Tartışmalı yazı: 'Asiye Nasıl Kurtulur?'
'Ben de kurtuldum işte, ben de öğrendim artık bu düzende yaşamanın sırrını: KADER deyin uyutun, PARA verin susturun, ZORA koyun çektirin…'
Geçen haftaki yazıda modern zamanların kölelerinden bahsetmiştim. İnsan ticareti adıyla tanımlanan bu suçun küresel düzeydeki yerleşikliği ve yaygınlığını aktarmıştım. Modern köleliğin üzerine kurulduğu farklı sömürü alanları olduğundan da söz etmiştim ve “zorla çalıştırma” kavramını biraz deşmiştim. Bu hafta ise modern köleliğin baskın biçimi olan, yüzlerce yıldır farklı üretim ilişkileri içerisinde devinerek çağımıza kadar gelmiş, ve insanın insana edebileceği en alçak şeylerden, en ağır sömürü biçimlerinden olan cinsel sömürü ve istismardan bahsedeceğim.
Konu ağır, yazması, konuşması kolay değil, ancak bundan elli yıl önce tam da bu başlığı hayranlık uyandıran bir estetikle, sansürlenmemiş bir bilinç ve sınırlanmamış bir öfke ile bizlere aktarmış ustalıklar var. Bu ustalığı on beş yıl sonrasında, bir kat daha zenginleştiren, benzeri bir incelikle bilinci ve öfkeyi derinleştiren ve kalıcılaştıran başka bir eser de var. Ben bu yazıda derdimi anlatmak için işte bu Ustalardan yardım alacağım.
Vasıf Öngören’den ve 1970 yılında kendi rejisiyle ilk kez Ankara Birliği Sahnesinde sahnelenen, “Asiye Nasıl Kurtulur?” tiyatro oyunundan; Atıf Yılmaz’dan ve onun yönetmenliğini yaptığı Barış Pirhasan’ın Öngören oyunundan senaryolaştırdığı 1986 yapımı “Asiye Nasıl Kurtulur?” filminden bahsediyorum1.
Tiyatro oyununu adlandırırken, Öngören “tartışmalı oyun” alt başlığını not eder, oyunda “epik tiyatro” eseri boyutu olduğunu hatırlatır. Atıf Yılmaz’ın kurgusunda da, Barış Pirhasan’ın senaryosunda da benzer bir anlatım dili vardır. Yani izleyiciyi koltuğunda rahat bırakmayan, oyunun/senaryonun gerçekliğine ya da fantastikliğine kapılmasına izin vermeyen, omuzlarından sarsarak izlemesine, gözlemesine zorlayan, içine katan, soru soran, yanıt bekleyen bir anlatım dili. Bertolt Brecht’in dili olarak anılır, siyasallaştırıcı, örgütleyici ve dönüştürücüdür.
Asiye Nasıl Kurtulur?’u gençlik yıllarımda hem tiyatro sahnesinde, hem de sinemada izledim. Her iki deneyimden de bende kalan, içimi ürperten bir keşfetme, uyanma duygusu, aklımı ateşleyen bir öfke, harekete geçmeye iten bir sabırsızlık hali olmuştu. Modern zamanların köleliğini konuşurken sizlerle de bu halleri paylaşmak istedim. Ben de kendimce bir “tartışmalı yazı”ya niyetlendim. Neyseki bu ülkenin ilerici toplumcu bir sanatsal birikimi var da onlara başvurabildim, yoksa bende ne böyle bir edebi yetenek ne de iddia var.
Hazırsanız başlayalım.
Önce kısaca konudan bahsedelim. “Fuhuşla Mücadele Dernekleri Genel Başkanı” pek sayın Seniye Gümüşçü hanımefendi Asiye isimli bir kadından “orospuluktan” ve fuhuş belasından
nasıl kurtulduğunu bizzat anlatmak istediğini söyleyen bir mektup almıştır. Asiye, hayırsever dernek başkanımızı kurtuluş hikayesini dinlemek üzere bulunduğu geneleve davet etmiştir.
Seniye Hanımcığımız yanına derneği foncusu olan bir başka hanımefendiyi ve korumalarını da alarak mektuptaki adrese gelir. Asiye’nin deneyiminin, bu sefil mekanda, içler acısı durumdaki zavallı kadınlara örnek olması, değerli derneklerinin de bu kurtuluştan pay kaparak kalkınması hevesindedirler.
