18 Ekim 2022 Salı

BELLEK (18 EKİM )

 


OLAYLAR:

  • 1851 - Moby Dick, ABD'de yayımlanmasından bir ay önce The Whale (Balina) adıyla İngiltere'de yayımlandı.
  • 1867- ABD, Alaska’yı Rusya’dan 7,2 milyon dolar karşılığında  alarak topraklarına kattı. Alaska, 1867’de Abraham Lincoln döneminin ABD Dış İşleri Bakanı William Seward tarafından 7 milyon 200 bin dolar karşılığı Rus’lardan satın alındı. Bu ticaret sonrası William Seward halktan büyük tepki çekti. Çünkü buzlarla kaplı bir araziye bu kadar para verilmesi herkesi rahatsız etmişti. Hatta Alaska’ya “Ahmak Seward’ın buz kutusu” denildi. Ama çok değil bir kaç yıl sonra, o değersiz arazilerde çok yüksek oranda altın bulundu.
  • 1872- Teodor Kasap tarafından Hayal adlı mizah dergisi yayınlanmaya başlandı.
  • 1892 - Chicago ve New York arasında ilk uzun telefon hattı açıldı.
  • 1898 - ABD, Porto Riko'nun sahibi oldu.
  • 1908 – Belçika Kongo Hür Devleti’ni ilhak etti.
  • 1912 - Trablusgarp Savaşı'nı sona erdiren Uşi Antlaşması imzalandı.
  • 1920 - Türkiye Komünist FırkasıAnkara'da resmen kuruldu.
  • 1922 - İngiliz yayın kuruluşu BBC (British Broadcasting Company, sonradan British Broadcasting Corporation) kuruldu.
  • 1924 - TBMM'nin yeni binası hizmete açıldı.
  • 1936 - AtatürkAnkara Hipodromu'nda at yarışlarını izledi.
  • 1943 - Artan hayat pahalılığı nedeniyle memurlara verilmesi kararlaştırılan birer maaş ikramiyenin dağıtımına başlandı. Bazı özel kuruluşlar da bu kararı örnek alarak çalışanlarına ikramiye veriyor.
  • 1943 - Ulvi Cemal Erkin ve Necil Kazım AksesBerlin'de başarılı bir konser verdi.
  • 1944 - Sovyetler Birliği, Çekoslovakya'yı geri aldı.
  • 1954 - Texas Instruments şirketi ilk transistörlü radyoyu üretti.
  • 1967 - Sovyetler Birliği'nin fırlattığı Venera 4 uzay aracı Venüs gezegenine ulaştı ve Dünya dışında bir gezegenin atmosferini inceleyen ve gezegenler arası yayın yapan ilk araç oldu.
  • 1970- Türkiye Devrimci Gençlik Dernekleri Federasyonu, DEV-GENÇ başkanlığına Ertuğrul Kürkçü seçildi.
  • 1976 - Başbakan Süleyman DemirelFırat nehri üzerindeki Karakaya Barajı ve hidroelektrik santralının temelini attı.
  • 1977- Almanya’daki Kızıl Ordu Fraksiyonu (RAF) liderlerini hapisten kurtarmak üzere Filistinli eylemcilerce kaçırılan Lufthansa uçağına Alman GSG-9 komandoları Somali’nin Mogadişu havalimanında baskın düzenledi; 3 eylemci öldürüldü, 88 yolcu kurtarıldı.
  • 1977 - Aynı gün, rehin sanayici Schleyer de öldürülmüş bulundu. Hapisteki RAF üyelerinin serbest bırakılmaları talebiyle 5 Eylül 1977’de Alman İşverenler Birliği Başkanı Schleyer RAF tarafından kaçırılarak rehin alınmış, 13 Ekim’de de İspanya’dan Almanya’ya giden bir yolcu uçağı RAF adına Filistinli gerillalarca kaçırılarak talep yinelenmişti.
  • 1977- Aynı gece Almanya’da Stammheim cezaevindeki tek kişilik hücrelerde bulunan RAF liderleri,  Andreas Baader (ensesinden kurşunlanmış), Gudrun Ensslin (asılmış) ve J.Carl Raspe (kurşunlanmış) ölü, Irmgard Möller (kurşunlanmış) yaralı olarak bulundu. Hükümet ölümlerin intihar olduğunu bildirdi. RAF hiçbir açıklama yapmadı. Kızılordu Fraksiyonu (RAF) kurucularından Ulrike Meinhof da 1.5 yıl önce (9 Mayıs 1976’da) tecrit hücresinde ölü (asılmış) bulunmuştu.
  • 1979 - Balgat katliamının iki sanığı sağ görüşlü militanlar Mustafa Pehlivanoğlu ve İsa Armağan idama mahkûm edildi. 10 Ağustos 1978'de Ankara Balgat'ta solcuların gittiği 4 kahve taranmış, 5 kişi ölmüş, 11 kişi yaralanmıştı.
  • 1982 - 574 sanıklı Ankara Dev-Yol davası başladı: 186 kişi idam istemiyle yargılanıyor.
  • 1984- İletişim Yayınları’nın çıkarttığı Yeni Gündem dergisi kapatıldı.
  • 1988 - Tuzla'da 7 Ekim’de Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu (TİKKO) üyesi olduğu öne sürülen dört kişi öldürüldü. Olaya karışan 16 polise 56'şar yıl hapis cezası istemiyle dava açıldı.
  • 1989 - Doğu Almanya lideri Erich Honecker istifa etti.
  • 1990 - Emin Çölaşan “Turgut Nereden Koşuyor” adlı kitabından dolayı CB Turgut Özal ve eşi Semra Özal’a 5’er milyon TL tazminat ve ayrıca yayıncı Kemal Karatekin’le beraber 70 milyon TL (yasal faiziyle yaklaşık 180 milyon TL) “haksız kazanç” tutarı ödemeye mahkum oldu.
  • 1991 - Azerbaycan, Sovyetler Birliği'nden bağımsızlığını ilan etti. İlk defa 28 Mayıs 1918'de bağımsız olan Dünya Azerileri, bugünü "Cumhuriyet günü" olarak kutluyorlar.
  • 1996 - Gazeteci Metin Göktepe'nin gözaltında dövülerek öldürülmesiyle ilgili dava Aydın'da başladı.
  • 1996- Yargıtay, Yaşar Kemal’e “Düşünceye Özgürlük” kitabındaki yazısında “halkı sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa açıkça tahrik ettiği” gerekçesiyle DGM’ce verilen 1 yıl 8 aylık hapis, 466 bin TL para cezasını onadı. Yargıtay, yayıncı Erdal Öz’e DGM’ce verilen 466 bin TL’lık para cezasını da onadı.
  • 1998- Yeni Asya Gazetesi’nin düzenlediği konferansta konuşan Cumhurbaşkanı Demirel’in başdanışmanı Mustafa Başoğlu üniversitelerde türbanı savundu. Turkish Daily News Genel Yayın Yönetmeni İlnur Çevik de salondaki örtülülere “çağdaşlığın asıl simgeleri sizlersiniz” dedi.
  • 2001- F tipi cezaevlerine karşı yapılan ölüm orucu eyleminde Komünist Partisi İnşası Örgütü üyesi olduğu iddiasıyla yargılanan Ali Ekber Barış, eyleminin 157. gününde yaşamını yitirdi. 20 Ekim 2000’de başlayan ölüm orucu eyleminde “1.Ekip” olarak adlandırılan eylemcilerin tümü yaşamını kaybetti.  
  • 2001- Bayrampaşa Cezaevi’nde 12 tutuklunun hayatını kaybettiği “Hayata Dönüş” operasyonunda görev alan 1.615 jandarma ve infaz koruma memuru hakkında dava açıldı.
  • 2006- ABD Başkanı George W.Bush, terör zanlılarının askeri mahkemelerde yargılanması, CIA’in gizli programını sürdürmesi ve sorgulamada daha sert yöntemlerin uygulanmasını öngören yasayı imzaladı. Amerikan Sivil Özgürlükler Birliği yasayı “Amerikan tarihinin en kötü yasası” diye niteledi.
  • 2007 - Eski Pakistan Başbakanı Benazir Butto, 8 yıllık sürgünün ardından döndüğü ülkesinde bombalı bir saldırıya hedef oldu. 126 kişinin öldüğü ve 248 kişinin yaralandığı saldırıdan Butto yara almadan kurtuldu.
  • 2009- 1924’te kurulan ve 2005’e kadar hizmet veren, Türkiye’nin ilk verem hastanesi Heybeliada Sanatoryumu çıkan yangında yok oldu.
  • 2010- Barış ve Demokrasi Partisi’nin yanı sıra İnsan Hakları Derneği’nin de aralarında olduğu sivil toplum örgütü yöneticilerinin yargılandığı, 103 tutuklu sanığın bulunduğu KCK davasının ilk duruşması Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi’nde başladı. Diyarbakır’da tahliye çıkmayan KCK davasında müdafi avukat Tahir Elçi sanıkların Kürtçe savunma yapma taleplerine ilişkin dilekçelerini Mahkeme Heyeti’ne sundu. Adliye önünde toplanan yaklaşık 5 bin kişi arasındaki 7 İtalyan savaş karşıtı “Çav bella” marşını söyledi.
  • 2012- Fazıl Say iki kişinin şikayetiyle, Ömer Hayyam’ın Twitter’dan paylaştığı bir dörtlüğünde “halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağıladığı” iddiasıyla 1.5 yıla kadar hapis istemiyle hakim karşısına çıktı.
  • 2015- DHKP-C’ye yönelik olarak TEM polislerinin sabaha karşı düzenlediği baskın ve aramalarda Armutlu’da girilen bir evde Dilek Doğan (24) ailesinin gözü önünde polisin silahından çıkan kurşunla ağır yaralandı. Doğan tedavi gördüğü hastanede 25 Ekim’de hayatını kaybetti. Dilek Doğan’ın öldürülmesinden yargılanan TEM polisi 17 Mart 2017’de görülen karar duruşmasında “bilinçli taksirle öldürmeye sebebiyet vermek”ten 7 yıl 6 ay hapse mahkum edildi, ceza “iyi hal indirimi”ile 6 yıl 3 aya düşürüldü. Karar İstinaf Mahkemesi’nce 17 Kasım 2017’de onandı.
  • 2020 - Koronavirüs salgını: Onaylanmış COVID-19 vakalarının sayısı dünya çapında 40 milyonu geçti.


