12 Kasım 2022 Cumartesi

BELLEK - 12 KASIM -

 


 OLAYLAR: 

  • 1799 - İlk kez meteor yağmuru kaydedildi.
  • 1833 - Temple-Trupple Kuyrukluyıldızı'nın sebep olduğu Leonid Meteor Yağmuru Kuzey Amerika'da gerçekleşti.
  • 1877 - Gazi Osman PaşaPlevne'de teslim olmayacağını bildirdi.
  • 1900 - Uluslararası Paris Sergisi'ni 50 milyon kişi gezdi.
  • 1905 - Norveç'te yapılan halk oylamasında monarşi yandaşları galip çıktı.
  • 1912 - İspanya Başbakanı José Canalejassuikaste kurban gitti.
  • 1918 - Avusturya'da cumhuriyet ilan edildi.
  • 1919- Dünya Çocuk Kitapları Haftası başladı. Türkiye’de 1946’dan bu yana kutlanıyor.
  • 1926- İngiltere’de hükümet madencilerle anlaştı; 6 aydır süren maden grevi sona erdi.
  • 1927 - Sovyetler Birliği'nde TroçkiKomünist Parti'den çıkarıldı; Stalin başa geçti.
  • 1927 - Holland tüneli trafiğe açıldı. Böylece New Jersey ve New York, Hudson nehri'nin altından birbirine bağlanmış oldu.
  • 1929 - Yeni harflerle basılan ilk Türk posta pulları kullanıma girdi.
  • 1933 - Almanya'da yapılan seçimlerde Nazilerin partisi oyların yüzde 92'sini aldı.
  • 1934 - Türkiye'de ilk kez bir kadın, belediye başkan yardımcısı oldu: Bursa Belediye Meclisi, Zehra Hanım'ı Başkan Yardımcılığı'na seçti.
  • 1938 - Almanya'da Hermann Göring, Nazilerin Madagaskar'ı Yahudilerin anavatanı yapmayı planladıklarını açıkladı. Bu fikir ilk kez 19. yüzyılda gazeteci Theodor Herzl tarafından ortaya atılmıştı.
  • 1945 - Yugoslavya'da genel seçimleri, Mareşal Josip Broz Tito'nun önderliğindeki Ulusal Cephe kazandı.
  • 1948- Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi öğretim üyeleri Pertev Naili Boratav, Behice Boran ve Niyazi Berkes’in derslerinde ve okul dışında “solculuk ve komünistlik propagandası yapmak” iddiasıyla yargılandığı davada “milliyetçi öğrenciler” hocaları aleyhinde tanıklık yaptı.
  • 1948 - Tokyo'da kurulan uluslararası savaş suçları mahkemesi, aralarından general Hideki Tōjō'nun da bulunduğu bazı Japon askeri ve sivil yetkilileri II. Dünya Savaşı'ndaki savaş suçları nedeniyle ölüm cezasına çarptırdı.
  • 1949- CHP hükümetinin Çalışma Bakanı Şemsettin Sirer: “Bizim tahakkuk ettirme yolunda bulunduğumuz halk idaresi nizamında zümreler ve sınıflar çatışmayacak, dövüşmeyecek ve sınıf kavgasının silahlarına ihtiyaç olmayacaktır.”
  • 1953-  Türkiye’de limanlarda serbest bölge kurulmasına karar verildi.
  • 1966- Ankara’da yapılan “Amerika’yı tel’in mitingi” sonrası Amerikan Haberler Ajansı’na yürüyen öğrencilere polis ve “milliyetçiler” saldırdı. Kızılay’da ABD’yi protesto edenlere saldıranların üyesi olduğu “Hür Düşünce Kulübü”nün Başkanı Hasan Celal Güzel açıklama yaptı: “Atatürkçü Türk gençliği, marksistlerin oyununa kanmayarak, yenilmez şuurunu ispat etmiştir.”
  • 1967 - Türk Hükûmeti'nin, 31 Ekim'de gizlice girdiği Kıbrıs'ta Rumların tutukladığı Türk toplumu lideri Rauf Denktaş'ın serbest bırakılmasını Kıbrıs Hükûmeti'nden istemesi sonrasında, Denktaş serbest bırakıldı.
  • 1969 - Moskova'ya giden Cevdet Sunay, Sovyetler Birliği'ni ziyaret eden ilk Türk  Cumhurbaşkanı oldu.
  • 1969- Silivri’deki Esece Çiftliği’nin 8 bin dönümünün köylülerce işgaline son veren 65.Tümen’in bir alayı ile köylüler bugün de karşılıklı bekleştiler. Esece Çiftliği’nin işgalinde “İşçi Köylü Gazetesi”ni dağıtarak köylüleri teşvik ettikleri iddiasıyla Hukuk ve Yüksek Öğretmen Okulu öğrencileri Muzaffer Oruçoğlu ve Kemal Bayar gözaltına alındı.
  • 1969 - Amerikalı Pulitzer ödüllü araştırmacı gazeteci Seymour HershMy Lai Katliamı'nı ortaya çıkardı. Mart ayında ABD askerleri aralarında çocuk ve kadınların da olduğu 500'e yakın silahsız sivili katletmişti.
  • 1969-  Çin Cumhuriyeti’nin (Tayvan) Birleşmiş Milletler’den çıkarılıp yerine komünist Çin Halk Cumhuriyeti’nin alınmasına dair oylamada Türkiye yine aleyhte oy kullandı.
  • 1970- Adana/Bossa fabrikasını işgal eden DİSK/Tekstil üyesi işçilere, gece önce Türk-İş/Teksif’li işçiler, onlar püskürtülünce de polis saldırdı: 60 işçi 27 polis yaralandı, 160 işçi gözaltına alındı.
  • 1972- İnşaat Mühendisleri Odası: “İstanbul’daki inşaatlarda %95 oranında düşük kalite beton kullanılıyor. 7 büyüklüğünde depremde yapıların % 15’i çöker.”
  • 1974- Sıkıyönetim askeri savcısı 256 sanıklı THKP-C davasında Ertuğrul Kürkçü ve 8 arkadaşı (Y.Küpeli, O.Savaşçı, O.Etçi, M.R.Aktolga, O.Etiman, M.Alkaya, H.Yavuz, Z.Kutlu) hakkında ölüm cezası, 80 sanık için de 5-15 yıl arası hapis cezası istedi.
  • 1974-  Yılmaz Güney’in “Arkadaş” filmi gösterime girdi.
  • 1976- Amerika ve Vietnam, savaş sonrası ilk kez Paris’te görüştü.
  • 1976-  İstanbul Üniversitesi süresiz kapatıldı.
  • 1979- Ecevit hükümetinin ara seçim yenilgisinin ardından kurulan, AP Genel Başkanı Süleyman Demirel’in başbakan olduğu MSP, MHP ve CGP tarafından dışarıdan desteklenen Adalet Partisi azınlık hükümeti (3.Milliyetçi Cephe) göreve başladı.
  • 1979-  TÖB-DER’in 25 şube başkanı hakkında Askeri Mahkeme tarafından gıyabi tutuklama kararı çıkarıldı.
  • 1979- Ankara Barosu’ndan 58 avukat adına Emin Değer, “Ankara Sıkıyönetim Mahkemesi’nin Mamak Askeri Ceza ve Tutukevi içerisinde görev yapıyor olmasının savunma hakkını kısıtladığı” gerekçesiyle 1 hafta süreyle duruşmalara girmeyeceklerini duruşma sırasında açıkladı
  • 1980 - NASA uzay aracı Voyager ISatürn gezegenine en yakın konumuna geldi ve gezegenin halkalarının fotoğraflarını çekerek Dünya'ya gönderdi.
  • 1980- 8 Ekim 1980’de gözaltına alındıktan sonra, 3 Kasım günü koma hâlinde Artvin Devlet Hastanesine yatırılan, TÖB-DER üyesi Devrimci Öğretmen Cengiz Aksakal, Trabzon Devlet Hastanesinde yaşamını yitirdi.
  • 1980- 12 Eylül darbesi sonrası ilk iki ayda 7 bin 945 kişinin gözaltına alındığı açıklandı. 
  • 1981- Türkiye Mimar ve Mühendis Odaları Birliği’nin (TMMOB) feshine ilişkin yasa tasarısı Milli Güvenlik Konseyi tarafından hazırlanarak Danışma Meclisi’ne iletildi.
  • 1981 - Columbia Uzay Mekiği fırlatıldı, böylece Dünya'dan iki kez fırlatılan ilk uzay aracı olma unvanını kazandı.
  • 1982 - Lech Walesa, 11 ay bir Polonya hapishanesinde kaldıktan sonra tekrar serbest kaldı.
  • 1987- Ankara DGM Savcılığı, seçim gezisi sırasında Kur’an-ı Kerim dağıtan Milliyetçi Çalışma Partisi (MÇP) Genel Başkanı Alparslan Türkeş hakkında SPK’nın 87. (din ve dince kutsal sayılan şeylerin istismarı) ve TCK’nın 163. maddelerini ihlalden soruşturma başlattı.
  • 1988- Manuel Puig’in aynı adlı romanından Hector Babenco’nun sinemaya uyarladığı “Örümcek Kadının Öpücüğü” Türkiye’de gösterime girdi. Film, Brezilya’da askeri diktatörlük döneminde -70’li yıllar- aynı cezaevi hücresini paylaşan solcu militan ile travestiyi konu ediniyor.
  • 1990- ANAP hükümetinin Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Cemil Çiçek: “Flörtün fahişelikten ne farkı var?”
  • 1990-  Cumhuriyet gazetesi yazarı İlhan Selçuk’un bir yazısında, çizeri Necdet Şen’in de “Hızlı Gazeteci” adlı karikatür bandında Cumhurbaşkanı Turgut Özal’a hakaret ettikleri iddiasıyla haklarında dava açıldı.
  • 1990-  Uşak’ta Atatürk’ün “Ulusun hayatı tehlikede olmadıkça savaş cinayettir” özdeyişli İHD afişleri Valilikçe yasaklandı, Mahkeme kararıyla da yasak “yerinde” bulundu. Banaz’da bürosunun camına “Savaşa hayır” yazısını astığı için tutuklanıp kefaletle serbest bırakılan muhasebeci V.Sümercan’ın yargılanmasına başlandı.
  • 1990 - Japon İmparatoru Akihito taç giydi.
  • 1991- Gebze Çolakoğlu Metalurji’de çalışan Bağımsız Otomobil-İş üyesi 750 işçinin, işten çıkarılan 3 temsilci adayının geri alınması için başlattığı direniş 3.gününde. İşçiler önce toplu vizite eylemi yapmış, ardından yemekhanede toplanarak üretimi tümüyle durdurmuştu.
  • 1992- Son 1.5 yılda gözaltında kaybolan 8 kişiye 4 kişi daha eklendi: 6 Kasım’da gözaltına alındığı öne sürülen 4 kişiden (İstanbul’da 3 ve Bursa’da 1 kişi) henüz hiçbir haber alınamadı. Gözaltında kayıplar için 11 gündür Ankara’da açlık grevi yapan aileler eski Başbakanlık binası önünde gösteri yaptı.
  • 1992- İzlanda’lı anneden olan 2 küçük çocuğun velayeti -anne İzlanda’da açılan ilk davayı kazanmıştı- mahkemece Türk babaya verildi. Ülkücüler salon dışında baba lehine gösteri yaptı. Bir önceki duruşmada ülkücüler Adliye önünde İzlandalı anne ve yakınlarını dövmüştü.
  •  1994- Ocak 1994’de faili meçhul cinayete kurban giden Behçet Cantürk’ün avukatlarından Medet Serhat ve şoförü de silahlı saldırıda hayatını kaybetti.
  • 1995 - Sait Halim Paşa Yalısı tamamen yandı.
  • 1996- Susurluk kazası sonrası ortaya atılan “devlet-mafya-siyaset” ilişkisini incelemek üzere Meclis araştırma komisyonu kuruldu. Aynı gün Susurluk Cumhuriyet Savcılığı kazada ölen Abdullah Çatlı ve Hüseyin Kocadağ ile yaralanan Sedat Emin Bucak’ın silahlı çete oluşturdukları iddiasıyla İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemeleri Savcılığı’na fezleke gönderdi
  • 1996 - Suudi Arabistan Hava Yollarına ait bir Boeing 747 tipi yolcu uçağı ile Kazak İlyuşin İl-76 tipi kargo uçağı, Yeni Delhi yakınlarında havada çarpıştı: 349 kişi öldü.
  • 1997 - AB-212 tipi Türk helikopteri, NATO Akdeniz Daimi Deniz Kuvveti'ne bağlı gemilerin müşterek eğitimleri sırasında Rodos Adası açıklarında düştü: 3 asker öldü.
  • 1998- Yargı kararıyla görevden alınan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı R.Tayyip Erdoğan’ın, Fazilet Partili belediyelerin su havzalarındaki kaçak yapılaşmalarına af getiren bir yönetmelik değişikliğini -adı-sanı bilinmeyen bir ilan gazetesinde- 14 Ağustos’ta yayınladığı ortaya çıktı 26.12.1995’de çıkarılan, 6 milyon kişinin su havzalarına yerleşebilmesine imkan sağlayıp kaçak yapıların affında belde belediyelerine yetki veren yönetmelik Mimarlar Odası’nın açtığı davada 8.5.1998’de durdurulmuştu. 14.08.1998’de “bazı değişikliklerle” yeni yönetmelik çıkarıldı
  • 1998 - PKK lideri Abdullah Öcalan, Roma hava alanında yakalandı.
  • 1999 - Bolu, Düzce ve Kaynaşlı'da, 7,2 büyüklüğünde deprem meydana geldi; 894 kişi öldü, 4.948 kişi yaralandı.
  • 2000- Güney Kore’nin başkenti Seul’de polis, işyerlerinin kapatılmasını protesto eden 20 bin işçiye müdahale etti; 100 kişi yaralandı. Yaralananların yarısı polis.
  • 2001- Küçükarmutlu’ya düzenlenen operasyonu protesto etmek için Sincan F Tipi Cezaevi’nde kendini yakan Muharrem Çetinkaya yaşamını yitirdi.
  • 2001-  F.Gülen’in “Dine dayalı devlet düzeni için çete oluşturmak”tan gıyabında yargılandığı davada tanık olarak dinlenen eski Ankara Emniyet Müdür Yardımcısı Osman Ak: “Polis F.Gülen’in silahlı gücü. Haşhaşileri andırıyorlar.”
  • 2001 - New York JFK havaalanından kalkan Airbus A300 tipi bir yolcu uçağı, birkaç dakika içinde düştü: 260 kişi öldü.
  • 2003 - TÜBİTAK Bilgi Teknolojileri ve Elektronik Araştırma Enstitüsü (BİLTEN) tarafından teknoloji transferi yöntemiyle üretilerek uzaya gönderilen BİLSAT uydusu görüntü göndermeye başladı.
  • 2003- Avrupa İnan Hakları Mahkemesi (AİHM), Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılan Sosyalist Türkiye Partisi yöneticilerinin başvurusunda Türkiye’yi haksız buldu. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin örgütlenme hakkıyla ilgili 11.  maddesinin ihlal edildiğine karar verdi.
  • 2003-  Avrupa Konseyi, Türkiye’nin 1974 sonrasında Kuzey Kıbrıs’taki mülkünü terketmek zorunda kalan Kıbrıslı Rum kadın Titana Loizidu’ya 900 bin dolarlık tazminatı en geç 19 Kasım’a kadar koşulsuz ödemesini istedi
  • 2004- Fransa’da ölen Filistin lideri Yaser Arafat yüzbinlerce Filistinlinin katılımıyla, son üç yılını kuşatma altında geçirdiği Ramallah’taki karargahı Muhata’da toprağa verildi. Arafat’ın ‘generallerim’ dediği çocuklar ve gençler Ramallah sokaklarında intikam yemini ettiler. Gün boyunca “Hoş geldin Ebu Ammar”, “Hoş geldin ihtiyar”, “Gitme, bizimle kal” diye sloganlar attılar. Arafat’ın ölümünün ardından Mahmud Abbas Filistin Kurtuluş Örgütü lideri oldu.
  • 2005- Şemdinli’de Umut Kitabevi’nin bombalanmasının ardından Jandarmaya ait otomobilde çıkan belgelere yenileri eklendi. İçinde 105 kişinin isminin yazılı olduğu bir “sakıncalılar” listesi de yer alıyor. Olay sonrası PKK itirafçısı Veysel Ateş ve halka ateş açan uzman çavuş Tanju Çavuş tutuklandı. Astsubaylar Ali Kaya ve Özcan İldeniz mahkemede serbest bırakıldı.
  • 2009- Nepal’de Komünist Partisi’nin çağrısıyla başkent Katmandu’da bir araya gelen onbinlerce kişi hükümet binalarını kuşattı
  • 2011 - İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi ve Hükûmeti istifa etti.
  • 2014 - Rosetta uzay aracından ayrılan Philae keşif aracı, 67P adlı kuyruklu yıldıza indi.
  • 2017- İran-Irak sınırında 7,3 büyüklüğünde deprem meydana geldi. Merkez üssü Irak’taki Halepçe ilçesi olan depremde 450’den fazla kişi yaşamını yitirirken en az 7 bin kişi yaralandı.



