Durgunlaşma mı? Dinamizm mi?
Ocak-Haziran 2017 istatistikleri yayımlandı. Bunların bir önceki yılla karşılaştırılması, ekonominin büyüme eğilimlerine ışık tutacaktır. Çünkü 2016’nın ilk altı ayının ekonomik ortamı “olağan”dır. Temmuz darbe girişiminin yarattığı ekonomik sorunlar söz konusu değildir.
Bu karşılaştırmada temel bir soru gündemdedir: Türkiye ekonomisi kronik bir durgunlaşma sürecine mi girmiştir? Veya, “yükselen ekonomiler” grubunun ön saflarında yer alan bir dinamizm mi göstermektedir?
1998-2015 döneminin eski millî gelir (GSYH) serilerini, diğer istatistiklerle birlikte kullanan Türkiye’den ve dışarıdan çok sayıda araştırmacı, 2007’yi izleyen dönemi, kronik dış kırılganlıklar içinde durgunlaşma olarak nitelendirmekteydi. TÜİK’in yeni millî gelir istatistikleri benimsenirse, 2009 sonrasında sağlıklı bir dinamikleşme gerçekleşmiştir.
TÜİK, “dinamik ekonomi” tezini, 2016 ve 2017 millî gelir tahminleriyle de destekliyor. Buna göre, 2016’nın ilk altı ve son üç ayında ekonomi yüzde 5’e yaklaşan bir tempoyla büyümüştür. Ocak-Haziran 2017’nin büyüme hızı ise yüzde 5,1’dir.
Medyatik iktisatçıların çoğunluğu, yeni GSYH istatistiklerini sineye çekti; “dinamik ekonomi” söylemine destek verdi.
Bana göre, ekonominin yapısal sorunlarla bağlantılı durgunlaşma eğilimi sürmektedir.
Ocak-Haziran 2017 istatistiklerini de bu çerçeve içinde tartışalım.
Üretimden Kopuk Büyüme
Millî gelir, üretim süreçleri içinde yaratılan katma değerlerin toplamından oluşur. Her faaliyet kolunun millî gelir kalemi, oradaki gayri safi üretim verilerinden türetilir. Üretim anketleri, endeksleri, bu yüzden önemlidir.
2017’nin büyüme göstergelerine ilişkin ilk karşılaştırmayı, yine TÜİK’in yayımladığı sanayi üretim endeksleriyle başlatalım: Ocak-Haziran 2017’de 12 ay öncesine göre yüzde 2,1 oranında artış belirleniyor. Geçmiş yılların ortalama katsayılarına (esnekliklerine) göre hesaplansaydı, sanayi üretim değerinde yüzde 2,1’lik artış, millî gelirde sanayi sektörü büyüme hızını yüzde 2’nin üzerine çıkaramazdı.
TÜİK ise, Ocak-Haziran 2017’deki milli gelir hesaplarında sanayi sektöründe yüzde 6,5’lik bir büyüme temposu “keşfetmiştir.”
Nasıl yaptı? Millî geliri, üretim anketlerinden hareketle hesaplamaya son vererek; “idarî” belgelerdeki şirket verilerini kullanarak…
TÜİK’in yeni hesaplarına göre, sanayi üretimi ile millî gelirdeki sanayi kalemi arasındaki büyüme makası zaman içinde açılmaktadır: 2016’da %1,9 → %4,5; Ocak-Haziran 2017’de ise %2,1 → %6,5…
Türkiye sanayi sektöründe üretimden bağımsız katma değer oluşmasını (üstelik giderek artan oranlarda) mümkün kılan bir ekonomik ve teknolojik “mucize” mi gerçekleşmektedir? Mühendislerin ve iktisatçıların bir türlü yanıtlayamadığı bu bilmeceyi TÜİK, sanayi üretim endeksleri yayınına son vererek çözecekmiş.
2016’da inşaat üretim endekslerinin artış oranı %2; sektörün millî gelirdeki büyüme hızı %5,6 çıkmıştı. TÜİK, bu uyumsuzluğu da inşaat üretim verilerinin yayınını durdurarak çözdü.
