"Türkiye'de yaşamak benim için yeni bir dünyaydı ama değişik demek daha doğru olabilir. Çünkü daha önce başka yerlerde yaşamıştım ama İstanbul’da insanların yaşayışları benim için farklıydı. Türkiye diğer gördüğüm ülkelerden daha farklıydı. Diğer ülkeler belki daha düzenliydi. İnsanlar dedim ya, çok arkadaş canlısıydılar. Ve bu benim için çok önemliydi. Çünkü İngiltere’de insanlar genellikle çok soğuk değil ama bireysel yaşıyorlardı"
Büşra Sanay (solda) ve Anne Clare“İnsana insan gerek.” Ne güzel bir laf. Derin, gerçek ve İonna Kucuradi’nin dediği gibi insanın içini sıcacık yapar. Sizlere, tanışalı neredeyse iki yıl olan ve çok güzel paylaşımlar, sohbetler yaptığım bir arkadaşımı anlatmak istiyorum. Anne Clare. Londra’da onu ilk gördüğümde mevsimlerden bahardı, hava ne soğuk ne sıcaktı. Mahallede çok sevdiğim kahve dükkanındaydım ve mekanın sahibi Sami abiyle kahve içiyorduk. Ki, kendisi tam bir İstanbul beyefendisidir. Bilahare ondan da söz etmek isterim. Her sohbetimizde, çocukluğundan gençliğinden aklında kalanları anıları, mekanları anlatan tam bir kitap ve İstanbul kurdu kendisi. Tam da o esnada kapı açıldı ve biri içeri girdi, bir kadındı. Sami abiyle konuşmaya başladılar ve sohbet Türkçe ilerliyordu. Burada sorun yok ama sohbetin İngiliz aksanıyla şahane bir Türkçe olarak devam etmesi dikkatimi çekmişti. Kimin bu denli konuştuğunu merak ettim, arkamı döndüm ve sordum;
“Merhaba, acaba nerede öğrendiniz bu Türkçeyi? Çok güzel konuşuyorsunuz.” Cevap şöyleydi:
“Ben uzun yıllar Darüşşafaka’da İngilizce öğretmenliği yaptım!”
“Ne zaman?”
“1972-1979 yılları arasında…”
Anne Clare ile arkadaşlığımız o gün başladı. Genelde bende buluşuyoruz, hava güzelse yürüyoruz. Her gün 5-6 km yürüyor. Haftada iki gün koroda şarkı söylüyor, beş ya da altı dil konuşuyor ve son öğrendiği dil de İtalyanca. Mutlaka her gün en az yarım saat İtalyanca romanından bir kuple okuyor. Ayrıca çok British bir tatlı olan Apple Crumble çok seviyor, benim de bunu çok iyi yaptığımız söylüyor. Bir ara ona, İstanbul’da yaşarken çektiği fotoğraflar olup olmadığını sormuştum. Bana 70’lerde İstanbul’da, hatta Türkiye’nin başka şehirlerini ziyaretinde çektiği fotoğrafları gösterdi. Yazıda onlardan bazılarını da göreceksiniz. Sohbetlerimizde Anne’e, İstanbul’a ve Darüşşafaka’ya dair çok soru soruyordum, sanırım onun anlatması özellikle çok hoşuma gidiyordu. Hem bir yabancının gözünden İstanbul’u yaşama deneyimi hem de ben doğmadan öncesi. Anne’i insanların tanımasını ve eğer bu yazıya denk gelirlerse de, öğrencilerinin onu hatırlamasını isterim. Sorularım onu 20li yaşlarına götürdü. Şimdi 79 yaşında ve hatırlayabildiği kadarıyla o günleri konuştuk.
Anne Clare
- Anne, biraz kendinden söz etmeni isteyeceğim. Kaç yılında nerede doğdun? Ne eğitimi aldın?
1946 Temmuz ayında Londra’da, güney Norwood’da doğdum. İlkokulda evimize yakın olduğu için bir kilisenin okuluna gittim. Sonra ortaokulda iyi bir okula gitmek için geçmem gereken bir sınav vardı, maalesef geçemedim ama yine de gittiğim ortaokul özel okul olmamasına rağmen özellikle İngilizce ve Fransızca eğitimi açısından çok iyiydi. Sınavlardan da çok iyi sonuçlar alıyordum. 16 yaşıma gelince de iyi bir liseye başladım. Orada da İngilizce, Almanca ve Fransızca öğrendim, ardından öğretmenler okulu maceram başladı (Teachers Training Collage). Burası Cambridge’deydi ve çok iyi bir öğretmenler okuluydu. Bu okul o zamanlar değil ama şimdi Cambridge Üniversitesi’nin bir parçası oldu. Okul bittiğinde hem Fransızca hem İngilizce öğretmeni oldum. Hemen Fransa’ya gittim öğretmenlik yapmak için. Bir okulda stajer öğretmen olarak göreve başladım, İngilizce öğretiyordum büyük öğrencilere. Fransa’yı çok seviyordum, orada daha uzun kalmak isterdim ama İngiltere’ye dönmem gerekiyordu. İki sene İngiltere’de öğretmenlikten sonra Almanya’ya gittim.
