30 Kasım 2022 Çarşamba

BELLEK - 30 KASIM -

 


 10 OLAY: 

  • 1925 - Selahiyetsiz sarık ve ruhani kıyafet taşıyanların cezalandırılmasına ilişkin kanun çıktı.

  • 1925- Tekke ve zaviyelerin kapatılmasına ilişkin kanun kabul edildi. Salahiyetsiz sarık ve ruhani kıyafet taşıyanların cezalandırılmasına ilişkin kanun çıktı.
  • “Tekke, zaviye ve türbelerin kapatılması”, 30 Kasım 1925 tarihinde kabul edilip 13 Aralık 1925 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren 677 sayılı kanun ile hayata geçmiştir. Konya milletvekili   Refik Bey (Koraltan) ve beş arkadaşının önerisiyle meclise sunulup kabul edilen Tekke ve Zaviyeler ile Türbelerin Seddine ve Türbedarlar ile Bazı Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun; bütün tarikatlarla birlikte şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik, seyitlik, çelebilik, babalık, emirlik, halifelik, falcılık, büyücülük, üfürükçülük, gaipten haber vermek ve murada kavuşturmak amacıyla muskacılık gibi, eylem, unvan ve sıfatların kullanılmasını, bunlara ait hizmetlerin yapılmasını ve bu unvanlarla ilgili elbise giyilmesini de yasaklamıştır. Ayrıca yasa ile Türkiye Cumhuriyeti içinde padişahlara ait ya da bir tarikata çıkar sağlamaya yönelik tüm türbeler kapatılmış, türbedarlıklar kaldırılmıştır. Yasaya aykırı davrananlara para ve hapis cezası getirilmiştir. Yasa, 1982 anayasasında "İnkılap kanunları" (anayasanın 174. maddesine göre anayasaya aykırılığı iddia edilip iptal edilemeyecek kanun) arasında kabul edilerek koruma altına alınmıştır. Yasanın çıkmasında, Doğu Anadolu bölgesinde gerçekleşen Şeyh Sait İsyanı'nın hızlandırıcı rolü oldu. Bu gelişme, tekke ve zaviyelerin kapatılmasına dair kanunun çıkışı hızlandırdı. Ankara İstiklal mahkemesi de tekke ve zaviyelerin kapatılması için hükûmete başvuru yaptığı gibi Konya milletvekili Refik Bey ve arkadaşları bu konuda bir yasa önergesi hazırlayıp Meclise verdiler. Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal, 30 Ağustos 1925'teki Kastamonu söylevinde "Ölülerden medet ummak, medeni bir cemiyet için, şindir (lekedir)  Efendiler ve ey millet, biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler ve mensuplar memleketi olamaz. En doğru en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır." sözleriyle tüm yurtta tekke ve zaviyelerin kapatılacağının işaretini verdi. Cumhurbaşkanı Ankara’ya döner dönmez bu konuda bir hükûmet kararnamesi yayımlandı. 2 Eylül 1925 tarihli kararname ile tekke ve zaviyelerin kapatılması kararı alındı. Ceza yaptırımı içeren yasanın çıkması, Refik Bey ve arkadaşlarının hazırladığı 677 sayılı yasa önerisinin 30 Kasım 1925 günü mecliste tartışılması sonucu yürürlüğe girdi.677 sayılı yasa, önce 1950 yılında çıkan 5566/1 numaralı yasa daha sonra 1990 yılında çıkan 3612/5 sayılı yasa ile değişikliğe uğradı. Yasa değişikliği konusu, ilk defa 1947'de CHP'nin VII. Kurultayı'nda gündeme geldi. Kurultayda programın milliyetçilik maddesine ilişkin söz alan Hamdullah Suphi Tanrıöver, gençlere milliyet duygusunun verilmesi için türbelerin tamir edilmesini, açılmasını önerdi. Kanun değişikliği içeren yasa tasarısı, 21 Ocak 1950'de başbakan Şemsettin Günaltay  tarafından meclise sunuldu; geniş bir mutabakatla 5 Mart 1950'de yasalaştı. Yeni yasa, türbelerin bir bölümünün Millî Eğitim Bakanlığı onayı ile açılmasına olanak sağladı. İlk olarak İstanbul'da Koca Mustafa Reşit Paşa türbesi, ardından Gazi Osman Paşa türbesi açıldı. Bunu Barbaros Hayreddin Paşa türbesi, Osmanlı sultanlarından Kanuni Sultan Süleyman ve Yavuz Sultan Selim'in, Bursa'da Osman Gazi ve Orhan Gazi'nin türbelerinin ve Yeşil Türbe'nin açılışı izledi. Mimar Sinan'ın, Fatih Sultan Mehmet'in türbesi, içinde Sultan Abdülaziz ve II. Abdülhamid'in de yatmakta oldukları II. Mahmut Türbesi, Bolayır’da Şehzade Gazi Süleyman Paşa, Kırşehir’de Âşık Paşa, Konya’da Selçuklu sultanları, Akşehir’de Nasreddin Hoca türbeleri ilk partide açılan türbelerdendir. 1990’da çıkan yasa ise türbelerin açılması için Bakanlar Kurulu onayının alınması şartını ortadan kaldırdı; Kültür Bakanlığı’nın onayı yeterli görüldü. Siyasilerin tarikat mensupları ile ilişki kurması sonucu tarikatların itibar kazanması ile yasa uygulanmaz duruma geldi. Tarikatlar, yasaklı olmalarına rağmen etkinliklerini sürdürebilmektedirler.

