20 Ekim 2022 Perşembe

BELLEK (20 EKİM)



 OLAYLAR: 

  • 1827 - Navarin Baskını. İngiliz, Fransa, Rus birleşik filosu, Yunanistan açıklarında Navarin'de Osmanlı donanmasını tahrip etti.
  • 1921 - Fransızlar'ın Anadolu'dan çekilmesi. TBMM ile Fransa hükûmeti arasında Ankara Anlaşması imzalandı. Fransa adına Henry Franklin-Bouillon'un sürdürdüğü görüşmeler sonrasında, Fransa işgal ettiği Anadolu topraklarından çekildi.
  • 1927 - Mustafa Kemal Atatürk'ün Türk Kurtuluş Savaşı'nı anlattığı 15 - 20 Ekim  1927  tarihlerinde Cumhuriyet Halk Partisi 2. Kongresinde otuz altı buçuk saat süren tarihi konuşması
  • 1935 - Milliyetçi hükûmete karşı Mao Zedung'un başlattığı ve bir yıl süren 6.000 millik Uzun Yürüyüş sona erdi. Mao önderliğindeki Birinci Öncü Ordu Yan'an'a girdi.
  • 1940 - Nüfus sayımı. Türkiye'nin nüfusu: 17.820.95
  • 1941 - II. Dünya Savaşı: Alman işgalindeki Sırbistan'da binlerce sivil öldürüldü:  Kragujevac katliamı.
  • 1942 - Ekmek karneleri dağıtılmaya başladı.
  • 1944 - Sovyet Kızıl Ordu Belgrad'a girdi. Aynı gün Gestapo, Alman anti-faşist ve sosyal demokrat Julius Leber'i kurşuna dizdi.
  • 1945 - MısırSuriyeIrak ve LübnanFilistin topraklarında devlet kurmak isteyen  Yahudilere karşı Arap Cemiyeti'ni kurdu.
  • 1951 - Birinci Akdeniz Oyunları sona erdi. Türkiye 10 altın, 3 gümüş ve 7 bronz madalya aldı.
  • 1954 - Dünya Bankası Genel Sekreteri Türkiye'ye geldi. Genel sekreter "Türkiye ekonomik geleceği çok parlak bir ülkedir" dedi.
  • 1954 - Büyük Britanya'da 51 bin liman işçisi greve gitti. Britanya'nın deniz ticareti yarı yarıya durdu.
  • 1968 - Meksiko Olimpiyatları'nda serbest güreşte 78 kiloda Mahmut Atalay ve 97 kiloda Ahmet Ayık altın madalya kazandılar.
  • 1968 - ABD'nin öldürülen Başkanlarından John F. Kennedy'nin eşi Jacqueline Kennedy Yunan armatör Aristotle Onassis ile evlendi.
  • 1969- TWA yolcu uçağını kaçırdığı için Suriye’de tutuklu bulunan Filistin Halk Kurtuluş Cephesi üyesi Leyla Halid serbest bırakıldı 
  • 1969- İstedikleri zammı alamayan sinemacılar İstanbul’da sinemaları süresiz kapattılar.
  • 1969-  Esin Afşar Dario Moreno ödülünü aldı.
  • 1972- Asgari ücrete yüzde 30-42 zam yapıldı. Hükümetin tespitine göre en yüksek asgari ücret 25, en düşük asgari ücret de 22 lira oldu. Bundan önceki asgari ücret 19,5-14,5 liraydı. (Aynı tarihte 24 ayar külçe altının gramı 31 liraydı).
  • 1977- Bakanlar Kurulu kamu kesiminde çalışan memurlarla, emeklilere derecelerine göre 1000-750 lira arasında “yakacak yardımı” ödenmesini kararlaştırdı.
  • 1978- Sabah okula giderken yaylım ateşine tutulan Ordinaryüs Profesör Dr. Bedri Karafakioğlu yaşamını yitirdi. Karafakioğlu İstanbul teknik Üniversitesi Elektrik Fakültesi dekanıydı. Katilleri ortaya çıkarılamadı. 1965-69 arası İTÜ rektörlüğü de yapan Karafakioğlu, boykotlar ve 6.filo protestolarındaki tutumuyla öğrencilerin güvenini kazanmıştı. Karafakioğlu’nun öldürülmesinin ardından İTÜ’nün tüm bölümlerinde 1 günlük boykot kararı alındı ve ardından Gümüşsuyu’ndan Taksim’e yüründü. İTÜ süresiz tatil edildi.
  • 1978-  Kayseri kale burçlarına kızıl bayrak asan bir kişi yakalandı. Bayrağı asan kişi polis sorgusunda eylemi Büyük Ülkü Derneği’nden aldığı para karşılığında yaptığını itiraf etti.
  • 1980 - Yunanistan, NATO askeri kanadına yeniden girdi.
  • 1982- Bir gün önce Anayasa metnini açıklayan Milli Güvenlik Konseyi, Devlet Başkanı Kenan Evren’in “Anayasa’yı tanıtma” konuşmaları ile Anayasa’nın Geçici Maddeleri’nin eleştirilmesini yasakladı, Referandum döneminde Evren’in yurt gezileri ile radyo ve TV’de yapacağı konuşmalar yazılı-sözlü basında hiç bir surette eleştirilemeyecek.  Danışma Meclisi’nde görüşülen “12 Eylül Anayasası”na Milli Güvenlik Konseyi son şeklini verdi ve kanunlaştı. Eski siyasi parti liderlerine ve yöneticilerine 10 yıl siyaset yasağı getiren kanun kabul edildi.
  • 1984 - Bilkent Üniversitesi kuruldu.
  • 1985 - 12. Nüfus sayımı yapıldı. Türkiye'nin nüfusu: 50.664.458 İstanbul'un nüfusu: 5.842.985
  • 1987- Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde bir grup öğrenci yönetmelik değişikliğiyle ders geçmenin kaldırılıp sınıf geçme mecburiyetinin getirilmesiyle 1 yıl içinde yaklaşık 400 öğrencinin okuldan atılmasını protesto için oturma eylemi yaptı.
  • 1991- Bugün yapılan milletvekili genel seçimlerinde, hiçbir parti tek başına hükümet kurabilecek çoğunluğu alamadı. Ancak ANAP ikinci parti oldu ve 8 yıl süren iktidarı böylece bitti. Partilerin aldıkları oy oranı ve çıkardıkları milletvekilleri şöyle DYP Yüzde 27 oy oranı ile 178 milletvekili, ANAP Yüzde 24 oy oranı ile 115 milletvekili, SHP Yüzde 20.7 oy oranı ile 88 milletvekili, Refah Partisi Yüzde 16.7 oy oranı ile 62 milletvekili DSP Yüzde 10.8 oy oranı ile 7 milletvekili
  • 1992 - Bingöl’ün Solhan ilçesi Hazarşah köyü yakınlarında, bir otobüsü durduran PKK militanları 19 yolcuyu kurşuna dizerek öldürdü, 6 kişiyi yaraladı.
  • 1995- Yüksek öğrenim katkı paylarına % 350’lere varan zamların geri çekilmesi için Öğrenci Koordinasyonu bünyesinde aylardır sürdürdükleri “Ferman devletinse üniversiteler bizimdir” kampanyası kapsamında çeşitli illerden binlerce öğrenci Ankara’da bir araya geldi. Trenle gelen öğrenciler Ankara Garı’nda, 49 otobüsle gelenler de Ankara Emniyet Müdürlüğü bahçesinde bekletildi. Öğle saatlerinde Kızılay’da bir araya gelen binlerce öğrenci polis çemberine alındı, 200 kadarı gözaltına alındı. 350 bin dilekçe TBMM Başkanvekili Kamer Genç’e iletildi
  • 1998 - Türkiye ile Suriye arasında Adana Mutabakatı imzalandı.
  • 1999- Deri-İş üyesi yaklaşık 1.500 işçi Özelleştirme İdaresi’nin, 750 çalışanı bulunan Beykoz Deri ve Kundura Fabrikası’nın kapatılıp İTÜ’ye devredilmesi kararını Beykoz Meydanı’nda düzenlenen bir mitingle protesto etti.
  • 1999- Uluslararası uyuşturucu kaçakçısı Abuzer Uğurlu, İstanbul’da yakalandı.
  • 2000- Bergama Cezaevi hükümlüleri gördükleri işkenceyi fotoğraflarla ispatladılar. Mahkumlar fotoğrafları basına verdikleri için 15’er gün hücre cezası aldılar.
  • 2000- Yılmaz Güney’in Fransa’da 1983’de çektiği “Duvar” 17 yıl sonra Türkiye’de gösterime girdi. Senaryo, 1976’da Ankara Merkez Cezaevi Sübyan Koğuşu’nda patlak veren isyan üzerine Kayseri Cezaevi’nde yazdığı ”Soba, Pencere Camı ve İki Ekmek İstiyoruz” romanından kurgulandı.
  •  2001- Hükümet Ziraat Bankası Matbaasını kapatmaya karar verince, matbaada çalışan 60 işçi tazminatlarıyla işyerlerini 810 milyara satın aldı. Grup Matbaacılık’ı kurdular.
  • 2002- Dünya Satranç Şampiyonu Vladimir Kramnik, Deep Fritz adlı bilgisayarla yaptığı satranç karşılaşmasında 4-4 berabere kaldı.Dünya şampiyonlarıyla bilgisayarlar arasında yapılan maçlarda, şampiyon ilk kez yenilmemiş oldu.
  • 2002 - Sırbistan ile birlikte Yugoslavya'yı oluşturan Karadağ'da yapılan genel seçimlerde, Devlet Başkanı Milo Cukanoviç'in bağımsızlık yanlısı partisi meclis çoğunluğunu elde etti.
  • 2005- İran’da Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad başkanlığındaki Yüksek Kültür Koruma Konseyi, feminist, laik, liberal, nihilist ve Doğu kültürünü aşağılayan filmlerin dağıtım ve gösterimini yasakladı.
  • 2008- “Ergenekon” soruşturması kapsamında haklarında dava açılan, emekli Tuğgeneral Veli Küçük, İP Genel Başkanı Doğu Perinçek, Cumhuriyet gazetesi İmtiyaz Sahibi ve Başyazarı İlhan Selçuk ile eski İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Kemal Alemdaroğlu’nun da aralarında bulunduğu 46’sı tutuklu 86 sanığın yargılanmasına başlandı.Halkevleri üyeleri, Ergenekon ve 16 Mart davaları öncesi Sultanahmet Adliyesi önündeki açıklamalarında, Ergenekon Davası’nın kontrgerillayı aklama davası olduğunu,kontrgerilla gerçekten çözülmek isteniyorsa 16 Mart katliamını yapanların cezalandırılması gerektiğini söyledi.
  • 2011- Libya’da yönetimi geçici olarak üstlenen Ulusal Güvenlik Konseyi, Muammer Kaddafi’yi  ele geçirdi ve Kaddafi muhaliflerce “linç edildi”. Böylece 1969 yılında iktidara gelen Kaddafi’nin diktatörlük dönemi sona erdi.
  • 2012- DİSK, KESK, TMMOB ve TTB elektrik, doğalgaz ve ulaşıma yapılan zamlara karşı ülke genelinde alanlara çıktı.



