14 Ocak 2023 Cumartesi

BELLEK - 14 OCAK -

 


OLAYLAR:

  • 1539 - Küba, İspanya'nın sömürgesi oldu.
  • 1867- İstanbul’da Ayine-i Vatan isimli gazete yayımlanmaya başladı.(Ayine-i Vatan(Vatanın Aynası)
  • 1866’da Eğribozlu Mehmet Arif Bey adında biri tarafından çıkarıldı. Selim Nüzhet, bizde ilk resimli gazetenin bu olduğunu belirtiyor. Resimler çok ilkeldi. Gazete fazla sürüm yapamadığı için kapandı. Bir süre sonra 1867’de gazetenin adı Ruzname-i Ayine-i Vatan oldu. Ertesi yıl bu addan da vazgeçildi; gazetenin adı İstanbul oldu.
  • 1882- Osmanlı İmparatorluğu döneminde Dersaadet Ticaret Odası kuruldu. 8 Mart 1950’de yürürlüğe giren yasayla yeni bir kimlikle İstanbul Ticaret Odası adını aldı.
  • 1900 - Giacomo Puccini'nin Tosca operasıRoma'da ilk kez icra edildi.

  • 1903 - Makedonya'daki Osmanlı yönetimine karşı gelişen şiddet olayları nedeniyle Sadrazam Mehmed Said Paşa azledildi, yerine Rumeli Islahat Komisyonu Başkanı Avlonyalı Mehmed Ferid Paşa getirildi.
  • 1915- Osmanlı ordusu I. Dünya Savaşı’nda Kanal Seferi mağlubiyetine uğradı. Bu seferin amacı Mısır’ı düşman işgalinden kurtarıp yeniden ele geçirmekti. Mağlubiyetin baş sorumlusunun Cemal Paşa olduğu söylenir.

  • 1916- Berlin – İstanbul arasında çalışacak olan Berlin Ekspresi, Berlin’den İstanbul’a doğru hareket etti.
  • 1923 - Mustafa KemalBatı Anadolu'da geziye çıktı.
  • 1923 - Atatürk'ün annesi Zübeyde Hanım, İzmir'de öldü.
  • 1924 - Türkiye'de Askerlik süresi 18 aya indirildi.
  • 1926 - Borçlanma Kanunu TBMM'de kabul edildi.
  • 1932 - Amerika Birleşik Devletleri'nde işsizlerin sayısının 8,2 milyona ulaştığı açıklandı.
  • 1938 - Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı kuruluş kanunu kabul edildi.
  • 1938 - Türkiye-Irak-İran-Afganistan arasında akdedilen Sadabat PaktıTBMM'de onaylandı.

  • 1938 - NorveçAntarktika'nın Kraliçe Maud Toprakları olarak anılan bölgesi üzerinde hak iddia etti.
  • 1943 - Sir Winston Churchill, Franklin Roosevelt  Combined Chiefs of Staff (CCS) Kazablanka  Konferansı'nda bir araya geldiler.
  • 1945 - Ekmek istihkakı kişi başına 450 grama çıkarıldı.
  • 1950 - Sovyetler Birliği'nde MiG-17 jet uçağının ilk prototipi uçuş denemesini tamamladı.
  • 1953 - Josip Broz Tito, Yugoslavya Devlet Başkanı oldu.
  • 1954 - Amerikalı sinema oyuncusu Marilyn Monroe, beyzbol oyuncusu Joe Dimaggio ile evlendi.
  • 1963 - Fransa Cumhurbaşkanı Charles de GaulleBirleşik Krallık'ın Avrupa Ekonomik Topluluğuna (AET) girmesine karşı çıktı.
  • 1964 - Meclis, 12 Eylül 1963 tarihinde imzalanan Ortak Pazar anlaşmasını onayladı.
  • 1965 – İthalatın finansmanında kullanılmak üzere Amerika’nın Türkiye’ye vermeyi kararlaştırdığı 70 milyon dolarlık yardımla ilgili anlaşma Ankara’da imzalandı.
  • 1966- Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Lyndon Johnson’ın eski Başbakan İsmet İnönü’ye gönderdiği mektup Meclis’te görüşüldü. Mektupların kamuoyuna açıklanması istendi.
  • 1970 - Mahkûm aileleri "genel af" için yürüyüş yaptılar.
  • 1971 – Türk-İş’in işçi sınıfına ters bir konuma düştüğü görüşünde olan dört sendika, Türk-İş Genel Kurulu öncesinde yönetimi eleştiren “Dörtler Raporu”nu yayınladı. 4 sendika (Yol-İş, Petrol-İş, Genel-İş ve Türk Deniz Ulaş-İş) Genel Merkez’in yürüttüğü “partilerüstü politika” yerine “demokratik sosyalizm ideolojisi ile kalkınmanın öncülüğünün yapılmasını” istedi.
  • 1975 - Tüm Üniversite, Akademi ve Yüksek Okullar Asistanları Birliği (TÜMAS) kuruldu.
  • 1976- Ülkücülerce öldürülen Şükrü Bulut için, 8 Ocakta Hacettepe Üniversitesi Temel Bilimler Fakültesi’nde yapılan forum sonrasında okula yürüyen öğrencileri coplayan polisin silahlı müdahalesinde, kurşunla yaralanarak bitkisel hayata giren Nuray Erenler hayatını kaybetti.
  • 1976- Türkiye’de toplam gelir vergisinin üçte ikisini işçi ve memurların ödediği açıklandı. 1975’te işçiler 10, memurlar 6 milyar liradan fazla vergi ödedi.
  • 1978- Laleli’de ülkücülerce öldürülen 2 öğrenciden Kudret Uybaş’ın cenazesine katılıp konuşma yapan Çapa Tıp Fakültesi son sınıf öğrencisi Barış Yıldırım, Çarşıkapı’da nişanlısı ile yürürken silahlı saldırıda hayatını kaybetti.
  • 1979- TRT Haber Dairesi Başkanı Teoman Karahun ile muhabirler Ali Kırca ve Selim Esen Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı’nca gözaltına alındı. Gözaltıların, radyoda okunan Sıkıyönetim’in 8 No’lu bildirisinin akşam TV haberlerinde okunmamasından kaynaklandığı bildirildi.


