29 Ağustos 2021 Pazar

Tahtını da bahtını da kendi kuran kadınlar: Reel sosyalizm deneyimlerinde kadın eşitlik ve özgürlüğü - FERİDE E.TETİK / SOL-GELENEK


 

Tahtını da bahtını da kendi kuran kadınlar: Reel sosyalizm deneyimlerinde kadın eşitlik ve özgürlüğü (1)

"Sosyalizm deneyimlerinde kadın politikaları sadece istatistiksel olarak daha çok kadının çalışıyor olması değil, kadını boyunduruğu altına alan zincirlerin de kırılması anlamına geliyor."

Elimizde, Sovyetler Birliği ve Küba ile birlikte, bakmamız gereken oldukça zengin bir deneyim birikimi var. Tekil örnekleri beğenelim beğenmeyelim, sosyalizm döneminde Bulgaristan Halk Cumhuriyeti’nden, Çekoslovakya Sosyalist Cumhuriyeti’ne, Polonya Halk Cumhuriyeti, Demokratik Almanya Cumhuriyeti, Macaristan Halk Cumhuriyeti hatta Romanya Sosyalist Cumhuriyeti’nde dahi kadının eşitlik ve özgürleşmesi adına verilen mücadele programının incelenmesi ve bu deneyimlerin önemsenmesi gerekiyor. Sadece propaganda malzemesi olmanın ötesinde, birbirleri ile farklı gelişkinlikte, farklı özgünlükte hatta içlerinde hâla tarım toplumu denebilecek ülkelerin olduğu “Doğu Bloku” ülkelerinin (program, zamanlama, kaynak yeterliliği, hedeflerine dair başarı oranı ve örgütlenme modelleri değişiklik gösterse de) ortaklaştığı en temel başlık “kadın eşitliliği ve özgürleşmesi” ve attıkları adımlar bizim için de ön açıcı nitelikte.

2019 yılında The Economist dergisinde yayınlanan “Neden Bazı Doğu Avrupa Ülkelerinde Bilim insanlarının Yarısı Kadın?1 başlıklı yazı; dünya çapında bilim ve teknoloji alanında çalışan kadın oranı %28, Avrupa Birliği (AB) ülkeleri içinde %20 iken, örneğin neden Bulgaristan’da %52 olduğunu soruyor. Bilimsel araştırma yayınlarının cinsiyete göre dağılımında eşitliğin en iyi durumda olduğu ülkeler Polonya ve Sırbistan, Güneydoğu Avrupa’da bilimsel araştırma kadrolarının %49’u kadın çalışanlardan oluşuyor. Ayrıca, 2015 yılında en yüksek kadın doktor oranına sahip on ülkeden altısı, 2017 yılında teknoloji ve mühendislik alanında AB içinde cinsiyet eşitliğinin en yüksek olduğu ilk beş ülkeden dördü, 2018’ de kadın çalışan sayısının en yüksek olduğu on yüksek teknoloji şirketinin sekizi eski “Doğu Bloku” ülkelerinde.2

The Economist’in raporunda şaşılacak bir şey yok. Avusturya’ da genç kadınlar son çıkan mutfak eşyalarını çeyizlerine katma derdindeyken, Macaristan Halk Cumhuriyeti’ndeki akranları üniversite diploması edinmeleri için teşvik ediliyordu. Kapitalizm, genç kadınlara ellerinde kırmızı güllerle kapılarını çalacak beyaz atlı prenslerini beklemelerini öğretirken; sosyalizm, kadınlara kendi güllerini yetiştirme ve ekmeklerini kazanma şansını sundu. Reel sosyalizm ülkeleri, sosyalist toplumu kadın ve erkek eşitliği üzerine inşa ettikleri için, Avrupa’nın geri kalanından çok daha önce kadınları bilim ve mühendislik alanında eğitmeye başladılar. Sosyalist ülkeler kadın başlığında dünyanın geri kalanına attıkları bu “farkı”, sadece devletin eğitime yaptığı yatırımlarla değil, kadınların ev içi ve bakım yüklerini azaltacak adımları ile de yarattılar. 1950 senesinde, Demokratik Almanya’da anneler çalışma, işyerlerinde ücretsiz kreş, ücretli doğum izni bu sürenin emeklilik sürelerine eklenmesi ve izin dönüşü iş garantisi haklarına sahipken, Federal Almanya yasalarına göre 1977 yılına kadar kadınlar “ancak ev işlerini, çocuklarını ve kocalarına karşı sorumluluklarını aksatmaması şartıyla”3 çalışabiliyordu.

Sosyalizm deneyimlerinde kadın politikaları sadece istatistiksel olarak daha çok kadının çalışıyor olması değil, kadını boyunduruğu altına alan zincirlerin de kırılması anlamına geliyor. Kadınların ‘boşanırsam ortada kalırım’ korkusu ile içinde kalmak zorunda olduğu evlilikler yok, erkek egemenliğinin kendini ifade ettiği -edebileceği biçimler, kadının ikincil konumunun sistematik mekanizmalarla desteklendiği bir devlet yapısı yok, ‘tek başıma çocuğuma nasıl bakarım’ korkusu yok, erkek dayanışmasının işyerinde yahut ev içinde kadının ikincil konumunu sağlama almak için ürettiği tezahürler yok. Evlenmek de boşanmak da, finansal ya da toplumsal dertlerle değil, çiftlerin özgürce aldıkları kararlarla gerçekleşiyor. Çünkü sosyalizm özel mülkiyetin ortadan kalkması, üretim araçlarının toplumsallaştırılması, tarımın kolektifleştirilmesi kadar aynı zamanda kadın- erkek eşitliğinin sadece yasal zeminde kalmayıp hayatın her alanında gerçekleştirilmesi, toplumsal ilişkilerin pazar hâkimiyetinden kurtulması da demek.

  Aralarında önemli farklar bulundursalar da bu ülkelerin tümü (örneğin Yugoslavya, Romanya ve Bulgaristan’a göre Demokratik Almanya, Polonya ve Macaristan çok daha kentleşmiş ve gelişmiş ülkelerdi) kadının eşitlik ve özgürlüğü için aynı sosyalist ilkeler ve Sovyetler Birliğinde hayat bulmuş olan aynı programı uyguladılar. Bu programı, temelde kadınların hayatın her alanında erkeklerle eşitliğini sağlamak, kadınların istihdama katılabilmesi için alınan önlem ve teşvikler (anne ve çocuğun korunması ile kadın işgücünü kalifiye / vasıflı işgücü haline getirebilmek için atılan adımlar) ve kadınların politik iktisadi, toplumsal temsil ve yetkisinin arttırılması olarak üç başlık altında gruplandırabiliriz.

Reel sosyalizm deneyimlerinde, Kadının eşitliği ve özgürleşmesi için verilen mücadele tarihinde, (bugün bizim için Komünist Kadınların kararlarında da özetlenmiş ve elbette geliştirilecek) bir program ve değişmeyen bir çerçeve var. Bu sınıfsal çerçevenin pratikte ne anlama gelmiş olduğuna bakma amacı ile bu yazı, giriş niteliğinde ve kendi sınırları içinde, Demokratik Almanya -Federal Almanya ve Avusturya-Macaristan Halk Cumhuriyeti karşılaştırmaları aracılığıyla sosyalizmin kadınlara ne getirdiğini daha iyi anlamayı amaçlıyor.

Başka bir dünya!

40’lı yaşlarının sonlarında eski Demokratik Almanya vatandaşı bir grup erkekle 2006 yılında yapılan bir röportajda şöyle diyorlar:

Doğu Alman kadınların sahip olduğu cinsel özgüven ve ekonomik bağımsızlık gerçekten sinir bozucu idi. “Bir doktorun herhangi bir tiyatro işçisinden fazla aldığı birkaç ekstra Doğu Alman markı bir halta yaramıyordu. İlginç olmak zorundaydık. Romantik olmak zorundaydık”.

“Şimdi bugün Birleşik Almanya’da erkekler olarak eski komünist günlere göre çok daha fazla erk sahibiyiz”4

‘Hitleri iktidara getirdiği’ söylenen kadınların Almanya’sında, savaştan harap olmuş bir ekonomi ve tahrip olmuş şehirlerde, kocaları, oğulları, babalarını savaşta kaybetmiş, temel gıda maddelerine dahi ulaşamayan, doğum esnasında anne ölüm oranları ve bebek ölüm oranlarının yüksek olduğu bir ülkede 10-15 yıl gibi kısa bir sürede başarılanlara bakınca ve özellikle kapitalist dünya ile kıyaslayınca; sosyalizm olmazsa, olmayacağını görüyoruz.

İnceleme kolaylığı açısından Demokratik Almanya Cumhuriyeti’ndeki kadınlara yönelik politikaları 3 aşamada dönemleştirmek uygun olacaktır.5 1946’dan 1960 ortalarına kadar yaşanan ilk süreçte, SED (Sosyalist Birlik Partisi) önderliğindeki Demokratik Almanya Cumhuriyeti’nde, kadınların yasal ve toplumsal eşitliği ile işgücüne katılımı odaklı bir politika ve çalışmalar hedefleniyor. Kadınları erkeklerle aynı işyerlerinde aynı işleri yapabilir, aynı eğitim olanaklarına, eşit ücret, sorumluluk ve yöneticilik vasfına sahip hale getirme getirmek için bir dizi yasal düzenlemelere gidiliyor. Komünistlerin, genel olarak ilk ele aldığı yasal düzenlemelere bakarsak; 1946 yılında yapılan “Eşit işe Eşit ücret yasası”, kadınlara yönelik anayasal haklar ve “Anneyle Çocuğun Korunması” ve Kadın Hakları Yasasını görürüz. Öncelikle 1949 Anayasası, kadın ve erkeğin eşit olduğunu toplumun tüm alanlarında aynı haklara sahip olduğunu, devletin öncelikli görevinin eşit istihdam ve eşit ücret ve eğitim teşvik etmek olduğuna yer veriyor. 1950 yılında yayınlanan “Anne ve Çocukların Korunması ve Kadın Hakları Yasası”nda kadının çalışma hakkını garanti altına almanın yanı sıra, beş yıl içerisinde açılacak kreş ve bakımevi hedefleri, bunlara ayrılacak bütçe miktarını belirliyor ve tüm kreşlerin çalışma saatlerinin annelerin çalışma saatleri ile uyumlu olarak düzenleneceğini belirtiyor. Evlilik içi ve dışı çocukların yasal olarak eşitlenmesi ve bekar annelere yönelik özel önlemler de bu yasaların arasında yer alıyor. Kısa, öz ve net. Kadınlar için getirilen bu yasalar; aslında bir programın sonucu, program da aslında bir planlamanın neticesi. Kadınlar için hayatın her alanında zincirler kırılmaya çalışılıyor demiştik, aynı anayasada ‘evlilik, aile ve annelik’ in devlet tarafından özel olarak korunduğu söyleniyor fakat bu kadını ‘aileye zincirlemenin’ ötesinde dönemin şartlarında kadınlar için haklar sağlamak amacı ile geliştiriliyor. Örneğin, 1965 tarihli Aile Hukuku, evlilik, aile ve anneliğin kadınların pahasına korunmayacağını açık bir ifade ile söylüyor. “Kadın ve erkeğin hak eşitliği ailenin karakterini belirler, eğitim ve eşitlik aileyi güçlendirir ve sağlıklı temellere kavuşturur”. Öncelikli olan aile değil, kadın aile ile sınırlı değil, ‘Aile’ eşitlikle sınırlı…Bu haklar sadece kağıt üstünde kalmayıp gündelik hayata geçirilebilmesi için atılan adımlarla pekiştiriliyor. 1950 sonrasında devlet fabrikaları ve işletmeleri; ölçeklerine göre kendi bünyelerinde spor faaliyetleri, çocuk bakım merkezleri ve kreşler, ortak yemekhane ve çamaşırhaneler, dikiş odaları, çalışanların alışverişte vakit kaybetmelerini engellemek için fabrika içinde yer alan devlet mağazaları ve tatil kampları sunacak şekilde örgütleniyor.6 Bu fikir, zikir ve program birlikteliğinde, faaliyetler de buna göre şekilleniyor. Sadece işyerleri değil, şehir planlaması da kadınların ihtiyaçları akılda tutularak geliştiriliyor. Kadınlar için erişilebilir mesafede çocuk parkları, oyun alanları, toplu taşıma uygulamaları vs ile anneler destekleniyor, örneğin Çekoslovakya’da kadınlara özel dinlenme ve rahatlama merkezleri düzenleniyor, kadınların ihtiyaçları göz önüne alınıyor.

Reel sosyalizm deneyimine baktığımız zaman bilhassa sosyalist kuruluş dönemlerinde kadın örgütlerinin özellikle gündelik hayatın örgütlenmesinde önemli görevler aldığını görüyoruz. Demokratik Almanya’da bir bütün olarak parti ve sendikalar kadar sürecin önemli aktörlerinden birisi de DFD (Demokratischer Frauenbund Deutschlands-Almanya Demokratik Kadınlar Birliği).7 Kuruluşunda, temel görevi antifaşist ve kültürel aydınlanmayı geliştirmek, demokratik yeniden yapılandırma için kadınları mobilize etmek ve demokratik bir ruhla çocukların yetiştirilmesi için anneleri desteklemek olarak tanımlanan DFD, sadece ‘kadınlar arasında parti çalışması yapmakla’ sınırlı bir ara yüzey değil. İlk etapta temel hedefi o dönem partinin ulaşmakta en zorlandığı kesim olan ev kadınlarına ulaşmak, onları iş gücüne katabilmek için çalışmalar yapmak, kadınların üretim sürecinde var olmalarını sağlamak ve özellikle partili olmayan kadınları da sosyalizme kazanmak diyebiliriz. DFD, bu dönem kadın akademileri kuran, okul komitelerinde görev alan, dekorasyondan diyete, karşı cinsle ilişkilerden, gebeliğe yayınlar hazırlayan ve çocuk bakımından, evlilik danışma merkezleri kurmaya kadar toplumsal hayatın düzenlenmesinde görev alan ve ayrıca mecliste temsiliyeti bulunan bir örgüt durumunda. Demokratik Almanya’nın her zaman kıtlığını çektiği ham maddeler için geri dönüşüm kampanyaları organize ediyor, okul komitelerinde görev alıyor hatta işyerlerini kadın çalışanlara uygunluk açısından denetliyor. 1946-1949 arasında fabrikalarda da görev alan DFD’nin yanı sıra 1952 yılında parti; fabrikalarda eşitlik ve kadınların sistematik ilerlemelerini sağlamakla görevli fabrika kadın komiteleri kuruyor. Yine aynı yıl parti, DFD ve sendikaların kadın komitelerinin ortak çalışmasıyla hazırlanan “Kadınların Terfisi” (Women’s Promotion) programı ile plan ve önlemlerini açıklıyor.

Demokratik Almanya’da Anne ve Çocukların Korunması Yasası ve Kadın Hakları Yasası çıktığında Birleşmiş Milletler henüz köleliği ve fuhuşu yasaklayan yasal düzenlemeleri çıkarıyordu.8 1955’de, sadece 5 yıl içerisine 0-3 yaş arası çocuklar için çocuk bakımevleri %9,9’ a çıkıyor. 1970’ e gelindiğinde bu oranın %23,6 olduğunu görüyoruz. O dönem için muazzam rakamlar, Kadınların doğum izni, doğum ve aile yardımları mevcut, kadınlar izin dönüşü iş garantisine sahip. 1965 yılına gelindiğinde evli kadınların %70’i işgücünde ve 1967 yılında iki ya da daha fazla çocuğu olan kadınların da %55’i çalışma hayatında yer alabiliyor.9 Türkiye’de 2019 yılında, 3 yaş altında çocuğu olan kadınların çalışma oranının %26,7 olduğu düşünülürse bu rakamın önemi daha da iyi anlaşılacaktır.10

Demokratik Almanya Cumhuriyeti kanunlarında “Evlilik içinde her bireyin kendi potansiyelini tamamen geliştirme ve eşinden eğitim / öğretim sürecinde destek bekleme hakkı vardır” maddesi var, ve ayrıntılandırılıyor da “Ebeveynlerin ikisi de çocukların eğitimi ve bakımı için görevlerini yerine getirmeli. Kocalar sadece ‘yardımcı’ olmamalı, bu yükleri paylaşmalıdır” ... Bizim için alışıldık bir durum değil ama anayasa, medeni kanun ya da yasalarda kadınlarla ilgili bir madde varsa bunun hayata geçirilmesi için yapılan kampanyalar, çalışmalar ve planlamalar da olduğunu görüyoruz. Kadınların erkeklerle yasal eşitliği hayatın her alanında destekleniyor. Bu kampanyalar dönemsel bir rüzgâr olarak esip geçmiyor, sürekli geliştiriliyor, genişletiliyor ve derinleştiriliyor. Örneğin kadın işgücünün niteliğinin vasfının arttırılması başlığı Demokratik Almanya’nın ilk günden beri gündeminde ve her dönem farklı boyutta açılımlarla, hız azaltmıyor yahut hız kesmiyor aksine üzerine ekliyor. 1961 yılında partinin çıkardığı “Kadın, Barış ve Sosyalizm” başlıklı bildirisi (Communique) kadın eşitliği statüsünü ortaya koyuyor ve kadınların koşullarının daha da geliştirilmesi için neler yapılacağının çerçevesini çiziyor. Kadın işgücünün niteliğini arttırmak, kadınları daha da fazla işgücüne dahil etmek ve kadınları teknik, sanayi, bilimsel ve tipik erkek mesleklerinde ve yüksek kademelerde yer almaları için daha da desteklenmeleri gerektiği de bu programda yer alıyor.