  •  DOĞUMLAR: 
  • 1130 - Zhu Xi  (d. 18 Ekim 1130 - ö. 23 Nisan 1200),  Çin'in Neokonfüçyüsçülük alanındaki en önemli filozof isimlerinden biri. Xi, Song Hânedanlığı zamanında Song imparatorunun öğretmeni ve danışmanı olarak görev almıştır. Xi, 70'in üzerinde eser yazmış, 50'in üzerinde oluşturduğu eğitim kurumları ile binlerce öğrenci yetiştirmiştir. Öğretmen olarak çalıştığı her bölgede açtığı bu eğitim kurumlarında yetiştirdiği birçok öğrencisi önemli kuramcılar olarak anılmıştır. Ailevi ilişkilerine vurguda bulunduğu kitabı Zhu Ailesinin Ailevi Standartları Xi'nin ele aldığı önemli eserlerinden biri olarak kabul görmektedir. Bunun haricinde Konfüçyüsçü öğretinin dört kutsal kitabı olarak anılan kitaplar Xi'nin en önemli eserleri olarak gösterilmektedir.
  • 1634 - Luca Giordano, İtalyan ressam ve gravür sanatçısı (ö. 1705)
  • 1706 - Baldassare Galuppi, Venedikli İtalyan besteci (ö. 1785)
  • 1822 - Mithat Paşa, Osmanlı Devlet adamı ve sadrazam (ö. 1884)
  • 1862 - Mehmet Esat Bülkat veya Esat Paşa (18 Ekim 1862, Yanya - 2 Kasım 1952 İstanbul),  Türk asker. Balkan Savaşları sırasında kendi gibi asker olan küçük kardeşi Mehmet Vehib Kaçı ile birlikte Yanya'da gösterdiği savunma ve direnişi ile tanınan Esat Paşa, yine küçük kardeşi ile birlikte görev aldığı Çanakkale Savaşı'nda büyük başarı göstermiş; düşman kuvvetlerinin boğazı geçip  İstanbul'a varmasını önleyen komutanlardan biri olmuştur.
  • 1872 - Mihail Kuzmin, Rus şair, müzisyen ve yazar (ö. 1936)
  • 1880 - Ze'ev Jabotinsky, Rus–Amerikalı Siyonist önder ve gazeteci (ö. 1940)
  • 1918 - Konstandinos Miçotakis, Yunan siyasetçi (ö. 2017)
  • 1919 - Anita O'Day (d. 18 Ekim 1919 - ö. 23 Kasım 2006), Amerikalı bir caz şarkıcısıdır.   Ella Fitzgerald ve Billie Holiday gibi caz ustalarıyla birlikte, cazın kraliçelerinden sayılır. "Beyaz tenli caz vokalistleri"nin vazgeçilmezlerindendir. Asıl adı "Anita Belle Colton"dur. "Swing" ve "bebop" zamanlarının sanatçılarındandır. Sesinin berraklığı ve tüm caz türlerinde verdiği eserler sayesinde, yaşadığı yüzyılın en büyük caz sanatçılarından biri olarak kabul görmüştür. 86 yaşında iken, "Indestructible!" adlı albümü çıkarmıştı.
  • 1919 - Pierre Trudeau, Kanada'nın 15. Başbakanı (ö. 2000)
  • 1920 - Melina Mercuri, Yunan sinema oyuncusu ve eski Kültür Bakanı (ö. 1994)
  • 1926 - Klaus Kinski, Alman sinema oyuncusu (ö. 1991)
  • 1926 - Chuck Berry, Amerikalı müzisyen (ö. 2017)
  • 1927 - George C. Scott, Amerikalı oyuncu (ö. 1999)
  • 1935 - Peter Boyle, Amerikalı aktör (ö. 2006)
  • 1940 - Onur Öymen, Türk diplomat ve siyasetçi
  • 1940 - Oral Sander, (18 Ekim 1940 - 10 Eylül 1995) Türk akademisyen. Uluslararası ilişkiler bölümü, siyasi tarih anabilim dalı profesörü.Oral Sander, 18 Ekim 1940 tarihinde Ankara'da dünyaya geldi. İlk, orta ve lise eğitimini TED Ankara Koleji'nde tamamlayıp 1960 yılında liseden mezun olmuştur. 1960 yılında lisans eğitimi için Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ne girdi ve o dönemki adı Siyasi Şube olan Uluslararası İlişkiler 
    Bölümü'nden 1964 yılında mezun oldu. Semra Sander ile evli olan Oral Sander, İngilizce ve Fransızca biliyordu. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi  Siyasi Şube'den mezun olduğu aynı yıl, fakültenin Siyasi Tarih Kürsüsü'ne asistan olarak girdi. 1967'de Birleşmiş Milletler bursuyla gittiği ABD'de araştırmalarını sürdüren Sander, 1968 yılında Balkan Gelişmeleri ve Türkiye, 1945-1965 başlıklı tezini savunarak doktor  unvanını kazandı. 1969-1971 yılları arasında, Fulbright bursuyla ABD'deki Harvard Üniversitesi'ne bağlı Orta Doğu Araştırmaları Merkezi'nde doktora-üstü çalışmalarda bulunduktan sonra Türkiye'ye döndü. Türk-Amerikan İlişkileri, Süreklilik ve Değişiklik, 1947-1964 başlıklı tezini savunarak 1975 yılında doçent oldu. 1980-1982 tarihlerinde Fulbright bursundan yararlanarak ikinci kez ABD'ye giden Oral Sander, Washington Üniversitesi'nde araştırmalarını sürdürürken, "Ortadoğu Politikaları" konusunda lisans ve lisans-üstü dersler, 1985 yılında da, Washington'daki Georgetown Üniversitesi'nde Osmanlı ve Türk tarihi konularında bir dizi konferans verdi. 1988 yılında profesör olan Sander, Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde Siyasi Tarih, Osmanlı Diplomasi Tarihi, Türk Dış Politikası, Atatürk İlke ve Devrimleri derslerinin yanı sıra yüksek lisans ve doktora programlarında 20. Yüzyılda Savaş ve Barış, NATO Stratejileri ve Tarih metodolojisi derslerini verdi. 1964 yılında asistan olarak girdiği Dış Münasebetler Enstitüsü'ndeki hocalarının gerek devlet görevlerine geçme gerek emekliye ayrılma gerekse vefatlarının ardından genç yaşta bölümde önemli sorumlulukları taşımaya başlamıştır. Henüz daha 1 yıllık doçent iken, 1977 yılından itibaren Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde üstlendiği Siyasi Tarih Anabilim Dalı Başkanlığı'nın yanı sıra bir süre boyunca fakültede Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanlığı görevini de yürüttü. Oral Sander, Bilkent Üniversitesi'nde Uygarlıklar Tarihi, Hacettepe Üniversitesi'nde Uluslararası Örgütlenme, Polis Akademisi Başkanlığı'nda Siyasi Tarih dersleri ve Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Dairesi'nde de seminerler vermiştir. Geçirdiği mide ameliyatı sonrasında ortaya çıkan komplikasyonlar dolayısıyla, 10 Eylül 1995 tarihinde bağırsak düğümlenmesi nedeniyle öldü. Sander'in vefatının ardından gerek yakın arkadaşları gerekse meslektaşları ve genç asistanlarının katkılarıyla 1997 yılında  
    Oral Sander'e Armağan oluşturulmuştur. Bu armağana katkıda bulunanlar arasında Baskın Oran, Ömer Kürkçüoğlu, İlber Ortaylı,  Hüseyin Pazarcı, Çağrı Erhan, Yüksel Ersoy, Mustafa Aydın, Füsun Arsava, Doğu Ergil ve Ersin Onulduran gibi pek çok önemli akademisyenin katkıları bulunmaktadır.  Genç yaşta dostlarından, öğrencilerinden ve akademik camiadan ayrılan Sander, 55 yıllık ömrüne pek çok eser sığdırmıştır.
  • 1942 - Aylin Özmenek, Türk radyo ve TV sunucusu (ö. 2021)
  • 1948 - Neşet Ruacan, Türk caz müzisyeni
  • 1960 - Jean-Claude Van Damme, Belçikalı sinema oyuncusu
  • 1960 - Erin Moran, Amerikalı oyuncu
  • 1971 - Teoman Kumbaracıbaşı, Türk sinema oyuncusu
  • 1972 - Emre Karayel, Türk oyuncu
  • 1978 - Dağhan Külegeç, Türk oyuncu
  • 1984 - Freida Pinto, Hint oyuncu ve profesyonel model
  • 1986 - Wilma Elles, Alman asıllı Türk oyuncu


