Çanakkale Deniz Savaşının bu yıldönümünde iktidar cephesinde iki şey vardı. Bir; Afrin kent merkezinin -belli ki ÖSO aracılığıyla- kontrol altına alınması 18 Mart’a denk geldi. Bunun üzerine yine kontrolden çıktılar; Afrin ile Çanakkale’yi bulamaç yapmaktan kendilerini alamadılar! Cahillik ve akılsızlığa devam yani… 103 yıl önce olan, emperyalist savaşta nafile gelecek arayan Osmanlı’nın, duvara çarpıp ülke savunmasına çekilişiydi. 18 Mart 1915 emperyalist donanmalara karşı direniştir. Afrin’e ise kendileri fetih diyor! Gerçek daha da uzak: ABD’nin Suriye’yi bölme senaryosuna AKP eklemlenmiş oldu.
Ne Çanakkale’si!
Bu eklemlenmenin anti-Amerikan bir demagojiyle hayata geçirilmesine çok yerinde yanıtı Türkiye Komünist Partisi veriyor. Hadi çıkalım o halde NATO’dan! Kapatalım üsleri!
İkinci olay Erdoğan’ın Çanakkale Belediye Başkanını konuşturmama talimatı. Demek ki, Çanakkale’nin yalnızca tarihini değil, bugünkü özgünlüğünü de anlamamışlar. Başka yerde başka bir CHP’li ambargoya çok üzülürdü. Bizim orada olmaz. Belediye Başkanı Ülgür Gökhan’ın sosyal medyada yayınlanan konuşmasından, halkın zaten sırtını döndüğü, şeriatçı, bindirme kuvvetlere dayalı bir devlet törenine katılmaktan duyulan üzüntünün izi yoktu.
Zaten AKP yıllardır 18 Mart törenlerini halka yasaklıyor. Kentin iki yanıtı bu sayede artık gelenekselleşti: Akşam olur, AKP gider. Halk fener alayı halinde sokakları doldurur. Memleketin haliyle çelişkili görünen bir neşeyle üstelik. Ama bakmayın siz meselenin o çelişkili tarafına. Çanakkale akılsızların ambargosunu delmenin keyfini sürmektedir.
Diğer gelenekse TKP’nin… Parti üyeleri takibe alınır, bina kuşatılır. Pankart asıldığında kapısı kırılacak, pankart indirilecektir. İyi de asacak başka yer mi yok koca şehirde? Hele sabahtan akşama boğazı geçip duran “arabalılar” varken! Ne yapacaksınız gelecek yıl? Seferleri de mi durduracaksınız? Pankart sözdür. Yeter ki sözünüz olsun. Balkona asılmazsa Boğazda salınır, orası da olmazsa illa ki bulur kendine bir geçit. TKP 18 Martlarda Çanakkale’nin, Türkiye ilericiliğinin sözü olmuştur.
Türkiye ilericiliği imam hatiplerin çoğalmasını durduramadı. Ama okuldan başka her şeye benzeyen bu binaların sıralarını boş bırakmayı bildi. Türkiye medeni nikaha saldırıyı da durduramadı. Ama, daha önce de söyledik, müftüler çok bekler, kapıda sıra olmasını genç çiftlerin.
Bu durum, siyasallaşan İslam’ın, devletleşen gericiliğin gördüğü halk tepkisidir. Evet Türkiye dincilerin de itiraf ettiği ve iktidarın endişeye sürüklenmekte halkı olduğu gibi, “bu dinden” çıkmaktadır. Ateistler çoğalıyor diyor, İhsan Eliaçık; uğraş didin, ancak yüzde onunu engelleyebiliyormuş! Ateistlerin çoğalıp çoğalmadığı başka konu; ama İhsan bey misyonunu itiraf etmiş. AKP yüzünden eksilen dinciliği kurtarmaktır işi. Oysa o da beceremez. Çünkü dinin siyasallaşması Türkiye ilericiliğinin duvarına çarpmaktadır.
