Jakobenizmden jelibonizme… Bir 'Türkiye Yüzyılı' Ankara’sı - Ali Yaşar / soL -

'Zira yoktan var etmek yerine hazır olanı yağmalamaktan başka bir hüneri olmayan 'yeni Ankara' hattının estetikten nasiplenmemiş bu denemesi, hormonlu Jelibona maruz kalmış eklektik bir felaketten fazlası değil. Siz okurları köksüzlükle malul bu “Yeni Ankara” havasına maruz bıraktığımız için de özür dileriz.'

Mehmet BOZKURT anısına - Ankara, Ankara güzel Ankara…

Caddelerin dili demişti sevgili Mehmet Bozkurt, 1920 devrimi ve sonrası Ankara’yı anlatmak için. “Bu yazı tarihi cadde, bulvar ve sokak adlarından hareketle bir okuma denemesidir” diye de eklemişti 10 Ekim 2021 tarihli o nefis yazısında.

Bozkurt aynı yazısında Osmanlı'dan Cumhuriyet’e geçişin kadrolarının, muasır medeniyet seviyesine erişme ideallerinin yollarından biri olarak gördükleri mekânsal düzenlemelerin önce Ankara üzerinde denendiğinden, bu yanıyla Ankara’nın kurucu ideoloji tarafından bir model şehir olarak da görüldüğünden bahseder.

Tarihsel bir dönem ve kuruluşa tanıklık ve yataklık etmiş bir mekânın, kurucu ideolojiye uygun bir tarih anlatısı ile bir hafıza mekânı olarak tasarlanıp düzenlenmesi ne kadar da şık ve hoş olmuştur.

Ve ne hazindir ki, bozkırın ortasında yoktan var edilen bu şehir, ağırlıklı olarak çeyrek asırdır kurucu ideolojinin tasfiyesiyle birlikte hafıza mekânlarına dönük bir hiçleştirme operasyonuna da sahne oldu. Genişleyen çeperi ve değişen çehresiyle Ankara, kabına sığmayacak hale gelmiş sermaye sınıfının arayışları ve düzenin ihtiyaçları kapsamında yeni bir kurguya mekân olmaktan kurtulamadı.

Son kırk yılda, emekçi halk için taşların bağlanıp köpeklerin salındığı bir cehennem yaratıldı. Bir elinde sopa bir elinde havuç, köpeksiz köyde değneksiz gezer gibi gezen siyasi iktidar, bir yandan kentin hafıza mekânlarını yozlaştırıp bozarken, diğer yandan hem ihtiyaca hem de kendi meşrebine uygun yeni bir anlatı inşa etmeye soyundu.

Makûs talihi Cumhuriyet’le değişen 1923 Ankara’sı, yüz yıl sonra kurucu ideolojiyle birlikte o ideolojiye içkin kentsel belleği de kazımaya yeminli bir ekibin elinde çürüme ve çoraklaşmayı birlikte yaşamaktan kurtulamadı. Yaşadıklarını da ağzı var dili yok, anlatamadı.

1923 Ankarası’nın dilini, caddelerinde, derelerinde arayıp bulan, bulmakla da kalmayıp çözümleyen Bozkurt’un, o pek hoş ve pek öğretici denemesinden cesaretle biz de bir heves, bir Ankara havası alalım dilerseniz.

Seni görmek ister her bahtı kara…

1923 Devrimi ile Birinci Meclis'ten yola koyulan Cumhuriyet, Ulus’tan 1071 rakımlı Çankaya sırtlarına doğru kuzey güney istikametinde yerleşip gelişirken, ilanının 14’üncü yılında yitirdiği kurucu önderini, bu aksın batısında, baştan sona aksa hâkim bir tepeye, Anıttepe’de inşa ettiği anıtsal mezara defneder. Ulus’tan Çankaya’ya, aksa hâkim bu tepeden, gözleri üzerinde olsun istenmiştir genç Cumhuriyet’in.

 

Oysa işler başka türlü gider.