- Almanya’da hangi dil üzerine öğretmenlik yaptın?
Almanya’da, tercümanlık okulunda İngilizce öğretiyordum. İki sene vergi ödemeden kalabiliyordun ama sonrasında tüm vergileri ödemen lazımdı. O yüzden oradan da ayrıldım.
- Peki Türkiye hikâyen nasıl başladı?
Almanya sonrası İngiltere’ye dönüp, burada çalışmak istemiyordum ve o yüzden başka ülkelerde iş arıyordum. Aslında Brezilya’ya gitmekti amacım çünkü, o dönem Portekizce öğreniyordum. Ama İngilizce öğretmeni aramıyorlardı, yani bana göre bir iş yoktu. Tam da o günlerde gazetede bir ilan gördüm. İş İstanbul’daydı ve her şey böyle başladı.
Fotoğraf: Anne Clare
- Yıl kaçtı İstanbul’a gittiğinde ve kaç yaşındaydın?
1972’de 26 yaşımdaydım İstanbul’a Darüşşafaka’ya öğretmen olarak gittiğimde ve 1979 senesinde de ayrıldım Türkiye’den.
- Gitmeden evvel, Türkiye hakkında bir bilgin fikrin var mıydı ve gördüğün ilanda ne yazıyordu?
O zaman Türkiye ve İstanbul hakkında hiçbir şey bilmiyordum. Bu iş ise, British Council destekli bir işti. Konaklama ve yol masraflarının bir kısmını destekledikleri yazıyordu. Kazanacağım para da fena değildi. İşi aldım. Ama nasıl bir yer olduğunu bilmediğim için de biraz korkuyordum açıkçası. İstanbul’a, Atatürk Havalimanı’na indiğimde, Darüşşafaka’dan birkaç öğretmen beni karşıladı ve bana yardımcı oldu. İngilizce öğretmeni değillerdi ama oldukça iyi İngilizce konuşuyorlardı. Her şey çok iyi geçti. Okula vardık ve bir odaya yerleştim.
- Okulda yatılı olarak ne kadar kaldın?
Yalnızca ilk sene okulda yatılı kaldım. İstanbul’a alışmam biraz zaman aldı çünkü bazı şeyler bana değişik bazı şeyler ise zor geliyordu. Ama İstanbul’u çok sevdim. Okuldaki insanlar çok iyi niyetlilerdi.
- Ailene, İstanbul’a gideceğini söylediğinde ne dediler?
Tabii ki kabul ettiler. Çünkü zaten daha önce de farklı ülkelerde de kalmıştım.
Fotoğraf: Anne Clare
- İstanbul’un çok neyi şaşırttı, büyüledi seni? Nesi değişik geldi. Hiç Türkçe bilmiyorsun, İstanbul’a dair bir şey bilmiyorsun. Kimseyi de tanımıyorsun. İlk günlerini hatırlıyor musun insanları, çevreyi, sokaktaki hayvanları?
Mesela dolmuş vardı, Londra’da yoktu öyle bir şey. Ayrıca, sokakta meyve sebze satılıyordu ve bu insanlarla herkes pazarlık yapıyordu. Bu çok enteresandı. İngiltere’de öyle bir şey yoktu görmemiştim. Ve Darüşşafaka, Fatih’te çarşıya yakın bir yerdeydi. Orada yollar çok kötüydü, hep çukurlar vardı. Yağmurlu bir gündü okula gidiyordum, o yollardan birinde düşmüştüm her yanım çamur olmuştu. Böyle bir anı da hatırlıyorum.
- Şimdi hâlâ dolmuşlar var ve pazarlık yapılıyor. Sen de yaptın mı pazarlık?
Nasıl yapıldığını öğrenmiştim ve evet en sonunda ben de pazarlık yapıyordum. Fakat her şeyi net hatırlamıyorum.
- Darüşşafaka’yı biraz anlatabilir misin? Nasıl bir okuldu, öğrenciler derslerde nasıldı, eğitim sistemi üzerine neler hatırlıyorsun hepsini çok merak ediyorum.