Çanakkale’nin yeni sayabileceğimiz gelenekleri aynı mekanizmanın başka görüngüleri olarak düşünülmelidir. 18 Mart’ta geçilemeyen artık Çanakkale değil, daha fazlası…
Dönelim ambargo delen belediye başkanına… Dinlemediyseniz, bir kulak verin derim önce: Kendi adıma söyleyeyim; Ülgür beye bir daha saygı duydum.
Metnin edebi tonunu ve kurgusunu beğenirsiniz beğenmezsiniz, o ayrı. Ama popüler edebi bir seslenme olarak başarılı olduğu kesin. Üstelik milliyetçi demagojiye çok kurban edilmiş bir konuda popülerliğin tuzaklarına da fazla düşmüyor. Ülgür Gökhan, şahsına yönelen taciz karşısında geri basmamakta, dahası saldırıyı Çanakkale Deniz Savaşı ve Gelibolu Savaşları özelinde değil, oradan yola çıkarak çok daha geniş bir cephede göğüslemektedir. Bu genişlikte göğüsleniyorsa saldırı, artık söz konusu olan savunma değildir. Bu konuşma sağlam bir karşı saldırıdır. Gökhan, dinselleşmeden Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlığına, kadına şiddetten çocuk tecavüzüne, çevre yağmasından ayrımcılıklara, yozlaşma ve kirlenmeden savaş kışkırtıcılığına kadar bir dizi kritik ve çarpıcı başlıkta yobazlara gereken yanıtı veriyor. Ülgür Gökhan “boğazına kadar çamura batanlara”, “vatanı satanlara” işaret etmesiyle, günümüzün değme sosyal demokratına taş çıkartmıştır ve ne kadar kutlansa azdır.
Nokta. Ve: Ülgür beye saygı, sosyal demokrasi kuyrukçularına uyarı.
Çanakkale Belediye Başkanının 18 Mart konuşmasından yeni bir sosyal demokrasi aşkı türetmek çok yersiz olacaktır. Şu basit nedenle ki, konuşma metni günümüz Türkiye’sinde bir cesaret örneği olmakla birlikte, sosyal demokrat bir içerik dahi taşımamaktadır. Türk sosyal demokrasisi Afrin’de ÖSO’cular Demirci Kawa heykelinin üstünde tepinirken zafer şarkılarına eşlik eder! Kılıçdaroğlu TSK’ya her zaman çok güvenmişmiş…
Ama hal böyle diye Ülgür Gökhan’ın konuşmasını politik olarak yükseklere koymak da manasız olur. Ülgür beyin gündemine “sınıf sorunu” bir tek “Fakirlik içinde zafer yazan, zenginleşmek için zulüm yapanı bir yerlerden izliyor” sözleriyle girmiştir. Saygıyı ve kutlanmayı fazla fazla hak eden Gökhan dört dörtlük bir demokrasi manifestosu okumuştur. Güzel ve o kadar.
Türkiye bu kadarına bile aç. Ama Türkiye daha fazlasına ihtiyaç duyuyor. Üstelik daha fazlasını hak ediyor. Türkiye bu demokrasi çizgisinin ilerisindedir.
Bir süre önce başbakanın köprü vesilesiyle “Çanakkale geçilmez dediler, işte geçiyoruz” diye kendini kaybetmesinin kaynağı karayolu inşaat şirketlerinin, otomotiv patronlarının kârlarına açılan yeni ufuktu. Çanakkale’nin su kaynaklarının, doğasının yok edilmek istenmesinin arkasındaki güdü, enerji şirketlerinin başı çektiği yağmacı kapitalistlerden ileri geliyor. Eğer Gelibolu yarımadasında savaş tarihi niyetine abuk sabuk evliya hikayeleri anlatılıyorsa, nedeni, bunlara inananların kendilerini bir daha asla emekçi yurttaşlar olarak hissedemeyecek olmalarıdır.
AKP’nin resmi muhalifleri demokrasi mücadelesinde nal topluyor diye, Türkiye ilericiliği demokrasiye fit olmamalı, yobazlığın sınıf karakterine odaklanıp yüzünü sosyalizme çevirmeli.
Samimi demokratlara saygıyı ihmal etmeden…
Aydemir Güler / SOL