2018 bütçesinde yer alan “eğitim kalemleri”, bu iktidarın eğitimi,
eşitliği ve üretim kapasitesini artırıcı bir araç olarak değil
eşitsizliğin pekiştiği bir alan ve mevcut düzeninin devamını mümkün
kılacak bir ideolojik araç olarak gördüğünü bir kez daha gösteriyor.
Bir iktidarın, ekonomiye ve dahası nasıl bir toplumsal gelişme hayal ettiğine dair tercihlerinin en iyi okunacağı yer bütçedir. Çünkü her iktidar, elindeki kısıtlı kaynakları, bir tercihler bütününe göre kullanmak zorundadır.
Her bütçede, iktidarın sınıfsal tercihleri yer alır. Hangi sınıfın iktidarda olduğu, iktidarın kimin çıkarlarını öncelediği bütçe detaylarında açıkça kendini gösterir. İktidarın hangi politikaları öncelediği, bu politikalarla kamuya biçtiği rol bütçede belirgindir. Kamu görevinden iktidarın ne anladığı, nasıl bir toplum-devlet ilişkisini tercih ettiği de yaptığı bütçeden anlaşılır. İktidarın kalkınma modeli bütçede belirginleşir. Bir başka deyişle, iktidarın ülkeye dair gelecek vizyonunu, gelecek için neler vaat ettiğini bütçeden okuruz.
Bir süredir önümüzde AKP iktidarının kendi tercihlerini açıkça ortaya koyduğu bir bütçe var. Türkiye Cumhuriyeti devletinin 2018 yılı bütçesi…
AKP 2018 bütçesiyle 3 temel tercihini ilan ediyor
AKP iktidarı tarafından TBMM’ye sunulan ve halen Plan ve Bütçe Komisyonu’nda görüşmeleri süren 2018 bütçesi için yapılması gereken ilk tespit, iktidarın bu bütçeyle, milyonlarca emekçiye, işsize, yoksula, ülkedeki eşitsizliklerin kaybedeni olan milyonlara sırtını döndüğü ve buna karşılık belirgin olarak üç temel tercih yaptığıdır.
Birincisi, iktidar 2018 bütçesinde, tercihini bir kez daha rant sermayesinden yana kullanıyor. Bu bütçe ile iktidar, bir kez daha rant sermayesini, emekçiler başta olmak üzere üretici güçler aleyhine güçlendirmeyi, halkın geniş kesimlerinden aldığını, iktidar çarklarını besleyen bir avuç yandaş sermayedara aktarmayı tercih ediyor. 2018 bütçesinde ortaya konan ekonomik çerçeve, dar gelirli sınıfların yoksulluğun yönetilmesi yoluyla dar gelirliliğe mahkûm edildiği, orta gelirli sınıfların daha da sıkıştırıldığı, kaynakların üretken değil rantçı faaliyetlere aktarıldığı bir çerçeveye işaret ediyor.
İkincisi, iktidarın kamuyu, vatandaş açısından zayıflatma, ancak kendi siyasi iktidarı için obezleştirme anlayışı bu bütçe ile perçinleniyor. Yani bu bütçeyle bir kez daha kamu, vatandaşa hizmet aracı olarak değil, AKP ve Saray rejiminin devamlılığına hizmet eden bir araç olarak tarif ediliyor. Emekçiye güvenceli çalışma koşulları sağlamayı amaçlayan, piyasayı düzenleyen, denetleyen ve gerektiğinde üretime ortak olan bir kamu yerine, devlet eliyle imtiyaz elde eden yandaş sermaye gruplarının rant elde etmesini sağlayacak ve düşük katma değerli sektörleri önceleyen bir kamu anlayışı tercih ediliyor. Türkiye’nin bekası için değil kendi siyasi bekası için kamuyu araç gören bir yaklaşımla devlet iktidar tarafından çökertiliyor.
Ayrıca bu bütçe Türkiye’nin kalkınmasını değil, Saray rejimi tarafından inşa edilen parti devletinin geleceğini önceliyor. Bütçede öngörülen harcamalar üretkenlik artışıyla üretimini arttıracak bir Türkiye geleceği yerine, ucuz emek gücüyle rekabet eden bir Türkiye ekonomisine işaret ediyor. Hak temelli bir sosyal devletle kalkınan değil, yoksulluğu daha da derinleştirecek bir bütçe ile karşı karşıyayız.