Aynı dönem Federal Almanya’ya bakarsak 1949 yılında kadın-erkek eşitliğinin yasal olarak tanındığını ve 1953 yılında kadınlara ayrımcılık oluşturan tüm yasaların sözde ‘askıya alındığını’ görüyoruz fakat bunun gündelik hayatta ne anlama geldiği, bu yasanın nasıl işleyeceğine dair hiçbir açıklama ya da pratik bulunmuyor. Zaten Federal Alman kadınları 1958 yılına kadar kocalarının izni olmadan çalışamıyor,11 yukarıda değinildiği gibi 1977 yılına kadar ev dışında çalışmalarına “ev ve kocalarına karşı sorumluluklarını aksatmadıkları müddetçe” izin veriliyor aynı yıla kadar evlilikte sadece bir “kabahat” varsa boşanabiliyordu.12 Federal Almanya yasaları aynı zamanda “devletin genel normları kurabileceği fakat yurttaşların özel alanına giremeyeceği, bireysel ilişkilerin devlet müdahalesi alanına giremeyeceğini söylüyor (o zaman kadın erkek eşitliğinin nasıl kurulacağına dair elbette bir açıklama yok). Aile kanunlarında da kadınların aileye katkısının temelde ev işleri olarak düzenlendiğini görüyoruz. Bir diğer deyişle, Federal Almanya savaş sırasında çalışma hayatına dahil etmek zorunda kaldığı kadınları evlerine gönderip hızla özüne dönüyor. Federal Almanya’ da eve iki maaş girdiği bunun da aile ücretini düşürdüğü gerekçesi ile 1950lerde ve 1960larda bizzat sendikaların düzenlediği kampanyalar var. Sendikalar bir erkeğin karısı ve iki çocuğa bakabileceği bir ücret için mücadele ettiklerini, kadınların işgücüne girmesinin bu mücadelenin önünü kestiğini söylüyor.13 İdeolojik bombardıman kültürel olanla birleşiyor, annesi çalışan çocuklar “anahtarlı çocuk” olarak adlandırılıyor (okuldan dönünce anneleri işte olduğundan ev kapısının anahtarını taşıdıkları için) ve acınarak bakılıyorlar. Çocukların tam gün eğitim alabilecekleri ücretsiz okulları, okul sonrası kendilerini geliştirdikleri, sporla veya sanatla ilgilendikleri ücretsiz hobi kulüpleri yok, öğlenleri okulda karınlarını doyurabilecekleri okul yemekhaneleri yok. Federal Almanya’da okullar “çocukların öğlen okuldan dönüp kendilerine evde bekleyen anneler” modeli üzerine kurulu. Tüm bu süreç boyunca Demokratik Almanya’da kadınlar yeni bir dünyayı yaratırken, Federal Almanya’da kadınlar evlerin içindeki yaşamlarına devam ediyorlar. Yanı başlarındaki Demokratik Almanya’da kadınların kazanımları, Federal Almanya için deyim yerindeyse ileri çekici bir unsur oluyor fakat Federal Almanya bu yasaları her zaman göstermelik ve her zaman kısıtlı olarak geçiriyor. Kar odaklı ve özel mülkiyetin temel olduğu bir sistemde, kadınlar kar edemiyor. Federal Almanya’da kadınlar geleneksel Alman kültürünün ve nazizmin kadınları hapsettiği 3K ile yaşamlarına devam ediyor. Kütche (Mutfak), Kinder (Çocuk) ve Kirche (Kilise). 1950 sonrasında buna sadece Kleider (kıyafet) eklenebiliyor.

Demokratik Almanya için ikinci dönem, 1960 ortaları ve 1970 yılları arasında, özellikle kadınları vasıflı nitelikli iş gücü haline getirme ve mesleki eğitim/vasıf/kalifikasyon arttırma başlığına yoğunlaşıyor. 1961 yılında “Kadın işgücünün vasıf ve niteliğini arttırma” kampanyasını başlatan Politbüro, 1962 yılında kadın örgütü ve çalışma grupları ile birlikte bu konuda bir komisyon teşkil ediyor. Komisyonda sendika ve kadın örgütü temsilcileri, parti görevlileri, ekonomistler, sosyologlar, sosyal hizmet görevlileri, jinekolog ve psikologlar var. Komisyon; istatistikler, parti raporları, fabrika incelemeleri, haftalık kadın dergisine (Für Dicht-Senin İçin14) iletilen şikâyetlerin derlenmesi, çalışma hayatı, üretim / tüketim ve yeniden üretim, doğum raporlarını da kapsayan araştırma raporları oluşturuyor. (Bu çalışma başlı başına incelenmesi gereken bir başlık, öyle ki bu çalışmalar içerisinde bir parti raporu “Bazı yoldaşlar ve yöneticiler, partinin Kadın Barış ve Sosyalizm bildirisinin uygulanmasını önlüyor ve kendi ailelerinde kadınların eşitliğini inkâr ediyor. Kocalar hala temiz bir ev, uslu çocuklar ve akşam yemeği beklentisinde olduklarından şikâyet ediyor. Bir başka rapor “kadınların yönetici pozisyonlara ancak aile içinde desteklendikleri ve ailede gerçek bir eşitlik olduğu zaman gelebileceğini” dile getiriyor.15) Komisyon çalışması sonrası, kadınların evdeki yükleri düşünülerek çalışma saatlerinde diploma edinebilmeleri yahut vasıflarını arttırabilmeleri için özel sınıflar, işyeri eğitimleri, özelleştirilmiş, kısaltılmış modüller haline getirilmiş ve odaklanmış eğitim programları, akşam kursları hazırlanıyor. Uydu üniversiteler16, kadınların evlerine yakın ulaşılabilir mesafede akşam kursları yahut mektupla takip edilebilecek eğitim programları geliştiriliyor.17  Bu yıllarda vurgu, kadınları işgücüne katmanın ötesinde kadın işgücünün niteliğini arttırmaya kaydırıldığı için artık misyonunu tamamladığı düşünülerek, 1965 yılında DFD faaliyetlerine son veriliyor ve ağırlık işyeri örgütlenmelerine geçiyor. Fabrikalarda bulunan kadın komiteleri komisyonlara dönüştürülerek işyeri sendika temsilciliklerine bağlanıyor. İşyerleri sendika temsilcilikleri üzerinden FDBG (Bağımsız Ulusal Sendikalar Birliği) kadın komitelerinin sorumluluğunu üstleniyor. Burada bir parantez açma ihtiyacı duyuyorum. Bu kadın örgütleri ve işyeri kadın komiteleri, komisyonlar kadınları temsil ediyor ve kadınlar tarafından oluşturuluyor. Sosyalizm deneyimlerinde Macaristan’dan Bulgaristan’a Demokratik Almanya’dan Polonya’ ya özellikle ilk dönemlerde önemli görev almış olan bu kadın örgütleri, bugün liberallerin iddia ettiğinin tersine sosyalizmi ‘kadınları tepeden inme parti talimatları’ ile değil, kadınların katılımı ve talepleri ile örgütlediğini göstermesi açısından önemsiyorum. Ayrı bir yazı konusu olarak, Doğu Bloku ülkelerinin desteklediği bir çatı örgütü olan Uluslararası Kadın Demokratik Federasyonu (WIDF) faaliyetleri ve örneğin Birleşmiş Milletlerdeki rolleri açısından üçüncü dünya ülkeleri başta olmak üzere tüm kadın haklarını ileri çekici bir rol de oynadıkları söylenebilir. Kadın faaliyetlerinin fabrika komisyonlarına bağlanması göstermelik bir bağlanma değil, Erich Honecker döneminde yayınlanan bir bildiri ile FDBG bünyesinde her fabrika kadın çalışanların katılımı ile kendi kadın işçi gelişim / teşvik planlarını hazırlamak ve bunlara uyup uymadıklarını denetlemekle görevlendiriliyor. 1977’de tüm kuruluş ve fabrikalar, işçi yasasında yayınlanan eylem planına göre kadınların eğitim, çalışma saatleri ve terfilerinin sağlanabilmesi üst görevlere gelebilmeleri için kadınların katılımı ile oluşturdukları bir plan sunmak zorunda idiler. FDBG 9. Kongresi’nde ana gündem olarak “çocuk yetiştirme sorumluluğunun ebeveynler tarafından ortaklaştırılması, ev işlerinde ortak iş bölümü ve iş hayatı ile aile dengesinin kurulmasında yardımlaşmayı” alıyor. O parti raporları boşuna hazırlanmıyor, bir yandan kreş ve çocuk bakımevleri arttırılırken ekonomik olarak en dar boğazda olduğu dönemde bile Demokratik Almanya, kadınların ev yükünü azaltmak için de çalışmalarına devam ediyor.

1970’li yıllarda başlayan üçüncü dönemde ise kadınların toplumda, işyerlerinde ve politik olarak üst mevkilerde yer almasına dair çalışmalara odaklanılıyor. SED 8. Parti Kongresi’nde özellikle kadınların aile yükü ve iş hayatı dengesi için pek çok toplumsal önlem ekliyor. Kadın işgücünün vasıf ve niteliğini arttırmak eğitim olanaklarını geliştirmek kadınları teknik endüstriyel bilimsel ve diğer geleneksel erkek sektörlerinde yetkinleştirmek ve yönetim / üst yönetim pozisyonlarında kadın sayısını arttırmak da programlarında var. Tüm bu çalışmalar meyvelerini veriyor ve Demokratik Almanya henüz 1970 yılında dünyanın en fazla kadın işgücüne sahip ülkelerinden biri olmayı başarıyor. Yanı sıra, işgücündeki kadınların %41,2 sini profesyonel diploma ya da eşdeğer derece sahibi vasıflı / kalifiye hale getiriyor.

1970li yıllarda Erich Honecker’in ünlü Muttipolitik’i (Annelik Politikası) bu konuda partinin kararlılığını gösteriyor. Bu yoğun kreşleşme, iki ve daha fazla çocuğu olan kadınlar için 43.5 saat olan çalışma saatinin 40 saate indirilmesi, ilk çocuğa bir yıl daha fazla sayıda çocuk içinse 18 aya varan ücretli izin, kadınların doğum izinlerinin de emeklilik süresine eklenmesi, hasta bakımı için sanatoryumların yaygınlaşması, yaşlı bakımı için huzur evleri ve yaşlı kulüpleri, annelere çocuklarının hastalığı durumunda verilen 4-8 haftaya varan ücretli izinler, kadınlara yönelik ayda bir gün ev işi izni, kadınlara yönelik iş güvenceleri nüfus artışını olumlu etkiliyor. Bu sefer de kadınlar ev işleri yükü ile iş hayatının getirdiği yüklerin arasında sıkışmaya başlıyor. Bekar anne oranı oldukça yüksek ve ilk doğum yaşı oldukça genç (22 yaş) olan Demokratik Almanya’da 1970’lerin başında özellikle çocuklu kadınlar ev içi yüklerinden dolayı yarı zamanlı işlere kaymak istiyor. 1989 yılına gelindiğinde Demokratik Almanya’daki kadınların %90’ı en az bir çocuk sahibi.18

Tüm bunlara rağmen Demokratik Almanya hiçbir zaman ‘ahlakçı’ bir söyleme sahip olmuyor ve kadınlar kendi bedenlerine dair kararları da, anne olup olmamaya da kendileri karar verebiliyor. Kürtaj ve doğum kontrol araçlarına erişim medeni durumu ne olursa olsun tüm kadınlar için toplumsal bir hak. Örneğin Demokratik Almanya’da 16 yaş üstü bütün kız çocuk ve kadınlara ulaşılabilir bir kamu hizmeti olarak doğum kontrol hapları ve gerekirse anne kararına bağlı olarak kürtaj, okullarda ortaokul seviyesinden başlayarak cinsellik eğitimi, evlilik ve cinsellik danışma ve terapi merkezleri erişilebilir ücretsiz kamu hizmetleri olarak sunuluyor.

Diğer yandan kadınların hala iş hayatı ile aile arasında denge kurması gerekmesi, birçok başlıkta kadınları geri çekmeye devam ediyor. Yine bir örnek vereyim; taktik olarak ev kadınlarını iş hayatına çekmek için 1959 yılında 45 saat yerine 30 saat olarak düzenlenen çalışma saat seçeneği, kadınların işgücüne katılımı da arttıkça tam zamanlı çalışan kadınların da bu yönde talep geliştirmesi ile sıkıntı yaratıyor. Özellikle 1967’de iş gününün 5 güne inmesi günlük çalışmanın 45 dakika artması anlamına geleceğinden kadınlarca onaylanmıyor ve kadınlarda yarı zamanlı işlere geçiş talebini arttırıyor. 1977 yılında 6-10 yaş arası çocukların %76’sı okul sonrası hobi kulüplerine devam ediyor19, 3-6 yaş arasındaki çocukların %89’u kreşe ve hatta 0-3 yaş arası çocukların %60'ı çocuk bakımevlerine devam ediyor. 1989 yılında bu oran 3-6 yaş arası çocuklar için %92, 0-3 yaş arası çocuklar için %75’ lere ulaşmış durumda.20

1988 yılında üniversite öğrencilerinin %50'si kadın öğrenci ve 1989 yılında çalışma yaşındaki Demokratik Alman kadınlarının %91’i istihdamın içinde, işgücündeki kadınların %87’si resmi meslek eğitimlerini tamamlamış vasıflı işçilerden oluşuyor. Daha zor olanı da başarıyorlar, aynı yıl annelerin %80'i işgücünde ve bunların %80’i kalifiye işgücü niteliğinde.21

Peki Federal Almanya’da durum nedir? 1985 yılında 0-3 yaş arası çocukların %3 ü çocuk bakımevine gidiyor. Demokratik Almanya’da 18 yaş altında 1 çocuğu olan annelerin %80’i işgücünde iken, Federal Almanya’da ise ancak %43’ü işgücüne dahil ve bunun büyük çoğunluğu yarı zamanlı işlerde istihdam ediliyor22, 2 ve daha fazla çocuğu olan annelerde ise bu oran Demokratik Almanya için %76 iken, Federal Almanya’ da %33,8.23

“Evlendiğimde taşındığımız daire ve mobilyalar için adlığımız krediyi ödeyebilmek için çalışmak zorundaydık. İlk çocuğumuz evliliğin ilk yılında doğdu. İşe başlamadan önce verilen ‘cömert’ doğum izni 8 aydı. Çocuk bakım merkezi sabah 06:00 da açıldığından ve tramvayla oraya varmam 15 dakika sürdüğünden sabah 05:30 da kızımı nazikçe uyandırmak zorundaydım. Çocuk bakım merkezine vardığımızda üniformasını giydirir ve işe gitmek için aceleyle 06:30 otobüsüne yetişirdim. Paltomun bir kısmı otobüs kapısına sıkışmış halde otobüse binen son yolcu olmam alışıldık bir şeydi. Otobüsün kapısı kapanmadan zor yetişirdim. Kocam saat 14:00 da işten çıkıp kızımızı çocuk bakım merkezinden alır alışveriş yapar ve saat 17:00 de ben işten dönene kadar yemeği hazırlardı. Ertesi gün de aynı koşuşturma ile geçeceğinden yemekten sonra kızımızı yatırırdık. Kocam ve ben böylesi bir günden sonra yorulmuş olurduk”.24

Demek özenilecek dertler de varmış. Çekoslovak bir annenin sosyalizmde yaşadığı o günlerden ‘şikâyet’ ettiği bu satırlar bizim için bir hayal gibi geliyor. 8 ay ücretli doğum izni, 8 saatlik işgünü, eve 15 dakika uzaklıkta bir kreş, çocuğu kreşten alıp alışveriş yapan ve yemeği hazırlayan bir koca… Ki dünyanın büyük bir kısmı için buna başını sokacak bir ev ve yemeği de ekleyebiliriz.

1989 ve sonrasında duvarın önce ve hızla kadınların üzerine yıkıldığını görüyoruz. Birleşik Almanya’da kadınların durumu kötüye gidiyor, işsizlik oranlarında kadınlar önde, kadınlar iş bulsa bile hastalık yahut yaşlılıkta iş güvenceleri olmuyor. Bizim için çok tanıdık olan çalışma şartları ve hak kayıpları artık Demokratik Alman kadınlarını yeni ülkede bekliyor. Emek pazarında kadınlar güvencesiz, part-time işlerde ve yedek işgücü konumuna geriliyor. Gittikçe daha az aile kreş ücretini ödeyebiliyor ve gittikçe daha fazla kadın çocukla eve kapanıyor, evlilik gittikçe daha fazla toplumsal bir önlem haline geliyor. 20 yıldan beri çocuk sahibi olup olmama kararını koşulsuz olarak kendi veren Demokratik Alman kadınlar, Anayasa mahkemesinin ‘doğacak çocuğu koruma görevini’ devlete vermesi ile artık kendi kararlarını veremeyeceklerini duyuyor.

Bugün resmi verilere göre Almanya’da kadınların %73’ü işgücüne dahil olduğunu ama bu kadınların %47’si yarı zamanlı çalıştığını görüyoruz. Gelinen durumu belki de en iyi özetleyen sözler Eski Demokratik Almanya Cumhuriyeti vatandaşı bir kadına ait:

(Şimdiye) bakınca kadınların bugün bizim zaten (Doğu Almanya’da) elimizde olan haklar için mücadele ettiklerini görüyorum.”25

Macaristan Halk Cumhuriyeti ve Avusturya Cumhuriyeti: kadın sorunu ülkelerin iktisadi gelişkinliği sorunu mu?