İstihdam - Millî Gelir Kopukluğu
İstihdam istatistikleri, millî gelirin düzeyi, büyümesi ile doğrudan bağlantılıdır. Sektörler arasında istihdamın kayması ve üretim kollarındaki teknik ilerlemeler, ekonominin tümünde emeğin ortalama verimini yukarı çeker. “Normal” yıllarda millî gelirin istihdamdan biraz daha hızlı büyümesi beklenir.
Ocak-Haziran 2017’de bu bağlantı da “uçup gitmiştir”. İlk altı ay boyunca Türkiye ekonomisinde istihdam rölanti (yüzde 2,1’lik) bir tempoyla artmıştır. Önceki yılların istihdam ve (bizim hâlâ güvendiğimiz) eski millî gelir serilerine göre, bu istihdam artışının millî gelirde yüzde 3 civarında bir büyümeye yol açması beklenebilirdi. TÜİK’e göre ise, Ocak-Haziran 2017’de ağır-aksak artan istihdam, millî gelirde coşkulu bir canlanmaya yol açtı: %2,1 → %5,1… Türkiye ekonomisinin ortalama emek veriminde bir yıl içinde açıklanması çok güç bir sıçrama…
Peki işsizlik? Ocak-Haziran 2017’nin ortalama işsizlik oranı, 12 ay öncesinin ortalamasına göre çarpıcı boyutta yükselmiştir: %10,4 → %11,6… İşsiz sayısında Ocak-Haziran ortalamaları, bu yıl %17 oranında artmıştır.
Sonuç: Bu yılın ilk altı ayındaki büyüme temposu, işgücü arzındaki artışı massedecek, emecek boyutta gerçekleşmemiştir.
TÜİK’in yüzde 5,1’lik büyüme bulgularını, “ekonomi coştu” sloganlarıyla alkışlayanlar, Ocak-Haziran ayları boyunca sayıları 3,2 ile 4 milyon arasında seyreden işsiz insanın, “bize niçin yansımıyor?” sorusunu yanıtlamalıdır.
Dış Kaynak Hareketleri
Dış kaynak hareketlerinin kısa dönemde büyüme hızını etkilediği malûmdur. 2017’nin ilk altı ayına bu açılardan da bakalım:
2016 ve 2017’nin Ocak-Haziran aylarında ekonomiye aşağı yukarı aynı miktarda (28 milyar dolarlık) yabancı sermaye girmiştir.
Buna karşılık, bu yılın ilk altı ayında, kayıt-dışı para “net çıkış” göstermiş; Temmuz sonrasında büyük önem taşıyan “can simidi” işlevini (şimdilik) durdurmuştur. Yerli rantiye, şirket ve bankaların dış dünyaya kaynak aktarımı da hızlanmıştır. Kayıt-dışı ve yerli sermaye hareketlerindeki bu olumsuz etkenler, Ocak-Haziran 2017’de toplam dış kaynak hareketlerinin üçte bir oranında daralmasıyla sonuçlanmıştır.
Kısacası, Ocak-Haziran 2017’nin dış kaynaklar bilançosu, iç talebi ve ekonominin kısa dönem büyüme temposunu ve yukarı çekecek bir dinamizm içermemiştir.
Karşılaştırmayı Temmuz 2016 sonrasıyla yaparsak görüntü değişmektedir. Sonraki altı ayda döviz fiyatlarındaki tırmanma, Şubat 2017’den itibaren tersine dönmüş; 10 milyar doları aşkın sıcak para girişi döviz piyasalarını rahatlatmıştır. Ocak 2017 sonunda aylık TL mevduatına yatırılan dolar, sekiz ay sonrasında yüzde 9,1 ucuzlayacak; Ağustos sonundaki getirisi, dolar cinsinden yüzde 16,7’ye ulaşacaktır. Bu boyutta bir arbitraj kazancı, yabancı spekülatörleri “her an çıkışa hazır” hale getirir.