 DOĞUMLAR : 

 ÖLÜMLER: 



    (derleyen: mstfkrc)

KISA KISA GÜNDEM (12 KASIM 2022)

 1) Muhalif olana yargı kuşatması (BİRGÜN)

Adaletin kırıntısı dahi kalmazken iktidarın sopasına dönüşen yargı sadece toplumsal muhalefeti susturmak için var. 24 saatte yaşananlar adaletsizliği bir kez daha gösterdi. AKP iktidarında muhaliflere yönelik davalar ile cezalar son bulmuyor. Son 24 saatte ÇHD’li avukatlardan İBB Başkanı’na kadar birçok kişi hâkim karşısına çıktı İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı (İBB) Ekrem İmamoğlu’nun YSK üyelerine hakaret iddiasıyla, 4 yıl 1 aya kadar hapis cezası talebiyle yargılandığı dava 14 Aralık’a ertelendi.(İMAMOĞLU HAKİM KARŞISINA ÇIKTI) Ekrem İmamoğlu’nun 31 Mart seçimlerinin iptal edilmesinin ardından yaptığı basın açıklamasında eski Yüksek Seçim Kurulu (YSK) Başkanı Sadi Güven ve üyelerine hakaret ettiği iddiasıyla yargılandığı davanın üçüncü duruşması Kartal’daki Anadolu Adliyesi 7’inci Asliye Ceza Mahkemesi’nde görüldü. Duruşma öncesi adliye çevresinde geniş güvenlik önlemi alındı. Kartal Kaymakamlığı, duruşma nedeniyle -Neyzen Tevfik Meydanı dışında- ilçe genelinde toplanma yasağı ilan etti. Bu yasak, daha önce yalnızca ‘adliye çevresi’ için getirilmişti. Yüzlerce CHP’li sabahın erken saatlerinde Adliye önünde toplanmaya başladı. Önceki duruşmalarda CHP’lilerin toplandığı otopark alanı da kapatıldı. Duruşma salonunda oluşan yoğunluk ve tartışmalar nedeniyle duruşma yarım saat geç başladı.(REDDİ HÂKİM TALEBİ) Mütalaasını mahkemeye sunan Savcı, diğer tanıkların dinlenmesini talep etti. Hâkim, davaya bir yararı olmayacağını belirterek savcının talebini ve avukatların tanıkların zorla getirilmesi talebini reddetti. Avukatlar, hâkimin tarafsız olduğuna inanmadıklarını belirterek reddi hâkim talebinde bulundu. Hâkim, avukatların reddi hâkim talebini reddetti.