Avusturya ve Macaristan, ikisi de 1939 nüfusunun yaklaşık %5’ini savaşta kaybetmiş, başkentleri savaşta harap olmuş, kurumları, kültürleri, yemekleri benzer, uzun süre aynı imparatorluğu teşkil etmiş aynı tarihi paylaşmış bu iki ülke karşılaştırmasının amacı, kadın-erkek eşitliğinin sadece ülkelerin ekonomik gelişkinlikleri ile ilgili bir parametre olmadığını göstermek. İktisadi olarak Avusturya çok daha gelişkin olmasına rağmen, Macaristan Halk Cumhuriyeti’nde kadınların her alanda, her dönemde, her başlıkta daha ileride olduğunu görüyoruz. Budapeşte, Viyana’ya göre her zaman daha fakir bir başkent ama dönemin sonuna baktığımızda Avusturya ne ücret ne eğitim olanakları ne medeni duruma göre ne de coğrafi bölgeler arası kadın erkek eşitliğini sağlamakta, Macaristan Halk Cumhuriyeti’ne yaklaşamamış bile. Böyle bir derdi de olmamış.

Sosyalizmin kadınlara sunduklarına burun kıvırıp bunları ‘tepeden inmeci’ dolayısı ile kadınlara uygun olmamakla suçlayan liberallere karşı, kadına dair hakların sosyalizm paketinin içinde bir bonus olmadığını, sosyalizmin zaten bu olduğunu söylemek gerekiyor. Kadınların maddi koşullarını iyileştirmeden, kadının özgürleşmesinden bahsetmek; kadınları işgücüne dahil etmeden eşitliği sorgulamak yahut kadınların anne olup olmama kararını verme haklarını korumadan kendini gerçekleştirmesini beklemek, sistemi rahatsız etmeden kendi bahçende oynamak anlamına geliyor. 1919’da kısa süreli Macar Sovyet Cumhuriyetinin dahi ilk adımlarından biri okul ve kreşleri devletleştirmek oluyor. Diğer başlıklarda beğenelim beğenmeyelim, Macaristan’ da yaşanan reel sosyalizm deneyimi kadınlar için tarihleri boyunca bulundukları konumun en ileri noktası idi.

Sosyalizmde kadınlar için eğitime, istihdama ve yasal cinsiyet eşitliğini gerçek hayatta uygulayabilmeye yatırım yapan bir Macaristan varken, Avusturya “kadınlar evde otursun” diye yatırım yapıyor. Macaristan’da sosyalizm kadının eşitlik ve özgürlüğü için eğitim, iş olanağı, vasıflı nitelikli işgücüne dâhil olmak için mesleki eğitimleri, işyeri kotaları, kamu kreşleri, ortak yemekhaneler, annelik izni ve kürtaj hakkı tanınırken Avusturya’da kadınlar çalışmak için kocalarının izni vermesi gerekliliğinden ancak 1975’te kurtulabiliyor. Avusturya 1975 yılında yasal olarak her iki ebeveynin de çocuklar üzerinde eşit yasal söz hakkı sahibi olduğunu kabul ederken (Bu tarihe kadar babalar yasal olarak çocuklarla ilgili kararlarda tek hak sahibi idi) Macar kadınlar 1952’de evlilikte kendi soyadlarını kullanma hakkına sahip oluyor26 (Avusturyalı kadınlar kendi soyadlarını kullanma hakkını 1995 yılında kazandı). Avusturya ancak 1979 yılında Kadınlar için Eşit Muamele sözleşmesini imzalarken,27 1970 yılında Macar kadınların %65’i işgücüne dahildi (Aynı yıl Avusturya’da bu oran %31). Macaristan 1960’larda üç yıla kadar ücretli annelik izni kullanırken, bu Avusturya’da bir yıl ücretsiz olarak kullanılabiliyor ve işe dönüş garantisi sunulmuyordu.

1949’da üniversite öğrencilerinin sadece yaklaşık %20’si kadın öğrencilerden oluşan bu iki ülkede, 1982 yılında Macaristan’da üniversite öğrencilerinin %50'si kadındı, Avusturya ise bu oranı ancak 2000’lerde yakalıyor. 1980’e gelindiğinde Avusturya’da kadınların %48’i (bu oranın da yarısı yarı zamanlı çalışma biçiminde gerçekleşiyor) Macaristan’ da kadınların %73’ü işgücüne dahil (bu oranın sadece %3’ü yarı zamanlı çalışma şekilde).28

1960’lardan itibaren doğum oranları ve nüfusun sürekli azaldığı Macaristan, kaynak azlığı29 sebebi ile talebin ancak yarısına yetişebildiği 0-3 yaş arası çocuk bakım merkezleri eksikliğini, 3 yıl ücretli annelik izni ile telafi etmeye çalışıyor. Tüm bunlara rağmen, kadınların ev işlerini rahatlatmak için işyeri yemekhaneleri ve alışveriş yapmaları için marketler, işyeri hekimi, işyerlerinde bebek maması ve sütü alabilecekleri merkezleri ve bunları arttırmaya yönelik çabalar var. 1980’lere kadar Avusturya doğru düzgün kreşle tanışmamışken, Macaristan’da 1985 yılında 3-6 yaş arası çocukların %91,3’ü kreşe gidiyor, bu kreşlerde 12,7 çocuğa bir kreş öğretmeni düşüyor ve bu öğretmenlerin %96,2’si üniversite mezunu.30 1956 yılında Macaristan Avrupa’nın en özgürlükçü kürtaj yasalarına sahip dönem dönem kısıtlamalara gidilse de özüne sadık kalıyor, bundan ancak yaklaşık yirmi sene sonra Avusturya’da kürtaj sınırlı şekilde yasallaşıyor. Macaristan’da 1974 yılından itibaren ortaokul seviyesinde cinsellik eğitimi veriliyor. Kadınlar için danışma merkezleri, çiftler için terapi ve evlilik merkezleri kamusal bir hizmet olarak sunuluyor. Hatta 1985 yılından itibaren Macaristan’da babalar da doğum izni kullanabiliyordu.31

Mutlaklaştırmak için değil örneklemek için söylüyorum, Macaristan dönem dönem ismi, görev bileşimi değişse de parti üyesi olmayanlara da açık bir kadın örgütü/konseyi bulundurmuş hatta 1970 sonrasında tüm yasaların kadın konseyinden de geçmesini şart koşmuştur. Öyle ki kadınların üç yıl annelik izni kullanmasına karşı çıkan Macaristan Halk Cumhuriyeti Kadın Ulusal Birliği (MNOT)32, bunun kadınların işgücünden çekilmesi tehlikesi yaratacağını, bunun yerine daha fazla kreş, daha fazla toplu yemekhane ve kolektif çamaşırhaneler vb kimi kamusal hizmetlerin daha da yaygınlaşmasını ve daha da arttırılmasını öneriyor.

Süreç ‘parti merkezinin emir verip kadınların bu emirleri uyguladığı’ bir tablonun aksine kadına yönelik program ve faaliyetlere tüm aktörlerin katılımı ile yürüyor. Özellikle 1950-1970 arası Parti’ye sürekli üniversitelerde ve teknik eğitimdeki, istihdamdaki, partideki vs. kadın sayısı istatistikleniyor, Politbüro kendisine bağlı ayrı bir kadın birimi aracılığı ile bu başlıkta çalışmalar yapılıyor ve oturumlar düzenliyordu.33 Tüm siyasi, ekonomik ve toplumsal örgütlerden (19 bölgenin parti sekreterleri, ayrıca büyük şehirler, iktisadi teşekküller, devlet organları, gençlik hareketi, kooperatifler, üniversite, polis teşkilatı, askeriye, ulusal sendikalar, istatistik ofisleri, gazeteler vs.) kadınların sosyal statü ve entegrasyonu ile ilgili raporlar düzenlemeleri bekleniyor. Bu raporlar34 kadınların toplumsal durumu, siyasi ilgileri, katılım durumları en uygun propaganda yöntem ve söylemi önerilerini de kapsamaktadır. Yazıyı uzatmak pahasına bu raporlardan birkaç örnek vermek istiyorum. Bu raporlar oldukça geniş kapsamlı zaman zaman kadınları, (“Kadınlar Sovyetler Birliğindeki teknolojik ilerlemeyi füzelerle değil, sarf ettikleri emeği azaltacak beyaz eşyalarla ölçüyorlar. Bir hata bulunca da tüm sistemi mahkûm ediyorlar, sadece somut problemi değil”) zaman zaman parti içini, (“Budapeşte örgütümüzde kadın temsilci ile konuşmayı reddeden bir parti sekreteri var. Kendisinin sorumluluğu alınmıştır. Bunun siyasi önemini hiç anlamamış”) zaman zaman da erkekleri (“İşyerlerinde partinin cinsiyet politikalarını oldukça iyi temsil etse de kocaların eşlerinin kariyer ve yükselmesini bilinçli bir şekilde engellediği durumlar var. Bunun sebebi ya geleneksel davranış ya da kişisel konforlarını korumak çabası”) işaret ediyor.

1989 yılının sonlarında, Macaristan Halk Cumhuriyeti Batılı şirketler ile kurduğu ortaklaşa ekonomik girişimlerin (joint venture) arasında sex shoplar ve Doğu Avrupa’nın ilk yasal genelevleri de var. “Sadece parti organları seçimlerinden önce istatistikleri arttırmak için değil kadro yetiştirme politikasının bir parçası olarak parti yürütme organları kadınların görev alması için daha sistematik bir çaba göstermeliler”35 diyen Macaristan Halk Cumhuriyeti’nin adından Halk çıkarılıp, Macaristan Cumhuriyeti olarak değiştirilince, 1990 seçimlerinde Macaristan meclisinde kadın temsiliyeti %9’un altına düşüyor. Nihai olarak geldiği noktaya bakarsak bugün Macaristan’ın İstanbul Sözleşmesinden çıkılması ile gündemde olduğunu görüyoruz.

Budapeşte, artık Doğu Avrupa’nın Uzak Doğusu olarak lanse ediliyor, evlilik yolu ile kendini garantiye alıp başka bir ülkeye kapağı atmaya çalışan Rus gelinler, fuhuş mafyasına çalışan Ukraynalı kadınlar, Moldovyalı bebek bakıcıları ve Polonyalı hizmetçiler... O sürekli ‘kapalı sınırlardan’ şikâyet edilen sosyalizmin sona ermesi ile ‘seyahat özgürlüklerine’ kavuştular ve şimdi batıda “özgürce” sömürülüyorlar.

Dikensiz gül bahçesi...

Elbette, kadınlar dikensiz bir gül bahçesinde yaşamıyordu ve elbette reel sosyalizmin kadın eşitlik ve özgürlüğünü sağlamakta başarı ve kazanımları kadar, eksiklikleri de deneyimimize dahildir. Kadının toplumsal konumu hedeflenenle verili nesnellik arasındaki mesafe ile belirlenirse, sosyalizm hep ileridir, ileriyi temsil eder. Reel sosyalizm deneyimlerine bakarken belli bir kesit seçilerek hedefle uzaklığı açısından eleştirmek, önemli olanın ilkeler, denetim mekanizmaları ve siyasi irade olduğunu atlamak olacaktır. Bunu aklımızın bir köşesine not ederek, sosyalizm deneyimleri bir vadede kadınları ev işleri denen cendereden kurtaramadığı, sadece yükü azalttığı, erkek yurttaşlara bu konuda sorumluluk aldırmayı hedeflediği ama yetersiz kaldığı anlaşılıyor. Tüm sosyalist ülkelerin bu başlıkta kampanyalar düzenlediğini, bunun ideolojik öneminin farkında olduğunu söyleyebiliriz. Kadın özgürlüğü için atılan adımlar, kadını ev işlerine zincirleyen halkayı oldukça zayıflatsa da koparmakta yetersiz kalıyor. Araştırmalara göre partneri (sevgilisi / flörtü / erkek arkadaşı vs) olan kadınlar değil, “kocası” olan kadınlar daha fazla ev işi yapıyor.36 Demokratik Almanya’da da evli kadınların ve annelerin bekar kadınlara göre ev işlerine ayırdıkları vakit, her zaman daha fazla olmak zorunda kalıyor. Erkek egemen kültürü, sadece kadınları güçlendirerek yıkmanın mümkün olmadığını, aşındırılıp zayıflatılsa yahut resmi olarak kabul görmese dahi özellikle bireysel, aile içi ilişkilerde hala mevziisini koruyabildiğini söyleyebiliriz. Bütün olarak özellikle 1970 yıllarındaki devlet müdahaleleri kadınların yükünü azaltmaya yönelmiş olsa da kadınları bu yükten tamamen kurtaramıyor. Bir yanda kadının annelik hakkını çocukları koruma çalışmaları, demografik ihtiyaçlar bir yandan kadınları üretim sürecinin içinde tutma gerekliliği kadın politikasının her dönem karşısına çıkan bir ikileme dönüşmüş. Kadınlar için azaltılan çalışma saatleri, ayda bir gün ev işi izni, part time çalışma ve erken emeklilik vs. olanaklar neredeyse kadınları iş ve toplumsal hayatta sorumluluk alma konusunda geriletici bir unsura dönüşüyor. Reel sosyalizm deneyimleri bu ikilemi farklı boyutlarla da olsa her zaman taşımış görünüyor. Yukarıda değinildiği gibi, Demokratik Almanya’da 1950 başlarında ev kadınlarını iş hayatına çekmek için çalışma sürelerini azaltma uygulaması bir süre sonra tam zamanlı istihdam edilen kadınların da yarı zamanlı çalışmaya geçme talebine sebep olmuş. Kadınların ev içi yükleri ve iş hayatı sorumlulukları arasında kurulmaya çalışılan kritik denge, sürekli bir üst mevzide kurulmazsa gerileyen, gerileten bir politikaya dönüşebiliyor. Özellikle Sosyalist Blok’ta 1970’lerde yaşanan doğum oranlarındaki düşme; ülkelerin nüfus politikalarındaki farklı şekilde uygulamalar37 ile çözüm üretilmeye çalışılmıştır ama doğum oranlarının artması kadınlar ev içi yükle ikili sıkışma haline getiriyor. Ev içine ve ev işlerine, yaşlı ve hasta olana bakım sağlayan olma konumuna mahkûm olmak kadını, kadının ev içine hapsolması, toplumu geriletiyor.

Bugün liberal ideoloji cinsiyet farkının diğer çelişkilerden daha önemli ve “ataerkinin” tamamen tek sorumlu olduğu fikrini aşılayarak sınıf farklılıklarının üstünü tamamen örtmeye çalışıyor. Biz kadın mücadelesinin bağımsız bir ideolojisi olamayacağını biliyoruz. Diğer yandan, erkek egemen kültürün, bugünden yarına sadece altyapının değişmesi ile tarihin tozlu sayfalarına karışacağını düşünmek de fazla kestirmeci bir tutum olacaktır. Programın bu başlıkta zenginleştirilmesi gerekiyor, örneğin ebeveynlik izninin dönüşümlü kullanılmasının teşviki, örneğin gerekirse ortak çamaşırhane kullanımının sadece erkekler için ücretsiz olması, örneğin çocukların ama özellikle erkek çocukların ilk ve orta eğitimde ev işleri dersleri ile eli yatkın hale getirilmesi ve temel yaşamsal becerilerinin kazandırılması, örneğin ev işlerinin profesyonelleşmesi ve kamusal bir hizmet olarak sunulmasının yollarının aranması, işyerlerinde göstermelik elit yönetici pozisyonlarında değil tüm kademelerde bir bütün olarak istihdamda kadınlar için kota uygulanması, örneğin eğitim kurumlarında cinsellik ve toplumsal cinsiyet eğitim programları talebi hem bugün hem sosyalist Türkiye’de önümüzü açabilecek geliştirilecek ve karşılık bulacak talepler olacaktır. Aklıma Bulgaristan Kadın Örgütü’nün (Bulgaristan Demokratik Kadın Komitesi) Bulgaristan Mimarlar Birliği’ ne önerdiği ama hayata geçirilemeyen bir örnek geliyor. Giriş katlarında çocuk oyun alanı ve bar / kahvehane benzeri mekanları bulunduran bu apartman modelleri erkekler işten dönüp meyhanede vakit geçirirken çocuklara göz kulak olması fikri ile oluşturulmuş. Böylece annelere ‘kocaların ve çocukların ayak altından çekildiği birkaç saat sağlama’ amacını taşıyan bu proje bir iki yerde denendikten sonra babalar tarafından reddedilmiş ve hayata geçirilmemiştir.38 Erkeklerin de kadın işi olarak adlandırılan sektörlere yöneltilmesi, kadınlar “işçi ve anne” kimliği ile planlamalara dahil edilirken, erkeklerin de “işçi ve baba” olarak ele alındığı planlamaların eksik kalması reel sosyalizmin kadın programında bir eksikliktir, biz tamamlamalıyız.

Sorunlar toplumdaki tüm bireyleri etkilese de kadınları iki kez mağdur ediyor. Macaristan’da kreş ve çocuk bakımevlerinin sürekli arttırılması çabasına rağmen ekonomik zorlukların ağır gelerek süreci yavaşlatmaları, barınma konusunda Macaristan’da yaşananlar problemler ve sürekli kapitalist tüketim kültürünün ideolojik taarruzuna maruz kalan Demokratik Almanya’daki tüketim maddeleri kısıtlılığına dair şikayetleri bir de bu çerçeveden okumak gerekiyor. Tüketim maddeleri kıtlığı durumlarında özellikle kadınların daha fazla zorluk yaşadığını görüyoruz. Temel hijyen maddeleri yahut temizlik maddelerine ulaşımda yaşanan zorluklar, kadınların iş yükünü daha da arttırıyor.