DOĞUMLAR:


ER:
      ÖLÜMLER:

1631 -  Alman astronom ve matematikçi (d. 1550)
  • 1870 - Michael Balfe, İrlandalı müzisyen, orkestra şefi, opera şarkıcısı ve besteci (d. 1808)
  • 1935 - Arthur Henderson, Britanyalı siyasetçi (d. 1863)
  • 1952 - Sırrı Day (1889, Çeşme - 20 Ekim 1952) Türk siyasetçidir. Paris'te Düyunu Umumiye Maliye Meclisi Komiserliği Başkatipliğinde bulundu. III. İcra Vekilleri Heyeti'nde kısa süre vekaleten İktisat Vekilliği, 1939-1941 ve 1942-1943 yılları arasında Ekonomi Bakanlığı, 1943-1946 yılları arasında da Bayındırlık Bakanlığı görevini yürüttü. Ayrıca TBMM 5., 6., 7., ve 8. Dönem'de (1935-1950 arası) Trabzon milletvekili olarak görev yaptı.
  • 1974 -Ernst Arnold Egli (17 Ocak 1893, Viyana - 20 Ekim 1974, Meilen) Avusturya ve İsviçre kökenli mimar ve şehir plancısı. Viyana ve Zürih şehirlerinde de birçok projesi vardır ama inşa edilmiş projelerinin çoğu uzun yıllar geçirdiği Türkiye’de yer almaktadır.İsviçreli bir mühendis olan Johann Jakob Egli’nin (1840-1918) çocuğu olan Ernst Arnold Egli Viyana'da büyüdü. 1912 ile 1918 yılları arasında Viyana Teknik Üniversitesi’nde mimarlık eğitimi aldı. Viyana Akademisi’nde profesör olan Clemens Holzmeister’in asistanı olan Ernst Arnold Egli; onun tavsiyesiyle 1927 yılında Türkiye’ye geldi. 1927 ile 1938 yılları arasında özellikle yeni başkent Ankara’nın şekillenmesine yön veren birçok modern mimari örneği yapıyı tasarladı ve inşa edilmesini sağladı. Türkiye’den ayrıldıktan sonra 1949 yılında İsviçre’ye yerleşen Ernst Arnold Egli Zürih Federal Teknoloji Enstitüsü’nde akademisyen olarak girdi. 1947 yılında şehir planlama alanında onursal profesör unvanını aldı. Şehir planlama hakkında birçok yayınları da vardır. 1953 yılından itibaren BM adına tekrar Ankara’da çalışmaya başladı ve 1955 yılında İsviçre'ye dönene kadar Türkiye'de çalıştı. Egli, 20 Ekim 1974'te Meilen'de vefat etti.(Ankara'daki eserleri) 
  • Musiki Muallim Mektebi binası (sonradan Ankara Devlet Konservatuvarı olarak kullanıldı, günümüzde Mamak Kültür Merkezi), Ankara, Türkiye (1927–1929)
  • Ankara Ticaret Lisesi, Ankara, Türkiye (1928–1930)
  • Eski Sayıştay Binası , Ankara, Türkiye (1928–1930)
  • İsmet Paşa Kız Lisesi, Ankara, Türkiye (1930–1934)
  • Ankara Kız Lisesi, Ankara, Türkiye (1930-1931)
  • Ziraat Fakültesi, Ankara, Türkiye (1928–1933)
  • Mülkiye Mektebi'nin Ankara'daki binası Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, Ankara, Türkiye (1935-1936)
  • Gazi Lisesi, Ankara, Türkiye (1936)
  • Atatürk Orman Çiftliği kompleksi ve Bira Fabrikası, Ankara, Türkiye (1930–1937)
  • Fuat Bulca Evi, Ankara, Türkiye (1936)
  • İsviçre Büyükelçiliği, Ankara, Türkiye (1936–1938)
  • Irak Büyükelçiliği, Ankara, Türkiye (1936–1938)
  • Türk Hava Kurumu , Ankara, Türkiye (1934–1937)
  • Etimesgut Uçuş Okulu, Ankara, Türkiye (1930)
  • Şükrü Koçak Evi, Ankara, Türkiye (1940)
  • Gazi Eğitim Enstitüsü, Jimnastik Okulu, Ankara, Türkiye (1930)
  • Gazi Eğitim Enstitüsü, Yapı Usta Okulu, Ankara, Türkiye (1930)
  • Koç Han, Ankara, Türkiye (1930)
  • Etimesgut Yatı Mektebi, Ankara, Türkiye (1929–1930)
  • 1987 - Andrey Kolmogorov, Sovyet matematikçi (d. 1903)
  • 1989 - Anthony Quayle, İngiliz oyuncu (d. 1913)
  • 1989 - Alpay İzer, Türk tiyatro sanatçısı (d. 1944)
  • 1994 - Burt Lancaster, Amerikalı oyuncu ve En İyi Erkek Oyuncu Akademi Ödülü sahibi (d. 1913)
  • 1995 - Christopher Stone, Amerikalı oyuncu (d. 1942)
  • 2002 - Bernard Fresson, Fransız oyuncu (d. 1931)
  • 2004 - Türk tiyatrosunun ”Arap Bacı”sı (Bacı Kalfa) usta sanatçı Tevfik Gelenbe 73 yaşında öldü.
  • 2006 - Jane Wyatt, Amerikalı aktris (d. 1910)
  • 2010 - Arif Damar, Türk şair (d. 1925)
  • 2014 - René Burri, İsviçreli fotoğrafçı (d. 1920)
  • 2014 - Lilli Carati, İtalyan oyuncu ve manken (d. 1956)
  • 2020 - Lea Vergine, İtalyan sanat tarihçisi (d. 1936)
  • 2021 - Durul Gence, Türk caz müzisyeni ve orkestra şefi (d. 1940)