Çocukların bu okula girmek için yapılan sınavı kazanmaları lazımdı tabi. Hepsi Anadolu’dan gelmiyordu. Öğrenciler genellikle uslu ve çok akıllıydılar. 11 -16 yaş arası çocuklardı. Hakikaten öğrenmek istiyorlardı ve iyi çalışıyorlardı. Bazıları çok çok iyi sonuç alıyordu. Okulda benden başka İngiliz ve Amerikalı öğretmenler de vardı. Matematik ve fen dersleri İngilizce öğretiliyordu. Mesela bir kız öğrenci Harvard Üniversitesi’nden burs kazanmıştı. Ama bir tek sınıf vardı ki çok yaramazdı. Bazı öğretmenler okuldan ayrıldı sırf bu yüzden. Okul bir ara yalnız erkek okuluydu ve bu yaramaz sınıf, son erkek sınıftı. Sonraki sınıflar kız ve erkek karışıktı. Çünkü eğer bir disiplin problemi olursa bir okulda, işte orada çok büyük sıkıntılar yaşanıyor. Ben de sınıfa İngilizce öğretiyordum ve bu sınıftaki çocuklar yüzünden ben de okuldan ayrılmayı düşünüyordum ama ayrılmadım. Tam hatırlamasam da şimdi, beni deli ettiklerini söyleyebilirim. Ama sonra, kalmaya karar verdim çünkü bir sonraki sene onlara ders vermeyecektim. Genel olarak, çok çalışkandılar. Okul binası ise fena değildi ama eskiydi. Şimdi yeni bir yerde olduğunu biliyorum ama nerede olduğunu bilmiyorum.
Darüşşafaka'da derste...
- Senin adın Anne ve Türkçede de biliyorsun ismin “anne”ye çok benziyor. Bununla ilgili anın var mı?
İsmimle dalga geçmemişlerdi ama söylediğim başka şeylerle ilgili oluyordu. Mesela sınıftayken, onlar sık sık bana bir şey soruyorlardı ve ben de genelde “well” diyordum. Onu hep taklit ediyorlardı “weelllll” diye.
- Almanya’da, Fransa’da, İngiltere’de öğretmenlik yaptın ve sonra Türkiye’ye gittin. Türkiye’de o dönem yani 1972’deki eğitim sistemi ile diğer ülkelere baktığında nasıl bir fark vardı?
Darüşşafaka özel bir okuldu ve çok çok iyiydi. İngilizce dersleri çok önemliydi. Çocuklar iyi çalışıyorlardı ve bunun sonunda da iki senede İngilizceyi hakikaten çok iyi konuşuyorlardı. Matematik ve fen bakımından harikaydı. Tarih, coğrafya gibi dersler ise zaten Türkçe öğretiliyordu. Bence çok çok iyi bir okuldu.
- Peki Türkçeyi nasıl öğrendin?
Çok zordu ilk üç sene. Sıkıntı çektim. Çalışıyordum ama zordu. Bir kitap almıştım Türkçe öğrenmek için. Ama şimdi adını ve yazarını hatırlamıyorum. Onu okumaya çalışıyordum, başladığımda çok az anlıyordum, devam ve tekrar ettikçe kitabın sonuna doğru çok daha iyi anlamaya başlamıştım. Sonra başka kitaplar okumaya devam ettim, bu sistem benim için çok kullanışlıydı. Hatırladığım kadarıyla Türkçe kurslar da yoktu Türkiye’de. Türkçeyi gerçekten kursa giderek öğrenmeyi çok isterdim ama kurs bulamamıştım. Fakat en önemlisi şuydu ki Türklerle konuşmağa çalışıyordum ve çoğu arkadaşlarım ise Türk’tü.
Büşra Sanay (solda) ve Anne Clare
- Kitap hâlâ seninle mi? Saklıyor musun hatıra olarak?
Kim bilir nerede!
- Türkiye’de yaşarken İngiltere’ye ne kadar sıklıkta gidip gelirdin?
Her sene bir ya da iki kez giderdim.
- Türkiye’de yaşadığın dönem sosyal hayattan, insanlarda söz etmeni istesem nasıl anlatırsın? Neler kaldı aklında?
