“9 Kere Leyla” filminin senaristlerinden Özlem Lale ile Türkiye Sineması’nda kadın olarak üretim yapmayı ve 9 Kere Leyla'yı konuştuk. Lale, "Kadınlar gerçekten özgür değil ve olması gerektiği gibi yaşamıyorlar. Baştan aşağı düzeltmemiz gereken şey de kadındaki ve erkekteki 'erkeklik' sorunu" dedi.
Geçtiğimiz Mart ayında gösterimi planlanan fakat pandemi nedeniyle vizyonu ertelenen 9 Kere Leyla, Netflix’de seyirciyle buluşacak. “Neredesin Firuze”, “Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü?” , “Yedi Kocalı Hürmüz” gibi filmlerden tanıdığımız Ezel Akay, 11 yıl sonra yeniden “kayıt” dedi.
Başrollerinde "Neredesin Firuze"de birlikte çalıştıkları Demet Akbağ ve Haluk Bilginer’in yanı sıra Elçin Sangu, Fırat Tanış ve Alican Yücesoy’un birlikte yer aldığı “9 Kere Leyla” 4 Aralık’tan itibaren Netflix’te yayına girecek.
Yapımcılığını Contact Film Works’ün üstlendiği, dağıtımının ise CGV Mars tarafından yapıldığı "9 Kere Leyla", zengin iş insanı Adem (Haluk Bilginer)’in genç sevgilisi Nergis (Elçin Sangu) uğruna evliliğini bitirmeye çalışmasının hikayesini anlatıyor. Adem, boşanmayı reddeden karısı Leyla’yı 9 kere öldürmeyi deniyor. Ancak filmin konusu bu kadarla sınırlı değil. Film, yayımlandıktan sonra “Türkiye’de kadına yönelik şiddet” konusu üzerinden uzun süre konuşulacağa benziyor.
Filmin senaristlerinden Özlem Lale ile “Türkiye Sineması’nda kadın olarak üretim yapmak ve 9 Kere Leyla” üzerine ilgiyle okuyacağınızı düşündüğümüz keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.
Türkmax, Tv8 gibi kurumlarda çalışan ve tiyatro yazarı olan Lale "9 Kere Leyla" filmini Uğur Saatçi ve Adnan Yıldırım ile birlikte yazdı. Filmin, “öldürmek mevzusu” üzerinden, kadın örgütlerinden tepki alacağını düşünmediğini söyleyen Özlem Lale, “Ama buna hazırlıklıyız tabii. Kadın meselesine katkıda bulunacak ve dünyayı daha iyi hale getirecek bütün konuşmalar hepimizin lehine” diyerek, ekliyor: “Biz eril kodların dahilinde hareket edip hepsiyle çok güzel dalga geçtiğimizi düşünüyoruz.”
‘TÜRKİYE’DE BİR KADININ ÇALIŞABİLECEĞİ EN İYİ ÜÇLÜ’
“9 Kere Leyla” nasıl ortaya çıktı?”
Aslında çok kapsamlı ve uzun sürecek bir proje içindeydik. Ezel Akay, bize Tayfun Türkili’nin “Dokuz Canlı” isimli oyunundan bahsetti ve “böyle bir hikaye var, ne düşünüyorsunuz?” diye sordu. Ben tercihimi diğer projeye devam etmekten yana kullandım. Ama Adnan Yıldırım hikayeyi çok sevdi. Adanmış bir şekilde bu hikaye üzerine çalışmaya başladı. Üzerinde konuştuktan sonra biz de hikayeye dahil olduk. İskeleti çıkınca daha bir vücuda büründü, yaptığımız eklemelerle hikaye yeniden oluştu.
Çekimlere başlamadan önce nasıl bir ön hazırlık yaptınız?
Ben yapım gereği dominant bir insanım. Bu süreçte diğer senarist arkadaşlarım ve yönetmen Ezel Akay bana tahammül etti diyebilirim. Eril düşünceye onlar benden daha çok hançer sapladılar. Filmin bazı kısımlarını sadece ben yazdım. Ama beni her zaman destekleyerek “erkekler bunu hak ediyor” diyen üç adam vardı karşımda. Bu bakımdan Türkiye’de bir kadının çalışabileceği en iyi üçlü olabilirler. Dolayısıyla cinsiyet eşitsizliğinin davranışlar düzeyinde asla olmadığı bir süreç yaşadık. Herkes orada bu işi “iyi yaptığı” için bulunuyordu.
