloji binasının yapım ihalesi. Firma RÇ Yapı İnşaat. Muhtarın oğlu da bu ihalenin ortağı.  İhalenin sözleşme tarihi 30.07. 2021.

İş programına ve sözleşmeye göre (475 gün) yüzde 30 ‘u 2021 de, yüzde 70 i ise 2022’de bitmesi gereken iş henüz bitirilmemiş. Farklı gerekçelerle uzatılmış. İddiaya göre yüklenici firmaya herhangi bir yaptırım söz konusu değil. Ayrıca işin sözleşmesine göre bu 2 yıllık sürede fiyat farkı nedeniyle ayrıca oluşan bir kamu zararı var mıdır merak konusu ! 

Yine muhtarın oğlu G.U’nun ortak girişimle aldığı başka bir ihale daha var ki ‘Nasıl olabilir’ sorusunu sordurtuyor.

2022’de bitmesi gereken morfoloji binası işine cezai işlem yapılacağı yerde, işin devamı niteliğine sokularak   (pazarlık ile ihale şartını sağlamak amacıyla ) morfoloji  2. etap yapım işi adı altında ek poliklinik bloğu işi de  175.950.000 TL’ye muhtarın oğluna ihale ediliyor. Yapım işlerinde işin devamı niteliğinde ihaleye çıkılmasının nedeni ise pazarlık usulü (acil iş) ile ihale yapılarak kamu menfaatine işin hızlıca yapılmasını sağlamak (!) ya da bu maddeyi kullanarak işi adrese teslim etmek !  Üstelik yüzde 2 gibi komik bir kırım oranı ile ihale verilmiş.

İnsan sormadan edemiyor; bu iş eğer pazarlık usulü ile yapılması gerekecek kadar acil(di) ise neden 2022 de bitmesi gereken ilk iş olan morfoloji işine 2021 veya 2022 de dahil edilmedi acaba? Ayrıca ilk iş daha bitirilmemişken aynı müteahhide bu işin de verilmesinin anlamı ne? Hangi kamu menfaati gözetilmiştir? Ya da şöyle soralım, söz konusu firmanın bir ayrıcalığı var mıdır?

Rojin’in kaybolduğu yurt sınırındaki kapının açılmasını rica eden muhtarı rektör neden kıramamıştır?

Benzer soruları sormaya devam….

Kaynak: Bahse konu ihaleler, ilan ve sözleşme bilgilerine https://ekap.kik.gov.tr/EKAP/Ortak/IhaleArama/index.html ulaşılabilir.

                                                                 /././

Orkestra ve şefi!-Asena Özkan-

Beşiktaş’ta çok sayıda eleman değil keman, kaval çalma becerisine dahi sahip değil; bu nedenle de orkestra şefinin işi fazlasıyla zor…


Kimi harika keman çalar, kimi viyolonsel, kimisi de kontrbas. Bazıları da üflemeli enstrümanlarda kusursuzdur. Flüt, obua, fagottan sesleri eğitmenleri gibi ustaca diledikleri tonda çıkarıverirler. Bazen de karşımıza vurmalı çalgıların üstatları çıkıverir; Piyona, davul, zil de tüm maharetlerini sergilerler. Yaylı, nefesli, vurmalı vs. müzik aletleri genelde orkestra salonlarında bir araya gelirler ve çoğu kez de dinleyiciden büyük alkış alırlar. ‘Müzik kulağına’ sahip olanlar kimin daha iyi çaldığını zorlanmadan anlar, kimileri ise orkestranın uyumuna odaklanır. Orkestraların uyumu ise birlikte çalma (çalışma) süreleri ile direkt bağıntılıdır. Göz teması kurmadan uyum içinde çalanlar hemen belli ederler kendilerini. Elbette en az enstrümanları çalan müzisyenler kadar önemli olan bir diğer öge ise onları yönlendiren; Orkestra şefidir…