  • 1931 - İktisadi Buhran Vergisi Kanunu kabul edildi.
  • İktisadi Buhran Vergisi Kanunu  ( Reamî Gazete İle neşir ve ilâm: 1/XII/İ931 – Sayı : 1964) No. Kabul tarihi 1890 30 – XI – 1931 
  • BİRİNCİ MADDE “Umumî, hususî ve mülhak bütçeler ve belediye bütçelerile idare edilen daire ve müesseseler ve hakikî veya hükmî şahıslar nezdinde veya onlara merbut olarak maaş, tahsisat, ücret, yevmiye, hakkı huzur, aidat ve ihtisas zammı ve bilûmum ikramiyeler veya her hangi bir nam ile olursa olsun bir bedel veya ayın mukabilinde çalıdan şahısların istihkakları ve şirket ve müesseselerin esas mukavelenameleri, nizamnameleri veya heyeti umumiye kararlan mucibince meclisi idarelerinde bulunanlara verilen temettü ile ikramiyeler ve hizmet mukabili verilecek tazminat ve ihbariye A e ayni mahiyetteki tediyeler bu kanun mucibince vergiye tâbidir. 
  • İKİNCİ MADDE Bu verginin istisnaları şunlardır: A) 8 haziran 1930 tarih ve 1683 numaralı askerî \e mülkî tekaüt kanunundan evvelki kanun ve hükümlere göre kendilerine maaş tahsis olunan mütekait, yetim ve dullar, E) Harp malüllerine Devlet bütçesinden yapılan tediyat, C) Hidematı vataniye tertibinden maaş alanlar, D) Bir ay zarfında maaş, ücret, yevmiye namı]e aldıkları mebaliğ 30 lira ve ondan aşağı olanlar (Ankara şehri için bu had 60 liradır), E) Ziraî işlerde müstahdem işçiler ve rençperler, F) Bir yere merbut ol umara k çalışan serbest işçiler, (T) Harcırah ve harcırah yevmiyelerinin tamamile mesken bedellerinin 30 liraya kadar olan kısmi (mesken bedelleri, bu kanunun neşrinden evvel 193] senesinde mevcut olan bedellerdir), H) Kamın ve nizamlara göre veya her hangi bir \v/.\ un sakatlanmasına mukabil veyahut mahkeme; kararile verilen tazminatlar. 
  • ÜÇÜNCÜ MADDE Yergi, aşağıda yazılı nisbetler üzerinden alınır: 150 liraya kadar yüzde 10 151 liradan 350 liraya kadar olan kısım için 351 liradan 600 liraya kadar olan kısım için 601 liradan yukarı ulan kısım için 
  • DÖRDÜNCÜ MADDE Bu vergiye tâbi istihkakları 150 liraya kadar ( 150 lira dahil) olan şahısların aldıkları mebaliğden yalnız 30 lirası tenzil edildikten sonra mütebakisi üzerinden yüzde 10 vergi alınır ( Ankara şehri hakkında dahi hüküm böyledir) Bir tahakkuk bordrosile yapılan tediyelerde vergi nisbeti – istihkaklar muhtelif unvanlarla olsa da – tediye yekûnu üzerinden hesap olunur. Muhtelif cihetlerden istihkakı olupta yekûnu 150 liradan aşağı olan mebaliğin valnız birisi 30 liralık tenzilât haddinden istifade eder. Muhtelif istihkakların beheri 30 liradan aşağı olupta mecmuu 30 lirayı tecavüz ederse bu tenzilât yekûn üzerinden yapılır. İstihkakları mecmuu 150 lirayı geçen şahısların aldıkları mebaliğden tenzilât yapılmaz. Maaş, tahsisat, ücret ve yevmiyelerin vergisi tediye tarzına bakılmaksızın aylık olarak ve ikramiye, tazminat ve temettü gibi istihkakların vergisi de tediyeleri zamanında ayrıca yekûnları üzerinden tahakkuk ettirilir. Ayniyat ve ecnebi parasüe yapılan tedivat yedinci maddedeki tediye gününün piyasa rayicine göre kıymetlendirilir. 
  • BEŞİNCİ MADDE Bu kanun mucibince hizmet erbabına tarhedilecek vergiler, mülhak ve hususî bütçelerle belediye bütçelerinde, masarif meyanında gösterilemez. Tediye edilmiş sermayesinin en az nısfı Devlete ait olan müesseselerle sermayeye verilecek faiz; \eya temettüü Devletin teminatı altında bulunan bilûmum müesseseler, müntesipleri için bu vergiye mukabil verecekleri mebaliği, umum masrafları meyanına ithal edemezler. 
  • ALTINCl MADDE İstihkaklarım umumî bütçeden alanlara ait vergi tevkifatı muhasebe! umumiye kanununun 43 üncü maddesi mucibince toptan icra edilir. Munzam hizmetleri dolayısile istihkakları olanların bu istihkakları ile maaşı aslilerine tekabül eden vergi farkı bu kanundaki nisbetlere göre mahallerinee tahakkuk ettirilip tahsil olunur. Mülhak ve hususî bütçelerden \e belediye bütçelerinden tedi\e olunan istihkaklara ait vergi, bu idareler muhasebeeileıi tarafından tevkif ve bir hafta zarfında mal sandığına teslim olunur. Tevkifatı muayen olan zamanlarda yapmıyan veya vergiyi zamanında mal .sandıklarına teslim etmiyen âmiri italarla muhasiplerden müştereken vergi yüzde 10 zam ile tahsil olunur ve haklarında ayrıca kanunî takibat yapılır. 
  • YEDİNCİ MADDE Altıncı madde yapmıyan veya yergiyi zamanında mal edenler tarafından taallûk ettiği aydan sonra gelen ayın on beşinci günü akşamın kadar esamiyi muhtevi bir bordro ile mahallinin varidat tahakkuk idaresine bildirilir ve mukabilinde pulsuz bir makbuz verilir. Bu bordrolarda vergiye tâbi olan veya olmıyan bilûmum istihkaklar gösterilir. Şu kadar ki meskenlerde aileler hizmetinde bulunanlar için istihdam edenler tarafından bordro verilmesi mecburî değildir. Bu müstahdemlerden mükellef olanlar şahsan ve pulsuz bir beyanname verirler. Bu suretle bildirilen tahakkukat yekûnunun ayın yirmi beşinci günü akşamına kadar tedivesi mecburidir. İkramiye, tazminat ve temettü gibi istihkakların vergisi tediye zamanında tevkif ve on gün içinde ödenir. Bordroyu vaktinde vermiş olupta tediyatı vaktinde ifa etmiyenlerin tediyeye mecbur oldukları miktarlar yüzde on zam ile tahsil olunur. 
  • SEKİZİNCİ MADDE Aylık bordroları vaktinde vermiyenlerin istihdam ettikleri şahıslara ve beyauname vermiyenlere ait istihkaklar ve bunlara isabet eden vergi miktarları resen takdir ve tarh ve bir misil zam ile ve tekerrür halinde iki misil zam ile tahsil olunur. 
  • DOKUZUNCU MADDE Aylık bordrolarda veya beyannamelerde istihkaklar noksan gösterilir veya ketmedilirse vergi resen takdir ve tarh ve üç misil zam ile tahsil olunur. Tekerrür halinde başkaca > irmi beş liradan aşağı olmamak üzere istihdam edene ağır para cezası hükmolunur. 
  • ONUNCU MADDE 7, 8 ve 9 uncu maddelerde yazılı bordro vermekle mükellef eşhasa ait zamlar istihdam edenlere ait olup bunların istihdam edilenlere rücu hakkı yoktur. 
  • ON BİRİNCİ MADDE Bu kanun mucibince icra olunacak resen takdir ve tarhlarda ve buna karşı kanunî yollara müracaatta ve verginin ve zamların tahsilinde ve sair meskut bırakılan hususlarda kazanç vergisi kanununun hükümleri dairesinde muamele olunur. 
  • ON İKİNCİ MADDE Bu kanun 1 kânunuevvel 1931 tarihinden muteberdir. MUVAKKAT MADDE Bu kanunun meriyete girdiği tarihten evvel tahakkuk ettiği halde tesviyesi bu tarihten sonra ya]ulan maaş, ücret ve yevmiyeler vergiye tâbi değildir. İkramiye, tazminat temettü ve saire gibi mukannen olmıyan istihkaklardan meriyet tarihinden sonra tediye edilenler – bu tarihten evvel tahakkuk etmiş olsalar dahi – vergiye tabidirler. 
  • ON ÜÇÜNCÜ MADDE 13u kanunun hükümlerini icraya İcra Vekilleri Heyeti memurdur. 30 teşrinisani 1931 Cumhuriyet Reisliğine yazılan tezkerenin tarih ve numarası : 30 – XI – 1931 ve 1/174 Bu kanunun neşir ve ilânının Başvekilliğe bildirildiğine dair Cumhuriyet Reisliğinden gelen teskerenin tarih ve numarası : 30 – XI – 1931 ve 1/623 Bu kanunun müzakerelerini gösteren zabıtların Cilt Sayfa cilt ve sayfa numaraları : 4 21,52,79:97
    Kaynak Linki : https://hukukbook.com/iktisadi-buhran-vergisi-kanunu/