Türkler çok kibar ve arkadaş canlısıydı. Londra’da insanlar öyle değildi maalesef. Çok soğuklardı bence. Mesela İstanbul’da insanlar beni bazen evlerine davet ediyorlardı çay içmeye. Tamam bir çay içerim ama ısrar ederlerdi, “lütfen burada kalın, yemek de yiyin” derlerdi ve bana hep bir şeyler verirlerdi. Sonra o akşam orada kalırdım. Ve bu insanlar yakın arkadaşım değillerdi, tanıdıklardı. Ayrıca sokaktaki kedi köpekler çok güzeldi. Londra’da sokakta kedi köpek yoktu ve onları her yerde görmek beni mutlu ediyordu ama bazen üzülüyordum. Çünkü her zaman yemek bulamıyorlardı.
- O dönem İstanbul huzurlu ve güvenilir miydi?
Bana hiçbir şey olmadı, başıma bir şey gelmedi. Eve bazen akşamları geç dönerdim, hatta evim bir yokuşun üstündeydi sonra taşındığım ev de başka bir yokuştaydı. Hiçbir zaman bir problem yaşamadım. Ama Londra’da dört defa sokakta başıma olay geldi. Apartmandaki komşularla da iyiydik.
Fotoğraflar: Anne Clare
- Nerede yaşadın İstanbul’da?
Beşiktaş, Serencebey Yokuşu’nda oturuyordum. Oturduğum ev Boğaz’ı görüyordu. Çok güzel bir manzarası vardı.
- Akşamları dışarı çıkıyor muydunuz arkadaşlarınla? Nerelere giderdiniz?
Yemek yemeğe çıkıyorduk. Beyoğlu’na giderdik. Konserlere gidiyorduk.
- Kimleri izledin?
Zeki Müren, Ajda Pekkan.
- En sevdiğin Türkçe şarkılar neler?
Nazlı Dilber, Üsküdar’a Gideriken, Hadi Bakalım Kolay Gelsin, daha çok var ama hepsini hatırlamıyorum. Çok seviyordum Türk müziğini. İlk gittiğimde kulağım alışık değildi hatta düşünüyordum ki bu sesler bana karmaşık ve bağırışımalar gibi geliyordu. Ama iki sene sonra çok alıştım ve sevdim. Çok sık dinliyordum. (Anne ve ben bir araya gelince mutlaka Türkçe şarkılar açıyoruz ve benim bilmediklerimi biliyor.)
- İzin günlerinde, çalışmadığın zamanlarda neler yapardın?
Niye bilmiyorum ama fazla yürümüyordum İstanbul’da. Genellikle restoranlara gidiyordum. Ama iş yüzünden çok meşgul olduğumu hatırlıyordum ve gerçekten yorucuydu öğretmenlik. Hafta sonları evde çocuklara ders hazırlıyordum. Ama bazen dolmuş ve otobüse binip bir yerlere gidiyordum. Fotoğraf çekmeyi çok seviyordum.
Fotoğraf: Anne Clare
- İstanbul’da kadın ve erkek giyimini, modasını nasıl bulurdun?
Bölgeye bağlı. Doğu İstanbul’da daha çok başörtülü kadınlar vardı. Ama Taksim tarafları öyle değildi. Genellikle İstanbul’dakiler İngilizler gibi görünüyordu kıyafet bakımından. Bazıları çok şıktı. Mesela bazı öğretmeler tam batıdaki insanlar gibiydi. Okulda hiç başörtülü öğretmen yoktu ya da çocuklar yoktu.
- Adalar’a gittin mi?
Tabii. Adalar’ı çok seviyordum. Arkadaşlarımızla gidiyorduk.
- Türkiye’de yaşadığın dönemde çok fazla şehir gezmişsin. En çok nereleri sevdin?
O zamanlar Marmaris, Alanya, Kaş çok güzeldi ama Fethiye beni çok etkilemişti. Kaş’ta kalamazdın o zamanlar, çok küçük bir yerdi. Ayrıca Dalaman’da çok güzel bir yerdi, Kral Mezarları vardı yakınlarda. Karadeniz bölgesi çok güzel ve yeşildi.
- En sevdiğin Türk yemekleri nelerdi?
Sanırım en çok mezeleri seviyordum.
- Türkiye’de yaşamak sana neler kattı?
Benim için yeni bir dünyaydı ama değişik demek daha doğru olabilir. Çünkü daha önce başka yerlerde yaşamıştım ama İstanbul’da insanların yaşayışları benim için farklıydı. Mesela aile yaşantıları gibi. Değişik geliyordu. Örneğin 18 yaşındaki bir çocuğun hâlâ ailesiyle yaşaması gibi. Türkiye diğer gördüğüm ülkelerden daha farklıydı. Diğer ülkeler belki daha düzenliydi. Oralarda pazarlık yapılmazdı, daha bireysel yaşarlardı ama Türkiye çok fazla kültürün olduğu bir yerdi. Akdeniz ve Ege kültürleriyle beraber. Dolayısıyla Türkiye komşuluğuyla, yemekleriyle, sokaktaki hayvanlarıyla, etrafıyla başka bir yer. İnsanlar dedim ya, çok arkadaş canlısıydılar. Ve bu benim için çok önemliydi. Çünkü İngiltere’de insanlar genellikle çok soğuk değil ama bireysel yaşıyorlardı. Değişik insanları tanıdım, farklı müzikler öğrendim. Farkları çok seviyordum.
