Şimdi olup bitenin miladı, 1991 Birinci Körfez Savaşı’dır aslında ve adı da Baudrillard tarafından konulmuştur.
Fransız sosyolog Jean Baudrillard, SSCB’nin yıkılıp “Soğuk Savaş”ın bittiği dünyada küreselleşen kapitalizmin tek kutbu olarak ABD’nin kabara kabara Saddam’a karşı başlattığı “savaş”ı değerlendirme yolunda “simülasyon”, “simülakr” kavramlarını işlerliğe sokmuştu. Onları açacağız birazdan ama önce Baudrillard’ın Birinci Körfez Savaşı üzerine meşhur yorumunu ABD, İngiltere ve Fransa’nın şimdi Suriye’deki füze saldırılarıyla titreşimli çerçevede kaydedelim:
Baudrillard, “Körfez Savaşı olmadı” demişti.
Ona göre ortada olan, televizyon ekranında bir “belirim”den öte bir şey değildi.
Tabii ki “fiziksel” olarak savaşın yaşanmadığı anlamında söylemiyordu bunu. Kastettiği, kitleler açısından, bu “fiziksel” olayın savaştan ziyade “seyirlik” olarak alınmasıydı.
Medya, savaşı “şov” olarak alımlanır, algılanır, duyumsanır ve anlamlanır hale getirmişti.
Daha açık deyişle Baudrillard, günümüzde insanlığın adeta bir “elektronik yağmur ormanı”nda yaşarcasına maruz kaldığı medya sağanağında gerçekliğin anlamını kaybettiğini ileri sürmekteydi. Hayat, insanlar için artık bir parçası oldukları değil, sadece izleyicisi oldukları bir gösteriden ibaretti.
İşte bu söylediklerini kavramsallaştırma yolunda zihnimize tutuşturmaktaydı simülasyon ve simülakr terimlerini Baudrillard. Simülasyon, olmayan bir şeyi var gibi gösterme; diğer deyişle, gerçeklik adına bir “gösterge”.
Simülakr da benzetim, temsil ya da herhangi bir şeyin “gibi”si…
Yani sanat “gibi” düşünce “gibi”, din “gibi”, eğitim “gibi”, bilgi “gibi”, siyaset “gibi”, savaş “gibi” olarak karşınıza çıkan her şey “simülakr”dır.
Netleştirmeyi bir testle sağlamaya çalışalım: Bugün bu ülkede “eğitim” gerçekten var mı, yoksa “simülakr” olarak mı var?
Bu ülkede “üniversite” var mı, yoksa “simülakr” olarak mı var?
Din var mı, yoksa “simülakr” olarak mı var?
Demokrasi var mı, yoksa “simülakr” olarak mı var?
Televizyonda izlediğiniz tartışma programlarında “tartışma”, “düşünce”, “bilgi” var mı, yoksa “simülakr” olarak mı var bunlar?..
Aynı doğrultuda sorduğumuzda, Suriye’deki füze saldırısında ABD ve Trump gerçekten var mı? Yoksa “simülakr” olarak mı varlar?!
Sanırım bu sorulara cevapları yazarken Baudrillard’ın neden “Körfez Savaşı olmadı” dediği de açıklığa kavuşmuş oluyor.
ABD’nin 20’nci ve 21’inci yüzyıldaki hali pürmelalini en doğru teşhis edenlerden Immanuel Wallerstein’in tabiriyle “Amerikan gücünün gerileyişi”nin, Birinci Körfez Savaşı’nın medya marifetiyle bir gerçeklikten “simülasyon”a dönüştürülmesiyle iyiden iyiye ivme kazandığı söylenebilir. Başta Amerikan halkı olmak üzere dünya, o savaşı ve savaşta atılan bombalarla yerle bir olan kentleri “film gibi”, patlamış mısır, kola, patates cipsleri eşliğinde rahat koltuklara yerleşmiş halde, havai fişek gösterisi izlercesine “tüketti”. (Evet, bu tam da endüstriyel anlamda bir “tüketim” idi.)
Sonrasında hem bu savaşın, hem de onu izleyen İkinci Körfez Savaşı’nın “benzetimi” bilgisayar oyunları, çoluk çocuğun en gözde eğlenceliği de oldu.
Bu, savaşın seyirleştirilerek oyunlaştırılmasıydı.
Gerçeklik ekrandan ibaret, ekranın içindeki ise bir savaş simülasyonuydu. Ekran, her şeyi ama her şeyi kendisi için bir “temsil sahnesi”ne dönüştürürken tarih, din, siyaset, savaş ve başka pek çok şey de gerçeklik sahnesinden çekiliyordu artık. Baudrillard’ın deyişiyle bir “hiper-gerçeklik” içindeydik artık.
Savaşın, şiddetin, ölümün böyle seyirlik, bir hiper-gerçek haline dönüştüğü dünyaya ilk “kristal” örnek Birinci Körfez Savaşı olduysa, en son, en taze, dumanı üstünde örnek de işte Suriye’deki füze saldırısı. İnsanlığı seyre öyle bir alıştırdılar, gerçekliği “şov”dan ibaret hale getirdiler ki Körfez Savaşlarından 11 Eylül’e, IŞİD’in kafa kesmelerinden Suriye operasyonuna kadar geniş bir yelpazede kim ne yapıyorsa çekici/etkileyici bir seyirlik (“spectacle”) olarak yapıyor.
Ve “Amerikan gücünün gerileyişi” de hâlâ ağırlıklı olarak onda merkezleşmiş teknoekonomik işleyişin onu giderek bir “simülasyon”dan ibaret hale getirmesiyle ayırt ediliyor.
Hâlâ Üçüncü Dünya Savaşı ihtimali var mı peki?..
Elbette, bir “simülasyon” olarak neden yaşanmasın?!