Dış Ticaret ve Büyüme: Tuhaflıklar
Temmuz 2016’nın ekonomik şoku, maliye politikalarıyla telafiye çalışıldı. Kamu harcamaları yukarı çekilerek; istihdamı ve banka kredilerini besleyen teşviklerle, aktarımlarla ekonominin daralması frenlenebildi.
Ne var ki, iç talep genişlemesi, geçmiş yılların durgun sermaye birikiminin mirası olan kapasite sınırlarına toslamakta; enflasyonu ve/veya cari işlem açıklarını tırmandırmaktadır.
TCMB’nin yüzde 5’lik enflasyon hedefi bir kez daha “iflas” etmiş; ekonomi 2017’de iki haneli bir enflasyona yerleşmiştir.
Ödemeler dengesi verilerine göre, mal ve hizmet ithalatı ise, 2017’nin ilk altı ayında on iki ay öncesine göre yüzde 7,5 oranında artmıştır. Bu durum, iç talepteki artışın önemli bir bölümünün ithalata taştığını; dış dünyaya katma değer taşıdığını gösteriyor.
Bu olumsuz etken ihracat artışlarıyla tamı tamına telafi edilmiştir: 12 ay öncesine göre Ocak-Temmuz 2017’de dolarlı ihracat ve ithalat artış oranları birbirine eşittir. TÜİK dolar/TL kur hareketlerini kullanarak bu bilgiyi GSYH verilerine taşıyor: Cari TL ile hesaplanan harcamalara göre GSYH tablosunda Ocak-Haziran 2017’de hem ihracat, hem de ithalat aynı tempoyla (yüzde 33,5 oranında) artmıştır.
Buna göre, hem dolarlı ödemeler dengesi, hem de cari TL ile hesaplanan GSYH tabloları aynı sonucu veriyor: Bu yılın ilk altı ayında, dış dünyaya (ithalat yoluyla) aktarılan katma değer, dış dünyanın Türkiye’ye (ihracat yoluyla) aktardığı katma değer ile aynı oranlarda artmıştır. Büyüme hızını yukarıya veya aşağıya çekecek bir değişme yoktur.
Ne var ki, büyüme oranları, enflasyonu da içeren cari TL üzerinden değil, sabit fiyatlı millî gelir üzerinden hesaplanır. Yeni TÜİK terminolojisinde buna hacim endeksli millî gelir deniliyor.
TÜİK’in “Ocak-Haziran 2017 hacim endeksli harcama yöntemli milli gelir” tablosunda beklenmedik bir bulgu ortaya çıkıyor: Bu dönemde ihracat yüzde 10,7; ithalat ise sadece yüzde 1,5 (bir buçuk) oranlarında artmış görünmektedir. Millî geliri yüzde 5,1’lik büyüme temposuna taşıyan ana etken de, böylece, belirlenmektedir: Dış ticaret…
Böylece, karşımıza yeni bir “bilmece” çıkıyor. Bu tablodaki “düzelme” ana istatistiklerde yer almamaktadır: Ödemeler dengesi verilerine göre dolar ve cari TL itibariyle ihracat ve ithalat eş-oranlı büyümüştür. Bu bilgiyi, “hacim verilerinde” astronomik boyutta değiştiren tek etken, dış ticaret hadlerinde bozulma olabilir. Bir yıl öncesiyle karşılaştırıyoruz. Bir dolar karşılığında ihracatçının eline geçen TL ile bir dolarlık ithalat ürünü karşılığında Türkiyeli tüketicinin ödediği TL arasındaki makas, 2017’nin ilk altı ayında açılmıştır.
Değerli meslektaşım Oktar Türel hesapladı ki, TÜİK’in verileri kabul edilirse, ihraç ve ithalat fiyatları arasındaki bu makas altı ayda Türkiye aleyhine %14,3 oranında bozulmuştur. Bu “bozulma” içinde GSYH’de gerçekleşen yüzde 5,1’lik artışı gelirlere yansımaz; ders kitaplarında yoksullaştırıcı büyüme olarak adlandırılır.