 ÖLÜMLER : 


(derleyen:mstfkrc)

17 Ekim 2022 Pazartesi

KISA KISA GÜNDEM (17 EKİM 2022)

 


1) 'Sansür yasasını bu kadar az vekille mi geçirmişler? Bu skandal bir durum!' (SOL)

Meclis muhalefetinin sansür yasası oylamasına katılmadığını belirten Önder Algedik, AKP'lilerin fotoğrafını paylaşıp 'Bu skandal bir durum' diyerek tepkisini dile getirdi. Muhalefet partilerinin Meclis'te yapılan kritik oylamalara katılmamasına yeni bir örnek daha eklendi. Meclis'teki oturumlara katılım durumuna ilişkin dikkat çekici veriler sunan Önder Algedik, AKP'lilerin düzenlemenin Meclis'ten geçmesi sonrası çektirdiği hatıra fotoğrafını paylaşarak "Sansür yasasını bu kadar az vekille mi geçirmişler?" diye sordu. Fotoğrafta 70 vekil saydığını belirten Algedik, "AKP 70 vekil ile katılmış ve açık oylama yapılmadığı için bu kadar vekille çoğunluk olması mı sağlanmış? Hem de oturum başkanı CHP'li iken!! Bu skandal bir durum!" dedi. İYİP'li bir vekilin 15 vekilin içinde olduğu bir fotoğrafı "sansür yasasına direndik" notuyla paylaşmasını "37 vekili olan İYİP kaç vekil ile katılmış?" sözleriyle eleştiren Algedik, "CHP'de sadece 40 kadar vekille katılmış. 100'e yakın vekil katılmamış. Böylece 70 kadar vekil ile AKP kanunun geçirebilmiş" ifadesini kullandı.