Tüm bunlara rağmen, bahsi geçen ülkelerde sosyalizmde kadının eşitlik ve özgürlüğü konusunda eksiklerin, önemsememek yahut üstünü örtmekten dolayı değil özellikle konjonktür ve kaynak azlığından dolayı hayata geçirilemediğini netlikle söyleyebiliriz. Bunu “hallederiz” kolaycılığında küçümsediğim için değil tam aksine öneminin altını çizmek için burada yer veriyorum. Neticede, sosyalizmin dağılışında, erkek vatandaşlar barda votka içerken, kadınlar da evde çorap dürüyorlardı.

Sosyalizm deneyimlerine bakmak, bugün altyapının değiştirilmesine işaret etmeden formüle edilen kadın taleplerinin kapitalist sistemi rahatsız etmeyip daha da kötüsü aslında düzenin bekasını sağlamakta işlevli olduğunu gösteriyor. Diğer yandan sosyalizmi sadece kadınların maddi yaşam koşullarını yükselten bir sistem olarak tarif etmek de, bu birikim ve deneyime haksızlık etmek anlamına geliyor. Cinsellikten, kendi bedeni ve hayatına dair söz sahibi olmaya, ikili ilişkilerde erkek egemenliğinin geriletilmesinden, kadınların kendilerine ait bir hayata sahip olmasına -hadi ‘kendini gerçekleştirmek’ diyelim- kadınların hem eşitlik hem özgürleşme için sosyalizme ihtiyaçları var. Sosyalist ülkelerde kadınlar bu hakları, hashtag kampanyaları, farkındalık yaratma çalışmaları, özsavunma dersleri, performans gösterileri, viraller ya da akademik tartışmalar vs. ile değil, sosyalizmin planlı adımları sayesinde elde ettiler.

Elimizde bunun için bir program ve kararlı komünistler var.

FERİDE E.TETİK / SOL-GELENEK (07/06/2021)

  • 1.The Economist (2019) Why half the scientists in some eastern European countries are women. 20.07.2019. https://www.economist.com/europe/2019/07/18/why-half-the-scientists-in-… [Erişim tarihi 15.05.2021].
  • 2.Ghodsee KR (2019) What the US can learn from women in the Soviet workforce? Quartz, 13.11.2019. https://qz.com/1746284/socialist-countries-employ-more-women-in-math-an…
  • 3.Einhorn Barbara (1993) Cinderalla Goes To Market. Citizenship, Gender and Women’s Movement in East Central Europe, Verso, s. 23.
  • 4.Ghodsee KR (2018) Why Women Had Better Sex Under Socialism and Other Arguments for Economic Independence. Penguin Random House, 2018, s. 10.
  • 5.Kranz S (2005) Womens Role in the German Democratic Republic and the State’s Policy Towards Women. Journal of International Women’s Studies, 7 (1): 69-83.
  • 6.İçinde 8000 kitabı olan bir kütüphanesi olan, kendi enstrüman orkestralarına, halk dansları gruplarına sahip, çalışanların çocukları için kreş, yemekhane, sağlık birimi, kuaför, çalışanların alışveriş için vakit kaybetmelerini engellemek için mağaza, dikiş (terzi) odaları barındıran ve tatil kamp sunan işletme ve fabrikalardan bahsediyoruz. Ölçeğine göre değişse de hemen hemen tüm fabrikalar bu tarz hizmetleri çalışanları için sunuyor. Kaynak: Madarasz J (2006) Working in East Germany Normality in a Socialist Dictatorship. Polgrave Macmillan, s.56.
  • 7.Demokratik Almanya Cumhuriyeti’nde bulunan 5 milyon kadının 1,4 milyonu DFD üyesi. Ev kadınları, Hristiyan kadınlar, kısa dönem için işgücü dışında bulunan (örneğin annelik izninde olan) yahut emekli olmuş kadınlar da DFD de örgütleniyor, burada taleplerini dile getirebiliyor. Kaynak: Einhorn Barbara (1981) Socialist Emancipation: The Women’s Movement in the GDR. Women’s Studies Int. Quart, 44(4): s. 435-452.
  • 8.Einhorn B (1981) a.g.y., s. 440.
  • 9.Kranz S (2005) Women’s Role in the German Democratic Republic and the State’s Policy Towards Women. Journal of International Women’s Studies. 7 (1), s. 76.
  • 10.Türkiye İstatistik Kurumu, İstatistiklerle Kadın, 2019 (tuik.gov.tr)
  • 11.Roy A. K. (2006) German Unification: A Feminist Moment. History Honors Paper, s. 39.
  • 12.A.g.e.
  • 13.Rueschemeyer M, Schissler H (1990) Women in the Two Germanies. German Studies Review,DAAD Special Issue, 1990, s. 71-85.
  • 14.Für Dich (Senin için) DFD’nin, 500.000 abonesi ve bir milyonu aşkın tirajı olan haftalık kadın dergisi. Bkz. Einhorn Barbara (1981) Socialist Emancipation: The Women’s Movement in the GDR. Women’s Studies Int. Quart, 44(4): s. 447.
  • 15.Harsch D (2015) Between the State Policy and Private Sphere: Women in the GDR in the 1960’s and 1970’s, Clio, Women, Gender, History, 41 (1): s. 93.
  • 16.Ana kampüsleri dışındaki bölgeler yahut saatlerde ders veren üniversite yahut eş değer kurum.
  • 17.Harsch D (2015) Between the State Policy and Private Sphere: Women in the GDR in the 1960’s and 1970’s, Clio, Women, Gender, History, 41 (1): s. 93.
  • 18.Trappe H., Rosenfeld R. (2000) How Do Children Matter? A Comparison of Gender Earnings for Young Adults in the Former East Germany and Former West Germany. Journal of Marriage and Family, 62 (2): s. 491.
  • 19.Bu hobi kulüpleri, pioner (öncü) teşkilatları ayrıca bakılması gereken bir başlık. Almanya’ da faşizmin katlettiği Komünist Parti Genel Sekreteri Ernst Thalmann adına kurulan pioner teşkilatları okul saatleri sonrası bir program olarak bir çocuğun sanattan, spora, tatil kamplarından sosyal etkinliklere, ders desteğinden beceri kazandırmaya kadar geniş kapsamlı bir kamu hizmeti olarak ücretsiz sunuluyor. Türkiye’de böyle bir programın sadece bir haftasını ilkokula giden çocuğuma sağlayabilmem için muhtemelen birkaç aylık maaşımı tamamen gözden çıkarmam ve aynı kaliteyi elde edemeyince de şaşırmamam gerekiyor. Bu kulüplerin en güzel örneklerinin yer aldığı Demokratik Almanya ve Yugoslavya bu başlıkta incelenmeye değer ülkeler.
  • 20.Einhorn B. (1981) Socialist Emancipation: The Women’s Movement in the GDR. Women’s Studies Int. Quart, 44(4): s. 435-452.
  • 21.Harsch D (2015) Between the State Policy and Private Sphere: Women in the GDR in the 1960’s and 1970’s, Clio, Women, Gender, History, 41 (1): s. 93.
  • 22.Kranz S (2005) Women’s Role in the German Democratic Republic and the State’s Policy Towards Women. Journal of International Women’s Studies. 7 (1), s. 76.
  • 23.A.g.y.
  • 24.Ghodsee KR (2018) Why Women Had Better Sex Under Socialism and Other Arguments for Economic Independence. Penguin Random House, 2018, s. 10.
  • 25.Hamilton V. (2017) Women in Germany's east earn close to what men do. Can we thank socialism for that? The World. https://www.pri.org/stories/2017-12-07/women-germanys-east-earn-close-w… [Erişim tarihi 10.05.2021].
  • 26.Bu yıllarda ABD’de McCharty dönemi komünist avı sırasında bir FBI ajanı, bir kadın meslektaşını “kocasının suçlarından dolayı kendini sorumlu hissetmediği ve evli olmasına rağmen hala bekarlık soyadını taşıdığı” için şüpheli olduğunu raporluyor. Bkz. Stors L. (2007) Attacking the Washington Femmocracy: Anti Feminism in the Cold War Campaign Against Communists in Government, Feminist Studies, 33 (1): s. 125
  • 27.Ghodsee KR, Mead J (2018) What Has Socialism Done For Women? Catalyst, 2 (2): s. 124.
  • 28.Fodor E (2004) The State Socialist Emancipation: Gender Inequality in Workplace Authority in Hungary and Austria. Signs: Journal of Women in Culture and Society, 29 (3).
  • 29.Burada Macaristan İşçi Partisi lideri Janos Kadar’ ın “Yeni Ekonomik Mekanizma” sına değinmek gerekiyor. 1960’lı yıllardan itibaren, birçok farklı malzemeyi içinde bulunduran bir Macar yemeği olan gulaş çorbası gibi farklı serbest piyasa unsurları ile sosyalist ekonomiyi birleştirmeye çalışan Yeni Ekonomik Mekanizma açılımları Gulaş Sosyalizmi olarak da adlandırılır. Süreçte IMF dahil batı kaynaklı finans merkezlerinden borçlar alınmış ödemeler özellikle 1970 krizleri ile birlikte bütçeyi sürekli sıkıntıya düşürmüştür.
  • 30.Millei Z (2011) Governing Through the Early Childhood Curriculum, The Child and The Community. Ideologies of Socialist Hungary and Neoliberal Australia. European Education, 43 (1): s. 38.
  • 31.Fodor E, Gras C, Karachi J, Popescu L (2002) Family Policies and Gender in Hungary, Poland and Romania. Communist and Post- Communist Studies, 35, s. 480.
  • 32.Örneğin Kadın konseylerinin görevi parti tarafından şöyle tarif ediliyordu “Parti ve devler organları dışında, kadınların daha iyi yapabileceği bir dizi görevimiz var. Yerel siyaset kadınların öncelikli görevidir. Hastaneleri ziyaret etmeli, köylerin iyi bir yolu var mı, kreşler okullar nasıl, yiyecek dükkanları yeterli mi?” aktaran Fodo E. (2002) Smiling Women and Fighting Men. The Gender of the Communist Subject. Gender and Society, s.257.
  • 33.Fodo E. (2002) Smiling Women and Fighting Men. The Gender of the Communist Subject. Gender and Society, s.250.
  • 34.A.g.y., s. 250.
  • 35.A.g.y., s. 251
  • 36.Geist C. (2007) One Germany Two Worlds of Housework? Examining Single and Partnered Women in the Decade After Unification. SOEP Papers on Multidisciplinary Panel Data research, s. 5.
  • 37.Geist C. (2007) One Germany Two Worlds of Housework? Examining Single and Partnered Women in the Decade After Unification. SOEP Papers on Multidisciplinary Panel Data research, s. 5.
  • 38.Ghodsee K (2014) Pressuring the Politburo: The Committee of the Bulgarian Women’s Movement and State Socialist Feminism. Slavic Review 73 (3): s. 557.
                                                                                                     ***
Polonya ve 'Ne yapmamalı?' Reel sosyalizm deneyimlerinde kadın eşitlik ve özgürlüğü (2)

'Eski Doğu Bloku ülkelerinde yaşanan şey, Polonya’da da yaşanıyor… Kadınlar, sosyalizmde sorgulanamaz olan hakları için bugün yeniden mücadele ediyorlar.'

Gençliğimde komünizm şeytanı ile dövüştüğümü düşünürdüm. Ama aslında ben ve arkadaşlarım o zaman özgürmüşüz.”1

Polonyalı kadınlar, 2020 sonbaharında pandemiye rağmen kürtaj hakları için sokağa çıktı. Sokak gösterilerinin sebebi, hâlihazırda sadece tıbbi (kadının sağlığı/fetüste malformasyon) ve kriminal (ensest, tecavüz vs) sebeplerle izin verilen kürtaj hakkını daha da daraltacak, fetüsteki malformasyon (ciddi ve geri dönüşü olmayan anomali ve sorunlar) sebepli kürtajların da yasak kapsamına alınmasına yönelik bir mahkeme kararı idi. Kadınların tepkisi sonucu mahkeme kararı yürürlüğe giremedi fakat doktorların bu kürtajlar için vicdani ret olanağı var. Bunun yanı sıra, doktorlar gebeliğin belirli dönemlerinde gerçekleştirilen fetüs sağlık taramalarını yapmayı da reddedebiliyorlar.

Sosyalist Polonya Halk Cumhuriyeti’nde kürtaj, 1956 yılında kademeli, 1959’dan itibaren ise tamamen isteğe bağlı olarak yasallaşmıştı ve bu hizmet hastanelerde ücretsiz kamu hizmeti olarak verilmekteydi. Bunun yanı sıra, ulusal sağlık sistemi doğum kontrol yöntemlerinin %70’ini de ücretsiz kamu hizmeti olarak kapsamaktaydı. Çocuk sahibi olmanın bir kaza değil, bilinçli bir tercih olması gerektiğinden yola çıkan bu süreç sadece medikal olarak örgütlenmemiş, bir kamu sağlığı başlığı olarak da ele alınmıştı. Devlet tarafından desteklenen Toplulukların (Bilinçli Annelik Topluluğu sonrasında Aile Planlama Topluluğu, Aile Gelişim Topluluğu vs) çalışmalarının yanı sıra 1959 yılında doktorların doğum yahut kürtaj yapılan her kadına doğum kontrol opsiyonları sunması, bu yöntemleri tanıtması ve bilgi vermesi zorunlu hale getirilmişti.2 1960 ve 1970’lerde modern doğum kontrol yöntemleri hakkında düzenlenen atölyeler ve eğitimlerle doktor, hemşire ve öğretmenlere yönelik ülke çapında bilgilendirme çalışmaları yapılıyordu. Hem sağlıkçılara özel hem de halkın anlayabileceği dilde broşürler, kitapçık vs. yayınlar çıkarmanın yanı sıra -özellikle taşrada kadınların Aile Gelişim Topluluğu Klinik ve Merkezlerine girerken görülmekten çekinmesi ihtimaline karşı- 1960'da kurulan Kadın Sağlığı Klinikleri de doğum kontrol danışmanlık hizmeti sunacak şekilde donatılmıştı. 1960’lı yıllarla beraber kilisenin karşı hamle olarak kurduğu katolik Aile Planlama ve evlilik öncesi Danışma Merkezleri faaliyet gösteriyor olsa da, 1950-1980 yılları arasında doğum ve kürtaj ile ilgili konularda kilisenin müdahale alanının çok kısıtlı olduğunu görürüz. Solidarity’nin3 yükselişi ile birlikte kilise kaldığı yerden devam eder, örneğin Aile Gelişim Topluluğunda görev alan doktorların üçte biri topluluktan ayrılır ve ne yazık ki artık Topluluğun Krakov Kliniği, kilisenin kurduğu ‘Katolik Aile Planlaması Danışma Merkezi’nden daha az rağbet görmektedir.4 Yaklaşık 40 yıl boyunca kadınlar kürtaja serbestçe ulaşabilirken, 1989 sonrası ‘demokratik’ hükümetlerinin ilk işinin kürtaj yasağı, kreş ve bakım evlerinin kapatılması/özelleştirilmesi, okullardan toplumsal cinsiyet ve cinsellik eğitimlerinin kaldırılması, 2002’de doğum kontrol yöntemlerinin kamu hizmeti olmaktan çıkarılması ve ücretli hale gelmesi birbiri ardına geliyor. 1997 yılında düzenlenen “Ev içi Şiddete Hayır” kampanyası ‘boşanmaları arttırdığı ve Polonyalı erkeklerin ve babaların otoritesini zedelediği’ gerekçesi ile reddediliyor. 2010’larda Katolik Eğitim Komisyonu’nun başlattığı tartışmalarda ‘Toplumsal Cinsiyet’ terimi dahi, kürtajlara sebep olmak, aile yapısını bozmak, aileyi yıkmak, eşcinselliği yaygınlaştırmak, boşanmaları arttırmak, aile ve insanlık için zararlı, totaliteryen, zaten komünist işi bir ideoloji olduğu gibi bildiğimiz bir dolu zırvalıkla mahkûm ediliyor. Kilise Katolik Eğitim Komisyonu bahsi daha da yükseltiyor ve toplumsal cinsiyet kavramının müfredatta yer almasına karşı “anavatanı savunmak için” çağrılar yapıyor ve bu yolda “şehit düşenin bile muzaffer olacağını” ilan ediyor.5 Gericiliğin terminoloji ve zekâ kapasitesi, ‘evrensel’ ve çok kısıtlı; daha fazla uzatmaya gerek görmüyorum, CEDAW (BM Kadına Yönelik Her Türlü Ayrımcılıkla Mücadele Sözleşmesi) kabul eden ilk ülkelerden biri olan Polonya’nın şimdi İstanbul Sözleşmesinden çekilmek için sıraladığı her türlü ‘açıklama’ aynı kombinasyonda yer alıyor.

Sosyalist Bloktan ilk çözülen ülke için; farklı tahliller, değerlendirmeler, tarihlendirmeler ve dersler çıkarmak mümkün. Bu yazı ise, kadın başlığına odaklanacak.