Durgunlaşma Sürmektedir
Bu yılın ilk altı ayını tartıştık. Temmuz 2016 sonrasında iç talebi destekleyen maliye politikaları, yapısal/dışsal sınırlarla karşılaştı.
İç talep genişlemesinin üretime, katma değere, millî gelir düzeylerine yansımasını sanayi üretimi, istihdam ve dış ticaret istatistiklerinden izleyebiliyoruz.
Bunlardan hareketle, Ocak-Haziran 2017’de ekonominin büyüme temposunun yüzde 3 civarında seyrettiği tahmin edilebilir: Üretim ve istihdam verilerinden tamamen kopuk, dış ticaret istatistiklerinde gözlenmeyen ve gelirlere yansımayan bir “ihracat patlaması” sayesinde gerçekleşen %5,1’lik bir büyüme bulgusu ciddiye alınamaz.
Buna karşılık, Temmuz-Eylül 2017’de yüksek bir büyüme hızı beklenmelidir. Zira, ekonominin küçüldüğü 2016’nın üçüncü çeyreği ile karşılaştırılacaktır.
Ancak, bu canlanmanın yıl sonuna taşınması mümkün görünmüyor. İhracat/ithalat fiyat hareketleri tersine dönecek; büyüme hızını aşağı çekecektir. Ekonominin yapısal bozuklukları, sınırları, dışsal kırılganlıkları, resmî istatistiklerde büyük boyutlu, bazıları “esrarengiz” revizyonlarla düzelemez.
Orta vadede durgunlaşma eğilimine son veren, ekonominin büyüme potansiyelini yukarı çeken bir dönüşümün habercileri, belirtileri yoktur.
Türkiye ekonomisinin karmaşık sorunlarını, gelişim doğrultusunu TÜİK’in millî gelir tablolarından değil, diğer iç ve dış kaynaklardan izlemeye; tartışmaya devam edeceğiz.
Korkut Boratav / SOL
Ocak-Haziran 2017 istatistikleri yayımlandı. Bunların bir önceki yılla karşılaştırılması, ekonominin büyüme eğilimlerine ışık tutacaktır. Çünkü 2016’nın ilk altı ayının ekonomik ortamı “olağan”dır. Temmuz darbe girişiminin yarattığı ekonomik sorunlar söz konusu değildir.
Bu karşılaştırmada temel bir soru gündemdedir: Türkiye ekonomisi kronik bir durgunlaşma sürecine mi girmiştir? Veya, “yükselen ekonomiler” grubunun ön saflarında yer alan bir dinamizm mi göstermektedir?
1998-2015 döneminin eski millî gelir (GSYH) serilerini, diğer istatistiklerle birlikte kullanan Türkiye’den ve dışarıdan çok sayıda araştırmacı, 2007’yi izleyen dönemi, kronik dış kırılganlıklar içinde durgunlaşma olarak nitelendirmekteydi. TÜİK’in yeni millî gelir istatistikleri benimsenirse, 2009 sonrasında sağlıklı bir dinamikleşme gerçekleşmiştir.
TÜİK, “dinamik ekonomi” tezini, 2016 ve 2017 millî gelir tahminleriyle de destekliyor. Buna göre, 2016’nın ilk altı ve son üç ayında ekonomi yüzde 5’e yaklaşan bir tempoyla büyümüştür. Ocak-Haziran 2017’nin büyüme hızı ise yüzde 5,1’dir.
Medyatik iktisatçıların çoğunluğu, yeni GSYH istatistiklerini sineye çekti; “dinamik ekonomi” söylemine destek verdi.
Bana göre, ekonominin yapısal sorunlarla bağlantılı durgunlaşma eğilimi sürmektedir.
Ocak-Haziran 2017 istatistiklerini de bu çerçeve içinde tartışalım.