(derleyen:mstfkrc)

19 Ekim 2022 Çarşamba

Afrin’i almalarına niye göz yumuldu? - İbrahim Varlı / BİRGÜN

 ÖSO ile çatışan El Nusra Türkiye’nin kontrolündeki Afrin’i aldı. ÖSO’yu destekleyen Ankara’nın bu duruma göz yumduğu ve HTŞ’ye alan açtığı ileri sürüldü. Peki iktidar neden ÖSO’yu gözden çıkardı, neyi planlıyor?.

     Fotoğraf: Depo Photos

Gündemin yoğunluğu içerisinde kaybolsa da Kuzey Suriye’de bölgesel denklemi de derinden etkileyecek bir gelişme yaşandı. 

Heyet Tahrir Şam (HTŞ) adını alan El Nusra Cephesi 13 Ekim’de Afrin’in kontrolünü ele geçirdi. Zeytin Dalı Harekâtı’nın gerçekleştirildiği Mart 2018’den bu yana TSK-ÖSO kontrolünde bulunan Afrin’in “bir gece ansızın” El Kaide bağlantılı HTŞ’nin eline geçmesi beraberinde pek çok soruyu da getirdi. 

Afrin’i alan ardından da Azez’e yönelen HTŞ’nin bu hamleleri devletin resmi ajansı sıradan bir iç karışıklık olarak vererek geçiştirdi. Bölgeye valiler, öğretmenler, imamlar, hocalar atayan AKP iktidarı ise “her nedense” tüm yaşananlar karşısında sessiz kaldı. 

Amerikan yönetimi dahi HTŞ’nin Afrin’den çıkması için çağrı yaparken Ankara’nın kayıtsız kalması dikkat çekici. Birbirleriyle bağlantılı bu gelişmenin üzerindeki sır perdesinin aralanması, önümüzdeki günlerde bölgede yaşanacaklara da ışık tutacak türden.

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK), ÖSO ile birlikte kontrol ettiği Afrin’in bir diğer cihatçı çete HTŞ’nin eline geçmesini tesadüf olarak açıklamak yanıltıcı olur.

El Nusra nasıl ‘bir gece ansızın’ Afrin’e girdi?

Sınırdaki cihat emirliği olan İdlib’in önemli kısmını elinde bulunduran HTŞ’nin haziran ayından bu yana hazırlıklar yaptığı, adım adım El Bab ve Afrin’e doğru hamlelerde bulunduğu biliniyordu.

Heyet Tahrir El Şam’ın (HTŞ) Afrin’e girişine göz mü yumuldu? Gelişmeler pekala onu gösteriyor. Peki buraya nasıl gelindi?

Türkiye’nin kontrolündeki bölgede bir süredir ÖSO bünyesindeki Cebhe el-Şam (Şam Cephesi), Ceyş el-İslam (İslam Ordusu) ile Hamza Tümeni ve Sultan Süleyman Şah grupları arasında çatışmalar yaşanıyordu. Ekim ayının başlarından itibaren Halep’in kuzeyindeki El Bab dahil kırsal alanda yaşanan çatışmalar devam ederken Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ), ÖSO içindeki savaşa açıktan taraf oldu. Hamza Tümeni ve Sultan Süleyman Şah gruplarına açık destek veren HTŞ’nin dâhil olmasıyla 10-11 Nisan’da şiddetlenen çatışmalar kısa sürede Hatay ve Kilis’in karşısındaki Afrin’e sıçradı. Cebhe el-Şam ve Ceyş el-İslam’ın geri çekilmesiyle HTŞ, 13 Ekim’de Afrin’in merkezini kontrol altına aldı. Bu çatışmalarda ÖSO içindeki diğer bazı grupların da HTŞ’yi desteklemesi gözlerden kaçmadı. Ahrar eş-Şam da HTŞ’yi destekleyenlerden oldu. Suriye İnsan Hakları Gözlemevine göre, on gün süren iç çatışmalarda çok sayıda cihatçı yaşamını yitirdi.

Bu kapışmada “Üçüncü Kolordu” içinde yer alan Cebhe el-Şam, Ceyş el-İslami’nin yanı sıra El-Mecd Tümeni, El-İslam Tugayı, Melik Şah Tümeni ve 51’inci Tümen gibi gruplar bir tarafta. “Üçüncü Kolordu” ÖSO/SMO içindeki en fazla silahlı güce sahip çatı örgütü konumunda.

Diğer tarafta Hamza Tümeni, Sultan Süleyman Şah, Ahraru Şam, Nureddin Zengi Tugayı, el-Şam Tümeni, Faruk Tugayı, 1’inci Tümen, Ceyş eş-Şarqiye ve Ahrar eş-Şarkiye ile bunlara destek veren HTŞ yer alıyor.

SMO bünyesindeki Ahrar el-Şam ve Sultan Murad Tugayı esasında ikiye bölünmüş durumda. Her iki grubun üyeleri, farklı bölgelerde fakrlı tarafları destekleyerek çatışmalara katılıyor.

HTŞ bünyesinde cihatçı Uygurların oluşturduğu Türkistan İslami Parti (TİP), Kafkasyalıların oluşturduğu Ecnad el Kavkaz ve Muhacirun ve Ensar Ordusu, Özbek İmam Buhari Tugayları, Özbek-Kırgız ağırlıklı Tevhid ve Cihad Tugayları ile Cunud el Şam, Ceyş Usra gibi örgütler var.

Şarkul Avsat, HTŞ ve müttefiklerinin Ankara destekli ÖSO’nun en önemli bileşenlerinden biri olan 3. Kolordu ile Türkiye’den yetkililerin huzurunda bir anlaşmaya vardığını ancak HTŞ Lideri Ebu Muhammed el-Colani ile 3. Kolordu Lideri Ebu Ahmed Nur arasındaki ilk tur müzakerelerin başarısız olduğunu yazdı. Her iki taraf da Türkiye’nin aracılık ettiği anlaşmanın hükümlerini çiğnedikleri yönünde karşılıklı suçlamalarda bulundu.

Türkiye, HTŞ’nin Afrin’i kontrol etmesine neden sessiz kaldı?

HTŞ’nin Afrin’e girmesi Ankara ile Şam arasındaki perde arkasında sürdürülen temaslar ve gün yüzüne yansıyan diyalog açıklamaları sonrasına denk gelmesine dikkat çekici.

ABD’nin Suriye Büyükelçiliği Afrin’i ele geçiren Heyet Tahrir el-Şam’ı “terörist” örgüt olarak niteleyerek bölgeden derhal çekilmesini isterken AKP iktidarı ise günlerdir sessizliğini koruyor. Sınırın hemen diğer yakasında bizzat Türkiye’nin desteklediği gruplarla HTŞ arasındaki çatışmalar sonrasında Afrin elden giderken Ankara’da yaşanan sessizlik, işin içinde AKP iktidarının parmağı olduğu yorumlarına neden oldu.

Konuştuğumuz Suriye’de yaşayan uzmanlar, bölgedeki gazeteciler, Kürt yetkililer de bu görüşte. Her üç farklı kesimden gazeteciler, uzmanlar Türkiye’nin yani AKP iktidarının Afrin’i HTŞ’ye açtığı görüşünde. Afrin’de olanların Türkiye’nin planları dahilinde olduğu görüşü hakim.

Peki neden?

Bu konuda çeşitli rivayetler olsa da Erdoğan yönetiminin Afrin’i HTŞ’ye bırakmasının ve bölgede bu yapıya yani El Nusra’ya alan açmasının arkasında çeşitli hesaplar var. Konu üzerine konuştuğum ve dün meseleyi köşesine de taşıyan Evrensel yazarı Yusuf Karadaş’ın da yazdığı gibi bu nedenleri birkaç başlık altında toparlayabiliriz.

1) ÖSO’nun tasfiyesi: Erdoğan’ın YPG/SDG’ye operasyon için kapısını çaldığı Putin, adres olarak Şam’ı gösterdi. Şam yönetimi ise görüşmek için Ankara’dan ÖSO gruplarıyla birlikte kontrol edilen bölgelerden çekilmesini şart koşuyor. Anlara ile Şam arasında bir süredir müzakereler sürdürülüyor. Şam’ın barışma şartlarından en önemlisi ÖSO’nun tasfiyesi. Ankara, yıllardır besleyip desteklediği cihatçılardan bir çırpıda kurtulamayacağı için ÖSO’yu HTŞ’ye dövdürüyor. ÖSO’yu bir şekilde devreden çıkararak yerine “kontrolüm dışında” dediği HTŞ’yi monte etmek istiyor.

2) Cihatçıları hizaya getirmek: Bir diğer iddia da Ankara’nın ÖSO içinde kontrolden çıkan çeşitli grupları hizaya getirmek için de çatışmalara göz yumduğu yönünde. Çeşitli cihatçı yapıyı barındıran ÖSO içinde bir süredir Ankara’nın maddi yardımı kesmesinin de etkisiyle rahatsızlıklar vardı. Bu gruplardan bazıları açıkça Ankara’ya kafa tutmaya, hizadan çıkmaya başlamıştı. Bu gruplar Türkiye kendisine bağlı grupların bazılarının performansından son dönemlerde memnun değildi.

3) HTŞ’yi cepheye sürmek: HTŞ yani El Nusra hem Suriye ordusu hem de YPG ve SDG ile çatışma deneyimine sahip. Suriye’nin kuzeyindeki Kürt bölgesine yönelik operasyon için istediği koşulları sağlayamayan Erdoğan yönetimi için HTŞ, son dönemlerde kendi aralarında çatışan ve güven vermeyen ÖSO’nun aksine uygun bir araç olarak öne çıkıyor.

4) Suriye’de kalmak: Ankara resmi bir ittifak içinde olduğu ÖSO’nun yerini alacak HTŞ üzerinden Kürtlerin yani YPG/SDG’nin hesaplarını bozmaya çalışacak. Bölgeye HTŞ’nin yerleşmesine göz yumarak bu bölgelerden çekilmeden çekilmiş gibi görünecek hem de ÖSO’nun parçalı görünümü yerine HTŞ’yi tek muhatap haline getirerek Suriye’nin geleceğine dair pazarlıklarda elini güçlendirecek.

5) Kuzey Suriye’yi tek bir yapı ile kontrol etmek:

Her ne olursa olsun HTŞ’nin Türkiye’nin kontrolündeki bölgelere Ankara’nın rızası olmadan bu kadar kolay girmesi mümkün değil. HTŞ’nin ÖSO içindeki gruplarla birleşip Cerablus’tan Afrin ve İdlib’e sınır bölgelerini tek elde tutması da Ankara’nın seçeneklerinden birisi. İhaleyi kendi üzerinden HTŞ’ye havale edecek. Üçüncü Kolordu ile HTŞ arasında Türkiye’den yetkililerin himayesinde yapılan görüşmede “Tüm cihatçı askeri grupların tek komuta altında birleşmesi” talebi oldukça manidar.

6) Tel Rıfat’ı almak: HTŞ’nin Afrin’i alması Türkiye için operasyon nedeni de olabilecek. Erdoğan’ın uzun süredir istediği YPG’nin elindeki Tel Rıfat’a yönelik operasyon için HTŞ istenilen bahaneyi sağlamış olacak. TSK bölgeye girmese de HTŞ’nin Tel Rıfat’ı alacak olması da Ankara’nın işine gelecek. Böylece Fırat’ın batısında Kürt yapılar YPG/SDG tamamen çıkarılmış olacak. Kürtlere göre ise bölgede demografik değişim amaçlanıyor. Afrin’deki durum, Kuzey ve Doğu Suriye’ye yeni operasyonların başlaması anlamına gelebilir.

HESAPLAR ÇARŞIYA UYACAK MI?

Tüm bu senaryolar arasında HTŞ’nin Afrin’i alarak etki alanını genişletmesinin neye mal olacağı meçhul. İdlib’i kana bulayan bu cihatçı çetenin sınırın bir diğer yakasında Türkiye ile yeniden komşu olmasının sakıncalarını çok zaman geçmeden görmüş olacağız.

Afrin’deki durum da gösteriyor ki Suriye sahasında hesaplardan birisi kapanmadan diğeri açılıyor. Bölgesel, yerel, küresel aktörlerin at koşturduğu coğrafyada herkesin kendince çeşitli hesapları var.

Suriye’nin kuzeyindeki herhangi bir gelişmenin Ankara’dan bağımsız bir şekilde gerçekleşemeyeceği aşikar.

Kış aylarından bu yana ısrarla yeni operasyon talebini dile getiren Erdoğan yönetimi de seçim sathı mahalline girilirken şapkadan tavşan çıkarma peşinde. Yeni sınır ötesi operasyonlar, dış müdahaleler seçim öncesinde elini güçlendirecek etmenler. Her türlü sınır ötesi operasyonun kendisine yazacağının farkında olan iktidar, amaca giden her yol mubahtır düsturuyla elinden geleni ardına koymaktan imtina etmeyecektir. Bunun için radikal İslamcı örgütler birer kullanışlı aparat olarak aranan desteği sunuyorlar.

Suriye sahada da masada da daha çok şeye gebe.

İbrahim Varlı / BİRGÜN

Kim bu baba - Barış Pehlivan / Cumhuriyet

 

“Bu organizasyon sadece maddi menfaat sağlamak için yapılmış değildir. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı gibi sürekli rant dağıtabilecek bir makamın elde tutulmasının sağlanmasına yönelik bir organizasyondur. Bu organizasyonu kamu kaynaklarından seçim masraflarının karşılandığı bir kaynak yaratma ve seçimlerde başarılı olmayı amaç edinmiş bir organizasyon olarak görmek gerekmektedir.” 

Bir resmi rapordan alıntılıyorum bu satırları. Her şey ne kadar da benzer, diyorum.


 Zira, şu cümle kaç gündür aklımda asılı duruyor: “Erdoğan’ın danışmanı  Maksut Serim’in oğlu dışişleri bakan yardımcısı yapıldı.”

Evet, yıllarca Başbakanlık örtülü ödeneğini yöneten baba Serim’in, İBB döneminden beri Erdoğan’ın güvendiği isim olduğu hatırlatılıyor. Oğlun yükselişinde babanın rolü dile getiriliyor. Ama sanki bir şeyler eksik söyleniyor. 

Gazetemiz Cumhuriyet’in asırlık arşivine giriyorum. İlhan Taşcı’nın özel haberlerini okuyorum...

Tarih: 9 Nisan 1999. 

Eski İstanbul Valisi Erol Çakır Başbakanlık makamına “çok gizli” damgalı bir yazı gönderdi. Yazıda Recep Tayyip Erdoğan’ın başkanlığındaki İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne (İBB) ait paraların nasıl kullanıldığı anlatılıyordu.

Bir havuz hesap vardı. O hesapta 2001 rakamlarıyla 300 trilyon lira bulunuyordu. Ayrıca o hesabı kullanan “devasa” bir çete mevcuttu. Mülkiye müfettişlerinin raporuna göre işte o çetenin suçu şuydu: “Hayali şirketlere naylon ve sahte faturalarla ödemeler yaptı. Yapılan bu ödemeler sonucu, toplanan paraları kendilerince bilinen kişilerin elinde toplayarak özel amaçlar doğrultusunda kullandı. Devlet parasını yani belediye parasını nitelikli yollar kullanarak belirtilen (Geleceğin başbakanını hazırlamak ve cihat hazırlığı yapmak) amaçlara yönlendirdi ve zimmete geçirdi.” 

Resmi raporlara göre para sadece Erdoğan’a ve yakınlarına akmıyordu. Yeni Şafak, Akit ve Kanal 7 de devamlı destekleniyor, yandaş medyanın ilk filizleri yeşeriyordu.  

Peki, o havuz hesabının açıldığı, İBB’nin paralarının aktığı ve şüpheli para trafiklerinin gerçekleştiği Vakıfbank Validesultan Şubesi’nin müdürü kimdi? Maksut Serim! 

ÖRGÜTLÜ KÖTÜLÜK 

Maksut Serim, Recep Tayyip Erdoğan’ın sır kutusuydu. Malvarlığını en iyi bilen isimlerdendi. İtirazlara rağmen Vakıfbank’ın Genel Müdür Yardımcılığı’na kadar yükseldi. 

Gün geldi, bir ihbar ortaya çıktı. Serim’in Kazakistan Al-Farabi Devlet Üniversitesi’nden almış olduğu üniversite diploması üzerinde şaibe vardı. Ayrıca YÖK’ten alınan diploma denklik belgesinin sahte olduğu ileri sürülüyordu. 

Dava açıldı açılmasına ama yanlış mahkeme ve yanlış hüküm gibi garipliklerle dolu bir yargılama süreci gerçekleşti. Sonunda Serim “özel belgede sahtecilik” suçundan cezalandırıldı. Lakin Rahşan affı imdadına yetişince, Serim hapse girmekten kurtuldu. Vakıfbank da sahtecilik işlemini görmezden gelince, emekli oldu. 

Erdoğan kendisini başbakanlık koltuğuna taşıyanları hiç unutmadı. Vefasını yeni çıktığı yolda gösterdi. Haliyle AKP iktidara gelince Maksut Serim bilinmeyen para trafiğinin döndüğü örtülü ödeneğin başına oturdu. Erdoğan cumhurbaşkanı olunca da başdanışmanı oldu. Ve ne tesadüf ki Vakıfbank’ta şaibelerle anılan isim Halkbank’ın Yönetim Kurulu’na girdi. 

İBB, çete, seçim parası, yandaş medya, sahte diploma, af ve para... 

Yıllar öncenin öyküsündeki her kelime ne kadar da tanıdık. Güneş bugün batmadı, karanlık yeni doğmadı, siyah beyazdan hep daha örgütlüydü. 

 Barış Pehlivan / Cumhuriyet

Dezenformasyon Yasası’nda AKP’yi değil, bunu tartışmalıyız - YİĞİT GÜNAY / SOL-Özel

 Sansür yasası tartışmasında esas nokta gözden kaçırılıyor. Mesele AKP sansüründen ibaret değil. Dezenformasyon bir NATO konsepti, ve NATO’nun Türkiye'deki şebekesi, sandığımızdan çok daha yaygın.



6 Ekim Pazar akşamı Halk TV’de yayımlanan İpek Özbey’le Sansürsüz programının son kısmında konuklar, Meclis’ten geçen Sansür Yasası’nı ele aldı. Konuklardan CHP milletvekili Turan Aydoğan, “İlk biz deleceğiz bu yasayı” dedi—ki, ana muhalefet partisinin bu yeni icadı mücadele taktiğinin ne kadar da etkili olduğunu, parti lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun kendi elektrik faturasını bir süre ödememe direnişinin getirdiği büyük kazanımlardan biliyoruz. Gelecek Partisi sözcüsü Serkan Özkan da Aydoğan’a katılarak “Hep beraber mücadele edeceğiz” diye ekledi.

Türkiye toplumunun Erdoğan yorgunluğundan dolayı her şeye bir “AKP prizmasından” bakılması pek yaygınlık kazandı. Sansür yasasında da benzeri oldu, altılı masa müttefikleri, AKP’nin bu baskı yasasına direneceklerini ifade ettiler.

Yalnız, bir sıkıntı var: Dezenformasyon yasasının özü bir AKP icadı değil, bir NATO-ABD icadı. Aşağıda ayrıntılarına değineceğim, tüm dünyada, ABD ve batı emperyalizminin bilgi tekelini eline almasına, işine gelmeyen tüm sesleri susturmasına yönelik devasa bir kampanyanın Türkiye ayağı aslında, AKP’nin gündeme getirdiği bu başlık. Altılı masanın hangi parçasının hangi konuda ne tavır aldığı pek belirsiz, fakat programda temsilcileri olan CHP ve Gelecek Partisi, son dönemde AKP’den daha NATO’cu olduklarını defaten dile getirdiler. Şimdi üst perdeden “Direneceğiz” diyorlar ama, ilk uyarıda “aslında yasa bir ihtiyaç, biz AKP’ye güvenmiyoruz”a dönebilirler.

Konuya girmeden not: Barış Pehlivan haklı

Programda mesele tartışılırken, katılımcılar arasında olan Türkiye Komünist Partisi Genel Sekreteri Kemal Okuyan, “Bu yasa işlemez, işletemezler” dedi ve yanında oturan, toplamda iki yıldan uzun süre cezaevinde kalmış olan gazeteci Barış Pehlivan’a işaret etti, “Susturamıyorlar, susturamazlar” dercesine.

Ardından Pehlivan, yanlış anlaşılmaları göze alarak, “Cezaevinden bu kadar korkmayın” dedi, ki, sanıyorum bu sansür tartışmasında AKP’ye karşı söylenebilecek en doğru sözdür. Sansür yasasının Türkiye’de herhangi bir gerçeğin açığa çıkmasını engelleme ihtimali yok, zira Türkiye’de hiçbir korkuya teslim olmadan gerçeği dile getirecek insanımız çok. Kendi yayımlamaktan korkan, kimin korkmayacağını bilir—zaten bir süredir böyle olmuyor mu?

Sansür zaten var ve kökü AKP değil, “dışarıda”

Kemal Okuyan, konuşmasında, bir başka gerçeğe daha işaret etti: Sansür zaten var. Okuyan, Facebook, Twitter gibi, şu an tüm dünyada haber/bilgi dağıtımının en temel mecraları olan tekellerin, dezenformasyonla mücadele adı altında zaten sansür uygulamakta olduğunu ifade etti. Meselenin özüne değinen bu girdi, programın akışında arada kaynadı gitti.

İşin esası bu, ve ne hikmetse, üzerinde pek az duruluyor.

Önce bir özet geçelim: Dezenformasyon, kasıtlı olarak yanlış bilgi yayılmasına verilen isim. Tabii ki, “kasıt”ın nasıl belirleneceği belli değil, işe gelmeyen her türlü yanlış bilgiye “dezenformasyon” yaftası yapıştırılıyor. Yanlış bilginin yayılmasının önüne geçme sorumluluğu normalde kimde? Gazetecilerde. Gazeteciler bilgilerini teyit etmekle, bilgide yanlışlık varsa bunu tekzip etmekle sorumlu.

Fakat 2000’li yıllarda ABD’de, FactCheck.org ve PolitiFact gibi, medyadan bağımsız birtakım “teyit” kuruluşları ortaya çıktı. Bunlar kendilerince medyada çıkan haberleri teyit ediyor, hangilerinin doğru, hangilerinin yalan olduğunu belirtiyorlardı.

Aynı yıllarda bir başka gelişme yaşandı. Epeydir dünyaya haber ulaştırma tekelini elinde tutan CNN, Fox, BBC gibi batı yayınlarına dişli rakipler çıkmaya başladı. El Cezire’nin ilk dönemindeki kadro, ABD ve müttefiklerinin Irak işgaline dair yalanlarını faş ederek hızla popülerleşti. Ardından bu modeli izleyen İran PressTV’yle, Rusya ve Çin kendi projeleriyle büyük yatırımlı uluslararası medya grupları kurmaya başladılar.

Batılı emperyalist odaklar, bilgi tekelini ellerinde tutmanın, enformasyon savaşında üste çıkmanın yollarını ararken, bu teyitçiler birden değerleniverdi. 2010’lu yıllarda NATO, dezenformasyonla mücadele başlığını hızla temel belgelerine aldı, bu arada 2000’lerde kurulan teyitçi kurumlara dev tekeller ve fonlar devasa miktarlarda para yatırmaya başladı.

Halihazırda yalnızca ABD’de 300’den fazla teyit kurumu var. En önemlisi olan “Uluslararası Doğruluk Kontrol Ağı” (IFCN), 2015’te Poynter Enstitüsü tarafından kuruldu. Enstitünün internet sitesinden “başlıca fonlayanlar” listesine baktığımızda, durum net olarak ortaya çıkıyor. Parayı verenler arasında, bugün bilgi dağıtım şebekesini elinde tutan uluslararası tekellerin hemen hepsi var: Google, (Facebook ve Instagram’ın sahibi olan) Meta, Microsoft, TikTok, WhatsApp, (CIA’in yurtdışında para dağıtma kisvesi işlevi gören) National Endowment for Democracy… Bu IFCN isimli ağ, dünyanın birçok ülkesinde onlarca “teyit” kurumunu bir araya getirdi. NATO’nun gündemine aldığı “dezenformasyonla mücadele” işlevini, işte bu şebeke yerine getiriyor.

Ne yapıyorlar? Sosyal medyada Rusya, Çin, Küba gibi ABD’nin düşman gördüğü ülkelerle bağlantılı tüm medya mecralarını, dahası, bunlarda çalışan muhabirine kadar tüm gazetecileri etiketleyip, “güvenilir değil” yaftası yapıştırıyorlar. Bu mecraların paylaşımlarının insanlara ulaşmasını kısıtlıyorlar. Hiçbiri yetmezse, doğrudan engelliyorlar.

AKP geç bile kaldı, sansür çoktan Türkiye’de!

“Ah bu solcular, her taşın altında emperyalizm var derler, ne alakası var bizdeki dezenformasyon yasasının batıyla” diyenler varsa, bu teyitçilik ve dezenformasyonla mücadele şebekesinin Türkiye’de alttan alta ne kadar yayıldığının hiç farkında olmamalılar.

Türkiye’de bu alanın en bilinen sitesi, Teyit.Org. Teyit.Org, 2018’de Facebook’la anlaştığından bu yana, haberlerin dağıtımını kısıtlamak konusunda mutlak bir güce sahip. Teyit.Org’un “dezenformasyon” olarak “işaretlediği” haberler sosyal medyada alıcıya ulaşamıyor, dahası, denetleyen konumundaki Teyit.Org, tüm bir yayının, diyelim soL Haber Portalı’nın Facebook’taki tüm haber paylaşımlarının önüne geçebiliyor. Henüz pek az yayın organı kamuoyu önünde kazan kaldırmaya yeltendiğinden okurlar farkında olmayabilir, ancak 2018’den beri birçok muhalif yayının haber dağıtımı, Teyit.Org tarafından engellendi. Hangi yetkiyle? Yukarıda bahsettiğimiz IFCN denilen şebekenin parçası olma, onun “kurallar manzumesine uyma” yetkisiyle…

Dahası var, ve ciddi tartışma konusu olması gerekirken, pek kimsenin gündemine girmiyor. NATO, “Türkiye’de Dezenformasyon Direnci İnşa Etmek” adında bir proje yürütüyor. Projenin adı kısaca RDM, altında NATO imzası bulunan internet sitelerini incelemek isteyenler şöyle buyursun. Projenin başında iki Türk profesör var. NATO talimatı, aklı ve parasıyla Türkiye’deki gazetecileri eğitiyorlar, bilgi düzensizliğiyle mücadele hakkında. Seminerler veriyorlar, yayınlar çıkarıyorlar, toplantılar düzenliyorlar.

Kuzuyu kurda emanet etmenin daniskası bu. NATO bir suç örgütü, 90’lardan bu yana dünyada çıkan savaşların hemen hepsinde, Yugoslavya işgalinde, Irak işgalinde, Suriye’deki iç savaşta NATO’nun parmağı var. Arşivlerde duruyor, NATO, Suriye devletini “kimyasal silah kullanmakla” suçladı. Dezenformasyonun âlâsıydı, teyit kurumlarının gıkı çıkmadı. Ama yine NATO’nun dezenformasyon olarak sıraladığı örneklere bakarsanız, hepsi dünyadaki karşıtlarının iddialarıyla ilgili. Örneğin “En ünlü 5 Rus miti” başlıklı şu makaleye bakalım. 3 numaralı “mit”, NATO’nun saldırgan olduğuymuş. NATO’nun yanıtı ne? “Yooo, NATO bir savunma örgütüdür”. Aaa, pardon! Bilememişiz biz. 5 numaralı “mit”, NATO’nun Yugoslavya, Kosova ve Libya’ya müdahalelerinin, saldırganlığının kanıtı olduğu. NATO’nun yanıtı ne? “Olur mu, Barış Gücü’ydü onlar bi’ kere!” Şimdi işbu yazıyı bizdeki teyit kurumları “denetlese”, “NATO suç örgütü değil ki, savunma örgütü” diye, soL Portal’ın tüm paylaşım akışını engelleyebilecekler.

Mesele ciddi, ve sandığımızdan çok daha yaygın. Bir başka alıntı yapalım:

Yine pandemi esnasında Rusya ve Çin’in adeta paydaş bir dezenformasyon kampanyası yürüttüklerine dair diğer bir somut kanıt ise RT ve Sputnik’in pandemi döneminde bir yandan Avrupa’daki Sırbistan gibi bazı devletlere yardım gönderen Çin ile ilgili övgü dolu haberleri öne çıkarırken, diğer taraftan AB karşıtlığını işlemesidir.  Bu kapsamda Avrupa’nın da krize karşı yetersiz kaldığına ve bir bütün olarak AB’nin başarısızlığına dair haberler sürekli dolaşımda tutulmuştur.

Paragrafı, “Türkiye Algı Merkezi” adlı kurumun sayfasından alıntıladım. Yazarı Mehmet Babacan, anlaşıldığı kadarıyla RDM projesinin eğitime katılmış, oradan aktarıyor. Dezenformasyonun büyüklüğüne bakar mısınız? Çin’in Sırbistan’a yardım göndermesini övmüşler! Avrupa Birliği krize karşı yetersiz kaldı demişler! Tez vurulsun kelleleri…

Kim bu Türkiye Algı Merkezi? Onur Dikmeci adında, Harp Akademisi’nde 2013-2015 arasında yüksek lisans yapmış bir AKP kadrosunun kurduğu, kendi ifadesiyle, “Türkiye’nin ilk özel istihbarat platformu”. Dikmeci aynı zamanda, hemen bütün kadrosu AKP dönemi bürokratlarından oluşan “Sahipkıran Stratejik Araştırmalar Merkezi”nin (SASAM) parçası.

Sanmayın ki NATO’nun bu “dezenformasyonla mücadele” şebekesi sadece AKP’lileri kapsıyor. Soğuk Savaş döneminden bu yana CIA, “solcu”lardan faydalanmanın ne kadar etkili olduğuna dair derin bir birikim elde etti. Bu taktik sürüyor. Bir “örnek vaka incelemesi” olarak, yeni nesil “teyitçi” gazetecilerden birinin CV’sine göz atabiliriz: ABD Dışişleri Bakanlığı kursu, ABD Dışişleri Bakanlığı parasıyla ABD’de gazetecilik eğitimi, Facebook’tan gazetecilik eğitimi, Poynter Enstitüsü atölyesi, Avrupa Birliği’nden gazetecilik eğitimi, eski NATO Genel Sekreter Yardımcısı Tacan İldem’in başkanı olduğu EDAM’da dezenformasyonla mücadele atölyesi, NATO’nun RDM projesi eğitimleri…

Şebeke yaygın ve giderek büyüyor. Tümüne burada yer vermemiz imkansız. Asıl nokta şu: AKP’nin dezenformasyon yasası, esas olarak, NATO’nun tüm üyelerine telkin ettiği bu yaklaşımın yasal zeminini oluşturuyor, zaten AKP kurmayları da çeşitli açıklamalarında buna işaret ettiler. Gazetecileri, hatta vatandaşları hapisle tehdit etmek bir şey—ki, hem dünya tarihi, hem de AKP’li yıllar kanıtladı ki, bu taktik hiçbir zaman tam sonuç alamıyor. Ama yayınların, haberlerin, bilginin dağıtımı kısıtlamak, yayılmasını engellemek başka bir şey. Yasal zemini oluşturulan tam olarak bu, ve bir kez daha, aslına bakılırsa, kanun, hayatı geriden takip ediyor.

Sonuç niyetine: Lanet okuyanları boşverelim, iletişimi örgütleyelim

Yazının başında değindiğimiz, HalkTV’deki programa dönersek… Altılı masanın iki üyesi, CHP ve Gelecek Partisi’nin temsilcileri yasaya AKP’nin baskıcılığı üzerinden karşı çıktılar ama, bu iki partinin de son dönemde AKP’den daha NATO’cu bir çizgi tutturdukları düşünülürse, ola ki iktidara gelmeleri durumunda, NATO talimatı doğrultusunda dezenformasyonla mücadele konusundaki yasal zemini, belki kısmi değişikliklerle, sürdürmek isteyeceklerini öngörebiliriz.

Bu arada, programı izlerken, AKP’ye niye karşı çıktıkları noktasında da kafamın karıştığını söylemem gerek. Zira sansür yasası tartışmasının hemen ardından, gazeteci Fikret Bila, sansür yasası mecliste görüşülürken muhalefetin az sayıda milletvekilinin mecliste bulunduğu iddiasını dile getirince, CHP milletvekili Ali Mahir Başarır, ismini vermeden, iddiayı gündeme getiren gazeteci Önder Algedik’i kastederek, “O adam ikidir üçtür bunu yapıyor, lanet olsun o adama, dezenformasyon yapıyor” diye köpürdü. Kınamak, yalanlamak, tekzip etmek yerine lanet okumak, sanıyorum Amasra’da ölen işçilere “şehit” diyen sonradan-islamcı CHP üslubunun devamı…Öte yandan, Başarır’ın tepkisi, nurtopu gibi yasamızın, Altılı Masa iktidarında da nasıl kullanılabileceğinin sinyallerini vermesi açısından manidar.

Yirmi yılda AKP’nin yapamadığı toplumu susturmayı, sorgulayanları sindirmeyi, başka iktidarlar da yapamaz. Ama gerçeği yazan medya kanallarının dağıtımının engellenmesi asıl büyük tehdit. Buna karşı, gerçeği dile getirmekten çekinmeyecek cesur gazeteciler yetmez, bir de o gerçeklerin hepimize ulaşmasını sağlayacak bir örgütlülük gerek. 

Facebook yoksa, Twitter engelliyse, Instagram sansürlüyse, gerekiyorsa elden ele.

YİĞİT GÜNAY / SOL-Özel

BELLEK (19 EKİM )

 


OLAYLAR:

1781- Amerikan Bağımsızlık Savaşı, İngilizlerin George Washington’a teslim oluşuyla sona erdi.

1795- ABD ile Osmanlı Devleti arasında bir anlaşma imzalandı. Bu anlaşma ile ABD, Osmanlı Devleti’ne yıllık vergi ödemeyi kabul etti.

1872 - Dünyanın en büyük altın külçesi (215 kilogram) Avustralya New South Wales'de bulundu.

1934 - Mübadele Komisyonu görevini tamamladı. Anadolu ve Trakya Rumları ile Yunanistan Müslümanlarının mübadelesini düzenlemekle görevli Komisyon 7 Ekim 1923'te kurulmuştu.

1939- II. Dünya Savaşı’nın ilk aylarında Fransa, Birleşik Krallık ve Türkiye arasında üçlü savunma ittifakı antlaşması imzalandı. Almanya’ya yapılan krom ihracatı hükümet kararıyla durduruldu.

1927- 1924’de kurulan, komünist “Aydınlık” çevresiyle de irtibatı olan “Amele Teali (Yükseltme) Cemiyeti” kapatıldı, başkanı tutuklandı

1934 - Turhal Şeker Fabrikası açıldı.

1945 - Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi açıldı.

1951 - İngiliz askerleri, Süveyş Kanalı'nı ele geçirdi.

1957 - Başbakan Adnan Menderes Kayseri’de CHP’nin tek parti dönemine yüklenirken: “1950’den bu yana 15 bin yeni cami yaptık. Süleymaniye’den başlayarak 56 camiyi tamir ettirdik.”

1960- 6-7 Eylül Olaylarıyla ilgili dava başladı. 

1960 - ABD Küba’ya karşı ambargo ilan etti.

1960 - Yassıada duruşmalarında 6-7 Eylül Olayları ile ilgili dava başladı.

1962 - TBMM'de, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu kabul edildi.

1962 - İlk James Bond filmi Dr. No gösterime girdi.

1968- Meksika Olimpiyatları’nda ABD milli marşı çalarken kürsüde ırkçılığı protesto eylemi yapan iki siyah atlet milli takımdan çıkarıldı. Milli takımdan çıkarılan ABD’li 2 siyah atlete madalya kürsülerinden destek eylemleri yaygınlaşıyor.

1970- Adana Altın Koza’da “En iyi film” dahil 4 dalda ödül kazanan Yılmaz Güney’in “Umut” filmi Sansür Kurulu’nca yasaklandı. Yılmaz Güney, Umut’un yasaklanmasına ilişkin basın toplantısında: “Danıştay da Sansür’ün kararını onaylarsa, sinemayı bırakırım.”

1972 - Nobel Edebiyat Ödülü, Alman yazar Heinrich Böll verildi.

1972- Gazeteci İlhan Selçuk, İstanbul Sıkıyönetim Askeri Savcılığı kararıyla gözaltına alındı.

1974- 1200 Iraklı Kürt Türkiye’ye sığındı. Kürtler Bağdat hükümetine teslim edilmemelerini istiyor.

1976- Üsküdar Kız Lisesi’nin 1.500 öğrencisi, TÖB-DER’li 14 öğretmenin başka okullara tayin edilmesini protesto için derslere girmedi. 

1982 - 5 Ekim’de Türkiye’de bir konferansa katılan Paul Henze (ABD eski Başkanı Carter’ın CIA kökenli danışmanı): ”Körfez’e yönelik muhtemel müdahalelere hazırlık için NATO ittifakındaki ABD, Almanya ile Türk ordularının hareketlilik yetenekleri geliştirilmeli.”(Cumhuriyet)

1987 - Londra Borsası çöktü. Yaşanan büyük panik sonucunda 50 milyar sterlinlik değer kaybı yaşandı.

1988 - Birleşik Krallık, IRA mensuplarıyla yapılan röportajların yayımlanmasını yasakladı.

1992- Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP) kuruldu 

1994 -  Tüm Haber-Sen üyesi 25 bin PTT çalışanı sabahtan itibaren İstanbul başta olmak üzere Türkiye genelinde gazete ve TV kuruluşlarını arama eylemi yaparak, PTT’de grev ve toplu sözleşme yapma hakkından mahrum-güvencesiz onbinlerce çalışanın istihdam edildiğini hatırlattı.

1994 -  Ölümünden sonra Çatalca’daki Nesin Vakfı’nın bahçesine gömülme yolundaki vasiyetini Cumhurbaşkanı Demirel’e iletmesine rağmen DYP-SHP hükümeti Bakanlar Kurulu’ndan izin çıkmadığını açıklayan Aziz Nesin: “Yeni bir hükümet kurulana kadar ben de ölmem.”

1995 - Avrupa Parlamentosu Yeşiller sözcüsü Claudia Roth, Devlet Bakanı Ayvaz Gökdemir  aleyhine 3 milyar liralık manevi tazminat davası açtı.

1997- 23 yıl kesinleşen cezası bulunan Eşber Yağmurdereli, gece F.Altaylı’nın programına çıktı ve stüdyodan ayrılışında gözaltına alındı. 

1997 - Alman Yayıncılar Birliği’nin 1997 yılı “Barış Ödülü” Frankfurt’ta düzenlenen törenle Yaşar Kemal’e verildi.

2000- ABD Temsilciler Meclisi’nde görüşülen Osmanlı İmparatorluğu’ndaki “Ermeni Soykırımı” karar tasarısı, ABD Başkanı Bill Clinton ile Genelkurmay Başkanı Heny Shelton’un mektupları üzerine Meclis Başkanı Denis Hastert tarafından geri çekildi.

2002- İrlanda’da referandum yapıldı. Seçmenler Nice Anlaşması’na yüzde 63 oranında oyla ‘Evet’ dedi. 10 Doğu Avrupa ülkesinin AB’ye üye olmasını düzenleyen Nice Anlaşması için 2001’de yapılan referandumda “Hayır” çıkmıştı.

2003 -  İsviçre’de genel seçimlerden aşırı sağcı ve AB karşıtı Halk Partisi (SVP) yüzde 27.7 oy oranıyla birinci çıktı. Sosyalist Parti (SP) yüzde 23.3 oy oranıyla ikinci oldu. İsviçre, 1959’dan beri dört partili “uzlaşı hükümetleri”yle yönetiliyordu.

2005- Irak’ta devrik lider Saddam Hüseyin’in yargılanmasına başlandı. ABD işgaliyle Nisan 2003’te Irak devlet başkanlığından devrilmiş ve Aralık 2003’te ABD güçlerince ele geçirilmişti.   

2011 - Ekim 2011 Çukurca saldırısı gerçekleşti. 8 ayrı yerde eşzamanlı olarak  PKK  tarafından düzenlenen saldırı sonucu 24 asker öldü.

2013- ODTÜ’de gece direnenlere polis ve eli sopalı işçiler saldırarak binlerce ağacı kesti, 2 km. uzunluğunda yol açıldı. ODTÜ yurtlarında ve 100.Yıl Mahallesi’nde toplanan kalabalık grup yürüyüş yapıp yol için ağaç kesimini protesto etti ve fidan dikti.

2015- Başbakan Davutoğlu A Haber’de katıldığı programda “Anketler geliyor. Ankara’daki terör saldırısı sonrası kamuoyunun nabzını tutuyoruz. Oylarımızda bir yükseliş trendi vardı. Saldırıdan sonra da yüzde 44-45 bandına doğru yükselme trendi devam ediyor” dedi.



DOĞUMLAR:


ÖLÜMLER

  • 1216 - Yurtsuz John, İngiltere Kralı (Magna Carta'yı imzalayan) (d. 1166)
  • 1723 - Godfrey Kneller, İngiliz portre ressamı (d. 1646)
  • 1854 - Halk ozanı Emrah Niksar’da öldü.
  • 1897 - George Pullman, Amerikalı sanayici ve mucit (Pullman yataklı vagonları) (d. 1831)
  • 1920- John Reed (tam adı: John Silas Reed, takma adı: Jack) (d. 22 Ekim 1887,  Oregon - ö. 19 Ekim 1920, Moskova), Amerikalı şair, gazeteci, yazar ve komünist aktivist. Moskova'daki Kremlin Duvarı Mezarlığı'nda gömülü olan tek Amerikalıdır.  3.Enternasyonal Yürütme Kurulu üyesi , “Dünyayı Sarsan On Gün” adlı belgesel eserin yazarı, 1917 Ekim Devrimi’nin gazetecisi, Amerikalı komünist gazeteci-yazar John Silas Reed (33) yakalandığı tifüsten dolayı yaşamını yitirdi.  
  • 1938 -İsmail Müştak Mayakon (d. 1882, Yenişehir, Teselya - ö. 19 Ekim 1938)Türk gazeteci, yazar ve siyasetçi. Halep İdadisi'nde orta ve lise öğrenimini tamamladı. Temmuz 1901 tarihinde Mekteb-i Mülkiye'nin Yüksek Kısmı'ndan mezun oldu. 1902’de  Yıldız Sarayı'nda Mâbeyn-i Hümâyun 3. Kâtipliği'nde görevlendirildi. II. Meşrutiyet’ten sonra Aralık 1908'de Meclis-i Ayan Umumî Kâtipliği’ne atandı. İstanbul’u işgal eden İngilizler tarafından Temmuz 1919’da tutuklandı ve bir süre sonra Malta’ya sürüldü.  Memuriyetinin ardından kısa bir süre ticaretle uğraştı. Ardından gazeteciliğe başladı. V. Dönem TBMM Siirt Milletvekilliği yaptı. Edebiyat, tarih, hukuk ve 1933’ten sonra da dil meseleleriyle yakından ilgilenmiştir. Tedavi için gittiği Paris’te 19 Ekim 1938 tarihinde öldü.
  • 1943 - Camille Claudel, Fransız heykeltıraş (d. 1864)
  • 1957 – Arkeolojik bulguları Marksist teoriden hareketle yorumlayan, “Yeni Arkeoloji” ekolünün kurucusu, “Tarihte Neler Oldu?” kitabının yazarı, arkeolog- tarihçi Gordon Childe yaşamını yitirdi.
  • 1961 - Şemsettin Günaltay, Türk siyasetçi (d. 1883)
  • 1978 - Gig Young, Amerikalı oyuncu ve En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Akademi Ödülü sahibi (d. 1913)
  • 1988 - Son House, Amerikalı blues ve country müzik efsanesi şarkıcı ve gitarist (d. 1902)
  • 1988 - Necdet Koyutürk, Türk tango bestecisi (d. 1921)
  • 1997 - İki gün önce 84 yaşında hayata veda eden TKP’nin eski kadrolarından “Komsomol Hasan” (Hasan Asmaoğlu) toprağa verildi.
  • 2002 - Alvarez Bravo, Meksikalı fotoğrafçı (d. 1902)
  • 2003 - Alija Izetbegović, Boşnak devlet adamı ve bağımsız Bosna-Hersek'in ilk Cumhurbaşkanı (d. 1925)
  • 2006 - Anadolu Ajansı Hukuk Müşaviri ve Türkiye Barolar Birliğinin eski başkanlarından Teoman Evren vefat etti.
  • 2020 - Enzo Mari, Modern tarzda çalışan İtalyan sanatçı ve mobilya tasarımcısı (d. 1932)
  • 2021 - Orhan Oğuz, Türk siyasetçi (d. 1923)

  (düzenleyen:mstfkrc)