Bu yazı, ne geçmiş güzel günlerin nostaljisine sığınmak ne de bugün sokaklarda olan Polonyalı kadınlara “sahi pişman mısınız” diye sormak için değil, ne yapmamalı sorusunun ışığında kadın mücadelesini değerlendirmek için kaleme alınıyor. “Kıymetini bilmediler” deyip geçmeyeceksek, önümüzde yanıt aramamız gereken sorular duruyor. Henüz sosyalist dönemde, 1976 yılında Varşova’da yapılan bir araştırmaya göre; Polonya Halk Cumhuriyeti vatandaşlarının %22’si doğum kontrolünü ‘doğaya karşı’ ve %23’ü ahlakdışı bulurken; yükseköğretim görmüş kadınların dahi %25’i kürtajı ‘ahlakdışı’ olarak tanımlıyordu. 1980 yılı tarihli bir diğer araştırmaya göre Varşova’da kadınların %25’i “ne olursa olsun boşanılmaması gerektiğini” ifade ediyorlar (örneğin aynı ankete Moskovalı kadınların %90’ı kötü/zarar veren bir evliliktense boşanmanın doğru olduğu cevabını vermektedir). Bir o kadar çarpıcı olan bir diğer araştırma sonucu da, Sovyetler Birliği akademilerindeki kadınlar “işlerini aile hayatları kadar önemli gördüğünü” belirtirken; 1980’de yapılan bir çalışmada Polonyalı kadın akademisyenler “annelik ve ev kadını görevlerini işlerinden daha önemli bulduklarını” söylüyor olması. Kısaca, henüz sosyalizm şartlarında dahi Polonyalı kadınlar meslek/çalışma hayatlarında daha az aktif, ev/aile dışındaki hayatla ilgilenmek için daha az istekli, sıkıntılı/zarar verici bile olsa evlilikleri sürdürmeye daha eğilimliler ve doğum kontrol önlemlerini daha az tasvip ediyorlar.6 Bir diğer deyişle, Polonya’da sosyalist “mayanın tutmadığı” kadın cephesinden de anlaşılıyor. Kadın istihdam oranının %78’e (hatta bazı kaynaklara göre %89) ulaştığı Polonya Halk Cumhuriyeti’nde, kadın istihdam ve eğitiminde bu kadar önemli bir mesafe kat edilmişken; kadınlar nasıl bu kadar geri bir konumlanışta duruyordu? Bugün kadınların en temel haklarının bile ellerinden alındığı bu ülkede, sosyalizmin kadınlar için kazanımları neden kalıcı olmadı? Sosyalizm kadınları özgürleştirmeyecek miydi?

Polonya’da sosyalizm deneyimine dair diğer tartışmaları mümkün olduğunca çerçeve dışında tutarak, bu yazıda, Polonya’da yürütülen kadın çalışması, kadın örgütü ve Polonya Komünist Partisi7 ilişkisine değinmek gerekiyor.

Kadınlar Ligi (Liga Kobiet8)

Yaklaşık 6 milyon vatandaşını kaybettiği ve Varşova’nın bir harabeye döndüğü bir savaştan sonra, Polonya’nın kat ettiği mesafe UDKF9 1953 Kopenhag Kongresi raporunda şu şekilde yer alıyor: “Savaştan önce bir kadın öğretmen ya da kamu çalışanının evlenince pozisyonunu kaybettiği, çocuklu kadınların yüzüne bütün kapıların kapandığı ve kendi parasını kazanmak durumunda olan hamile bir kadının çaresiz durumda kaldığı Polonya’da şimdi kadın çalışanlar 12 hafta doğum izni alıyor, hamileliğin son 6 ayında daha kolay işlere transfer oluyor, günde iki defa bir saatlik süt izni kullanabiliyor. Hamilelik ve doğumla ilgili bebek seti, bebek bezi dahil kadınlara bebekle ilgili ihtiyaçlar ve tüm yardımlar ücretsiz olarak sunuluyor”10 “Annelik ve Çocuk Polonya Halk Cumhuriyeti’nde korunur. Çok çocuklu ailelerle özellikle ilgilenilir. 1950’den beri aile içinde kadın ve erkek arasında tam eşitlik yasası vardır. Ebeveynler ortaklaşa çocuklar üzerinde eşit haklara sahiptir ve çocukların geleceğine birlikte karar verir. Kadının aile ve toplum içindeki pozisyonuna dair eski yasalar ortadan kaldırılmıştır. Emperyalizm, kapitalizm ve dinci gericiliğin yerel olarak ve uluslararası ölçekte ortadan kaldırılması kadın haklarında ilerleme için elzemdir.”11

Polonya Halk Cumhuriyeti’nde 1945’de ilk yasal düzenlemeler arasında boşanmanın yasallaşması, evlilikte Katolik kilise törenlerini değil resmi nikahı zorunlu kılan bir kararname uygulanması, kadınların kendi soyadlarını kullanabilmesi, Katolik yeminin ve okullarda zorunlu din derslerinin kısmen kaldırılması, ateist ve Katolik olmayan öğrencilerin din derslerinden muaf tutulması var.12 Parti Kadın Seksiyonu, Komünist Parti, Kadın örgütleri ve işçi sendikaları ortaklığında bir kadın örgütlenmesi çalışması amaçlamaktadır.13 Parti Kadın Seksiyonu sorumlusu Edwarda Orlowska’nın, “amacımız kadınları gericiliğin etkisinden çıkarmak, güçlü bir kadın örgütü yaratmaktır” dediği Kadınlar Ligi, kurulduğunda sayıları az olsa da savaş öncesi/sırasında komünist mücadelede yer almış14 deneyimli kadroların varlığı ve/ya desteği ile yürütülüyordu.

İlk dönem programlarında, uluslararası düzlemde UDKF ile uyumlu yürütülen ana kampanyalar, ulusal ölçekte ise kadınların istihdama katılması ve ilk 6 yıllık plan (1950-1955) hedefleri doğrultusunda sanayileşme hamlesi ve kadın istihdamını arttırmak için kadınları mobilize etmek var. Kadın istihdamını arttırmak için; çalışan annelerin şartlarının iyileştirilmesi, doğum izinleri, çocuk bakım merkezleri ve kreşlerin artırılması, fabrikalarda bebek bakım merkezleri kurulması, kırsal alanda özellikle hasat vs dönemlerinde bölgesel /geçici kreşler teşkil edilmesi, boşanma ve aile yasasının özgürleşmesi, gebe kadınlar için sağlık hizmetleri, yeni doğan bakımının artırılması, kadın sağlık merkezlerinin arttırılması, süt izni ve süt bankaları ilk ele alınan konulardandır.15 Kadın çalışması, ilk döneminde “Gerçekleri Öğrenelim” başlığı altında parti ajitatörleri yetiştirmeyi ve parti propagandasını amaçlamaktadır. Bu dönemde parti, başlarında bir partilinin bulunduğu yirmi kişilik ajitatör grupları oluşturur ve 1949 yılında Kadınlar Birliği üyelerinin yüzde onunu ajitatör haline getirmeyi hedefler.16 İlk 6 yıllık plan sonunda tarım dışı istihdamın %33.5’i kadınlardan oluşmaktadır. 1950 yılında evli kadınların % 18’i işgücüne dahilken bu oran 1960 yılına gelindiğinde %55’e ulaşacaktır.17

Polonya ve sosyalizmin çözülüşünde Katolik kilisesinin rolüne başka yerlerde yeterince değinildi fakat kadınlar açısından bir kez daha altını çizmekte fayda var. Sosyalist kuruluştan itibaren Katolik kilisesi kadın eşitliği fikrine direnç gösterir. Partinin Kadın Seksiyonu devlet ve kilise arasındaki sessiz ateşkes taktiğini izlese de, özellikle yerel ve taşra teşkilatlarında, okul aile birliklerinde kilise ve kadınlar arasındaki ideolojik mücadele devam etmektedir. Örneğin 1946 yılında Kadın Seksiyonu bölge sorumlusunun partiye sunmuş olduğu bir rapor şöyledir: “Bialystok bölgesinde yoldaş Roszkowska, 100 adet Kadınlar Ligi bildirisi dağıtıyor. Papaz bunu görünce ahaliye “Kadınlar Ligi bir konsomoldur, bildirileri almayın” demiş ve ertesi hafta aynı bölgeye giden yoldaşımıza kadınlar bildirileri iade etmişler. Ardından bir grup adam Roskowska’yı ormana götürüp bildiri dağıttığı için saldırmışlar”.18

Diğer yandan kadın çalışması toplumda ve parti içindeki erkek egemen kültüre karşı da mücadele etmektedir. Parti Genel Sekreteri Bierut’a “Umutsuz Aile Babaları” imzalı gönderilen “Maaşları arttırın ki kadınlar eve dönebilsin” içerikli anonim bir mektup kamuoyunda oldukça tartışma yaratır.19 Kadın çalışması raporlarında “bir kadını işe almaktansa 7.kattan atlamayı yeğleyeceğini söyleyen ustabaşılar” kadar “Kieleckie parti sekreteri Kadınlar Lig görevlisi olan kadın eğitmeni parti toplantılarına davet etmemektedir. Lig görevlisi olan eğitmeni (kadın olduğu için önemli görevler vermeyip-ç.n.) ofis işlerinde kendi özel daktilosu/sekreteri olarak kullanmaya çalışıyor” uyarıları da yer almakta ve 1946 yılında Kadın Seksiyonu bir toplantısında “yoldaşlarımızın karıları ile kocalarının haberi olmadan gizli görüşmeler örgütlemeliyiz” diye çareler aramaktadır.20

Partinin de Kadınlar Ligi’ne dair eleştirileri mevcut: 1949 yılında, Krakow parti sorumlusu Kadınlar Ligi’ni bir orta sınıf organizasyonu niteliği taşımakla ve bu yüzden apolitik olmakla eleştiriyor ve ekliyor “(kadın çalışmasında-ç.n) İşçi Yoldaşlar gerek bize!”21 Merkez ve parti önderliği özellikle 1950 ortalarında kadınların mobilize edilemediğinden, kadınları harekete katamadıklarından şikayet ediyorlar.22 Oysa kadınların talepleri net: “Bize daha fazla kreş yapın, biz de hem işe hem Lig toplantılarına gidelim.”23 1953’te Kadınlar Ligi’nin işyeri birimleri kapatılır ve Lig çalışmasını ev kadınları örgütlemeye yönelmesi isteniyor.24 1952’de Çekoslovakya, 1953’de Yugoslavya’da, 1957’de Romanya vs. gibi Sosyalist Blok ülkelerinde ‘biz kadın meselesini çözdük’ deyip kadın çalışmalarını ortadan kaldırma süreci; Polonya’da 1953’de Polonya Birleşik İşçi Partisi’nin Kadın Seksiyonunun ‘siyasete dar bir düzlemle yaklaştığı, pratik kadın sorunlarına dair çalışmalarda yetersiz ve etkisiz kaldığı’ gerekçesi ile kapatılması ile yaşanıyor. Partinin bu alanı kapsamaya hazır olup olmadığı yahut yerine ‘yeterli ve etkili olarak ne konulacağına’ dair herhangi bir ufuk geliştirmemiş olması, kanımca, partinin zaten bu başlıkta net hedefler tanımlayamayıp bir politika oluşturamamasından kaynaklanmaktadır. Ara yüzeylerin kadın çalışmasında bileşen, program, takvim ya da hedeflerinde dönemsel değişim söz konusu olması anlaşılır olsa da; parti kadın seksiyonunun bu denli erken tasfiyesinin bu alanda büyük bir boşluk bıraktığını düşünüyorum. Bu bir yönden, partinin kadın çalışmasını yönlendirecek, geliştirecek deneyimli kadro yetiştirme ve kadro seçme işinden çekilmesi anlamına geliyor.

Özellikle taşrada ajitatör yetiştirme ve kadınları aktive etmekte parti yerellikleri de yetersiz kalır, 1952’lere gelindiğinde ise parti ajitatör bülteni yayınlanmasına son verilecektir.

Destalinizasyon ve Kadının Yeri…

Destalinizasyon Polonya’ya Poznan ayaklanmaları ve Gomulka’yı getirdi.25 Gomulka’nın Polonya’ya özgü sosyalizminin (Polish Road to Socialism); savaştan önce bozulan cinsler arası nüfus dengesi tekrar kurulunca ve yarı zamanlı (hatta evden çalışma) iş olanakları ortaya çıkınca, kadınların annelik rolüne döndükleri ve bunun parti tarafından en azından sessiz bir onayla desteklendiği bir dönem olduğunu görüyoruz. Kısaca Gomulka’nın Polonya’ya özgü sosyalizmi, Polonya ulusal gelenekleri ile barışık bir sosyalist sistem iddiası, Polonya’nın zaten kamusal alanda dahi ayrılmayı başaramadığı Katolik kilisesi ve geleneksel değerleri ile sosyalizmi birleştirme amacı taşımaktadır. Gomulka ve partinin, bir yandan din görevlilerinin yayın çıkarmasına, Lublin Katolik Üniversitesinin eğitime devam etmesine müsaade ederken; kilise ile yaptığı bu pazarlığın aslında kadının geleneksel rolüne dönmesi anlamına geldiğinin farkında olmaması mümkün değil. Yine bu dönem, kilise resmi olarak yardımlaşma aktiviteleri, Hristiyan anıtları korunması ve ‘insan hakları kayıtları tutma’ işine ve Pazar ayinlerinde ise “kadınlar en kötü durumda yarı zamanlı çalışabilirler ama evde oturup çocuk bakmalılar” vaazları vermeye devam edecektir.

1950’lere gelindiğinde reel sosyalizm deneyimlerini destalinizasyonun yarattığı miladı dışarıda bırakarak düşünemiyoruz ama özellikle Polonya’da bu sürecin kadınlar üzerinde olumsuz bir etkisi daha var. İlk dönem çalışmalarda yer alan kadın kadroların önemli bir kısmının görevden uzaklaştırılması ve etkisizleştirilmesi, yahut başka alanlara yönlendirilmesinin ötesinde; sanayileşme hamlesini Stalin’le özdeşleştirilip “sanayi işkollarında erkeklerle aynı işi yapan kadın/traktörlü kız” imajı da bu süreçle birlikte sonlandırılmak isteniyor.26 İş ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı yetkilisinin ifadesi ile “En büyük başarılarımızdan biri kadınları istihdama katmaktı. Bu gerçek bir ilerlemeydi fakat şimdi karşılaştığımız bu durum (işsizlik) bizi konuyu tekrar düşünmeye sevk etti. Bu sıkıntılı operasyonlardan biri de çalışan kadınların sayısını revize etmek. İşçinin maaşının tüm aileyi geçindirecek, karısının çalışmak zorunda kalmayacağı bir miktara çekebilmek olduğunu düşünüyorum.”27 Çalışmak artık kadınlar için “zorunda kalınan bir şey”dir. Bekâr/Dul annelerin kreş, çocuk bakımevi kontenjanlarında önceliğe sahip, maddi olarak desteklenen ve işten çıkarılması yasak olan bir kesim olması anlamlı ve gerekli bir adımken evli kadınların eşlerinin maaşına göre çalışmasının aslında gerekli olmayabileceği fikri hem toplum hem parti içinde yer buluyor. 1956’ da sadece “Umutsuz Aile Babaları” değil parti görevlileri de Stalinist istihdam politikasına (!) karşı çıkıyor ve örneğin kimya sanayii işlerinde gebe kadınları korumanın aslında mümkün olamayacağını(!) keşfediyorlar. Kadınlar Ligi de aynı dönem “eskiden eşitlik sadece anayasada kalmasın diye kadınları işe çağırırdık fakat eğer bir anne işe giderse ve 4-5 çocuğu varsa ne kendini entelektüel olarak geliştirmek ne kitap okumak ne de çocuklarını yetiştirmek için zaman bulamayacağını fark edememiştik28 diyor. Kadınlar Ligi, kadın ve erkek işi ayrımını sözde biyolojik sebepler öne sürerek destekliyor, hazin bir durum; Kadınlar Ligi, kadınların sırf biyolojik özellikleri sebebi ile yapamayacağı işler olduğuna inanıyor. Sağlık Bakanlığının ‘üreme sistemlerine zarar verdiği gerekçesi’ ile kadınların kamyon şoförlüğü yapmasını yasaklamasını, Krakow’da kadın kamyon şoförleri ‘çalışmanın anayasal bir hak olduğu hele ki eğitimini aldıkları bir işi yapmaktan men edilemeyeceklerini’ söyleyerek protesto ediyorlar.29 Sanayi işkollarındaki çalışma şartlarını hem erkek hem kadınlar için düzeltmek yerine sözde biyolojik sebeplerle bu tarz işlerin kadınlara yasaklanması, her şeyi bir kenara bırakalım, ideolojik olarak kadınların kendilerine inancını sarsan bir adımdır. Erkek egemen sektörlerde çalışan emekçi bir kadın olmanın, kadınlara sağladığı özgüvenin böylesi ortadan kaldırılması ve üretimin içinde kendileri tarif eden bir kadın toplamını alıp “aman üreme sisteminiz zarar görmesin” diye bir kenara koyulduğunu görmeyi, mümkün değil, aklım almıyor.

Bu süreçte Kilise de elbette boş durmuyor. Kilise, örneğin kadınların madenlerde çalışmasının madencilerin koruyucu azizi “Aziz Barbara”nın lanetini üzerlerine çekeceği ve “madenlerin karanlık dehlizlerinde kadınların erkekleri baştan çıkardığı” vaazları ile kadın madencilere karşı halkı kışkırtıyor. Madenci kadınlar; işlerini sevdiklerini, madende yer üstünde yaptıkları işlerden daha verimli, daha kolay ve ekonomik olarak daha tatmin edici buldukları için madenlerden ayrılmak istemediklerini ısrarla dile getiriyor. Protestoların ardından, kamyon şoförlüğü üreme yaşını geçmiş oldukları gerekçesi ile sadece 45 yaş üstü kadınlara serbest bırakılıyor, ama 1959’da gelen yasakla kadınlar madenlere geri dönemiyor. Yine Gomulka döneminde kadınların tren, araba, ağır vasıta şoförlüğü yapması, alkollü içecek satılan yerlerde ve mezbahalar gibi bir dizi alanda çalışmaları yasaklanacaktır.

