Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in yasal mevzuatı bükerek, MESEM “öğrencisi” çocuk işçilerin 22.00’ye kadar, aynı zamanda aile onayı ile de hafta sonunda da çalıştırılabileceğini söylemesi, yasalardaki ‘çocuklar lehine hakları boş verin’ demektir; çocuk işçi çalıştıran patronları teşviktir.
‘Ne akla hizmet o saate kadar çalıştırırsın bir çocuğu? Bilsem ki vardiyalı çalışıyordu, o zaman anlarım. Gündüz evinde dinlenmiş, akşam da işe gitmiştir dersin. Ama öyle değil. Sabahtan gitmiş de çalışmış o saate kadar.’
İstanbul – Tuzla’da çalıştığı iş yerinde çıkan yangından dolayı hayatını kaybeden Alperen Karaçengel’in ölümü, bu yıl içerisinde tespit edilebildiği kadarıyla seksen yedinci çocuk işçi ölümü olarak kayda geçti. Alperen henüz 16 yaşındaydı. Orta okulu bitirdikten sonra, son yıllarda birçok yaşıtının yapmak durumunda kaldığı üzere, o da MESEM’e kaydoldu. MESEM hayatı kısa sürdü Alperen’in. Bir yılı tamamladıktan sonra kaydını sildirdi. MESEM kaydını bir defa sildirdi mi, örgün eğitime tekrar dönebilmek o kadar da olanaklı bir durum değildi. Açık liseye kaydoldu. Bir yandan da çalışmaya devam etti. Açık lise öğrencisi olarak ilk çalıştığı yer bir ekmek fırınıydı. Ramazan ayının en yoğun günlerinde başlamıştı çalışmaya. Neticede; ekmek fırınında çalışmakla bir yere kadar olurdu, ağır sanayi ustası olmak “altın bilezik” demekti. Bu defa, o yolu tercih etti. Tuzla’da Gemi Sanayi Sitesi’ne yakın bir yerde işe başladı, birçok akranının çalıştığı bu sitede çocuk işçi olarak o da yerini aldı. Firmanın adı Yılmaz Pompa. Pompalama ekipmanları üreten atölyesinde geç saatlere kadar çalıştığı çok olurdu. Hayatını kaybetmesine yol açan kazayı yaşadığında da saat, akşamın geç saatleriydi. Gece 1 sularında, tinerle yıkama yaptığı sırada bir anda parlayan alevler aldı canını.
Kötü haber tez duyuldu. Arkadaşları WhatsApp durumlarında, gruplarında, hikayelerinde paylaştılar haberi. Her biri sabahın ilk saatlerine açtıklarında gözlerini, telefonlarında biriken bildirimlerde arkadaşlarının ölüm haberini öğrendiler. Öğrenir öğrenmez de taziye evinin yolunu tuttular. Sabahın erken saatinden, akşamın geç saatine kadar oradan ayrılmadılar. Orta okuldan ya da MESEM’den; mahalleden ya da çalıştığı iş yerlerinden, onu tanıyan ya da tanımayan onlarca akranı geldi bir araya. Bir yandan arkadaşlarının acısını yaşadılar, bir yandan da ölümü arkadaşına yakıştıramamanın şaşkınlığını. Birbirlerine destek oldukları da oldu, böylesi bir ölümün getirdiği öfkeyle yakındıkları da.
Bir arkadaşı Alperen’den “Pırlanta gibi bir çocuktu.” diye bahsediyor. “İlla ki herkesin vardır bir ayıbı. Alperen öyle değildi. Tertemiz bir çocuktu. Yazık oldu.” diyor. Bir başka arkadaşının fikirleri de yakın ona: “Ne zaman arasan, sana ihtiyacım var desen; iki eli kanda olsa çıkar gelirdi. Öyle yardımsever bir çocuktu.”