Bu seçkin ziyaretçileri genelevin eşcinsel pezevengi Selo, tüm “efendiliğini” takınıp karşılar. Kadınlar da edepli davranmaları konusunda sıkıca uyarılırlar. Tam bu sırada elinde bavuluyla, gençten güzel bir kadın genelevin avlusundan girer, onun gelişi telaşta araya kaynar.
Yeni gelen dahil tüm kadınlar ziyaretçilere kendilerini tanıtır, ancak ziyarete sebep olan Asiye aralarında yoktur. Ancak yine de Seniye Hanım kalmakta ısrarcıdır, nitekim kadınların bu hayattan kurtarılabileceğine inancı tamdır.
Selo ve kadınlar bu sayın hanımefendiye kim olduklarını, durumlarını, gerçeklerini anlatmaya çalışırlar önce:
“Biz aşk satarız
Sermayedir etimiz
Biz aşk satarız
Emeğimiz terimiz
Artık aşk paradır
Gönlümüzde yaradır
Alnımızda karadır
Bizim gibiler için
Biz et satarız
Körelmiştir duygumuz
Biz et satarız
Budanmıştır sevgimiz
…
Sevgi satarız
İncinmiştir duygumuz
Sevgi satarız
Kırılmıştır kalbimiz
…
Biz çok biliriz
Çok gördük çok geçirdik
Biz çok biliriz
Çok vartalar atlattık
Artık can günüdür
Davranmayan delidir
Savaşmayan ölüdür
Bizim gibiler için”
Sermayenin Türküsü, V. Öngören 1970.
Seniye Hanım ikna olmaz, Asiye’nin kurtuluş öyküsünü konuşmakta ısrarcıdır. Bunun üzerine bizimkiler bir oyuna başlarlar. Selo der ki: “madem buraya kadar geldiniz hamfendi buyrun siz kurtarın Asiye’yi” biz bir oyun kuralım, “zurnanın zırt dediği yerde” siz gireceksiniz devreye.
Ve oyun başlar.
Asiye’nin anne babası köylerinden daha iyi yaşam umuduyla kente göç etmiş bir çifttir. Baba daha Asiye bebekken inşaatta düşüp ölür, çaresiz anne Zehra, kaçak göçek orospuluğa başlar. Asiye artık lise çağına geldiğinde birgün annesi, yattığı adamlardan birinin ona ev açmaya karar verdiğini söyler. Ancak adamın şartı Zehra’nın yalnız gelmesidir.
Zurna ilk zırtını çalmıştır. Gözler Seniye hanıma döner. Şimdi ne yapsındır Asiye?
Eğitim şart elbette. Seniye Hanım için ilk soru kolay çözülür. Asiye eğitimine yatılı devam edecektir, eder de. Kadın okul müdürünün de desteği ile okulunu bitirir.
Zurnamız yine küçük bir zırt eder ama Seniye hanım için bu da kolay bir sorundur. Elbette mezuniyet sonrası, yaşı da geldiğine göre, evlenerek hayatını kurtaracaktır. Nitekim hemen talibi de çıkar. Ancak annesi Zehra’nın geçmişini öğrenen aile nişanı bozar. Asiye çaresizliklere düşer, müdürün evinde sığıntı gibi yaşamaya devam eder. Tam bu sıra, bir zarif kahraman olarak müdürün yeğeni beliriverir. Asiye’nin güvenini ve sevgisini kazanır, birlikte yaşamaya başlarlar. Seniye Hanım, işte bu sefer evlenip kurtulacak bizim kız diye heyecanlanır. Fakat bu zarif beyefendimiz zaten evlidir. Karısından bıkmıştır, mutsuzdur ve Asiye’ye sığınmıştır. Gerçek ortaya çıkar, Asiye yıkılır, müdür ise onu “anası gibi edepsiz” olmakla suçlayarak evinden kovar.
Bu kez başıboş, beş parasız biçimde sokaklara düşmüştür Asiye. Zurna artık bas bas zırtlamaktadır. Seniye Hanımın bilgiçlikleri başlar. Ekonomik özgürlük kadının en önemli silahıdır, Asiye bir iş bulmalıdır. Haklıdır, doğrudur.
Asiye bir süre, küçük ölçekli, geçici hizmet işlerinde şansını denedikten sonra nihayet bir tekstil atölyesinde iş bulur. Ancak bu kurtuluş da uzun sürmez, atölyede ustabaşı Asiye’nin kimsesizliğinden cesaret alarak köşeye sıkıştırıp taciz eder. Fabrika müdürüne adamı şikayet ettiğinde, Asiye’nin kendisini suçlu bulup kapı önüne koyarlar. Ee, bir kimsesiz kadının sözünü dinleyip koskoca ustabaşını hattan alıp üretimi aksatacak değillerdir ya.