Parti Kadın Seksiyonunun etkisiz ve yetersiz bulunarak kapatılması, Kadınlar Ligi’ni daha etkili çözümler arayışına sokuyor. Parti Kadın Seksiyonunun, itirazsız bir şekilde bu ilgası, hem partiyi kadın talepleri konusunda daha duyarlı ve uyanık hale getirecek bir kaynaktan hem de parti öncülüğünün bu talepleri ileriye çekme motivasyonunun yaratacağı dinamik ilişkiden mahrum bırakmıştır. 1957 yılında Lig’e bağlı olarak kurulan Ev Ekonomisi Komitesi, gündelik yaşamda ev-iş dengesi kurmaya çalışan kadınlara yönelik çalışmalar yapmak için ortaya çıkıyor. Kadınlar Ligi artık kadınların ekonomik özgürleşmesi ile geleneksel kadın rollerini birleştiren formüller arayışındadır. 1945-55 arası gösteri, toplantılar, afiş, özellikle işyeri toplantıları ve kapı kapı gezerek örgütlenen Lig, 1955 sonrası ücret reformları, aile yardımları, doğum izinleri talepleri, kreş toplantıları, et kıtlığı, alkolizm gündemli toplantılar ile örgütlenmektedir.30 Destalinizasyon ile sanayileşmeden tüketim maddelerine yöneltilen vurgu sonucu, Batı ile yaşam kalitesi ve sosyal hizmetler yarışına değil, tüketim yarışına giriliyor. Sanayileşmenin hız kestiği bu dönemde, tüketim ideolojisi modern sosyalist vatandaş için kabul edilebilir bir yön olmuştur. Kadınlar için ise ‘fabrika işçisi kadın’, ‘Traktörlü kız’ imajları yerini gezmeyi, kozmetiği, modayı seven ‘modern kadın’ imajına bırakır.31 Nihayetinde, Sosyalizm Polonya’da kadın cephesinde de ideolojik mücadeleyi kaybetmeye başlamıştır, 1957 yılında Films isimli popüler bir dergi “Güzel Kızlar Ekrana” başlıklı güzellik/sinema aktrisliği yarışmaları düzenler.32 Artık modern kadın; tüketim alışkanlıkları, moda, yaşam ve giyim tarzı ile özdeşleşecektir.

Parti gittikçe kadın çalışmasından uzaklaşmış ve kadınlar tarafından parti görevlileri 1 Mayıs, 8 Mart vs. gibi önemli günlerde kadın toplantılara gelip açılış konuşması yapıp giden bir toplam olarak görülmeye başlanmış. Polonya tarihi kadın eşitlik ve özgürlüğü mücadelesinde ‘Ne yapmamalı’larla dolu, yerel parti örgütlerinin kadın örgütlenmesini tamamen kadın aktivistlere ve Kadınlar Ligine bıraktığını görüyoruz.33 Aradaki dengeyi sağlayacak olan şey, partinin kadın politikaları hedefleri ve kadın örgütünün bu hedefleri şekillendirmekte ve hayata geçirmekte işbirliği ve sosyalist ilkeler konusundaki titizlik kaybediliyor. Bu yıllarda, yönetici konumdaki bir partilinin eşi Kadınlar Lig çalışmalarına katılmama sebebini “(kocasına göre-ç.n.) kocası ikisine de yetecek kadar toplumsal işlerde çalıştığı için toplumsal bir çalışmada yer almak istemediğini; yemek yapmak, çocuk bakmak ve kocasının ayakkabılarını parlatmakla çok meşgul olduğu” bahanesiyle açıklıyor.34

1966’da Lig’e bağlı işyeri birimleri tekrar kapatılınca, Lig kendini tamamen annelik işlerine vakfediyor. Annelik Çevreleri ve Annelik/Ebeveyn Faaliyetleri temel gündemi haline geliyor, öyle ki 1968 öğrenci ayaklanmaları ile çıkarılan ders ‘annelerin çocuklarını düzgün yetiştirmesi gerektiği ve sosyalist gençliğin yetiştirilmesinde annelere düşen görevler’ oluyor. Polonya’da 1968 öğrenci ayaklanmalarının faturası, Gierek liderliği olacaktır. Artık Parti, Kilise ile aile konularına karışmayacağına dair sessiz bir anlaşma içerisindedir. 1970’lere doğru doğum oranlarındaki ani düşme Gierek’i daha da pronatal (doğum/nüfus artışı yanlısı) politikalara yönlendiriyor. 1970’lerin ikinci yarısında erkeklerin de aile içinde faal görev alması çağrıları yapılsa da, Gierek “Annelik bir seçim değil, bir görevdir” diyerek dönemin ruhunu özetliyor. Gierek’in sosyal ihtiyaçlar vurgusu, Batıdan alınan borçlarla sağlanmaya çalışılıyor. 1971-1975 yılları arasındaki 5 yıllık plan; tüketim maddelerine, barınmaya, gençler için iş olanaklarını arttırmaya odaklanmıştır. Kadın istihdamı ve kalifikasyonunun arttırılması plan ve programların oluşturulmadığını/hayata geçirilmediğini, kreş, çamaşırhane, yemekhane vs. ev işlerini kolektifleştirme girişimlerinin yetersiz kalındığını 1970’lerde partinin artık bu konuda adım atmayı bıraktığını, erkeklerin tamamen sürecin dışında kaldığı ve bu yetersizlikleri annelik izin süre ve teşviklerinin arttırarak çözmeye çalıştığını görürüz. Doğu Almanya, Çekoslovakya, Macaristan ile karşılaştırıldığında Polonya’da doğum izni süresi oldukça kısa olarak yapılandırmış, örneğin Demokratik Almanya’da özellikle küçük yaşta çocuğu olan kadınlar için kreş ve bakım merkezi gösterilemedi ise yarı zamanlı çalışma (Telekomünikasyon sektöründe %45, sağlık sektöründe %25) vb. düzenlemeler oluşturulurken bu oran Polonya’da %2.5 civarında kalmıştır. Bunun yerine (parça başı işlerde) evden çalışma modeli hayata geçirilmiş bu da kadınların üretim sürecinden daha da kopması anlamına gelmiştir. Ancak, 1975 yılına gelindiğinde 16 hafta ücretli, 36 ay ücretsiz annelik izin kullanılabildiğini görürüz.

İşçi Yoldaş Gerek Bize!

Yazının çerçevesi “kadın penceresinden” çizildiği için, burada bir ara verip, kadın eşitlik ve özgürlüğü yönünde ileriye doğru bir kopuş gerçekleştirmeyip, aksine geriye çekici üç somut unsura değinmek istiyorum. Bunlardan birincisi 1957’de kurulan ve çözülüşe kadar devam eden Ev Ekonomisi Komitesi, ikincisi kadın istihdamının ilk önceliklerden biri olmaktan çıkarılması/ kadınlara belli meslek dalları ve sanayi işlerinin yasaklanması, üçüncü olarak da kadınların kısa ya da uzun süreli işgücünün dışında kalmasına yönelik (Kreş, kolektif yemekhane vs gibi kolektif hizmetleri arttırmak yerine kadınların evden çalışabileceği formlar üretilmesi, erken emeklilik teşvikleri, 14 yaş altı çocuğu olan anneler için ayda 2 gün ücretli ev işi/çocuk izni, birçok iş kolunda kadınlara dair istisnaların arttırılması gibi) düzenlemeler diyebiliriz. Tümünün ortak bileşeni kadınların “geleneksel rollerinin” devam etmesinde sorun görülmemesidir. İstihdamda kısıtlamaya gidilecekse önce kadınlar gözden çıkarılmış, 1970’lerde Polonya sosyalizmi, Polonya’nın geleneksel değerleri ile yine kadınlar pahasına uzlaşmıştır.

1960 sonlarında ne yazık özellikle savaş sonrası deneyimli kadrolar gidip genç yeni bir nesil görev alınca özellikle hedefsiz, birikimsiz kalan Kadınlar Ligi aktivistleri, Ev Ekonomisi kursları aracılığı ile kadınlara saç bakım, hijyen, dikiş nakış/ el işi, yemek yapma kursları düzenlemek gibi sosyal aktivitelerle uğraşıyor. Kadınlar Ligi özellikle yerelliklerde danslar, festivaller, anneler günü kutlamaları, tarihi bölgelere geziler, tatil kampları, çaylar düzenleyerek kadınlara sosyal bir alan tanımlamış, kadınlara çocuk gelişimi bilgilendirmeleri, evlilik içi danışmanlık, nafaka problemlerine hukuksal ve hatta psikolojik destek sunmuş olsa da; özellikle iş yeri birimlerinin kapatılması ile tek ufukları kurdukları Apartman Birimlerinde merdiven temizleme günleri düzenlemek olan, ev kadınları ile özdeşleşen bir örgüt olarak kalıyor. İşyeri birimlerinin Lig’den alınması ile sadece nicelik değil niteliksel bir düşüş de yaşıyor. Lig, gittikçe kadınlara her gün yatakları havalandırmanın, radyatörleri silmenin, perdeleri nasıl daha beyazlatılacağının önemi üzerine bilgiler sunarak; kimin evinin daha düzgün ve uygun temizlenmiş olduğuna dair ‘normlar’ geliştiren bir merkez durumuna geliyor. Gittikçe üye yapısı apolitikleşiyor, evin içinde ve ‘mutluluğu evlilikte’ aramaya koşullanan kadın kuşakları yetişiyor. Ne yapmamalı sorusunun bir diğer cevabını buradan görüyorum, kadınları daha “hamaratlaştırmak” dışında bir sonuca çıkmayan bu çalışma, sadece kadınları hedefleyip siyasi politik çalışmalarla beslenmeyince; kadınları geleneksel rollerine daha da ‘gömüyor’. Bu kurs ve aktivitelere kadınların yoğun şekilde ilgi göstermesi, Kadınlar Ligi’ne doğru yolda olduğu duygusunu vermektedir ama aslında ortada sadece ‘her şeye koşturup hiçbir şey yapmayan’ bir kadın örgütü görüyoruz.351980’lerin sonunda doğrultusuz, hedefsiz, birbirinden kopuk birimler, gerçek anlamda örgütlü olmayan kadınlar ve kadrolaşamayan komünistlerden oluşan bir kadın örgütü hali buradan başlıyor. Üye olması için ziyaret ettikleri çalışan kadınların, Lig’in bu aktiviteleri sebebi ile Lig’i küçümsenmesi ve “aidat ne kadarsa iki katını vereyim ama beni rahat bırakın” dedirtmesi ilk dönemin mücadeleci ve geliştirici özünü yitirmesinin somut göstergelerindendir. Ev kadınları dahi Lig’in bu görüntüsünden şikayetlerini “bulaşığı yıkayıp rafa kaldırdığım zaman onları unutmak istiyorum ama Lig beni tekrar buraya getiriyor” diyerek dile getiriyor.36 Hedefin ve programın, ilerleme perspektifin yoksa söylemlerin ne kadar siyasal olursa olsun apolitikleşirsin, Ne yapmamalı’nın ikinci cevabı budur. Sovyetler Birliğinde “eşlerinin maddi durumu yeterli olsa dahi çalışmaya devam edeceğini söyleyen” kadın oranı %83 iken; Polonya’da yapılan benzer araştırmalarda Polonyalı kadınlar için bu oranın %40’da kalmasının37 sebebi aslında kafalarının “evde” kalmasıdır. Aynı zamanda Polonyalı erkeklerin de %46’sı eşlerinin çalışmasından mutlu olmadıklarını dile getiriyorlar.38Polonyalı kadınların çalışma hayatına bakışındaki bu olumsuzluk, farklı idealler benimsemiş olmaları ile mümkün. 1967’de Gençlik Mücadelesi (Komsomol dergisi) nin yaptığı bir araştırmaya göre genç kızların büyük bir çoğunluğu en büyük hayallerinin “zengin bir koca ile evlenip yurtdışına tatile çıkabilmek” olduğunu dile getirmektedirler.39 Sadece bu araştırma sonucunun bile şapkaları önüne koyup düşündürme zamanı geldiğini göstermesi gerekirdi.

Bir diğer önemli husus, Polonya’da kadın işsizliğinin dönem dönem artmasına göz yumulabilmiş olunmasıdır. Parti ve kadın çalışması, örneğin Doğu Almanya’da uygulanan kadınları önce istihdama kazandırıp kadınların eğitim ve kalifikasyonunu arttırma programları ile destekleme politikaları40 yerine özellikle kreş, bakım merkezleri ve işyeri/ okul yemekhaneleri başlığında Polonya’nın geri kalmasına göz yumabilmiştir. Kadınların iş hayatından bu geri çekilişi daha fazla kreş, kolektif hizmetler ve yaşlı hasta bakımevi açmak yerine kadınların doğum ve annelik iznini 3 yıla kadar çıkarmak ve “iyi anne” nin evde çocuğunu bakan anne olduğu idealini pekiştirmek oluyor. Kilise kışkırtmalı ve bol provokatörlü olsa da, 1956 Poznan eylemleri taleplerinden birisi de, çocuk kreş ve bakım merkezleri sayısının arttırılması, anneler vardiyalı çalıştığı için çocuk bakım merkezlerinin 24 saat açık olması, günlük yatılı okullar ve bakım merkezleri açılması ve okullarda akşam yemeği konmasıdır. 1972 yılında Doğu Almanya’da her 1000 çocuğun 492‘si, Macaristan’da ise 148’i kreşe giderken, Polonya’da bu sayı 45’tir.41 1960’larda %10 olan kreşleşme oranı (aynı tarihte Bulgaristan ve Demokratik Almanya’da %30’dur) 1973 yılına gelindiğinde %23’e çıkartılıyor ama hala Doğu Blok’ u içerisinde en düşük orandadır (Aynı yıl Demokratik Almanya’da bu oran %60). Kadınların gericiliğin her türlü formuna karşı güçlendirilmesi, onların istihdamın merkezinde yer alması ile gerçekleşecektir. Solidarity’ye bu alanı açan sebeplerden birisi de, 1970-75 arası bireysel tüketim %50, bireysel gelir %59 artarken, Polonya dünyanın onuncu büyük sanayisine sahip bir ülke haline gelmişken, partinin bu alandaki ihmalidir. 1975’de devlet işletme ve kurumlarında işyerinde yemek olanağı sadece işletmelerin %7’sinde bulunmaktadır (Bu oran SSCB için %70). Kadınların ağırlıkta olduğu Lodz tekstil bölgesinde ise bu oran %3’e düşüyor. 1971 Lodz tekstil grevi taleplerinden birisi de iş yerlerinde yemek büfelerinin (yemekhane bile değil!) olması ve kadınların işten çıkınca bir de alışveriş kuyruğunda beklememesi için fabrika mağazalarının açılmasıdır.42 Kadınların bu ikili yükten bunalmasının ve ‘eşimin maaşı yetse evimde otururum’ açıklamalarının sebebini sadece gericilik ve erkek egemen kültür kaynaklı değil, burada aranması gerektiğini düşünüyorum. Polonyalı kadınlar kötü giden bir evlilik olsa bile neden boşanılmaması gerektiğini açıklarken dinsel gerekçeler kadar toplumsal dışlanma korkusu, tek ebeveyn ile çocuk büyütmenin zorluğu, maddi durumları vs gibi unsurları sıralıyorlar. Polonya’da kolektif çamaşırhane /yemekhane gibi hizmetler popülerleşemiyor, bunda kadınların geleneksel rolü olarak ‘iyi ev hanımı olma’ ideali kadar bu alanda bırakılan büyük eksikliklerin rolü düşünülmelidir. Kadınların öncelikle emek sürecinde örgütlenmesi gerekiyor. Yeni proleterler fabrikada yetişecekse, kadın çalışması da yeni proleterlerin yetişmesi için inşa edilmeli. Sosyalizmin kadın çalışması temelini “daha fazla işçi yoldaştan” aldığı müddetçe sağlam bir duruşa sahip olacaktır.

Sosyalizm kadın eşitlik ve özgürlüğü için ön koşulsa, kadın eşitlik ve özgürlüğünün geliştirilmesi ve desteklenmesi de sosyalizmin ilerlemesi için bir ön koşul olduğunu görmek gerekiyor. Tekrarlıyorum, kadınların asli görevinin evde çocuk büyütmek olduğu bir toplum, geri bir toplumdur. Kadınların mutfak saflarından destek sunduğu bir sosyalizm, çöker. Kadınların akşama çocuğa yemek hazırlamam gerek diye koşa koşa işten çıktığı, üretim toplantılarından, eğitimlerden kaçmak zorunda olduğu bir üretim süreci sosyalizmi ilerletmeyecektir. Sosyalizm koşullarında, örneğin kadınlara özel evden çalışma modeli, kısa iş günü, ev işi izni, erken emeklilik ya da vardiyalı çalışmanın yasaklanması gibi talepler geri taleplerdir. Kapsamlı bir çözümlemede, kısaltılacaksa kadın erkek herkes için iş saatlerinin kısaltılması, herkesin erken emekli olabilmesi, kadın erkek herkese ayda bir gün ev işi izni, çocuk izinlerinin (çocuğun hastalanması durumunda verilen izinler, doğum sonrası vs) her iki ebeveyn için de dönüşümlü kullanılabilmesi anlamlı adımlardır. Ev ekonomisi çalışmaları, kursları erkekleri ve oğlan çocuklarını da kapsarsa verimlidir. Başka bir deyişle, sosyalizmde ancak “ev erkeği olma” tercihi söz konusu olabilecekse “ev kadını olma” seçeneğinin var olabilmesi gerekiyor. Bireysel bir seçimden ancak o zaman bahsedebiliriz. Kadınların evde kaldığı süre, sosyalizmin yerinde saydığı süredir.