Bir orkestra ile futbol takımını betimlersek her ikisinde de farklı becerilere sahip elemanların en iyisini çalmaya -oynamaya odaklandığını görürüz. Salondaki orkestra şefi yeşil zemin üzerinde takımın başındaki teknik direktör ile örtüşür. Yetenekten hiç söz etmiyorum sadece becerinin üzerine özenle basıyorum zira yetenek bambaşka bir şey…

Buz gibi Sivas gecesinde Beşiktaş’ın orkestra şefi pozisyonundaki Serdar Topraktepe radikal değişiklikleri tercih etti. Ciro Immobile kulübede oturdu tek forvet olarak Semih Kılıçsoy’a görev verdi. Semih’in arkasında da Joao Mario oynadı. Sivas’ta az sayıdaki Beşiktaş taraftarının tepki göstermeyeceğini bildiği Arthur Masuaku da sahadaydı ama daha ilginci Salih Uçan’ın yerini Cher Ndour’nun almasıydı. Bunlar Serdar Topraktepe’nin kendi tercihleri miydi yoksa yeni yönetimin, ‘Şunları kupa maçında oynat da belki alıcı çıkar’ ricası mı bilemem. Ancak duyduklarım ve bildiklerim var! Nedir onlar? Uzun süredir Beşiktaş soyunma odasına hakim olan sessizlik ve tedirginlik. Öylesine ‘huzursuz’ bir ortam mevcut ki, ne teknik kadrodan ne de oyunculardan ses çıkıyor. Elbette saygısızlık söz konusu değil ama daha beteri sevginin kırıntısı yok…

Oyunculara liderlik yapacak eleman olmaması, teknik kadronun futbolcuların ağırlığın altında ezilmesi yaban atılmaması gereken ayrıntı. Sevginin olmadığı yerde başarının gelmesi ‘ütopyadan’ ibarettir. Rafa Silva’nın maçında başında attığı gol Beşiktaş’a sadece nefes aldırdı lakin rahatlatmadı. İkinci yarıda Bengali Fode Koita sonrasında da Uğur Çiftçi’nin direkten dönen topları ev sahibi ekip için şansızlık konuk takım içinse şans içerdi elbette ki… Kim bilir belki de direkten dönen toplar Beşiktaş’ın mücadeleye döneceğinin habercisiydi. Beşiktaş çok mu üstün oynadı tabii ki hayır ama uzunca aranın ardından kazandı kupa maçı da olsa…   

Ve görüldü ki Beşiktaş’ta çok sayıda eleman değil keman, kaval çalma becerisine dahi sahip değil; bu nedenle de orkestra şefinin işi fazlasıyla zor…

                                                                  /././

Kürt sorununun barışçı çözümü -Rıza Türmen-

Sorunun çözümü için önce güven verici söylemlere, sonra da her düğümün teker teker ele alınarak çözülmesine ihtiyaç var. Bu da zaman, sabır ve soruna dar siyasal hesapların ötesinde, kalıcı bir barışı hedefleyen uzun vadeli bakış gerektiriyor.

Sn. Bahçeli’nin açılımı, Kürt sorununu sıkıştığı şiddet sarmalından çıkarmak bakımından önemliydi. Ama “Kürt sorunu yoktur, terör sorunu vardır” deyince, bu kere Kürt sorunu terör çıkmazına sıkıştı, PKK’nın silah bırakmasına indirgendi.

Tam bu sırada bini aşkın imzalı barış çağrısı geldi. 14 Aralık’ta basına açıklanan barış çağrısını imzalayanlar: “Kürt sorunu vardır. Buna çözüm bulmak gerekir” diyordu. Sivil toplumun barış çağrısı, Kürt sorununa yeni bir soluk getiriyordu.