Cumhuriyet’in kuruluşunda yadsınamaz bir şekilde harcı olan bir başka genç Cumhuriyet’e, Ekim Devrimi’nin Sosyalist Cumhuriyeti’ne mesafeli duran kurucu kadroların sınıfsal tercihlerinin bir sonucu olarak solunu budadıkça sağa açılan ardılları, dümene buyur ettikleri “batı”yla iş tutmanın bir çıktısı olarak, Cumhuriyet’le püskürtülmüş “Cumhuriyet düşmanı gericilikle” düşüp kalkmakta beis görmez. Cumhuriyet’i Cumhuriyet yapan tüm değerler içi boşaltılıp başkalaştırılırken, Cumhuriyet’in püskürttüğü gericilikle malul ne kadar değer varsa, silsile halinde uyanır. Uyananı ayağa kaldırmak için kolları sıvayan siyasi iktidar, sermaye sınıfından aldığı ‘ihtiyaca binaen’ notlu belgeyle başka bir Ankara kurgulayıp tasarlamaya başlar. Son çeyrek yüzyılda finali yaşanan üç çeyrek yüzyıllık karşı devrime bakınca sermaye sınıfının ilmek ilmek sabrına ve örgütlü aklına şapka çıkarmak gerekse de içinden geçilen dönemin kesif karanlığı öfkemizle birlikte aklımızı da büyütmüyorsa, o şapkada bir çapanoğlu aramak gerek.

Beni bende demem bende değilim

Bir ben vardır bende benden içeri

Ankara’da yeni istikamet, artık kurucu önderin gölgesine terk edilen Ulus-Çankaya hattını, yani “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” politikasında cisimleşen kuruluş felsefesini değil, bu hatta sırtını dönüp, kurucu önderin ulusa miras bıraktığı Orman Çiftliğini önüne serilmiş acem halısı gibi tepeleyen başka bir hattı işaret ediyor.

Yönünü batıya çevirse de ironik şekilde ipi elinden bırakmaksızın kendince bir hat çizmeye çalışan genç Cumhuriyet, başkentini de bu hattın felsefesine uygun şekilde kurgulamaktan geri kalmamış, kuruluş dönemine has dengeci tutum, bir bakıma başkentin yerleşim aksını da yansır. Genç Cumhuriyet’in devleti-ali kurumları, bu yansımanın bir ürünü olarak,  şehrin kuzey güney istikametinde gelişen Ulus – Çankaya hattına yerleşirken bu kuruluş hattı da kuzeye sırtını dönüp yüzünü kıbleye verirken iktisaden yönünü döndüğü batıyı sancak tarafına almayı unutmaz.

Karakterine işlemiş bir dengecilikle yola koyulan genç Cumhuriyet, ikinci savaşla birlikte oynaklığın yerini nispi dengenin aldığı, kutupların ise keskinleştiği bir dönemde, sınıf karakterine paralel kapitalizme kırılan dümenin sonucu olarak, kuruluşunda sıkıca kavradığı ipin ucunu “batıya” kendi elleriyle teslim etmek durumunda kalır.

Sırt çevrilmekle kalmayıp arkasından iş çevrilen Sosyalist Sovyet Cumhuriyeti çözülüp, ideolojik cepheleşmenin ortadan kalkmasıyla oluşan yenidünya düzeninde, ABD merkezli tek kutuplu yeni düzen arayışı ve bu arayışa bağlı iktisadi ve askeri müdahaleler sonucu sistemin bütününde ortaya çıkan hegemonya krizi, sistemin içyapısında bozulma ve gevşemelere alan açar.

Bu gevşeme halinden cesaret alan sermaye sınıfının istikamet vermesiyle harekete geçen devlet ricali, ucu batının elinde olan iplere beyhude bir çabayla asılarak yeni pazarlar ve güvenli limanlar aramaya koyulurken, rafa kaldırılan “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” ilkesinin yerini önce “Güçlü Ordu Güçlü Türkiye” sonra da “Güçlü Türkiye Güçlü Ordu” alır. (1)

Yedi düvele karşı bağımsızlık mücadelesi verilerek kurulan Türkiye Cumhuriyet’i, yeni istikamette estirilen hülyalı mefkûrelerle yedi kıtada at koşturmaya güdülenirken, Türkiye’yi ‘yedi kıtada iş görür mayın eşeği’ gibi gören ve sırtından sopayı olmasa da karnından sıpayı eksik etmeyen NATO’nun arkasında hizalanmaya el mahkûm devam eder.