2) Göktürk projesi yandaşa yaradı (İsmail Arı-Birgün)

Demirören’in borcuna karşılık Ziraat Bankası’na devredilen Göktürk’teki araziye yapılacak konut projesi için yandaşlara 3,8 milyar TL ödenecek. Projeyi Kalyoncu’nun ortağı Özyazıcı ile AKP’li Cevahir’in şirketi yapacak.
(https://www.birgun.net/haber/gokturk-projesi-yandasa-yaradi-409730)

3) Askeri araziye çöken TRT’ye kötü haber (İsmail Arı-Birgün)

TRT’ye “film platoları kurulması için” tahsis edilen Çekmeköy’deki askeri arazinin imar planlarına karşı açılan davada bilirkişi raporu hazırlandı. Raporda, imar planlarının “kamu yararına uygun olmadığı” vurgulandı. (https://www.birgun.net/haber/askeri-araziye-coken-trt-ye-kotu-haber-409731)

4) İmam hatip müdürü, okulun kömürünü evini boyaması karşılığında boyacıya verdi (Mustafa BİLDİRCİN-Birgün)



Iğdır Kervansaray İmam Hatip Ortaokulu müdürünün, okula ücretsiz gönderilen çuvallarca kömürü, evini boyaması karşılığında boyacıya verdiği tespit edildi. Iğdır’da yer alan Harmandöven Mezrası köyündeki Kervansaray İmam Hatip Ortaokulu Müdürü Selman Yılmaz’ın, okula gelen kömürleri menfaati için kullandığı öğrenildi. Köylüler tarafından fark edilen usulsüzlük, “Bu kadarı da olmaz” dedirtti. Iğdır’da bulunan Kervansaray İmam Hatip Ortaokulu Müdürü Selman Yılmaz’ın, Milli Eğitim Bakanlığı’nca okula ücretsiz gönderilen kömürleri, evinin boyatılması karşılığında boyacıya verdiği belirlendi. Usulsüzlüğü fark eden köylüler, boyacının evinin deposuna yığılan kömür çuvallarını video ile belgeledi.(BOYACIDAN İTİRAF) Kömürleri boyacıya veren okul müdürünün aynı zamanda, iktidara yakınlığıyla bilinen Eğitim Bir-Sen’in Iğdır temsilciliğinde başkan yardımcılığı yaptığı bildirildi. Okul müdürünün yaptığını fark eden köylüler, durumu jandarmaya bildirdi. Jandarma, kömürlerin verildiği söylenilen kişinin evine baskın yaptı. Milli Eğitim Bakanlığı mührü ve yazısı olan kömür çuvalları baskın ile açığa çıkarıldı. Müdürün, evinin boyanması karşılığında kömür verdiği boyacı, yaptığını itiraf etti. (TAKİPÇİSİ OLACAĞIZ) BirGün’e konuşan Eğitim Gücü Sendikası Iğdır Temsilcisi Cafer Tayyar Özoğul, Cumhuriyet Başsavcılığı ile Milli Eğitim Müdürlüğü’ne şikayet dilekçesi verdiklerini söyledi. Öğrencilerin ısınması amacıyla dağıtılan kömürlerin amacı dışında kullanılmasına tepki gösteren Özoğul, sürecin takipçisi olacağını kaydetti. İddiaları sormak için aradığımız okul müdürü Selman Yılmaz ‘‘Beni aramaya hakkınız yok. Size dava açacağım’’ diye konuştu.

5) Necip Hablemitoğlu suikastı soruşturması: 10 kişi hakkında dava açıldı (Birgün)

Necip Hablemitoğlu suikastı soruşturmasını tamamlayan Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, FETÖ elebaşı Fethullah Gülen ve emekli albay Levent Göktaş'ın  da aralarında bulunduğu 10 şüpheli hakkında dava açtı. İddianamede şüpheliler, 'tasarlayarak öldürme', 'suç örgütü yöneticiliği ve üyeliği' ile suçlandı.(https://www.birgun.net/haber/necip-hablemitoglu-suikasti-sorusturmasi-10-kisi-hakkinda-dava-acildi-409720)

6) Makyajlı veriler açığı örtmeye yetmedi: 10 yıllık dönemde 26,8 milyar dolar kayıp! (Birgün)

TCMB, revize edilen cari denge verilerini yayımladı. Revizyon sonrasında cari açık son 10 yıllık dönemde 26,8 milyar dolar azaldı. Ancak makyajlı veriler açığı örtmeye yetmedi. Cari açık Ocak-Eylül döneminde yüzde 525 yükseldi.(https://www.birgun.net/haber/makyajli-veriler-acigi-ortmeye-yetmedi-10-yillik-donemde-26-8-milyar-dolar-kayip-409732)

7) Türkiye'de 43 bin 293 kişi organ nakli bekliyor! (Mehmet Aka-Cumhuriyet)


Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Balcalı Hastanesi’nde “Organ Bağışı Haftası” dolayısıyla çeşitli etkinlikler düzenlenerek organ bağışının önemi vurgulandı. Etkinliklerde yapılan açıklamalarda Sağlık Bakanlığı’nın verilerine dikkat çekildi. Buna göre Türkiye’de 23 bin 633 hastanın böbrek, 2 bin 438 hastanın karaciğer, 13 bin 328 hastanın kalp, 273 hastanın pankreas, 3 bin 447 hastanın kornea, 174 hastanın ise akciğer bekleme listesinde kayıtlı olduğu belirtildi. Hastanenin böbrek nakil sorumlusu Prof. Dr. Erkan Demir, 1989 yılında bölgenin ilk böbrek naklini gerçekleştiren organ nakli merkezi olduklarını ifade etti. Demir, 1 Ocak 2022 ile 6 Ekim 2022 tarihleri arasında Türkiye genelindeki 78 böbrek nakil merkezinde, toplam 2 bin 729 böbrek naklinin yapıldığını, bunların 2 bin 414’ünün canlı vericiden, 315’inin de kadavra vericiden nakil yapıldığını ifade etti. Demir ayrıca, Adana Bölge Koordinasyon Bölgesi’ne bağlı illerden 1 Ocak 2022 itibarıyla bugüne kadar yaklaşık bir yıllık süre içerisinde 155 beyin ölümü tespit edildiğini ancak sadece 10 kişinin organlarının bağışlandığını vurgularken ülke genelinde de kadavra organ bağışının oldukça düşük olduğuna dikkat çekti.(‘PANDEMİ SONRASI YALNIZCA İKİ İŞLEM’) Hastanenin karaciğer nakli sorumlusu Prof. Dr. Tolga Akçam da pandemi öncesinde Çukurova Bölgesi’nde 20 civarında olan organ bağışı sayısının pandemi sonrasındaki iki yıllık süreçte sadece iki ile sınırlı kaldığına vurgu yaptı.Akçam, 2022 verilerine göre karaciğer bekleyen hasta sayısının ise Türkiye genelinde 2 bin 494 kişi olduğunu belirtti.

8) Bakir koylarıyla ünlü turizm cennetinde ormanların içindeki bir yarımadayı satıyorlar(Mustafa Çakır-Cumhuriyet)


İktidar özelleştirmelere tam gaz devam ediyor. Özelleştirme İdaresi Başkanlığı (ÖİB), bakir koylarıyla ünlü turizm cenneti Datça’da çevresi ormanlarla kaplı, bir bölümü de yarımada üzerinde yer alan taşınmazları satışa çıkardı.(https://www.cumhuriyet.com.tr/cevre/bakir-koylariyla-unlu-turizm-cennetinde-ormanlarin-icindeki-bir-yarimadayi-satiyorlar-2001950)

9) AKP bağışlarla milyonlarca fidan dikmişti: Ağaçlandırma seferberliği diyerek para gömüyorlar (Mehmet İnmez-Cumhuriyet)

AKP’nin büyük gösterişle duyurduğu 11 milyon fidanın yüzde 90’ı kurudu. Tarım Orman-İş Sendikası Genel Başkanı Durmuş, iktidarın SMS’lerle topladığı paranın yine boşa gideceğini söyledi.(https://www.cumhuriyet.com.tr/cevre/akp-bagislarla-milyonlarca-fidan-dikmisti-agaclandirma-seferberligi-diyerek-para-gomuyorlar-2001951)

10) 10 Kasım'daki 7 Türkiye Kupası maçında Atatürk için saygı duruşu yapılmadı!(Cumhur Önder Aslan-Cumhuriyet)

Türkiye Futbol Federasyonu (TFF), Cumhuriyetimizin kurucusu ulu önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ebediyete intikalinin 84. yıldönümü olan 10 Kasım’da oynanan kupa maçlarında büyük bir skandala imza attı.(https://www.cumhuriyet.com.tr/spor/10-kasimdaki-7-turkiye-kupasi-macinda-ataturk-icin-saygi-durusu-yapilmadi-2001965)

11) Cemaat temsilcileriyle düzenlenen 'bilimsizlik' kongresinin bildirgesi açıklandı: Evrim bir delile dayanmıyor (Sefa Uyar-Cumhuriyet)

Laikliğin hedef alındığı, Said Nursi’nin övüldüğü Uluslararası Bilimin Işığında Yaratılış Kongresi’nin son toplantısının sonuç bildirgesinde, “materyalist felsefenin, inançsızlığı yaşam tarzı haline getirdiği” iddia edilirken kongrede “tabiat olaylarının Allah’ın isim ve sıfatlarıyla açıklandığı” kaydedildi. Evrim, “Herhangi bir delile ve bilimsel veriye dayanmayan bir felsefi görüş” ifadeleriyle hedef alınırken “atomu ilah seviyesine çıkaran” ders kitaplarının güncellenmesi gerektiği savunuldu.

