Türk tarımı kendi özelinde üretim, pazarlama, nakil, gıda güvenilirliği, tarım alanlarının işgali, girdilerin pahalanması nedeniyle ürün fiyatlarının artması ve dış piyasayla rekabet şartlarının azalması, iklim değişimi, modern sulamacılık yapılamaması ve ırmak yataklarının işgali nedeniyle toprakların çölleşmesi ve su kaynaklarının azalması, tarım sektörüne yatırımın azalması gibi ağır sorunlarla karşı karşıya.
Hükümet tarım sektöründeki ağır sorunların farkında ve halkın gıda ihtiyacın karşılamak üzere ithalat yolunu sonuna kadar açmış durumda; açmakla da kalmayıp ithal ürünlerde gümrük vergilerini düşürme ya da sıfırlama yoluna gitti. İthalat dengesini sağlamaya çalışırken de kurdaki yükseliş, bu dengeyi bozmakla kalmadı, ürüne ulaşımı da kısıtladı, çiftçiyi ise tamamen bitirdi; çiftçi üretimi azaltmak ya da sonlandırmak zorunda kaldı. Nereden baksanız sürdürülebilir olmayan bir Tarım politikası!
SUDAN’DA TARIM ARAZİSİ KİRALADILAR
Sayın Cumhurbaşkanı her ne kadar “halkın yaşam seviyesi arttığı için ürünlere talep arttı” diye bir savunma yapsa da ağır sürecin farkında olmalı ki bizzat kendisi yeni bir tarım projesi ortaya koydu ve gelişmiş ülkelerin başka ülkelerde tarımsal faaliyet politikalarını örnek alarak, Sudan'da tarım arazisi kiralama yoluna gitti. Türkiye Sudan'dan 780.500 hektar toprak kiraladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, 2017'de projeye start verdi ve Nisan 2014'te imzalanan “Türkiye-Sudan Tarımsal İşbirliği ve Ortaklığına İlişkin Anlaşma” çerçevesinde Sudan'da hayata geçirilecek TİGEM projesiyle birlikte iki ülke arasında tarım alanında işbirliğinin bir üst seviyeye taşınacağını bildirdi. Türk hükümeti 99 yıllığına kiraladığı, Omdurman, Rahat, Medani ve Abugota bölgelerinde, susam, pamuk, yağlı tohumlar, tropikal meyveler, sebze tohumları üreteceğini savlamakta.
Ürünleri ise ağırlıklı olarak üçüncü dünya ülkelerine satacağını, ülkemizde üretilmeyen ithal edilmek zorunda kalınan ürünlerin üretileceği, bu yolla hem Sudan tarım sektörüne katkıda bulunacağı hem de küresel ölçekli şirketler kurulmasının önünü açacağını ileri sürmekte.
İşe TİGEM’in Abugota 1 bölgesinde 12.500 hektar arazide çiftlik kurmakla başlayacağını söyleyen hükümet, Aralık ayı içerisinde özel teşebbüs firmalarını davet edeceğini de açıkladı. Şirketin tüm gelirlerinin vergi dışında tutulacağını belirten sözleşmeye göre Sudan hükümeti kiraladığı arazilerin kira parasını reel fiyatlar üzerinden belirleyecek ve yatırım öncesi bir dönemde kira istemeyecek. Türk hükümeti yatırımın alt yapısını tamamlamak için Hartum’da yeni bir havaalanı yapacağını, pamuk üretimi için teknik yatırımların yanında elektrik üretimi, hububat siloları ve mezbahalar kuracağını da ifade etti. Bu yatırımların organizasyonu için Ziraat Bankası’nın başkent Hartum’da şube açacağını da ekledi.
Ancak sorun şu: Tüketici halkın kulağına hoş gelebilecek bu proje yürüyecek mi yoksa yeni bir fiyaskoyla mı sonuçlanacak? Fikir sahibi olmak veya fikir söylemek için Sudan'ın tarım sektöründeki durumunu bilmek zorundayız. Zira ülkemizin ne tarım politikasının ne de ekonomisinin yeni bir macerayı kaldıracak hali yok.