Karakteri işgal ve yayılmacılık olan bu istikamette her geçen gün daha da yoksullaşıp düşkünleşen halkı ikna etmenin biricik sermayesi yine hamaset olur. Yüksek doz hamasetlere yenileri eklenir, Türkiye yüzyılından girilip İslam kardeşliği bin yıllık ittifaklardan çıkılır. Kime karşı ittifak neye karşı kardeşlik sorulsun istenmez.

Hamaset hedefe ulaşır mı, bilemeyiz. Bildiğimiz, ne vaat edilirse edilsin, vaat edenlerin kim olduğundan bağışık değildir halka düşecek olan. Bir de aklını uykuya yatıran felakete uyanır, onu biliriz.

Sermayenin tüm dünyada öne çıkan bu meşum yönelimi, düzenin bir aygıtı olarak devletleri de buna uygun konseptler geliştirmeye ve bu konseptlere uygun pozisyonlar almaya zorlarken, dünyanın bütün coğrafyaları da irili ufaklı bir sürtünme hali yaşamaya baş gösterdi haliyle. İklim krizinden kaynaklı küresel ısınma mı akıl dışı düzenden kaynaklı iklim krizi mi derken dünyanın harareti bir de bu sürtünme hali nedeniyle yükselip durmakta.

Eski defteri dürse de yeni defter açmaya nefesinin yetip yetmeyeceği meçhul Yeni Ankara’nın, bu ısınmayı en iyi hisseden merkezlerden biri olduğu ne kadar açıksa, bu ısınmanın başlıca aktörlerinden biri olduğu da o kadar aşikâr.

“Yeni Yüzyıla Yeni Ankara” ya da “Öyle Türkiye Yüzyılına Böyle Ankara”

Biraz da bu nedenle olsa gerek, eski Ankara’nın kemgözlü uydulara yakalanan sevkiyatları yeni Ankara’da daha bir korunaklı artık. Gözlerden uzak, sütre gerisinde, yerin altında.

Tüm bunları nereden mi çıkarıyorum!

Google sağ olsun kuş olup uçamayan fakir faniler için kuş gibi süzülebilen, değil seksen günde sekiz dakikada devriâlem yapabilen uygulamalar icat etmiş. Çeşit çeşit uydu ve algılama ile elektronik bilişim sistemleri ile dünya artık köy kıvamında. Kimin gözü kimin üzerinde karışık biraz.

Beni sorma bana bende değilim

Suretim boş yürür dondan içeri

Yeni Ankara diyorduk. Bu yeni Ankara’yı tahayyül edebilmek için biraz da haydar olmak gerek. İşte bu Google Earth denen mendebura tıklayınca, az biraz haydar olabiliyorsunuz misal.

Eski Ankara’yı, merasimsiz gömdükleri Devlet Mezarlığı’yla birlikte, ardına yahut doğu cephesine alan “Yeni Ankara” yürütmesinin konuşlandığı külliye, Orman Çiftliği’nin Beştepe gibi mutena bir noktasında, konuşlandığı yeni hattın başına bir amiral gemisi gibi kurulmuş, görebilirsiniz, lakin bahçesinde olması gereken tescilli Marmara Köşkünü göremezsiniz. (2) Eski Ankara’yı gömdükleri, önce kilit vurup sonra 15-16 Temmuz’da kanına girdikleri faniler için diktikleri şehitler anıtıyla kapattıkları görkemli sayılabilecek Devlet Mezarlığı’nın kapısını da göremezsiniz. Tepenin ardında Silahtar Caddesi’nde kalan gözden ırak yeni kapıyı ise biraz aramanız gerekir. (3)

İşi şansa bırakmamak için olsa gerek Ankara’nın yeni istikametini imleyen yeni hattın aşağı ucunu ise Bağlıca’da mukim müsteşarlıktan başkanlığa terfi teşkilatı matruşkanın tuttuğu görülüyor. (4)

Hat başlarında bulunan muhitlerin isimlerinden hareketle bu yeni hatta artık Beştepe-Bağlıca diyebiliriz.  İşte bu yeni hattın hemen sağ cenahında, hat boyunca açılan Ankara Bulvarı’nın sağında ise, demiryolu hattı ile paralel İstanbul yolu boyunca, şimdi Fatih Sultan Mehmet Bulvarı diye anıyoruz, eski Ankara’nın bir dizi askeri yerleşkesi de bu yeni hatta intibak etmiş durumda.