Geçtiğimiz yaz ayını hazırlık süreciyle geçirdik. Ekim ayı gibi bir hareketlenme başladı. Yapımcımız hikayeyi önceden de bildiği için biz senaryoyu yazdıkça o da takip etti. Ekim ayında prodüksiyona dair çalışmalar başladı. 2 ay içinde de ön hazırlıklar tamamlandı. Çekim süremiz 3 hafta olarak belirlenmişti ve belirlenen sürede bitirdik.
‘EZEL AKAY ÖRNEK ALINACAK BİR YÖNETMEN’
3 hafta bir sinema filmi için oldukça kısa bir süre. Çekimleri bu kadar hızlı tamamlamanızı neye bağlıyorsunuz?
Yapımcılarımız Figen ve Umut Özçorlu, Ezel Akay ile çok uzun süredir bir arada çalışıyor. "Neredesin Firuze"den bu yana bu birliktelik devam ediyor. Ortak bir dilleri ve çalışma pratikleri var. Bu nedenle çok hızlı bir şekilde tamamladık süreci. Üstelik 3 hafta boyunca hiçbir bir aksaklık ya da insanların zorlanacağı şekilde uzayan çalışma saatleri yaşanmadı. Her zaman yasal sınırlar içinde ve gerektiği kadar ara verdik. Çok kompakt bir 3 hafta geçirmemize rağmen hiç sıkıntı ya da zorlanma yaşamadık. Her şey insani çalışma koşulları içinde gerçekleşti. Yemeklerimizden tutun, ulaşım sistemimize kadar hiç kimsenin en ufak zorluk yaşamadığı bir set düzeni vardı. Bu çalışmanın sektörde örnek olması gerektiğini düşünüyorum. Dolayısıyla filmi bu kadar kısa sürede bitirmemizin nedeni Ezel Akay gibi bir yönetmen, alanında profesyonel bir prodüksiyon ekibi, Haluk Bilginer, Demet Akbağ gibi oyuncular ve son derece huzurlu bir ortam olmasıydı.
11 yıl aradan sonra Ezel Akay yeniden “kayıt” dedi...
Bu kadar aradan sonra ilk defa kayıt demesi ve bizim de buna tanık olmamızdan ayrıca mutluyuz. Ben sinemadan çok anlamam. Bir filmi izlediğimde eleştiremem. Hikayeyi eleştirir, senaryoya bakarım. En son çektiği "Yedi Kocalı Hürmüz"ü izlediğimde ne kadar rengarenk diye düşündüm. Çünkü bizim tarih kitaplarından öğrendiğimiz öyle bir Osmanlı toplumu yok. Ezel Akay daha sonra bir röportajda şunu söylemişti: “Benim kafamda böyle. Ben dünyayı böyle görüyorum…” Dolayısıyla o dünyanın bir parçası olmak ya da o dünyayı yaratırken birlikte yaratmış olmak ayrıca güzel diyebilirim.
Bu benim ilk sinema filmim. İlk sinema setim… Gerçekten bütün yönetmenler böyle mi bilmiyorum ama Ezel Akay sektörde örnek alınacak bir yönetmen. Bütün bir ekibe davranışı, işine yaklaşımı, yönetmen despotluğunu zerrece görmediğimiz, emeğe kıymet veren bir insan. Bu anlamda gerçekten özgür bir şekilde çalıştığımız bir hazırlık süreci oldu. Belki de bütün bir ekip bu kadar güzel insanlar olduğu için biz bu kadar mutlu ve ensemble ruhuyla çalıştık. Dolayısıyla filmografisine baktığımız zaman Ezel Akay ile film yapmak hepimizin hayaliydi.
‘BU DURUMU VAR EDEN SADECE ERKEKLER DEĞİL’
Türkiye’de kadınların yaşadığı sorunlara dair neler söylemek istersiniz?
Kadın olmak en büyük sorun bu ülkede. Aslında dünya genelinde de çok farklı bir durum yok. Bu kadar erkek bir dünyaya doğmuş olmak zaten herhalde en büyük problem. Eğitim hayatında, gündelik yaşamda, iş hayatında yani her alanda bir “kadın olma” durumu var. Hatta kadının hayatta gerçekleştirdiği bütün mucizeler bir dezavantaj olarak karşısına çıkıyor. Oysaki kadının özgür olamadığı, kadın olarak var olamadığı her alanda erkekler de aynı özgürlüğü ve aynı yaşama alanını paylaşamayacak.
