8 Kasım 2022 Salı

Türkiye’nin elindeki en büyük baron - Bahadır Özgür/BİRGÜN

 

Neredeyse bir ‘suçlu cennetine’ dönmüş Türkiye’de iki yıl önce sessiz sedasız son 40 yılın narko-ekonomisini şekillendirmiş bir isim yakalandı. Bir kısa resmi bülten dışında dışarıya hiçbir bilgi sızmadı. Peki, kimdi bu isim ve Türkiye’de ne arıyordu?

İki yıl önce Sarıyer’deki lüks bir villada, Ürdün uyruklu bir uyuşturucu kaçakçısı gözaltına alındı. İsminin kodlanarak yazıldığı kısa bir resmi bülten dışında, detaylı bilgi verilmedi. O gün hariç, medyada bir daha haber olmadı. Oysa yakalanan kişi, Latin Amerika-Avrupa arasındaki kokain ticaretinin üst düzey yöneticilerindendi. Türkiye’nin bulunduğu Balkan Rotası’nı yeni kokain hattına entegre etmişti. Esas marifeti ise narko-ekonomiye getirdiği sofistike bir yenilikti. İtalyan mafyasıyla beraber Atlantik’in iki yakası arasında konteyner taşımacılığı üzerine kurdukları düzen, kıtalararası sevkıyatın rekor düzeylere çıkmasını sağladı.

Peki kimdi bu ve İstanbul’da ne arıyordu?

Birazdan okuyacağınız hikaye, uluslararası araştırmacı gazetecilerin ortaya çıkardığı bilgilere ve Brezilya’da süren bir davanın ilk elden belgelerine dayanıyor. Filistin’in komando kamplarından başlayıp İtalyan mafyasıyla buluşan, oradan Brezilya’nın en büyük karteline uzanan ve finali İstanbul’da yaşanan bir hikâye...

Önce narko-ekonominin küresel işbölümünde Türkiye’nin yerine dair genel bir gözlemi paylaşalım.

Kokain davalarıyla ilgili bir araştırmada şöyle deniliyor: “Eskiden suçlular Brezilya’ya kaçardı. Şimdi Türkiye’ye sığınıyor.” Haksız bir kanı olmasa gerek. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu da TRT ekranlarından itiraf etmişti. “En azılılar bize geliyor” demişti. Mesele sadece kokain trafiğiyle sınırlı değil yani. Türkiye’nin, kartel yöneticilerinin rahat yaşadığı bir yere dönüşmesi. Vatandaşlık almanın, mülk edinmenin, para getirmenin olabildiğince kolaylaştırıldığı, yakalanan tonlarca kokainin sahipsiz kaldığı, bir tür ‘suçlu serbest bölgesi’ sanki. Büyükler geliyorsa, kara para trafiği de buradan dönüyor demektir. İşin hiç takip edilmeyen kısmı bu zaten. En küçük olayda bile ‘resmi bir omerta’ devreye giriyor hemen. Kokain, polisiye baskınla sınırlı kalıyor ve devamı siyasi bir sükut suikastına uğruyor.

KÜRESEL TİCARETİN İKİ ÖNEMLİ İSMİ

İşte Sarıyer’de yakalanan kişinin kim olduğunu da Brezilya’daki bir davadan öğrendik. 2017’de yapılan ‘Brabo Operasyonu’nun hedefi, Sırp klanlarla işbirliği içinde Avrupa’ya yapılan sevkıyatlardı. İş çözüldükçe hiyerarşinin tepesindeki bir isim netleşiyordu. O kişi, 59 yaşındaki Waleed Issa Khamayis’ti. Sadece 2015-17 arasında 8 ton kokain sevk ettiği söyleniyordu. Fakat soruşturmayı yürüten savcılığın araştırmaları Khamayis’in küresel bir baron olduğunu ortaya çıkardı.

Khamayis üç yıl sonra, 22 Temmuz 2020’de Sarıyer’de yakalandı. İstanbul Emniyeti’nin 26 Temmuz’daki basın bülteninde şöyle deniliyordu: “Brezilya makamlarınca hakkında 2 farklı kırmızı bülten çıkarılan ve iadesi istenilen uluslararası uyuşturucu baronu Ürdün uyruklu W.I.A.K. isimli şahıs, Sarıyer ilçesindeki lüks villasına yapılan operasyon neticesinde yakalanarak gözaltına alınmıştır.”

Khamayis hakkında yegâne bilgilendirme bu kadardı. Onun ne derece önemli olduğunu ise bir yıl sonra başka bir açıklamada görecektik. 25 Mayıs 2021 günü Brezilya Adalet ve Kamu Güvenliği Bakanlığı, Rocco Morabito’nun yakalandığını duyurdu. İtalya’nın Güney burnundaki Calabria’da doğup Avrupa’nın en güçlü suç örgütüne dönüşen Ndrangheta’nın üç önemli ailesinden birinin lideriydi. Ndrangheta’yı anlatmaya lüzum yok aslında. Uyuşturucu, silah, insan, uranyum vs. akla gelebilecek her türlü kaçak ticarette tekelleşmiş, milyarlarca avroluk bir suç ekonomisine hükmediyor. 30’dan fazla ülkede hâkimiyeti var. Akademiden yargıya, bürokrasiden siyasete uzanan ilişkileriyle paralel devlet gibi.

                                  Ndrangheta liderlerinin aileleri ile yıllara dayalı bir dostluk.

Morabito’nun yakalanma haberi Batı’da ses getirdi. Aynı haberlerde ismi anılan diğer kişi Khamayis’ti. İkisinin son 40 yılın küresel kokain ticaretinde kilit olduğu, iade edilmesi halinde farklı coğrafyalara yayılmış ilişki ağına dair önemli bilgiler elde edileceği belirtiliyordu. Lakin iade diplomasinin işlemediğini Brezilya’daki davadan anlıyoruz. Buna karşın böylesine önemli birinin Türkiye’de ne zamandır bulunduğu, ne yaptığı, ilişkileri, para trafiği soruşturuluyor mu, bilmiyoruz. Her zamanki gibi bizdeki ayağı karanlıkta kalıyor.

Şimdi Khamayis’in film gibi hikâyesini bir özetleyelim. Neden önemli, daha iyi anlaşılacaktır.

FİLİSTİNLİ KOMANDODAN BREZİLYA KARTELİNE

1961’de Ürdün’de doğan, Filistin Kurtuluş Örgütü’nün komando kamplarında eğitim alan birisi. 1980’de İtalya’ya gidiyor, Perugia Yabancılar Üniversitesi’ne giriyor. Mafya gruplarıyla ilişkiler kuruyor. Çünkü hem Filistinlilerin oturum izni vb. için mafyanın aracılığı mecburi, hem de Filistin’e silah sağlamak için mafya ilişkisi şart. Milano’ya yerleştikten sonrası, Calabria mafyasıyla sıkı ilişkiler dönemi. Morabito’nun yönettiği bir kokain sevkıyatının ucu Khamayis’e ulaşınca istihbaratın radarına giriyor. Kaçıyor ve 19 Kasım 1992’de resmi bir polis açıklamasında akıbeti öğreniliyor: “30 yaşlarında Filistinli bir komando Brezilya’da kokain ticaretinden tutuklandı.” Böylece Atlantik’in öte yakasındaki perde açılıyor.

1992’de İtalya'ya 592 kilo kokain ihraç edecekken tutuklanıyor. Operasyonun bir özelliği var. Bugün yaygın olan konteyner kullanımı, o günlerde yeni karşılaşılan bir yöntem. Kısa süreli cezaevi hayatı, firarlar derken kara para aklamadan açılan dava 2008’de düşürülüyor. Ülkeden ayrılıyor ve nihayet İstanbul’da çıkıyor karşımıza.

Ndrangheta’nın liderlerinden Rocco Morabito

Burada herkesin bildiği yazılı olmayan bir kuralı hatırlatarak devam edelim. Hiçbir ülkede istihbarat desteği almadan büyük çaplı suç faaliyeti yürütülemez. Latin Amerika’da da işler kontra faaliyetlerle iç içe geçtiğinden kokain davaları sonuçsuz kalıyordu. 2010’lardan itibaren değişen bir şeyler oldu. Sebeplerini de sadece suç alanında aramamak gerekiyor. ABD’nin siyasal pozisyonu, despotik rejimlerin yükselişi, siyasetin finansmanı, Suriye ve Libya’daki vekalet savaşları ile beraber düşünmek lazım. Yeni kokain hatlarıyla yeni politik harita şaşılacak derecede örtüşür.

Nitekim bugün Brezilya savcılığının belgelerine bakıldığında, Khamayis’in öyle birkaç yüz kilo kokainle uğraşmadığı anlaşılıyor. 1993’te kurulan ülkenin hakim karteli PCC’nin (Primeiro Comando da Capital) örgütleyicilerinden olduğunu, İtalyan mafyasıyla beraber 2000’lerden sonraki kokain rotasını çizdiğini okuyoruz. Mesela ağırlığı artan iki rota şöyle: İlki, Uruguay ve Arjantin merkezli önce Güney Afrika’ya, ardından İtalya ve Karadağ’a uzanan hat. İkincisi, Kolombiya’dan Orta Afrika’ya ve Türkiye’ye gelen hat. Her ikisinde de Balkan suç örgütleri kritik rolde. Sırp ve Kolombiyalılar’ın adını daha sık duymamızın sebebi budur. Khamayis, bundan dolayı önemli.