Beş-Bağ da diyebiliriz, bu hattın hemen sol cenahında, artık Dumlupınar Bulvarı olmuş Eskişehir Yolu’na paralel açılan yeni bulvara ise yeni Türkiye’nin genetiğine uygun olarak Sakıp Sabancı adı verilmiş. Güler Hanım mutlaka görmüş ve gereğini yapmış olmalı diye değerlendirilebilir. İşte kıymeti kendinden menkul bu müteşebbis şahsiyetin, doğrusu patron olsa gerek, adını taşıyan bu bulvar ile Eskişehir Yolu namlı Dumlupınar Bulvarı’nın arasında kalan bölgede ise ATO, TOBB, SPK, MGK gibi kelli felli sermaye örgütleri ve onların güvenliğiyle ilgilenen milli kurulumuz, karma on bir gibi sıralanmış. Bunlara eşlik eden irili ufaklı AVM kılıklı iş merkezi ve holding binalarını saymazsak, fazlalık gibi duran bir AŞTİ var. Muhtemel ki ömrü fazla değil, son demlerini yaşıyor olmalı. Üstelik tabiatı gereği bu habitata da uymuyor.

Eskişehir Yolu namlı Dumlupınar Bulvarı’nın öte yakasında, biliyorsunuz ODTÜ, Hacettepe, Hacettepe’den bölme Yıldırım Beyazıt Üniversitesi gibi değişik semptomlar gösterme potansiyeli olduğundan şüphelenildiğini düşünebileceğimiz bir takım kurumlar sıralanmış. Arasına Bilkent gibi genetiğiyle oynanmış kimi hücreler serpiştirilmişse de buralar pek tekin durmuyor olsa gerek, bu bölgenin Ahlatlıbel İncek arasında kalan yüksek kesimleri, mebzul miktarda yargı ve güvenlik teşkilatının yanı sıra koca kulak BTK ile muhasara altına alınmış gibi. Beş-bağ mı demeli, baş-buğ mu diye anmalı kestiremedim, işte o necip yüzlü baş yücelik hattının sol yanına düşen Dumlupınar Bulvarı ile bu tekinsiz bölgenin içine de başta diyanet işleri namlı eli kılıçlı gözde kurum olmak üzere bir dizi kurum yerleşmiş. Adı yadigâr Çukurambar ise arada kaynamış görünüyor.

Eski Ankara’nın Ulus-Çankaya hattına batı yamacındaki tepeden göz kulak olan Anıttepe misali bu Beştepe-Bağlıca hattına da Eskişehir Yolu namlı Dumlupınar Bulvarı’nın hemen gerisinden iliştirilmiş bir yapı var, anmadan geçersek eksik kalır. Yalnız Ulus-Çankaya hattına aziz bir tepeden bakar gibi bakan kurucu önderin kabrinden farklı olarak, hattın Beştepe ucuna yakın bir noktada kalan bu yapı pusuya yatmış bir kötülük abidesi gibi duruyor. Üstelik pek öyle iliştirilmiş gibi de değil, bildiğiniz yavuz hırsız gibi duran bu yapı için, yağma hasanın böreği gibi yağmalanan Orman Çiftliği arazisinden hallice de bir parça koparılmış. Kambersiz düğün olmaz derler ya, hah işte bu melun yapı düğün yerinin kamberi, USA elçiliğidir. (5) Beştepe’de mukim saraya yürüyelim desen aheste vaziyet yarım saat, AKMerkez’e uğrayıp iki laflayalım desen on dakikalık mesafe.

Farkındayım, detaya girdikçe harman yerine dönen bu yazıyı toparlayıp bağlamak gerek.

Şehrin keşmekeşinden, gerisine aldığı ve şimdilerde 15 Temmuz Demokrasi Müzesi’ne ev sahipliği yapan Devlet Mezarlığı ve hendek gibi açılmış Mevlana Bulvarı ile sıyrılan ve sanki subaşı tutar gibi Beştepe-Bağlıca hattının üst başını tutan Beştepe’de yerleşik saraydan batı yönüne doğru uçmayı hayal edebiliriz şimdi. Hayal etmek diyorum zira Ziya gibi eniştesi olmayanın, o sarayların, hele hele ki külliyeli olanların tepesinde gerçekten uçması mucize kabilinden bir şey olsa gerek.