Algedik: Saklayın bunu. Sağda sansür kanunun geçiren bir avuç AKP ve MHP vekilinin hatıra fotoğrafı çektirme ani! Solda ise sansür kanunu engelleyemeyen bir avuç muhalefet vekili. iki taraf da aynı karede.

2) Sansür yasası yürürlüğe girmeden başladı: AYM törenine davet edilen gazeteciye İletişim Başkanlığı engeli (SOL)

Gazeteci Alican Uludağ, İletişim Başkanlığı'nın son dakikada gerçekleştirdiği 'müdahaleyle' Anayasa Mahkemesi'nin (AYM) davetli listesinden çıkarıldığını duyurdu.(https://haber.sol.org.tr/haber/sansur-yasasi-yururluge-girmeden-basladi-aym-torenine-davet-edilen-gazeteciye-iletisim)

3) Birleşik Metal-İş: Açlık sınırı 7 bin 300, yoksulluk sınırı 25 bin 252 lira oldu (SOL)

Birleşik Metal-İş Sendikası’nın eylül ayı verilerine göre; açlık sınırı 7 bin 300 lira, yoksulluk sınırı ise 25 bin 252 liraya çıktı. Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’na (DİSK) bağlı Birleşik Metal-İş Sendikası, eylül ayına ilişkin açlık ve yoksulluk sınırı verilerini yayınladı. Hesabın; Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) harcama gruplarına göre endeks rakamları, 2003 yıllı madde fiyatları ile İstanbul Halk Ekmek, zincir market internet fiyatları ve BİSAM Beslenme Kalıbı üzerinden yapıldığı belirtildi. Buna göre, dört kişilik bir ailenin sağlıklı ve dengeli beslenmesi için aylık yapması gereken harcama tutarı 7 bin 300 lira, açlık sınırı üzerinden hane halkı tüketim harcamaları esas alınarak yapılan hesaplama sonuçlarına göre ise yoksulluk sınırı da 25 bin 252 lira olarak belirlendi. Yoksulluk sınırının, eğitim, sağlık, barınma, eğlence, ısınma, ulaşım gibi giderler ile birlikte bir ailenin yapması gereken harcama tutarı olduğu belirtildi. Yetişkin bir erkeğin sağlıklı ve dengeli beslenmesi için tüketmesi gereken gıdaların aylık karşılığı 2 bin bir lira olduğu belirtilirken; bu değerin yetişkin bir kadın için bin 888, 15- 18 yaş aralığındaki bir genç̧ için 2 bin 61, 4-6 yaş arası bir çocuk için bin 351 lira olduğu kaydedildi.(Ekmek için günlük 23 lira) Günlük harcamalarda en yüksek maliyet grubunu, 80,52 lirayla süt ve süt ürünleri oluşturdu. Et, tavuk ve balık grubu için yapılması gereken minimum harcama tutarı 40,71 lira olarak belirlenirken, sebze ve meyve için yapılması gereken günlük harcama tutarının ise 45,70 liraya ulaştığı kaydedildi. Ekmek için yapılması gereken harcama tutarı günlük 23,41 lira, katı ve sıvı yağ̆ 16,07 lira, yumurta 6,17, şeker, bal, reçel ve pekmez için 8,02 lira harcama yapılması gerektiği aktarıldı.(Harcama sepetinin yaklaşık üçte biri süt ürünleri)  Daha dar bir gruplandırmaya göre harcamalarda, süt ve süt ürünlerinin payı yüzde 33,1 ile en yüksek paya sahip oldu. Et, yumurta ve kurubaklagiller grubunun payı yüzde 25,4 ile ikinci sırada olurken sebze ve meyvenin harcamalar içindeki payı yüzde 18,8 olarak gerçekleşti. Ekmek, makarna vb. ürünler için pay yüzde 12,8, diğer gıda harcamalarının toplam içindeki payı ise yüzde 9,9 oldu.

4) Eylül ayı bütçe açığı rekor kırdı: 78,6 milyar TL (SOL)

Merkezi yönetim bütçesi eylül ayında 78,6 milyar TL açık verdi. Hazine ve Maliye Bakanlığı Eylül ayına ilişkin merkezi yönetim bütçe istatistiklerini yayımladı.  Ağustos ayında bütçede 3,6 milyar TL'lik fazla kaydedilmişti. Bu verinin öncüsü olan ve Hazine ve Maliye Bakanlığı tarafından açıklanan nakit bütçe gerçekleşmeleri 48,1 milyar TL faiz dışı ve 79,3 milyar TL bütçe açığı verildiğini yansıtmıştı. Geçen yıl 20,6 milyar TL faiz dışı ve 32,9 milyar TL bütçe açığı verilmişti. Ancak bunda Eylül vergi tahsilatının 10 milyar TL’lik kısmının sonraki aya kayması etkili olmuştu. Bu yıl ise vergi kayması olmadı. Bu doğrultuda, bütçe performansında belirgin bir kötüleşmeden söz edilebiliyor. Tahakkuk bazında hesaplanan merkezi yönetim bütçesi ise geçen yıl Eylül ayında 23,6 milyar TL açık vermişti.

5) Özelleştirme hırsı kazalara davetiye çıkarıyor: Kamunun maden sektöründeki payı yüzde 8’e düştü (SOL)