Aylarca iş arayan Asiye iş bulamaz. Aç kalır, açıkta kalır. Kendi sözleriyle anlatır bize (ve Seniye Hanıma) durumu:
“İlk aklıma gelen
Anamın eski evi oldu.
Güneş sokağında madam Eleni
Gözleri parladı moruğun
Anlayınca niyetimi
Hemen anlaştık
Buldum böylece
Başımı sokacak bir deliği” (Öngören, 1970, s. 57)
Asiye de artık orospu olmuştur. Seniye Hanım ilk kez çözüm bulamaz, tıkanır kalır ve “böyle yaşamaktansa öl bari” diye isyan eder öl bari!..
Neyseki bizimkilerin yanıtı hazırdır bu densizliğe karşı:
“Her taraftan tıkadınız yolumu
Yoksullukla bağladınız kolumu
İstemeden seçtirdiniz sonumu
Şimdi kolay sayın bayan Öl demek” (Öngören, 1970, s. 57)
Asiye ölmez, yaşama direnir, annesini de bulur çıkarır. Zehra, Asiye’den ayrılmak istemediği için kendi evlerini açarlar. Asiye çalışır, Zehra pezevenkliğini yapar. Bir süre sonra ana kız, olay çıkartan müşterilerden korunmak için mahalleden bir kabadayıyı dost tutarlar. Yıllar geçer, Asiye yıpranmış, müşteriler azalmış, kabadayı da mızırdanmaya başlamıştır. Zehra, müşteriler arasından Asiye’ye hayran, zengin bir adamı kafalar. Adam Asiye’ye ayrı bir ev açacaktır. “Dost”un planlardan haberi yoktur, öğrendiğinde ise zengin müşteri ile Zehra’yı sokak ortasında öldürür. Asiye bu itiş kakışta arada kalmış, ölümden dönmüştür. Ortada da zenginden kalan bir bavul dolusu başıboş para durup durmaktadır.
Yine gözler kulaklar Seniye Hanım’da, ve dolayısıyla biz izleyicilerdedir. Ne yapsın, nasıl yapsın Asiye?
Genelevin kadınları henüz hala Zehra’ nın yasındadır:
“...
Geçti mi birkez yaşın
Böl’olur orospu sonu
Yor kafayı düşün taşın
Var mı bunun çıkar yolu
Güpegündüz kurşun ile
Bu nafile düzen ile
Töre, ahlak kanun ile
Seçtirdiler sonumuzu”
(Orospunun sonu Öngören 1970)
Oysa, Fuhuşla Mücadele Derneği Genel Başkanı Hanımefendimizin bu kez gerçekten gözleri parlar, soru bildiği yerden gelmiştir. Zehra’yı unutmuştur, Asiye’nin kurtuluşu derdindedir, tereddütsüz yanıtlar: alsın meftanın parasını, “sermaye yapsın” ama illa “iyi bildiği bir işe yatırsın”.
Selo, bu ikiyüzlü pişkinliği alaya alır:
“Bravo hamfendi… Asiye’ye gerçek bir kurtuluş yolu gösterdiniz.
Asiye’nin hayatını doğruladığınız gibi, kendisine mümkün olan, kurtuluş
yolunu da gösterdiniz. Sayın seyircilerimizin huzurunda, sizi tebrik ederim.
(Seyircilere) İşte sayın seyirci, sayın hamfendinin, Asiye’ye gösterdiği tek
kurtuluş yolunu seyrediyorsunuz… (Öngören, 1970, s. 109-110).”
İşte oyunumuzun sonu da böylece gelir. Asiye eline geçen parayı “sermaye” yapar, genelevi satın alır, içindeki kadınları, esnafı, pezevenk Selo’yu kapıya koyar. Yeni “iş”ler yatırımlar peşine düşer. Bir de bakarız ki, meğer oyunun başındaki eli bavullu yeni gelen, Asiye’nin ta kendisiymiş ve şimdi de Asiye, Seniye Hanım kopyası olmuştur. Onun giysilerine, tavırlarına bürünmüştür.