O nedenle hayali olanı biraz da faraziyeden kurtarmak adına, ‘Made in USA’ menşeili sevgili Google Earth hazretlerine atlayıp az biraz haydar olabiliriz.

Kâh çıkarım gökyüzüne, seyrederim âlemi
Kâh inerim yeryüzüne, seyreder âlem beni

Biliyorsunuz Haydar olunca kanatlanabiliyoruz. Haliyle Devlet Mezarlığı’nın şöyle yüksekçe bir kısmından burnumuzu garp cephesine verip, bir miktar da yükselip, Bağlıca’ya doğru baksak göz alabildiğine AOÇ topraklarını görürüz. İşte önümüzde uzanan o arazide süzüldüğünüzde önce sarayı, sonra da gözden ırak olmasın misali sarayın önünde tutulan Gazi Orduevini görürsünüz. Eski Ankara’nın gözde mekânının yerleştiği yükseltinin hemen ardında ise etrafına göre alçak bir kottan istikamete alınan hattı diklemesine keserek geçen Anadolu Bulvarı’nı göreceksiniz.

Başka ne görebilirsiniz!

Bulvarın hemen ardında diklemesine yükselen sırtın tepesinde etrafı açık, kendisi yeşillikler içerisinde, ferah bahçeli küçük bir yapı. İlk dikkat çeken ne derseniz, kanaatimce tam takır kuru bakır kıraç bir arazinin ortasında kalmış vaha misali bir bahçe diyebilirim. Haydar olup uçmadan görmenin pek mümkün olmadığı bir yükseklikte sütliman duran bu yapı, devlet beyin bağ evi gibi duruyor olsa da kurcalamayı pek akıllıca bulmam doğrusu. Neden derseniz, şu kadarını söyleyebilirim. Ankara’nın namlı trafiğinde bile yeni hattın sağ cenahını tutan Ankara Bulvarı’nın, her iki istikametinden bu yapıya giriş çıkış izin veren mühendislik harikası dalma çıkmalarla bir karabatak gibi girip çıkmak mümkün görünse de ne yalan söyleyeyim pek öyle elini kolunu sallayarak gidilecek bir yer gibi durmuyor orası. (6)

Neyse biz tehlikeli sulardan çıkıp konuyu toparlamaya bakalım.

Demin bir kuş gibi kanatlanıp bir parça yükseldiğimiz konumdan, istikameti koruyarak bir miktar daha yükselmeye ve verimli çiftlik arazisi üzerinde ilerlemeye devam edelim. Eski zırhlı birlikleri geçince hemen ilerideki yüksekçe düzlükte, yeni hattın alt başını tutan Bağlıca’da mukim görkemli ve gizemli teşkilat binasını görmemeniz ihtimal dışı. Geniş ve korunaklı bu araziden Mehmet Akif Ersoy Bulvarı’yla ayrılmış diğer genişçe araziye bakarsanız da hummalı bir inşaat faaliyeti gözünüze çarpacaktır. (7)

Voltran gibi duran bu yapı da ne ola ki derseniz benim fikrim, SADAT’çı Adnan paşaya atfen “mehdi gelecek ortamı ona göre hazırlıyoruz” olabilir.

Holding binalarında yuvalanmış, Enver Paşa'ya rahmet okuturcasına Mavi Vatan, Turkuaz Vatan, Uzay Vatan derken mülk aşkını arşa vardırıp Cosmos seferine çıkan paşalardan sonra, Adnan paşanın da ortamı mehdiye hazırlamaya kalkması pek makul sayılmalıdır. Hani paşaya hak verenler ‘Dünya Armagedon’a hazırlanıyor, biz mehdiye hazırlanmışız, çok mu?’ diye sorabilirler. İhtimal dâhilindedir.

Artık demir almak günü gelmişse zamandan,

Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.

‘Velhasıl kelam’ dermiş eskiler, biz de diyelim.

Birinci-İkinci Meclis’ten son Meclis’e, yüz yıllık macerasında Türkiye, Ulus Devlet temelli, Yasama ağırlıklı, Üretim, Kalkınma ve Sanayileşme doktrininden, toplumun kimlikler temelinde parça pinçik edildiği yürütme merkezli bir güvenlik doktrinine geçişe, millet oyalansın misali bir kenara bırakılan meclise de noterden hallice davranıldığı bir dönem ve dönüşüme tanıklık ediyor. Meclisi ve serbest seçimleri defnetmeye niyetliler. Hazırlanıyorlar.