Kadınlar gerçekten özgür değil ve olması gerektiği gibi yaşamıyorlar. Baştan aşağı düzeltmemiz gereken şey de kadındaki ve erkekteki “erkeklik” sorunu. Yani bu durumu var eden sadece erkekler değil. Bunu var eden ve savunucusu olan kadınlar da var. Çünkü Türkiye toplumuna erkeklik zehri o kadar çok sirayet etmiş ki erkeklik bir cinsiyet değil, bir ideoloji haline geliyor. Asıl sorun bu bence.
‘FİLMLERDE “ÖLDÜRMEK MEVZUSU” TARTIŞMAYA AÇIK BİR KONU’
Kadınların erkekler tarafından öldürüldüğü bir ülkede yaşıyoruz. Bir kadın olarak filminizin kadın örgütlerinden tepki alacağını düşünüyor musunuz?
Ben tepki alacağımızı düşünmüyorum. Ama buna hazırlıklıyız tabii. Kadın meselesine katkıda bulunacak ve dünyayı daha iyi hale getirecek bütün konuşmalar hepimizin lehine. Ama şu da çok net: Sinemaya, tiyatroya giden hiçbir insan bir şey öğrenmez. Yani bir filmi izlediğinizde dünyayı değiştirmezsiniz. Sadece bir şey izlersiniz. Bu nedenle daha gerçekçi çözümler, daha doğru noktaya götürebilir diye düşünüyorum. Konuşarak belki bir şeyleri düzeltebiliriz. Kaldı ki bir boks maçı söz konusuysa bizim o ringde kimi tuttuğumuz da çok bariz. Örneğin hiçbir katilin referansı Othello değildir. Hangi katil savunmasında, 'Abi Othello gibi olmak istedim, kıskandım öldürdüm' der ki? Çünkü Shakespeare sadece Othello'nun trajedisini anlatır, nasıl yıkıma gittiğini anlatır. Shakespeare bunu trajediyle anlatıyor, biz komediyle. Gülmek kimi zaman acılı bir eylemdir ama acıyı sonradan hissederiz.
Dolayısıyla filmlerde “öldürmek mevzusu” tartışmaya açık bir konu. Biz neyi öldürüyoruz? Bunu konuşmak çok yerinde olur. Bizim öldürdüğümüz şey asla insanlar değil. Öldürdüğümüz ya da öldüremediğimiz için anlattığımız hikayeler, belli fikirlere dair saldırılarımız, o fikirlerden tekrar başka şeyler bulmamızdandır. Sanatın içinde elbette öldürmek var. Ama bu asla gerçek bir öldürme değil. Sanat yaparken farklı şeyleri öldürmeye çalışırsın. Kaldı ki bizim konuya bakışımız çok net…
‘HİÇ KİMSENİN ÖZENECEĞİ BİR ADEM DEĞİL O’
Kadınların uğradıkları şiddet görünür olduğunda bu durum normalleşiyor, kanıksanıyor. Bu açıdan baktığımızda, “bu film şiddeti normalleştirir” diyebilir miyiz?
Bence şiddeti normalleştiren şey şiddetin cezasının olmaması. Şiddeti normalleştirip özendiren şey budur. Bizim Adem’imiz o kadar salak ki beceremez böyle şeyleri! Yani hiç kimsenin özeneceği bir Adem değil o. Ayrıca bir filmde salağın birisinin karısını öldürmesiyle, evinde oturan normal bir izleyici karısını öldürmeye karar vermez. Ya da karısından nefret eden bir adam filmde birisi bunu yaptı diye karısını öldürmeye çalışmaz. Bu eylemi yapacak olan zaten öyle bir insandır. Babası, “oğlum, aslanım, erkeğim, sen yaparsın” demiştir. Annesi, “kalk kız, ağabeyine çay koy” demiştir. Bu erkeklik ideolojisini yaratırken hep birlikte kutsamışlardır. Yani o adam zaten yapabileceği bütün kötülükleri kendinde hak görerek yaşıyordur. Ama normal bir insan, filmden etkilenip karısını öldürmez.