Asiye, bu “kurtuluş”tan şaşkına dönmüş Seniye Hanımın koluna girer tek tek anlatır durumu:
“Ben de kurtuldum işte
ben de öğrendim artık
bu düzende yaşamanın sırrını
karınların nasıl doyduğunu
Sırtların nasıl pekleştirildiğini
yarın korkusu olmadan
Kimlerin yaşayabildiğini
nasıl yaşayabildiğini
biliyorum artık.
Bu düzende yaşamanın sırrı:
Yoksulları KADER deyin uyutun,
Uyananı PARA verin susturun,
Susmayanı ZORA koyun çektirin,
Böyle gelmiş böyle gitsin sürdürün.
Davrananı yok edin
Direneni gebertin
Ezin vurun öldürün
Devam etsin bu hayat.”
(Öngören 1970)
İşte böyle. Peki şimdi de ben sorayım. Sizce nasıl kurtulur Asiye?
- 1.Aslında Vasıf Öngören’in oyununu Atıf Yılmaz’dan önce 1973’te yönetmen Nejat Saydam, Safa Önal’ın senaryosuyla filmleştirdi. Ancak, Türkan Şoray’lı, Asiye, tipik bir Yeşilçam melodramı olarak kaldı. Bu yüzden bu yazının içeriği dışında bıraktım.
- ***
Ücretlendirme politikaları ve çalışma koşulları kötüleştikçe, güvencesizlik ve esnekleşme yaygınlaştıkça içinde bulunduğumuz çalışma rejimleri için “ücretli kölelik düzeni” tanımlaması yapılıyor. Bu, aslında bir benzeştirme tanımlaması, yani çağdaş kapitalist üretim ilişkilerinde feodalizm dönemini de önceleyen kölelik düzeni benzeri ilişkilerin, baskının ve zorlamanın görüldüğüne ilişkin bir önermedir.
Oysa aslında çağımızda önermeye, benzeştirmeye gerek duyulmayacak düpedüz kölelik biçimleri var dünyada. 21. yüzyılda, öyle ücra yerlerde kıyılarda köşelerde de değil, küresel ölçekte, hemen tüm kapitalist ülkelere yayılmış biçimde adına açıktan “modern kölelik“ denen bir olgu var.
Diğer bir adı insan ticareti (İngilizcesi, trafficking in human beings ya da trafficking in persons). Son haftalarda yer aldığım bir çalışmada bu işin dünya ölçeğinde verilerine ve raporlarına başvurmam gerekti ve bu sayede küresel ölçekte nasıl bir karanlığın içerisinde olduğumuz gerçeği bir kez daha çöktü üzerime.
Birleşmiş Milletlerin ve Avrupa Konseyinin kendi bağlı birimlerinde de kullandıkları biçimiyle, bu işin tanımı şu:
“İnsan ticareti, sömürü gerçekleştirmek niyetiyle, tehdit, baskı, cebir veya şiddet uygulayarak, nüfuzu kötüye kullanarak, kandırmak veya kişiler üzerindeki denetim olanaklarından veya çaresizliklerinden yararlanarak rızalarını elde etmek suretiyle kişileri tedarik etmek, kaçırmak, bir yerden başka bir yere götürmek veya sevk etmek ya da barındırmak anlamına gelir.”
Bu tanımda yer alan “sömürü” kavramının içerisine, zorla çalıştırmak, hizmet ettirmek, kölelik ve kölelik benzeri durumlar, cinsel sömürü, zorla evlendirmek, dilendirmek, zorla savaştırmak ya da vücut organlarının verilmesine zorlamak gibi eylemler giriyor.
İnsan ticareti, bu ortak tanım kapsamına giren eylemler bakımından tüm dünyada bir “suç” olarak tanımlanmış. Interpol açıklamalarına göre bu suç, uyuşturucu ve silah ticaretinin ardından, milyar dolarlar düzeyinde paranın döndüğü dünyanın üçüncü büyük organize suçu durumunda. Türkiye’de de var bunun karşılığı, TCK’nın 80. maddesi insan ticareti suçunu tanımlıyor, sekiz yıldan on iki yıla kadar da ceza biçiyor.
Güncel verilere göre Dünyanın 189 ülkesinde, 156 bin 330 insan ticareti vakası tespit edilmiş durumda. Bu vakaların yarısı cinsel sömürü vakası, yüzde 38’i ise zorla çalıştırma ile emek sömürüsü.
İnsan ticaretinde her tür sömürünün gerçekleştiği en çok vaka bulunan ülke ABD, ikinci sırada da Rusya var.
