Çiçekli tarlaların kıyısından geçiyoruz.
Mora bulanmış ağaçların arasından, kurumuş derelere paralel yollardan, eski köylerden, yeni kavşaklardan.
Ülkenin karanlığından kendi aydınlığımızla... geçiyoruz.
Arkamızda kirli bir şehir, önümüzde zorlu bir dava.
Günlerce sürecek olan karar duruşmasının ilk celsesini izlemeye, Silivri’ye gidiyoruz.
Kalabalık mıyız... evet.
Tenha mıyız... ona da evet.
Sonucun hukuken ne olması gerektiği belli ama ne olacağı her zamanki gibi belirsiz.
Bahar baştan çıkarıcı, hukuk iç karartıcı.
Duruşma salonundaki yerimizi alıyoruz.
Arkadaşlarımız aynı cümlelerle, aynı itirazlarla, aynı isyanlarla bir kez daha yeniden anlatıyorlar mahkeme heyetine...
Bu dava neden siyasidir, iddialar baştan beri nasıl bir algı operasyonunun peşindedir.
Sanıklar ve hâkimler ve kâtipler ve mübaşirler ve jandarmalar ve avukatlar ve izleyiciler ...
Gözlerimizi bir yere sabitliyoruz ve neredeyse artık ezbere bildiğimiz ve niyetini çözdüğümüz delillerden yayılan ve ayyuka çıkan çürük kokusunu ortak bir bıkkınlıkla içimize çekiyoruz.
Savcı da bizle aynı korkunç kokuyu soluyor.
Ve bir yandan da bilgisayarının faresini temizliyor.
Siyah ufak fareyi avucunun içine almış evirip çeviriyor.
Üzerinde kendisinden başka kimsenin görmediği derin bir kir.
Davanın tek tutuklu sanığı Akın Atalay, savunmasını yaparken o kendi iddialarının arkasında durma ağırlığını avucundaki fareye yükler gibi...
Hırsla ve usulca temizliyor avcundaki nesneyi.
Sağ elinin işaret parmağıyla farenin kenarını uzun uzun ovuşturuyor.
Parmağında parlak kırmızı taşlı bir yüzük.
Taşın kırmızısı her harekette tavandaki beyaz ışıkla buluşup parıldıyor.
Farenin üzerindeki kir... sanki çıkmıyor da çıkmıyor.
Savcı sadece bir ele dönüşmüş...
Fare kire... savcı ele.. fare kire...
Akın, gazetecilik nedir bininci kez tane tane anlatıyor.
Savcı fareyi elinden bırakmış şimdi de tırnaklarının içini temizliyor.
Akın, “Algı operasyonu” diyor.
Savcı kiri düşünüyor.
Akın, “Neden yargılandığımız belli” diyor.
Savcı kiri düşünüyor.
Savcının arkasındaki dev ekranda mütalaadan sayfalar beliriyor.
Savcı mütalaayı ilk kez görmüş gibi, kiri bir an unutup dev ekrana bakıyor.
“Özetle, bir bütün halinde yayıncılık faaliyetinde bulunmak suretiyle, terör örgütlerine destek olup yardım ettikleri...”
Kirli olan sahi neydi?
Savcı yeniden fareyi hatırlıyor.
Akın, “Görülüyor ki biz sadece gazetecilikten yargılanıyoruz” derken...
O, parmağını hızlıca ağzına götürüp ıslatıyor ve yeniden fareyi temizleme uğraşına dalıyor.
Bu haliyle nasıl da, uyurgezer bir halde ellerindeki hayali kan izlerini çıkarmaya çalışan Lady Machbet’e benziyor.
Akın, gazeteciliğin ticaretle öncelikli bağı olmaması ya da iktidara hizmet etmemesi gerektiğini anlatırken, savcı bu kez cebinden bir kolonyalı mendil çıkarıyor.
Önce fareyi, sonra ellerini, önce fareyi sonra ellerini, önce fareyi sonra ellerini...
Uzun uzun o mendille temizliyor.
Oradaki varlığını neredeyse unuttuğu sanık, “Gazetecilik öncelikli olarak toplum yararını gözetmekle yükümlüdür” diyene kadar mekanik bir hareketle bunu yapmayı sürdürüyor.
O an, bir an, sanki ‘yükümlülük’ fiiline aklı takılıyor, başını kaldırıp Akın’a bakıyor.
Neyse ki Akın ona dönüp, “Hukuk öncelikli olarak neyi gözetmekle yükümlüdür” diye sormuyor.
Savcı derin bir nefes alıyor.
Artık temizlemekten vazgeçtiği fareyi tıklayıp, ekranda temiz bir sayfa açıyor.