Sn. Bahçeli’in açılımı ile sivil toplumun barış çağrısı arasında önemli farklar var. Bir kere, sivil toplumun çağrısı barışçı çözüm bulmaya yönelik bir müzakere sürecinin başlamasını öngörmekte. Bahçeli ve onu destekleyen Cumhurbaşkanı ise böyle bir süreci reddetmekte. İkincisi, barış çağrısını yapanlar Kürt sorununa bir genel demokratikleşme çerçevesinde çözüm bulunacağına inanmakta. Sn. Bahçeli ve Sn. Erdoğan’ın böyle bir niyeti olmadığı gibi, Kürt açılımının demokrasiyle bağdaşmayan, seçilen belediye başkanları yerine kayyım atamak gibi önlemlerle birlikte yürüyebileceği görüşündeler. Üçüncüsü, Sn. Bahçeli’nin ve Sn. Erdoğan’ın acelesi var. Öcalan’ın hemen bir çağrı yapmasını ve PKK’nın kısa sürede silahları bırakmasını istiyorlar. Oysa barış çağrısı yapanlar bir müzakere sürecinin başlamasının ve bir sonuç alınmasının belirli bir süre alacağının farkındalar.

Sn. Bahçeli’nin açılımının bir inandırıcılık sorunu var. Kamuoyu açılımın asıl amacının Sn. Erdoğan’ın adaylığını sağlamak ve iktidarını uzatmak olup olmadığını soruyor.

Kürt açılımı belirsizliklerle dolu. Öcalan, PKK’ya silah bırakma çağrısı yapar mı? Yaparsa Kandil buna uyar mı? Uyarsa neyin karşılığında uyar? Denklem, PKK silah bıraksın, bunun karşılığında Öcalan cezaevinden çıksınla sınırlıysa, Kürt sorunu dediğimiz sorun ne olacak? Böyle bir sorun yoksa neden bu çatışma 40 yıldır sürüyor, binlerce insan neden öldü? Kürt sorununun bir parçası da Rojava Kürtleri. Rojava Kürtleriyle barış yapmadan içerde barış gerçekleşebilir mi?

Soruların yanıtlarını zaman verecek. Zaman içinde açılımın nereye evrildiğini göreceğiz. Kesin olan o ki cin şişeden çıkmıştır. Yeniden şişeye koymak olanağı yoktur. Bundan böyle Kürt sorununun geleceğini kararlaştıran faktör, silahlı çatışma olmayacaktır. Devlet, Kürtler, siyasal partiler, sivil toplum, Rojava Kürtleri hepsi bu yeni kurulan sahnenin oyuncuları.

Belirsizliklerin egemen olduğu bu sahnede sivil toplum önemli bir rol oynama olanağına sahip. Süreci dar bir silahsızlandırma ekseninden çıkarıp barışçı çözüm eksenine oturtmak sivil topluma düşmekte. Demokratik toplum örgütleri, bir müzakere sürecinin başlatılmasında olduğu kadar, müzakereler başladıktan sonra da etkili bir rol oynayabilir. Taraflar arasında uzlaştırıcı, arabulucu olabilir. Müzakere masasına çözümü kolaylaştırıcı yaratıcı öneriler getirebilir. Toplum ile siyasal aktörler arasında iletişim sağlar.

Binlerce kişi tarafından imzalanan çağrı metni sivil toplumun böyle bir rol oynama iradesini ortaya koyması bakımından önem taşımakta. Kürt sorununun barışçı çözümü sadece devlete bırakılmayacak kadar önemlidir.

Güney Afrika örneğinde, Apartheid döneminin son başkanı ve Nelson Mandela ile birlikte Nobel Barış Ödülü’ne layık görülen F.W. de Klerk, Güney Afrika müzakerelerinin üç aşamalı olduğunu söylemişti:

Birinci aşama, cezaevindeki Nelson Mandela ve sürgündeki Afrika Ulusal Kongresi’yle istikşafi görüşmeler. İkinci aşama, müzakere önündeki engelleri kaldırmak ve planlanmış olan müzakereleri hazırlamak. Üçüncü aşama resmi müzakereler.