Eşitsizlikleri giderecek ne bir çerçeve ne de samimi bir istek var
Hemen söyleyelim, öncelikle 2018 bütçesinde eşitsizliği giderecek, istihdamı ihtiyaç duyulan oranda arttıracak, sürdürülebilir bir ekonomik büyümeyi mümkün kılarak borçlanma ihtiyacını azaltacak, borç yükünü azaltacak, ekonominin temel yapısal kırılganlıklarını azaltacak ciddi bir çerçeve yok. Hatta bu bütçede bunların samimiyetle istendiğine, hedef olarak öncelendiğine dair gösterge dahi yok.
Tam aksine bu bütçede tüm makro-ekonomik sorunları derinleştirecek, sınırlarına dayanmış Saray Rejimi’nin ekonomik modelinin devamlılığı var. Öyle ki, bu bütçede eşitsizliği daha da arttıracak, istihdam piyasalarındaki sorunları daha da derinleştirecek, bırakın kalkınma modelinde doğru yönde kapsamlı ve sürdürülebilir bir dönüşümü, siyasetle-rant çarklarının birbirini besleyecek şekilde döndüğü, “devlet kapitalizminin” daha da derinleştiği, tükenmiş bir modelin derinleştirilmesi var.
Bu bütçede, hem işsizliğe çare yaratılmadığını, hem de vergi ve zamlarla tüm yükün, bir kez daha yoksulların sırtına yüklendiğini görüyoruz. Kayıt dışı çalışanların oranı, resmi verilerde bile yüzde 35,2’ye ulaşmışken, her 3 kişiden biri kayıt dışı çalışıyor, yani yarın ne olacağını bilmiyor, güvencesiz ve yarınsızken, hatta kadın emekçilerin neredeyse yarısı, yüzde 47’si kayıt dışı çalışırken, bu bütçede, kayıtlı ve güvenceli iş imkanı da yok, yani milyonlar için bir gelecek yok.
Öte yandan 2018 bütçesinin de dayandığı büyüme modeli eşitsizlikleri çözmek bir yana, pekiştiren bir büyüme modeli. Bütçe yaparken uygulamaya konulacak politikaların eşitsizlikleri azaltıcı yönde tasarlanması gerekirken, 2018 bütçesi bu sorunu giderici adımları barındırmaktan da çok uzak.
Siyaseten kutuplaştırılan ülke, ekonomik olarak da kutuplaştırılıyor
Oysa şu anda Türkiye’de orta gelirli sınıfların sıkıştırıldığı, yoksulluğun ve eşitsizliklerin arttığı, rantla büyüyen ekonomiye dair, çok belirgin bir tablo var. Gini katsayısı artarak, son bir yılda 0,397’den 0,404’e çıktı. En zengin yüzde 20 ile en yoksul yüzde 20 arasındaki gelir farkı 7,57’den 7,68’e çıktı. Yani gelir dağılımı giderek daha da bozuluyor. Gelir dağılımında özellikle iki kutupta, yani en yoksul ve en zengin kesim içinde ve arasında daha da keskin bir uçurum oluşuyor. Yani iktidar tarafından siyaseten kutuplaştırılan ülke, ekonomik olarak da kutuplaştırılıyor.
2018 bütçesi, bu eşitsiz tabloyu yaratan ekonomik düzeni değiştirmeye dönük herhangi bir politika barındırmıyor. Örneğin, bugün Türkiye’deki eşitsizliklerin önemli kaynaklarından olan vergi politikasında, vergide adaleti sağlayacak bir dönüşüm yerine, AKP iktidarının sınıfsal tercihini yansıtan vergi politikasının 2018’de de devam edeceği, geliri ne olursa olsun, tüm vatandaşlara aynı oranda uygulanan dolaylı vergilerin toplam vergiler içindeki ağırlığının bu dönemde de devam edeceği görülüyor.
Öte yandan, 2018 bütçesinde yer alan “eğitim kalemleri”, bu iktidarın eğitimi, eşitliği ve üretim kapasitesini arttırıcı bir araç olarak değil eşitsizliğin pekiştiği bir alan ve mevcut düzeninin devamını mümkün kılacak bir ideolojik araç olarak gördüğünü bir kez daha gösteriyor. Yapılan çalışmalar, Türkiye’de eğitim harcamalarının yarısının en zengin yüzde 10’luk kesim tarafından yapıldığını gösteriyor. Oysa en yoksul yüzde 10’un eğitim harcamasındaki payı yüzde 1’in altında kalıyor. Bir başka deyişle en zengin yüzde 10 ile en yoksul yüzde 10’un eğitim harcamaları arasında 64 katlık bir uçurum var. Bunun yanı sıra, 2018 eğitim bütçesinin yüzde 35’inin tek başına din eğitimine ayrılması, iktidarın eğitimi siyasal İslam ekseninde oluşturduğu otoriter iktidar projesini kalıcı kılmanın bir aracı olarak gördüğünün de açık bir göstergesi. Eğitim eşitleyici değil eşitsizliği pekiştirici bir unsur olmaya devam ediyor. 2018’de de eğitim yatırımlarına pay ayırmayan bir bütçe, bu uçurumu artırmaya devam ederken, toplumsal eşitsizlikleri de aşırı piyasalaşmış iktidar anlayışı ile derinleştirmeyi sürdürecek.
Ne yapmalı? Kim yapacak?
Türkiye’nin önceliklerini hemen sıralayalım: Sosyal devletin güçlendirilmesi, sosyal-ekonomik-toplumsal eşitsizliklerin azaltılması hedefini merkeze alan bir bütçe olmalı. Bunun için sosyal harcamaların salt partizanca yapılan sosyal yardım odaklı olmaktan çıkartılması, hak temelli bir yapıya kavuşturulması gerek. En önemli gereklilik de, harcamalardaki ağırlığın, verimliliği ve sosyal güvenceyi arttırıcı uygulamalara yönlendirilmesi…
Eğitim politikası de elbette bu bütünün bir parçası… Belirgin olarak artırılacak eğitim bütçesiyle, fırsat eşitliği, parasız eğitim, öğretmene güvenceli çalışma ortamı, öğrencileri tarikatlara terk etmeyen yurt yatırımları ile parasız eğitim sağlayan kuvvetli bir sosyal devlet yapısı bütçeye yansıtılmalı.
Öte yandan toplumsal eşitsizlikler açısından kadınlara fırsat eşitliği sağlayacak adımların sosyal ve ekonomik olarak atılması, pozitif ayrımcılıkla kadın emeğinin desteklenmesine dönük teşvik politikalarının bütçede belirgin olarak yer alması bir zorunluluk.
Bütçenin sosyal politika önceliklerinin de hem eşitsizlikleri giderecek, hem de bunun ötesinde kalkınma politikasında gerçekleştirilmesi gereken dönüşümün parçası olabilecek şekilde belirlenmesi gerek.
Refahın hakça paylaşılmasını sağlayacak vergi sistemi ve vergi tercihleri açıkça ortaya konmalı. Dolaylı vergilerin toplam vergilerin içindeki payını azaltılmasına ve dolaylı vergilerin temel ihtiyaçlardan lüks ürünlere kaydırılmasına dönük adımlar bütçede açıkça yer almalı. Dolaylı vergilerin kendisi de daha çok lüks tüketimi vergilendiren bir yapıya kavuşturularak artan oranlı bir vergi sistemi tercih edilmeli. İleri dönemdeki bütçelerde dolaylı vergi yükünün temel tüketim mallarında ortadan kaldırılmasına imkân verecek çalışmalar şimdiden bu bütçeye dahil edilmeli.
Üretimi rantçı inşaat ile sağlayan bir ekonomik düzende dolaysız verginin yükü de rantçı inşaata yüklenmelidir. Rant vergisi ile vergide hakkaniyet sağlanmalıdır. Ve acil olarak asgari ücretten alınan vergi sıfırlanmalı.
Ne yapılması, nasıl yapılması gerektiği açık. Mesele bunu yapacak istek, niyet, irade olup olmadığı…
O zaman demek ki, bunu kimin yapacağı da açık.
Rantın değil, halkın iktidarı olanlar yapacak. Birlikte, biz yapacağız.
SELİN SAYEK BÖKE
Doç. Dr., Ekonomist
CHP Parti Meclisi Üyesi ve İzmir Milletvekili
BİRGÜN
Bir iktidarın, ekonomiye ve dahası nasıl bir toplumsal gelişme hayal ettiğine dair tercihlerinin en iyi okunacağı yer bütçedir. Çünkü her iktidar, elindeki kısıtlı kaynakları, bir tercihler bütününe göre kullanmak zorundadır.
Her bütçede, iktidarın sınıfsal tercihleri yer alır. Hangi sınıfın iktidarda olduğu, iktidarın kimin çıkarlarını öncelediği bütçe detaylarında açıkça kendini gösterir. İktidarın hangi politikaları öncelediği, bu politikalarla kamuya biçtiği rol bütçede belirgindir. Kamu görevinden iktidarın ne anladığı, nasıl bir toplum-devlet ilişkisini tercih ettiği de yaptığı bütçeden anlaşılır. İktidarın kalkınma modeli bütçede belirginleşir. Bir başka deyişle, iktidarın ülkeye dair gelecek vizyonunu, gelecek için neler vaat ettiğini bütçeden okuruz.
Bir süredir önümüzde AKP iktidarının kendi tercihlerini açıkça ortaya koyduğu bir bütçe var. Türkiye Cumhuriyeti devletinin 2018 yılı bütçesi…
AKP 2018 bütçesiyle 3 temel tercihini ilan ediyor
AKP iktidarı tarafından TBMM’ye sunulan ve halen Plan ve Bütçe Komisyonu’nda görüşmeleri süren 2018 bütçesi için yapılması gereken ilk tespit, iktidarın bu bütçeyle, milyonlarca emekçiye, işsize, yoksula, ülkedeki eşitsizliklerin kaybedeni olan milyonlara sırtını döndüğü ve buna karşılık belirgin olarak üç temel tercih yaptığıdır.
Birincisi, iktidar 2018 bütçesinde, tercihini bir kez daha rant sermayesinden yana kullanıyor. Bu bütçe ile iktidar, bir kez daha rant sermayesini, emekçiler başta olmak üzere üretici güçler aleyhine güçlendirmeyi, halkın geniş kesimlerinden aldığını, iktidar çarklarını besleyen bir avuç yandaş sermayedara aktarmayı tercih ediyor. 2018 bütçesinde ortaya konan ekonomik çerçeve, dar gelirli sınıfların yoksulluğun yönetilmesi yoluyla dar gelirliliğe mahkûm edildiği, orta gelirli sınıfların daha da sıkıştırıldığı, kaynakların üretken değil rantçı faaliyetlere aktarıldığı bir çerçeveye işaret ediyor.
İkincisi, iktidarın kamuyu, vatandaş açısından zayıflatma, ancak kendi siyasi iktidarı için obezleştirme anlayışı bu bütçe ile perçinleniyor. Yani bu bütçeyle bir kez daha kamu, vatandaşa hizmet aracı olarak değil, AKP ve Saray rejiminin devamlılığına hizmet eden bir araç olarak tarif ediliyor. Emekçiye güvenceli çalışma koşulları sağlamayı amaçlayan, piyasayı düzenleyen, denetleyen ve gerektiğinde üretime ortak olan bir kamu yerine, devlet eliyle imtiyaz elde eden yandaş sermaye gruplarının rant elde etmesini sağlayacak ve düşük katma değerli sektörleri önceleyen bir kamu anlayışı tercih ediliyor. Türkiye’nin bekası için değil kendi siyasi bekası için kamuyu araç gören bir yaklaşımla devlet iktidar tarafından çökertiliyor.
Ayrıca bu bütçe Türkiye’nin kalkınmasını değil, Saray rejimi tarafından inşa edilen parti devletinin geleceğini önceliyor. Bütçede öngörülen harcamalar üretkenlik artışıyla üretimini arttıracak bir Türkiye geleceği yerine, ucuz emek gücüyle rekabet eden bir Türkiye ekonomisine işaret ediyor. Hak temelli bir sosyal devletle kalkınan değil, yoksulluğu daha da derinleştirecek bir bütçe ile karşı karşıyayız.
Eşitsizlikleri giderecek ne bir çerçeve ne de samimi bir istek var
Hemen söyleyelim, öncelikle 2018 bütçesinde eşitsizliği giderecek, istihdamı ihtiyaç duyulan oranda arttıracak, sürdürülebilir bir ekonomik büyümeyi mümkün kılarak borçlanma ihtiyacını azaltacak, borç yükünü azaltacak, ekonominin temel yapısal kırılganlıklarını azaltacak ciddi bir çerçeve yok. Hatta bu bütçede bunların samimiyetle istendiğine, hedef olarak öncelendiğine dair gösterge dahi yok.
Tam aksine bu bütçede tüm makro-ekonomik sorunları derinleştirecek, sınırlarına dayanmış Saray Rejimi’nin ekonomik modelinin devamlılığı var. Öyle ki, bu bütçede eşitsizliği daha da arttıracak, istihdam piyasalarındaki sorunları daha da derinleştirecek, bırakın kalkınma modelinde doğru yönde kapsamlı ve sürdürülebilir bir dönüşümü, siyasetle-rant çarklarının birbirini besleyecek şekilde döndüğü, “devlet kapitalizminin” daha da derinleştiği, tükenmiş bir modelin derinleştirilmesi var.
Bu bütçede, hem işsizliğe çare yaratılmadığını, hem de vergi ve zamlarla tüm yükün, bir kez daha yoksulların sırtına yüklendiğini görüyoruz. Kayıt dışı çalışanların oranı, resmi verilerde bile yüzde 35,2’ye ulaşmışken, her 3 kişiden biri kayıt dışı çalışıyor, yani yarın ne olacağını bilmiyor, güvencesiz ve yarınsızken, hatta kadın emekçilerin neredeyse yarısı, yüzde 47’si kayıt dışı çalışırken, bu bütçede, kayıtlı ve güvenceli iş imkanı da yok, yani milyonlar için bir gelecek yok.
Öte yandan 2018 bütçesinin de dayandığı büyüme modeli eşitsizlikleri çözmek bir yana, pekiştiren bir büyüme modeli. Bütçe yaparken uygulamaya konulacak politikaların eşitsizlikleri azaltıcı yönde tasarlanması gerekirken, 2018 bütçesi bu sorunu giderici adımları barındırmaktan da çok uzak.
Siyaseten kutuplaştırılan ülke, ekonomik olarak da kutuplaştırılıyor
Oysa şu anda Türkiye’de orta gelirli sınıfların sıkıştırıldığı, yoksulluğun ve eşitsizliklerin arttığı, rantla büyüyen ekonomiye dair, çok belirgin bir tablo var. Gini katsayısı artarak, son bir yılda 0,397’den 0,404’e çıktı. En zengin yüzde 20 ile en yoksul yüzde 20 arasındaki gelir farkı 7,57’den 7,68’e çıktı. Yani gelir dağılımı giderek daha da bozuluyor. Gelir dağılımında özellikle iki kutupta, yani en yoksul ve en zengin kesim içinde ve arasında daha da keskin bir uçurum oluşuyor. Yani iktidar tarafından siyaseten kutuplaştırılan ülke, ekonomik olarak da kutuplaştırılıyor.
2018 bütçesi, bu eşitsiz tabloyu yaratan ekonomik düzeni değiştirmeye dönük herhangi bir politika barındırmıyor. Örneğin, bugün Türkiye’deki eşitsizliklerin önemli kaynaklarından olan vergi politikasında, vergide adaleti sağlayacak bir dönüşüm yerine, AKP iktidarının sınıfsal tercihini yansıtan vergi politikasının 2018’de de devam edeceği, geliri ne olursa olsun, tüm vatandaşlara aynı oranda uygulanan dolaylı vergilerin toplam vergiler içindeki ağırlığının bu dönemde de devam edeceği görülüyor.