BÖLGEDEKİ PROJELERİN ÇOĞU ZAMAN İÇERİSİNDE ÇÖKTÜ
Sudan'ın tarım sektöründeki durumunu analiz etmeden bir maceraya girmiş olsak da Sudan'ın sorunlarını tüm gelişmiş dünya izlemekte. Başta uzun süre Sudan'ı tarımsal sömürge olarak kullanan İngiltere olmak üzere birçok gelişmiş ülke seminerler organize ederek tüm yönleriyle Sudan'ın Tarımsal Potansiyelini değerlendirmekte. İngiltere'de 2015 yılında yapılan seri seminerlerde akademisyenler ve uygulayıcılar Sudan'ın ekonomik, hukuksal, politik, kültürel sorunlarını tartışarak ülkenin tarımsal sömürge olarak kullanılmasında bir avantaj olup olmadığını tartışmakta. İşte kısa bir özeti:
Sudan ve Güney Sudan'ın Afrika kıtasının en önemli tarım merkezine dönüşme umutları neredeyse bir yüz yıldır tartışılmakta. Sudan'da had safhadaki çevresel ve iklimsel değişimler nedeniyle hükümet İngiliz pamuk üreticilerinin zorlamasıyla başkent Hartum’un güneyinde Beyaz ve Mavi Nil arasında Cezie sulama projesini uygulamıştır. Ancak bölgedeki projelerin çoğu zaman içerisinde ya çökmüş ya da kısmi başarılar elde etmiş durumda. Cezire projesinin çöküşü 1970’li yıllarda başlamıştır. Nil nehrinin yapısı gereği yüksek sediment (çökelti) oranı olması ve yoğun ot büyümesi sorunu sulama kanallarının çoğunun tıkanmasına neden olmuştur. Cezire projesinin model alındığı New Halfa tarım projesi de yıllar içerisinde çökmüştür.
Sudan ve Güney Sudan'ın tarım sektöründeki temel, tarihsel ve geleceğe dönük sorunları benzerdir. Sudan hükümetlerinin kendi aralarında işbirliği ve tarafsızlık olmaması Cezire sulama projesini kötü etkilemiştir. Çünkü Cezire projesi 1998'e kadar Sudan ekonomisinin omurgasını oluşturmuş, kıtanın ise en büyük tarım projesi olmuştur. Ancak personel alımının politize olması, şeffaf politikaların olmaması, mülk sahiplerinin tutumları, Cezire idaresinin devlet kontrolünden çıkarılması, özelleştirmeler ve en önemlisi halkın kendi arasındaki çatışmalar Cezire projesini çok olumsuz etkilemiştir. Bu çapta büyük sorunlara ilaveten, Sudan'ın tarım sektöründe mülk sahipleri de dahil olmak üzere tarım bilgisi ve verisi son derece sınırlıdır. Tarımsal sorunlar sivil halka politik şiddet olarak dönmüştür. Sudan hükümeti petrolden elde ettiği gelirin bir kısmıyla tarım sektörüne tekrar yatırım yapmayı da reddetmiştir. Politik sebeplerle Nil'deki sudan faydalanma oranı da düşüktür. Özel mülk sahiplerinin yarattığı sorunlar yanında tarımsal üretime devletin müdahalesi çatışmanın en büyük nedenlerindendir. Ürünlerin pazarlanmasında da ağır sorunlar vardır. Nil'in sularının politik kontrol altında olması Sudan'ın sulu tarım yapmasının önündeki en büyük engeldir. İlaveten Nil sularında buharlaşma sorunu gittikçe artmaktadır ki yılda yaklaşık 2 milyar küp su buharlaşarak yok olmaktadır. 1956'da imzalanan "Nil Suları Anlaşması" ile Mısır 55.5 milyar küp su alırken Sudan 18.5 milyar küp su almaktadır ve bu kısıtlı su temini Sudan'da tarımsal gelişmenin potansiyeli olmadığının göstergesidir. Yatırımın olmaması ve diğer faktörler bir araya gelince Cezire sulama projesi çökmüştür. Hububat, yem bitkisi sorghum, darı ve buğday üretimi 2006-2009 arası döneme göre %42 oranında azalmıştır.