İSTANBUL’A NASIL GELİYORLAR?

İstanbul’a niye ve nasıl geldiğinin yanıtını ise dava tutanaklarındaki bilgilerden ve biraz da tahminle söyleyebiliyoruz. 2017’de gıyabi tutuklama kararı verilince Türkiye-Brezilya arasında iade anlaşması olmaması nedeniyle burayı tercih etmiş. Üstelik Brezilya savcılığının yazışmalarına göre Türkiye, Khamayis’i kırmızı bültenden değil sahte evraktan tutuklamış. Tamam, kırmızı bültenin işe yarayıp yaramadığı tartışmalı ama Rus’u, Sırp’ı, Kolombiyalısı, İranlısı her kültürden, her kimlikten baronun koşup gelmesi ve yıllarca lüks villalarda yaşaması tuhaf! Garip olan başka bir şeyi daha kısaca anlatalım. Baronların neredeyse tamamının Kuzey Makedonya pasaportuyla girmesi. Neden peki?

Geçen yılın mayıs ayında Kuzey Makedonya’da İçişleri Bakanlığı’ndan 9 yetkili, suç örgütlerine pasaport sağladıkları için tutulandı. 215 kişiye yoksul, kimsesiz insanların bilgileri kullanılarak gerçek pasaportlar verilmiş. Listedekilerin başta Türkiye olmak üzere bölgede rahatça dolaştıkları ifade edildi. Listenin başındaki isim ise yine Khamayis’ti. Birileri son yıllarda Kuzey Makedonya pasaportu ile girenler soruştursa, küresel bir baronlar listesi çıkacaktır.

Türkiye’de kıyıda köşede kalmış baron hikâyelerinden bir tanesi daha böyle işte. İşimiz zor; fakat kurtulmanın ilk adımının narko-ekonominin, narko-politikayla, narko-politikanın da gözümüzün önünde cereyan eden politikayla nasıl iç içe geçtiğini görmekle başladığını bilelim yeter. Zor kısmı budur, kalanı korkutucu birer suç hikâyesidir.

Bahadır Özgür/BİRGÜN




YUVARLAK MASA | AKP'de neler oluyor? - YAVUZ KARAMAHMUTOĞLU / SOL-Özel

 

Gazeteci Barış Pehlivan ve Barış Terkoğlu'yla son dönem Türkiye'de gündem olan başlıkları konuştuk.

Gazeteci Barış Pehlivan ve Barış Terkoğlu'yla gündemin sıcak konularını masaya yatırdık. AKP içindeki gerilim, sansür yasası, AKP'li Mahir Ünal'ın istifası, Türkiye Yüzyılı toplantısı gibi birçok başlığın perde arkasına ışık tutacak soruları gündeme getirdik.

Yuvarlak Masa'dan çıkanlar;

Başka konularla başlayacaktım ama çok sıcak gündem olduğu için oradan girelim istiyorum.  'Türkiye Yüzyılı' toplantısıyla Erdoğan istediğini aldı mı, izlenimlerin nelerdir Barış (Pehlivan)?

Bence alamadı, heyecan da yaratamadı. Hangi muhalif gazetecinin toplantıya davet edildiği, kimlerin katılmayı kabul ettiği, ha keza Mahir Ünal’ın çıkışı daha çok konuşuldu. Kaldı ki, iktidarı boyunca Cumhuriyet’e düşmanca politikalar ürettiği şüphe götürmeyen bir partide Cumhuriyet konusunda samimiyet aramak da yersizdir. 

Aynı gündemi sana da soracağım Barış (Terkoğlu) ama Özgür Özel'in konu hakkında konuşurken Hande Fırat'a söylediği "Cumhuriyet’i birlikte kurduklarımızın torunlarına 'vatan haini' diyecek halimiz yok" açıklamalarını da değerlendirmeni isteyeceğim. 

Cumhuriyet'in en kalın kolonu hukuktur. Zira Cumhuriyet, yönü ne olursa olsun anayasalı bir rejimdir. Kimsenin dedesini torununa torununu da dedesine bağlamaz. En bilinen örneği Ali Kemal hadisesi. Milli Mücadeleye açıktan cephe almış Ali Kemal'in linç edilmesine Mustafa Kemal karşı çıktı. Yetmedi, Cumhuriyet, oğlunu büyükelçi yaptı. Eşine Dışişleri'nde iş verdi. Bir gün bile ailesinin yüzüne Ali Kemal hatırlatması yapmadı.

Özgür Özel, bahsettiğiniz söyleşide, bir sonraki cümlesinde şunu söylüyor: 'Bir hesap görülecekse kanun dışı işler yapanlar şahsen bunun hesaplarını verecekler. Aileleri, yakınları, çevreleri değil.' 

Doğru olan bu. Bu dönem işlenen suçlar var. Öyle gizli saklı da değil. Açıkça işlendi. Bunların hesabının sorulması lazım. İntikam için değil, anayasal hukuk düzeni bunu gerektirdiği için yapılmalı. Bugünün muhalefeti uzlaşma adına geçmişin suçlularıyla barışırsa bu suçun ortağı olur.

Mahir Ünal'ın açıklamaları, 'görevinden affı' önemli bir gündem maddesi haline geldi. AKP'den de epey çatlak ses çıktı. Lakin Ünal'ın ipini Bahçeli'nin çektiği söyleniyor. Bu yaklaşıma katılır mısın? Sen ne düşünüyorsun (Pehlivan)?

Benzer ve hatta daha ağır sözleri Recep Tayyip Erdoğan da başka iktidar kurmayları da yıllar önce birçok kez söyledi. Şimdi bedelinin ödetilmesi tamamen seçime yaklaşırken giydikleri “milliyetçi” kıyafet. Evet, Bahçeli ipinin çekilmesini istemiştir ancak çeken de Erdoğan’dır; bunu unutmamak gerek.

AKP'den kısa sürede ikinci grup başkanvekili istifa etmek zorunda kaldı. Şanlıurfa milletvekili Fakıbaba'nın istifası da çok konuşuldu AKP'de bir kriz mi var? Yoksa bu siyaset modelinde bu tip gelişmeler olağan mı (Terkoğlu)?

Her ikisi de. Hem kriz var hem de olağan bir süreç yaşanıyor. AKP'nin kuruluşundan bugüne bakın, sağından soluna ya da solundan sağına dönüşte hep dışarı attıkları ya da kendisini dışarı çıkaranlar oldu. Bunun gibi çok örnek var. Öte yandan bugün bir kriz de var. İktidar adına önümüzdeki dönemin belirsizliği var, yönetilemediği apaçık olan ülke var, mafyalaşmış bir sistem var, halkın refah kaybıyla karşı karşıya geliş var, koalisyon ortağını memnun etme zorunluluğu var... Daha sayayım mı?

Barış (Pehlivan), Fakıbaba istifasından sonra İYİP'e geçti. AKP'den başka milletvekillerinin kopacağı da konuşuluyor. Sen ne düşünüyorsun? Çok uzun süredir bu iddia ortalıkta, Deva ve Gelecek partileri kurulduğunda da milletvekili sayıları 50'ler civarında dolanıyordu. AKP'den böyle bir kopuş olacağını düşünüyor musun, mümkün geliyor mu?

Başlarına bela gelmeyeceğini düşünse mevcuttaki birçok AKP’linin partisinden ayrılmak isteyeceğini düşünüyorum. Ancak AKP’den ayrılma ihtimali yüksek olan milletvekilleri takip ediliyor ve açıkları dosyalanıyor. Böylece “gidersen ifşa ederiz” deniliyor, bu yolla partide kalmaları sağlanıyor. Burada tartışılması gereken noktalardan biri de neden DEVA’nın ya da Gelecek’in benzeri transferleri yapamadığıdır… Oraya gidenler “hain” damgası yemekten mi, yoksa milletvekili seçilememekten mi çekiniyor, emin değilim.

Barış (Terkoğlu) AKP'de Şanlıurfa için önümüzdeki dönem gözlerin Nureddin Nebati'ye çevrildiğini yazdın. Bunu biraz daha açar mısın? Şanlıurfa'da işler epey karışmış gözüküyor AKP açısından.

Urfa'da Şenyaşar Ailesi'nin katledilmesi mevcut yapıyı gösteriyor. Düşünün bir aile önce dükkanında saldırıya uğradı. Ardından hastanede vahşice linç edilerek katledildi. Ve devlet adına görev yapanlar her şeyi izledi. Çünkü bir taraf AKP milletvekilinin ailesinden isimlerdi. Yetmedi, bir de olaya yalandan terör kılıfı bulundu. Urfa'da bu mafyatik yapıdan rahatsızlık sadece muhaliflerde değil. Bir yorum değil, bilgi olarak söylüyorum, AKP'den pekçok isim de durumdan memnun değil. Hatta istifadan döndürülen bir vekil daha olduğunu biliyorum. Geçen seçim 14 vekilden 8'ini AKP aldı. Bu kez neredeyse imkansız görünüyor. İşte bunun için şehirden bir büyük ismin vekil adayı yapılması düşünülüyor. Viranşehirli Arap bir aşiretten olan Nurettin Nebati bu formül için hazırlanıyor. Bence Urfa'da onun da karşılık bulması zor.