  • 1967- Güney Yemen Halk Cumhuriyeti kuruldu. 128 yıldır hüküm süren İngiltere’nin Yemen’den çekilmesinin ardından Ulusal Kurtuluş Cephesi “Güney Yemen Halk Cumhuriyeti”ni ilan etti.
  • 1973 - Çukurova Üniversitesi kuruldu.
  • 1974 - Dicle Üniversitesi kuruldu.
  • 1987- Demokratik Sol Parti lideri Bülent Ecevit ve eşi Rahşan Ecevit faal siyasetten çekildiklerini açıkladılar.
  • 1990- Zonguldak maden işçileri greve çıktılar. 48 bin işçinin grevi çeşitli siyasi partiler, meslek kuruluşları ve kitle örgütlerinin desteğiyle başladı. Zonguldak Genel Maden-İş Sendikası önünde Başkan Şemsi Denizer’in konuşmasının ardından Karadon ve diğer ocak ağızlarına yürüyen işçiler polis barikatlarına rağmen gün boyu mitinglere katıldı. Zonguldaklılar ilk günden itibaren greve aktif bir şekilde katıldılar. Zonguldak kömür işçileriyle aynı gün Maden Tetkik Arama’nın 12 şehirdeki Bölge Müdürlükleri ile bağlı işyerlerinde Genel Maden-İş üyesi 6 bine yakın işçi de greve başladı. Genel Maden-İş üyesi Zonguldak kömür madeni işçilerinin grevine destek için TKİ’ye bağlı 13 işyerinde çalışan Türkiye Maden-İş üyesi 28 bin 500 işçi üretimi yavaşlattı. 10 bin 500 SEKA işçisi de öğle yemeği yemedi ve vardiya çıkışlarında alkışlı protesto yaptı.
  • 1993- 6 Kasım 1992’de kurulan Sosyalist Türkiye Partisi (STP), programında “Anayasa ve Siyasi Partiler Yasası’nın bölücülüğü yasaklayan maddelerine aykırılıklar bulunduğu” gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’nce kapatıldı. STP’nin yerine 13 Eylül 1993’de kurulan Sosyalist İktidar Partisi (SİP) 11 Kasım 2001’de Komünist Parti ile birleşerek Türkiye Komünist Partisi (TKP) adını aldı.

  • 2007 – İstanbul-Isparta seferini yapmakta olan, Atlasjet Havayolları’na ait 4203 sefer sayılı,MD-83 tipi yolcu uçağı, Isparta’nın Çukurören ve Kılıç köyleri arasında kalan Türbetepe mevkiinde  düştü. Uçakta bulunan, 50 yolcu ve 7 mürettebattan kurtulan olmadı.
  • ‘Toryum beyinler’ Isparta’da öldürüldü. Isparta’da 30 Kasım 2007’de meydana gelen uçak kazasında kaybettiğimiz bilim insanları, Türkiye’nin toryum zenginliğini ortaya çıkaracak çok önemli bir proje üzerinde çalışıyorlardı. Geçtiğimiz hafta yıldönümü olan kaza ile ilgili sis perdesi halen aralanamadı. Bu değerli beyinlerin yaptıkları çalışmalar ve kaza sırasında yanlarında olan özel eşyaları ise halen kayıp...(https://www.yeniasir.com.tr/yasam/2020/12/07/toryum-beyinler-ispartada-olduruldu)


 10 DOĞUM: 

1508 - Andrea Palladio, İtalyan mimar (ö. 1580)

1825 - William-Adolphe Bouguereau, Fransız ressam (ö. 1905)


 10 ÖLÜM: 

1900- İrlandalı aykırı yazar Oscar Wilde, Paris’te bir otel odasında, duvar kağıdına ”birimiz gitmeli” yazarak intihar etti.

1939 - Béla Kun, Macar komünist politikacı (d. 1886

Béla Kun Yahudi kökenli bir aileden geliyordu. 1906 yılında soyadını Macarca biçimi olan "Kun" şeklinde değiştirdi. Klausenburg Üniversitesi'nde eğitim gördü ve üniversitede sosyalistlerle ilişkiye geçti. 1914'te Budapeşte'ye gitti ve burada sosyalist bir gazete yayınlamaya başladı. I. Dünya Savaşı  sırasında Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ordusunda görev yaptı ve 1916'da Ruslar tarafından esir alındı. Esirliği sırasında bulunduğu Rusya'da Bolşevikler'in taraftarı oldu. Ekim Devrimi'nden sonra serbest kaldı. 1918 Aralık ayında oradaki komünist devrime katılmak üzere Macaristan'a gitti. Mihály Károlyi hükûmeti tarafından tutuklandı, ancak savaşı izleyen işçi ayaklanmaları sonrasında 21 Mart 1919'da serbest bırakıldı. Macar Sovyet Devrimi'ne katıldı ve sosyalist ve komünistlerden oluşan hükûmette yönetici görevi aldı. Bu hükûmet bankaları, büyük tarım ve sanayi işletmelerini devletleştirdiğini duyurdu. Devrimi Slovakya'ya yayma çabasındaki Macar Kızıl Ordusu'nun İtilaf Devletleri tarafından durdurulması ve sonrasında Çek ve Rumen birliklerinin müdahalesi sonucu devrim yenildi ve Kun'un yönetimindeki hükûmet 1 Ağustos 1919'da düştü. Kun önce Avusturya'ya, sonra da Sovyetler Birliği'ne kaçtı. Orada Komintern çalışmalarında aktif görevler aldı. 1921 yılında Almanya'daki başarısız Mart Ayaklanmalarına katıldı. 1928'de tekrar Viyana'ya döndü ve Macaristan'da yeni bir devrimci örgütlenme yaratmaya çalıştı. 1930'ların sonundaki Büyük Tasfiye sırasında, Troçkist  olmakla suçlandı ve 28 Haziran 1937'de tutuklandı. Sovyetler Birliği'nin çöküşünden ve sonrasında bazı arşivlerin açılmasından yalnızca bir süre sonra Kun'un kaderi kamuoyuna açıklandı: Kısa bir hapis ve sorgulamadan sonra, Kun'un bir " karşı devrimci terör örgütüne bağlı olduğu sonucuna varıldı. " Kun suçlu bulundu ve bu kısa gizli duruşmanın sonunda ölüm cezasına çarptırıldı. Ceza, aynı gün Kommunarka atış alanında infaz edildi. Kun, 1956'da Stalinizasyondan kurtulma sürecinin bir parçası olarak siyasi olarak rehabilite edildiğinde, Sovyet Komünist Partisi Macar muadiline Kun'un 30 Kasım 1939'da hapishanede öldüğünü söyledi. 1989'da Sovyet hükûmeti Kun'un Gulag'da bundan bir yıldan fazla bir süre önce 29 Ağustos 1938'de idam edildiğini duyurdu.