Türkiye Taş Kömürü Kurumu zarar ettiği gerekçesiyle sahip olduğu madenleri özel sektöre işlettiriyor. Gizli özelleştirmeyle yatırım yapılmadan işletilen madenler kazaya davetiye çıkarıyor. Bartın’ın ilçesi Amasra’da meydana gelen ve 41 emekçinin ölümüne neden olan maden faciasının ardında bir kez daha gizli özelleştirme hırsı tartışılıyor. Türkiye’de kamu birçok alanda olduğu gibi madencilikte de özel şirketlerin önünü açarak sahadan çekiliyor. Cumhuriyet'ten Ali Can Polat'ın haberine göre, maden sektöründe yüzde 80 olan kamu payı AKP iktidarı ile birlikte yüzde 8’e kadar geriledi. Türkiye Taş Kömürü Kurumu’nda (TTK) 40 binlerde olan işçi sayısı ise 6 binlere kadar geriledi. Sık sık yaşanan maden kazalarının en büyük nedeni de ise gizli ve açık yürütülen özelleştirmeyle birlikte gelen kâr hırsı ve fazla iş yükü oldu. Uzmanlara göre bu sahaların özelleştirilmesinin önünü açmak için bilerek yatırım yapılmıyor ve işçi sayısı azaltılıyor.('Kamu yatırım yapmaktan kaçınıyor') Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’na (DİSK) bağlı Dev Maden-Sen Başkanı Tayfun Görgün, adım adım gelen özelleştirme nedeniyle, “Nasıl olsa satacağız yatırım yapmayalım” mantığında hareket edildiğini söyledi. Sayıştay raporlarına da atıf yapan Görgün, “Sayıştay işçi sayısının iş güvenliğini tehlikeye atacak kadar düştüğünü söylemesine rağmen işçi alımı yapılmadı. Kurumun zarar etmesi durdurulmadı ve yatırım yapılmadı madenlere. Özelleştirme eğilimi olunca kamu yatırım yapmaktan kaçınıyor” dedi. ('Liyakatsizlik had safhada')  Görgün, bir yandan da enerji kriziyle birlikte son dönemde dünyada artan kömür ihtiyacı ile üretimin hızlandırıldığını da belirterek, “Bir yandan yatırım yapılmayıp bir yandan da daha çok üretim hırsı olunca facia göz göre göre geldi. Madendeki son gaz ölçümü 167 olarak yapılmış. Patlama noktası 250’dir ya sensör bozuktu uyarmadı ya da uyarıya rağmen üretim sürdürüldü” diye konuştu.  Türkiye Mimar Mühendis Odaları Maden Mühendisleri Odası Başkanı Ayhan Yüksel ise, “TTK zarar ettirilerek diğer kurumlarda olduğu gibi ‘kamunun sırtına yük’ algısı oluşturulmaya çalışılıyordu” dedi. TTK’de gizli özelleştirme yapıldığını söyleyen Yüksel, “TTK sürekli zarar edip duruyor. Var olan üretimlerinin çoğunu ‘Gizli özelleştirme’ dediğimiz rödovans yöntemiyle yapıyorlar. Üretim TTK’nin gibi duruyor ama başka şirket üretiyor. Buna liyakatsizlik de eklendi. Özellikle yerel yönetimler maden müdürlüklerinde ve başmühendis kadrolarında hâkimdi, liyakatsizlik had safhada” ifadelerini kullandı.

6) Diyarbakır'daki 'Alimler Buluşması'na Taliban sözcüsü ve Hizbullah hükümlüsü de katıldı: LGBTİ+lar hedefte (BİRGÜN)

Hizbullah'a yakınlığıyla bilinen İslami Tebliğ Tedris İlim ve Hareket Adamları Derneği'nin Diyarbakır'daki '7'nci Alimler Buluşması' toplantısına, Hizbullah hükümlüsü Enver Kılıçaslan ve Taliban yönetiminin sözcüsü Zabinullah Mücahid de katıldı. 'Şer'i medreselerin güçlendirilmesi' çağrısının yapıldığı toplantıda "Sapkın fikirler gibi, sapkın davranışların engellenmesi konusunda da ulema öne geçmeli ve topluma rehberlik etmelidir" ifadeleriyle LGBTİ+lar da hedef alındı.(https://www.birgun.net/haber/diyarbakir-daki-alimler-bulusmasi-na-taliban-sozcusu-ve-hizbullah-hukumlusu-de-katildi-lgbti-lar-hedefte-406553)

7) Engelli çocuk istismarına skandal rapor: Rızası varmış! (Uğur Şahin-BİRGÜN)

Manisa’da 15 yaşındaki zihinsel engelli Zehra Çelik’i öldüren İsmail Karakoç müebbet aldı. Ancak Çelik’i iki yıl istismar eden sanık, bu suçtan beraat etti. Gerekçe ise Adli Tıp’ın verdiği rapor. Raporda, çocuğun “cinsel ilişki için göstermiş olduğu rızanın sonuçlarını algılama yeteneğinin gelişmiş olduğu” iddia edildi.(https://www.birgun.net/haber/engelli-cocuk-istismarina-skandal-rapor-rizasi-varmis-406511)

8)Katil şoför uyuşturucu kullanmış: Denetim yok, çocuklar ölüyor (Dilara Şimşek-BİRGÜN)

Gebze'de 5 kişinin hayatını kaybettiği kazada şoförün kanında uyuşturucu maddeye rastlandı, aracın servis taşımacılığı yapacak belgelerinin olmadığı ortaya çıktı. Veli-Der Başkanı Yılmaz, "Denetim yok” diye konuştu.(https://www.birgun.net/haber/katil-sofor-uyusturucu-kullanmis-denetim-yok-cocuklar-oluyor-406508)

9) Okullar cemiyete teslim edildi (Berkey Sağol-BİRGÜN)

Çanakkale İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nün, İlim Yayma Cemiyeti tarafından düzenlenen ve 22 Ekim’de uygulamaya girecek olan Marifet Okulu Eğitim Programı’nın tanıtımı için izin verdiği ortaya çıktı. İlim Yayma Cemiyeti Çanakkale Şubesi tarafından dilekçe yazılarak yapılan başvuruya Çanakkale İl Milli Eğitim Müdürü Murat Büyük tarafından onay verildi. Cemiyet, tanıtım kapsamında, il genelindeki ortaokul ve liselerde sınıflarda program sunumu, okullara afiş asımı ve öğrencilere bildiri dağıtımı yapacak. Hazırlanan bildiride Marifet Okulu, “Ortaokul öğrencilerinin manevi ve kişisel gelişimlerine katkı sağlamak amacıyla rehberlerin öncülüğünde yapılan eğitim çalışmasıdır” ifadeleriyle tanıtıldı. Program içeriğinde ise Kur’an-ı Kerim, Adap Sohbetleri, İlmihal Bilgisi gibi dersler yer alıyor. Verilen izne tepki gösteren Eğitim Sen Çanakkale Şube Başkanı Yasin Hacımusalar, “Bildiğimiz kadarıyla okullarda verilecek eğitimin çerçevesi belli. Kapsamı, müfredatı, programı, mevzuatı vs. son derece açık. Verilecek eğitimin çerçevesini düzenleme yetkisi de Talim Terbiye Kurulu belirliyor. Bu tarz cemaatlerin, vakıfların, cemiyetlerin veya her ne iseler okullarımızda ne işleri var? Okullar neden dini oluşumların propaganda aracına dönüştürülüyor? Bu ders dışı tanıtım/faaliyet için velilere bilgi verildi mi? Velilerin onayı alındı mı?” dedi. Hacımusalar şunları söyledi: “Cemaatlerle yapılan işbirliğinin ne kadar tehlikeli boyutlara varabildiğini deneyimlemiş olmamıza rağmen, her seferinde aynı şeyi yapıp farklı sonuç beklemek gibi bir yanılgının içinde olunduğu apaçık ortadadır. Eğitim Sen olarak her zaman dediğimiz gibi bu tarz yapıların ellerini okullarımızdan çekmesini istiyoruz. Çanakkale Milli Eğitim Müdürlüğü’ne okullarımızı bu yapılara alet etmekten vazgeçmesi için çağrıda bulunuyoruz. Laik ve bilimsel eğitim bütün dünyada en gelişmiş eğitim sistemlerinin temel ve evrensel yapıtaşıdır.”