Partinin önünü açacak bir kadın örgütü, kadın örgütünü ilerletecek bir parti ve çalışmayı geliştirecek bir program yok. Destalinizasyonla başlayan bu süreçte Polonya’da, adım adım “İlerleme perspektifinin yitiminin tökezleyen bir sosyalizm ve sığlaşan bir kadın temsili yarattığını” görüyoruz.43 Uluslararası alanda UDKF çalışmalarına aslında oldukça aktif olarak katılan Polonya Kadın Ulusal Konseyi, bu heyecanı da içeriye taşıyamıyor. 

Ne yapmamalı’nın ilk sırasında geliyor fakat Polonya sosyalizmin çözülüşünde Katolik kilisesi etkisine başka yerlerde fazlasıyla değinildi. Uzatmayacağım, Parti ne yazık ki, kadınları pençesine almak için sürekli pusuda bekleyen/bekleyecek olan dinci, milliyetçi ve ürettikleri erkek egemen gericilik formlarına karşı tetikte olmayı bırakıyor, özellikle sosyalist laikliğin kadınlar için hava kadar, su kadar önemli ve vazgeçilmezliğini en iyi anladığımız örneklerden birisi Polonya’dır. Gericilikle uzlaşılmaz, gericilikle tartışılmaz, gericilikle mücadele edilir hele ki kadınlar ve çocuklar söz konusu ise…Yoksa tarih büyük bir bedel ödetiyor.

1980’ler ve Solidarity

Polonya’da 1982’de Kadınlar Ligi işyeri birimleri tekrar açılıyor. 1983 “Çalışan kadınların Korunması” sempozyumunda Lig, kadınlar kaç yaşında olursa olsun 30 yıllık çalışmanın ardından emekli olabilmesi, zaten hamilelere yasak olan gece vardiyasının, çocuklu annelere ve emekliliği yakın olan kadınlara da yasaklanmasını talep etmektedir.44 İsmi Polonyalı Kadınlar Ligi olarak değişen Lig, sorunların çözümüne yönelik değil, ‘kadınlar bu sorunlarla evi nasıl idare edecek’in peşindedir, artık devlet kurumları ile kadınlar arasında bir aracı kurum konumundadır. Partinin gittikçe dağıldığı bu dönem, Solidarity’nin siyasal rejimin niteliğinin belirlenmesi amacı ile halkoylaması talep edecek kadar ortalığı boş bulduğu bir dönem. Parti, Solidarity’nin kuruluşunda parti üyelerine Solidarty’de yer alıp almamaları konusunda dahi net bir hedef gösteremiyor ve sessiz kalıyorken, kadın çalışmasını toparlaması zaten mümkün görünmüyor. 1982’de Merkez Komiteye bağlı olarak kurulan Kadın Komisyonu da, 1986’ da kurulan Bakanlar Kuruluna bağlı Kadın İşleri Tam Yetkilendirme Ofisi de kitlelerde karşılık bulmuyor. 1957’lerde ‘her şeyi devletten beklemeyelim’ diyerek çözüm arayışında olan kitle, 1980’lere gelindiğinde ‘nerede bu devlet’ diye soruyor. Özne’nin dağılma süreci, kadın çalışmasında da kendisini göstermiştir.

“Sosyalizm kelimesini duyunca kapanıyorum. Sosyalizmden hoşlanmıyorum. Sosyal devlet ve sosyal politikalardan hoşlanmıyorum. Sosyalizm beni iğrendiriyor… ‘Muhalefet hareketi ve serbest pazar konuşma özgürlüğünü garanti eder’ kabulü ile büyüdüm… Bir yandan sosyalizm itici geliyor diğer yandan sosyalizmin kadınları özgürleştirdiğini biliyorum.”46

Solidarity‘nin yükseldiği günlerde tersanelerde asılı olan Papa ve Bakire Meryem ikonalarının yanında Solidarity’nin “Kadınlar önümüzden çekilin! Polonya için savaşıyoruz!” afişleri yer almaktadır. Önlerine kimse geçmiyor ve Solidarity’nin Kilise ile el ele girdiği seçimlerden sonra ilk çiğneyip geçtiği de kadınlar oluyor. Solidarty’nin sözde yeraltı çalışmasında aktif yer aldıkları, yeraltı yayınları çıkardığı, saç topuzlarında gizli bildiriler taşıdıkları anlatılarak methiyeler düzülen kadınlar, birdenbire kendilerini Yuvarlak Masa tartışmalarının dışında bulur. Yüksek işsizlik, sosyal hakların kaybı, kreşlerin kapatılması/özelleştirilmesi sürecini getiren serbest pazara açılma “Şok terapi”sinin kadınlar için şok edici bir diğer tarafı da, Solidarity ve Kilisenin amaçlarına ulaşınca maskelerinden sıyrılıp özüne dönmesi, Solidarity lideri çapsız ve narsist Walesa’nın kadın düşmanlığı ve kapitalizmin vaat ettiği konuşma özgürlüğünün ancak “sosyalizm yıkılana kadar” geçerli olduğunu fark etmeleri oldu.

Guardian’a göre Polonya’da, çözülüşün ardından kadın istihdamı 1990 yılında %68 e, 2011’de ise % 45’e düşer.46 İşe alımlarda kadınlarla “gebe kalmama” anlaşmaları yapılıyor. Elde kalan annelik izinlerini de kadınlar maddi şartlar ve işlerini kaybetme korkusu ile kullanamıyor. Lodz da yapılan 1985 tarihli bir araştırmada genç kadınlar ‘işi bırakıp evde çocuk bakmayı tercih ettiklerini’ söylerken 1993 yılında aynı soruyu “güçlü bir çalışma arzusu taşıdıklarını” söyleyerek cevaplıyorlar.47 Kürtajın yasaklanması ile birlikte doğum izni zorunluluk haline getirilir, kadınların emeklilik yaşı düşürülür fakat diğer yandan emeklilik maaşları ve kapsamı da daraltılacaktır. Uluslararası Kadın Kuruluşu Lodz Şubesi ya da Varşova Kadını Destekleme Merkezi iş bulmak için kendilerine başvuran kadınlara, iş görüşmelerinde ‘çocuklarınızla ilgili bir şey söylemeyin’ telkininde bulunuyor.48 Kasiyer, sekreter, asistan vs iş alım ilanlarında “genç, güzel ve iyi görünümlü” kadın adaylar arandığı bildiriliyor.49

Tarihin bir ironisi demek gerek, Polonya’da 1990’larda en cazip meslek iş garantisi sunduğu için devlet memurluğu oluyor.50 Solidarity hareketinin başladığı Gdansk tersanesi 2007 yılında AB yasaları uyarınca diğer tersanelerle birlikte kapatılmak istenince yaklaşık 23 bin işçinin çalıştığı tersane ancak işçilerin % 95’inin işine son verilmesi şartı ile faaliyetine devam ediyor.

Bunun kapitalist dünya için yeni bir şey olduğunu sanıyor olmalılar ki, kadın aktivistler 1999’da kaybolan hakları için “anayasayı değiştiremiyoruz ama uluslararası kamuoyuna gerçekleri iletebiliyoruz” diye avunuyordu. Bugün Polonyalı feministler, kadınlara yurtdışında kürtaj olanağı sağlamak için dayanışma ağları ve evde kimyasal yöntemlerle kendi kendine kürtaj olanaklarını bir ‘strateji’ olarak öneriyor. Akıl alır gibi değil… Sosyalist rejimin laikliği aslında Polonya’da Katolik kilisesinin kadın bedenine el koymasına karşı da bir önlemdi. Gerisi çorap söküğü gibi geliyor...

Eski Doğu Bloku ülkelerinde yaşanan şey, Polonya’da da yaşanıyor…

Kadınlar, sosyalizmde sorgulanamaz olan hakları için bugün yeniden mücadele ediyorlar.

FERİDE E.TETİK / SOL-GELENEK(28/08/2021)

  • 1.Sosyalizmin çözülüşü sonrası Polonyalı bir kadının sözleri; aktaran Mishtal, Z. Joanna (2009) “How the Church Became the State. The Catholic Regime and Reproductive Rights”, Gender Politics and Everyday Life in State Socialist Eastern and Central Europe içinde, s.146.
  • 2.Markowska S. ve Ignaciuk A.(2020) “Family Planning Advice in State Socialist Policy Family Planning Advice in State-Socialist Poland, 1950s–80s: Local and Transnational Exchanges”, Medical History, 64(2).
  • 3.Solidarty (Solidarnosc-Dayanışma Sendikası) 7 Ağustos 1980’de vinç operatörü Anna Walentynonicz’in Gdansk tersanesindeki işinden çıkarılması ile başlayan grev dalgası ile kurulmuştur. Solidarity’nin ekonomik talepleri kadar siyasi taleplerinin de aralarında bulunduğu 21 Talep Manifestosunun taleplerinden biri de bağımsız sendikalar kurulmasıdır. Solidarity adına Walesa ile yönetim arasında imzalanan Ağustos anlaşmaları sonucu 17 Aralık 1980’ de Bağımsız ve Özerk Dayanışma Sendikası (Solidarity) kurulmuştu. 1981 yılında 34 milyon nüfusa sahip Polonya’da Solidarity’nin üye sayısı 10 milyondur.
  • 4.Markowska ve Ignaciuk, s.32.
  • 5.Odrowaz-Coates, Anna (2015) “Gender Crisis in Poland, Catholic Ideology and the Media”, Sociology Mind, 5(5), s.31.
  • 6.Bu paragraftaki SSCB-Polonya araştırma istatistikleri için bkz. Bystydzienski, Jill M.(1989) “Women and Socialism: A Comparative Study of Women in Poland and the USSR.” Signs, 14(3).
  • 7.(PZPR-Polonya Birleşik İşçi Partisi- Polska Zjednoczona Partia Robotnicza) 1948 yılında Polonya Sosyalist Partisi ve Polonya İşçi Partisinin birleşmesiyle kurulmuştur. Birleşen her iki örgütün de kendi kadın seksiyonları bulunmakta ve birleşene kadar Kadınlar Ligi’nde birlikte çalışma yürütmekte ve zaman zaman rekabet etmektedirler.
  • 8.1945 yılında kurulan Kadınlar Ligi (kısaca Lig), Polonya’nın resmi merkezi kitlesel kadın organizasyonudur. Diğer Doğu Blok’u ülkelerinde olduğu gibi parti ile birlikte ve parti önderliğinde hareket eder. İlk etapta 1945 yazında kurulan Sosyal ve Sivil Kadınlar Birliği (SOLK-Społeczno-Obywatelska Liga Kobiet) partiler arası bir oluşum olarak tasarlanır ancak o dönemki adıyla Polonya İşçi Partisi (Polska Partia Robotnicza, PPR), 1948 sonrası adıyla Polonya Birleşik İşçi Partisi (PZPR) örgüt içerisinde çok daha güçlü bir konumdaydı. SOLK, faaliyetlerine üç temel birim organize ederek başladı: Şehirdeki ev kadınları, kırsal alandaki ev kadınları ve işyerindeki kadınlar için çalışma planı çıkardı. Bu üç birimin kurulmasının ardından ise sendikalar ve Çiftçilerin Öz-Yardım Birliği içinde kadın birimleri ve konseyleri kurulur. Eş üyelik sistemi ile Lig bileşiminde Tarım Kesimi Kadın çalışması olan Kırsal Kesim Ev kadınları Çevresi (Circles of Rural Housewives), Kooperatifler Birliği Kadın Kolu, Askeri Personel Aileleri Yardımlaşma Kulüpleri, Ulusal Sendika Kadın Komisyonları da yer almaktadır. Partili olmayan kadınları da kapsayan Lig, aynı zamanda 1966-1983 arası faaliyet gösteren ve tüm kadın örgütlerini birleştiren Ulusal Kadınlar Konseyi bileşenidir. Lig Doğu Blok’unda sosyalizmin çözülüşünden sonra da faaliyetlerine devam eden ender organizasyonlardandır. Kendisine komünizm öncesi kökler bulmaya çalışarak komünist geçmişini unutturmaya çalışan Lig bugün, diğer kadın grupları akademide elitlerle çalışırken, ev kadınlarına yönelik çalışmalarına bu sefer AB fonları ile devam ediyor.
  • 9.UDKF (Uluslararası Demokratik Kadın Federasyonu) ile ilgili bkz. Feride E. Tetik “Soğuk Savaş ve Sosyalizmin Kadın Cephesi”, Gelenek, 157, Ağustos 2021.
  • 10.Grabowska, Magdalena (2017) “Bits of Freedom: Demystifying Women’s Acitivism under State Socialism in Poland and Georgia”, Feminist Studies, 43(1), s.153.
  • 11.A.g.e.
  • 12.Mishtal, s.135.
  • 13.Bu bağlamda yazıda kısaca kadın çalışması olarak ifade edilecektir.
  • 14.Helena Kozlowska, Jadwiga Ludwinska, Regina Kobrynska, Maria Kaminska, Pelegia Lewinska, Wanda Markowska, Edwarda Orlowska vs. Savaş öncesi Komünist Parti üyelerinden oluşan bu jenerasyonun ortak noktası yeraltı çalışmalarında bulunmuş, defalarca hapse girmiş, ikinci savaşta partizan mücadelesinde yer almış yahut Kızılordu ile birlikte savaşmış, hatta toplama kampına atılmış ve “çelikleşmiş” kadrolar olmaları. Daha sonra “Devrimin Teyzeleri” olarak adlandırılacak bu jenerasyon Bilim, Kültür, Propaganda, Parti Okulu sekreterlikleri, MK üyelikleri ve MK merkezi organlarda görev almışlardır. (Bkz. Jarska (2020) Büyük bir kısmı destalinizasyonla daha geri görevlere alınmış ve hatta yargılanmış, 1960’lar sona erdiğinde yerlerini yeni bir jenerasyon almıştır.
  • 15.Grabowska, s.156.
  • 16.Nowak, Basia (2004) Serving Women and the State: The League of Women in Communist Poland, Doktora Tezi: Ohio State University, s.86.
  • 17.Jarska, Natalia (2019) “Female Breadwinners in State Socialism. The Value of Women’s Work for Wages in Post-Stalinist Poland”, Contemporary European History, 28, s.474.
  • 18.Grabowska, s.157.
  • 19.Nowak, s.129.
  • 20.Fidelis, Malgorzata (2004). Equality through Protection: The Politics of Women's Employment in Postwar Poland, 1945-1956. Slavic Review, 63(2), s.314.
  • 21.Nowak, s.49.
  • 22.A.g.e.,52.
  • 23.A.g.e.,55.
  • 24.Lig iş yeri birimleri 1956’da Kadınlar Ligi’nin baskısı ile tekrar kurulacak ama 1966’da yeniden işyerlerinden çıkarılacaktır. 1981’de ise Partinin tekrar Merkez Komiteye bağlı bir Kadın Komisyonu kurduğunu ve lig üyeleri girişimi ile işyeri çalışmalarının tekrar başlatıldığını görüyoruz. Bir ara yüzün neden bu kadar çok şekil, bileşen ve format değiştirdiğini anlamak için Polonya tarihine yakından bakmak gerekiyor. Her türlü siyasal değişimin Lig bünyesine bu kadar yansıması çalışmalarda sürekliliğin kopması, her dönem yeni baştan bir şeylerin keşfedilmesi, Lig’ in üyeler nezdinde de inandırıcılığını kaybetmesine neden oluyor. Kadınlar giderek Lig’ i sadece devletin bir hizmet kurumu olarak algılayıp, sahiplenmiyorlar. Bir diğer deyişle özellikle parti güçsüzleştiği dönemlerde kadın çalışması yapısal değişime uğruyor, yapısal değişim nihai hedefe değil dönemin ihtiyaçları üzerine kurgulanıyor. Polonya 1951, 1956, 1970, 1976 ve 1986 yıllarında özellikle gıda maddelerinde fiyatlarda yükselişlerle senkronize eylem döngülerine sahip, bunların 1956, 1968, 1970 ve 1976 grev ve ayaklanmaların fitilini yaktığını görüyoruz. Kadın çalışması ise 1953, 1957, 1966, 1981 ve 1983 yıllarında yapısal değişimlere gidilmiştir.
  • 25.(Bierut’un halefi) Ochab’ın kısa yönetiminden sonra Genel Sekreter olan Gomulka, Stalin döneminde ‘ulusalcı sapma’ denilerek partiden tasfiye edilmiş, Stalin'in ölümünün ardından tekrar partiye kabul edilmişti. Kruşçev’ in 20.kongre gizli konuşmasının tüm ülke çapında halka açık toplantılarla, anlaşılmaz bir hevesle açıklandığı destalinizasyon sürecinin Polonya’ya; Poznan’da tüketim maddeleri fiyatları ve maaşların düşüklüğüne karşı başlayan grev dalgasının kolaylıkla geleneksel Rus düşmanlığı ile birleştiği bir ayaklanmaya mal olduğunu ardından Gomulka’nın Genel Sekreterliğe getirildiğini görüyoruz. Polonya’da destalinizasyon ve Gomulka’nın bu ‘yerli ve milli sosyalizmi’nin kadın çalışması açısından da milatlardan biri olduğunu düşünüyorum.
  • 26.Burada atlanmaması gereken bir süreç de, 1968 yaşanan (kimi kaynaklara göre anti-semitik tasfiye) parti kadrolarındaki kitlesel tasfiye dönemidir.
  • 27.Jarska, s.476-477.
  • 28.Fidelis, s.321.
  • 29.A.g.e., s.307.
  • 30.Nowak, s.52. Ayrıca ara yüzler söz konusu olunca, nereye, nasıl örgütlendiğin kadar önemli olan şeyin hangi taleplerle örgütlendiğin, bu talepleri ne kadar ileri örgütleyebildiğin olduğunu da geçerken bir kenara not etmek gerekiyor.
  • 31.Perkowski, Piotr (2017) “Wedded to Welfare? Working Mothers and the Welfare State in Communist Poland”, Slavic Review, 76(2), s.457.
  • 32.Fidelis, Malgorzata (2009) “Are You a Modern Girl? Consumer Culture and Young Women in 1960s Poland”, Gender Politics and Everyday Life in State Socialist Eastern and Central Europe içinde, s.176.
  • 33.Kemal Okuyan’ın Sovyetler Birliği’nin Çözülüşü Üzerine Anti-tezler (Yazılama Yayınları, 2011) kitabında yer alan tespitlerden birini burada Polonya’ya uyarlayarak tekrar etmek istiyorum. Polonya’da da, Marksizm Bilimler Akademisine, İdeoloji Propaganda Bakanlığına, Kadın sorununu kadın örgütlerine havale edecek, aydınlara müdahale etmeyecek, kilise ile hesaplaşmayıp, sadece arada sırada didişecek… Direk uygulamaya koyamadıkları, açıkça programlayamadığı başlıklarda, desteklediği bir dizi toplulukla toplumsal çalışma yapan (Aile Planlaması Topluluğu, Seküler Okul Topluluğu, Ateizmi Geliştirme Topluluğu vs), hedefsizliğin getirdiği uyuşukluk içinde, memnuniyetsizliklerden doğan ayaklanma, grev dalgaları ve kriz üstüne krizlerle boğuşan bir parti görüyoruz.
  • 34.Nowak, s.54.
  • 35.A.g.e., s.204.
  • 36.A.g.e., s.218.
  • 37.Bystydzienski, s.674.
  • 38.Jarska, s.474.
  • 39.Fidelis, s.180.
  • 40.Doğu Almanya ve Macaristan için bkz. Feride E. Tetik “Tahtını da Bahtını da Kendi Kuran Kadınlar. Reel Sosyalizm Deneyimlerinde Kadın Eşitlik ve Özgürlüğü” Gelenek, 156, Haziran 2021.
  • 41.Bystydzienski, s.682.
  • 42.Mazurek, Malgorzata (2011) “From Welfare-State to Self-Welfare: Everyday Opposition among Textile Female Workers, Lodz 1971-1981”, Gender Politics and Mass Dictatorship içinde, s.286.
  • 43.Yazı taslağı üzerinde yaptığımız fikir alışverişi sırasında Evrim Gökçe’nin yapmış olduğu bu tanımlamayı izniyle, burada kullanıyorum.
  • 44.Nowak, s.157-158.
  • 46.a. b. Solidarity (Solidarność) ile aktivizme başlayan Polonyalı bir kadının sözleri -aktaran Grabowska, s.166.
  • 47.Heinen, Jacquelin (1995) “Unemployment and Women's Attitudes in Poland”, Social Politics: International Studies in Gender, State & Society, 2(1), s.96,98.
  • 48.A.g.e., s.102.
  • 49.A.g.e., s.103
  • 50.Mazurek, s.298.