1945- Mehmet Ali Ayni (d. 25 Şubat 1868 (25 Zilkade 1285) Serfiçe, Manastır - ö. 30 Kasım 1945),  Türk bürokrat. Ailesi aslen Konyalıdır. Serfiçe Sıbyan Mektebi'ne devam etti. 8 yaşlarında iken ailesiyle birlikte önce Selanik'e, ardından İstanbul'a geldi. Bir müddet Çiçekpazarı Rüşdiyesi'ne devam etti. Babasının görevi dolasısıyla Sana, Yemen'e gitti, burada Askeri Rüşdiye'ye devam etti, dışarıdan Fransızca dersleri aldı. 2 sene sonra ailesiyle İstanbul'a döndü, Gülhane Askeri Rüşdiyesi, Mülkiye'nin İdadi kısmı ve yüksek kısmından mezun oldu ( 1888). Mülkiye'de Edebiyat hocası Recaizade Mahmud Ekrem, tarih hocası Mizancı Murad Bey idi. İstanbul Hukuk Mektebi, Edirne İdadisi (1889), Dedeağaç (1890),  Halep (1892), Diyarbakır (1893) da öğretmenlik ve Maarif Müdürlükleri yaptı. Diyarbakır'da Süleyman Nazif'le dost oldu. İstanbul'a dönüşünde (1895) Maarif Nezareti İstatistik Başkatibi oldu. Maariften ayrılarak idareciliğe başladı; Kosova (1897) ve Kastamonu (1899) vilayet mektupçusu oldu. Sinop Sancağı Mutasarrıf vekilliği yaptı (1902). Kastamonu'da görev yaparken Kastamonu Vilayet Matbaası'nı kurdu. 1903-1912 yılları arasında Taiz, Yemen, Ammere, Basra, Karesi (Balıkesir), Lazhiye Mutasarraflığı; Elazığ, Yanya, Arnavutluk, Trabzon valiliği yaptı. Bu son görevinden Talat Paşa'nın emriyle 1913 yılında emekliye sevkedildi. Emrullah Efendi'nin tavsiyesi üzerine Darulfunun Edebiyat Fakultesi Felsefe Müderrisliğine getirildi (1914). Edebiyat Fakultesi Reisi seçildi (1915), bu görevde iken Edebiyat Fakültesi Mecmuası'nı kurdu. Istılahatı İlmiye Encümeni'nde görev aldı ve Felsefe terimlerinin tespitinde büyük emekleri geçti. Bu görevlerine ek olarak Çamlıca Kız Lisesi'nde, Daru'l-Funun Tasavvuf Şubesi'nde ve Medresetu'r-Reşad'da hocalık yaptı. Mürareke'den sonra İttihatcılardan diye Şeyhulislam Mustafa Sabri Efendi tarafından görevine son verildi. 1922 yılında TBMM Hükûmeti tarafından Medresetu'r-Reşad'daki görevine iade edildi. Ankara'ya çağrıldı ve Şeriye ve Evkaf Vekaleti bünyesinde kurulan Telifat ve Tetkikatı İslamiyye üyeliğine getirildi. 1924 e kadar bu görevde kaldı. İstanbul'a döndü. İlahiyat Fakültesi'nde Tasavvuf, Harbiye'de Ahlak, Harp Akademisi'nde Siyasi Tarih okuttu. Türkiye'yi temsilen Uluslararası Felsefe Kongrelerine katıldı. 1935'te ikinci defa emekliğe sevkedildi. 1937 yılında tedavi için gittiği Paris dönüşünde, İstanbul Kütüphaneleri Tasnif Komisyonu Reisliğine getirildi. 75. doğum yıldönümü dolayısıyla 1943 yılında Eminönü Halkevi'nde kendisine bir jubile yapıldı. Geçirdiği ameliyattan kurtulamayarak 29 Kasım da İstanbul'da öldü. Zincirlikuyu Mezarlığına defnedildi.Giritli Sırrı Paşa ile Leyla Saz'ın kızı Feride Hanım ile evlenmiştir.

1953 - Francis Picabia, Fransız ressam, heykeltıraş, grafik sanatçısı ve yazar (d. 1879)

1980 - Orhan Eyüpoğlu, Türk siyasetçi (d. 1918)

Hukukçu, siyaset ve devlet adamı, milletvekili, bakan, başbakan yardımcısı (D. 1918, Samsun - 30 Kasım 1980, İstanbul). İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra Kaymakamlık, İstanbul Emniyet Müdür Yardımcılığı, İstanbul Belediye Başkan Yardımcılığı, serbest avukatlık yaptı. CHP’den 12., 13., 14., 15. ve 16. dönem İstanbul milletvekili seçildi (1961-1980). 1. Ecevit kabinesinde devlet bakanı (1974), 2. ve 3. Ecevit kabinelerinde (1977, 1978-1979) başbakan yardımcılığı yaptı. 30 Kasım 1980 günü İstanbul’da öldü.