Sudan’da nüfus Suudi Arabistan, Mısır ve Etiyopya’ya göre düşük olmasına rağmen, bunu bölgesel ve yerel boyutta bir avantaja dönüştürememiştir. Sudan’da mal ve market gelişiminde en önemli dezavantaj politik stabilitenin olmamasıdır. Alt yapı yani yol, havaalanı, iletişim teknolojisi ve demiryolu iletişimi sorunludur. Temel tarımsal ürün olan pamuk üretimi bitmiştir. Buğday üretimi Sudan’da ikinci plana atılmış ve buğdayı büyük çapta uluslarası pazarlardan temin etmek zorunda kalmışlardır. Sudan’da yeraltı sularının kısıtlılığı nedeniyle çöl tarımına uygun tarım politikaları yapılmadığı taktirde Sudan‘ın kendi nüfusunu dahi besleyemeyeceği bir gerçektir.
Bazı Sudanlılar, Sudan'ın omurgasının petrol olmadığını tarım olduğunu iddia etseler de Tarım Sektöründe ve Projelerindeki başarısızlık ortadadır. Sudan‘ın alternatif tarımsal ürün politikalarına dönmek zorunda olduğu, fazla su isteyen ürünlerin üretimi yanında çiftlik hayvanları üretiminin bitirilmesi ciddi boyutta öngörülmekte. Netice olarak Sudan ekonomik olarak, düşük-gelirli ve gıda kaynakları düşük ülkeler arasındadır (IFAD 2009) ve ileri süreçte de MDG kriterlerini karşılayamayacağı bilinmektedir.
TOPRAKLARINI TARIM SÖMÜRGECİLİĞİNE AÇTI
Tüm bu nedenlerle Sudan, Tarım sektöründen büyük oranda çekilmiş ve petrolden elde ettiği gelirle tarım sektörünü destekleyerek kaynaklarını heba etmeme kararı almıştır. Bu kararla birlikte geniş topraklarını uluslararası şirketlere kiralayarak gelir elde etmeye çalışmaktadır. Sudan topraklarını tarım sömürgeciliğine açtığından itibaren birçok ülke Sudan'da tarım yapmayı denemiştir. Çin, Hindistan ve Brezilya, Birleşik Arap Emirlikleri, Güney Kore, Suudi Arabistan, Katar, Kuveyt, Ürdün, Mısır ve şimdi de Türkiye.
Bilindiği üzere, 1989'da Sudan'da askeri bir kalkışma oldu. İslamcı askerler ve ulusal İslamcı cephe tarafından desteklenen kalkışmada Güney Sudan'lı asiler cepheye alındı. Kalkışmanın asıl amacı isyancıları ezmek, Güney Sudan'ı İslamize ve Arabize etmek, Güneyi zorla birleştirmekti. Bu amacı gerçekleştirmek için cunta, ülkenin petrol rezervlerini büyük çapta kendi amacına uygun kullanmaya başladı ve diğer İslamcı ülkelere kapılarını araladı. Ancak kısa süre sonra bu grupların bu türden girişimler için yeterli teknik deneyimleri olmadığı ortaya çıktı; neticede cuntacılar çeşitli politik gerekçelerle onları ülkeden gönderdi. Cunta ülkedeki ekonomik sıkıntılarla baş edebilmek, petrolünü çıkarabilmek, diğer doğal kaynaklarını ortaya çıkarabilmek için hararetle etkili bir iş ortağı aramaya başladı. İşte tam bu aşamada Çin devreye girdi. Cunta, Çinli ortaklarının çalışma şartlarını idealize etmek için ne insan hakkı, ne işçi hakkını gözetiyor vatandaşlarının sivil ve politik haklarına karşı inanılmaz boyutta saldırıyordu. Cunta iş ortaklarından, işçilerin çalışma şartlarının sıkılaştırılması yanında insan hak ihlallerine itibar ve açık edilmemesi sözünü de aldı.