2017’den bu yana düzenlenen Uluslararası Bilimin Işığında Yaratılış Kongresi’nin 6.’sı, ekimde Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nde (YYÜ) toplandı. Kongreye ilişkin sonuç bildirgesi de gecikmeli olarak yayımlandı.Onur kurulunda eski SADAT hissedarlarından Nevzat Tarhan ile tarikat ve cemaat bağlantılı vakıfların yer aldığı, Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş ile Milli Eğitim Bakan Yardımcısı Nazif Yılmaz’ın mesaj gönderdiği kongrenin sonuç bildirgesinde, “bilim dünyasını tesir altına alan materyalist felsefenin, inançsızlığı yaşam tarzı haline getirdiği” savı yinelendi. Sunumlarda, “varlık âlemi ve tabiat olaylarının, tabiat ve tesadüfe bağlanmadığı, Allah’ın isim ve sıfatlarıyla açıklandığı” kaydedildi. Bildirgeye göre, Van YYÜ Rektörü Hamdullah Şevli, Said Nursi için “büyük âlim” nitelendirmesi yaptı. (‘YARATICI GİZLENİYOR’) Başta lise ve ortaöğretim olmak üzere yaratılışla ilgili panel, çalıştay ve konferansların her seviyede devam ettirilmesi önerilen bildirgedeki tespit ve kararlar ise özetle şöyle:
 *‘Din ayrı, bilim ayrı’ düşüncesi materyalist felsefenin ürünüdür. Bilimle din, akılla vahiy arasındaki çatışma İslam medeniyetine ait değildir.
Kâinatın ve insanın yaratılışını anlamada sadece fen bilimleri yeterli değil.
*Bilim, Allah’ın kâinattaki sanat eserlerini inceler. Günümüz bilim camiasında kâinattan elde edilen bilgilerin takdiminde yaratıcı gizleniyor. Bilim dili olarak kültür değerlerimizle uyumlu bir dil kullanılmalı.
*Yaratılış, Allah’ın isimlerinin tecellisi, hikmetinin gereği ve imtihanın muktezasıdır (gereğidir).(‘HEPSİ HAYAL ÜRÜNÜ’) Köpekbalıkları ilk yaratıldıkları günden bugüne kadar iskelet sistemleri kıkırdaktan ibarettir. Eğer evrimcilerin belirttiği gibi bir durum söz konusu olsaydı, bugün köpekbalıklarının iskelet sistemi kemikten olurdu. Evrim, herhangi bir delile ve bilimsel veriye dayanmayan sadece bir felsefi görüştür.(‘ATOM ÖĞRETİLMESİN’) 
*Değişim, başkalaşım ve farklılaşma gibi kavramlar evrim değil, Allah’ın kâinatta koyduğu ve icra ettiği kanunlardır. İnsanın atası olarak çizilen adamların hemen hepsi hangi canlıya ait olduğu bilinmeyen bir diş veya bir kemikten ibaret hayal ürünü çizimlerdir.  
*Ders kitaplarında atom ve molekülleri ilah seviyesine çıkaran materyalist bir eğitim sistemi hâkim. Gençlerimizi inançsızlığa sürükleyen şüphelerden kurtarmanın yolu, yaratılış bakış açısıyla yapılan bir eğitime bağlı.

(derleyen: mstfkrc)

 



CHP'li Özgür Karabat: Anadolu Ajansı'na İletişim Başkanlığı'ndan aktarılan 1 milyar lira ne oldu? + CHP'li vekil '1 milyar lira ne oldu' diye sormuştu: İletişim Başkanlığı'ndan Anadolu Ajansı açıklaması -SOL

 


CHP'li Özgür Karabat: Anadolu Ajansı'na İletişim Başkanlığı'ndan aktarılan 1 milyar lira ne oldu?

CHP'li Karabat, 'Son 3 yılda İletişim Başkanlığı’ndan Anadolu Ajansı’na aktarılan kaynak yaklaşık 1 milyar TL’yi buluyor. AA bu parayı alıp ne yaptı? Nasıl harcadı?' diye sordu.

CHP İstanbul Milletvekili Özgür Karabat, Sayıştay’ın Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’nın hesaplarına ilişkin denetim raporları ile ilgili açıklama yaptı.

Karabat, “Son 3 yılda İletişim Başkanlığı’ndan Anadolu Ajansı’na (AA) aktarılan kaynak yaklaşık 1 milyar TL’yi buluyor. AA bu parayı alıp ne yaptı? Nasıl harcadı? Amaç AA’ya para aktarıp orada daha rahat harcamak mı? İletişim Başkanlığı AA üzerinden neyi gizliyor” açıklamasını yaptı.

'Nasıl bir hizmet alımı oldu?'

Karabat’ın sosyal medya hesabında yaptığı değerlendirmeler şöyle:

"AKP’nin ucube başkanlık sistemi ile getirdiği İletişim Başkanlığı’nda karanlık para ilişkileri gün yüzüne çıktı. Sayıştay’ın kırpılmış raporlarında dahi her şey gözüküyor. İletişim Başkanlığı bütçesinden 2020 yılında, mal ve hizmet alımına 329,7 milyon TL harcandı. Bunun yüzde 90,5’i, yani 298,9 milyon TL Anadolu Ajansı’na (AA) verildi. AA’dan nasıl bir hizmet alımı oldu? Bildiğimiz haber ajansında bu kadar büyük bütçeli ne iş yapıldı?

Gelelim 2019 yılına... 308,8 milyon TL mal ve hizmet alımı yapılmış, bunun yüzde 88,6’sı olan 273,7 milyon TL AA’ya aktarılmış. 2019 ve 2020 raporlarında AA’ya aktarılan kaynak gösteriliyor. 2021’de ise gizleniyor. İletişim Başkanlığı 2021’de 451,3 milyon TL’lik mal ve hizmet alımı yaptı. Bunun ne kadarı AA’ya aktarıldı, Sayıştay’ın raporunda yok. Diğer yıllarda olduğu gibi yüzde 90’ı aktarıldıysa 405 milyon TL AA’ya verilmiştir.

'Ayrı bir fon kurulmuş nasıl harcandığı bilinmiyor'

Yani son 3 yılda İletişim Başkanlığı’ndan AA’ya aktarılan kaynak yaklaşık 1 milyar TL’yi buluyor. AA bu parayı alıp ne yaptı? Nasıl harcadı? Amaç AA’ya para aktarıp orada daha rahat harcamak mı? İletişim Başkanlığı AA üzerinden neyi gizliyor? İletişim Başkanlığı’nda 816 personel var. AA’dan alınan hizmet bu personelle yapılamıyor mu? AA’nin kamu ihale kanununa tabi olmaması İletişim Başkanlığı tarafından kullanılıyor mu? İletişim Başkanlığı’ndan AA’ya aktarılan para usulsüzdür. AA, AŞ statüsünde bir şirkettir. Zaten yurt içi ve yurt dışından yüzlerce abonesi ile para kazanıyor. Neden İletişim Başkanlığı’ndan devasa bütçe alıyor? AA, aldığı parayı mali tablolarında ne olarak gösteriyor? İletişim Başkanlığı için bir de ayrı fon kurulmuş. Buradaki para gizli, nereye hangi amaçla harcandığı da bilinmiyor.

'İnisiyatif tamamen İletişim Başkanı Fahrettin Altun’da'

Buradaki inisiyatif tamamen İletişim Başkanı Fahrettin Altun’da. Türkiye’de AKP eliyle sansürün, baskıların arttığı bir dönemi yaşıyoruz. Medyayı kontrol etmek her türlü kurum kullanılıyor. RTÜK ile TV kanalları kontrol edilirken, İletişim Başkanı Altun ile de sosyal medya dahil tüm platformlarda operasyonlar çekiliyor. İletişim Başkanı Fahrettin Altun’a bir gün bakıyoruz Dışişleri Bakanı gibi, bir gün bakıyoruz İçişleri Bakanı gibi açıklama yapıyor. Sayın Altun, hakikaten siz ne iş yapıyorsunuz? Acaba Altun bu parayı, kültürel devrim için mi harcıyor?

'Yüz milyonlarca lirayı nasıl harcadığınızı kamuoyuna açıklayacak mısınız?'

Hatırlarsanız, başkanlık referandumu sonrası Altun, ‘Siyasi hegemonyanız bitti, kültürel hegemonyanız da bitecek’ diye tweet atmıştı. Sayın Altun sizin aklınızdaki kültürel devrimde kamu kaynaklarının, tüyü bitmemiş yetimin hakkının har vurup harman savrulması mı var? Sizin kültürel yaşam şeklinizde kendiniz gibi düşünmeyen insanları ötekileştirecek, onları aşağılayacak mecralara kaynak aktarılması mı var? Yüz milyonlarca lira bütçeyi nerelere nasıl harcadığınızı kamuoyuna açıklayacak mısınız? Sayın Altun, sizin döneminizde ölüye diriye küfreden trol orduları ortaya çıktı. Bunlarla ilişkiniz yoksa neden bunların engellenmesi için çalışmıyorsunuz? Yanıtlarınızı merakla bekliyorum."

                                                                       ***

CHP'li vekil '1 milyar lira ne oldu' diye sormuştu: İletişim Başkanlığı'ndan Anadolu Ajansı açıklaması

CHP'li Karabat'ın 'Son 3 yılda Anadolu Ajansı’na aktarılan kaynak yaklaşık 1 milyar TL’yi buluyor' sözlerine ilişkin Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığından açıklama geldi.

CHP İstanbul Milletvekili Özgür Karabat, Sayıştay’ın Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’nın hesaplarına ilişkin denetim raporları ile ilgili açıklama yaptı.

Karabat, “Son 3 yılda İletişim Başkanlığı’ndan Anadolu Ajansı’na (AA) aktarılan kaynak yaklaşık 1 milyar TL’yi buluyor. AA bu parayı alıp ne yaptı? Nasıl harcadı? Amaç AA’ya para aktarıp orada daha rahat harcamak mı? İletişim Başkanlığı AA üzerinden neyi gizliyor?” diye sormuştu.

Konuyla ilgili açıklama yapan Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkan Yardımcısı Evren Başar, "Türkiye Cumhuriyeti'nin resmi haber ajansı Anadolu Ajansı, kurulduğu Milli Mücadele günlerinden bu yana 102 yıldır devlet bütçesinden ödenek almaktadır. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı ve AA hakkında tezvirat yapan CHP'li milletvekilinin, bir yasama üyesi olarak 100 yıllık işleyişten, yasalardan ve dünya uygulamalarından haberdar olmaması ibretliktir" ifadelerini kullandı.

Karabat'ın açıklamalarını "çarpıtma" olarak nitelendiren Başar, AA'nın 1984'ten itibaren Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü üzerinden aldığı bu ödeneklerin, 2019'da Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı tarafından aktarılmaya başlandığını söyledi.

Başar şunları kaydetti:

"Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı ve AA hakkında tezvirat yapan CHP'li milletvekilinin, bir yasama üyesi olarak 100 yıllık işleyişten, yasalardan ve dünya uygulamalarından haberdar olmaması ibretliktir. CHP'li yetkililere böyle ibretlik durumlara düşmemeleri için resmi kurumlar tarafından şeffaf şekilde paylaşılan bilgileri çarpıtmamaları ve seyahat ettikleri ülkelerde iletişim alanındaki kurumları da ziyaret ederek bilgi sahibi olmaları tavsiyesinde bulunuyoruz.