Bu üç aşama Türkiye için de geçerli olabilirdi. O zaman sivil toplum olarak bu süreci desteklemek, sürece yardımcı olmak doğru olurdu. Ama iktidar “Kürt sorunu yoktur. Müzakere de yoktur.” deyince, içinde bulunduğumuz dönemden ikinci aşamaya geçilmesini engellemiş oldu. Süreç tıkandı. Öyle olunca demokratik toplum örgütleri tıkanan sürecin önünü açmak, ikinci ve üçüncü aşamaları gerçekleştirmek gereğini duyuyorlar.

Sn. Cumhurbaşkanı “silahın şiddetin terörün devri artık sona ermiştir” diyor. Çok güzel! Ama bu devir sona erdikten sonra nasıl bir devir başlayacaktır? Bunu söylemiyor.

Barış çağrısının imzacıları barış ve demokrasiye dayanan, bunun için de Kürt sorunun barışçı bir çözüme kavuşturulduğu yeni bir dönem hedefliyor. Böyle bir dönemin gerçekleşmesi için çaba gösteriyor. Tabuların olmadığı bir ortamda barışı konuşmak istiyor.

Yapılması gereken ilk şey, bir ateşkes ilanı. Sn. Cumhurbaşkanı “silahın, şiddetin, terörün devri sona ermiştir” dediğine göre, ateşkes bu sözlerin doğal bir sonucu olmalı. Ateşkes barışın, bir müzakere sürecinin de önkoşulu. Ancak şiddetin olmadığı bir ortamda barışı konuşabiliriz.

Bundan sonra önemli olan, çözüm sürecinin müzakere edileceği, herkesin kabul ettiği bir forum bulmak. Bunu TBMM Başkanı yapabilir. Meclis’te bütün siyasal partilerin ve sivil toplum temsilcilerinin katılacağı bir Komisyon kurabilir. Ancak bunun için Cumhur bloğunun “Kürt sorunu yoktur. Müzakere yoktur” tutumundan vazgeçmesi gerekir. İktidar bu tutumunu değiştirmezse, konunun TBMM çerçevesinde ele alınması olanağı bulunamaz. Bu durumda Kürt sorununun barışçı çözümünü kimin engellediğini kamuoyu takdir edecek.

Sorunu TBMM çerçevesinde görüşmek olanağı bulunmazsa, demokratik toplum örgütlerinin inisiyatifi büsbütün önem kazanır. Bu bağlamda akla gelen bir seçenek, iyi hazırlık yapıldıktan sonra bir Konferans’ın toplanması olabilir. Bu seçenek kabul edildiği takdirde, Kürt sorunun değişik yönleri Konferans hazırlığını yapacak çalışma gruplarında görüşülür.

Bu yola gidilecekse, Konferans organizasyonundan sorumlu bir hazırlık komitesinin kurulmasına ve ele alınacak konular üzerinde üzerinde anlaşma sağlayacak bir çerçeve metnine gereksinim var.

Kürt sorununun görüşülebilmesi için her şeyden önce Türkiye’de Kürt adı verilen, ayrı bir etnik kökenden gelen, ayrı bir kültüre sahip olan, ayrı bir dil konuşan, çoğunluktan farklı bir kimliği bulunan büyük bir insan topluluğunun varlığını kabul etmek gerekiyor. “Bu Kürtler de ne istiyor? Onları Türklerden ayırmıyoruz. General de oluyorlar, milletvekili, hatta Cumhurbaşkanı bile olabiliyorlar” edebiyatından vazgeçmeli. Kürtler her şeyden önce Kürt olmak istiyorlar. Türkiye’de Kürt kimliğiyle eşit yurttaş olarak yaşamak istiyorlar. Türk kimliğiyle kendi kimlikleri arasında hiyerarşik bir ilişkinin bulunmasını istemiyorlar. Kürt kimliğinin Türkler tarafından tanınmasını istiyorlar. Böyle bir tanıma Türkiye’nin bütünlüğüne zarar vermeyecek, tersine Türkiye’ye aidiyeti sağlayarak Türkiye’nin bütünlüğünü güçlendirecektir.