Sudan dahil olmak üzere Çin'in Afrika'da varlığı bölgenin doğal kaynaklarını kontrolünde tutmak ve hızlı ekonomik büyümenin neticesi olan petrol ihtiyacını karşılamak içindir. Çin'in Sudan'da varlığı Sudan tiranlığını ve diktatörlüğünü desteklemektedir; aynen Çad ve Zimbabve'de olduğu üzere. Çinli liderler Çin‘in hiçbir koşulda Sudan'ın içişlerine karışmadığını ifade etse de bu bir yalandır ve Çin'in bizzat varlığı birçok Afrika ülkesindeki işçilerin çalışma şartlarının düzelmesindeki en büyük engeldir. Çin kendi teşebbüslerinde cuntanın hapsettiği Sudan'lı sivillerin ağır çalışma koşullarında güvencesiz hatta ücretsiz çalışmasına göz yumarak insan hak ihlallerine bizzat ortak olmuştur. Sudan devlet başkanı da Çin'de bu karşılıklı ilişkiden memnundur, mutludur; her koşulda birbirlerinin varlıklarını devam ettirecek açıklamaların nedeni budur. Çin'in Sudan'daki cunta askerlerine ekonomik desteği süreklidir ve bu da cuntanın kalıcılığı anlamına gelmektedir. BM Güvenlik Konseyi‘nde Darfur katliamlarının uluslararası mahkemelere taşınması sürecindeki görüşmelerde Çin'in süreci veto etmesi bu yüzdendir.
Gelelim Türkiye Sudan ilişkilerine. Sayın Cumhurbaşkanı'nın Sudan cuntasının başı El-Beşir ile dostluğu uzun süredir tüm dünyanın bildiği bir gerçek. Türkiye'nin bölgede sadece tarım temelli bir oluşumun içerisinde olması ve süreçten başarıyla çıkması zor, meşakkatli ve masraflı bir yol. Türkiye gibi geçmişin tarım ülkesi olarak bilinen, tarımsal faaliyetler için çok daha uygun altyapısı olan bir ülkede tarım yapmayıp Sudan'da çok daha ilkel koşullarda tarımda bir başarı elde etmeyi düşünmek rasyonel bir düşünce değil. Üstelik Çin gibi bir dev ekonominin tarım teknolojisi ile rekabet edebilmek çok daha zor. TİGEM'in kurduğu küçük boyuttaki örnek çiftliğin, kiralanan diğer bölgelerdeki tarımsal faaliyetlere örnek teşkil edebilmesi de mümkün değil; zira her bölgenin kendine özgün sorunları mevcut. Aralık ayında yapılacak ihalelere özel teşebbüs ne ölçüde katılacak bilemiyoruz.
TÜRKİYE'NİN İNŞAAT SEKTÖRÜ DIŞINDA BİLDİĞİMİZ İLK EMPERYAL ANLAŞMASI
Makalenin seyrinden de anlaşılacağı üzere süreç tarımsal yatırıma yönelik bir rasyonelite içermiyor. Anadolu Ajansının haberine göre Türk Petrol ve Sudan Petrol ve Gaz Bakanlığı arasında 100 milyon dolarlık bir petrol alanı geliştirme anlaşması da imzalandı ve Sayın Pakdemirli'ye göre bu bir petrol alanı keşfi anlaşması. Tarım amaçlı da olsa petrol amaçlı da olsa bu anlaşmalar Türkiye'nin inşaat sektörü dışında bildiğimiz ilk emperyal anlaşması. Kendi ülkesinin topraklarını başta Bahreyn, Katar, İsrail gibi ülkelere kiraya veren bir ülkenin Sudan gibi bir ülkeye, ülkemiz ekonomisini ve tarımını kurtarmak amaçlı girmesi rasyonel değil. Dünya konjonktüründe bakıldığında da bir ülkenin hem sömürülen hem sömüren konumda olması gerçekten analiz gerektirecek bir durum. Bu anlaşmanın ardındaki güç merak edilmek zorunda. Hükümetin ardındaki güç emperyal devletler olsa da olmasa da başta Sudan altyapısı olmak üzere harcanan paranın tamamı ülkenin kendi hazinesinden. Velhasıl yatırımı devletin, kazancı özelin olan bir proje yürütülmekte. Projenin riskleri halkın sırtında. Halkın mango yeme umudu daim tutularak yürütülen bu ve benzeri projeler, sorgulanmadığı, denetlenmediği sürece, projelerin ödeyeni halkın bireysel mevduatları olmasından korkmak gerek.