CHP'nin bir süredir milli kurumlarımızı, yıpratmak amacıyla hedef aldığı göz önünde bulundurulduğunda, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı ve AA'ya yönelik bu çarpıtmanın sistematik dezenformasyonunun bir parçası olduğu aşikardır.

Türkiye Yüzyılı'nın önemli sütunlarından biri olan iletişim alanında hakikat için mücadele ederken, önemli gayretlerimizden biri de devlet kurumlarımızı itibarsızlaştırma çabalarına karşı koymak olacaktır." 

(SOL)


Libya ve Türkiye arasında yapılan anlaşmalar ne anlama geliyor? - Erhan Nalçacı / SOL

 

'Hemen adım atılacak yer emekçi halkın en yakınımızdan başlayarak örgütlü hale getirilmesi ve sosyalizme ilişkin umudunun yeşertilmesi değil mi?'

Türkiye ve Libya arasında önemli sonuçları olabilecek anlaşmalar geçtiğimiz Ekim ayı içinde imzalandı. Bu anlaşmaların gerçekleştiği dönemin siyasi atmosferini kısa yazının izin verdiği kadar ele almaya çalışacağız.

Libya meselesini tam iki yıl önce “Libya’da malum barış” başlıklı köşe yazısında  değerlendirmişiz.(https://haber.sol.org.tr/yazar/libyada-malum-baris-18708)

Kısaca hatırlamak gerekirse, 2011’de Libya alçakça bir emperyalist saldırı ile karşılaştı. Şimdi üzerinden geçen 10 seneden sonra söz konusu NATO saldırısının Libya halkının egemenliğine karşı ve enerji tekellerine alan açmak için yapıldığını daha iyi anlıyoruz. Ne de olsa Libya dünyanın en büyük petrol ve doğalgaz rezervlerine sahip ülkelerinden biriydi.

Ancak ulusal egemenliğinin yok edilmesinden sonra geçen on yılda Libya tekellerin ve arkalarındaki yayılmacı amaçları ile devletlerin rekabet alanına döndü. Bu rekabet sonu gelmeyecek gibi gözüken iç savaşla kendini gösteriyordu. Çok kısaca Libya’nın biri batısında diğeri doğusunda olmak üzere iki iktidar odağı oluşmuştu. İtalya, Katar ve Türkiye batısındakini, Fransa, Rusya, Mısır ve BAE doğusundakini destekliyordu. 

Türkiye sermayesi tam Batı kısmı kaybedecekken müdahil olmuş, Suriye’den taşınan cihatçı askerler ve SİHA’larla bu kaybedişin önlenmesinde büyük bir rol oynamıştı.

Bu esnada Almanya AB emperyalizmi adına sürece müdahil oldu ve birleşmiş Milletler şemsiyesi altında çatışan Libyalı tarafları bir araya getirdi. “Malum barış” diye işaret ettiğimiz olay buydu. 2020 sonlarında kabul edilen emperyalist barış anlaşması Libya’da yönetimin tekleştiği bir parlamenter sisteme geçiş dönemi tanımlıyordu. Avrupa’ya en yakın konumdaki bu devasa enerji kaynağının Avrupalı enerji tekelleri tarafından transferini içeriyor, bu arada Türkiye ve Rusya gibi aktörleri mümkün olduğu kadar Libya’nın dışına itmeye çalışıyordu.

Barış Anlaşmasının üzerinden iki yıl geçti ve anlaşma emperyalist rekabeti ortadan kaldırmadığı için büyük bir gerilimin ve belirsizliğin Libya’ya geri döndüğü görülüyor. Barış Anlaşması sonrası kurulan ve ülkeyi Aralık 2021’de seçimlere götürmek üzere geçici olarak göreve gelen Dibeybe Hükümeti bunu yapmak yerine iktidarını korumayı tercih etti. Böylece BM hukukuna, AB’ye ve Mısır’a göre meşru olmayan bir hükümet haline geldi.

Bunun üzerine eskiden Türkiye’nin de desteklediği Fethi Başağa Temsilciler Meclisi tarafından başbakan olarak seçildi ve geçtiğimiz yaz yönetimi Dibeybe Hükümetinden almak üzere Trablus’a askeri güçleri ile girdi ve hükümet güçleri ile çatıştı.

Bu esnada Türkiye’ye bağlı SİHA’ların çatışmaya karışması ile Başağa birliklerinin Trablus’tan çekildiği söyleniyor.

Sonuçta Libya tekrar iki hükümetli ve iki ordulu duruma geri döndü.

Barış Anlaşmasına göre meşruiyetini yitiren ve iktidarını Türkiye’nin desteği ile koruyan Dibeybe Hükümeti geçtiğimiz Ekim ayı içinde AKP hükümetiyle bir dizi anlaşma imzaladı.

Bunlardan ilki 2019’da yapılan deniz sınırları anlaşmasını perçinliyor ve Türkiye’ye Libya karasularında petrol ve doğalgaz kaynaklarını araştırma yetkisi veriyor. Diğerleri henüz içeriği açıklanmayan askeri anlaşmalar. Ne kadar doğru bilmiyoruz ama tahminler Libya hükümetinin Türkiye’den bir SİHA filosu edinmesini içerdiği yönünde.

Bu anlaşmaları Yunanistan, Mısır ve AB temsilcileri protesto ettiler ve gayrı meşru olduğunu bildirdiler. Ayrıca Mısır iki sene önce başlayan Türkiye ile normalleşme sürecini durdurmuş oldu ve yaşanan gerilimi Arap Birliği Zirvesi’ne taşımaya gayret etti.

Aşağıdaki haritaya bakabiliriz şimdi.

Haritada çatışma konusu olan ve yeniden tanımlanmaya çalışılan deniz egemenlik alanları yansıtılıyor. Libya ve Türkiye arasındaki deniz sınır anlaşması ile Mısır ve Yunanistan arasındaki anlaşmanın tanımlandığı egemenlik alanlarının nasıl çakıştığı ve çözümü olmayan bir çıkar çatışmasına dönüştüğü görülüyor. Kıbrıs sorunu ve Yunanistan’a ait adalar ile Türkiye’nin sondaj yaptığı alanlar egemenlik iddialarını çatışmalı bir mecraya çekiyor.


Haritada deniz egemenlik alanlarının nasıl birbiriyle çakıştığı görülüyor. Nasıl Türkiye ve Libya deniz sınırlarını ikili anlaşmalarla belirlediyse Yunanistan ve Mısır da benzer bir anlaşma yaptı ve bunlar birbirinin içinden geçerek çapraz yapıyor.

Daha önce ulusların bir kıta sahanlığı vardı ve geri kalan geniş deniz alanları uluslararası sular olarak kabul ediliyordu. Ancak şimdi devletler ve bu devletlerle ilişkili enerji tekelleri gözlerini Akdeniz’in altında yatan hidrokarbon yataklarına çevirince denizde egemenlik tartışmaları bambaşka bir boyut kazandı. Bu tartışma askeri güçlere ve zor kullanımına da alan açmış oldu.

Burada girmeyeceğiz ama örneğin İsrail asimetrik gücünü kullanarak Lübnan’a zorla bir deniz sınırı dayatıyor.

Bu aşamada Yunan medyasına konuşan bir uzman ne kadar ciddiye alınacağından bağımsız olarak Ortadoğu’nun Birinci Dünya Savaşı sonrası emperyalistler arasında paylaşılmasına ilişkin Sykes-Picot Anlaşması’na göndermede bulunarak Libya’nın artık birleşemeyeceği ve emperyalist güçler arasında iki devlete bölünmesi gerektiğini bildirdi.

Bu öneriyi ciddiye almak zorunda değiliz, ama bir gerçeği yansıyor. Geçen yüzyıldan bu yana Sovyetler Birliği’nin varlığında şekillenen dünya hukuku hızla parçalanıyor. İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana değişmeyen sınırların artık emperyalist rekabetin konusu olacak şekilde savaş ve müdahalelerle değiştirildiği bir döneme girmiş bulunuyoruz. Hiçbir halk eskinin 80 yıla yayılan güvenliğine dayanarak nasılsa savaş çıkmaz diyerek olayları seyredemez.

Hemen kuzeyimizdeki Ukrayna-Rusya savaşı gibi gözüken emperyalist paylaşım savaşında 100 bini aşan sayıda çoğu genç insanın öldüğünü veya yaralandığını, milyonlarca insanın göçmek zorunda kaldığını aklımızda tutmak zorundayız. Devletler ölü sayılarını az göstermeye çalışırlar ama sakat kalan, ayağı kolu kopmuş binlerce genci özellikle saklarlar. Çünkü bu ıstırap çeken ve toplumdan saklanan yığınla sakat genç açığa çıkarsa tekellerin emekçi halka karşı açtığı savaşı sürdürmek çok zor hale gelir.

Akdeniz’in bir barış denizi olmasını ve zenginliklerinin halklar tarafından adilce paylaşıldığı bir dünya mı istiyoruz? Akdeniz’deki hidrokarbon kaynaklarını tüketme hırsı yerine Akdeniz’i ekolojik olarak korumayı bilimsel planlamanın bir başlığı haline mi getirmeliyiz?

Bunlar uzak hedefler olarak görülebilir, ama hemen adım atılacak yer emekçi halkın en yakınımızdan başlayarak örgütlü hale getirilmesi ve sosyalizme ilişkin umudunun yeşertilmesi değil mi? (Erhan Nalçacı / SOL)

11 Kasım 2022 Cuma

SOL NE YAPTI? (V-VI) - BirGün Politika Kolektifi

 SOL NE YAPTI(V)

Egemenlerin mücadelesi

15 Temmuz solda iki egemen gücün mücadelesi olarak yorumlandı. Sol, sonrasındaki OHAL’e de karşı durdu. 31 Mart 2019 Yerel Seçimleri’nde ve tekrarlanan İstanbul seçimlerinde sol, Cumhur İttifakı’nı geriletmeyi amaçladı.


AKP’nin kurulduğu günden itibaren 17 Aralık 2013’e kadar ortağı olan Fetullahçıların yaptığı 15 Temmuz Darbe Girişimi solda iki egemen gücün mücadelesi olarak görüldü. Ardından ilan edilen OHAL’e karşı CHP’nin düzenlediği miting soldan destek gördü. Bunun yanında HDP ve KP de mitingler gerçekleştirdi.