Urfa'dan devam edelim ama bu sefer başka bir açıdan. Barış (Pehlivan) geçtiğimiz gün AKP'ye katılarak tepki çeken Mehmet Ali Çelebi ile ilgili Cumhuriyet'te "kurda kuzu mu, emanet edildi" diye yazdın. İlk bakışta bir hatırlatma gibi gözükse de sen yazınca acaba mı sorusu akıllara düşüyor. Bu tesadüfü nasıl değerlendiriyorsun? Ayrıca Çelebi'nin transferinin etkisi çok kısa sürmedi mi?

Çelebi, CHP’den aday olduğu 2018 seçimlerinde, sandık güvenliğini organize eden “Sandık Gücü” adlı oluşumun başındaydı ve Şanlıurfa’dan sorumluydu. O Şanlıurfa ki seçim güvenliği açısından en sorunlu ildi. CHP’lilerin özeleştiri yapması lazım bana kalırsa. Her “ünlü” AKP mağduru milletvekili olmamalı. Her milletvekili yapılan da böylesi kritik görevler üstlenmemeli. 
AKP’nin bu transferinin etkisini ileride daha çok görebiliriz. Yalçın Küçük’ün “dönenler döndükleri yerin en radikali olur” sözünü kanıtlarcasına Mehmet Ali Çelebi “en Reisçi” olacaktır, şüphem yok.

Urfa'yı artık kapatıyorum. Barış  (Terkoğlu) benim de yakından takip etmeye çalıştığım bir konuyu gündeme farklı bir açıdan getirdin. AYM üyeliğine yapılan 'atamayı' (Muhterem İnce'nin seçilmesi) 'Soylu’ya hayırlı olsun' başlığıyla ele aldın.  Soylu bürokraside hareket alanını mı açıyor? AKP içi gerilimde sence bu nereye oturur?

Ben bunu söyleyince benim de değer verdiğim bir milletvekili yorumuma itiraz etti. Muhterem İnce'nin FETÖ'nün Fethullah  olduğu dönemdeki kimi ilişkileri nedeniyle iktidarın eline mahkum olduğunu anlattı. Bu görüşe de saygı duyuyorum. Ancak kesin olan bir şey var ki Süleyman Soylu devlet içinde kendi yapılanmasını oluşturuyor. AKP'de birinci adam malum. Soylu ise Erdoğan sonrası devleti yönetmeye talip. Bürokraside, yargıda, başta polis ve jandarma olmak üzere kollukta kendi gücünü şimdiden biriktiriyor. MHP'nin de büyük oranda desteğini aldığı düşünülürse önümüzdeki dönemin iktidar alternatifini yarattığı aşikar. Bunun AKP içinde de eleştirenleri var. Bu da gizli saklı değil. Hatırlayın, Soylu ile açıktan kavga eden bakanlar oldu. Soylu istifa ettiğinde suskun kalarak onaylayanlar Soylu'nun adamlarının şimşeklerini çekti. Ama biz bu gerilimin sonuçlarını şimdi değil, Erdoğan tökezleyince göreceğiz.

Son olarak Barış (Pehlivan) 'sansür' yasasının sence nasıl sonuçları olacak? Dijital yayıncılığın, basılı yayın karşısında ulaştığı güçlü seviyeyi de düşünürsek.

Türkiye tarihi, sansürlerin olduğu kadar onlara karşı verilen mücadelenin ve ulaşılan başarının da tarihidir ayrıca. Geniş kamuoyuna korkuyu aşılamak için bazı simge isimlere zulüm edecekler bence. Direnen kazanır.

Sen dersin Barış (Terkoğlu) 'sansür' yasasına, hemen hemen 25 yaş altının televizyon izlemediği bir çağda, bu çapta yapılmak istenen bir uygulamanın karşılığı mümkün mü? Temelde ne hedefleniyor sence?

Basit bir soru sorayım. Diyelim hiç solcu değilsiniz, hatta hiç muhalif değilsiniz. Bu dönem gazetecilik yapıyorsunuz. Tırnağınız bile incinmesin istiyorsunuz. Sansür yasasından sonra ne yapacaksınız? Tahmin edeyim, kritik dönemeçlerde iktidarın rızasıyla işinizi yapacaksınız. Bartın'daki kazada böyle olmadı mı? Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı 'ihmal yok' dedi, yetmedi 'aksini yazan dezenformasyoncudur' diye devam etti. Sonunda ihmal olduğunu gördük ama bir şey daha gördük. O da dezenformasyon yasasının bir sopa olduğunu. Asıl dezenformasyoncunun derdinin, kendi rızasını adına yasa denilen zor ile kabul ettirmeye çalıştığını. Bence bu yasa bu çağda kitleleri durduramaz. Ama seçilmiş kimi kişilere karşı bir tür joker olarak kullanılabilir. Özellikle basın için işlevli bir baskı gerekçesi yaratır.

YAVUZ KARAMAHMUTOĞLU / SOL-Özel

7 Kasım 2022 Pazartesi

100 Yıllık cumhuriyet birikimi 20 yılda özelleştirildi: Bir Twitter bedeline satış - Aziz Çelik / BİRGÜN

 


Cumhuriyet’in kamusal birikiminin yüzde 90’ı AKP döneminde satıldı. Kamu işletmeleri, hisseleri ve taşınmazları ne varsa satıldı. Devlete kalan ise 50 milyar dolar oldu. 100 yıllık birikim Twitter fiyatına satılmış oldu.

29 Ekim’de Cumhuriyet’in kuruluşunun 99’uncu yılını kutladık. 100’üncü yıla bir yıl kaldı. 2 Kasım ise Adalet ve Kalkınma Partisi, AKP’nin 2002 seçimlerini kazanarak hükümete gelmesinin ve kesintisiz tek parti iktidarının 20’nci yılıydı. AKP, Kasım 2002’den bu yana tek başına ülkeyi yönetiyor. AKP dönemi 100 yıllık Cumhuriyet döneminin beşte birini kapsıyor. Bu haliyle erken Cumhuriyet döneminin tek parti dönemiyle (1925-1945) denk bir süre, çok partili dönemlerin ise en uzun kesintisiz tek parti hükümetleri dönemi. Dolayısıyla bu dönemin bilançosunun çeşitli yönleriyle çıkarılması son derece önemli. Bu dönem gerek siyasal açıdan gerekse iktisadi ve sosyal açıdan Türkiye’nin en tartışmalı ve kritik dönemlerinden biri. Bu hafta ve önümüzdeki haftalarda bir dizi yazıyla bu dönemin emek açısından bir değerlendirmesini yapmaya çalışacağım. İlk yazımda kamu kesimin tasfiyesini ve özelleştirmeyi ele almak istiyorum. Ama önce bir hatırlatma.

BİR 12 EYLÜL MUCİZESİ: %34 İLE %66 TEMSİL

AKP bir yandan 2002 krizinin yaratmış olduğu toplumsal tepki öte yandan 12 Eylül ürünü yüzde 10 barajına dayalı seçim mevzuatının lütfuyla oyların yüzde 34,2’sini almasına rağmen parlamentoda bunun iki katı bir çoğunluğa ulaştı ve milletvekillerinin yüzde 66’sını çıkardı. 2002 seçimlerinde kullanılan 31,5 milyon geçerli oyun 14,6 milyonu temsil edilmemiş, seçmen iradesinin yüzde 46,3’ü parlamento dışında kalmıştı.

AKP iktidarının 20’nci yılında asla unutulmaması gereken husus 2002 yılında yapılan seçimlerde parlamentoda ezici bir çoğunluk sağlayan AKP’nin milletin çoğunluğuna dayanmadan tek başına iktidar olmasıydı. 12 Eylül darbesinin ürünü yüzde 10 barajı olmasaydı AKP asla iktidar olamayacaktı. Bir kez iktidara geldikten sonra sonraki seçimlerde oyunu artırmasına rağmen ilk iktidar oluşunu 12 Eylül mevzuatına borçlu olduğu ve milli iradeye rağmen iktidar olduğu unutulmamalı.

AKP 20 yıldır kesintisiz biçimde Türkiye’yi yönetiyor. “Demokratikleşme” iddialarıyla yola çıkan AKP’nin aslında demokratikleşme gibi bir gündemi olmadığı kısa sürede görüldü. Özellikle 2010’lu yıllarda başlayan ve halen devam eden görülmemiş ölçüde hukuksuzluk ve otoriterleşme dönemin asli karakteri oldu. Ancak bu dönem sadece hukuksuzlukları ile değil dizginsiz bir neoliberalizm dönemi olarak da anılacaktır. Kamunun tasfiyesi özelleştirme ve taşeronlaştırma en yaygın haline bu dönemde ulaştı. Özellikle özelleştirme süreci tamamlandı. Aşağıda dönemin özelleştirme bilançosunu ele aldım.

KOSKOCA 100 YILI 20 YILDA SATTILAR

24 Ocak 1980 kararlarıyla temel ekonomik zihniyetin değişmesiyle birlikte önü açılan özelleştirmeler Anavatan Partisi (ANAP)-Özal döneminde 1986’da başladı. ANAP-Özal döneminde başlayan özelleştirme ve devletin ekonomiden çekilmesi politikası sonucu bir yandan kamu işletmeleri ve malları satılırken, öte yandan kamu istihdam politikası değiştirildi. Böylece 1980’lerden günümüzde istikrarlı biçimde sürdürülen politikalar sonucunda kamu işletmeleri adeta tasfiye edildi. Ancak özelleştirme ANAP ve Özal ile özdeşleşmiş olmasına rağmen ANAP dönemindeki özelleştirmeler devede kulak kalmaktadır. AKP hükümetleri ANAP-Özal dönemine göre daha yoğun ve kapsamlı bir özelleştirme politikası izledi ve ne var ne yok sattı.

Özal-ANAP döneminde başlayan kamunun tasfiyesi ve özelleştirme süreci 1990 yıllarda başta Anayasa Mahkemesi olmak üzere yargıdan gelen müdahaleler ve sendikaların tepkileri gibi nedenlerle istenen hızda gerçekleşmedi. Bu vesileyle Mümtaz Soysal ve İlter Ertuğrul’un yoğun çabalarını ve onların büyük katkılarıyla faaliyet yürüten Kamu İşletmeciliğini Geliştirme Merkezi’nin (KİGEM) rolünü teslim etmek gerekir.

Özelleştirme ve kamunun tasfiyesi altın çağını AKP döneminde yaşadı. Gerek kamu işletmelerinin ve gerekse kamu hizmetinin özelleştirilmesinin şampiyonu AKP hükümetleri oldu. Özelleştirme İdaresi Başkanlığı (ÖİB) verilerine göre 1986 yılından bugüne kadar gerçekleştirilen özelleştirme uygulamalarının toplam tutarı yaklaşık 71 milyar dolar düzeyindedir.

Bu miktarın yaklaşık yüzde 1’i ANAP döneminde, yüzde 10’u 1992-2002 koalisyon hükümetleri döneminde ve 89’u ise AKP döneminde gerçekleşti. ANAP sadece 890 milyon dolarlık özelleştirme yapabilirken, 1990’ların koalisyon hükümetleri döneminde 7,2 milyar dolarlık özelleştirme yapıldı. AKP döneminde ise bir rekor kırıldı ve toplam 63 milyar dolarlık özelleştirme yapıldı. AKP özelleştirmenin gerçek şampiyonudur. Cumhuriyet döneminin toplam ekonomik birikimin yüzde 90’ı 63 milyar dolara AKP tarafından satıldı.

Özelleştirme uygulamaları kamuya ait şirket ve kurum hisselerinin satışı, işletmelerin doğrudan satışı, otel ve sosyal tesis satışı ve taşınmaz satışı şeklinde gerçekleşti. Yüzlerce kamu kuruluşunun hisseleri ve yüzlerce kamu işletmesinin kendisi satıldı. Ayrıca kamuya ait tesisler ile diğer taşınmazlar da satıldı. Kısaca kamuya ait ne varsa satıldı. 1986’dan bugüne kadar yüzde 10’dan fazla hissesi satılan kamu kuruluşu sayısı 210’u geçerken doğrudan satılan kamu işletmesi sayısı 310’dana fazladır. Bu dönemde 19 kamu tesisi-oteli ile 3600’e yakın kamu taşınmazı satıldı. Bazı kamu işletmeleri ise (İzmit SEKA Fabrikası gibi) kapatıldı. Tasfiye edilen ve özelleştirilen kamu işletmesi ve ortaklığı sayısı 500’ün üzerindedir.

ÖZELLEŞTİRME GELİRİ BORÇLARA VE İNŞAATA GİTTİ

Peki cumhuriyetin bütün iktisadi birikimi satılırken bunun ne kadarı Hazine’ye intikal etti ve nerelere harcandı? Özelleştirmelerden elde edilen kaynağın yaklaşık yüzde 30’u (20 milyar dolar) özelleştirilen kuruluşlara yapılan (sermaye iştirakleri, verilen krediler, çalışanlara yönelik iş kaybı ve özelleştirme sonrası tazminatları ile emeklilik primi gibi) ödemelerdir. Dolayısıyla elde edilen gelirin yüzde 30’u kamuya kaynak olarak aktarılmadı. Özelleştirmelerden 50 milyar dolar (yaklaşık yüzde 70) Hazineye ve Kamu Ortaklığı Fonu’na aktarıldı. Diğer bir ifadeyle sonuçta koskoca cumhuriyetin döneminin bütün ekonomik birikiminin satışından kamunun elde ettiği gelir 50 milyar dolardır. Böylece Türkiye’nin cumhuriyet dönemi boyunca sağlanan tüm kamusal ekonomik birikimi bir Twitter şirketi fiyatına satıldı. Bilindiği gibi Elon Musk Ekim 2022’de Twitter şirketini yaklaşık 44 milyar dolara satın aldı.

Özelleştirmelerden elde edilen nakit fazlası Hazine’nin iç ve dış borç ödemelerinde kullanılmak üzere Hazine hesaplarına intikal ettirilen tutarlardır. Kamu Ortaklığı Fonu’nun kullanım alanı ise baraj, otoyol ve içme suları gibi altyapı tesislerinin finansmanıyla ilgilidir. Dolayısıyla kamunun cumhuriyet tarihi boyunca kurduğu ve biriktirdiği ne var ne yok satılmış ve bunlardan elde edilen 50 milyar dolar iç ve dış borç ödemesi ile baraj ve otoyolların finansmanına harcanmış gözüküyor.

DEVLETİ ŞİRKET HALİNE GETİRDİLER

Tamamen ve hissesi satılan 500’den fazla kamu kuruluşunun arasında Sümerbank, TEKEL, TÜPRAŞ, SEKA, Ereğli, İsdemir, Kardemir, Eti Maden işletmeleri, Petkim, Telekom, Çimento fabrikaları, Petrol Ofisi, Gübre Fabrikaları, Şeker Fabrikaları, THY ve daha niceleri var. Pek çoğu erken cumhuriyet döneminde kurulan kamu işletmelerinin neredeyse tamamı Hazine’ye sadece 50 milyar katkı sağlayacak şekilde satıldı ve tasfiye edildi.

Öte yandan sadece mal üreten kamu işletmeleri değil kamu hizmeti üretimi de özelleştirildi. Özelleştirme topyekûn kamunun küçültülmesi, kamunun mal ve hizmet üretiminin ticarileştirilmesi ve özel sektöre devri anlamına geliyor. Özelleştirme sadece KİT’lerin özelleştirilmesi değil, başta sağlık, eğitim ve sosyal güvenlik alanları olmak üzere ticarileşmenin yoğunlaşması, kamu personeli eliyle gördürülmesi zorunlu olan kamu hizmetlerinin hizmet alımı ve taşeron sistemi yoluyla yapılmasıdır.

Türkiye AKP’nin 20 yılında ülkenin tüm kamusal iktisadi birikimin satılmasına, tasfiyesine ve özelleştirilmesine tanık oldu ve sonuçta elde edilen gelir bir sosyal medya şirketi (Twitter) bedeli kadar oldu ve elde edilen gelir borç ödemelerine ve inşaata gitti. Özal’ın “babalar gibi satarız”, Çiller’in “son sosyalist devleti yıktık” ve AKP’nin “devleti şirket gibi yönetme” söylemi adeta tüm özelleştirme sürecinin özetidir. Kamu işletmelerini sattılar, sosyal devleti yıktılar ve devleti şirket haline getirdiler!

Aziz Çelik / BİRGÜN

İmamoğlu’nu ortadan kaldırmaya hazırlanıyorlar - Barış Terkoğlu / Cumhuriyet

 

Marquez’in Kırmızı Pazartesi romanı, “Santiago Nasar, onu öldürecekleri gün, psikoposun geleceği gemiyi karşılamak için sabah saat 05.30’da kalkmıştı” diye başlar. Haliyle cinayeti ilk cümleden itibaren izlemeye başlarız.

Bu yazı siyasi bir cinayeti anlatmak için yazıldı. Hayır, parmağımızla gösteremiyoruz. Kapının ardında konuşulanları duyduk. Aklımız, gözlerimizin önünde gidiyor.

“Ahmak davası”nı biliyorsunuz. İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, üç yıl önce, Avrupa Konseyi Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresi’nde konuşmuştu. Toplantı, Türkiye’deki yerel seçimlere dair hazırlanan rapor üzerine olağan bir buluşmaydı. Katılımcılar arasında, AKP dahil, farklı partilerin belediye başkanları vardı. İmamoğlu, İstanbul seçimlerinin tekrar edilmesi dahil, yaşanan sıra dışı olayları eleştirmişti. 