Fotoğraf: Anne Clare
- Türkiye’nin diğer ülkelerden farkı neydi senin için?
Her şey daha doğaldı. Sokaklar, İstanbul’un dışındaki yerler. Bazen güzel değildiler ama ben değişimi seviyorum. Mesela ben İstanbul’da oturduğum zaman çok eşek vardı sokaklarda. Çok vardı. Ve onlara eşya taşıtıyorlardı. O hayvanlar bir şeyleri getirip götürüyordu. Sokaklarda birtakım insanlar da bazı şeyleri satıyorlardı. Ve onlar da sırtında büyük kutularla sepetlerle taşıyorlardı. Bunlardan çok görüyordum.
- Türkiye’de yaşarken sana en çok neler sorulurdu İngiltere’yle ilgili?
İnsanlar, Kraliçeyi görüp görmediğimi soruyorlardı. Bir de “evli misin?”, “çocuğun var mı?” diye çok soruyorlardı, nefret ediyordum bu sorulardan. Okuldaki insanlar değildi bunu soranlar. Ama biriyle biraz sohbet ettiğin zaman biriyle hemen öyle şeyleri merak ediyorlardı. Başta garipsedim, çünkü bu sorular özel sorulardır ve İngiltere’de öyle şeyler sormazlar. Ama sonra alıştım tabi.
- Türkiye’ye yerleşmeyi düşündün mü hiç?
Hayır öyle şeyler düşünmüyordum. Ama Türkiye’yi çok seviyordum. Her şeyini çok seviyordum. Şehir çok güzeldi bir kere, yemekler şahaneydi. Okulu çok seviyordum.
Fotoğraf: Anne Clare
- Türkiye ye giderken hiç fikrin yoktu ama yedi sene yaşadıktan ve çalıştıktan sonra Türkiye’yi çok seven biri olarak ayrıldın. Ne hissettin?
Hayatta bazı şeyler öyle. Bilmediğin ve yeni bazı şeyler daha güzel oluyordu öteki şeylerden. Ben hiç öğretmen olmak istemiyordum. Ama uzun lafın kısası hayatın karşıma çıkardığı fırsatlar ve insanlar, olaylar öğretmen olmama vesile oldu. Öğretmen olarak çalışmaya başladığım zaman çok korkuyordum. Fakat tuhaf bir şekilde çocuklarla iyi anlaştım. Öğretmenliğe burada başladım. 22 yaşımda öğretmen oldum ve 60 yaşımda bıraktım. 19 sene önce bıraktım. 36 yıl öğretmenlik yaptım. Bu memlekette 26 sene. Türkiye’den ayrılırken de buruk hissetmiştim.
- Darüşşafaka’dan ayrılmaya nasıl karar verdin?
Özel bir nedenim vardı. Ve oradan ayrılınca üzüldüm gerçekten. Bir veda partisi yapmışlardı bana, hediyeler verdiler.
- Peki döndükten sonrası?
İngiltere ye dönünce Londra’da SOAS’da üç sene Türkçe okudum. Maalesef sadece Türkçe değildi. Osmanlı tarihi dersimiz vardı, İslam tarihi ve İslam sanatı eğitimi aldım.
- Neden dönünce bu eğitimleri aldın?
Çünkü ilgileniyordum.
Fotoğraf: Anne Clare
- Türkiye’de yaşamasaydın bununla ilgilenmeyecek miydin sence?
Hayır ilgilenmezdim.
- İstanbul deyince aklına ne geliyor? İstanbul senin için ne demek?
Çok güzel bir şehir, eski binalar, yalılar, güzel yemekler…
- Türkiye’ye gittin mi bir daha?
Evet birkaç defa gittim yaz tatillerinde ama turlarla. İstanbul’a gitmedim.
- Belki beraber gideriz ne dersin?
Neden olmasın.
- Son olarak dil öğreten bir insana klasiktir ama sormak isterim, bir dil nasıl öğrenilir?
Temel grameri öğrenmek, o dilde konuşan insanlarla sohbet etmek ve o dilde kitap okumak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder