Cumhuriyet tarihinin en yüksek bedelli projesiydi, dediklerine göre. Para büyük olunca hukuk da önünde küçülüp, silindi. Üçüncü köprü ile ulaşılan üçüncü havalimanının ihalesini, Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) Raporu için gereken 10 günlük yasal askı süresi dolmadan, 3 Mayıs 2013’te gerçekleştirdiler apar topar. İhaleyi 22 milyar 152 milyon Euro‘luk teklif veren Cengiz-Kolin-Limak-Kalyon-Mapa Ortak Girişim Grubu kazandı.
Özetle AKP, AKP’nin özel görevli müteahhitlerine verdi ihaleyi. 25 Aralık yolsuzluk soruşturma dosyasındaki iddialara göre, ihalenin sahipleri Mehmet Cengiz ve Cemal Kalyoncu, daha önce de iktidarın talimatıyla Sabah-atv’nin içinde olduğu medya grubunu satın almıştı. Gereken para Binali Yıldırım’ın koordinatörlüğüyle işadamlarının oluşturduğu bir havuzdan sağlanmıştı. Bu kez bir havuz söz konusu oldu mu bilemiyoruz. Malum o tarihten sonra ortalıkta iddia makamı falan kalmadı. Artık sadece övgü ve koruma makamları var!
***
İstanbul Metropolitan Planlama Merkezi tarafından hazırlanan ve İstanbul’un anayasası olduğu söylenen 2009 tarihli İstanbul Çevre Düzeni Planı’nda her şey var fakat iki şey yoktu. Olmayan şeylerden biri Boğaz’a üçüncü köprüydü. Planın açıklanacağı gün zamanın Başbakanı Tayyip Erdoğan İstanbul üzerinde helikopterle turlayarak parmağıyla köprünün yapılacağı güzergâhı işaret etti. Böylece İstanbullular şehre planda olmayan bir köprü daha yapılacağını öğrenmiş oldu. Olmayan şeylerden ikincisi ise üçüncü havaalanıydı. Daha doğrusu planda bir üçüncü havaalanı vardı ama yapımı için belirlenen yer Silivri-Gazitepe’ydi. O da Başbakan’ın zorlamalarıyla Kuzey Ormanları sınırları içine alındı. İnşaat Silivri’de değil şehrin son yeşillik alanı Kuzey Ormanları’nın üzerine yapılacaktı.
Başbakan Erdoğan, eleştiriler üzerine havalimanının yapılacağı bölgeyi şöyle tarif etmişti: “Televizyonlarda dinliyorum ‘bu kadar ağaç kesiliyor’ diye. Oraları gezip görse diyecek ki adeta savaştan çıkmış bir coğrafya. Çünkü daha önce oraları taş ocakları, kömür ocakları gibi yerlerdi.” Hâl buyken ÇED raporuna göre alan doğal yapısını geri kazanmıştı. Yani orman olmuştu yeniden. Nitekim projenin yapılacağı alanın yüzde 72’si orman, yüzde 8’i göl, yüzde 6’sı mera, fundalık, tarım arazisi, sadece yüzde 14’ü maden sahası olarak tespit edildi. Ormana bakıp içindeki bu yüzde 14’ü görüyorlardı. Çünkü gözlerini rant karartmıştı; doğayı görmüyor, ormanı bilmiyorlardı.
Sekiz yıl sonra sonuç ortada. Ormanın yerinde büyük bir çöl uzanıyor şimdi. Ne ağaç, ne göl, ne su, ne kuş, ne kurt, ne kıyısına terkedilmiş öksüz köpekler, ne börtü, ne böcek kaldı. Mandalar bile terk edip gitti bölgeyi. İnşaatın bir ucu Terkos gölüne dayandı, bir ucu Karadeniz’in dalgalı kıyılarını yırtıp geçti. Alibey, Pirinçcı barajlarının su toplama havzası tehdit altında. 700 bin ağacı kestiler, iki milyonunu da taşıdılar inanılacak olursa. Nereye, belli değil? Tayakadın girişinde büyük tomruk dağları karşılıyordu yoldan geçenleri yakın zamana kadar. Ayakta kalmış ağaçlar ise inşaatın tozundan dumanından kızıla çalmaya başlamıştı çoktan.
***
Bu arada basit bir “ayrıntı”ya da değinelim. İnşaat boyunca dört yüz işçi öldü iddiası üzerine Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bir açıklama yaparak yürekleri soğuttu. Sadece 27 işçi ölmüştü. Lafı bile edilmez! Açıklamanın ardından “birkaç işçi daha” cinayete kurban gitti.