“Bedel” kelimesini ise şöyle kullanmıştı: “Sadece üç ayda, 13 bin oydan 806 bin oya çıkan bir farkla bedel ödeten bir halk var.” Birkaç gün sonra, İçişleri Bakanı Soylu’nun hedefi oldu: “Avrupa Parlamentosu’na gidip, Türkiye’yi şikâyet eden ahmağa söylüyorum, bunun bedelini bu millet sana ödetecek.” İmamoğlu’nun cevabı, tabiri caizse, “Sensin o”  şeklindeydi: “31 Mart’ta seçimi iptal edenler ahmaktır.”

Sözlerin muhatabı çok açık ki Soylu’ydu. Ancak Bizans’ta oyun bitmez derler ya... Seçimi resmi olarak iptal eden YSK (Yüksek Seçim Kurulu) olduğu için, sözlerin hedefi de YSK üyeleri imiş gibi, hakkında dava açıldı. “Kurul halinde çalışan kamu görevlilerine karşı görevlerinden dolayı alenen zincirleme hakaret” suçlamasıyla, 1 yıl 3 ay 15 günden 4 yıl 1 aya kadar cezalandırılması istendi. İstanbul Anadolu Adliyesi 7. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülen dava halen devam ediyor. Önümüzdeki günlerde, belki de 11 Kasım duruşmasında karar çıkabilir.

Buraya kadar hikâyeyi az çok biliyorsunuz.

Gelelim perde arkasında olanlara...

OLAĞANDIŞI DEĞİŞİKLİK

Hafta sonu, davayı anlatan “Ahmak” isminde bir belgesel yayımlandı. Ben de görüşüne başvurulanlardan biriydim. Davanın açılmadığını, açtırıldığını anlattım. Dosyaya bakan hâkimden istenen kimi şeyleri kabul etmediği için görev yerinin değiştirildiğini, yargı kulislerine dayanarak aktardım. Davanın son derece siyasi bir hedefi olduğunu söyledim. İşte bundan sonra, belgeseli izleyen yargının kritik isimlerinden biri sayesinde, hikâyenin görünmeyen bazı taraflarını öğrendim.

Şöyle anlatayım...

Davaya bakan 7. Asliye Ceza Mahkemesi’nin hâkimi Hüseyin Zengin, Haziran 2022’de, yaz kararnamesiyle, Samsun’a gönderilmişti. Yerine aynı adliyeden bir başka hâkim getirilmişti. Zengin, İstanbul’da, sadece bir yıldır görev yapıyordu. Bu yer değişikliği olağandışı görünüyordu.

Zira İstanbul, yargı atamalarında birinci bölge. Görev süresi de 8 yıl. “Hâkimler ve Cumhuriyet Savcıları Hakkında Uygulanacak Atama ve Nakil Yönetmeliği”nin 7. maddesine göre, bazı şartlarda bu yer değişikliği olabiliyor. O durumlar şöyle sıralanmış:

- Bulundukları yerde kendi kusurları olmaksızın herhangi bir nedenle hâkimlik ve Cumhuriyet savcılığının gerektirdiği onur ve tarafsızlık içerisinde görev yapamayacağı veya bulunduğu yerde kalması mesleğin nüfuz ve itibarını sarsacağı anlaşılanlar,  

- Görev yerlerindeki işlerin çokluğuna ve çeşidine göre gereken sürat ve başarıyı gösteremedikleri soruşturma ve belgelerle anlaşılanlar,

- Haklarında Hâkimler ve Savcılar Kanunu gereğince yer değiştirme cezası verilenler.

HÂKİM NELER ANLATIYOR

Eşi hamile olan Hüseyin Zengin de durumdan rahatsız olmuş olacak ki HSK’ye itiraz etti. Zira hiçbir gerekçe bu atamayı karşılamıyordu. Hadi birinci sebep gösterilse, bunun için bile somut delillerin olması gerekiyordu.

Zengin’in, güvendiği kimi hâkim ve savcılara neler anlattığını öğrendim. Şunları söylüyordu:

“Ben de hükümete destek veriyorum. Hatta eşim, hükümetin desteklediği 2 No’lu Baro’da çalışıyor. Ancak ben hâkimim. Tarafsızlığımı korumak zorundayım. Buna rağmen bazı savcılar aracılığıyla, İmamoğlu’na iki yıldan fazla ceza vererek, onu siyasi yasaklı hale getirmem telkin edildi. Bu suçlara ilişkin daha önce verilmiş kararları inceledim. Vicdani olarak, böyle bir cezanın adaletsiz olacağını gördüm. İmamoğlu hakkında, asgari sınırdan ceza verip, hükmün açıklamasını ertelemenin en doğrusu olacağına karar verdim. Bunu birkaç kişiye de söyledim. Durumdan haberdar olan ve adliyeyi yöneten bir isim, hükümetle görüşerek atamamı yaptırdı.”

Zengin’in adını verdiği ismi, hukuki nedenlerle yazmıyorum...

YARGIYA İŞLETİLEN CİNAYET

Peki planlanan ne?

Hâkim Zengin’in kabul etmediği senaryoyu da anlatayım:

- İmamoğlu’na hapis cezası verilmesi, cezanın çabuklukla kesinleştirilmesi,

- Ardından TCK’nin 53. maddesine dayanarak İmamoğlu’nun seçme ve seçilme hakkından yoksun bırakılması, infaz tamamlanıncaya kadar milletvekili, belediye başkanı ve parti yöneticisi olamaması,

- Nihayetinde hem İBB’nin muhalefetten alınması hem de İmamoğlu’nun siyasetten tasfiye edilmesi.

Yeni göreve getirilen hâkim, Hüseyin Zengin’in kabul etmediği şartları kabul ederek mi göreve geldi, bilmiyorum. Ancak hâkimlerin siyasi cinayet işlediği bu senaryoda, muhalefetin rıza göstermekten daha fazla yapabilecekleri var. En basiti, HSK’de Millet İttifakı’nın üç üyesi var. Bu yazı bile, konu üzerine müfettiş görevlendirilmesi için gerekçe yapılabilir. İddiaları inceleyen müfettişler, sürecin tüm aktörleri ile görüşebilir. Belki de Hâkim Zengin, her şeyi yalanlayan bir açıklama yapar! Yine de yaşananlar kamuoyu ile paylaşılarak, hazırlanan kumpas bozulmaya çalışılabilir.

Nasar cinayetinin dava dosyasına hâkimin düştüğü not, sanki olan biteni izleyen herkesi anlatıyor: Kader bizleri görünmez kılar. Hikâyenin sonunda “Beni öldürdüler” dememek mümkün. Yeter ki görünmezliği kabul etmeyelim...

Barış Terkoğlu / Cumhuriyet

Çetelerin karanlığında… - Timur Soykan /BİRGÜN

 

İki çetenin silahlı çatışmasının ortasında kızını korumak isterken vurularak öldürülen Okan Karaten’in ailesi adaletsizliğe mahkûm oldu. Sadece bir sanık cinayetten hüküm giydi ve 3 sanık 1,5 yıl sonra tahliye oldu. Karaten’in eşi çetenin karanlıkta bırakıldığını söyleyerek isyan ediyor.

Yaklaşık 1,5 yıl önce…

11 Haziran 2021 günü, saat 18.00.

İstanbul Şişli’nin Harbiye semtindeki Yeni Nalbant Sokak’ta…

Okan Karaten, eşi Elanur Karaten ile 2 yaşındaki kızları Ada’yı parka götürüyordu. Yanlarında arkadaşları Burak Serkis vardı. Okan Karaten, Ada’nın bebek arabasını yokuşta iterken bir otomobil yolu kesmişti. Ap-Ay isimli emlakçıdan dört kişi çıktığı sırada pusuya yatmış saldırganlar silahlarını çekti ve kurşun yağdırdılar. Okan Karaten, kızını korumak için bebek arabasının üzerine eğildiği sırada vuruldu ve hayatını kaybetti.

Çatışmanın nedeni, olay yerinden birkaç sokak uzaktaki 45 metrekarelik boş alandı. Nupelda isimli otelin işletmesini alan İlmettin Aytekin ve Deniz Sarihan otele bitişik 45 metrekarelik alanı otopark olarak kullanmak istiyordu.

Cinayetten saatler önce bu boş arsada beşte bir oranında pay sahibi olan Ap-Ay isimli emlakçıya gelmişlerdi. Mahallelinin “Mafyöz tipler” olarak tanımladığı emlakçının sahibi Ahmet Aydemir’e arsayı kiralamak istediklerini söylediler. Ancak burası uzun zamandır bir husumet konusuydu ve tartışma küfürleşmeye dönüştü. Tehditler havada uçuştu. Otel sahipleri dışarı çıktığında Ahmet Aydemir’in oğlu elinde tüfekle onların uzaklaşmasını izliyordu.

Otelin gayri resmi ortağı Deniz Sarihan, bir saat içinde Kurtuluş’taki çay bahçesinde 4 kişiyle buluştu. Hemen hepsi sabıkalıydı. Kırmızı panelvan araç ve motosikletle emlakçının bulunduğu sokağa geldiler. Araç yolu keserken motosikletin arkasından inen Yunus Aksak çatışma için yerini aldı. Ahmet Aydemir, oğlu ve üç çalışanı emlakçıdan çıktığı sırada 3 saldırgan onları kurşun yağmuruna tuttu. Uzi silahla ateş açan Yunus Aksak, kızını korumak isteyen Okan Karaten’i başından vurarak öldürmüştü. Ayrıca emlakçının bir çalışanıyla yoldan geçen motokurye yaralanmıştı. Elanur Karaten, kanlar içindeki kocasının başında feryat ederken bebek arabasındaki kızının çığlıkları da sokakta yankılanıyordu. Deniz Sarihan ve tetikçi Yunus Aksak dışındaki saldırganlar yakalanmıştı. Hepsi otele saldırı olacağını duyup olay yerine geldiklerini ve rastlantı sonucu çatışmanın çıktığını iddia ediyordu.

Elanur Karaten ve avukatı Saygın Bedri Gider’in adalet mücadelesi başlamıştı. Amaçları Okan Karaten’in öldürüldüğü çatışmanın ardındaki çete gerçeğini ortaya çıkarmaktı. Bu cinayetteki tüm sorumluların ortaya çıkarılmasını ve hak ettikleri cezayı almalarını istiyorlardı. Bilgileri kendileri toplayıp defalarca dilekçe verdiller.

İddialarına göre, İlmettin Aytekin ve Deniz Sarihan, İranlı bir iş kadının işlettiği Nupelda Otel’e çökmüştü. İşletmeyi üstlerine geçirdikleri gün çete olmanın gücünü kullanarak arsayı otoparka çevirmek istediler.

Savcılık İlmettin Aytekin hakkında yakalama kararı çıkardı. Ancak sanki soruşturmaya gizli bir el dokundu. İlmettin Aytekin hakkındaki tutuklamaya dönük yakalama kararı birden ‘ifadesinin alınıp bırakılmasına’ çevrildi.

Saldırıya uğrayan emlakçının sahibi Ahmet Aytekin ve oğlu dilekçeler vererek şikâyetlerini geri çekti.

Deniz Sarihan ve Okan Karaten’i öldüren Yunus Aksak olaydan 2 ay sonra teslim oldular. Ve saldırı için kimseden talimat almadıklarını söylediler. Onlar da rastlantı senaryosunu anlatıyordu.

Birkaç gün sonra ise İlmettin Aytekin adliyeye gelerek savcıya ifade verdi ve serbest bırakıldı. Cinayetten 5 ay sonra 15 Kasım 2021 tarihinde açılan davada çete suçlaması yoktu. İlmettin Aytekin sanık değildi.

Yani Uzi cinayet silahına, hepsi sabıkalı, bazıları cezaevinden yeni çıkmış saldırganların bağlantılarına ve organize hareket etmelerine karşın çete tespit edilememişti.

Avukat Saygın Bedri Gider, iddianameyi hazırlayan savcıyı Hakimler Savcılar Kurulu’na şikâyet etti. Sanıkların hemen hepsi otelde vale olarak çalıştığını beyan etmişti. Avukat, bu kişilerin İlmettin Aytekin’in başka bir şirketinde sigortalı çalışan olarak gösterildiklerini ortaya çıkardı. Duruşmalarda Elanur Karaten ve avukatı, çetenin ortaya çıkarılması için soruşturmanın genişletilmesi talebinde bulundu ama bu başvuruları reddedildi. Reddi hâkim talepleri de kabul edilmedi.

Geçen hafta İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesi kararını açıkladı. Katil Yunus Aksak, Okan Karaten’i öldürmekten 24 yıl hapse mahkûm edildi. Cinayete teşebbüs ve ruhsatsız silah bulundurmaktan 14 yıl hapis cezası daha verildi. Olay yerinde ateş açan diğer sanıklar Deniz Sarihan, Osman Turan, İslam Aytekin ile otomobili kullanan Cem İşişler’e cinayete teşebbüs suçundan 7 yıl ile 7,5 yıl arasında hapis cezaları verildi. Deniz Sarihan, Osman Turan ve İslam Aytekin kararla birlikte tahliye edildi.

1,5 yıl önce sokakta feryat eden Elanur Karaten, bu kez İstanbul Çağlayan’daki adalet sarayında adaletsizliği haykırıyordu. Kocasını öldüren, kızını 2 yaşında babasız bırakan çete karanlıkta kalmıştı, ikisi dışında tüm sanıklar 1,5 yıl içinde serbest bırakılmıştı.

Aynı gün Elanur Karaten, kızı Ada ve arkadaşı Burak Serkis’in ‘öldürmeye teşebbüs’ suçlamasıyla yaptıkları suç duyurusuna takipsizlik kararı verildiğini öğrendiler.

Bugün Ada, annesine “Babam ne zaman gelecek… Okan niye gelmedi” diye soruyor. İlaçlarla ayakta duran Elanur Karaten, kızına babasının ölümünü nasıl açıklayacağını düşünüyor. 45 metrekarelik arsa ise artık otopark olarak kullanılıyor. Elanur Karaten adaletsizliğe isyan ediyor:

“Eşimin öldürüldüğü, kanlar içinde olduğu o gün gibi hissettim duruşma salonunda. Bizi adaletsizliğe mahkûm ettiler. Ama ben peşlerini bırakmayacağım.”

Çeteler karanlıkta kaldığı sürece sokaklarda silahlar ateşlenmeye ve masumlar ölmeye devam edecek.

Timur Soykan /BİRGÜN



KISA KISA GÜNDEM (7 KASIM 2022)

 


1) CHP'li Ali Mahir Başarır görüntüleri paylaştı. Erdoğan 'yüzen saray'ında vatandaş simit hesabında

CHP Mersin Milletvekili Ali Mahir Başarır, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Boğaz'da vatandaşlara büyük bir izdihamla simit dağıtmasının ardından Cumhurbaşkanlığına ait özel yatıyla boğaz turu attığını iddia etti.(https://www.yenicaggazetesi.com.tr/cumhurbaskani-erdoganin-vatandasa-simit-dagittiktan-sonra-yat-gezisine-ciktigini-soyleyen-chpli-ali-mahir-basarir-video-paylasti-594703)

2) 112 ekibine taş ve sopalarla saldırı düzenlendi. Kalp krizi geçiren hastaya gitmişlerdi (Yeniçağ)

İstanbul Avcılar Yeşilkent Mahallesi'nde bir vatandaş kalp krizi geçirdi. Ailesi tarafından 112 üzerinden acil ambulans çağrıldı. Olay yerine yetişen sağlık görevlileri hastaya ulaşamadan saldırıya uğradı.(https://www.yenicaggazetesi.com.tr/avcilar-yesilkentte-bir-vatandasin-saglik-sorununa-mudahale-icin-giden-112-saglik-ekibine-saldiri-duzenlendi-594721)

3) Veli ''Kızlı erkekli oturuyorlar'' dedi, öğretmenlere uyarı yazısı geldi (Yeniçağ)

Esenler’de bir velinin, öğretmenlerin kıyafetlerinden ve öğrencilerin kızlı erkekli oturmalarından rahatsızlığını Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi'ne (CİMER) bildirmesi üzerine, Esenler İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü öğretmenlere uyarı yazısı gönderdi.(https://www.yenicaggazetesi.com.tr/veli-kizli-erkekli-oturuyorlar-dedi-ogretmenlere-uyari-yazisi-geldi-594681)

4) Açılışını Erdoğan yapmıştı, yolların tamamlanmadığı ortaya çıktı (Yeniçağ)


Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın açılışını yapıp ilk seferine bizzat katıldığı Gaziray'da bazı istasyonlardaki bağlantı yollarının tamamlanmadığı anlaşıldı.
(https://www.yenicaggazetesi.com.tr/erdoganin-acilisini-yaptigi-gazirayda-bazi-istasyonlardaki-baglanti-yollarinin-tamamlanmadigi-ortaya-cikti-594687)

5) Şimdi de Ömer Çelik... AKP simit dağıtmayı sevdi (SOL)

AKP'li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın Cuma namazı çıkışında Taksim Camisi önünde çevredekilere simit dağıtmasının ardından bu kez AKP Sözcüsü Ömer Çelik partisinden gençlere simit dağıttı. Çelik Adana'da AKP İl Gençlik Kolları tarafından Yüreğir Kültür Merkezi'nde düzenlenen "İlk Oyum Erdoğan'a İlk Oyum AK Parti'ye" programına katıldı.(https://haber.sol.org.tr/haber/simdi-de-omer-celik-akp-simit-dagitmayi-sevdi-354434)

6) Hane halkının üstlendiği eğitim harcaması OECD ortalamasının iki katını aştı (Figen Atalay-Cumhuriyet)

AKP iktidarı, eğitimde ortalama 5 bin 743 dolarla Meksika ve Kolombiya’dan sonra öğrenci başına en düşük harcamayı yaptı. Yükseköğretim öncesi kademelerde hane halkının üstlendiği eğitim harcamaları, OECD ortalamasının iki katından fazla oldu.(https://www.cumhuriyet.com.tr/egitim/hane-halkinin-ustlendigi-egitim-harcamasi-oecd-ortalamasinin-iki-katini-asti-2000288)

7) Gazeteciye yine hapis ve baskı(Birgün)


CHP’li Çakırözer’in hazırladığı rapora göre gazeteciler ekim ayında 60 kez hâkim karşısına çıktı. Aralarında BirGün muhabirlerinin de olduğu gazetecilere toplam 18,5 yıl hapis cezası verildi. 9 gazeteci ise tutuklandı.
(https://www.birgun.net/haber/gazeteciye-yine-hapis-ve-baski-409067)

8) Muğla’da ‘Yaşam Alanlarımızı Savunuyoruz’ mitingi: Yok edilen bizim doğamızdır (Birgün-Ege)


Muğla’da ekolojik yıkıma karşı ‘Çok Geç Olmadan Yaşam Alanlarımızı Savunuyoruz’ sloganıyla çevre mitingi düzenlenendi. Çok sayıda yurttaşın katıldığı mitingde, “İnsandan, toplumdan ayrı bir doğa, çevre, ekoloji olmadığına vurgu yaparak dile getiriyoruz. Yok edilen bizim doğamızdır, yaşam alanlarımızı savunmaya devam edeceğiz” denildi.
(https://www.birgun.net/haber/mugla-da-yasam-alanlarimizi-savunuyoruz-mitingi-yok-edilen-bizim-dogamizdir-409047)

9) İran İnsan Hakları Kurumu: Protestolarda hayatını kaybedenlerin sayısı 304'e yükseldi (Cumhuriyet)


İran İnsan Hakları Kurumu (IHR), Mahsa Amini'nin ölümü sonrasında başlayan gösterilerde güvenlik güçlerinin müdahalesi sonucu hayatını kaybedenlerin sayısının 304'e yükseldiğini açıkladı.(https://www.cumhuriyet.com.tr/dunya/iran-insan-haklari-kurumu-protestolarda-hayatini-kaybedenlerin-sayisi-304e-yukseldi-2000271)

10) Havaların soğumasıyla palamut tahtından oluyor (Cumhuriyet)


Balık tezgahlarında bolluk devam ediyor. Tezgahlarda palamut ve hamsinin bol olduğu görülürken, balıkçılar havaların soğumasıyla palamudun yerini çinekop ve lüferin alacağını söyledi.
İstanbul'daki balık tezgahlarında bolluk yaşanıyor. Özellikle palamut tezgahlardan eksilmiyor. Balıkçılar havaların soğumasıyla palamudun yerini çinekop ve lüferin alacağını söyledi. İstanbul Karaköy'deki balıkçılar çarşısında hamsinin kilosu 80 liradan satılırken, palamudun tanesi ise 40 liradan satılıyor. ("PALAMUTLARI STOK YAPMAK GEREKİYOR") Balıkçı Samet Balyemez, İstanbul’da birkaç gündür etkili olan sisten etkilenmediklerini belirterek, "Tezgahlarda palamut bolluğu yaşanıyor. 1 kilograma yakın palamudun tanesini 40 liraya satıyoruz. Şu an havalar çok güzel, buna bağlı olarak da fiyatlar uygun. Birkaç gün sonra hava soğursa palamut kaçar, çinekop ve lüfer ise çıkar. Palamutları stok yapmak gerekiyor.  Çinekop ve lüfer kendini yavaş yavaş göstermeye başladı. Hamsi, istavrit ve mezgit de tezgahlarımızda yer alıyor. Hamsinin ve istavritin kilosu 80 liradan satılıyor. Çinekop 200 liradan satılıyordu ama şu anda 80 liraya kadar düştü. Barbun 200-250 lira civarında, tekir 100-150 lira civarında, mezgit ise 80-100 liradan satılıyor" dedi. 

(derleyen: mstfkrc)

Doğan Avcıoğlu Ödülleri sahibini buldu - SOL

 


1983 yılında yaşamını yitiren gazeteci ve yazar Doğan Avcıoğlu’nun ismini yaşatmak için sosyal bilimler alanında düzenlenen ‘Doğan Avcıoğlu Ödülleri’, yapılan törenle sahiplerini buldu.

Eskişehir Odunpazarı Belediyesi ve Tekin Yayınevi, kurucusu ve yazarı olduğu Yön ve Devrim dergileriyle aydın hareketinin öncüsü olan Doğan Avcıoğlu için sosyal bilimler alanında “Doğan Avcıoğlu Ödülleri” düzenledi.


Doğan Avcıoğlu’nun adını, eserlerini ve dünya görüşünü yaşatmak, yarına taşımak, genç nesillerle tanıştırmak amacıyla düzenlenen ödülün seçici kurulunda Altan Öymen, Barış Zeren, Behlül Özkan, Cangül Örnek, Deniz Hakyemez, Elif Akkaya, Gamze Yücesan Özdemir, Merdan Yanardağ, Okan İrtem, Orhan Gökdemir, Özge İzdeş Terkoğlu, Tolga Gürakar ve Uluç Gürkan yer aldı.


Bu yıl ilki düzenlenen ödüllerin ‘Onur Ödülü’ Prof. Dr. Bilsay Kuruç’a verilirken eser ödülleri ise Tülay Gencer, Ertuğrul Meşe ve Ateş Uslu’nun oldu. Ödül töreni öncesinde Doğan Avcıoğlu ve fikirlerinin konuşulduğu bir de panel düzenlendi.

Hasan Polatkan Kültür Merkezi’nde yapılan Doğan Avcıoğlu Ödülü ve Paneli’ne, Odunpazarı Belediye Başkanı Kazım Kurt, Kültür Eski Bakanı Ercan Karakaş, Uluç Gürkan, Orhan Gökdemir, Tekin Yayınevi Genel Yayın Koordinatörü Elif Akkaya, Deniz Hakyemez, Tolga Gürakar, Prof. Dr. Bilsay Kuruç, Ateş Uslu’nun yanı sıra akademi, edebiyat ve siyaset dünyasından çok sayıda isim katıldı. Doğan Avcıoğlu Ödülü ve Paneli’ne Eskişehirliler de yoğun ilgi gösterdi.

'Türkiye'nin sorunları 50-60 yıl önceden farklı değil'

Doğan Avcıoğlu Ödülü ve Paneli’nin açılış konuşmasını yapan Odunpazarı Belediye Başkanı Kazım Kurt, “Tekin Yayınevi’nden Elif Akkaya ile Doğan Avcıoğlu konusunu konuşmaya başladığımız anda, hemen harekete geçerek bu işi planladık. Benim gençliğimde de Doğan Avcıoğlu’nun ciddi anlamda okunurluğu vardı, bugün de Doğan Avcıoğlu’nun düşüncelerine ve o düşünceleri tartışmaya ihtiyacımız var. 50-60 yıl önce Türkiye’nin sorunları ne ise bugün de çok farklı değil. Çok şeyi değiştirememiş; çok büyük hamleler, yenilikler yapamamışız. Sebebi, belki de Doğan Avcıoğlu’nu anlayamamamız ve onu anlatamamamızdır. O nedenle Doğan Avcıoğlu’nun arşivinin Türk aydınlarına, demokratlarına ve bilim insanlarına açılması gerektiğini düşündük, bu nedenle de Odunpazarı’nda tarihi bir konağı restore ederek Doğan Avcıoğlu Kütüphanesi’ne dönüştürdük ve Avcıoğlu’nun fikirlerinin yarınlara ulaşması için de sosyal bilimler alanında bu ödülü düzenledik. Ben hem Avcıoğlu’nun ailesine hem de Tekin Yayınevi’ne çok teşekkür ediyorum. Bunun Odunpazarı’nda gerçekleştirilmiş olması Odunpazarlılar ve Eskişehirliler için büyük bir kazançtır. Daha kolay ulaşma ve daha kolay ulaşma fırsatı tanıyor. Sadece dünü tartışmayacağız, yarını nasıl biçimlendireceğiz, onun da buradan filizlenmesi gerekiyor. O nedenle bundan sonra her yıl sosyal bilimler alanında ‘Doğan Avcıoğlu Ödülleri’ni gerçekleştireceğiz. Türkiye’nin aydınlık geleceğini birlikte planlayalım. Doğan Avcıoğlu, Türkiye’de önemsenmesi gereken insanlardan birisi. Bunu Eskişehirlilere ve Türkiye’ye hatırlatmaktan büyük bir onur duyuyorum” dedi.

'Devrimciler ölmez, ruhları birbirlerinin içine geçer'

Doğan Avcıoğlu Ödülü ve Paneli’nin açılışında konuşan Uluç Gürkan, konuşmasına İlhan Selçuk’un Doğan Avcıoğlu’nun ardından söylediği “Devrimciler ölmez. Ruhları birbirlerinin içine geçer. Birbirlerinin gözlerine bakarlar, birbirlerini sevecenlikle, yürekleriyle anarlar” sözleri ile başladı.

Bize, Doğan Avcıoğlu’nu yüreklerimizle anmak, onun bize geçmiş olan ruhunu keşfetmek fırsatını verdikleri için Odunpazarı Belediye Başkanı Kazım Kurt ile Tekin Yayınevi’ne şükranlarımı sunmak istiyorum” diyen Uluç Gürkan, Doğan Avcıoğlu’nun herhangi bir geçmiş zaman düşünürü, aydını ve yazarı olmadığını söyledi. Doğan Avcıoğlu’nun tarihte bir anı olarak belleklerde zamanı geldiğinde hatırlanacak bir kişi olmadığının altını çizen Gürkan, Avcıoğlu’nun yapıtları, düşünceleri ve öngörülerinin bugün hâlâ güncel olduğunu vurguladı.