Kahir ekseriyetin değersizleştirilmiş hayatı ve emeğiyle palazlanmış sermaye sınıfının kabına sığmakta zorlandığı bir Türkiye’de, sermayenin yayılma ve genişleme eğilimi bir fantezi ya da paranoya değil gittikçe acılaşan bir tecrübe haline gelmiştir. İçerde semirmenin de dışarda yayılmanın da faturası en küçük hücresine kadar ayrıştırılmış ve yoksullaştırılmış emekçi halka kesilecektir.

Yüz yıllık tarihin değişmez sabiti ise ülkeyi yıkımdan kurtarabilecek yegâne güç olan toplumsal itirazın örgütlenmesini engellemek uğruna uygulanan anti-komünizm olmuştur. İktidarın sınıfsal ayrım ve çelişkileri gizlemek için sarıldığı bu anti-komünizmin arkasında ayrıcalıklarını kaybetmekten korkan bir sınıfın tarihsel korkusu var. Nazım Hikmet, ‘hiçbir korkuya benzemez halkını satanın korkusu’ der onlar için.

Görüyoruz ki Ulus-Çankaya hattı, yani Misakımillî, yani Yurtta Sulh Cihanda Sulh, yani Lozan, yani Cumhuriyet, “Türkiye Yüzyılı” dedikleri ikinci yüzyılın eşiğinde bir ayak bağı ve atılması gereken bir yük olmuş. Emperyalizmin dümen suyunda sayısız vatan evladını cephelere sürerek insanlık tarihini kan deryasına çeviren akılsızlığın bir parçası olan, hülyalı hayallerle memleketi yok olmanın eşiğine getiren meşum mefkûre, mezarından çıkmış, Koç zadelerin Mustafa’nın tabutunda sancak olmuş.

Anlıyoruz ki düzen istim üstünde, uzun süredir sancak alabanda kıvamına getirdiği ülkeyi Beştepe-Bağlıca hattından estirilecek hamaset bezeli rüzgârların önüne katıp, pupa yelken demeye hazırlanıyor.

Gözlerini dönülmez akşamın ufkuna dikip biz başka âlem isteriz diyenler, evet onlar da bu karanlıktan ve yaklaşan fırtınadan iskele alabanda demeden, dahası bunun için dümene geçme iradesi göstermeden çıkmanın mümkün olmadığını söylerken, çıktıkları yolda nedamet getirmemiş Cumhuriyetçilere de, özü sureti bir yeni bir Cumhuriyet’in yolunu gösteriyorlar.

 Söylemeden geçmemeli; 1920 cumhuriyetini Ankara caddelerinden şiir kıvamında okumak mümkün ve zevkli bir deneme olsa da Beştepe-Bağlıca hattında böyle bir şans yok. Zira yoktan var etmek yerine hazır olanı yağmalamaktan başka bir hüneri olmayan “yeni Ankara” hattının estetikten nasiplenmemiş bu denemesi, hormonlu Jelibona maruz kalmış eklektik bir felaketten fazlası değil. Siz okurları köksüzlükle malul bu “Yeni Ankara” havasına maruz bıraktığımız için de özür dileriz. Sürçülisan etmişsek affola.

Ali Yaşar / soL

(1)    https://www.ntv.com.tr/turkiye/tsk-slogani-degistirdi-turkiye-guclu-olu…

(2)    https://politeknik.org.tr/sarayin-aoc-talani-suruyor-marmara-kosku-yerl…

(3)     https://www.diken.com.tr/ataturk-orman-ciftliginin-ak-saray-gazabinda-s…

(4)     https://www.ahaber.com.tr/video/gundem-videolari/son-dakika-mitin-yeni-…

(5)    https://www.gazeteduvar.com.tr/abd-buyukelciligi-mimarlarin-tepki-goste…

(6)     https://twitter.com/Tr724/status/1030177390255906816

(7)    https://www.trthaber.com/haber/gundem/turkiyenin-yeni-savunma-karargahi…;

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Yayın

SÖZCÜ-20 Ekim 2025-

Bir saatlik ‘itibar’ için tam 37 milyon TL gitti -Deniz Ayhan- Çocuklar okula aç gidiyor, bazı okullarda sabun bile yok ama Milli Eğitim Bak...