Binlerce işçi, yüzlerce mühendis, bini aşkın Tayyiban kamyonu, iki bine yakın iş makinası dur durak bilmeksizin kesintisiz çalışıyor bölgede. Bu yıkımın bedeli hane başına bin lira. Hepimizden alınan o bin liralar yandaşın cebine akıyor. İhaleler pazarlık usulüyle ve bölünerek veriliyor. Yüksek maliyetli ihaleler tamamlanıyor, düşük alınan ihale için sonradan ikmal ihalesi yapılıyor. Bu sayede 1 liraya yapılacak iş 5 liraya geliyor. Şu kadarını aktarayım: Havalimanının denizden 90 metre yüksekte yapılması gerekiyordu. Bu 5 milyar Avro civarında hafriyat maliyeti demek. İhale yapıldıktan sonra 90 metrelik kot 30 metre düşürüldü. 2,5 milyar Avro anında uçtu gitti.
Sadede gelelim; Havalimanının inşası sona erdiğinde, yıllık 150 milyon yolcu kapasitesine sahip olacak. 7 bin 650 hektarlık devasa bir alanı 350 bin ton demir çelik, 10 bin ton alüminyum, 415 bin metrekare cam ve tonlarca beton ile dolduracaklar. Bunlar, dünyanın en yoğun havalimanından bile beş katı büyüklüğe işaret ediyor. Ne olacak, bütün dünya İstanbul’a mı taşınacak diye düşünüyorsunuz değil mi? Hayır tabii. Bu abartının nedenini projenin mimarlık tasarımını yapan İngiliz şirketinin sözcüsü açıklamıştı zamanında. Projede ağırlık yapının ortasında dükkânlar ve iş merkezi gibi çözümlere verilmişti. Havaalanı dedikleri büyük bir alışveriş merkezinden ibaret anlayacağınız.
Peki, ismi ne olacak bu içinden uçak kalkan AVM’nin?
Havuz basınına göre İstanbul Grand Airport olacaktı. Sonra Osmanlı döneminin ilk sivil pilotu olan Vecihi Hürkuş’un ve Mevlana’nın adı uçuruldu.
Ne oldu peki? Recep Tayyip Erdoğan!
***
Engels “İngiltere’de Emekçi Sınıfların Durumu”nu yazmaya giriştiğinde İngiltere canla başla Dünyanın atölyesi olmaya çalışıyordu. Hiç durmadan üretti, ürettiklerini yeni Dünya’yı yağmalayan İspanya ve Portekiz’e satarak kazandı, gelişti ve ilerledi. Sonunda Dünyanın atölyesi olmaktan Dünyanın efendisi olmaya geçiş yaptı.
ABD için durum tamamen başkaydı. Onun gözü atölye olmakta değil Dünyanın bankası olmaktaydı. Bizimkilerin Kâbe’si-kıblesi orasıdır. Haliyle umutsuzca bir üçüncü dünya bankası olmaya çalışıyorlar. “İstanbul’u finans merkezi” yapacağız teranelerin kaynağı işte bu. Her yere yaptıkları AVM’lerin, köprülerin, tünellerin, gökdelenlerin, havaalanlarının “esbap-ı mucibe”si böyledir.
Çünkü üretmeden olmayacağını bilmezler, öğrenme şansları da yoktur. Tek yol kalıyor geride, yağmalamak. 15 yıldır yaptıkları tek numara İstanbul’un rantını yağmalamaktan ibaret. Bu yağma nedeniyle AKP döneminin İstanbul’u tam bir ucubeye dönüştü. Nüfusu belli değil şehrin, gireni çıkanı belli değil. İstanbullu her sabah savaşa gider gibi çıkıyor evinden, savaşarak dönebiliyor evine. Dünyanın en mutsuz, en bedbaht, en kaotik kentini yarattılar az zamanda.
Şöyle anlatayım yaratılan şeyi. Osman Gazi Köprüsünden Körfez’e nazar atarak geçiyorsun. Biraz ileride karşına “Yavuz Selim Köprüsü” çıkıyor. Trafik varsa kır direksiyonu, “Fatih Sultan Mehmet Köprüsü” çıkar karşına. Olmadı, tut “15 Temmuz Demokrasi Şehitleri Köprüsü” yolunu. Beklersin ama sabırlıysan mutlaka geçersin, korkma. Devam et. Atatürk Havaalanı yakında kapatılıyor canım. Sağa çark edersen Recep Tayyip Erdoğan Havaalanına ulaşacaksın. “Ne yapayım ulaşıp da” deme. Alışveriş yaparsın, dolaşırsın, selfie çekersin, Avrupalıları kıskandırırsın…
İlla uçmak mı istiyorsun. Bilgin olsun, Batı’ya doğru yollar kapandı. Bin uçağa, yallah
Suudi Arabistan’a!
Orhan Gökdemir / SOL