Avcıoğlu’nun Türkiye’nin Düzeni kitabına alt başlık olarak eklediği dün, bugün, yarın yaklaşımı ile geleceğe ışık tuttuğunu belirten Gürkan, “Bu açıdan Kazım Kurt Başkan’ıma ve Elif Akkaya’ya, Doğan Avcıoğlu’nu anmanın bir nostalji, bir geçmiş zaman özlemi olmaktan öteye bugünden geleceğe taşınması için attıkları adıma tekrar tekrar teşekkür ediyorum” dedi.

Doğan Avcıoğlu'nun fikirlerini anlattılar

Açış konuşmalarından sonra senaryosu Orhan Gökdemir’e ait olan, Doğan Avcıoğlu’nun anlatıldığı belgeselin gösterimi yapıldı. Ardından da Doğan Avcıoğlu Paneli’ne geçildi.

Moderatörlüğünü Tekin Yayınevi Genel Yayın Koordinatörü Elif Akkaya’nın yaptığı panelin konuşmacıları ise Uluç Gürkan, Ercan Karakaş, Orhan Gökdemir, Deniz Hakyemez ve Tolga Gürakar oldu. Konuşmacılar, panelde Doğan Avcıoğlu ve onun düne, bugüne ve yarına ışık tutan fikirlerini anlattı.

'Bulacağımız nokta düşünmek ve düşünceyi yaratmaktır'

Panelin hemen ardından da Doğan Avcıoğlu Ödül Töreni düzenlendi. Bu yıl ilk kez düzenlenen Doğan Avcıoğlu Ödülleri’nin ilk onur ödülü Prof. Dr. Bilsay Kuruç’a verildi. Ödülünü Başkan Kurt’un takdim ettiği Kuruç, Başkan Kurt ve Elif Akkaya’ya böyle bir organizasyonu düzenledikleri için teşekkür etti.

Bu, beni onurlandıran bir ödül” diyen Kuruç, bu ödülün hem heyecanlandıran hem de düşündüren bir ödül olduğunu ifade etti. Uluç Gürkan’ın işaret ettiği gibi “Geçmişi nostalji ile değil de taşıdığı birikimle bize ulaşan değerleri ile düşünmeliyiz diyen bir ödül. Doğan Avcıoğlu için temel olan düşünmektir. Yani aklın aktif halidir ileri hareket yaratan düşünmek. İleri hareket yaratan düşüncedir, bir bilgi yığını üzerinde düşünmek değildir. Doğan Avcıoğlu’nun eserlerini okuduktan, kendisini dinledikten ve kendisini düşündükten sonra bulacağımız nokta, düşünmek ve düşünceyi yaratmaktır. Esas mesele buradan başlıyor” dedi.

Cumhuriyet düşüncesinin neden bütünlük taşıdığını Doğan Avcıoğlu’nun gösterdiğini belirten Kuruç, Avcıoğlu’nun Cumhuriyet’in özünü, diyalektiği, ileri hareketi keşfetmiş bir isim olduğunun altını çizdi.  

Kuruç, “1960-1980’de toplumun yaratıcı güçleri, yani işçi sınıfı ve Cumhuriyetçiler, tarihin akışıyla aralarında kurdukları, elle tutulan ama sözle ifade  edilmeyen ittifakta nasıl toplumun kaderini değiştirme noktasına gelmişler ise ve ancak zorla, sınıfsal vesayet ile durdurulmuşlarsa, nasıl o sınıfsal vesayet son 40 yılda müttefiklerini deniz aşırı yerlerden ve içeriden bularak karşı devrimini çoğaltmışsa, ama hiçbir bütünlük yaratamıyorsa o zaman sıra  Doğan Avcıoğlu’nun ileri hareketi yaratacak olan düşüncesindedir. İşte bizi buraya bunun için getirdiğiniz ve beni de onurlandırdığınız için özellikle teşekkür ederim” diye konuştu.

'Avcıoğlu geçmişle, gelecek savları nedeniyle ilgilendi'

Doğan Avcıoğlu Ödüllerinin eser sahipleri ise Tülay Gencer, Ertuğrul Meşe ve Ateş Uslu’nun oldu. Gencer’e ödülünü Avcıoğlu Ailesi adına Gülseli Yurteri takdim etti. Ödülünü alan Gencer, şunları söyledi:

Doğan Avcıoğlu’nun ismi en çok bir kütüphaneye yakışırdı. Bugün bir kütüphane ile Doğan Avcıoğlu’nun ismi hem cisimleşecek hem yaşayacak. Ben, bu haber basına düştüğünde çok heyecanlanmış ve sevinmiştim. Kendime ‘Neden Eskişehir, Odunpazarı’ diye de sormuştum. Aslında onun da cevabını buraya gelince anlamış oldum. Doğan Avcıoğlu ismi, bence Eskişehir’e ve özellikle de Odunpazarı’na çok yakıştı, çünkü Eskişehir’de yürürken her yerin afişlerle dolu olduğunu fark ettim. Sanki Eskişehir’de hiç bitmeyen bir kültür sanat faaliyeti varmış gibi, Odunpazarı da sanki bu kültür sanat kısmında motor görevi görüyormuş gibi. Dolayısı ile Doğan Avcıoğlu Kütüphanesi’nin Odunpazarı’nda olmasını çok anlamlı. Buna sebep olan Odunpazarı Belediye Başkanı Kazım Kurt’a ve Elif Akkaya’ya teşekkür ediyorum. Doğan Avcıoğlu, geçmişle, gelecek savları nedeniyle ilgilendi. Doğan Avcıoğlu, her zaman tutarlı bir Kemalist’ti. Kalkınmacı, Kemalist bir yaklaşımla geleceği kurgulamaya çalıştı, umarım bu kütüphane ve adına her yıl verilecek olan ödüller yeniden bir tartışma platformu yaratır.



Ödül alan bir diğer isim de Ertuğrul Meşe oldu. Meşe, sağlık sorunları nedeniyle ödül törenine katılamadı.  Ertuğrul Meşe’nin ödülünü alan Elif Akkaya, Meşe’nin mesajını iletti. Meşe, mesajında şu ifadelere yer verdi:

Türkiye'nin laik, sosyal devlet anlayışını ve tam bağımsızlığını kendine dert edinen değerli bir entelektüelin adına düzenlenen bu ödülün doktora tezime verilmiş olması beni onurlandırmaktadır. Bu etkinlikte emeği geçen herkese şükranlarımı sunuyorum.

'Avcıoğlu külliyatı imkan ve sınırlılıkları üzerine düşünmek hâlâ çok güncel'

Ateş Uslu’ya ise ödülünü Uluç Gürkan takdim etti. 


Ödülünü alan Ateş Uslu şunları söyledi:

 “Doğan Avcıoğlu’nun iç ve dış sömürü çarklarını kırmak üzerine bir çağrısı vardı. Aslında hayat boyunca bütün etnikliği de iç ve dış sömürü çarklarını deşifre etmek, kodlarını aramak, mekanizmasını bulmak ve bunları kırmak üzerine stratejiler önermek üzerine kuruluydu. Biz, onun önerdiği stratejileri tek tek ya da bütünüyle eleştirebiliriz veya günümüzde bunlardan etkilenebiliriz. Doğan Avcıoğlu külliyatı imkan ve sınırlılıkları üzerine düşünmek hâlâ çok güncel, ama iç ve dış sömürü çarklarını açık kılmak, daha iyi bir dünyanın ve Türkiye’nin inşası için çabalamak 2022’de eleştirel sosyal bilimciler önünde görev olarak duruyor. Sınıfsal sömürü, toplumsal cinsiyet tahakkümü ve emperyalist tahakküm bütün bunlar hâlâ karşımızda deşifre edilmesi ve üzerine konuşulması gereken şeyler olarak duruyor.

'Akademinin kalıbına sığmayan kamusal aydınların teşvikine ihtiyacı var'

Doğan Avcıoğlu, bir sosyal bilimci ve bir entelektüeldi. Ama akademinin sınırlarına da hiçbir zaman sığmamıştı. Bir akademisyen değildi. Bu da bize şunu gösteriyor; günümüzde eleştirel sosyal bilim yapmak sadece akademisyenlerin işi gibi görünüyor. Halbuki Doğan Avcıoğlu dönemine bakıyoruz, yalnız değildi ve onun gibi pek çok kamusal entelektüel ve aydın vardı. Aslında eleştirel akademini enerjisini de onlar sağlıyordu. Günümüzün eleştirel sosyal bilimcilerinin de akademinin kalıbına sığmayan böyle kamusal aydınların teşvikine ihtiyacı var. Bu ödüller Türkiye’deki eleştirel sosyal bilimcilerin geleceği için önemli bir dönüm noktası olabilir. Bu tarz ödüller bize güç veriyor. Tam da bu nedenle ödül jürisine, Odunpazarı Belediye Başkanı Kazım Kurt’a ve Elif Akkaya’ya teşekkür diyorum.


(SOL)