1994 - Guy Debord, Fransız Marksist filozof, yazar ve sinemacı (d. 1931)

2007 - Engin Arık, Türk bilim insanı ve fizikçi (d. 1948)

Engin Arık (14 Ekim 1948 - 30 Kasım 2007), Türk parçacık fizikçisisi ve Boğaziçi Üniversitesi  Fizik Bölümü'nün eski profesörüdür. Toryum madeninin enerji sorununa temiz ve ekonomik bir çözüm olabileceği yolundaki görüşleri ile tanındı.14 Ekim 1948'de İstanbul'da doğdu. Şimdiki adı Beşiktaş Atatürk Anadolu Lisesi olan, Atatürk Kız Lisesi'ni 1965 yılında bitirdi. Engin Arık 1969'da İstanbul Üniversitesi'nden matematik ve fizik diploması aldıktan sonra, aynı üniversitenin Kuramsal Fizik Kürsüsü'nde öğrenci asistanı olarak çalışmaya başladı. Engin Arık, deneysel yüksek enerji fiziği alanında Pittsburgh Üniversitesi'nde 1971'de master (M.S.) 1976'da doktor (Ph.D.) unvanı aldı. Doktora çalışmasının ana temasını değişik elementler üzerine hyperon demeti yollanarak gözlenen rezonansları oluşturuyordu. 1976-1979 doktora sonrası araştırmacı olarak Londra Üniversitesi ve Rutherford Laboratuvarları'nda hidrojen hedef üzerine yollanan pion demeti ile exotic delta oluşumlarını inceleyen deneylerde yer aldı. 1979'da Türkiye'ye dönerek Boğaziçi Üniversitesi Fizik Bölümü'ne girdi. Deneysel yüksek enerji fiziği alanında yaptığı çalışmalarla 1981 yılında  doçent oldu. 1983'te, Control Data Corporation'da iki yıl çalışmak üzere üniversiteyi bıraktı ve ardından Boğaziçi Üniversitesi'ne dönerek 1988'de profesör oldu. Arık 1997 ve 2000 arasında Viyana'da Birleşmiş Milletler'in bir kuruluşu olan Comprehensive Test Ban Treaty Organization'da radionuclide görevlisi olarak çalıştı. 1990'dan sonra CERN'deki çalışmalara katıldı. ATLAS ve CAST deneylerine katılan Türk bilim insanlarına liderlik yaptı. Arık deneysel yüksek enerji fiziği alanında yüzün üzerinde makale yayımlamış, yüzlerce atıf almıştır. Aynı zamanda Türk Ulusal Hızlandırıcı Projesi'nin de yürütücülüğünü yapan Arık, 30 Kasım 2007 tarihinde Isparta'daki uçak kazasında hayatını kaybetti. Edirnekapı Şehitliği'ne defnedildi. Arık, Boğaziçi Üniversitesi'nde kendisiyle aynı bölümde profesör olan Metin Arık ile evliydi ve iki çocuğu vardı. 2014 yılında yayınlanan Webometrics  raporunda yer alan h-index'i sıralamasına göre, Türkiye'deki bilim insanları içerisinde halen ilk sırada yer almaktadır.  Sadece deneysel yüksek enerji fiziği alanında yaptığı çalışmalarla sınırlı kalmayan Arık, Türkiye'de çok önemli rezervleri bulunan toryum mineralinin enerji sorununa temiz ve ekonomik bir çözüm olabileceği ve olması gerektiği yönündeki görüşleri ve çalışmalarıyla tanındı. Bu doğrultuda, Türkiye'nin toryum ile elektrik enerjisi üretebilme olanağına kavuştuğunda trilyonlarca varil petrole eş değerde bir enerji kaynağının sahibi olacağını ileri sürdü. Hızlandırıcı projesi ve Türkiye’nin CERN’e üyeliği konusundaki çalışmaları nedeniyle kendisine suikast düzenlendiği, uçağının MOSSAD veya başka bir istihbarat teşkilatı tarafından düşürülmüş olabileceği iddiaları ortaya atılmıştır.

2009- “Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak” filminin yönetmeni Ahmet Uluçay (55) hayata veda etti.

2013 - Paul Walker, Amerikalı aktör (d. 1973)

2016- Tiyatro, sinema, dizi oyuncusu Erdal Tosun, trafik kazasında yaşamını yitirdi.


29 Kasım 2022 Salı

‘Bu karı’ diyene dikkat ettiniz mi - Barış Terkoğlu / Cumhuriyet

“Mağdurum” lafı elma şekeri gibi. Yiyorlar yiyorlar da bir türlü tüketemiyorlar. Bazen birbirlerinin elmalarını da ısırıyorlar. 

Haber öylece geçip gitti. Akit yazarı Vehbi Kara’nın, AKP’nin yeni grup başkanvekili Özlem Zengin hakkında yazdıklarından söz ediyorum. Twitter hesabından “AK Parti’de adam kalmadı mı da bu karı seçildi?” mesajı atmıştı. Sandık ki gürültü kopar. Hayır, olmadı. Ne Kılıçdaroğlu “Hanım kızımız” deyince “Rezilsin” diye yanıt veren Bakan Varank’tan ne de bu durumlarda adliyeye koşan KADEM gibi kuruluşlardan ses çıkmadı. İçeriden biri söyleyince, kötü sözler kibrit gibi sönüp bitiyormuş!

KUMPAS DAVASININ ‘MAĞDURU’


Ben ise bambaşka bir noktaya takıldım. Şöyle anlatayım. Vehbi Kara’nın hakaret ettiği sosyal medya hesabına koyduğu fotoğrafına dikkat ettiniz mi? Üzerinde beyaz denizci gömleği var. Ne alaka derseniz, evet, o bir denizci.

Yıllardır sivil. Ama 26 sene önce askerdi. Binbaşı rütbesindeyken TSK ile ilişiği kesildi.

Sami Menteş ile yazdığımız “Size Yalan Söylediler” kitabında Vehbi Kara’nın hikâyesini anlattık.

Kitaptaki varlığının nedeni belli. SADAT’ın danışman kadrosundan olan, SADAT’ı kuran ASDER’de başkan yardımcılığı yapan Kara, kendisini kamuoyunda “28 Şubat mağduru” olarak tanıtıyor. Nitekim; Kara, Fethullahçıların başlatıp AKP’nin devam ettirdiği 28 Şubat davasında müşteki de oldu. 22 Şubat 2013’te, “Kozmik Oda Savcısı” olarak bilinen FETÖ hükümlüsü Mustafa Bilgili’ye başvurdu. Dilekçesi ASDER tarafından hazırlanmıştı. Kara, “BÇG (Batı Çalışma Grubu) örgütüne katılmadığı ve vazife kabul etmediği için ihraç edildiğini” söylüyordu.

FETÖ’DEN ATILDI

Peki Kara, TSK’den neden atıldı?

Şikâyetçi olunca, doğal olarak dosyası açık hale geldi. Aldığı cezalar görülüyordu. Disiplinsizliği nedeni ile 1989 yılında Gayret gemisi komutanı tarafından üç gün oda hapsi verilmişti. Aynı sebeplerden, 1993’te “uyarı”, 1993’te “şiddetli tevbih” cezası almıştı. Kısacası Vehbi Kara’nın aldığı disiplin cezalarının 28 Şubat’la ilgisi yoktu.

Gelelim devamına...

Vehbi Kara’nın 1996 yılındaki Aralık YAŞ’ında TSK ile ilişiği kesildi. Yani atıldığı tarihte ne 1997’deki 28 Şubat MGK’si olmuştu ne de ona dayanarak bir BÇG kurulmuştu. Kara da kendisine BÇG adına kimin ne görev teklif ettiğini zaten söylemedi.

Peki Vehbi Kara neden atıldı?

O da dosyasında yazıyor:

“Fethullah Gülen mensubu olduğu ve yayınlarını takip ettiği, Fatih’te Said Nursi kitaplarının okunduğu bir toplantıya katıldığı, mesai saatlerinde görevini aksatacak şekilde namaz vakitlerinde camiye gittiği...”

FETÖ o dönem “cemaat”ti. Vehbi Kara, Gülencilere mensup olduğu gerekçesiyle TSK’den atılmıştı. Zira bir askeri personelin bu yapılara mensup olması yasaktı.

Diyeceksiniz ki bunu kim tespit etmiş?

Dosyasındaki bilgilere göre sadece TSK değil, hem Emniyet hem de MİT.

MEHMETÇİK ERKEK GİBİ GÖRÜNMÜYORMUŞ

Sonra ne mi oldu?

Kara’nın SADAT’çı arkadaşlarının başvurularıyla Atatürkçü askerler hapsedildi. Halen yaşları 74 ile 90 arasında değişen komutanlar, cezaevlerinde yaşam savaşı veriyor. Bir kısmının da davası sürüyor. Albay Mehmet Haşimoğlu gibi hapiste ölenleri ise geri getirebilen yok.

Bir zamanlar Merve Kavakcı edebiyatı yapanlar ise yıllar sonra, AKP grup başkanvekili bir kadın olunca, “Adam kalmadı mı da bu karı seçildi” lafına nedense sessiz kalıyor!

Sessizlik bu sözden ibaret sanmayın...

Vehbi Kara’yı okuyorum…

Daha önce, Atatürkçülüğün anayasadan çıkarılmasını, ilk üç maddede değişiklik yapılmasını da istemiş. “Yunanistan ile savaşa Kurtuluş Savaşı demek yanlıştır” da demiş. Kadınların camilere girip namaz kılmasına da karşı çıkmış. Çalışan kadınlara, “çalışma hayatına girip erkeklerle fink atma” diye de sövmüş. SADAT’ın “sakallı ordu” projesini, Mehmetçik’in erkek gibi görünmediğini söyleyerek savunmuş. TSK’den kadın personelin atılmasını da istemiş. “Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti’ni yaklaşık 200 sene müddetince Sabetay tarikatı denilen Yahudi bir örgüt yönetmiştir” cümlesini de kurmuş. “Rakı içen bir devlet görevlisi görürseniz bilin ki; bu kişi yüzde 50 ihtimal Yahudi’dir” diyecek kadar ileri gitmiş.

İşte bu zihniyetteki birine, nedense bugüne kadar, iktidardaki Osmanlıcılardan, gazoz milliyetçilerinden, sözde başörtüsü savunucularından çıt çıkmadı. Bir sakal ve birkaç muhafazakâr söz, Osmanlı’ya da TSK’ye de başörtülü kadınlara da hakaret etme özgürlüğünün anahtarıydı. “Karı” hikâyesi, “ağacın kurdu sessizliği”nin son halkasıydı.

İBB’DEKİ TERÖRİSTLER

Dahası var...

Şimdi içişleri bakanı İBB’deki teröristler diye bağırıyor ya...

Ağustos 1996-Kasım 1999 yılları arasında TSK’den ihraç edilen personel sayısı 746’ydı. 243’ünün gerekçesi FETÖ iltisakıydı. Bunların arasında, FETÖ’nün TSK’de örgütlenmesini başlatan 12 kişilik çekirdek kadro da vardı.

Peki AKP hükümeti “28 Şubat’la hesaplaşıyoruz” diyerek ne yaptı?

TSK’deki “Vehbilere”, rütbelerini ve özlük haklarını iade etmekle kalmadı. Çoğunu devlette, özellikle belediyelerde işe aldı. Bahsettiğim çekirdek kadroda geçen, Orhan Sipahioğlu ve Emir Altıntaş’a nerede görev verildi dersiniz? Tahmininiz doğru, AKP döneminde İBB’de! 15 Temmuz’dan sonra kimi KHK ile atıldı, kimi tutuklandı kimi de ceplerindeki yeşil pasaportlarla rahat rahat sınırı geçerek ortadan kayboldu. Kısacası iktidar; “terörist” dediklerini ihya etmiş, işe yerleştirmiş, sözleriyle Atatürkçüleri tutuklamış, hatta kaçacakları pasaportu ayarlamış, en sonunda da dönüp “İBB’de terör bağlantılı çalışan var” demişti!

Kulağa masal gibi gelse de bu gerçeğin en acı halini, ömrünün son döneminde hapiste olan Atatürkçü askerler yaşıyor.

Başkalarıyla konuşurken başka yüz kullananlar, sonunda hangi yüzün gerçek olduğunu unutur ya... Birinin çıkıp ona kendisini hatırlatması gerekmez mi?

Barış Terkoğlu / Cumhuriyet

Charles de Gaulle’den kalkıp Macron’a iniş (1)-Bilsay Kuruç / Cumhuriyet

 


Dünya karışık görünüyor. Biraz aydınlatabilirsek biraz anlayabiliriz. Hegemonyayı (“ağalığı”) son 75 yılda anlamış olmalıyız. Emperyalizm dersini çalışmakta isteksiz hatta tembel miyiz? 

Bugün ve yarın için lazım. Ama kendine göre anlatanlar az değil. Başta galiba konuşmayı çok seven Fransa Cumhurbaşkanı Macron var. Sık sık “Dünya şöyle, böyle” diyor. Geçen aylarda Fransa’nın dışişleri kadrolarıyla kapalı bir toplantı yapıp ilginç ve keskin vurgularla konuşmuş. 

Okuma fırsatı insanda bir soru uyandırıyor: Emperyalizmin ağır sıkletini biliyoruz da orta, hafif sıkletleri de olur mu? 

Nasıl bir şey olur ki bize dünyayı daha iyi öğrenme bilgisi versin? 

COMPIEGNE ORMANI’NA DOĞRU

Macron’a hemen girmeyelim. Sona bırakalım. Biraz geriden başlayalım. 1930’ların Fransası 19. yüzyılın mirasını sürdürmüştür. “Matlaşmış” bir mutabakatla: 1789’un kazandırdığı toprak mülkiyetine sıkı sıkı yapışmış köylülerle, kendi işyerlerini elde etmiş bir orta sınıfın durağan mutabakatı. Bunun ağırlığı. Ve yanı sıra pek yaratıcılığı olmayan, tutucu sanayi sınıfı. 