Alperen’in ölüm sebebi vücudundaki yanıklar. Ancak, yangına vesile olan şeye dair henüz net bir gerekçe dillenmiyor. Bir iddia, Alperen’in tinerle yıkama işlemi yaparken sigara yaktığı yönünde. Arkadaşlarından biri katılmıyor buna. “Olacak iş değil.” diyor, “Ben çalıştım birlikte. Titiz çalışırdı. Pür dikkat odaklanırdı işine. Elinde tiner varken sigara yakacak biri değildi.” Velev ki sigara yakmış olsun, onun hesabı ve sorumluluğu da Alperen’e kesilemezdi. Böyle düşünüyordu bir başka arkadaşı. “Gecenin birinde insanın iş yerinde işi ne? Ne akla hizmet o saate kadar çalıştırırsın bir çocuğu? Bilsem ki vardiyalı çalışıyordu, o zaman anlarım. Gündüz evinde dinlenmiş, akşam da işe gitmiştir dersin. Ama öyle değil. Sabahtan gitmiş de çalışmış o saate kadar. İnsanda dikkat mi kalır, titizlik mi kalır onca saat çalıştıktan sonra?”
Öfke hali sadece Alperen’in uzun çalışma saatlerine değil. Adına “düzen”, “sistem”, “kader” dedikleri türlü yapılara sayıp sövüyor arkadaşları. Bir arkadaşının söylediğine göre, sigorta şirketi para verecekmiş Alperen’in ölümüne karşılık. En çok da bu “düzene” sayıp onu eleştiriyor arkadaşlarından biri. “Böyle düzen olmaz olsun.” diyor, “Çocuğu yaktılar, hayatını söndürdüler, şimdi sigortadan gelecek paradan bahsediyorlar. Kaç para eder on altı yaşında bir insanın canının değeri?”
Yaşanan iş cinayetine öfkeden uzak, daha sağ duyulu yaklaşmaya çabalayanlar da var. Arkadaşlarını sakinleştirmeye çalışmak, onlara telkinlerde bulunmak bu kişilere kalıyor. Diğerlerini en çok telkin ettikleri şeyse, çalışırken dikkatli olmaları. Çünkü bu zamana kadar internette, haberlerde gördükleri kayıplar ilk kez kendi hayatlarına isabet ediyor. Bu durumun şaşkınlığı içerisinde “Bundan sonra sen de dikkat et çalışırken.” diye uyarıyorlar birbirlerini. Haksız da değiller. Çünkü taziye evinin sokağında sabahı akşam edenlerin önemli kısmı ağır sanayide işçi ve hepsinin bir kaza deneyimi var. İçlerinden biri, alçılı koluyla gelmiş taziyeye. “Çalışırken oldu.” diyor, “Merdivenden düştüm. Bilekte kırık var. Ama buna da şükür. Daha beteri de olabilirdi.”
Bir başkası, açık denizde gemilere gidiyor. Gemilerin soğutma tanklarını yamayan bir firmada çalışıyor. “Büyük kaza atlatmadım, şükür. Ama az kalsın sağ bacağım kopuyordu yerinden.” diyor. “Gemi ile bot arasında sıkışıyordu az kalsın bacağım. Son anda çektim çıkardım bacağımı. Yarım saniye geç kalsam diz kapağımın altı yoktu belki de şu an.” Alperen gibi, henüz on altısında bu deneyimini paylaşanları da. Bir başkası örneğin, asansör firmasında çalışıyor. Bir keresinde depreme asansörde yakalandığını, asansör kabininin üçüncü kattan kuyuya düştüğünü anlatıyor. Kendisini son anda atamamış olsaydı koridora, belki de bugün hayatta olmayacağını söylüyor. Arkadaşı Alperen’in kaybını da bir yandan acıyla ama bir yandan da bu kabulle karşılıyor: “Bugün Alperen’in başına gelen şey yarın hepimizin başına gelebilir. Bence hepimiz sıradayız. Bugün sıra Alperen’deydi.” diyor.
Eren Yüceboy / EVRENSEL

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder