6 Kasım 2022 Pazar

BELLEK - 7 KASIM -

 


 OLAYLAR: 

  • 656 - Müslümanlar arasındaki ilk iç savaş olan Cemel Savaşı gerçekleşti.
  • 1665 - Yaşayan en uzun ömürlü gazete, The London Gazette ilk kez yayımlandı.
  • 1848 - Zachary Taylor ABD başkanı seçildi.
  • 1892 - İstanbul'da Darülaceze'nin temeli atıldı.
  • 1893 - ABD'nin Colorado eyaletinde kadınlara oy verme hakkı tanındı.
  • 1917- Petrograd’da kızıl birlikler sabaha karşı Geçici Hükümet’in elindeki tüm kritik noktaları -hapishaneler dahil- ele geçirdi. Petrograd’da sabah saat 07:00 civarında Devlet Bankası da ihtilalcilerin eline geçti. Başbakan Kerenski Bolşevik karşıtı güçleri toparlamak gayesiyle ABD elçisinin aracıyla Kuzey Cephesi’ne kaçtı. Lenin’in Geçici Hükümet’in devrildiğine dair bildirisi gazetelerde yayınlandı ve dünya başkentlerine telgrafla iletildi. Lenin’in İhtilal’e ilişkin bildirisi cephelere de iletildi ve alınacak kararlara uymayan askerlerin tutuklanacağı bildirildi. Petrograd Sovyeti’nin öğleden sonraki toplantısında konuşan Lenin “İşçi ve Köylü Devrimi’nin zaferi”ni ilan etti; 1.500 askerin koruduğu Kışlık Saray’da bulunan Geçici Hükümet’in bakan ve Milletvekillerine ”teslim olun” çağrısı yaptı. Geçici Hükümet ”teslim ol” ültimatomunu reddedince girişteki Askeri Bölge Karargahı ele geçirilerek Saray tümüyle kuşatıldı. Gece saat 24:00’e doğru Aurora zırhlısına Kışlık Saray’a ateş emri verildi ve tam 24:00 de askerlerin taarruzu başlatıldı. O tarihte Rusya’da geçerli olan  Gregoryen takvimiyle 26 Ekim’de gerçekleştiği için Ekim Devrimi olarak bilinen ayaklanma işçi ve asker Sovyetlerine (Meclis) dayandığı için Sovyet Devrimi olarak da adlandırılıyor.   
  • 1917 - I. Dünya Savaşı: İngiliz kuvvetleri, Osmanlı Devleti idaresindeki Gazze'yi ele geçirdi.
  • 1918 - Grip salgını, Batı Samoa'ya yayıldı. Yıl sonuna dek 7.542 kişinin (nüfusun %20'si) ölümüne neden oldu.
  • 1920 - Türk ordusu, Gümrü'yü ele geçirdi.
  • 1921 - İtalya'da Mussolini, kendisini Ulusal Faşist Parti'si lideri ilan etti.
  • 1927- Sovyetler Birliği’nde muhalefet liderleri Lev Troçki ve Grigoriy Zinoviyev, Ekim Devrimi’nin 10. yıldönümünde bir gösteri düzenledi.   
  • 1929 - New York'ta Modern Sanatlar Müzesi açıldı.
  • 1935- Türk- Sovyet Dostluk ve Tarafsızlık Antlaşması 10 yıl süreyle uzatıldı.
  • 1936 - Macar müzisyen Bela BartokAnkara Halkevi'nde konferans verdi.
  • 1942 - Türk İnkılap Enstitüsü kuruldu.
  • 1944 - Franklin Delano Roosevelt ABD Başkanlık seçimlerini dördüncü kez kazandı.
  • 1953 - İstanbul Zeyrek Camii'nde Bizans dönemi'nden kalma mozaikler bulundu.
  • 1962 - Güney Afrika'da Mandela, ülkeyi yasa dışı yollardan terk etmek suçundan 5 yıl hapse mahkûm edildi.
  • 1962 - Uluslararası Evlilik Oluru, En Düşük Evlilik Yaşı ve Evliliklerin Yazımı Sözleşmesi   imzalandı. Türkiye bu sözleşmeyi onaylamadı.
  • 1963 - İlk yasal Grev, Bursa'da başladı. Bursa Belediyesi Otobüs İşletmesi'nde çalışan 222 işçi greve çıktı. İşçiler, Motorlu Taşıt İşçileri Sendikası'na üyeydiler.
  • 1964 - Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel, ömür boyu hapse mahkûm eski Cumhurbaşkanı  Celal Bayar'ı affetti.
  • 1966- Üst üste 2 yıl sınıfta kalanların okuldan atılmasına karşı İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde öğrenciler boykot ilan edip derslere girmedi. Deniz Gezmiş İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ndeki ilk gününde okulun boykot edilmesi kararı karşısında kapıdan geri döndü.
  • 1966- Che, Bolivya Günlüğü’nü tutmaya başladı. Günlüğüne son yazıyı 11 ay sonra 7 Ekim 1967’de -tutsaklığından bir gün önce- yazdı.
  • 1967- İlk büyük öğrenci yürüyüşü: Özel yüksek okulların devletleştirilmesi talebiyle çeşitli fakültelerden 300 kadar öğrenci İstanbul’dan Ankara’ya yürümeye başladı. İTÜ ve Teknik Okul ile Yıldız Teknik‘ten 7 bine yakın öğrenci de özel yüksek okulları protesto için dersleri boykot etti.
  • 1968- “Tam Bağımsızlık İçin Samsun-Ankara Mustafa Kemal Yürüyüşü”nde, gece konakladıkları Kocabaş köyünden sabah yola devam eden gençlere öğlen mola verdiklerinde Ankara’dan gelen aralarında Hüseyin Cevahir’in de bulunduğu bir grup FKF’li katıldı. Gençler 65 km. yürüyüşten sonra gece Kırıkkale’ye ulaştı, geceyi TÖS lokalinde geçirdi. CHP bildirisinde üniversitelerdeki boykot eylemlerinin uygun görülmediği belirtilerek -üstü kapalı olarak- “Yürüyüş” yapan gençler de uyarıldı; sağcı basında yürüyüşçülerin kaos ve anarşi yaratmak istediği işlendi. 
  • 1968- Senato’da kurulan “Özel Yüksek Okulları Araştırma Komisyonu” üyeleri hazırladıkları rapor hakkında bir basın toplantısı düzenledi: “İncelenen 20 özel okuldan 18’i eğitim bakımından tamamen yetersiz. Özel yüksek okullar kar amacı güden kurumlar olmaktan çıkarılmalı.”
  • 1973- 29 Ekim’de başlayan 5. Adana Film Festivali sonuçlandı. Lütfi Akad’ın yönettiği Gelin filmi birinci seçildi.
  • 1977- MESS, aralarında Renault’un da bulunduğu yedi fabrikada lokavt kararı aldı. Bu işyerlerinde DİSK’e bağlı Maden-İş Sendikası toplu sözleşme anlaşmazlığı nedeniyle grev kararı almıştı.  
  • 1977- 5 Kasımda “Sansür’ü ve yasadışı baskıları protesto için” İstanbul-Ankara yürüyüşüne başlayan Sinema emekçileri Ankara’ya ulaştı. Kortej Kurtuluş’tan Tandoğan’a 2 saatte yürüyebildi, temsilciler Meclis’e gidip Sansür ve mesleki sorunlarla ilgili görüşmeler yaptı.
  • 1977-  B.L.Vasilyev’in romanından 1972’de filme aktarılan Sovyet yapımı “Sakindi Oranın Şafakları” filmi gösterime girdi.
  • 1977-  İstanbul’da belediye otobüs, troleybüs ve tünel ücretlerine yüzde 50-100 arası zam yapıldı.
  • 1979- El Salvador’da, Çalışma ve Ekonomi Bakanlıklarını basan, gerillaların istekleri (Kayıp 550 tutuklunun akıbeti hakkında bilgi verilmesi, asgari ücretin %100 arttırılması, bazı temel gıda maddelerinin fiyatlarının düşürülmesi vs. için 30 gün süre tanınması) kabul edildi ve rehin alınan 3 bakanla 27 görevli serbest bırakıldı.
  • 1980- Sahibi oldukları İlkyaz Basımevi’nde yasak yayın bulundurdukları iddiasıyla 31 Ekimde gözaltına alınan yayıncı İlhan Erdost ile abisi Muzaffer Erdost Mamak Askeri Cezaevi’nde bir cemse içinde ve avluda askerlerce uzun süre dövüldü; fenalaşan İlhan Erdost (36) hayatını kaybetti. 27 Ekim 1983 de Yayıncı İlhan Erdost’u askeri cezaevine götürürken asker dayağı ile öldürülmesi davası sona erdi. 3 er ve bir astsubay “ölüme sebebiyet vermekten” 10’ar yıl hapse mahkum edildi.
  • 1980- 34’ü tutuklu bulunan 44 eski milletvekili hakkında dava açıldı.
  • 1980-  Toplu suçlarda gözaltı süresini 30 günden 90 güne çıkaran değişiklik MGK’ca onaylandı. TCK 141-142 (Komünizm propagandası-faaliyeti), 145/1 (Bayrağa saygısızlık) ve 163. (laikliğe aykırı faaliyetler) madde davalarına Sıkıyönetim Askeri Mahkemeleri’nin bakmasına karar verildi. 
  • 1982 - 1982 Anayasası için halk oylaması yapıldı. Anayasa, %91,37 "EVET" oyuyla kabul edildi. Kenan Evren, Türkiye'nin 7. Cumhurbaşkanı oldu.
  • 1986 - Yönetmen Zeki Ökten'in Pehlivan filmi, Uluslararası Olimpiyat Komitesi Ödülü'nü aldı.
  • 1987 - Tunus Devlet Başkanı Habib Burgiba görevden alındı.
  • 1988-  “1 Ağustos Genelgesi”ne karşı cezaevlerinde başlatılan açlık grevlerine 10 cezaevinde 1.000’e yakın mahpus katılıyor. Grev tek tip elbise ve sevk zinciri takılması uygulamalarına karşı yapılıyor. Genelge nedeniyle şekerli su ve tuz verilmediği için eylem ölüm orucuna dönüştü. Özal hükümetinin Adalet Bakanı Mehmet Topaç: “Tek tipe devam” dedi. 
  • 1990- Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS), Milliyet, Tercüman ve Cumhuriyet gazetelerinde grev kararı aldı. Kararın, Türkiye Gazete Sahipleri Sendikası ile 20 Ağustos’tan bu yana sürdürülen toplu sözleşme görüşmelerinde bir sonuç alınmaması üzerine verildiği bildirildi.
  • 1991 - Basketbol yıldızı Magic Johnson, HIV testinin pozitif çıkmasının ardından basketbolu bıraktığını açıkladı.
  • 1992- Cumhurbaşkanı Turgut Özal: “O bölgede -Irak’ın Kürt bölgesi- Osmanlı politikası izlememiz lazım. Türkiye istemezse Kürt devleti kurulamaz. O insanların Türkiyesiz bir şey yapamayacaklarını anlamaları lazım. Lozan’da Musul bize düşmüş olsaydı, Kürtler bugün T.C. vatandaşı olurdu.”
  • 1993- Moskova’da yasaklanan Ekim Devrimi’nin yıldönümü kutlamaları birkaç yüz kişilik korsan gösterilerle yapılabildi.
  • 1995- Süt Endüstrisi Kurumu’na ait son beş işletmenin de satışı Özelleştirme İdaresi’nce onaylandı. Böylece SEK’in bütün varlığı toplam 3.3 trilyon liraya özelleştirilmiş oldu.
  • 1996- Rusya Devlet Başkanı Boris Yeltsin bir kararnameyle “Devrim Günü” olarak bilinen yıldönümünü “Uzlaşma ve Barış Günü” olarak değiştirdi.
  • 1997- Cumartesi Annelerinin Galatasaray’daki 182.buluşmasını da engelleyen polis, destekçilere karşı civardaki kafe, pastane vb. yerlere baskın yaptı
  • 1996 - Nijerya Hava Yollarına ait Boeing-727 tipi bir yolcu uçağı Lagos'un 40 mil Güney Doğusunda bir laguna'ya düştü: 143 kişi öldü.
  • CHP Şişli İlçe Başkanı D.Çatlı, m2’si 1 milyar TL’na yakın olan Levent’teki 3.820 m2’lik arsayı 305 milyar TL’na RP’ne yakın Kombassan Holding’e satan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı R.Tayyip Erdoğan hakkında “görevi kötüye kullanmak”tan suç duyurusunda bulundu.
  • 1998- Hapis cezası nedeniyle Danıştay tarafından görevden alınma yazısı bildirilen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı R.Tayyip Erdoğan’ın yerine İstanbul Valiliği, Başkan Vekilliği’ne Büyükşehir Belediye Meclisi 1.Başkanvekili Ali Müfit Gürtuna’yı atadı.
  • 1999 - Yasemin Dalkılıç tüpsüz dalmada dünya rekoru kırdı (68 m).
  • 2000 - ABD'de Başkanlık seçimleri yapıldı. Demokrat aday Al Gore, Cumhuriyetçi aday George W. Bush'tan daha fazla oy almasına rağmen, hayli tartışmalı bir belirsizlik döneminden sonra, ABD Yüksek Mahkemesi'nin kararıyla, George W. Bush 12 Aralık 2000'de Başkan ilan edildi.
  • 2001 - Ticari yolcu uçağı Concorde 15 ay aradan sonra uçuşlarına tekrar başladı.
  • 2001- “Vurgun Operasyonu” nedeniyle Bayındırlık Bakanlığı’nı bırakan MHP’li Koray Aydın’ın milletvekilliğinden istifası TBMM’de oylandı ve reddedildi.   
  • 2001-  Mısır Çarşısı davasında daha önce itirafçılığa zorlandığını söyleyen bir sanık, bu kez Pınar Selek’le birlikte bomba hazırladıklarını söyledi.
  • 2002- CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasi yasağının kalkması için gereken yasa değişikliğine destek vereceklerini söyledi: “Bir insan siyasi suç işlediği için mahkum olmamalı. Siyasi suçtan dolayı ömür boyu yasaklı olmamalıdır” dedi.  
  • 2002-  AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan ve AKP Milletvekili İdris Naim Şahin’in de aralarında bulunduğu 18 kişi “tabela yolsuzluğu”ndan yargılanması başladı. Dava İstanbul Belediyesi reklam tabelası ihalesinde muhammen bedel düşük gösterilerek 50 milyon TL usulsüzlük yapıldığı iddiasıyla açılmıştı. Duruşmaya Erdoğan ve Şahin katılmadı. 
  • 2002 - Cebelitarık'ta yapılan referandumda, halkın yüzde 99'u Birleşik Krallık'ın sömürgesi Cebelitarık'ın egemenliğinin İspanya ile paylaşılmasına ilişkin öneriyi reddetti.
  • 2003 - Dünyanın en büyük yüzen kitap fuarı MV Daulusİzmir'in Alsancak Limanı'na geldi.
  • 2003- ABD Dışişleri Bakanı Ankara’yı arayarak “Türk askeri Irak’ta sorun olur, göndermeyin. Her şey için teşekkürler” dedi. AKP hükümeti 7 Ekim’de TBMM’den aldığı tezkere yetkisini kullanmama kararı aldı. Ancak, yetki iade edilmeyecek.   
  • 2004- Makedonya’da muhalefetteki milliyetçiler, Arnavut azınlığa geniş haklar veren yasanın geri çekilmesi için referandum düzenletti. Hükümet, ABD ve AB boykot çağrısı yaptı. Katılım yüzde 26.2’de kaldı. Referandumun geçerli olabilmesi için en az yüzde 50 katılım gerekiyordu.  
  • 2004-  Lübnan’da Hizbullah örgütü, tarihinde ilk kez insansız bir keşif uçağını İsrail hava sahasına gönderdi.
  • 2007- Çanakkale ve Balıkesir’den 17 belediyenin katılımıyla Burhaniye’de yapılan toplantıda, Kaz Dağları ve Madra Dağı‘ndaki altın arama çalışmalarına karşı güç birliğine yönelik “Kaz Dağları ve Madra Belediyeler Birliği” kuruldu.  
  • 2007 - Jokela Lisesi saldırısı: 18 Yaşındaki Pekka-Eric Auvinen o günün sabahı okula yarı otomatik silahla girdi ve intihar etmeden önce 8 kişiyi öldürüp 1 kişiyi yaraladı.
  • 2009- Eğitim-Sen ve kitle örgütleri Ankara’da YÖK’ü protesto mitingi gerçekleştirdi. Ankara Üniversitesi Cebeci Kampüsü’nde toplanan kitle Kolej Meydanı’na yürüdü.
  • 2011- Ünlü şarkıcı Michael Jackson’ın doktoru Conrad Murray, Jackson’a güçlü bir anestezi ilacı olan “propofol”den aşırı dozda vererek ölümüne neden olmaktan suçlu bulundu.
  • 2013- İspanya’da 4 asra yakın geçmişi olan boğa güreşleri resmen kültürel miras olarak tanındı.
  • 2016- HDP Hakkari Milletvekili Nihat Akdoğan tutuklandı.
  • 2020 - Koronavirüs salgını: Dünya genelinde doğrulanmış vaka sayısı 50 milyonu aştı.


 DOĞUMLAR: 

 ÖLÜMLER: 



   (derleyen: mstfkrc)









Kırmızı bültenle aranan Sırp çete lideri Sarıyer'de yakalandı: CHP'den çok sert tepki - Cumhuriyet

 


CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, adı uyuşturucu kaçakçılığına karışan Interpol'ün kırmızı bülten ile aradığı Sırp çete lideri Zeljko Bojanic'in İstanbul Sarıyer’de kaldığı villada yakalanması üzerine, “Kara para, sahibini getirir dedim. Dünyanın ne kadar mafya pisliği varsa, paraları ile birlikte şehirlerimize geldi. Şimdi bahçelerde ceset araması yapılıyor. Gördükleriniz denizde sadece bir kum tanesi” dedi. CHP Genel Başkan Başdanışmanı Tuncay Özkan da, "İspat için daha ne gerekli? İstifa et Soylu" sözleriyle tepki gösterdi.

Adı uyuşturucu kaçakçılığına karışan ve Interpol'ün kırmızı bülten ile aradığı Sırp çete lideri Zeljko Bojanic, Sırp uyruklu Rosto Mijonovik'i öldürdüğü şüphesiyle İstanbul Sarıyer'de kaldığı villada yakalandı.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, sosyal medya hesabından adı uyuşturucu kaçakçılığına karışan Interpol'ün kırmızı bülten ile aradığı Sırp çete lideri Zeljko Bojanic'in İstanbul Sarıyer’de kaldığı villada yakalanması üzerine paylaşımda bulundu.

Kılıçdaroğlu, "Kara para, sahibini getirir dedim. Dünyanın ne kadar mafya pisliği varsa, paraları ile birlikte şehirlerimize geldi. Şimdi bahçelerde ceset araması yapılıyor. Gördükleriniz denizde sadece bir kum tanesi" ifadelerine yer verdi.

Kılıçdaroğlu devamında da şu ifadeleri kullandı:

  • Kartellere sesleniyorum; şehirlerimizi terk edin. Sizi yok edeceğiz. Kirli paranızı alın gidin. Size kurban vereceğimiz tek bir evladımız yoktur.

CHP Grup Başkanvekili Engin Özkoç da, “Mafyayla, uyuşturucuyla ilgili bir sorun yok. Kılıçdaroğlu yalan söylüyor, dezenformasyon yapıyor öyle mi?! Herkesin bildiği gerçek şu ki; Kılıçdaroğlu, yine doğruyu söyledi, yine iktidarı mecbur bıraktı” dedi.

Özkoç’un konuya ilişkin haberi alıntılayarak sosyal medya hesabından şu paylaşımı yaptı:

  • Mafyayla, uyuşturucuyla ilgili bir sorun yok. Kılıçdaroğlu yalan söylüyor, dezenformasyon yapıyor öyle mi?! Herkesin bildiği gerçek şu ki; Kılıçdaroğlu, yine doğruyu söyledi, yine iktidarı mecbur bıraktı.

ÖZKAN: İSTİFA ET SOYLU

CHP Genel Başkan Başdanışmanı ve İzmir Milletvekili Tuncay Özkan da, "Genel Başkanımız Kemal Kılıçdaroğlu, çete grupları İstanbul'da cirit atıyor demişti. Yine haklı çıktı. Kırmızı bültenle aranan ve adı uyuşturucu kaçakcılığıyla anılan Sırp çete lideri Zeljko Bojanic Sarıyer'de yakalandı. İspat için daha ne gerekli? İstifa et Soylu" sözleriyle tepki gösterdi.

KIRMIZI BÜLTENLE ARANAN SIRP ÇETE LİDERİ SARIYER'DE YAKALANDI: POLİS VİLLANIN BAHÇESİNDE CESET ARIYOR

Sarıyer'deki villanın bahçesinde polis ekipleri kazı yaptı. Interpol'ün kırmızı bültenle aradığı Sırp çete lideri Zeljko Bojanic'in, cinayet şüphesiyle bu villada gözaltına alındığı belirtildi.

DHA'da yer alan habere göre, adı uyuşturucu kaçakçılığına karışan ve Interpol'ün kırmızı bülten ile aradığı Sırp çete lideri Zeljko Bojanic'in, yine Sırp uyruklu Rosto Mijonovik'i öldürdüğü şüphesiyle İstanbul Sarıyer'de kaldığı villada yakalandığı öğrenildi.

Bojanic'in maktulü burada gömebileceği şüphesi üzerine polis ekipleri kepçelerle evin bahçesinde kazı yaptı. Zeljko Bojanic'in, yakalandığı belirtilen ev ve kazı yapılan bahçesi havadan drone ile görüntülendi. 

ALTAYLI: KAZIDA ÜÇ KADIN CESEDİ BULUNMUŞ

HaberTürk yazarı Fatih Altaylı kazıdan bir video paylaşarak, "İstanbul’da Sarıyer'deki Ormanada sitesi. Bir evin bahçesi 3 gündür emniyet güçleri tarafından kazılıyor. 2014’ten beri burada mukim bir Sırp mafya liderinin bahçesi. İddiaya göre mafya lideri gözaltında. Kazıda üç kadın cesedi bulunmuş. Uyuştucu kuryesi oldukları iddiası var Ormanada’daki komşuları adamı Boris diye tanıyorlar ve çok efendi bir adamdı diye şaşkınlar" ifadesini kullandı. 

KILIÇDAROĞLU, UYUŞTURUCU VE KARA PARA UYARISI YAPMIŞTI

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, 31 Ekim gecesi bir video yayınlayarak sokaklarda giderek yaygınlaştığını belirttiği uyuşturucuya karşı vatandaşları uyarmış, hükümeti eleştirmişti.

Kılıçdaroğlu, “Her türlü kara paranın ülkeye girmesine göz yumdular. ‘Getir, nereden getirirsen getir, kaynağını sormayacağım’ dediler ve bu kirli parayı yani milyar dolarları, yani uyuşturucu paralarını Türkiye’nin cari açığını finansmanında kullandılar… Gelelim ‘Okul önünde yakaladığınız uyuşturucu satıcısının bacağını kırın’ diyen namıdiğer Fotoroman Süleyman’a. O da Fotoromancı ya, Saray da çok iyi biliyor ki bu uyuşturucuları kendileri davet ettiler bu ülkeye. ‘Paralarınızı getirin, her şeye göz yumacağız’ dediler ve göz yumdular. Bunlar onunla bununla poz veren, gençlerin diliyle söyleyeyim ‘Breaking Bad Süleyman’ ülkenin çocuklarının zehirlenmesine göz yummuştur. Yazıklar olsun onlara” demişti.

(Cumhuriyet)

Şükriye Atav ve Mualla Sürer - Mesut Kara / Evrensel

 

Yeşilçam filmlerinin unutulmaz anneleri, şen şakrak, cilveli ya da film icabı ‘cadaloz’ kadınları kalbimizde, belleğimizde derin izler bırakarak çoğu kırgın, küskün ve yalnız ayrıldılar aramızdan. Birçok izleyicinin adını anımsamasa da yüzünü, oynadığı içli rolleri unutamadığı Şükriye Atav 8 Ekim 2000’de, Mualla Sürer de 21 Ekim 1976’da ayrılmışlardı bu dünyadan.

ŞÜKRİYE ATAV


Çoğumuzun kendi annemizden bir parça gördüğü ya da annemiz olsa dediği, hüzünlü, nemli bakışları yüreğimize işleyen, hıçkırırken çektiği burnuyla şefkatli anne rollerinin unutulmaz oyuncusuydu Şükriye Atav. Annelerin annesi, oynadığı filmlerde başrol oyuncularının annesi, teyzesi rolündeydi. Üzüntülü, hüzünlü, acı çeken kahrolan anneyi muhteşem oynardı. Çocuklarına, “oğul”, “oğlum” diye seslenmeyi yaşardı; adeta rol icabı değil de içten gerçek bir seslenişti, dokunaklıydı. Çoğu kez izlerken gözlerimiz dolardı. Bazen de otoriter, zengin ve katı bir kadınanne olarak çıkardı karşımıza.

Kafkasya göçmeni bir aileden, Hatime ve Abdullah çiftinin kızı olarak 1917’de İstanbul’da doğar unutulmaz Oyuncu Şükriye Atav. 1917 Sovyet Devrimi sonrası, seyahat için gittikleri Sovyetler Birliği’nde babasını kaybeder. Büyükannesinin yanına sığınırlar. Annesinin çabalarıyla Türkiye’ye dönerler.

İlk ve orta öğrenimini orada görür bale çalışmalarına katılır. Eğitimini sürdürmek ister. Alay Köşkü’nde bir çalışma sırasında çevresini saran bir topluluk, kendilerine katılıp tiyatro yapıp yapmayacağını sorar Şükriye Atav’a. Onlara “Gördüğünüz gibi ben iyi Türkçe bilmiyorum, şivem çok bozuk, nasıl tiyatro yapabilirim” der. “Biz sana öğretiriz” derler. Bunun üzerine teklifi kabul edip topluluğa katılır.

Alay Köşkü, Topkapı Sarayı’nın dış suru üzerinde, padişahların geçit yapan alayları seyretmesi için yaptırılan köşktür. Atatürk’ün emri ile 1926 yılında Güzel Sanatlar Birliğine tahsis edilen köşk bir süre de Eminönü Halkevinin oyun salonu olarak kullanılır.

Cumhuriyet Lisesinde okurken bir yandan halkevleriyle folklor çalışmaları yapan Şükriye Atav. 1932’de halk dans oyunlarındaki başarısı sayesinde Eminönü Halk Evinde keşfedilir ve Faruk Nafiz Çamlıbel’in “Özyurt” oyunu ile amatör olarak tiyatro oyunculuğuna başlar. 1942’de Muhsin Ertuğrul’un davetiyle Shakespeare’in “Kış Masalı” oyunuyla İstanbul Şehir Tiyatrosuna girer ve emekli olana dek çalışır.

İlk evliliğini 1936’da Niyazi Boratap ile, ikincisini ise 1946-1951 arasında yapan Şükriye Atav’ın iki oğlu Erdöl Boratap, Yalçın Boratap, yeğeni Ayşin Atav, gelini Tülin Oral da kendisi gibi tiyatro oyuncusu olurlar. Birçok sinema filminde ağırlıkla anne, teyze rolleri oynayan Atav 1943-1987 yılları arasında 75 filmde yer alır. Sanatçının tiyatroda altı, sinemada bir Altın Portakal ödülü vardır. 1987 sonrası sinemadan uzaklaşan Şükriye Atav, 8 Ekim 2000 yılında Antalya’da vefat eder, Kaş Kalkan Mezarlığına defnedilir.

MUALLA SÜRER


Mualla Sürer Türk sinemasının unutulmaz ve yeri doldurulamayan kadın karakterlerindendir. Kimi zaman sert bir maarif müfettişi, yufka yürekli bir dadı, gözü genç erkeklerde bir şen dul, kurallarına bağlı despot bir kız lisesi müdiresi, huysuz bir kayınvalide, kimi zaman duvak düşkünü evde kalmış yaşlı kız tiplemelerini başarıyla canlandırırdı. Yüzündeki hoşnutsuz ifadeyle beyazperdede unutulmaz bir iz bıraktı. Çocuk kaçırır, cepçilik yapardı. Turist Ömer’le didişir Rüknettin’e gelince yelkenlerini suya indirirdi. Rüknettin’se gözünü Bedia’sının parasına puluna dikmiştir. 

Horoz Nuri’nin, Rüknettin’in vazgeçilmez partneri Bedia’ya can veren, mimikleriyle, bir göz süzüşüyle rolüne can katan, seyircinin beğenisini kazanan başarılı bir oyuncuydu Mualla Sürer.

Mualla Sürer; 14 Ağustos 1902’de Nevşehir’de dünyaya gelir. Ailesinin İstanbul’a göçmesiyle İstanbul’a yerleşirler. İlkokulu ve ortaokulu İstanbul’da okur. Kandilli Kız Lisesini bitirir. Henüz Kandilli Kız Lisesinde öğrenciyken, Ömer Lütfi Paşa’nın oğlu Tayyareci Atıf’la evlenir. Eşi darülbedayi’nin kurucularındandır.

Eşinin ölümünden sonra geçinmek için terzilik yapmaya başlar. Bu arada film kostümleri de dikerek sanatçılarla yakın bir ilişki kurma olanağı sağlamış ve terziliğin yanı sıra filmlerde oyuncu olarak iş teklifleri almıştır. 1953 yılında Hulki Saner’in teklifiyle filmlerde oynamaya başlar. Sinemada beklemediği bir başarı göstererek sinemanın aranan oyuncularından, kilometre taşlarından biri olmayı başarır. Genellikle “salon” filmlerinde, yardımcı kadın oyuncu olarak sonradan görme, huysuz kadın rolleri ile öne çıkar. Özellikle “Bedia” karakteri ile Vahi Öz ile iyi bir ikili oluştururlar. İlk filmi 1946 yapımı “Sonsuz Acı”nın ardından “Sürgün” (1951) ve 1953 yapımı senaryosunu Lütfi Ö. Akad’la Osman Seden’in yazdığı, Lütfi Ö. Akad’ın yönettiği “Öldüren Şehir” filminde Ayhan Işık, Belgin Doruk, Turan Seyfioğlu, Nubar Terziyan, Kadir Savun, Kenan Pars ve Muazzez Arçay’la paylaşır rolünü.

1946-1976 yılları arasında 250 filmde oynayan Mualla Sürer çoğu zaman hakkı olan paraları alamaz yapımcılardan. Sinemadan uzaklaştığında hasta, yalnız ve yoksuldur. Tek gözlü evinin geçimi, kalbini yaşatacak ilaçların parası için film şirketlerinden gelen en küçük teklifleri bile kabul ediyordur. Rol seçecek, düşünecek zamanı yoktur. Eşi öldükten sonra hayatında kimse olmamıştır, Yapayalnızdır, ölüme de öyle yakalanır.

Mualla Sürer, 28 Eylül 1976’da tedavi görmek için yattığı hastanede 21 Ekim 1976’da 74 yaşındayken kalp ve solunum yetmezliğinden hayatını kaybeder. İstanbul Feriköy Mezarlığına defnedilir.

Mesut Kara / Evrensel

Ekim Devrimi’nin güncelliği...- İbrahim AYDIN / BİRGÜN

 


Rus proletaryasının Bolşevik Parti önderliğinde gerçekleştirdiği Ekim Devrimi’nin 105’inci yıldönümü. Ekim Devrimi işçi sınıfının, kapitalist sisteme karşı sınıfsız, sömürüsüz bir dünyanın kurulacağına dair ilk somut eylemi olan 1871 Paris Komünü’nden sonra atılan en somut adımının adı. Ekim Devrimi, tüm insanlığı sarsan, yeni bir çağ açan, ezilenlerin ve sömürülenlerin kurtuluş umutlarını görülmemiş ölçüde büyütmekle kalmayan, bunu bizzat açtığı çığır içinde somutlaştıran, bir gerçeklik haline getiren muazzam önemde ve kapsamda bir tarihsel olaydır. Ekim Devrimi’ni sadece bir tarih olarak da ele almamak; sosyalizm mücadelesinin bir mirası ve bugünün dünyasına da yanıt verebilecek pratik-politik bir süreç, bir laboratuvar olarak da görmek gerekiyor.

Ekim Devrimi bir darbeden ibaretmiş

Burjuva dünyası Ekim Devrimi’ne ve onun bütün kurum ve kişilerine karşı bir nefret nesnesiyle baktı. Sovyet Devrimi’ni bir devrimden ziyade bir “darbe” olarak nitelendirme çabası içine girdi. Birinci emperyalist paylaşım savaşında yenilmiş ve adeta çürümüş olan çarlık rejimi, 1917 Şubat ve Kasım ayları arasında kurulan geçici burjuva hükümet (Şubat Devrimi) ile kitlelerin barış ekmek ve toprak taleplerine hiçbir şekilde yanıt verememiş ve adeta çarlığı yeniden üreten bir hükümet pozisyonuna dönüşmüştü. Barış ve toprak talebiyle ortaya çıkan Bolşevikler, kitlelerin desteğine sahip olmayan geçici burjuva hükümetini alaşağı etmekten başka yapılabilecek bir şeyleri yoktu. Ekim Devrimi’nin başarısının anahtarı, devrimin saf bir devrim olmayacağı ve burjuva demokratik devrim ile proleter devrim arasındaki diyalektiği kavrayan politik ve örgütsel özneye sahip olmasıdır. Lenin, 1917 yılında Rusya’ya döner dönmez, “Tüm iktidar Sovyetlere” çağrısını yaptığında, Bolşeviklerin işçi sınıfı içinde azınlıkta olduğunu ve işçi sınıfının büyük çoğunluğunu kazanmak zorunda olduğunu dile getiriyordu. Sovyetler, işçi demokrasisinin öz yönetim organlarıydı. Bolşevik Partisi’nin barış, ekmek ve toprak talebi proletaryanın ve ezilen köylülerin örgütlendiği Sovyetlerden büyük destek görmüş, iktidarın ele geçirilmesinde çok güçlü bir kitle desteği sağlamıştı.

Ekonomik ve sosyal olarak geri bir ülkede iktidarı ele geçirmiş bulunan Rus proletaryasının önünde, iktidarını korumak ve sosyalizmin inşası gibi büyük bir sorumluluk durmaktaydı. Devrim, beklendiği gibi ekonomik ve sosyal açıdan ileri kapitalist ülkelerde değil, emperyalist-kapitalist sistem zincirinin en zayıf halkasından birisinde, Rusya’da gerçekleşmişti. Ekim Devrimi’nin kaderi, ileri kapitalist ülkelerden gelecek bir proleter devrime yani enternasyonal desteğe ve köylülüğünün devrimin tarafına çekilmesine bağlıydı. Avrupa işçi devrimlerinin mümkün ve yakın olduğu bir görünüm sergiliyor olmasına rağmen Macaristan işçileri bunu başardı ama kısa sürede yenildi. Çekoslovakya’da da kısa süreli bir işçi iktidarı deneyimi yaşamasına rağmen uzun sürmedi. Almanya ise Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin ihaneti ve sonrasında Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’in Ocak 1919’da, Berlin’de, devrimci Spartakist ayaklanmanın kanlı bir şekilde bastırılması sırasında katledilmesiyle bu sayfa da kapanmış oldu.

Bütün bunlar, dünya devriminin uzak bir düş değil, gerçekleşmesi gündemde olan bir olanak olduğu görüşünü güçlendiriyordu. Ne var ki her ülkede tarih aynı yönde ilerlemiyordu. Köylülüğün desteği alınmasına rağmen, beklenen devrimler dalgasının gerçekleşmemesi Ekim Devrimi’nin yalnız kalmasına neden oldu. Rus proletaryası emperyalist-kapitalist dünya sistem karşısında tek başına kalan, ekonomik ve sosyal açıdan geri bir ülkede, yeni bir devrimci dalga yükselene kadar iktidarı elinde tutma görevi ile karşı karşıya kalmıştı.

Yetmiş üç yıllık deneyim

Burjuva kültürünün bir başka çabası ise, devrimi gerçekleştiren Bolşevik liderleri birer diktatör olarak resmetmeleridir. Neredeyse bir asır boyunca Lenin ve Stalin tarihte görülmemiş bir yalan ve karalama kampanyalarının özneleri haline getirildi. Özellikle Soğuk Savaş koşullarında Stalin, faşist Hitler’le birlikte anılır oldu. İkinci Dünya Savaşı, Sovyetlere çok pahalıya mal olmuştu. Yaklaşık 20 milyon insan savaşta öldürüldü. Binlerce fabrika, okul yıkılmış, Sovyetler Birliği’nin Avrupa’daki kara parçası enkaz haline getirilmişti. Savaştan galip çıkan Sovyetler Birliği, Avrupa içlerine kadar genişlemiş ve emperyalist kapitalist sitemi tehdit eder bir konuma ulaşmıştı. Emperyalistler “Soğuk Savaş”ı böylesi bir konjonktürde başlatmış, sosyalist sisteme sempatiyi engellemek için tezvirat ve karalama kampanyasını devreye sokmuşlardı. Bu kampanyanın en somut hedefi kuşkusuz Stalin’di. Sovyet modelinin uygulama sürecindeki hatalar trajik sonuçlar da üretmiştir. Ancak bu sürecin tek sorumlusu olarak gösterilmesi, tarihi kişilerle açıklayan idealist bir tarih anlayışıdır.

Bütün bir sistemi tek bir kişiye indirgeyip onun nezdinde sosyalizmi karalama modasına sol-liberal çevreler de destek verdiler. Sosyalizme inanmış insanlar bile bu yaratılan hegemonyanın içerisine çekildi. Bu tarz eleştiriler Lenin ve Stalin’e tarih ve toplum üstü bir güç vermekten başka bir anlama gelmez. Eğer dedikleri doğruysa, “Tarihte kitlelerin en aktif katıldıkları bu harekette bile bir devrimciler örgütünün veya bu örgütün yöneticilerinin görüş ve davranışları onu yok etmek için nasıl bu kadar etkili olabilmektedir?” sorusu haklı olarak gündeme gelecektir. Her zaman böyle birilerinin çıkması da kaçınılmaz olduğundan, bu akıbetten kurtulmak da mümkün olamayacak demektir. Bugün bile birçok sol çevrenin, sadece reel sosyalizm eleştirisi yaparken “sosyalist demokrasinin” yokluğundan hareket ederek partiyi, dolayısıyla partinin lider kadrolarını hedef alıyor olması bu hatalı mantığın ürünüdür.

Tarihi bir muhasebe defterine dönüştürüp doğrular bir tarafa yanlışlar bir tarafa yazarak geçmişin anlaşılamayacağı kanaatindeyiz. Her şeyden önce Ekim Devrimi, kapitalizme karşı ezilenlerin ve sömürülenlerin bir başka dünya hayalinin ete kemiğe bürünmesidir. Hiçbir şekilde küçümsenmeyecek yaklaşık yetmiş yıllık bir mücadele deneyimidir. Bolşevikler nasıl bir sosyalizm inşa edeceklerini düşünürken en büyük esin kaynakları birkaç ay yaşamış olan Paris Komünü’ydü. Lenin devrimin hemen sonrasında Avrupa proletaryasının enternasyonal desteğinin gelmeme ihtimalini düşünerek tarihe bir not düşmek kaygısıyla bir proletarya iktidarının neler yapması gerektiğine ilişkin hızla birtakım uygulamalar içine girmişti (Bütün üretim araçlarının kamulaştırılması, kolektifleştirme, işçi denetimi vb.). Oysa tek “Tek ülkede sosyalizm" tartışmalarını da anlamsızlaştıran bu model, 73 yıl yaşadı.

Sonuç olarak

Bugün anlaşılmasında çok büyük bir yarar gördüğümüz Sovyet Devrimi, parti ve toplumsal hareket ilişkileri, özyönetim, sınıf dayanışması, ulusçuluğu aşan özgür ulusların birliği olan Sovyetler Birliği ve çoğulculuk gibi başlıklar altında ele alınan muazzam zenginlikte bir deneyim olmaya devam ediyor. 21’inci yüzyıl sosyalizmi bu deneyimler üzerinden şekillenecek.

Şimdi 105 yıl öncesinde işçi ve emekçilerin neyi başardığına dönüp baktığımızda, Ekim Devrimi’nin geçmiş değil gelecek olduğunu çok rahat söyleyebiliriz.

Yakın bir geçmişe kadar “toplumsal devrimler çağının bittiğini, büyük anlatıların hiçbir inandırıcılığının kalmadığını” anlatan burjuva düşünürler bile bugün Marx’ın teorisini anımsatarak kapitalizmi esastan sorgulamaya başladılar. Tarih yeniden hızlanıyor ve devrimcileşme imkânı bir kez daha güncel hale geliyor. Bugün, artık neoliberal kapitalizm söylemi ve eylemi çöktü. ABD ve AB ile diğer kapitalist ülkelerde kriz reçetelerinden de sonuç alınamıyor.

Tüm dünyada sayısız bölgesel gerilim, büyük, nükleer silahlı güçlerin giderek doğrudan ve açık çatışmasına doğru gelişiyor. Kapitalizm her dönem krizini küresel veya bölgesel savaşlarla aşmaya çalıştı. Dünya bugün bir kez daha küresel savaş tehdit altında. ABD önce Rusya’yı etkisizleştirip, sonra kendi hegemonyasını tehdit eden Çin’e saldırma stratejisi içinde. Ukrayna’nın NATO’ya alınma hedefi ve bütün Doğu Avrupa ülkelerine yapılan silah yığınağı bu sürecin bir parçası olarak işliyor. Almanya bile ekonomik gücünü askeri güce çevirmeye çalışıyor. Kapitalist emperyalist sistem kendi doğasından kaynaklı olarak dünyayı geri dönüşü olmayan bir yok oluş içine soktu. Bu döngüyü tersine çevirecek olan ise 21’inci yüzyılın sosyalizmi olacak.

21’inci yüzyıl sosyalizmi ise reel sosyalizm deneyimlerinin eleştirel bilinci üzerinden yükselecektir. Bu deneyimlerin en önemlilerinden biri, toplumun, sınıf adına bir parti iktidarı olarak biçimlenmesi yerine, özgür üreticilerin birliği ile gerçekleşecektir.

İbrahim AYDIN / BİRGÜN

SOL NE YAPTI (IV) - BirGün Politika Kolektifi

 SOL NE YAPTI (IV) 

Halk harekete geçti!

AKP’yi 20 yılda en çok sallayan Gezi Direnişi oldu. Direniş hem iktidarı salladı hem de liberalleri AKP’den uzaklaştırdı. Süreç sol açısından ise birleşik mücadelenin önemini bir kez daha gösterdi. Gezi sonrasında Haziran Hareketi kuruldu.
AKP iktidarının en büyük kırılmalarından birisi 2013 yılında yaşandı. Gezi Parkı’ndaki ağaçların sökülmesiyle başlayan süreç tüm ülkeye yayılan bir isyana dönüştü. Ülke genelinde resmi rakamlara göre 11 milyon insan sokağa çıktı. Tüm yurt “Hükümet istifa” sesleriyle yankılandı. Bu süreç solda da yeni kırılmalara yol açtı ve birleşik mücadele eskisinden çok daha fazla vurgulandı.

Gezi’nin hemen sonrasındaki 2014 Cumhurbaşkanlığı Seçimleri’ne HDP Selahattin Demirtaş, CHP ise MHP ile birlikte Ekmeleddin İhsanoğlu’nu aday göstererek girdi. Bu dönemde sol Erdoğan’ı güçsüzleştirmenin önemine vurgu yaptı.

7 Haziran Seçimleri ise solda en çok HDP’nin konuşulduğu bir süreç oldu. Yüzünü Batı’ya dönen Kürt hareketi söylemini de değiştirdi. Öncesinde iktidarı daha yumuşak tonda eleştiren HDP bu sürece “Seni başkan yaptırmayacağız” diyerek girdi. Sonuç olarak aldığı oy oranıyla Meclis’e girdi ve AKP ilk kez tek başına iktidar olamadı.

► GEZİ DİRENİŞİ

ÖDP

ÖDP Haziran direnişinin örgütlenmesinde en fazla efor sarf eden siyasi partilerdendi. Üyeleriyle ilk günden itibaren Gezi Parkı’nda olan ÖDP, direniş ülke çapına yayıldığında da örgütlü olduğu her ilde sokak çağrıları ve örgütlenmeleri yaptı. ÖDP'nin Gezi’nin ardından ilk hamlesi, direnişin ilerlemesi adına solun üzerine düşen ortak mücadele görevini önüne koyarak, aşağıdan yukarı örgütlenen ve solun birleşik mücadelesini temel alan bir örgütlenme kurmak için birleşik muhalefet hareketi yaratmaktı. Bu çağrıyla başlayan süreç, farklı oluşumlarla bir araya gelerek Birleşik Haziran Hareketine dönüşecekti.

Direnişin yarattığı semt forumlarında, ardından bu forumların kalıcı bir örgütlenme haline getirilmesi çabası içerisinde ÖDP; diğer farklı siyasi örgütlenmelerle birlikte direnişin ardından Birleşik Haziran Hareketini oluşturdu.

Kuşkusuz, sade bir birliktelik olarak sınırlı kalmayan Haziran hareketi, ülke çapındaki örgütlülüğü ile önemli gündemlerde ses getiren eylemlerde bulundu. 2015 yılında tüm Türkiye’de Haziran hareketinin başını çektiği Laik ve Bilimsel Eğitim boykotu bu eylemliliklerin başında geliyor.

KÜRT HAREKETİ

Kürt hareketi Gezi Direnişi’ne mesafeli yaklaştı. BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, parti olarak İmralı görüşmelerine kadar Taksim Gezi Direnişi’ne mesafeli durmalarının nedeninin 'müzakere süreci' olduğunu belirterek, 'Kürtler sokağa çıktı çıktı ve şimdi müzakere yürütüyorlar. Müzakereden sonuç almak için de bir hassasiyet, çaba gösteriyorlar' demişti. Demirtaş katıldığı TV programında:

“(Gezi Parkı’nda) ortaya konan demokratik talepler BDP’nin sahiplenebileceği, arkasında durabileceği demokratik taleplerdir. Ama buradan hükümeti devirecek, darbeye doğru götürecek bir halk hareketi çıkarabilir miyiz? Veya bu halk hareketini buraya kanalize edebilir miyiz? diye bir arayış da oldu. O nedenle bir mesafe koyduk. Yani buradan bir darbe çıkarmaya çalışanlarla birlikte olmayız dedik.”

Benzer şekilde Cemil Bayık da Gezi Parkı eylemlerine katılmaya tereddüt edildiğini belirtmişti.

Bu dönemde Gezi Parkı eylemlerinde ön planda olan BDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder Demokratik Toplum Kongresi'nin eylemler karşısında takındığı tutuma eleştiri getirmiş, “Türkiye yanıyor, dünyanın en büyük isyanlarından biri... DTK tek cümleyle destek açıklaması yapmadı” demişti.

TKP

TKP Merkez Komitesi, Gezi Parkı'na düzenlenen şafak baskınının ardından 30 Mayıs’ta bir açıklama yaparak tüm üyelerini mücadeleye çağırmıştı. TKP 4 Haziran’da “Emekçi Halkın Seçeneği Mutlaka Yaratılacaktır” başlığıyla 14 maddelik bir deklarasyon yayınlamış, başından beri bu halk hareketinin parçası olduğunu, bütün güçlerini seferber ettiğini ve gelişkin bir disiplin anlayışının yayılması için uğraştığını vurgulamıştı.
TKP’nin deklarasyondaki dikkat çeken çıkışlarından birisi Gezi Eylemleri ve Türk Bayrağı üzerineydi: “12 Eylül faşist darbesiyle birlikte emekçi halka, sola, Kürtlere karşı gerici ve şoven saldırıların aracı olarak kullanılmak istenen ay-yıldızlı bayrak, halkımız tarafından faşizmin elinden alınmış, bir kez daha Deniz Gezmişlerin, yurtsever halkın elindeki bayrağa dönüşmüştür.”

BİRİKİM ÇEVRESİ

Haziran isyanı Birikim çevresinin AKP’ye dönük sürdürdüğü iyimser ve umutlu tutumunu değiştirdi. AKP’nin otoriter eğilimler gösterdiği belirtildi ve Erdoğan “otoriter başbakan” ve “tek adam” olarak adlandırıldı. Birikim’in 2013 Haziran’ının hemen sonraki sayısında AKP’nin özellikle 2011’den itibaren kuruluş felsefesinden, ilkelerinden ve politik tahayyülünden uzaklaştığı iddia edildi. Ömer Laçiner’e göre, 2002’de de devletçi/elitist kutbu temsil eden CHP’nin karşısına “muhafazakâr modernist” kutbu temsil ederek ortaya çıkan AKP, 2015’te artık aynı pozisyona düşmüştü.

PERİNÇEK ÇEVRESİ

İşçi Partisi Gezi’nin başlangıcının 2007 yılında AKP iktidarına karşı Cumhuriyet Mitingi ve Yürüyüşleri ile başladığını söyler. Onlara göre bu süreç 2013 Haziran’ında Taksim Gezi Parkı’nda başlayan mücadeleyle bütün yurda yayılmıştı. Bu hareket, İşçi Partisinin mücadelesiyle “bütün yurtta Türk bayrakları altında ve “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganında” birleşmişti. Perinçek’e göre de Gezi eylemleri, “ilk günlerde daha çok yaşam tarzıyla ilgiliydi”, sonrasında “Vatan Partisi’nin önderliğinde” eline Türk bayrağını almış ve ‘Mustafa Kemal’in askerleriyiz’ sloganıyla bütün milleti kucaklamıştı.

► 2014 CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMLERİ

ÖDP

Önce 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimi, ardından 2015 yılında tekrar eden genel seçimlerde, ÖDP’nin tutumu tamamen Haziran Hareketi’nin pozisyonuna uygun olmuştu.

Her iki seçimde de Haziran Hareketi, açıktan bir aday desteklemeden, Erdoğan’a oy vermeme çağrısında bulundu. 2015 seçimlerinde Selahattin Demirtaş’ın kampanyası sol, sosyal demokrat çevrelerde ciddi bir heyecan yarattığı dönemde de Haziran Hareketi ve ÖDP’nin açıktan HDP içerisinde yer almaması, doğrudan partiyi desteklememesi birçok tartışmaya sebep oldu.

ÖDP’nin seçim süreçlerindeki yaklaşımı; meclis aritmetiği dışında, sokaktan, toplumsal mücadele içerisinden gelen bir beşinci gücün ancak AKP’yi yıkacak bir alternatifi yaratabileceği, aksinin mümkün olmayacağı üzerineydi. Nitekim 7 Haziran seçimleri ardından, AKP’nin tek başına iktidar olamadığı ancak seçimleri tekrara götürmeyi başarabildiği süreç içerisinde, kamuoyu ikinci bir yenilgiye kesin gözüyle bakarken, o dönem ÖDP MYK üyesi Oğuzhan Müftüoğlu, BirGün’e verdiği röportajda AKP’nin seçim pozisyonlarına sınırlı bir siyasetle gerçekten yenilemeyeceğini, yaşananın “günü kurtarmak” olduğunu söylüyordu. Nitekim 1 Kasım seçimleri de bu tespitin kanıtı oldu.

CHP

Anamuhalefet partisi CHP seçimlerde MHP ile ortak aday belirlemişti. Ekmeleddin İhsanoğlu ortak aday olarak gösterilmişti. MHP’ye yakınlığıyla bilinen Ekmeleddin İhsanoğlu hem parti tabanından hem de sol kamuoyundan destek alamamıştı. Seçim sonucunda da MHP ve CHP’nin bir önceki seçimde aldığı oy oranından bile daha az oy almıştı. İki partinin ortak adayı olmasına rağmen oy oranı sadece yüzde 38,5’te kalmıştı.

KÜRT HAREKETİ

HDP 2014 Seçimleri’ne kendi adayıyla girmişti. Selahattin Demirtaş Cumhurbaşkanı adayı olmuştu. Demirtaş’ın “Yeni Yaşam Çağrısı” başlıklı beyanname, esas olarak radikal demokrasi perspektifinden hazırlanmıştı. Cumhurbaşkanının ilk defa halk tarafından seçildiğini, ancak demokratik bir seçim olmadığını savunan Demirtaş, halkın önüne yeteri kadar seçenek çıkmadığını, aday belirleme süreçlerinin maalesef demokratik olmadığını söyledi.

EMEP

EMEP “Halkı Temsil Edecek Cumhurbaşkanı Adayımız Demirtaş” açıklamasını yaparak Demirtaş’a destek vermişti. Temsil ettiği değerler bakımından Ekmeleddin İhsanoğlu ve Tayyip Erdoğan’ın benzer özelliklere sahip olduğunu, bu iki adayın aynı siyasi çizgiden geldiğini söyleyen EMEP İhsanoğlu ve Erdoğan’ı önerenlerin Devlet’in başına siyasi İslam çizgisinde, emperyalist güçlere bağlı, neoliberal ekonomik düzeni savunan iki aday çıkardığını vurgulamıştı.

TKP

Türkiye Komünist Partisi, Cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki pozisyonunu aylar öncesinden ilan etmiş ve boykot kararı almıştı. TKP seçimin iflas eden İkinci Cumhuriyet'e suni teneffüs yaptırmayı amaçladığını vurgulamıştı. TKP Cumhurbaşkanlığı seçimlerine, AKP'nin sandıkta geriletilmesi, seçim hile ve yolsuzluklarının teşhir edilmesi noktasından yaklaşılamayacağını belirterek sandığı boykot etmenin kaçınılmaz olduğunu açıklamıştı.

                                                                       ***

► 7 HAZİRAN 2015 SEÇİMLERİ

KÜRT HAREKETİ

7 Haziran seçimlerine giderken HDP’nin ana sloganı Erdoğan’a karşı “Seni Başkan Yaptırmayacağız”dı.
7 Haziran’da HDP yüzde 13,1 oy oranı ile TBMM’de 80 milletvekili elde etmiş, seçim sonuçlarına göre AKP’nin tek başına iktidar olmasını engellemişti. Bu tarihten itibaren koalisyon görüşmeleri başlamıştı. KCK Yürütme Konseyi üyesi Murat Karayılan, Demirtaş’ın, partisinin AKP ile koalisyon yapmayacağı şeklindeki açıklamasını 'dar yaklaşımda' olmakla eleştirmiş, “HDP’nin Erdoğan’ı başkan yaptırmayarak sözünü tuttuğunu ve artık ileriye dönük girişimler yapması gerektiğini” belirtmişti. Temmuz ayında gerçekleşen Suruç Katliamı’nın ardından ülke çatışmalı-karanlık bir sürecin içine girmiş, çözüm masası devrilmişti. Koalisyon hükümetinin kurulamadığı bu dönemde ülkeyi 1 Kasım Seçimlerine götürecek geçici hükümetin kurulması için Başbakan Davutoğlu, HDP’den Levent Tüzel, Müslüm Doğan ve Ali Haydar Konca'ya bakanlık teklifinde bulunmuş, teklifi Levent Tüzel reddetmiş; Müslüm Doğan ve Ali Haydar Konca ise kabul etmişlerdi. Doğan Kalkınma Bakanı olurken Konca Avrupa Birliği Bakanı olmuştu. HDP’li bakanlar bir ay bile dolmadan “AKP’nin 7 Haziran seçim sonuçlarına karşı savaş ve darbe konseptini devreye koyduğunu” söyleyerek görevlerinden istifa etmişlerdi.

EMEP

EMEP’e göre 7 Haziran seçimleri bugüne kadar olan seçimlerden çok daha ciddi ve çok daha kritikti. AKP’nin hem işçiler ve emekçiler hem de ezilen halklar üzerinde uyguladığı politikaları engellemenin tek yolu HDP’nin barajı aşmasıydı. EMEP’ten Levent Tüzel HDP listesinden aday olmuş ve seçilmişti.

HALKEVLERİ

Halkevleri 7 Haziran seçimlerinde tarihinde ilk kez bir partiye oy verme çağrısı yaparak seçimlerde HDP’yi destekleyeceğini açıklamıştı. Halkevlerine göre HDP’nin, demokrasi, barış, özgürlük ve eşitlik mücadelesinin önemli bir dinamiği olması ve AKP’nin geriletilmesinin sandıktaki karşılığı HDP’ye verilecek oylarla barajın geçilmesini sağlamaktı.

AYDINLIK ÇEVRESİ

7 Haziran 2015’in hemen öncesinde Aydınlık ‘Terör örgütü meclise giremez’ manşetiyle çıkarken seçim sonrasında “Bölücü Anayasa Koalisyonunun Önü Açıldı. Mücadeleye Devam Böldürmeyeceğiz” manşetini atmıştı. Perinçek de seçim analizini “Türkiye ‘demokratik’ yoldan bölünüyor” olarak yapmıştı. Meclisteki muhalefet, ABD güdümlü Gladyo-Mafya-Tarikat sisteminin denetimindeyken bu sistemden kurtulmak için biricik seçenek olan Vatan Partisi’nin, Meclise girmesi önlenmiştir.

Ancak 7 Haziran’dan bir buçuk ay sonra Aydınlık Çevresine göre 24 Temmuz’da başlayan TSK operasyonlarıyla “Türkiye 7 Haziran çıkmazına, 7 Haziran Meclisinin dışından” yanıt üretmişti.

Ergenekon davasından salıverildikleri 2014’ten bu yana yaşananları Vatan Savaşı olarak niteleyen Perinçek Türkiye’nin yeni bir Devrim sürecine girdiğini ifade etmektedir. Erdoğan’ın “İkinci İstiklâl Savaşı” tanımına destek vermektedir. 2 Eylül 2018 günü aldıkları kararla Vatan Partisi, Türk Ordusuyla, Türk Polisiyle, Tayyip Erdoğan Hükümetiyle ve milletin diğer güçleriyle aynı gemide” olduklarını ilan etmişlerdi. Bu çizgi değişiminde 2014 sonrasında Türkiye’nin iktidar yapısında da yaşanılan dönüşümün etkili olduğunu “artık Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’yi yönettiği dönemden, Türkiye’nin Tayyip Erdoğan’ı yönlendirdiği döneme” geçildiği ifade edilmiştir.

                                                                             ***

Yarın:

• Suriye Savaşı ve Sınır Ötesi Müdehaleler
• 15 Temmuz Derbe Girişimi
• 2019 Seçimleri- İstanbul Seçimleri

Dışarıdan içeriye mektuplar: Bu da geçer... Neler neler geçmedi ki... - Timur Soykan / BİRGÜN

 

Validebağ’da, Emek’te, Haydarpaşa Garı’nda, İstanbul’un kuzey ormanlarında ve daha nicesinde rantçıların karşısında duranlar arasındaydın. Ve Gezi davasında sanık sandalyesindeydin.

Sevgili Can…

Büyükannem Arnavutça şöyle dermiş:

“Zavallı yürek yaşlanmıyor.”

Belki insanlığın en büyük trajedisi…

Belki en büyük umudu…

Beden yaşlanırken içindeki ateş, aklındaki fikir, geleceğe dair dert ve inanç çok diri…

Zavallı yürek…

Zamanın daha garip oyunu; içimizdeki ateş bu kadar tazeyken geçmişin bu kadar uzak olması. Aydınlık bir sisin içinde sanki o üniversite günleri.

Nasıl tanıştık hatırlayamıyorum ama tahmin etmek zor değil; ya bir eylemde ya da toplantıda ilk kez birbirimizi görmüşüzdür. 1980 darbesinin korku çölünde, 90’ların yargısız infaz ve işkence kâbusunda tüm sesler kısılmışken birimiz bağırırdı:

“Ne istiyoruz.”

Hepimiz haykırırdık:

“Özgürlük.”

‘Koordinasyon’ ile üniversite harçlarına karşı bir direniş doğmuştu.

Farklı üniversitelerden binlerce genç caddeleri doldurmuştuk.

Çemberi kıran genç sembolü olan pankartlar boyarken kasetli teyplerin cızırtılı müziği ile dans etmiş olmamız bizi yaşlı yapıyor şimdi.

‘Parasız eğitim’, ‘Parasız sağlık’ sloganımızın haklılığını yaşıyor ülke. Öğrenciler müşteri, hastalar yolunacak kaz oldu kapitalizmin vahşiliğinde.

‘Çeteler dışarıda, öğrenciler içeride’ sloganımız ülkemizin karanlığa gömülmemesi için alarm ziliydi. Şimdi o bataklığın içindeyiz.

Şimdi sen içeride ve ben dışarıda özgür değilken o günlerimizi hatırlamaya çalışıyorum.

En eskisi anılar, bulanık ve aydınlık hafızamda; Kadıköy’de sahildeyiz. 18-19 yaşlarındaydık herhalde. Küçük bir gruptuk. Çok güldüğümüz bir sohbetti. İlk kez o zaman duyarlılığının ne kadar sahici ve doğal olduğunu fark etmiştim. Konuşmana bu kadar heyecan sığdırabilmene şaşırmıştım.

Sonra sizin okulun, Marmara Hukuk Fakültesi’nin önünde geçirdiğimiz günler… Faşistler saldırıyordu ve içeri girmeyi bir türlü başaramazken sizin için endişelenirdik. Çok sevecen ve narin görünen sevgilinin, öğrencilere bıçak çeken saldırganı tekmeyle yere serdiğini öğrenince şoke olmuştuk. Ne sen ne de o söylemişti; Türkiye tekvando şampiyonasında dereceleri olan bir sporcu olduğunu.

Yıllar sonra…

O günlerde size saldıranlar arasında bulunan Alparslan Arslan, Danıştay 2. Dairesi’ni silahla basıp hâkim Mustafa Yücel Özbilgin’i katletti, 4 Danıştay üyesini yaraladı.

Üniversite döneminde, gergin günler, gözaltılar, saldırılar… Ama neşemizi hiç kaybetmiyorduk. Senin bağımsız sosyalist duruşun, bizim örgütlenmelerimize katmak için uğraşlarımız bile keyifli, bol espriliydi.

6 Kasım 1996’yı da hiç unutmam. YÖK protestosunda binlerce gençtik. İçişleri Bakanı Mehmet Ağar’dı. Beyazıt Meydanı’na yürümek için barikatlara yüklendiğimizde polisler coplarını tüm hınçlarıyla savurmuştu. O akşam Sultanahmet’teki adliyeden serbest bırakılmamız nedense hafızama kazınmış. En önde baban Mustafa Amca vardı, yüzlerce insan bize uygulanan şiddete tepki göstermek, dayanışmak için gelmişti.

Günler sonra…

Susurluk Skandalı’nda Mehmet Ağar’ın çetesi ortalığa saçılacak ve istifa etmek zorunda kalacaktı.

Yıllar sonra…

Halen Mehmet Ağar’ın karanlık ve kirli işleri devam ediyor.

Tam tarih aklımda değil. Cumartesi Anneleri ’ne Galatasaray Meydanı yine yasaklanmıştı. İstiklal Caddesi’nde toplananlar hemen gözaltına alınırken bir arka sokaktaydık. Sanırım sen söyledin:

“Biz gidebildiğimiz kadar yürüyelim, gören gelir.”

Ellerimizde kırmızı karanfillerle yürürken yanımıza gelen kalabalığa ve Galatasaray Meydanı’na yaklaşabilmemize şaşırmıştık. Polisler üzerimize doğru koştuğunda karanfilleri Galatasaray Meydanı’na doğru fırlatmıştık. Hatırlıyor musun? Bir çocuk yerde karanfili görüp aldığı için gözaltına alınmıştı. “Çiçeği kız arkadaşıma verecektim” diye derdini anlatmaya çalışıyordu. Çok uğraştık bıraksınlar diye ama akşama kadar bizimle gözaltında kalmıştı.

Yıl 2011… Artık sen avukatsın ben gazeteciyim.

Oda TV davasında gazeteciler kumpaslarla tutuklanmıştı. Ahmet Şık taslak halindeki ‘İmamın Ordusu’ kitabını yazdığı için hapsedilmişti. Fikret Abi, sen ve Tora’nın basın özgürlüğü için verdiğiniz hukuk mücadelesini hayranlıkla izliyordum. Tutukluluğa devam kararlarından sonra gözyaşlarımızın ne kadarı öfkeden ne kadarı kederden bilemezdik.

Yıllar sonra…

O mahkeme kürsüsündeki hâkimlerin Fetullahçı çetenin mensupları olduğu bütün delilleriyle ortaya çıktı.

İlk defa o zamanlar avukatım oldun sanırım. Ahmet’in kitabını yayımlamak için uğraşırken bizim için endişeliydin. Oysa sen de sürekli tehdit altındaydın. Buluşmalarımız için gizlilik kuralları koyduğunu hatırlar mısın? Telefonda konuşup randevulaştığımız yerlerde oturmazdık. Takip edilip edilmediğimizi kontrol ederdik, sanki bomba hazırlıyormuş gibi. Zekeriya Öz, kitap taslağını saklayanların tutuklanacağına dair mahkeme kararı çıkarmıştı. Erdoğan, kitap için ‘bomba’ benzetmesi yapmıştı. O kitabın özgürleştiği gün; belki de en güzel anılarımızdan şimdi.

Yıllar sonra…

Zekeriya Öz, elini kolunu sallayarak Türkiye’den kaçtı, Erdoğan FETÖ ile mücadele kahramanı oldu.

Ve Gezi günleri... Bu ülkenin en onurlu duruşu. Hangi birini anlatayım… Mesela; senin, Tayfun’un ve diğer arkadaşların TOMA’nın karşısında elinizde mahkeme kararıyla duruşunu hiç unutmayacağım. Gezi’deki projeyi durduran o karar için harcadığın emeği bilirim. O gün siz hukuku savunurken karşınızda suçtan örülmüş barikatlar vardı. Mahkeme kararlarını gösterirken emniyet müdür yardımcısı biber gazı ve tazyikli suyla müdahale talimatı vermişti.

Yıllar sonra…

O emniyet müdür yardımcısı 15 Temmuz Darbe Girişimi’nde tankın içinde yakalandı. İşin garibi Fetullahçı polis, savcı ve hâkimlerin soruşturmaları kıymetlendirilerek size dava açıldı.

İmkânsız gördüğümüz saçmalıkları yaşattılar bize. FETÖ kumpasıyla tutuklanan Ahmet Şık’ı bu kez FETÖ’cü diye hapsettiler. Cumhuriyet gazetesindeki arkadaşlarımızı aynı saçma suçlamalarla tutukladılar. Hatta o soruşturmayı FETÖ’den ağırlaştırılmış müebbet hapsi istenen bir savcı yürütüyordu. Yine duruşma salonlarında basın özgürlüğünü savunuyordun.

O yıllar boyunca ve yıllar sonra…

Soma’da, Aladağ’da, Çorlu’da, Hendek’te duruşma salonlarında, sokaklarda adalet için sen ve arkadaşların vardı.

Validebağ’da, Emek’te, Haydarpaşa Garı’nda, İstanbul’un kuzey ormanlarında ve daha nicesinde rantçıların karşısında duranlar arasındaydın. Ve Gezi davasında sanık sandalyesindeydin. Keşke daha çok yanında olsaydım, emeğine daha çok emeğimi katabilseydim, üzgünüm…

Yıllar sonra…

Bu talan düzeninin uşakları nerede olacak acaba?

Şimdi sana anılarımızı anlatırken hayatımıza şaşırıyorum. Bir distopyanın gerçek karakterleriyiz sanki. Hep haklı olup hep bedel ödeyenlerin sonsuz bir hikâyesi gibi gelebilir bazılarına. Ama öyle değil. Adaletsizliğin içimizi yaktığı doğrudur ama neşemizi, kahkahalarımızı, yaşama sevincimizi hiçbir zaman yok edemediler. Bu kadar manalı olduğu için güzeldi hayat.

Tüm deneyimlerimize rağmen yine de onların kötülüğüne yetişemedi aklım. 6 ay önce, kumpas bu kadar çıplak, masumiyet bu denli aleniyken sizi duruşma salonunda tutuklamayacaklarını düşündüm.

Ve şimdi sen dövüştüğün adaletsizliğin hapsindesin.

Ama biliyoruz; bu da geçer. Büyük masalarda, kalabalık sohbetlerde dost kahkahalarıyla özgürlüğü kutlarız. Haklılığımıza kimse dokunamaz.

Yüreklerimiz hiç yaşlanmaz…

Sana, Tayfun ve Hakan’a hasretle sarılıyorum.

Timur Soykan / BİRGÜN