Meclis muhalefetinin Suriye’ye müdahalede AKP’nin arkasında dizildiği dönemde sol bu operasyonun iktidarın içeride azalan desteğini güçlendirmek için yaptığını söyledi. Aydınlık çevresi bu dönemden itibaren soldan tamamen uzaklaşarak AKP’yle ortak hareket etti.

31 Mart 2019 Yerel Seçimleri de solda önemli gündem başlıklarından oldu. Özellikle HDP’nin aldığı tavır oldukça tartışıldı. İstanbul’daki seçimi YSK’nin yenileme kararı almasının ardından solun büyük çoğunluğu İmamoğlu’na desteğini açıkladı. Abdullah Öcalan ise İstanbul seçimlerinde tarafsızlık çağrısı yaptı. Aydınlık ise adayını çekmeyerek seçime girdi. Bu seçimlerde önemli bir deneyim ise Alper Taş’ın Beyoğlu belediye başkanlığı adaylığıydı.

► 15 TEMMUZ

CHP

CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu "15 Temmuz’un tüm karanlık noktalarını ortaya çıkarmak, o gece devleti sokaktan toplayan milletimize borcumuzdur. 251 şehidimizi de FETÖ’nün devlete sızmasına göz yumanları da asla unutmayacağız" değerlendirmesini yaptı. 2017’de darbe girişiminden 5 gün sonra ilan edilen OHAL'e ilişkin olarak "20 Temmuz sivil darbe tarihidir" ifadelerini kullandı. CHP İstanbul Taksim Meydanı’nda darbeye karşı “Cumhuriyet ve demokrasi” mitingi yaptı. Parti lideri Kemal Kılıçdaroğlu kürsüde 'Taksim Manifestosu' adını verdiği bildiriyi okudu. 7 Ağustos 2016'da ise Kılıçdaroğlu AKP'nin düzenlediği "Demokrasi ve Şehitler" mitingine katıldı.

HDP

HDP, 15 Temmuz Darbe Girişimi’nin ardından 23 Temmuz’da İstanbul’dan başlayarak, İzmir, Tunceli ve Diyarbakır'da “Darbelere hayır, demokrasi hemen” adıyla mitingler düzenlemişti. Demirtaş darbeye de diktaya da karşı olduklarını söyleyerek ülkenin bir yol ayrımında olduğunu savunmuştu. Akan kanın durması için çözümün ve müzakerenin en erdemli yol olduğunu söyleyen Demirtaş, Kürt sorunu çözülmedikçe ülkede her zaman darbe tehdidi olacağını savunmuştu.

EMEP

EMEP, darbe girişiminin hemen ardından “Ne darbe ne tek adam, tek parti diktatörlüğü. Çözüm gerçek demokrasi, çözüm laik demokratik Türkiye” açıklamasını yapmıştı. EMEP, ordu içinden çekirdeğini Fetullahçıların oluşturduğu bir grubun askeri darbe girişimini gerçekleştirdiğini söyledikten sonra bu girişimin püskürtülmesinde darbecilerin uluslararası düzeyde destek bulamamış olmalarının önemli bir etken olduğunu belirtmişti. “Darbe püskürtüldü sıra karşı darbede, ilk adım OHAL” diyerek AKP’nin demokrasiyi askıya aldığına dikkat çeken EMEP, "Halkın tek seçeneği gerçek anlamda laik ve demokratik bir Türkiye’nin kurulmasıdır" diyerek demokrasi için mücadele etme çağrısı yapmıştı.

ÖDP

ÖDP henüz 15 Temmuz gecesinin ilk saatlerinde darbeye karşı tutum bildiren bir açıklama yaptı. Partinin 15 Temmuz’a yönelik ilk açıklamasında FETÖ’cü darbeye karşı dururken, AKP’nin yarattığı islamcı faşizmi yıkacak gücün halk hareketi olduğunu vurgulamıştı. 15 Temmuz’u yaratan sebeplere değinilirken, henüz daha 2010 referandumunda AKP-Cemaat ortaklığının askeri vesayeti bitireceğini iddia edenlere karşı o dönemde ÖDP’nin başını çektiği sol, iki islamcı kliğin devlete sızarak, ülkeyi bir felakete sürükleyeceğini işaret etmişti. Nitekim öyle de oldu. Darbeyi yapan örgütün AKP sayesinde devlete sızmış olması ve iktidarın Erdoğan’ın başkanlığı datyatılarak ülkeyi felakete sürüklemesinin sonucu olarak 15 Temmuz gerçekleşti. Bu durum vurgulandığı için darbeye karşı alınan tutum, AKP’ye bir destek de oluşturmuyordu. ÖDP’nin 15 Temmuz açıklamasının başlığı bu tutumu özetler nitelikteydi: “Ülkemizin Geleceği Tanklarla Darbeyle ve İslamcı Faşizmle Tayin Edilemez”.

KOMÜNİST PARTİ

15 Temmuz’un ardından Komünist Parti Merkez Komitesi “15 Temmuz Darbe Girişimi birbirinden farklı dünya görüşüne sahip odakları değil, aynı sınıfsal temel ve ideolojik yapıya sahip iki, hatta daha fazla devlet hizbini karşı karşıya getirmiştir” değerlendirmesini yapmıştı. KP’nin öncülüğünde 4 Eylül’de İstanbul'da ‘gericiliğe, emperyalizme ve darbecilere karşı' miting yapılmıştı.

PERİNÇEK ÇEVRESİ

Perinçek’e göre eskiden Tayyip Erdoğan, BOP Eşbaşkanı idi, artık BOP’a karşı mücadele ediyordu, Amerikancı darbe de bu nedenle Tayyip Erdoğan’ı hedef almıştı. 24 Temmuz 2015, Türkiye’nin ‘İkinci İstiklâl Savaşı’nın başlangıç günüydü ve artık taarruza geçen Türkiye’ydi. ABD emperyalizminden yanıt, 15 Temmuz darbe girişimiyle gelmişti.

Darbe sonrası ilan edilen sıkıyönetimde yaşanılan hukuksuzlukları ise Perinçek “Bu mu kötü yargı? Bundan daha iyi yargıyı nereden bulacaksınız. Bu yargı Fethullah Terör Örgütü'nü kovuşturunca, soruşturunca hapislere atınca mı kötü oldu?” diyerek savunmuş yargının altın çağını yaşadığını iddia etmişti.

► 31 MART 2019 YEREL SEÇİMLERİ

HDP

31 Mart yerel seçimi hakkında Selahattin Demirtaş şu çağrıyı yapmıştı: "'Faşizme hayır' anlamına gelecek oyunuzu kullanın. Seçim sonuçları, demokrasi ve barışın gelişmesine fırsat sunabilir. Oyunuz bu nedenle çok kıymetlidir. Faşizmi geriletecek, sınırlayacak, zayıflatacak her imkân bize güç verecektir. Sandığa gidin ve bu haysiyetsiz politikalara bir ders verin. Bunlara ders vermek bile, sandığa gitmek için yeterli bir gerekçedir.”

23 Haziran 2019’da tekrarlanan İstanbul seçimleri öncesi HDP’nin hangi tavrı alacağı merak konusuydu. 20 Haziran günü Doç. Dr. Ali Kemal Özcan, İmralı'da görüştüğü Öcalan'ın avukatlarına teslim ettiği mektubu basın mensuplarıyla paylaşmıştı. Bu mektupta Öcalan, tekrarlanacak İstanbul seçimlerinde HDP’ye açık açık tarafsızlık çağrısı yapıyordu. Bu açıklamadan bir gün sonra Demirtaş’ın açıklaması geldi. Demirtaş 31 Mart’a gönderme yaparak HDP’lilerin ‘bu defa bağırlarına taş basmadan’ AKP’ye ve hukuksuzluğa karşı oy kullanması gerektiğini söylüyordu.

EMEP

EMEP, 2019 yerel seçimlerine YSK engeliyle katılamamıştı. Seçim öncesi yaptığı açıklamayla seçimlerin toplumun siyasal gidişata dair sözünü söyleyeceği bir özellik taşıdığını ve kutuplaşmadan sorumlu gördüğü Cumhur İttifakı politikalarına da itirazını göstermiş olacağını vurgulanmıştı. EMEP, İstanbul ve Ankara olmak üzere CHP’nin seçimlerden kazanımla çıkmasında başta HDP olmak üzere emek ve demokrasi güçlerinin oy desteğinin önemli bir etkisi olduğuna dikkat çekmişti. YSK’nin seçim yenileme kararını darbe olarak değerlendiren EMEP, bunun CHP ve seçilmiş Başkan İmamoğlu’nun sorunu değil tüm İstanbul halkının sorunu olduğunu söyleyerek halkın gereken yanıtı vereceğini ilan etmişti. Dersim ve ilçelerinde seçime “Devrimci Güç Birliği” ile HDP çatısında giren EMEP seçimlerde başarısız kalınmasının sebebinin HDP’nin bugüne kadar yaptığı belediyecilik pratiğinin olumsuz etkileri olduğu eleştirisini getirmişti.

TKP

TKP 31 Mart seçimlerine büyükşehirlerde kendi adaylarıyla katılmıştı. İstanbul’da İmamoğlu’nun kazandığı seçimlerin YSK tarafından 6 Mayıs’ta iptal edilmesinin genel oy hakkını gasp etme girişimi olduğunu söyleyen TKP 23 Haziran’da yapılacak seçimlerde tekrar aday göstermedi. Bu hukuksuzluğa karşı doğru tavrın boykot olduğunu belirterek halkı bu tutuma destek vermeye çağırdı. 17 Haziran’da yaptıkları açıklamada TKP’lilerin 23 Haziran’da birçok kişinin huzursuz olduğu ama şu anda sesini çıkarmadığı bu mutabakata mahkûm olunmadığını göstermek, seçimden sonra ortaya çıkacak tehlikeli gelişmelere hazırlanmak, gericiliği meşrulaştırma çabalarına ortak olmamak için sandığa gitmeyeceğini ilan etti.