Ve o Fransa 17. yüzyıldan beri sömürgeciydi. 1930’a bagajında 70 milyona yakın sömürge ahalisiyle girdi. Sömürgeler basit üretim düzeyinde tutuluyordu. Gelişme fırsatı verilmezdi. Ağır vergi altında varlıklarını sürdürürlerdi.

Fransa 1930 dünya buhranına birkaç yıl gecikmeyle katıldı. Altın rezervi hızla eridi. Siyasetteki ısrarlı “orta yolcu”lukla ekonomisi krizlere saplandı. “Sol”dan çok korkan “sermaye”si, 1936’da Blum başkanlığındaki Halk Cephesi iktidara gelirken “Blum geleceğine Hitler gelsin!” diyordu. Az sonra öyle oldu. 22 Haziran 1940’ta Hitler, Compiégne Ormanın’daki vagonda 1918’in rövanşını alarak Fransa’ya kayıtsız şartsız teslimi imzalattı. Fransız entelektüellerine de “Bu ülke adam olmaz!” muhabbeti kaldı.

KURTARICI NEREDE KALDI?

Önce General De Gaulle geldi. Londra’da sürgündeki “Özgür Fransa Ordusu”nun başındaydı. Fransa’da, komünistlerin önderliğindeki “Direniş”le işbirliği yaptı. Müttefikler Paris’i teslim aldıktan hemen sonra, 26 Ağustos 1944’te büyük yürüyüşün başında kente kurtarıcı olarak girdi. Hükümeti kurdu. Ve yanı başında kendisine savaş yıllarında malzeme ikmali yapmış Jean Monnet vardı.  Monnet, Fransa’nın ve Avrupa’nın 1945’le başlayan yeni dönemine damga vuracak, pratik adam olarak yetişmişti. Pazarlamacılıktan yatırım danışmanlığına ve ciddi müzakereciliğe uzanan geniş tecrübe yelpazesine sahipti. Dünyayı gezmişti. Amerika’da uzun süre kalıp yakın dostluklar edinmişti. Amerikan sanayi kapitalizminin büyük atılımına tanıktı. Bunun o büyük coğrafyanın sağladığı büyük piyasalarla ve büyük şirketlerle yaratıldığına, kısacası “büyük ölçek”le başarılabileceğine inanmıştı. 1930’larda Moskova’ya gitmişti. Bir büyük sanayi hamlesinin ancak planla yapılabileceği görüşüne varmıştı. Yani, hem Amerika hem de Sovyetler’inki gibi bir plan!

Fransa’nın sıradanlaşmış, ufuksuz, yenilgiyi kabullenen siyaset sınıfından öneri beklenemezdi. Monnet düşüncesini De Gaulle’e anlattı. “Plan Komiserliği” (Commisariat du Plan) kuruldu. Kendisi Plan Yüksek Komiseri oldu. (Makamlara meraklı değildi. İş görme adamıydı.) 1946’dan başlayarak Beş Yıllık “Modernizasyon ve Yeni Donanım Planı” yaptı. Üst üste iki beş yıl. Fransız ekonomisinin önü açıldı. Yeni gelişme zemini yaratıldı. Tarihi önem taşıyor. (Ünlü üniversitelerimizden birinde Jean Monnet Merkezi var. Tanıtımında Monnet’nin plancılığı üzerine tek satır yok!)

BİR ELİNDE CIMBIZ, BİR ELİNDE AYNA

Kurtarıcılık kâğıt üzerinde olmuyor. Hele 1945’in ezik Fransası’nda. Monnet kaynak bulmak zorundaydı. Ondan başkası da bulamazdı. Planın motoru, ekonominin öncelikli noktalarını harekete geçirecek olan demir çelik sektörüydü. Bu, coğrafyada Almanya’nın Ruhr bölgesi (kömürün ana damarı) demekti. (Ayrıca Lorraine’in demir cevheri, Saar’ın çelik tesisleri.) Oralar Almanya’ya sanayi ve savaş malzemesi yaratan yerlerdi. Fransa 1945’te Ruhr’un bağımsız bir devlet olmasını baş gündem maddesi yaptı. Ruhr’un kaynaklarıyla Avrupa’nın demir çeliğinde birinci olmak ve olası bir Alman “saldırganlığı”nı baştan önlemek Fransa’nın vazgeçilmez hedefiydi. 

Gelgelelim aynı tarih ABD’nin de “dünya ağası” (hegemon) olma yolunda ilk büyük adımı ile çakışıyor: 1947-’48. Bunu daha önce yazdım. Şimdi şunu eklemeliyiz: Fransa’nın adım atabilmek için Ruhr’a, ABD’nin ise dünya ölçeğinde (daha küçük olamaz!) Soğuk Savaş stratejisini yerleştirebilmek için önce Avrupa’yı bölerek kıtanın batısına ihtiyacı var. İkisinin kendi ekonomik ve jeopolitik hedefleri farklı. Nasıl olacak? 

Büyük hedef küçüğü içinde eritecek! Nerede? 26 Şubat 1948’de, Almanya meselesi için toplanan üçlü Londra Konferansı’nda. Ayrıntıya girmeyelim. Orada ABD ve İngiltere, Fransa’yı Ruhr’lu hedefinden vazgeçirdiler. Kâğıt üzerinde bir “Uluslararası Ruhr Makamı” kuruldu fakat bunun yetkilerini kararlaştıracak oturumdan bir gün önce (kasım ayında) Birleşik ABD ve İngiliz bölgesi askeri komutanları Ruhr’u özel kesime, şirketlere devreden bir yasa çıkarıverdiler! İş bitti. Artık hükümette olmayan General de Gaulle köpürdü ve bunun “20. yüzyılın en berbat kararı” olduğunu bir basın toplantısında vurguladı. Ekleyelim: Daha önce, ABD ve İngiltere üç işgal bölgesini birleştirerek bir Federal Alman Cumhuriyeti kurulması için Fransa’yı ikna etmişlerdi. Ve Fransız Meclisi’nde; 17 Haziran’da dört oy farkla geçen bir kararla Batı Almanya nur topu gibi doğmuş oldu. Konferansın amacı zaten bu idi.

Olağanüstü sezgilere sahip Orhan Veli “Ne atom bombası ne Londra Konferansı; bir elinde cımbız, bir elinde ayna; umurunda mı dünya” dediği zaman, “dünya ağalığı”nın senaryosunu bizlere önceden haber mi vermiş oluyordu?

AVRUPA AVRUPA, DUY SESİMİZİ!