Öte yandan, 2018 bütçesinde yer alan “eğitim kalemleri”, bu iktidarın eğitimi, eşitliği ve üretim kapasitesini arttırıcı bir araç olarak değil eşitsizliğin pekiştiği bir alan ve mevcut düzeninin devamını mümkün kılacak bir ideolojik araç olarak gördüğünü bir kez daha gösteriyor. Yapılan çalışmalar, Türkiye’de eğitim harcamalarının yarısının en zengin yüzde 10’luk kesim tarafından yapıldığını gösteriyor. Oysa en yoksul yüzde 10’un eğitim harcamasındaki payı yüzde 1’in altında kalıyor. Bir başka deyişle en zengin yüzde 10 ile en yoksul yüzde 10’un eğitim harcamaları arasında 64 katlık bir uçurum var. Bunun yanı sıra, 2018 eğitim bütçesinin yüzde 35’inin tek başına din eğitimine ayrılması, iktidarın eğitimi siyasal İslam ekseninde oluşturduğu otoriter iktidar projesini kalıcı kılmanın bir aracı olarak gördüğünün de açık bir göstergesi. Eğitim eşitleyici değil eşitsizliği pekiştirici bir unsur olmaya devam ediyor. 2018’de de eğitim yatırımlarına pay ayırmayan bir bütçe, bu uçurumu artırmaya devam ederken, toplumsal eşitsizlikleri de aşırı piyasalaşmış iktidar anlayışı ile derinleştirmeyi sürdürecek.
Ne yapmalı? Kim yapacak?
Türkiye’nin önceliklerini hemen sıralayalım: Sosyal devletin güçlendirilmesi, sosyal-ekonomik-toplumsal eşitsizliklerin azaltılması hedefini merkeze alan bir bütçe olmalı. Bunun için sosyal harcamaların salt partizanca yapılan sosyal yardım odaklı olmaktan çıkartılması, hak temelli bir yapıya kavuşturulması gerek. En önemli gereklilik de, harcamalardaki ağırlığın, verimliliği ve sosyal güvenceyi arttırıcı uygulamalara yönlendirilmesi…
Eğitim politikası de elbette bu bütünün bir parçası… Belirgin olarak artırılacak eğitim bütçesiyle, fırsat eşitliği, parasız eğitim, öğretmene güvenceli çalışma ortamı, öğrencileri tarikatlara terk etmeyen yurt yatırımları ile parasız eğitim sağlayan kuvvetli bir sosyal devlet yapısı bütçeye yansıtılmalı.
Öte yandan toplumsal eşitsizlikler açısından kadınlara fırsat eşitliği sağlayacak adımların sosyal ve ekonomik olarak atılması, pozitif ayrımcılıkla kadın emeğinin desteklenmesine dönük teşvik politikalarının bütçede belirgin olarak yer alması bir zorunluluk.
Bütçenin sosyal politika önceliklerinin de hem eşitsizlikleri giderecek, hem de bunun ötesinde kalkınma politikasında gerçekleştirilmesi gereken dönüşümün parçası olabilecek şekilde belirlenmesi gerek.
Refahın hakça paylaşılmasını sağlayacak vergi sistemi ve vergi tercihleri açıkça ortaya konmalı. Dolaylı vergilerin toplam vergilerin içindeki payını azaltılmasına ve dolaylı vergilerin temel ihtiyaçlardan lüks ürünlere kaydırılmasına dönük adımlar bütçede açıkça yer almalı. Dolaylı vergilerin kendisi de daha çok lüks tüketimi vergilendiren bir yapıya kavuşturularak artan oranlı bir vergi sistemi tercih edilmeli. İleri dönemdeki bütçelerde dolaylı vergi yükünün temel tüketim mallarında ortadan kaldırılmasına imkân verecek çalışmalar şimdiden bu bütçeye dahil edilmeli.
Üretimi rantçı inşaat ile sağlayan bir ekonomik düzende dolaysız verginin yükü de rantçı inşaata yüklenmelidir. Rant vergisi ile vergide hakkaniyet sağlanmalıdır. Ve acil olarak asgari ücretten alınan vergi sıfırlanmalı.
Ne yapılması, nasıl yapılması gerektiği açık. Mesele bunu yapacak istek, niyet, irade olup olmadığı…
O zaman demek ki, bunu kimin yapacağı da açık.
Rantın değil, halkın iktidarı olanlar yapacak. Birlikte, biz yapacağız.
SELİN SAYEK BÖKE
Doç. Dr., Ekonomist
CHP Parti Meclisi Üyesi ve İzmir Milletvekili
BİRGÜN