ÖDP

ÖDP’nin 2019 yerel seçimleri karşısındaki tutumu, iktidarın her yerde geriletilmesi hedefiyle sandığa gidilmesi ve sandık güvenliğinin sağlanabilmesi amacını taşıyordu. Seçime iki burjuva kliğinin mücadelesi olarak bakmak yanlıştı, asıl hedef, AKP’nin her yerde geriletilmesi olmalıydı. Bu sebeple, muhalefet adaylarının seçim sürecindeki tavırları öne sürülerek boykot çağrısı yapılması da öncelikli hedefin ıskalanması anlamına gelecekti.

Beyoğlu’nda Alper Taş’ın adaylığının arkasındaki sebep de yine AKP’yi her yerde geriletme perspektifinin bir parçası olarak doğrudan seçime yönelik bir hamleydi.

PERİNÇEK ÇEVRESİ

CHP’nin İBB adayını açıkladığı toplantıyı Bizans tantanası olarak değerlendiren Perinçek, ‘CHP’nin Bizans Prensliği adayı’ dediği Ekrem İmamoğlu’nu, İstanbul Patriği’ni ziyaret ettiği için Washington’un Bizans imamlığına adaylığını koymakla itham etmişti.

YSK’nin İstanbul seçimini yenileme kararından sonraki süreçte bu karar etrafında ‘ABD, PKK ve FETÖ ile aynı cephede saf tutanları yöneten merkez tarafından’ bir cepheleşme kurma çabası olduğunu iddia etmiş, ‘YSK kararı yasal mı değil mi’ sorusu olmadığını söylemiş ve Vatan Partisi’nin adayını geri çekmemişti.

► SINIR ÖTESİ OPERASYONLAR

ÖDP

ÖDP en başından beri AKP'nin BOP'un parçası olarak ABD'nin sınır ötesindeki emperyalist parçalama politikasının taşeronu olmasına karşı çıkıyordu.

ÖDP’nin; AKP’nin özellikle 2015 sonrasında yoğunlaşan sınır ötesi operasyonlarına yönelik yaklaşımı üç temel itiraz etrafında şekilleniyordu. İlki; ÖDP, Suriye’nin geleceğini Suriye halkının belirlemesi gerektiğini savunuyordu. ÖDP açısından bir ülkedeki iç savaş, istikrarsızlık, dışarıdan müdahaleleri meşrulaştırmazdı; aslolan Suriye halkının iradesiydi.

İkincisi; ÖDP Suriye’ye dönük operasyonların, en başından beri ABD’nin ülke üzerindeki emperyalist müdahalesinden ayrı görmüyordu. AKP’nin o dönemlerde Rusya ile yakınlaşması, operasyon yaptığı bölgelerdeki yönetimlerin ABD ile yakınlığı sebebiyle, AKP’nin ABD karşıtı bir pozisyon aldığını söylemek yanlıştı.Çünkü ABD için aslolan Suriye’nin bölünmesiydi ve bölgede bir TSK varlığı da bu bölünmeyi kalıcılaştırıyordu. Ayrıca operasyonlar hem ülkede hem bölgede cihatçı terörü besliyor ve iki ülkeyi de istikrarsızlaştırıyordu.

Üçüncüsü, ÖDP açısından bu askeri operasyonlar AKP’nin içeride zayıflayan desteğini güçlendirmek ve OHAL bahanesi kullanarak, özellikle seçime yakın dönemlerde ülke içerisinde baskıyı artırmak amaçlıydı. Bu sebeple operasyonlara muhalefetin öyle veya böyle destek vermesi, iktidarın içeride aradığı desteği bulmasına ve baskıyı meşrulaştırmasına sebep oluyordu.

PERİNÇEK ÇEVRESİ

Vatan Partisi ve Doğu Perinçek’e göre 2016 Fırat Kalkanı Harekâtı’nda Türkiye Suriye’ye girmemiş, Amerika’ya girmişti. Çünkü Türkiye’nin milli hedefi Amerika’nın milli hedefiyle uyuşmuyor ve Türkiye olarak ne Fırat’ın batısında ne de doğusunda PKK/PYD’yi kabul etmediğini, Türkiye’nin kendi vatanını savunmak için Amerika’dan izin almayacağını, gerekirse Fırat’ın doğusuna da geçeceğini söylemekteydi.

Perinçek’e göre Türkiye’nin Fırat’ın doğusuna girme kararı ve ABD’nin Suriye’den çekilmesi, gemi tartışmasını sonlandırmıştı. Vatan Partisi, Tayyip Erdoğan ve her partiden bütün vatanseverler aynı gemideler. ABD projelerinde samimiyetle veya samimiyetsiz olarak görev üstlenenler ise, ‘ABD gemisindelerdi’. O gemileri batıyordu.

Perinçek İdlib Operasyonu’nun da Batı Asya ülkelerinin ve Türkiye’nin toprak bütünlüğü açısından olağanüstü önem taşıdığını iddia etmişti.

Bu vatan savaşının vatan bütünlüğü kazandırdığı, milleti birleştirdiği, köylere kentlere huzur getirdiğini, savaşa hayır diyenlerin ise vatan bütünlüğüne, yurtta barışa hayır dediklerini iddia etmişti. “Açılım, Kürt sorununun çözümünü ABD ordusuna bırakmaktır, PKK’ya alan açmaktır, İkinci İsrail devletine açılmaktır. Pençe ise, ABD çözümüne amansız darbedir” diyerek Pençe Operasyonu’na da kayıtsız şartsız destek vermişti.

EMEP

EMEP, AKP’nin Kürt korkusu ve emperyalist emellerle Suriye’ye operasyon düzenlediğini ifade etmiş ve bütün sınır ötesi operasyonlara karşı durmuştur. EMEP’e göre Suriye’deki Kürt unsurların Türkiye’ye karşı bir düşmanca tavrı olmamıştır, oraya yönelik müdahale bölge halkları arasındaki barışı hedef almaktadır.

EMEP’e göre AKP’nin Suriye politikaları bölgede yaşayan halklara acı ve ölümden başka bir şey kazandırmamıştı. “Hükümetin Kürt korkusunun sonuçları hem Suriye sınırları içinde bir kaos hem içerde bir yıkım olmuştur. Türkiye Suriye’den elini çekmeli, silahlı çeteleri desteklemekten vazgeçmeli ve emperyalist güçlerle bölgeyi kan gölüne çevirmeye devam edecek anlaşmalara girmemelidir.”

EMEP’e göre Suriye’ye operasyonların devamı, ülke içinde OHAL rejiminin devamı demekti: “…AKP’nin Suriye’ye asker sokması, İttihat ve Terakki Hükümeti’nin Almanya gemileri ile Rusya limanlarını bombalamasına benzemektedir. Birinci Dünya Savaşı’na bodoslama giren İttihatçılar gibi AKP Hükümeti de Ortadoğu Bataklığı’na girmiştir. Suriye’de savaşa girişilmesi, ülke içinde OHAL Rejimi’nin devamı demektir. Ortadoğu bataklığına girmenin sonuçlarından sadece AKP değil savaş tezkeresine onay verenler de sorumlu olacaktır. yurtdışındaki bütün asker ve silahlarını geri çekmeli, komşuları ile barış ve dostluğa dayalı ilişkiler geliştirmek için hemen harekete geçmeli ve içerde de OHAL rejimine derhal son vermelidir.”

(Fotoğraf:15 Temmuz Darbe Girişimi AKP ve cemaat arasındaki iç çekişmenin yansımasıydı. (Fotoğraf: AA)

                                                                                     /././

SOL NE YAPTI(VI)

AKP ve ardıllarına karşı sol anahtar: Emek ve laiklik

Neoliberal-otoriter ve İslamcı-milliyetçi bir siyasete karşı sol bir anlayışla verilecek mücadele merkezine emek, laiklik ve antiemperyalizm kavramlarını almak zorunda.


AKP’nin 20 yıldır süren iktidarı boyunca sol ne yaptı sorusuna kuşkusuz ki gazetenin sınırlı sayfa sayısı ve olanakları ile yanıt verilemez.

Ama en genel hatlarıyla ülkenin içine girdiği kırılma anlarında solun tavrı ve sürece etkisini bir kez daha hatırlatmak istedik. Kuşkusuz AKP’li yıllarda sol yapıların eksikleri, yanlışları oldu. Ama alt çizilmeli ki özellikle sol-sosyalist yapıları ezici bölümü kesintisiz ve taviz vermeden AKP’nin karşısında durdu.

Bugün toplumun içinde yaşadığı ve sorun alanı olarak karşımıza çıkan her başlıkla ilgili bu yapıların çağrıları ve mücadelesi gazete sayfalarında duruyor.

Yürütülen kampanyalar, yapılan eylemler AKP’nin gerçek yüzünün ortaya çıkması açısından çok önemliydi. Bugün ülke bütünüyle bu piyasacı bir İslamcı partiye teslim olmamış ve hâlâ kurtuluştan söz edilebiliyorsa aslan payı hiç kuşku yok ki 20 yıldır mücadele edenlerindir.

AKP’nin sadece emek alanına dair politikaları değil, kadın, gençlik, ekoloji, savaş nerede yıkım varsa orada ilk mücadeleyi başlatan da ülkenin solcuları, ilericileri devrimcileri oldu. Bir anlamda AKP’li yıllar aynı zamanda ülkenin ilerici, demokrat, devrimci güçlerin Erdoğan karşısında verdiği mücadelenin de tarihidir.

Sol yapılarda (diğer siyasi güçlerden farklı olarak) ortak mücadele, ayrışma ya da farklı tutum alma meselesi temelde siyasi bir tercih olarak çıkar. Siyasi değerlendirmeler ayrılığın ya da bir arada olmanın gerekçesidir. Yazı dizisi boyunca ortaya çıkan fotoğrafta bu durumu teyit eden nitelikte oldu.

AKP TURNUSOL OLDU

28 Şubat muhtırasıyla başlayan ve AKP’li iktidar yıllarıyla devam eden süreç aynı zamanda ülkedeki sol yapılar için de turnusol oldu. 28 Şubat’ın değerlendirilmesi AKP’ye siyasal İslam’a bakış, başta Ortadoğu olmak üzere bölgede gelişmeleri değerlendirme ya da AB ve ABD ile kurulan ilişki bu dönem boyunca sol yapıların karşısına çıkan önemli sınavlar oldu.