Üretimden Kopuk Büyüme
Millî gelir, üretim süreçleri içinde yaratılan katma değerlerin toplamından oluşur. Her faaliyet kolunun millî gelir kalemi, oradaki gayri safi üretim verilerinden türetilir. Üretim anketleri, endeksleri, bu yüzden önemlidir.
2017’nin büyüme göstergelerine ilişkin ilk karşılaştırmayı, yine TÜİK’in yayımladığı sanayi üretim endeksleriyle başlatalım: Ocak-Haziran 2017’de 12 ay öncesine göre yüzde 2,1 oranında artış belirleniyor. Geçmiş yılların ortalama katsayılarına (esnekliklerine) göre hesaplansaydı, sanayi üretim değerinde yüzde 2,1’lik artış, millî gelirde sanayi sektörü büyüme hızını yüzde 2’nin üzerine çıkaramazdı.
TÜİK ise, Ocak-Haziran 2017’deki milli gelir hesaplarında sanayi sektöründe yüzde 6,5’lik bir büyüme temposu “keşfetmiştir.”
Nasıl yaptı? Millî geliri, üretim anketlerinden hareketle hesaplamaya son vererek; “idarî” belgelerdeki şirket verilerini kullanarak…
TÜİK’in yeni hesaplarına göre, sanayi üretimi ile millî gelirdeki sanayi kalemi arasındaki büyüme makası zaman içinde açılmaktadır: 2016’da %1,9 → %4,5; Ocak-Haziran 2017’de ise %2,1 → %6,5…
Türkiye sanayi sektöründe üretimden bağımsız katma değer oluşmasını (üstelik giderek artan oranlarda) mümkün kılan bir ekonomik ve teknolojik “mucize” mi gerçekleşmektedir? Mühendislerin ve iktisatçıların bir türlü yanıtlayamadığı bu bilmeceyi TÜİK, sanayi üretim endeksleri yayınına son vererek çözecekmiş.
2016’da inşaat üretim endekslerinin artış oranı %2; sektörün millî gelirdeki büyüme hızı %5,6 çıkmıştı. TÜİK, bu uyumsuzluğu da inşaat üretim verilerinin yayınını durdurarak çözdü.
İstihdam - Millî Gelir Kopukluğu
İstihdam istatistikleri, millî gelirin düzeyi, büyümesi ile doğrudan bağlantılıdır. Sektörler arasında istihdamın kayması ve üretim kollarındaki teknik ilerlemeler, ekonominin tümünde emeğin ortalama verimini yukarı çeker. “Normal” yıllarda millî gelirin istihdamdan biraz daha hızlı büyümesi beklenir.
Ocak-Haziran 2017’de bu bağlantı da “uçup gitmiştir”. İlk altı ay boyunca Türkiye ekonomisinde istihdam rölanti (yüzde 2,1’lik) bir tempoyla artmıştır. Önceki yılların istihdam ve (bizim hâlâ güvendiğimiz) eski millî gelir serilerine göre, bu istihdam artışının millî gelirde yüzde 3 civarında bir büyümeye yol açması beklenebilirdi. TÜİK’e göre ise, Ocak-Haziran 2017’de ağır-aksak artan istihdam, millî gelirde coşkulu bir canlanmaya yol açtı: %2,1 → %5,1… Türkiye ekonomisinin ortalama emek veriminde bir yıl içinde açıklanması çok güç bir sıçrama…
Peki işsizlik? Ocak-Haziran 2017’nin ortalama işsizlik oranı, 12 ay öncesinin ortalamasına göre çarpıcı boyutta yükselmiştir: %10,4 → %11,6… İşsiz sayısında Ocak-Haziran ortalamaları, bu yıl %17 oranında artmıştır.
Sonuç: Bu yılın ilk altı ayındaki büyüme temposu, işgücü arzındaki artışı massedecek, emecek boyutta gerçekleşmemiştir.
TÜİK’in yüzde 5,1’lik büyüme bulgularını, “ekonomi coştu” sloganlarıyla alkışlayanlar, Ocak-Haziran ayları boyunca sayıları 3,2 ile 4 milyon arasında seyreden işsiz insanın, “bize niçin yansımıyor?” sorusunu yanıtlamalıdır.