Tayfun Atay / CUMHURİYET
Fransız sosyolog Jean Baudrillard, SSCB’nin yıkılıp “Soğuk Savaş”ın bittiği dünyada küreselleşen kapitalizmin tek kutbu olarak ABD’nin kabara kabara Saddam’a karşı başlattığı “savaş”ı değerlendirme yolunda “simülasyon”, “simülakr” kavramlarını işlerliğe sokmuştu. Onları açacağız birazdan ama önce Baudrillard’ın Birinci Körfez Savaşı üzerine meşhur yorumunu ABD, İngiltere ve Fransa’nın şimdi Suriye’deki füze saldırılarıyla titreşimli çerçevede kaydedelim:
Baudrillard, “Körfez Savaşı olmadı” demişti.
Ona göre ortada olan, televizyon ekranında bir “belirim”den öte bir şey değildi.
Tabii ki “fiziksel” olarak savaşın yaşanmadığı anlamında söylemiyordu bunu. Kastettiği, kitleler açısından, bu “fiziksel” olayın savaştan ziyade “seyirlik” olarak alınmasıydı.
Medya, savaşı “şov” olarak alımlanır, algılanır, duyumsanır ve anlamlanır hale getirmişti.
Daha açık deyişle Baudrillard, günümüzde insanlığın adeta bir “elektronik yağmur ormanı”nda yaşarcasına maruz kaldığı medya sağanağında gerçekliğin anlamını kaybettiğini ileri sürmekteydi. Hayat, insanlar için artık bir parçası oldukları değil, sadece izleyicisi oldukları bir gösteriden ibaretti.
İşte bu söylediklerini kavramsallaştırma yolunda zihnimize tutuşturmaktaydı simülasyon ve simülakr terimlerini Baudrillard. Simülasyon, olmayan bir şeyi var gibi gösterme; diğer deyişle, gerçeklik adına bir “gösterge”.
Simülakr da benzetim, temsil ya da herhangi bir şeyin “gibi”si…
Yani sanat “gibi” düşünce “gibi”, din “gibi”, eğitim “gibi”, bilgi “gibi”, siyaset “gibi”, savaş “gibi” olarak karşınıza çıkan her şey “simülakr”dır.
Netleştirmeyi bir testle sağlamaya çalışalım: Bugün bu ülkede “eğitim” gerçekten var mı, yoksa “simülakr” olarak mı var?
Bu ülkede “üniversite” var mı, yoksa “simülakr” olarak mı var?
Din var mı, yoksa “simülakr” olarak mı var?
Demokrasi var mı, yoksa “simülakr” olarak mı var?
Televizyonda izlediğiniz tartışma programlarında “tartışma”, “düşünce”, “bilgi” var mı, yoksa “simülakr” olarak mı var bunlar?..
Aynı doğrultuda sorduğumuzda, Suriye’deki füze saldırısında ABD ve Trump gerçekten var mı? Yoksa “simülakr” olarak mı varlar?!
Sanırım bu sorulara cevapları yazarken Baudrillard’ın neden “Körfez Savaşı olmadı” dediği de açıklığa kavuşmuş oluyor.
ABD’nin 20’nci ve 21’inci yüzyıldaki hali pürmelalini en doğru teşhis edenlerden Immanuel Wallerstein’in tabiriyle “Amerikan gücünün gerileyişi”nin, Birinci Körfez Savaşı’nın medya marifetiyle bir gerçeklikten “simülasyon”a dönüştürülmesiyle iyiden iyiye ivme kazandığı söylenebilir. Başta Amerikan halkı olmak üzere dünya, o savaşı ve savaşta atılan bombalarla yerle bir olan kentleri “film gibi”, patlamış mısır, kola, patates cipsleri eşliğinde rahat koltuklara yerleşmiş halde, havai fişek gösterisi izlercesine “tüketti”. (Evet, bu tam da endüstriyel anlamda bir “tüketim” idi.)
Sonrasında hem bu savaşın, hem de onu izleyen İkinci Körfez Savaşı’nın “benzetimi” bilgisayar oyunları, çoluk çocuğun en gözde eğlenceliği de oldu.
Bu, savaşın seyirleştirilerek oyunlaştırılmasıydı.
Gerçeklik ekrandan ibaret, ekranın içindeki ise bir savaş simülasyonuydu. Ekran, her şeyi ama her şeyi kendisi için bir “temsil sahnesi”ne dönüştürürken tarih, din, siyaset, savaş ve başka pek çok şey de gerçeklik sahnesinden çekiliyordu artık. Baudrillard’ın deyişiyle bir “hiper-gerçeklik” içindeydik artık.
Savaşın, şiddetin, ölümün böyle seyirlik, bir hiper-gerçek haline dönüştüğü dünyaya ilk “kristal” örnek Birinci Körfez Savaşı olduysa, en son, en taze, dumanı üstünde örnek de işte Suriye’deki füze saldırısı. İnsanlığı seyre öyle bir alıştırdılar, gerçekliği “şov”dan ibaret hale getirdiler ki Körfez Savaşlarından 11 Eylül’e, IŞİD’in kafa kesmelerinden Suriye operasyonuna kadar geniş bir yelpazede kim ne yapıyorsa çekici/etkileyici bir seyirlik (“spectacle”) olarak yapıyor.
Ve “Amerikan gücünün gerileyişi” de hâlâ ağırlıklı olarak onda merkezleşmiş teknoekonomik işleyişin onu giderek bir “simülasyon”dan ibaret hale getirmesiyle ayırt ediliyor.
Hâlâ Üçüncü Dünya Savaşı ihtimali var mı peki?..
Elbette, bir “simülasyon” olarak neden yaşanmasın?!
Tayfun Atay / CUMHURİYET