Verilere bakıldığında sömürü türlerinde ikinci sırada yer alan “zorla çalıştırma”nın son on yılda düzenli bir biçimde niceliksel olarak arttığı ve oransal payının yükseldiği ortaya çıkıyor.
Sektörlere göre konuşmak gerekirse, ilk sırada tüm dünyada ev hizmetlerinin, yani hasta, yaşlı, çocuk bakımı, temizlik, yemek gibi işlerde zorla çalıştırılanları görüyoruz. Ev hizmetlerini, inşaat, tarım hayvancılık, imalat (özellikle tekstil ve konfeksiyon) ve konaklama hizmetleri takip ediyor.
Ben bu “zorla çalıştırma” ile emek sömürüsü konusunu biraz daha deşmek istiyorum. Yine önce uluslararası düzeyde kabul edilmiş tanıma bakalım.
Buna göre zorla çalıştırma (forced labour): “Kişiye gönüllü olarak istihdam edilmediği bir iş veya hizmetin bir ceza tehdidi altında zorla yaptırılması” olarak açıklanıyor.
Tanımda yer alan iş veya hizmet, formel ya da enformel her sektör, sanayi, eylemde gerçekleşebilir. Ceza tehdidi ile kastedilen ise, bir kişiyi zorla çalıştırma yönünde uygulanan geniş kapsamlı eylemlerin tümünü kapsıyor ve yine tanımda geçen “gönüllü olmama hali”nde de aldatma, kandırma ve zor kullanarak rızası alınmış olmak anlatılıyor.
“Zorla çalıştırma” eylemi de evrensel bir suç, insan ticaretinden çok daha hafif hapis cezası tanımlanmakla birlikte onun da TCK’da karşılığı var, 117. madde ile.
Suçlar tamam ama, nasıl tespit edilecekleri konusunda tanımlamalar biraz muğlak. Derine inmeye devam ediyorum.
Uluslararası Çalışma Örgütü-ILO, emek sömürüsü (zorla çalıştırma) amaçlı insan ticareti mağdurlarının tespit edilmesi için bir rehber oluşturmuş durumda. Buna göre insan ticareti yönünden potansiyel taşıyan durumlarda işçilerin zorla, aldatmayla ya da çaresizliklerinden yararlanarak işe alınıp alınmadıklarına; çalışma koşullarında ağır sömürü faktörlerinin olup olmadığına; söz konusu işten ayrılmalarını engelleyecek herhangi bir zorlama ya da çaresizlikten yararlanma durumu olup olmadığına bakılmasını öneriyor.
Çaresizlikten yararlanma, borçlandırma, zorlama, tehdit, aldatma, ağır çalışma koşulları, düşük ücret, uzun çalıştırma. Oldukça tanıdık olduğumuz olgular değil mi?
Avrupa Birliği üyesi ülkelerde yapılan bir çalışmada tespit edilmiş insan ticareti vakaları ile ilgili raporlara bakıyoruz, bu sefer de başka tanıdıklar var.
Bu evrensel suçun mağdurları ağırlıkla yoksulluk ve yoksunluk içindeki emekçiler, dil bilmeyen, evlerinden yurtlarından ayrılmak zorunda bırakılmış çaresizlik içerisindeki göçmenler. Tespit edilmiş vakalardaki faillere bakıyoruz, serbest piyasanın esnek fırsatlarını sonuna kadar değerlendiren, küçük ölçekli, örgütsüz, güvencesiz, standart dışı istihdam biçimlerini kullanan patronlar. Öte yandan tabi bir de bu sermaye gruplarına aracılık yapan, alet olanlar var: özel istihdam büroları, aracılar, taşeronlar, fason üretim zincirlerinin aracıları.
Tek başına Türkiye örneğine bile baksak, serbest piyasa ekonomisinin tanımladığı çalışma ilişkilerinin nerede bitip “insan ticareti” suçunun nerede başladığını ayırt etmek zor. Tüm dünyada “ücretli kölelik” ile “modern kölelik” iç içe geçmiş, “tacirleri” kol kola girmiş durumda.
Diğer taraftan, içinde bulunduğumuz zamanların, tüm dünyada emekçilerin salgını olarak yaşanan pandemi sürecinin, savaşların ve onun dayattığı göçlerin her düzeyde ve biçimde sömürüyü artıracağını ve derinleştireceğini görmek ise hiç zor değil.
Bize düşen, modern zamanların kölelik düzenini geride bırakıp savaşsız sömürüsüz günlere yürümek.
(Burçak Özoğlu / SOL)