Bir ara maçlarda öyle bağırırlardı. Ancak konudan ayrılmayalım, Monnet bütün bunlara Avrupa çapında bir Fransa tasarımıyla bakarken de herhalde böyle sesleniyordu. Acheson’dan başlayarak, saymakla bitmeyecek Amerikalı dostları ile bu zeminde buluştu. Bir kere, Batı Almanya’nın doğuşundan sonra Avrupa’ya inen Marshall dolarlarının yarıya yakınını Fransa’ya çekti. Planın finansmanı ve girdileri sağlandı. İkincisi, Monnet’nin kıta coğrafyasını kapsayacak “Avrupa Birleşik Devletleri” projesidir. Bunun başlangıcını Ruhr meselesinin pratik çözümünde gördü. Artık Almanya ile hasımlık tarihe gömülmeliydi. Onun yerini ikisinin oluşturacağı bir Avrupa ekseni almalıydı. Avrupa Kömür Çelik Birliği taslağı yaptı. Fransız Dışişleri Bakanı Schuman bunu benimsedi, Alman Adenauer seve seve kabul etti. Tarih 1952. Monnet’yi bunun ilk başkanı yaptılar. Avrupa Birleşik Devletleri için Eylem Komitesi kuruldu. Komite önce Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu’nun (Euratom), ardından da Ortak Pazar’ın (bugünkü AB) yolunu açtı, başlattı: 1958. (De Gaulle’ün o tarihlerde bunlardan hoşlanmadığını kaydedelim.) Kısacası, Monnet kabına sığmayan ve büyük projeler yapıp onların peşine düşen bir ilginç adamdı. 

DÖNÜŞ

Buraya kadar Fransa’nın Avrupa’da iddialı olma arzusuna Anglosaksonlar farklı bir yön veriyorlar. Onu ABD’nin Soğuk Savaş senaryosuna alıveriyorlar. Rıza göstererek kaynak buluyor ve ekonomisi bütün dünyanın yüksek büyüme hızlarına kavuştuğu o dönemde gelişiyor. Toplum da değişmeye başlıyor. Ancak başka şeyler de var. İste isteme sömürgelerden dönüş vakti geliyor. İsteyerek mi? Hayır, zorla. Önce Çin Hindi’nden dönüş (Macron “Çin Hindi!” dediği için, not edelim). Çin Hindi, daha doğrusu Vietnam. Orada yedi yıl süren savaştan sonra Vietnamlı General Giap 7 Nisan 1954’de Tonkin’in kuzey batısında, Dien Bien Phu’da Fransız kuvvetlerini perişan etti. Ve Fransa’nın dönüşünü başlattı.

İkincisi, bir “orta sıklet emperyalist” gösterisi merakıyla İngiltere ve Fransa’nın Süveyş’i kamulaştıran Cemal Abdülnasır’a karşı, oraya çıkarma yapmaları ve bunu “ağa”ya (ABD) haber vermemeleri. Başkan Eisenhower’ı küplere bindiren operasyon (Ekim 1956) o iki devletin “yeniden az emperyalizm” yapma heveslerine son veren ABD “fırçaları”yla, başlarken bitti. Girmeyelim.

Üçüncüsü, Cezayir. Orada Fransız-Cezayirli savaşı 1954’den 1962’ye kadar sürdü. 1950’lerin hükümetleri gitgide çıkmazlara girdi. Sömürgeciliğin en gaddar şekilleri yaşandı. Fransa’da zincir halinde yönetim krizleri yarattı. Sonunda De Gaulle’ü davet ettiler. 1958’den itibaren artık De Gaulle’ün dönemidir. 1962’de savaş geride sayısız ölü bırakarak bitti. Cezayir bağımsız devlet oldu. Sömürgeci Fransa’dan De Gaulle’ün Avrupa ve dünya devleti Fransa tasarımına ve girişimlerine geçildi. 


NİÇİN DE GAULLE?

Burada Fransa tarihi anlatmaya girişemem. De Gaulle’ün öyküsünü de. Uzmanları var. O günün Fransa’sında bugünün karışık fakat kilitli dünyası için ipuçları bulabiliriz. Bize lazım olan, üzerinde düşünmeye değer ipuçları. Bunları katıksız bir Fransız milliyetçisi fakat dünya tablosuna bakışında ve attığı adımlarda paylaşacak çok şey bulabileceğiniz kişide 1960’larda aramaya çıkalım.

1960’ların Fransası’nda ekonomik büyüme ve dinamizm vardı. Sürekliydi. De Gaulle bunun değerini doğru tartarak dünyaya giydirilen Soğuk Savaş’a karşı tavrını ortaya koyuyor. Tarihi ve siyaseti doğru okuyan bakışa sahip. Medeni cesaretini hemen herkese kabul ettirmiştir. “Yalta Rejimi”nin dünyayı ve Avrupa’nın batısını da Soğuk Savaş “kafesi”ne soktuğunu berrakça ifade etmiştir. Hem de ilginçtir, Yalta’nın 20. yıldönümüne ayarlayarak! Fransa “Atlantik’ten Urallar’a kadar” bir bütünlük için kılavuz olmalı ve dünyaya yerleşen “bloklar rejimi”ni değiştirmeye de öncü olabilmeliydi. Bunun peşine düşüyor. 1944’te büyük yürüyüşün başında Paris’e girerken o güne kadar süren aşağılanmışlıktan nasıl çıkaracağını düşündüğü Fransa’ya, 1960’larda, yeni bir dünya gücü olabilme iddiasıyla bakışından okuyabiliriz. 

Adımlarını buna göre attı. Adımlarda bize göre önem taşıyacak iki ağırlık merkezi bulabiliriz. Biri, doların egemenliğine göre kurgulanan dünya ekonomisidir. 1950’lerin sonlarında artık berraklaştı ki dolar “başlangıç”taki (1945 diyebiliriz) kadar değerli değildir. Yani, altın kadar değerli sayarsak saflık yaparız. O halde? 1960’larda De Gaulle bunu dile getirdi ve ABD’nin altın rezervlerinden yarıya yakınını “Al dolarlarını, ver altınları!” diyerek çekti. Amerikalılar çok rahatsız oldular. De Gaulle sistemin zayıf noktasını yakalamıştı. İkincisi, jeopolitik tarafı. NATO’dan, bir askeri ittifak olarak hoşlanmadığını eylemle gösterdi. Önce NATO manevralarına katılmadı. 1960’ların ortalarına gelince, “NATO karargâhını Paris’te istemiyorum. NATO’nun askeri kanadından uzaklaşıyorum!” dedi. Karargâh Brüksel’e taşındı. Bu da kolayca anlaşılır rahatsızlık yarattı. Ekonomi ve jeopolitik. Soğuk Savaş dünya senaryosunun son 75 yıllık iki bacağı. De Gaulle acaba şunu mu diyordu? “Yeni bir dünya kurulur ve Fransa orada yerini alır!” Allah Allah, bir yerlerden hatırlıyor gibiyiz.

Bilsay Kuruç / Cumhuriyet