Mine Söğüt / CUMHURİYET
Mora bulanmış ağaçların arasından, kurumuş derelere paralel yollardan, eski köylerden, yeni kavşaklardan.
Ülkenin karanlığından kendi aydınlığımızla... geçiyoruz.
Arkamızda kirli bir şehir, önümüzde zorlu bir dava.
Günlerce sürecek olan karar duruşmasının ilk celsesini izlemeye, Silivri’ye gidiyoruz.
Kalabalık mıyız... evet.
Tenha mıyız... ona da evet.
Sonucun hukuken ne olması gerektiği belli ama ne olacağı her zamanki gibi belirsiz.
Bahar baştan çıkarıcı, hukuk iç karartıcı.
Duruşma salonundaki yerimizi alıyoruz.
Arkadaşlarımız aynı cümlelerle, aynı itirazlarla, aynı isyanlarla bir kez daha yeniden anlatıyorlar mahkeme heyetine...
Bu dava neden siyasidir, iddialar baştan beri nasıl bir algı operasyonunun peşindedir.
Sanıklar ve hâkimler ve kâtipler ve mübaşirler ve jandarmalar ve avukatlar ve izleyiciler ...
Gözlerimizi bir yere sabitliyoruz ve neredeyse artık ezbere bildiğimiz ve niyetini çözdüğümüz delillerden yayılan ve ayyuka çıkan çürük kokusunu ortak bir bıkkınlıkla içimize çekiyoruz.
Savcı da bizle aynı korkunç kokuyu soluyor.
Ve bir yandan da bilgisayarının faresini temizliyor.
Siyah ufak fareyi avucunun içine almış evirip çeviriyor.
Üzerinde kendisinden başka kimsenin görmediği derin bir kir.
Davanın tek tutuklu sanığı Akın Atalay, savunmasını yaparken o kendi iddialarının arkasında durma ağırlığını avucundaki fareye yükler gibi...
Hırsla ve usulca temizliyor avcundaki nesneyi.
Sağ elinin işaret parmağıyla farenin kenarını uzun uzun ovuşturuyor.
Parmağında parlak kırmızı taşlı bir yüzük.
Taşın kırmızısı her harekette tavandaki beyaz ışıkla buluşup parıldıyor.
Farenin üzerindeki kir... sanki çıkmıyor da çıkmıyor.
Savcı sadece bir ele dönüşmüş...
Fare kire... savcı ele.. fare kire...
Akın, gazetecilik nedir bininci kez tane tane anlatıyor.
Savcı fareyi elinden bırakmış şimdi de tırnaklarının içini temizliyor.
Akın, “Algı operasyonu” diyor.
Savcı kiri düşünüyor.
Akın, “Neden yargılandığımız belli” diyor.
Savcı kiri düşünüyor.
Savcının arkasındaki dev ekranda mütalaadan sayfalar beliriyor.
Savcı mütalaayı ilk kez görmüş gibi, kiri bir an unutup dev ekrana bakıyor.
“Özetle, bir bütün halinde yayıncılık faaliyetinde bulunmak suretiyle, terör örgütlerine destek olup yardım ettikleri...”
Kirli olan sahi neydi?
Savcı yeniden fareyi hatırlıyor.
Akın, “Görülüyor ki biz sadece gazetecilikten yargılanıyoruz” derken...
O, parmağını hızlıca ağzına götürüp ıslatıyor ve yeniden fareyi temizleme uğraşına dalıyor.
Bu haliyle nasıl da, uyurgezer bir halde ellerindeki hayali kan izlerini çıkarmaya çalışan Lady Machbet’e benziyor.
Akın, gazeteciliğin ticaretle öncelikli bağı olmaması ya da iktidara hizmet etmemesi gerektiğini anlatırken, savcı bu kez cebinden bir kolonyalı mendil çıkarıyor.
Önce fareyi, sonra ellerini, önce fareyi sonra ellerini, önce fareyi sonra ellerini...
Uzun uzun o mendille temizliyor.
Oradaki varlığını neredeyse unuttuğu sanık, “Gazetecilik öncelikli olarak toplum yararını gözetmekle yükümlüdür” diyene kadar mekanik bir hareketle bunu yapmayı sürdürüyor.
O an, bir an, sanki ‘yükümlülük’ fiiline aklı takılıyor, başını kaldırıp Akın’a bakıyor.
Neyse ki Akın ona dönüp, “Hukuk öncelikli olarak neyi gözetmekle yükümlüdür” diye sormuyor.
Savcı derin bir nefes alıyor.
Artık temizlemekten vazgeçtiği fareyi tıklayıp, ekranda temiz bir sayfa açıyor.
Mine Söğüt / CUMHURİYET