Ben üniversitedeyken rahmetli Turgut Özakman katıldığı bir söyleşide, “Hep söylüyorlar tiyatro öğretir diye. Tiyatro kimseye bir şey öğretmez. Cimrilik piyesini izleyen bir insan cimrilik yapmaktan vazgeçer mi? Tiyatro insana bilet almayı, sıraya girmeyi, hep birlikte gülmeyi, hep birlikte alkışlamayı öğretir. Bunun dışında bir şey öğretmez’’ demişti. Yani sanat bunların dışında bir şey öğretmez. Yoksa çok güzel, mutlu mutlu filmler çekip, mutlu bir toplum yaratırdık. Böyle bir şey olabilir mi? Sinema ya da herhangi bir sanat dalı bunu yapamaz. Mümkün değil…
‘ERİL KODLARIN CANI CEHENNEME’
Ama Türkiye’de sinema filmleri uzun yıllar boyunca eril kodların yeniden üretildiği ve normalleştirildiği bir alan oldu.
Biz eril kodların dahilinde hareket edip hepsiyle çok güzel dalga geçtiğimizi düşünüyoruz. Eril kodların canı cehenneme! Aslında yine az önce söylediğim şeye dönüyoruz. Türkiye’de sinema bu kadar etkili mi?
Mesela Türk sinemasında en aktif film çekilen dönemler olan 60’lı yıllara bakalım. Kadın temsilinin çok kötü olduğu filmler var. Ama çok iyi filmler de var. Onlar neden dünyayı dönüştürmedi? Buradan neden bakmıyoruz? Türkiye’de sadece Ocak ayında 30 kadın öldürüldü. Kim çıkıp kadına şiddete özendirecek ya da eril dili olumlayacak bir iş yapar? Yani gerçekten ya geri zekalı ya da ahlaktan, edepten, vicdandan yoksun olması gerekiyor. Doğrudan böyle bir söylemle hiç kimse bunu yapmaz.
Ben Türk sinemasında Arzu Film hayranıyımdır. Hiç kimse şunu konuşmaz. Arzu Film’in aile filmlerinde kadınlar dünyanın canına okurlar. Sevdiği adama kaçar, babasına yalan söyler, kocasını boşar, eve gelen adama aşık olur, onunla evlenmek için her şeyi yapar. Böyle çok güçlü kadın temsilleri vardır. Bunlar komedi filmleri olduğu için kadınların hayatını etkilemiyor. Melodram ise bir türdür ve mesele çok nettir. Kötüler ve iyiler vardır. Diğer taraftan baktığımızda da Ekrem Bora’nın oynadığı zengin ve her istediğini alan kötü adam vardır. Esas kızı kendisiyle birlikte olmaya bir şekilde mecbur eder. Önder Somer de yakışıklı kötü jönümüz! Bu adam temsilleri de kötü adamlar. Yani onlara bakarak mı Türkiye’de erkekler bu hale geldi? Hepsi Önder Somer’e mi özendi? Hayır. Sinemanın gerçekten böyle bir dönüştürme gücü yok. Dizilerde rol model oluşturabilirsiniz ama sinemada rol model oluşturmak çok zor.
(
Özlem Lale ve Nuray Pehlivan)
‘SEYİRCİLERİ GÜZEL VE TATLI BİR HİKAYE BEKLİYOR OLACAK’
Son olarak; spoiler vermeden 4 Aralık’ta seyirciyi neler bekliyor?
Bizim filmimizde insanlar tablolar görecek. O tabloların ilk başta ne olduğunu anlamayacaklar. Onlara sadece bir hissiyat verecek. Bu sahnede “söylenmeyen bir şey daha vardı” diyecekler. Ama o tablolar başka başka şeyler anlatmaya devam edecek. Shakespeare’in dramatik metinler için söylenmiş bir sözü vardır. “Biz rüyaların yapıldığı kumaştanız.” Seyircileri güzel ve tatlı bir hikaye, iyi oyuncuların oynadığı, çekimleri iyi bir film bekliyor olacak. Görsel olarak tatmin oldukları ve “ağzımda güzel bir tatla çıktım” diyecekleri bir film izleyecekler.
Ayrıca üstüne düşünmek ve üstüne konuşmak isteyenlere de bir alan açtığımızı düşünüyorum ben. Bu kadınlık ve erkeklik meselesi nedir? Bu Ademler neden bu haldeler? Kadınlar olarak bizim bunda payımız var mı, yoksa koca bir insanlık tarihinde ihale hep bizim üstümüze mi kaldı? Buralardan belki biraz kaşıdığımız şeyler üzerine filmden sonra konuşuruz. Hiçbir filmde bir soruna çözüm bulamazsınız. Ama şu bir gerçek: Erkeklik durumu aradan çekildiğinde, kadınlar aynı paydada buluşur…
Nuray Pehlivan/duvaR.