Dış Kaynak Hareketleri
Dış kaynak hareketlerinin kısa dönemde büyüme hızını etkilediği malûmdur. 2017’nin ilk altı ayına bu açılardan da bakalım:
2016 ve 2017’nin Ocak-Haziran aylarında ekonomiye aşağı yukarı aynı miktarda (28 milyar dolarlık) yabancı sermaye girmiştir.
Buna karşılık, bu yılın ilk altı ayında, kayıt-dışı para “net çıkış” göstermiş; Temmuz sonrasında büyük önem taşıyan “can simidi” işlevini (şimdilik) durdurmuştur. Yerli rantiye, şirket ve bankaların dış dünyaya kaynak aktarımı da hızlanmıştır. Kayıt-dışı ve yerli sermaye hareketlerindeki bu olumsuz etkenler, Ocak-Haziran 2017’de toplam dış kaynak hareketlerinin üçte bir oranında daralmasıyla sonuçlanmıştır.
Kısacası, Ocak-Haziran 2017’nin dış kaynaklar bilançosu, iç talebi ve ekonominin kısa dönem büyüme temposunu ve yukarı çekecek bir dinamizm içermemiştir.
Karşılaştırmayı Temmuz 2016 sonrasıyla yaparsak görüntü değişmektedir. Sonraki altı ayda döviz fiyatlarındaki tırmanma, Şubat 2017’den itibaren tersine dönmüş; 10 milyar doları aşkın sıcak para girişi döviz piyasalarını rahatlatmıştır. Ocak 2017 sonunda aylık TL mevduatına yatırılan dolar, sekiz ay sonrasında yüzde 9,1 ucuzlayacak; Ağustos sonundaki getirisi, dolar cinsinden yüzde 16,7’ye ulaşacaktır. Bu boyutta bir arbitraj kazancı, yabancı spekülatörleri “her an çıkışa hazır” hale getirir.
Dış Ticaret ve Büyüme: Tuhaflıklar
Temmuz 2016’nın ekonomik şoku, maliye politikalarıyla telafiye çalışıldı. Kamu harcamaları yukarı çekilerek; istihdamı ve banka kredilerini besleyen teşviklerle, aktarımlarla ekonominin daralması frenlenebildi.
Ne var ki, iç talep genişlemesi, geçmiş yılların durgun sermaye birikiminin mirası olan kapasite sınırlarına toslamakta; enflasyonu ve/veya cari işlem açıklarını tırmandırmaktadır.
TCMB’nin yüzde 5’lik enflasyon hedefi bir kez daha “iflas” etmiş; ekonomi 2017’de iki haneli bir enflasyona yerleşmiştir.
Ödemeler dengesi verilerine göre, mal ve hizmet ithalatı ise, 2017’nin ilk altı ayında on iki ay öncesine göre yüzde 7,5 oranında artmıştır. Bu durum, iç talepteki artışın önemli bir bölümünün ithalata taştığını; dış dünyaya katma değer taşıdığını gösteriyor.
Bu olumsuz etken ihracat artışlarıyla tamı tamına telafi edilmiştir: 12 ay öncesine göre Ocak-Temmuz 2017’de dolarlı ihracat ve ithalat artış oranları birbirine eşittir. TÜİK dolar/TL kur hareketlerini kullanarak bu bilgiyi GSYH verilerine taşıyor: Cari TL ile hesaplanan harcamalara göre GSYH tablosunda Ocak-Haziran 2017’de hem ihracat, hem de ithalat aynı tempoyla (yüzde 33,5 oranında) artmıştır.
Buna göre, hem dolarlı ödemeler dengesi, hem de cari TL ile hesaplanan GSYH tabloları aynı sonucu veriyor: Bu yılın ilk altı ayında, dış dünyaya (ithalat yoluyla) aktarılan katma değer, dış dünyanın Türkiye’ye (ihracat yoluyla) aktardığı katma değer ile aynı oranlarda artmıştır. Büyüme hızını yukarıya veya aşağıya çekecek bir değişme yoktur.