Kürt sorunu sadece kimlik sorunu mu? Sorunun sınıfsal yönü yok mu? İşsizliğin, yoksulluğun en yüksek olduğu yerler Kürt illeri. Ama kimlik konusu sınıfsal çelişkileri örtüyor.

Kürt sorununa merkez-çevre ilişkisi açısından da bakabiliriz. Kayyım olayında olduğu gibi, baskıcı bir merkezin çevre güçleri üzerinde mutlak bir kontrol kurması sorunu olarak görebiliriz. Merkezle çevre arasında yeni bir ilişkinin kurulması çözümün ana unsurlarından.

İşin dış politika boyutu da var. Kürt sorunun çözümü Rojava Kürtleri’yle de barış yapmayı gerektiriyor. Suriye’nin kuzeyinde barışın sağlanması hem bu bölgedeki Kürtlerle Suriye’deki merkezi hükümet arasında, hem de Türkiye ile Rojava Kürtleri arasındaki barışa bağlı.

Kürt sorunu çok yönlü, çok düğümlü karmaşık bir sorun. Bir de geçmişten gelen bir güvensizlik var. Sorunun çözümü için önce güven verici söylemlere, sonra da her düğümün teker teker ele alınarak çözülmesine ihtiyaç var. Bu da zaman, sabır ve soruna dar siyasal hesapların ötesinde, kalıcı bir barışı hedefleyen uzun vadeli bakış gerektiriyor.

                                                             /././

İçişleri Bakanı Yerlikaya, polis müdürleri Alp Arslan ve Oben Özay’ın ihraç kararını imzaladı -Tolga Şardan-

Önceki Ankara Emniyet Müdürü Servet Yılmaz’ın “yakın çalışma ekibindeki” yardımcıları Alp Arslan ve Oben Özay, Yerlikaya’nın onayı sonrasında Emniyet teşkilatındaki görevlerinden 2 Ocak 2025 tarihi itibarıyla ihraç edildi. Görev yaptıkları dönemde Ankara’yı kasıp kavuran söz konusu iki polis müdürüyle ilgili ihraç kararı geçen eylülde Emniyet Genel Müdürlüğü Yüksek Disiplin Kurulu’nda verildi.

İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, yeni yılın ilk mesai günü, uzun süredir masasında onayını bekleyen önemli bir dosyaya son imzayı attı.

Yerlikaya’nın masasında bekleyen dosya, kendisinden önceki İçişleri Bakanı Süleyman Soylu döneminde Ankara Emniyet Müdürlüğü’nde görevli iki polis müdürü hakkındaki “meslekten ihraç” kararıydı.

Dosya, geçen eylülden bu yana Yerlikaya’nın masasındaydı. Soylu döneminin kamuoyunda en çok tartışılan isimleri arasındaki önceki Ankara Emniyet Müdürü Servet Yılmaz’ın “yakın çalışma ekibindeki” yardımcıları Alp Arslan ve Oben Özay, Yerlikaya’nın onayı sonrasında Emniyet teşkilatındaki görevlerinden 2 Ocak 2025 tarihi itibarıyla ihraç edildi.

Görev yaptıkları dönemde Ankara’yı kasıp kavuran söz konusu iki polis müdürüyle ilgili ihraç kararı geçen eylülde Emniyet Genel Müdürlüğü Yüksek Disiplin Kurulu’nda verildi.

Biraz geriye gidelim.

Şimdilerde yeniden siyasete ısınma turlarında görülen ve bir kez daha kabine üyeliğine göz kırpan Soylu’nun, Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından bakanlıktan alınmasının ardından göreve gelen Yerlikaya’nın ilk yaptığı işlerden birisi, Ankara Emniyet Müdür Yardımcıları Alp Arslan ve Oben Özay hakkında idari soruşturma açılmasına imza koymasıydı.

Her iki polis müdürü hakkında başlatılan idari soruşturmalarda; Arslan ve Özay’a yönelik, görevlerini kötüye kullanıp haksız menfaat elde etmek yani rüşvet almak, görevleriyle bağdaşmayacak şekilde faaliyetlerde bulunmak ve haksız mal varlığı edinmek gibi önemli konu başlıkları, araştırma yapılan iddialar oldu.

Müfettişlerden oluşan özel soruşturma grubunca aylarca süren araştırmalar sonrasında, iki polis müdürü hakkındaki iddialarda somut delillere, bilgi ve belgelere ulaşıldı.

İdari yönden Emniyet Genel Müdürlüğü Yüksek Disiplin Kurulu’nda değerlendirilirken, adli yönden de elde edilen veriler özel raporla Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunuldu.

Peşinden Arslan ve Özay hakkında Ankara Adliyesi’nde ağır ceza mahkemesinde dava açıldı.

Adli süreç devam ediyor halen.

Dikkat çeken iki polis müdürü

Arslan ve Özay’la ilgili gelişmeyi, 24 Eylül’deki Büyüteç’te gündeme taşıdım.

Bu yazıda, Arslan ve Özay’ın meslekteki konumlarını detaylı biçimde aktardım.

Özetlemek gerekirse; her iki polis müdürünün kamuoyunca tanınmasına, Ayhan Bora Kaplan suç örgütü ile eski Ülkü Ocakları Genel Başkanı Sinan Ateş’in öldürülmesiyle ilgili soruşturmalarda kimi ifade ve belgelerde isimlerinin geçmesi neden oldu.

Arslan, halen Bakü’de İçişleri Bakanlığı Müşaviri olarak görev yapan Servet Yılmaz’ın Organize Suçlarla Mücadele Şubesi’nden sorumlu Ankara Emniyet Müdür Yardımcısı’ydı. Aynı zamanda, 15 Temmuz sürecinde FETÖ’nün Türk Silahlı Kuvvetleri İmamı olduğu öne sürülen Adil Öksüz’ün firarında adı gündeme geldi. O dönemde İstihbarat Şube’de görev yapması ve sahip olduğu bilgiler sebebiyle yargılandığı davada beraat etti!

Ankara Emniyeti içindeki MHP’yle doğrudan teması olan ülkücü polis müdürlerinden olduğu biliniyor.

Sonrasında Arslan, gerek Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü, gerekse sorumlu müdür yardımcılığı görevi sırasında, yakın geçmişte “büyük operasyonlar” olarak açıklanan ancak bugün soru işaretleri taşıyan mafya operasyonlarını yönetti.

Ancak öyle bir dönemden söz ediyoruz ki Ayhan Bora Kaplan, operasyonlar yapıldıkça alanını genişletti, adeta dokunulmaz biçimde hızla büyüdü.

Diğer polis müdürü Oben Özay da Ankara Emniyeti Asayiş Şube Müdürü olarak görev yaptı, Yılmaz döneminde. Uzun yıllar Ankara’da çalışması nedeniyle “Ankara piyasasını” yakından tanıyan bir polis müdürü. Bir dönem Başbakanlık Koruma Müdürlüğü bünyesinde görev yaptı. Sonrasında yeniden Ankara Emniyeti’ne döndü.

Özay’ın adı, eski Ülkü Ocakları Genel Başkanı Sinan Ateş’in öldürülmesi olayında duyuldu.

Cinayet soruşturmasını yürüten birimin en tepesindeki isimdi, Asayiş Şube Müdürü olarak. Yakın zamanda Ateş suikastının kilit ismi MHP’li Tolgahan Demirbaş’ın, cinayetin işlendiği dönemde MHP Milletvekili olan Olcay Kılavuz’un yanından gözaltına alındığı yönündeki tutanağın imha edilerek yerine yeni sahte bir tutanak hazırlanması iddiasına adı karıştı.

Aynı zamanda, Ateş’in öldürülmeden önceki son konum bilgisinin, suikastı gerçekleştiren kişilere ulaştırılması olayına adı karışan Mustafa Ensar Aykan’ın arkasındaki isimlerden olduğu öne sürülüyor.

Özay da Arslan gibi Ankara Emniyeti’ndeki ülkücü polislerden birisi olarak tanınıyor. MHP Genel Merkezi’nde kimi siyasetçilerle yakın olduğu bilgisi mevcut.

İçişleri Bakanlığı ile Ankara Adliyesi arasında neler oluyor?

Buraya kadar okuduklarınız, Emniyet teşkilatından birçok kez benzeri yaşanmış, bundan sonra da yaşanması muhtemel süreçlerden elbette.

Ancak, Arslan ve Özay özelinde 2023’ten itibaren yaşananlar, çok da sıradan değil.

Süreci sıra dışı yapan ise, her iki polis müdürünün siyaset – bürokrasi – yargı ve suç örgütleri bağlamında önemli yere sahip olmaları.

Bu çerçevede, yakın zamanda yaşananları anlatayım.

Soylu’nun gidip Yerlikaya’nın göreve gelmesiyle birlikte, özellikle Emniyet teşkilatında Soylu’nun ekibinin tasfiye edilmesine yönelik çalışmalar başlatıldı.

Bu tasfiye kapsamında önceki Ankara Emniyet Müdürü Servet Yılmaz ve iki yardımcısı Alp Arslan ve Oben Özay gibi siyasetle bilhassa MHP Genel Merkezi ile yakın diyaloğu olan polis müdürleri, Yerlikaya’nın hedefindeydi.

AKP hükümetinde, Soylu’nun önderliğinde kimi polis müdürlerinin MHP Genel Merkezi ve Ülkü Ocakları ile sıra dışı yakınlaşması iktidar partisi kadrolarında sıkıntı yarattı.

Zaten Arslan ve Özay’ın kamuoyunca tanınmasına neden olan kriminal olaylar, bu sürecin parçası oldu.

Soylu ve ekibinin Emniyet’teki bağlantıları kesilmeye çalışılırken bu kez de yargıda ilginç gelişmeler yaşanmaya başladı. Ankara Adliyesi’nde açılan bazı dosyaların emniyette yaşanan bu mücadeleye paralel ilerlemesi dikkati çekti.

Ankara Adliyesi’ndeki bu dosyalar süreçte belirleyici olmaya başladı. Bu durum ve özellikle bazı dosyalar üzerinde duran isimler İçişleri Bakanı Yerlikaya’nın da dikkatini çekti.

İki farklı grup arasındaki çekişme, geçen yıl mayısta Ankara Emniyeti’nde patlayan “gizli tanık soruşturması” ile başka bir boyuta evrildi.

Emniyet ile yargı camiasından gizliden yürüyen mücadele, bu olayla ete kemiğe büründü adeta.

Gözaltına alınan polis müdürleri tutuklandı. Sonra serbest bırakıldılar, yargılamaları devam ediyor.

Gizli tanık skandalı MHP Genel Merkezi’ne “hükümete karşı darbe girişimi yapıldığı” şeklinde aktarıldı. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, yapılan bilgilendirmeyle TBMM’den hükümete darbe girişimi yapıldığını açıkladı.

Sonrasında Yerlikaya ile görüşen Bahçeli, sürecin darbe girişim olmadığı görünce bir daha bu konu üzerinde konuşmadı.

Kaplan ve Sinan Ateş soruşturmaları

Yaşananların hedefinin aslında Ayhan Bora Kaplan’ın gözaltına alınıp tutuklanması olduğunu ortaya koyan emareler gün ışığına çıktı zaman içinde.

Gerekçesi ise; Kaplan’ın siyaset ve bürokraside özellikle yargı camiasındaki bağlantılarının ortaya çıkmasını önlemek. Özellikle Ankara Adliyesi’nde teması bulunan hâkim ve savcıların isimlerinin kamuoyuna düşmesinin engellenmesi demek sanırım daha doğru olacak.

İşte bu sebeple, MHP Genel Merkezi üzerinden harekete geçildiği anlaşıldı.

Bu tablo “yukarıya” aktarıldı.

Bu arada gizli tanık skandalında soruşturmayı yürüten polisin hatalı iş ve işlemler yaptığını da eklemek de fayda var.

Ankara Adliyesi ile İçişleri Bakanlığı arasındaki çekişme bununla kalmadı elbette.

Yılın son günlerinde adliye ile İçişleri Bakanlığı’nı karşı karşıya getiren bir dizi yeni gelişme yaşandı.

Gizli tanık skandalı soruşturması nedeniyle görevden uzaklaştırılan polis müdürleri Murat Çelik, Kerem Öner ile Şevket Demircan, İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya tarafından aralık ayı başında yeniden göreve döndürüldü. Öner ve Demircan, Ankara dışına tayin edildi.

Göreve dönüşten bir hafta sonra Ankara Adliyesi, bu kez de FETÖ firarisi Cevheri Güven’e bilgi sızdırıldığı iddiasıyla başlatılan soruşturma çerçevesinde Çelik, Öner ve Demircan’a yönelik gözaltı talimatı verildi.

Polis müdürleri adliyeye getirildi, ifade verilmesiyle birlikte tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldılar.

Peşinden her üç polis müdürü hakkında düzenlenen iddianame geçen perşembe Ankara 17. Ağır Ceza Mahkemesi’nce kabul edildi.

İddianamenin kabul edildiği gün ise; İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, arkalarında MHP Genel Merkezi’nden bazı isimlerin durduğu bilinen Alp Arslan ile Oben Özay’ın “meslekten ihraç” kararına imza koydu.

Madem öyle; işte böyle misali!

Bu ihraç kararlarından sonra hem Ayhan Bora Kaplan, hem de Sinan Ateş cinayeti konusunda önemli bilgilere sahip iki polis müdürünün tavrı nasıl olacak, merak konusu.

Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, yoğun ülke gündemine karşın Ankara’da, Ankara Adliyesi ile İçişleri Bakanlığı’nı karşı karşıya getiren bu süreci nasıl okuyor? Nasıl değerlendirme yapıyor? Bilemiyorum.

2025 de en az 2024 kadar hareketli geçecek, ilk sinyaller bunu gösteriyor.

                                                                /././

Savcı, kadın cinayeti işleyen erkek için "aldatılmadan duyduğu şiddetli elem" iddiasıyla haksız tahrik indirimi istedi!

Batman'da Ramazan Baykara'nın (22), birlikte yaşadığı Esra Yılmaz'ı (20) ve arkadaşı  Rükneddin Özdemir'i (22) tabancayla vurarak öldürmesine ilişkin soruşturma tamamlandı. Savcılık iddianamede, "kadına karşı kasten öldürme" suçu işlendiğini belirtti ancak sanığın cinayeti "aldatılmadan duyduğu hiddet ve şiddetli elemin etkisiyle haksız tahrik altında gerçekleştirdiği" öne sürüldü. Bu nedenle indirime gidilerek sanığın 24 yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılmasını talep edildi. Kasten öldürme suçunun kadına karşı işlenmesi ve cezası (TCK 82/1-f) Kasten öldürme suçunun kadına karşı işlenmesi nitelikli hâl olarak kabul ediliyor. Fail suçun nitelikli haliyle cezalandırılıyor. Kasten öldürme suçunun kadına karşı işlenmesi halinde cezası ise ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası. (https://t24.com.tr/haber/savci-kadin-cinayeti-isleyen-erkek-icin-aldatmadan-duydugu-siddetli-elem-iddiasiyla-haksiz-tahrik-indirimi-istedi,1208401)

                                   ***

(T-24)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Yayın

T-24 "KÖŞEBAŞI" + "GÜNDEM" -9 Ocak 2025-

Kısmi uygulanıyor ya da kaldırıldı(III): Elektronik oylama hangi ülkelerde var?-Füsun Sarp Nebil- Elektronik oylama ilk etapta, çok avantajl...