AKP hem 12 Eylül 1980 darbesinin ürünü hem de 24 Ocak kararlarıyla Türkiye’de inşa edilmeye başlayan neoliberal kapitalist sistemin tamamlayıcısı. Öyle ki neoliberal kapitalizmin 90 yıllardan itibaren yaşadığı ve tüm o sürece damgasını vuran, 2001 kriziyle pik yapan uzun süredir devam eden hegemonya mücadelesine son veren siyasi aktördü. AKP’nin tek başına iktidar olması yıllardır süren koalisyon hükümetlerinde karar ve uygulama süreçlerinde yaşanan sıkıntıların aşılması da demekti.

AKP’nin tek başına iktidara gelmesinin nedenleri bu yazının kapsamı dışında ama bu nedenlerden birinin solun alternatif güç olarak kendini toplumsal kesimlere sunamamış olması bizim dosyamızla ilişkili. 12 Eylül darbesiyle birlikte solun toplumla olan bağı tahrip edilmiş, solun boşalttığı alana, yoksul mahallelere tarikatlar, çeteler sokulmuş, liberal-muhafazakâr siyaset hâkim kılınmıştı. Keza Refah Partisi gibi İslamcı bir parti de devrimcilerin el çektirildiği yoksul mahallelerde filizlenmiş, AKP de bu ilişkilerin bir sonucu olarak kendisine taban bulmuştu. Bu koşullarda solun kendisini iktidar alternatifi olarak sunması zorlaşmıştı. Bununla birlikte Sovyetler Birliği’nin yıkılmasının ardından sol içerisine sirayet eden kimlikçi yaklaşımın da solun emek eksenli siyasetinin geri planda kalmasına, sosyalist-sol içinde de bu tartışmaların anlaşmazlık ve ayrışmalarla sonuçlanmasıyla solun gücü, birliği ve enerjisi absorbe edilmişti.

90’lı yıllardaki sürekli ekonomik ve siyasi kriz ortamının yarattığı toplumsal hoşnutsuzluk kendisini eylem ve direnişlerde çeşitli biçimlerde (89 Bahar Eylemlilikleri, Büyük Madenci yürüyüşü, Sürekli Aydınlık için Bir Dakika Karanlık Eylemleri, Susurluk Protestoları, 17 Haziran 1995 Kamu emekçilerin Ankara eylemini hatırlayım) sokağa yansıtmıştı. Ama bu tepkinin sol-sosyalist partilerde bütünleşmesi sınırlı olmuştu. Sol kendisini iktidar alternatifi olarak yeterince gösterememiş ve toplumsal hoşnutsuzluk 99 seçimlerinde sol-sosyalistlerde değil merkez partilerde parçalı bir şekilde kendisini göstermişti. Kimlik tartışmalarının etkisini gösterdiği sosyalist solun kendi iç çekişmelerinin de etkisiyle 99 seçimlerinde yaşadığı başarısızlık 2002 seçimlerinde aynı şekilde devam edecekti. Oysa neoliberal kapitalizmin toplumsal kesimler üzerinde yarattığı yoksullaşma, mülksüzleştirme ve güvencesizliği 90’lı yılların sonu ve 2000’lerin başında Güney Amerika’da önce isyan sonra da sol bir dalgayla sokaktan sandığa kadar uzanmıştı. Türkiye solunda 90’lı yıllardan itibaren billurlaşan kimlik siyasetinin yarattığı tartışma ve egemen renk olma hali emek eksenli bakışın dönüşümünü de beraberinde getirmişti.

TEMEL HAT PROBLEMİ

2002 seçimleri de solun iç çekişmelerle birlik olamadığı ve emek eksenli siyaseti hakim kılamadığı bir seçim olarak Türkiye solunun tarihine geçti. Türkiye solunda AKP öncesine dair kısa parantezi kapatıktan sonra AKP’nin siyasetinin köşe taşlarına değinelim. AKP neoliberal-muhafazakar-otoriter ve aynı zamanda popülist bir siyaset tarzı üzerinden kitleler üzerinde etkili olabilmiş ve hegemonya kurabilmişti.

Sol-sosyalistlerin sınıf-emek eksenli siyaset anlayışı AKP’nin bu hegemonyasının bir parçası olmalarının önüne geçen en önemli unsurdur. Siyasetini üretim ilişkileri ve toplumsal ilişkileri Türkiye koşullarına göre analiz eden sosyalist sol AKP’nin popülist siyasetinin çemberinin dışında kaldı. Türkiye siyasetini ve devlet-toplum ilişkilerini Galip Yalman’ın çok yerinde bir tabiriyle muhalif ama hegemonik bir söylemle okuyarak Türkiye solunu da bu eksene çekmeye çalışan kimlikçi, “sol” liberal bakış açısı ise popülist siyasetinin çemberiyle birçok kez kesişmişti. Osmanlı Devletinden itibaren yüzyıllardır, halktan kopuk, halkın taleplerine kulağını tıkayan, sınıfsal ilişkilerden azade, merkeziyetçi, devlet imgesinin karşısına birçok farklı etnik-kültürel unsuru ve özellikle muhafazakâr-mütedeyyin toplumu içerisinde barındıran hiçbir zaman iktidar olamamış sivil toplumu koyan bir siyaset anlayışıydı. AKP’nin de kimsesizlerin sesi söylemiyle ortaklaşacaktı bu siyasi perspektif. Bu anlayışın sonucu çoğunluğu mütedeyyin olduğu sorgusuz sualsiz kabul edilen halkın içinden çıkan ve sınıf kimlikleri, emeğe yaklaşımları kulak arkası edilerek, “halkın esas adamları” İslamcı-muhafazakâr parti ve siyasilerden Medine Sözleşmesine atıfta bulunarak çoğulculuk-demokrasi, hak ve özgürlükler beklemek olacaktı tabii.

Aslında AKP’ye destek veren liberal ya da sol liberalleri kandırılmış, saf ya da kötülük abidesi görüp mahkûm etmek tek başına yeterli değil. Bu desteğe sebep verecek Türkiye ve Dünya siyaseti okumasının üstündeki örtüyü kaldırmak önemli. Ancak bu okumayla AKP’yle ortaklaşmak, birlikte bir siyasi ajanda çıkarmak mümkün olabilir. Türkiye solu içerisinde kimlikçi, toplumsal sınıfları göz ardı eden elitçi-seçkinci karşısında mütedeyyin halk kesimleri okumasının karşısında üretim ve toplumsal ilişkileri öne çıkartan emek eksenli bir siyaset okumasını hakim anlayış haline getirmek AKP iktidarına, Erdoğansız AKP iktidarına ve AKP sonrası restorasyon hükümetleriyle siyaset ajandası bakımından ortaklaşmanın ve Yeni-AKP rejimlerinin önüne geçecektir. Sosyalist sol kendi dünya görüşünü, siyasi ajandasını, sosyalist söylem ve pratiğini önce Türkiye solunun genelinde egemen kıldığı ve kamucu-laik-demokratik ve devrimci bir iktidar hedefini önüne koyduğu ölçüde Türkiye siyasetinde alternatif olabilecektir.

UZLAŞMAYI REDDETMEK

AKP’yle, solun ajandasının birleştiği noktalarda, AKP solu kendi söylemine ve siyaset çerçevesine sokarak absorbe etmiş ve solu geniş toplumsal kesimlerden de meşruiyet kazanmak için kullanmıştı. Keza, AKP yürüttüğü savaş politikalarında da bu sefer de etrafına “yerli ve milli sol”u alarak meşruiyetini sürdürmüştü. AKP hegemonyasının kurulmasında etkin olan ekonomi modelinin dışında, “sol”da yürüttüğü bu manevralar da etkili olmuştu. Oysa AKP kurulduğu andan şu ana kadar muhafazakar-otoriter ve neoliberal siyasetinden ödün vermemiş, emperyalizme karşı bir duruş içine girmemişti. İktidarını sağlamlaştırdığı oranda durumlarda muhafazakârlığın, otoriterliğin, İslamcı tahayyülünü dozunu artırabilirken bunu popülizm siyasetiyle dengeleyebiliyordu. Ama genel olarak baktığımızda AKP dayandığı sacayaklarında değişiklik yapmadı. Ona rengini veren muhafazakârlık otoriterlik ve neoliberalizm her zaman mevcut oldu.

2013’teki Gezi İsyanı da sola neoliberal-otoriter ve İslamcı iktidar karşısında kamuculuk, emek, özgürlük ve laiklik ekseninde bir siyasetin başarılı olabileceğini hatırlattı. Gezi AKP’nin inşa ettiği neoliberal-otoriter ve İslamcı hegemonya karşısında emek, kamuculuk, özgürlük ve laiklik anlayışına dayalı bir karşı hegemonya kurması sol içerisinde AKP’yle ortak bir siyasi ajandası olan çevrelerin söylemlerine de etki etti. Solun genelinde Gezi’nin temelini oluşturan bu siyasi anlayış belirleyici oldu. Gezi, İslamcılardan demokrasi, özgürlük ve çoğulculuk bekleyen solcuların da sol içinde hegemonyasının sonu oldu. Geziden sonra 2015 seçimlerinde, 2017 Anayasa Referandumunda 2019 Seçimlerinde ve dosyamızda bahsettiğimiz kritik dönemeçlerde solun genelinde emek, kamuculuk, özgürlük ve laiklik anlayışının hakim olması AKP karşısında tavizsiz ve uzlaşmasız, ortak keseni olmayan bir siyaseti mümkün kılmıştı.

Sosyalist solu bırakın, genel olarak solu sol yapan değerlerin muhafazakârlık otoriterlik ve neoliberalizmi kendine kılavuz eden siyasi ajandayla kesişmesi mümkün olmamalı. AKP sonrası siyaset için de sosyalist sol bu anlayışla uzlaşmayacağı bir perspektifi solda egemen kılmalıdır. Sosyalist sol emek, sınıf, antiemperyalizm, laiklik kavramlarını merkezine koyup buradan bir siyaset ürettiği sürece neoliberal-otoriter ve İslamcı ya da milliyetçi bir siyasetle ortak bir zeminde buluşmayacaktır.

BİTTİ

Fotoğraf: Depo Photos

BirGün Politika Kolektifi