62 kaplumbağanın ölmesinin ardından: Denetimsizlik ölümlere yol açıyor, ceza kesme işlevsiz kalıyor / KAYA EMRE UZMAY-SOL

62 yavru deniz kaplumbağasının ölümü ve 71’ininse son anda kurtulması otellerin sorumsuzluğunun yanı sıra denetimsizliği de öne çıkartıyor. Öte yandan ceza kesme sisteminin etkinliği tartışma konusu. 

Dünya Korunma Birliği'nin standartlarına göre nesli kritik tehlikede bulunmasından dolayı koruma altında olan “iribaş deniz kaplumbağası” ya da caretta caretta yavrularının Antalya’da Port Nature Luxury Resort Hotel’in koyduğu şezlongların altında can vermesinin ardından yetkililer harekete geçmişti.

Başka bir otel olan Orange County Resort Hotel’in koyduğu yürüme bandının altındansa 71 kaplumbağa daha çıkarken Ekolojik Araştırmalar Derneği’nin (EKAD) çabaları sonucunda bulunan yavrular son anda kurtulabilmişti.

Orman Bakanlığı’nın deniz kaplumbağalarının korunmasına ilişkin genelgesini imzalamak o bölgede faaliyet göstermek için zorunlu bir taahhüt. Eğer yasal süreç olması gerektiği gibi işlerse 2021-2022 yılı için belirlenen Av ve Yaban Hayvanları Tazminat Bedelleri'ne göre, 62 yavrunun öldüğü otele 992 bin lira ceza kesilmesi gerekiyor. Ancak kaplumbağaların ölüm tehlikesinden son anda döndüğü Orange County Resort Hotel için aynı ceza söz konusu olmayacak.

Öte yandan otellerin kullandıkları kumsallara ilişkin uygulamaları gereken yönetmelikler olmasına rağmen bunların uygulanmadığı gözlemlenirken konuya ilişkin denetimlerin nasıl yapıldığıysa merak konusu oldu.

Port Nature Luxury Resort Hotel'den görüştüğümüz bir yetkiliyse bize olayın gerçekleştiğinden haberleri olmadığını ifade ederek "burada böyle bir şey olmadığını" öne sürdü.

Kaplumbağaların kurtarılması alanında uzun süredir çalışma yapan EKAD Başkanı ve Hacettepe Üniversitesi’nde akademisyen olan Ali Fuat Canbolat, yavrulara yapılan müdahaleler ve sürecin nasıl işlemesi gerektiğine ilişkin sorularımızı yanıtladı.

Plajların otellere ait olmadığını, plajların ve kumsalların hepsinin kamuya ait olduğunu hatırlatan Canbolat, “Oteller sadece geçici olarak orayı kullanıyor, yıllık olarak bir bedel ödüyorlar. Otel kumsala sahip değil” dedi.

Kendilerinin alanda doğal yaşama ilişkin 23 yıldır çalışma yürüttüğünün altını çizen Canbolat, “Emin olun o tesisler bizden sonra geldi oraya. Biz daha öncesinde var olduğunu biliyoruz, onlarda geldiğinde var olduğunu biliyorlardı.” ifadelerini kullandı.

Kaplumbağa yavrularının şezlong altında öldüğü plajın Özel Çevre Koruma Bölgesi olduğunu ifade eden Canbolat, “bu yüzden bir tesis yapılırken ÇED raporu hazırlamak zorundalar. ÇED raporu hazırlanırken oranın kaplumbağa yuvalama alanı olduğu zaten gözüküyor.” diyerek kaplumbağaların oraya yumurtladıklarının zaten bilindiğini ifade etti.

Plajı kullanacak otellerin raporla birlikte kaplumbağalara zarar vermemek için çaba göstermeyi beyan ettiklerine dikkat çeken Canbolat şunları kaydetti:

“Burada bir umursamazlık var. ‘Yapsak da aynı, yapmasak da aynı’, ‘Yapmasak ne oldu? Biz alanımızı genişletiriz’ deniliyor genel olarak. ‘Kaplumbağa yuvası var ama 5 metre daha aşağı inebilirim’ diyor mesela, hayır inemezsin. Ama bunun karşılığında bir cezai işlem olmayınca iniyor, bakıyor yanındaki adam inmiş, ‘ben niye inmeyeyim’ diyor. Karşılık bulmuyor yapılan yanlışlıklar.”

65 metre şartı ihlal ediliyor: Şezlonglar 5 metreye kadar yaklaştırılmaya başlandı

Normalde kaplumbağa yumurtlama alanlarının korunması için çıkartılan genelgelere göre kumsalların kullanımında 65 metrelik alanı kaplumbağalara bırakmak zorunda olduklarını söyleyen EKAD Başkanı, “Çünkü onların yuvalama alanı orası, ondan itibaren kullanın diyoruz insanlara, hiç kullanmayın demiyoruz.” dedi.

Yuvaların yüzde 95’inin 35 metre içerisinde olduğunu ifade eden Canbolat, “en azından 35 metrelik alanı çok iyi bir şekilde koruyalım diyorum 35 metreyi de geçtik, insanlar artık şezlongları gölgelikleri denize 5 metreye kadar yaklaştırmaya başladı.” dedi.

En ufak bir zararda kaplumbağa nüfusu ağır zarar görüyor

Zaten doğada normal şartlar altında bin yumurtadan sadece iki ya da üç tanesi erginliğe ulaştığını söyleyen Canbolat, “Bir de insanların verdiği zarar buna eklendiği zaman bu binde bir bile zarar verse popülasyonun 3’te birini azaltır.” dedi.

Sadece yumurtaların değil, ergin kaplumbağaların da korunması gerektiğini söyleyen akademisyen, kaplumbağalara en çok verilen zararın iki yönden kaynaklandığına dikkat çekti. Bunların ilkinin balıkçılık olduğunu söylerken, ikinci nedeninse “habitat kaybı” olduğunu, yani ihtiyaç duydukları kumsalların kaybıyla hayvanların yuva yapamayacak duruma gelmesi olduğunu ifade etti.

‘Yumurtadan neden çıkmadı diye gidip açtığımızda bulduk o yuvaları’

İlk otele kontrol için gittiklerinde birinde ölüleri gördüklerini ifade eden Canbolat, “diğerinde canlılar vardı. Biz tesadüfen kontrole gittik, canlı halde bulduk yavruları. Bir gün sonra gitseydik o yavrular da ölü olarak çıkacaktı muhtemelen.” dedi.

Kaplumbağa yumurtalarının kuluçka süresinin 42 günle 65 gün arasında olduğunu ifade eden Canbolat “65 gün sonra bu yuvalardan yavru çıkmıyorsa bir sorun var diyoruz gidip kontrol ediyoruz” dedi. Yavruların yumurtadan çıktığından haberdar olmalarının ancak ikinci oteldeki yürüme bantlarını kaldırdıkları zaman ortaya çıktığını söyleyen Ali Fuat Canbolat, “Biz sadece neden çıkmadı diye gidip açtığımızda bulduk o yuvaları” dedi.

‘Bu mevzunun Don Kişot’u gibi hissediyoruz’

Kaplumbağaların yumurtladıkları alanların takibinin EKAD dışında gerçekleşip gerçekleşmediği sorusunaysa, “Bu mevzunun Don Kişot’u gibi hissediyoruz, elini taşın altına sokması gereken bir sürü insan varken birileri çıkıyor Don Kişot’luk yapıyor.” cevabını verdi.

Otel yetkilisi: ‘Otelimizde ölü kaplumbağa yok, olsa haberimiz olurdu’

Öte yandan 62 kaplumbağanın kullandığı kumsalda öldüğü Port Nature Luxury Resort Hotel yetkililerine telefonla ulaşmaya çalıştığımızda ilginç bir yanıt aldık. Otele dair görüştüğümüz yetkili kaplumbağa yumurtalarına ilişkin “burada böyle bir şey olmadığını” ifade ederken “Ölüm mölüm olsa otelde iki bin kişi var, haberimiz olurdu” dedi.

Konuya ilişkin otelin genel müdürüyle görüşme taleplerimizse orada bulunmadığı gerekçesiyle olumsuz yanıt bulurken kendisine ulaşmak için önerdiğimiz diğer yollarsa reddedildi.

Asıl sorun: Otellerin kullandıkları alanlar denetlenmiyor, ceza yeterli olmuyor

Konuya ilişkin devletin takip politikasının neden işlemediği konusunda sorularımızı Anayasa Mahkemesi Eski Raportörü Ali Rıza Aydın’a yönelttik. Aydın, “Kimi yerlerde görevliler ceza kesmekten kaçınıyor, bu çok yaygın baskı sonucu çekiniyorlar. Ceza kesilen yerlerdeyse işletmeler cezayı ödemeyip zaman zaman ortaya çıkan af kanunlarından faydalanıyor.” dedi.

Ceza kesmenin konun çözümü için yeterli olmadığına dikkat çeken Aydın, “Sürekli her yıl ihlallerin devamı ortaya çıkıyor.” dedi. Benzer durumlarda Turizm Bakanlığı ve Orman Bakanlığı’nın eşgüdümle hareket etmesinin zorunlu olduğunu belirten Aydın, “Orman Bakanlığı sahilleri denetleyecek ama Turizm Bakanlığı da işletmeleri denetlerken bu konuya gönderme yapmalı” dedi.

KAYA EMRE UZMAY-SOL

                                                                          ***

Caretta caretta yavrularının ölümüne neden olan otellere 3 ayrı soruşturma - SOL

Belek'te kumsala ahşap yürüme bantları koyan ve 62 caretta caretta yavrusunun ölümüne neden olan oteller hakkında 3 ayrı soruşturma açıldı.

Nesli tehlike altındaki caretta carettaların Akdeniz'deki en büyük yaşam alanlarından Antalya Belek'te, yumurtadan çıkan 60'tan fazla yavru deniz kaplumbağası, bir otelin kumsala koyduğu ahşap yürüme bandının altında sıkışarak ölmüştü.

DHA'nın haberine göre, yavru deniz kaplumbağalarının ölümüyle ilgili Port Nature Luxury Resort Hotel ve Orange County Resort Hotel hakkında adli ve idari 3 ayrı soruşturma başlatıldı.

Serik Cumhuriyet Başsavcılığı, söz konusu iki otele yönelik 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu kapsamında adli ve idari işlem başlattığını açıkladı. Özel Çevre Koruma Bölgesi (ÖÇK) olması nedeniyle Antalya Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü'nce açılan soruşturma kapsamında iki kişiden oluşan ekip, iki otele de giderek inceleme yaptı ve rapor hazırladı.

Ölen her bir caretta caretta için ceza kesilmeli

Çevre Kanunu kapsamında iki otele idari para cezası verilmesi gündemde. Yaban hayatı açısından da Doğa Koruma ve Milli Parklar (DKMP) Antalya Şube Müdürlüğü'nden iki kişilik ekip otellerde inceleme yaparak tutanak tuttu.

2021- 2022 yılı için belirlenen Av ve Yaban Hayvanları Tazminat Bedelleri'ne göre ölen her bir caretta caretta için 16 bin TL tazminata hükmedilmesi gerekiyor. DKMP'nin yaptığı çalışma sonunda, 62 caretta yavrusunun öldüğü otele 992 bin TL ceza kesilmesi gündemde. Ayrıca DKMP yetkililerince, iki otele de sezon başında deniz kaplumbağalarının korunması genelgesinin imza karşılığında teslim edildiği de ortaya çıktı. 

Kumsal Akdeniz'deki en büyük yuvalama alanı konumunda

Dünya Doğa Koruma Birliği'nin (UICN) raporuna göre, nesli tehlike altındaki türlerden caretta caretta türü deniz kaplumbağaları, dünyada en çok Akdeniz kıyılarında, Akdeniz'de ise Türkiye kıyılarında yuvalama yapıyor. Türkiye'de ise yıllık 2 bini aşkın yuvanın oluştuğu Antalya'daki Belek sahili olarak adlandırılan Kundu- Denizyaka arasındaki 30 kilometrelik kumsal hem Türkiye hem de Akdeniz'deki en büyük yuvalama alanı konumunda bulunuyor.

(SOL-28/08/2021)

                                                                ***

Caretta sahilinde 5 yıldızlı katliam-SOL

Antalya Belek'te yumurtadan çıkan 60 caretta caretta yavrusu, 5 yıldızlı bir otelin sahile koyduğu ahşap yürüme yoluna sıkışarak can verdi. Tepki çeken olayla ilgili soruşturma başlatıldı.

Nesli tehlike altındaki caretta carettaların Akdeniz'deki en büyük yaşam alanlarından Antalya Belek'te, yumurtadan çıkan 60 yavru deniz kaplumbağası, bir otelin kumsala koyduğu ahşap yürüme bandının altında sıkışarak öldü.

Caretta caretta türü deniz kaplumbağaları, dünyada en çok Akdeniz kıyılarında, Akdeniz'de ise Türkiye kıyılarında yuvalama yapıyor. Türkiye'de ise yıllık 2 bini aşkın yuvanın oluştuğu Antalya'daki Belek sahili olarak adlandırılan Kundu- Denizyaka arasındaki 30 kilometrelik sahil kesiminin önemli bir bölümünde ise oteller nedeniyle yoğun sahil faaliyeti bulunuyor.

DHA'nın haberine göre Ekolojik Araştırmalar Derneği'den (EKAD) yapılan açıklamada ise yuvalama kumsallarında karşılaşılan kronik sorunların başında tesislerin yuvalama sezonu olan mayıs- ekim içerisinde yaptıkları kumsal düzenleme faaliyetlerinin geldiği belirtildi. Açıklamada, Covid-19 pandemisi nedeniyle geç açılan turizm sezonunda, işletmelerin kumsal düzenleme, şemsiye ve şezlong yerleşimi gibi çalışmalarını yuvalama sezonu içerisinde yaptığı ve bu çalışmaların kaplumbağa yuvalarına zarar verdiği vurgulandı. 

Olayla ilgili soruşturma başlatıldı.

(SOL-27/08/2021)