10) 'Alimler ve Medreseler' toplantısı: 'Laiklik en zararlı şeydir' (SOL)

Alimler ve Medreseler Birliği toplantısında konuşan Dünya Alimler Birliği Erbil Temsilcisi Pencwini, 'Haçlıların, siyonizmin var ettiği en zararlı şeylerden bir tanesi de laikliktir' dedi. 
Diyarbakır'da yedincisi gerçekleştirilen Alimler ve Medreseler Birliği toplantısı ikinci gününde laiklik ve sekülerizme dair konuşmalar yapıldı. Dünya Alimler Birliği Erbil Temsilcisi Ahmed Abdulvahap Pencwini, laiklikle ilgili olarak, “Haçlıların, siyonizmin var ettiği en zararlı şeylerden bir tanesi de laikliktir" ifadelerini kullandı. Sözcü'den Özgür Cebe'nin haberine göre; Pencwini toplantıda, "Kürt toplumunda sekülerleşmenin arkasındaki etkenler, tahribatları, mücadelenin gerekliliği, ulemanın sorumlulukları” konulu bir konuşma yaptı. Pencwini, laikliğin en zararlı şey olduğunu belirterek şöyle dedi: “Laikliğin yapmaya çalıştığı en önemli şey Kürtleri akideden koparmak, tevhide dair ilişkilerini kesmek ve onları bir şekilde kendi medeniyetin yabancısı hale getirmektir. İslam düşmanları Müslümanların üzerine desise kurmaktan geri durmaz. İşte tam da böyle sıkıntıları bitirmek, ümmeti karanlıktan aydınlığa, fakirlikten zenginliğe, zilletten izzete, küfürden imana çıkarmak adına ortaya konacak çabalarda hiç şüphesiz Kürt halkının olması gereken katkısı Araplardan ve diğer milletlerden az kalır bir yanı yoktur. Haçlıların, siyonizmin var ettiği en zararlı şeylerden bir tanesi de laikliktir. Çünkü laikliğin temelinde din ve devlet işlerini birbirinden ayırmak yoktur. Dini, hayatın bütün alanlarından tecrit etmek, uzak tutmak vardır. Laikliğin yapmaya çalıştığı en önemli şey Kürtleri akideden koparmak, tevhide dair ilişkilerini kesmek ve onları bir şekilde kendi kültürüne, medeniyetine yabancı hale getirmektir.('Mescitler, medreseler yoluyla mücadele edilebilir') Kürt halkının davası haklı bir davadır. Ancak bu hakkın sözcülüğünü maalesef günümüzde seküler kesimler yapmaktadır. Bu bizler için büyük bir ayıptır. Kürt halkının hakkını sözde savunan güruha baktığımızda bunlar ne Allah'ı, ne dini, ne mukaddesatı tanırlar. Ne de bu halkın inancına saygılıdırlar.  Gerek dış gerekse iç kuvvetler tarafından Kürtlerin inanılmaz şekilde laikleştirilmesi süreci içerisinde olduğunu görmekteyiz. Kürtleri kendi medeniyetlerine düşman yapmaya çalışmaktadırlar. Laikliğin, sekülerizmin Kürt halkı içerisinde yayılmasının temel sebeplerinden birinin yanlış eğitim metotları ve müfredattır. Bu yanlış yollara karşı mescitler, medreseler, hutbeler yoluyla mücadele edilebilir."


(Derleyen:mstfkrc)






ABD'nin düşünürleri ne düşünürler? - Bilsay Kuruç / Cumhuriyet

 

Bu, büyük, belirsizlik taşıyan bir soru. Bir okyanusa mı açılacağız? Daraltalım, kıyı kıyı gidelim. İki kıyıdan. Biri ekonomi olsun. Öteki de dünya coğrafyasında siyaset iklimi. Jeopolitik de denilebilir (Bunun uzmanları var. O alana giremeyiz. Yakınında duralım).

Ekonomide nereye gidiliyor? Amerika hem kapitalizmin 80 yıllık “ağa devleti” hem de dünya sermayesinin sorumlu sahibi. Bu iki keskin özelliğiyle hepimizi bugüne taşımış. Amerika’nın düşünürleri (her ulustan kendini öyle sayanlar olur) böylece farklı konumda olmalıdırlar. Ne düşünürler?

AYAKBAĞI İSTEMEYİZ: 1971

Kapitalizmin 2008 “Büyük Çöküş”ü üzerine daha önce yazmıştım (21 Şubat, 28 Mart ve 11 Nisan). Zaman yavaşlıyor ve hızlanıyor. Kapitalizm şimdi galiba hız yapmaya başladı. Ekonomik büyümeye geçti, demiyorum. Kendine özgü çelişkiler yaratarak 2008’i geride bıraktı. 1970’ler ise iyice gerilerde kaldı. Ama bugüne erişen yolun kapısı orada açıldı. Anlamaya çalışalım.

1971 Ağustosu’nda bir gün, ABD Başkanı Nixon televizyona çıktı. “Bizim 1944’te imzaladığımız anlaşmada (Bretton Woods’ta) ‘Bana dolar getirene eşdeğeri kadar altın veririm’ diyen kabulümüz yok artık, geçersizdir!” dediğinde “bugünkü zaman”ı başlatmış oldu. “Altın”ın dünya ekonomisindeki “kıymeti harbiye”sini sıfırlayıp bir devri kapattı. “Artık ayakbağı istemiyoruz. Bundan böyle ‘rakipsiz dünya parası’ bizim dolarımızdır! Herhangi bir karşılığı da yoktur. Kabul edeceksiniz!” demiş oldu. Hemen böyle anlaşılmadı. 

Anlaşılması için birkaç hamle lazımdı. Yapıldı. Önce, yükseliveren petrol fiyatı ile herkes daha çok dolar aramaya başladı. Güzel. Sonra, 1960’ların sonlarında öteki kapitalizmlerin dolara daha fazla esir düşmemek için icada yeltendikleri bir hesap birimi de (Özel Çekme Hakları) 1970’lerin sonunda ABD’nin elleriyle önemsizleştirildi. Geriye bir hamle daha kaldı.

VURDUK MU SES GETİRİRİZ!

1970’lerde de (bugünkü gibi) kapitalizmlerden doğan bir enflasyon senaryosu var. Bu doların dünya parası (bir paradan daha fazla “bir şey”) olduğunu dosta düşmana kanıtlaması için ideal ortam. Fed’in başkanı Volcker bunu çok iyi kavrıyor. “Enflasyonla mücadelenin ‘hafif programı’ olmaz!” diyor. Ve 1979’da, başında olduğu Fed’in politika faizini (Federal Funds Rate) ağır silah olarak öldüresiye kullanıyor, yüzde 19’a yükseltiyor. Dosta düşmana gösteriyor ki yaptığı şey bir “enflasyonla mücadele”den daha fazlasıdır. Dolarda simgeleşen hegemonyanın duyurusudur. Vurdu mu ses getirmiştir. 

Böylece Nixon’dan on yıl sonra taşlar yerine oturmaya başladı. Kapitalizmin yeni dünya senaryosu için sahneye önce dolar çıktı, yerini aldı. Altın tarihe karıştıktan sonra öteki kapitalizmler (ve hemen tüm ekonomiler) artık hesaplarını dolarla kapatmaya, altın yerine dolarla rezerv tutmaya başladılar. Yani, yeşil dolarlarla değil, ABD Hazine kâğıtlarıyla. Böylece, tasarruflarını oraya aktararak ABD’yi, onun “ağa devlet”ini ve politikalarını finanse etmeyi bir bakıma kurumsallaştırdılar. Ve ABD hazinesinin 1990’ların sonlarından başlayarak hız kazanacak “Büyük Borçlanma” politikası rayına oturdu. Bugün ABD federal borcu ABD gayri safi yurtiçi hasılasını aşmış durumda! Demek ki “ağa”, dünyanın kreditörü olmaktan en büyük borçlusu olma pozisyonuna geçmiş. Kapitalizmin yeni senaryosunun önemli bir ipucu. Çünkü basıp dünyaya gönderdiği para, dünyanın tasarruflarını çekip kendisine dönüyor! Büyük hüner.

New York Borsası’nın 5 Ağustos 2022’deki açılışından bir kare. İnsanlar, Wall Street’teki açılış zilinde katta fotoğraf çekiyor.

Demek ki rakipsiz dolar kapitalizmin sahnesine önce kendi hazinesini çıkarıyor. Dünya tasarrufları “önce ağaya aktarılacaktır” diyor. Dolar Fed’in tekelindedir. Hazine ile birlikte Fed de sahneye çıkacaktır. Etti iki. Yeter mi? Devletçilik mi yapacağız bunlarla? Maazallah! Vazgeçilmez “esas oğlan”ı, sermayeyi de gecikmeden sahneye çıkarmamız lazım: Wall Street. İsterseniz, şık olsun diye Wall Street yerine “piyasalar” diyebilirsiniz. Böylece, 1990’lar başlarken artık sahne kurulmuştur ve “Kutsal Üçlü” (kapitalizmin ‘Teslis’i) orada yerini almıştır: Fed, Wall Street ve hazine. Kapitalizmin yeni dünya senaryosu bu üçlünün “takım oyunu” ile kurgulanacaktır. Bu kurgu ile önce 2008’in “Büyük Çöküş”üne, oradan da bugünün fotoğrafına geliniyor. 

HERKES BORÇLANSIN

Kurgunun (modelin) dinamosu Wall Street’tir. (Ekonomide söze “Piyasalar ne der? Şimdi nasıl bir fiyatlandırma yapar? Neyi alır, neyi bırakır?” diye başlayıp, sözü yine orada bitirince ve bundan bağımsız şeyler konuşmayınca bunu yansıtıyoruz.) Wall Street, dünyada yavrulamıştır, “Wall Street’cikler” yaratmıştır. Ama kapitalizmin yönetim merkezinde, tam ortadadır. Bugün de 2008’in bunu değiştirmeyip pekiştirdiği noktadayız.

Daha önce yazdım, ayrıntıya girmeyelim. Şunu vurgulayacağız: Bu dinamo borçlandırarak çalışır. 1990’larda operasyona geçen model “borçlandırma dişlisi”ni kenardan alıp merkeze, “sentre”ye yerleştiriyor. Buna meslektaşlarımız “finansallaşma” dediler. Amerikan ekonomisinde ve dünyada “finans, sigorta ve gayrimenkul” (İngilizce baş harflerden, FIRE) sektörlerinin başrole geçişini böyle tanımladılar. Başrole geçiş için bunların kaynaşmasıyla yeni bir “cazibe” yaratılmalıydı. Daha önce yazdım, tüm menkullerin (ve gayrimenkullerin) “değerleri” sürekli olarak yükselmeli, böylece herkes sönmeyecek, hep artacak bir “yepyeni zenginlik” sahibi olacağına inandırılmalıydı (1920’lerdeki gibi). Buna, teknik dille “asset inflation” (menkul ve gayrimenkul piyasalarının sürekli yükselişi) deniliyor. Sen de borçlan, sen de kazan! Sürekli kazan! Sonsuz zenginlik yolu! İşte orada Fed görev başında olacak. Faizini hep düşük tutarak, “büyük finans”a ucuz para servisi yapacak ki, piyasayı (Wall Street) koşturacak kredi dişlileri sürekli çalışsın. “El Dorado”ya doğru.

‘ÇİN, BENZİN İSTASYONUMUZ’

Tüm fiyatlar yükselmeli mi? Hayır. Mal ve hizmet fiyatları artmamalı. Çünkü ücretler mal ve hizmet fiyatlarına göre belirlenir. Ücreti belirleyen bu fiyatlarla, sermaye kazançlarının önünü alabildiğine açan “asset inflation” arasında sermaye lehine doğan fark açıldıkça açılmalı. Menkul, gayrimenkullerin fiyatları sürekli yükselmeli, malların fiyatları pek değişmemeli! “Zenginleşme”, kapitalizmin yeni harikası olarak gözle görülmeli, elle tutulmalı. Birincisi bu. Peki, mal ve hizmet fiyatlarını ve böylece ücreti nasıl düşük tutacağız? Tarihin yardımıyla: 1990’larda kesintisiz yüzde 10’luk büyüme hızıyla dünya piyasasının kapılarını zorlayan Çin şöyle demiş oluyor: “Kapitalizmin üreticilerine, şirketlerine zahmet olmasın. Dünyaya ne lazımsa, ben üretirim!” Amerikan ekonomisi için o tarihte bundan büyük nimet olur mu? ABD, 1990’ların sonunda Çin’e, Dünya Ticaret Örgütü’nün kapılarını açtıktan sonra Amerika’da ve her yerde (bizde de) “Büyük Çin Çıkarması” başladı. Çin, tüm mallarla dünyayı sardı. Amerikan ekonomisi, sadece fiyatları, ücretleri düşük tutmanın değil, üretimden önemli ölçüde vazgeçip işleri Çin’e kaydırmanın yolunu da bulmuş oldu. Tarih ve talih buna derler! Amerikan (ve dünya) sermayesi Çin’i ve onun yepyeni bir “nimet” olan kitlesel ucuz emeğini keşfetmişti. Obama da “Çin bizim benzin istasyonumuzdur!” dememiş miydi? İkincisi de bu.