Ne var ki, büyüme oranları, enflasyonu da içeren cari TL üzerinden değil, sabit fiyatlı millî gelir üzerinden hesaplanır. Yeni TÜİK terminolojisinde buna hacim endeksli millî gelir deniliyor.
TÜİK’in “Ocak-Haziran 2017 hacim endeksli harcama yöntemli milli gelir” tablosunda beklenmedik bir bulgu ortaya çıkıyor: Bu dönemde ihracat yüzde 10,7; ithalat ise sadece yüzde 1,5 (bir buçuk) oranlarında artmış görünmektedir. Millî geliri yüzde 5,1’lik büyüme temposuna taşıyan ana etken de, böylece, belirlenmektedir: Dış ticaret…
Böylece, karşımıza yeni bir “bilmece” çıkıyor. Bu tablodaki “düzelme” ana istatistiklerde yer almamaktadır: Ödemeler dengesi verilerine göre dolar ve cari TL itibariyle ihracat ve ithalat eş-oranlı büyümüştür. Bu bilgiyi, “hacim verilerinde” astronomik boyutta değiştiren tek etken, dış ticaret hadlerinde bozulma olabilir. Bir yıl öncesiyle karşılaştırıyoruz. Bir dolar karşılığında ihracatçının eline geçen TL ile bir dolarlık ithalat ürünü karşılığında Türkiyeli tüketicinin ödediği TL arasındaki makas, 2017’nin ilk altı ayında açılmıştır.
Değerli meslektaşım Oktar Türel hesapladı ki, TÜİK’in verileri kabul edilirse, ihraç ve ithalat fiyatları arasındaki bu makas altı ayda Türkiye aleyhine %14,3 oranında bozulmuştur. Bu “bozulma” içinde GSYH’de gerçekleşen yüzde 5,1’lik artışı gelirlere yansımaz; ders kitaplarında yoksullaştırıcı büyüme olarak adlandırılır.
Durgunlaşma Sürmektedir
Bu yılın ilk altı ayını tartıştık. Temmuz 2016 sonrasında iç talebi destekleyen maliye politikaları, yapısal/dışsal sınırlarla karşılaştı.
İç talep genişlemesinin üretime, katma değere, millî gelir düzeylerine yansımasını sanayi üretimi, istihdam ve dış ticaret istatistiklerinden izleyebiliyoruz.
Bunlardan hareketle, Ocak-Haziran 2017’de ekonominin büyüme temposunun yüzde 3 civarında seyrettiği tahmin edilebilir: Üretim ve istihdam verilerinden tamamen kopuk, dış ticaret istatistiklerinde gözlenmeyen ve gelirlere yansımayan bir “ihracat patlaması” sayesinde gerçekleşen %5,1’lik bir büyüme bulgusu ciddiye alınamaz.
Buna karşılık, Temmuz-Eylül 2017’de yüksek bir büyüme hızı beklenmelidir. Zira, ekonominin küçüldüğü 2016’nın üçüncü çeyreği ile karşılaştırılacaktır.
Ancak, bu canlanmanın yıl sonuna taşınması mümkün görünmüyor. İhracat/ithalat fiyat hareketleri tersine dönecek; büyüme hızını aşağı çekecektir. Ekonominin yapısal bozuklukları, sınırları, dışsal kırılganlıkları, resmî istatistiklerde büyük boyutlu, bazıları “esrarengiz” revizyonlarla düzelemez.
Orta vadede durgunlaşma eğilimine son veren, ekonominin büyüme potansiyelini yukarı çeken bir dönüşümün habercileri, belirtileri yoktur.
Türkiye ekonomisinin karmaşık sorunlarını, gelişim doğrultusunu TÜİK’in millî gelir tablolarından değil, diğer iç ve dış kaynaklardan izlemeye; tartışmaya devam edeceğiz.
Korkut Boratav / SOL