NEREYE VARDIK?

The Economist’in 26 Şubat tarihli “Özel Piyasalar” (Private Markets) raporu açık seçik yazmıştı: “Geçmiş on yıl, özel finans piyasaları için bir altın dönem oldu!” Yani, “rantiye”nin bayram ettiği bir on yılla bugüne geliyoruz. 2008’de Fed, anlayana  anlamayana “Yangında kurtarılacak tek şey finans sermayesidir!” diyerek başlattığı politikasını aksatmadan, tutarlılıkla sürdürdükten sonra finans sermayesinin ve böylece “rantiye”nin “en yüce değer” olduğu yere varıyoruz. Burada, geldiğimiz yerde bilenlerin bilmeyenlere anlatması gereken bir “ilahi gerçek” var: Kapitalizmde ekonominin üretim sahnesi ile “piyasalar” diye konuşulduğu zaman söz konusu sahne ayrı (ve son 30 yılda kavranmış olmalı ki apayrı) âlemlerdir. Bir yatırım danışmanının 14 Ekim tarihli sitesi apaçık sunuyor: Dawn Report. Diyor ki: “Enflasyon ekonomiyi perişan ediyor ama piyasalar yükselişe geçiyor!” “Üretim dünyası başka, rantiyelerin dünyası başkadır” diyor kısaca. (Bunu 250 yıl kadar önce, rantiyelerin herhangi bir “değer” yaratmadığını üstüne basarak, kimilerin bugün “piyasa tanrısı” saydığı Adam Smith de söylememiş miydi?) 

                                                          Credit Suisse’in 2022 Dünya Servet Raporu

İNSAN

Rantiyenin bayram ettiği son on yılın kapitalizmde daha önce yaşanmamış büyüklükte bir servet artışı dönemi olduğunu Credit Suisse’in 2022 Dünya Servet Raporu’nda (Global Weath Report 2022) ayrıntılarıyla okuyabiliriz. (Servet menkul ve gayrimenkullerden oluşuyor. “Asset inflation” alanınındır!) Veriler ve analiz oradadır. Okuyucuyu burada o ”malumat”la yormayayım.

Kapitalizmin 1980’den bugüne gelen modelinde, sahnede “Kutsal Üçlü”den başka bir aktör/aktris daha var. Borçlanan ve borç ödeyen ücretli. İkisinin netini almak gerekirse, daima borç ödeyen kişi. Kapitalizm ona “Dünyada her şey var. Ama gelirimle alırım dersen, hiçbirini alamazsın. Devir değişti. Sana borç veririz ve hepsini alırsın!” dedi. Çok basit söylemle, böyle. Ve insan 1990’lardan başlayıp, rantiyenin “en yüce değer”e sahip olduğu modelin içine alınmış oldu. Borçlanmanın yaygınlaşmasıyla insanın kişiliğini daha çok ve daha çok tüketime göre şekillendirmesi iç içe yürüdü. Bilim dilini kullanalım dersek, böylece kişilik gitgide borçlanmanın bir fonksiyonu olmaya başladı. 

Felsefe ve edebiyat diliyle söylemeye kalkışırsak belki de Goethe’ye başvurmalıyız. Onun Mefisto’su bugün Wall Street’te yaşıyor. Ve ücretli insanla tutuştuğu bahisleri hep kazanıyor. “Hep borçlan ve hep kazan!” diyor ona, “tek yol bu”. Ve borçlanmaya başladın mı, seni teslim alıyor. Artık kendi başına bir şey yapamazsın. Ruhunu Mefisto’ya veriyorsun. Toplum için bir şey yapamazsın. Çünkü artık topluma ait olmaktan çıkıyorsun. Wall Street’in çatısı altında yaşayacaksın. Sen artık Mefisto ile bahis kazanamayacak olan bir Faust’cuksun, dersek çok mu acı konuşmuş oluruz ?


NOBEL

Fed’in 1979’daki başkanı Volcker, faizi ağır silah olarak kullanıp doların rakipsiz dünya parası statüsünü yerine yerleştirmişti. Aynı vuruşla ücretleri de kelepçeleyip Amerikan kapitalizmini çift dikişle güvenceye almıştı. Vurunca ses getirmişti. Yeni modelin yolunu açmıştı. Görevi tamamlamıştı. Sonra 1990’lar geldi. Artık model, Fed’in ağır silah kullanmasına uygun değildi. Faiz silah olarak değil, finans sermayesine verilecek “çiçek” olarak kullanılacaktı. Yani para ucuz tutulacaktı. İyi günde de (2008’e kadar), kötü günde de (2008’den sonra).

                                      Ben Bernanke

Bu farklı bir ustalık istiyordu. O usta, Fed’in 1980’lerden sonraki başkanı Greenspan oldu. Wall Street’i coşturdu. Aynı zamanda, hazineye devletin açıklarını finanse edecek kaynağı da sağladı. İkili görev kolay değildi. Ama Sovyetler sonrası dünyanın “tek ağa”sı olmanın ABD’ye verdiği rahat konjonktür içinde bu ikili finansmanı yapmakta Greenspan zorluk çekmedi. Ona “maestro” dediler. Sonrası farklı bir konjonktürdü. Fed’in yeni başkanı Bernanke için o ikili görev daha büyük ustalıklar istiyordu. Daha önce denenmemiş boyutlarda, icatlar yaparak yürüttüğü ustalıklar... Becerisini herhalde devletten çok Wall Street takdir etmiştir. Hem rantiye kategorisi başta olmak üzere sermaye sınıfını tehlikeden alıp altın yıllar yaşattı, hem dünya ekonomilerinin “Acaba Fed faizi ne yapacak?” endişesine kilitlenip doların eşsizliğini içselleştirmelerini perçinledi hem de Amerika’nın çalışan sınıflarını düşük ücretle ve borçla yaşamanın “gerekliliği”ne inandırmış oldu. Geçen hafta kendisine 1930 ekonomi krizi üzerine vaktiyle yazdığı makaleler gerekçesiyle Nobel İktisat Ödülü verildi. Ne dersiniz? Bu “akademik gerekçe”yi inandırıcı bulalım mı?

Şimdi yine bir enflasyon senaryosundayız. Modelde ve kahramanlarında bir değişiklik yok. Amerika’nın insan ile Nobel arasında kalan düşünürleri (ve kendilerini izleyenler) neler düşünürler? Hepimizi ilgilendiriyor. 

İzlemeliyiz.

Bilsay Kuruç / Cumhuriyet