  • 1983 - Cumhurbaşkanı Kenan Evren'e fahri profesörlük ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nin fahri hukuk doktorluğu unvanları verildi.

  • 1983 - Cumhurbaşkanı Kenan Evren'in İstanbul Üniversitesinde öğrencilerin ilgisine dair notları: "Üniversiteye gelmişler, kendilerini istikbale hazırlamak ve bir iş sahibi olmak istiyorlar. Yoksa Marksist-Leninist veya şeriat düzeni kurmak için gelmediler. İşte şimdi rahat okuma ortamına kavuştular. Beni de o ortamı yaratan kişi olarak görüyorlar, onun için alkışlıyorlar."
  • 1985 - AETTürkiye'den topluluk ülkelerine ihraç edilen kuru üzüm, fındık ve işlenmiş tütüne koyduğu gümrük vergilerini sıfıra indirdi. Topluluk bu ürünlere 25 bin ton kota koydu.
  • 1985 - Martina Navratilova, kendisinin 100. tenis turnuvasını kazandı.
  • 1990 - Yugoslavya Komünistler Birliği’nin olağanüstü toplantısında yayınlanan "Yugoslavya için Demokratik Sosyalizm Deklarasyonu" şiddetli tartışmalara sebep oldu.
  • 1991- Türkiye Birleşik Komünist Partisi’nin (TBKP) Büyük Kongresi’nde, partinin yasal engelleri aşıncaya kadar tüzel kişiliğini Merkez organlarıyla sürdürüp feshini ve tüm üyelerin kurulacak Sosyalist Birlik Partisi’nde (SBP) yer almasını içeren karar oylanarak kabul edildi. TBKP Kongresi’nde Genel Sekreter Haydar Kutlu (Nabi Yağcı): ”Biz Marksizme din gibi bakmaktan kurtulalım diyoruz. Marksizmi biri tüketecekse, ona getireceğimiz bütünsel eleştiri içerisinde biz tüketelim. Marks’a, Engels’e eleştirileri yapıcı şekilde biz getirelim.”
  • 1991 – Türkiye Tekstil Sanayi İşverenleri Sendikası ile Türk-İş’e bağlı Teksif arasında 110 bin tekstil işçisi adına 5.5 aydır sürdürülen toplu sözleşme görüşmeleri sonuçlandı. Yapılan anlaşmayla daha önce ortalama 430 bin lira olan tekstil işçisinin maaşı bu yılın ilk sekiz ayı için brüt 1 milyon 430 bin liraya yükseldi. İkinci yıl zamlarıyla aynı işçi -sosyal yardımlar hariç- 2 milyon 130 bin lira alacak. Anlaşmayı Halit Narin ve Şevket Yılmaz imzaladı.

  • 1992 -  “Doğumunun 90.yılında Nazım Hikmet Haftası” Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda gerçekleştirilen “Şiir ve Müzik Gecesi” ile devam etti. Geceye Vera Tulyakova (Hikmet) de katılıp bir konuşma yaptı.
  • 1993 - Nubar TerziyanAnkara Uluslararası Film Festivali'nde "Emek Ödülü"ne değer bulundu.
  • 1994 - Bill Clinton ile Boris Yeltsin, füzelerin herhangi bir ülkeye hedeflenmesine son verilmesi ve Ukrayna'nın nükleer silah stokunun yok edilmesi üzerinde anlaştılar.
  • 1994 - Dört şehirlerarası yolcu otobüsüne yerleştirilen bombaların patlaması sonucu 3 kişi öldü, 17 kişi yaralandı. Eylemleri PKK'nın (Kürdistan İşçi Partisi) askeri kanadı ARGK (Kürdistan Halk Kurtuluş Ordusu) üstlendi.
  • 1995 - İlk kez verilen Uluslararası Nâzım Hikmet Şiir Ödülüİstanbul'da yapılan bir törenle Lübnan'lı şair Adonis'e verildi.
  • 2000 – Türkiye Sanayici ve İşadamları Derneği (TÜSİAD), Prof.Dr. Bülent Tanör’e hazırlattığı “Türkiye’de Demokratik Standartların Yükseltilmesi-Tartışmalar ve Son Gelişmeler” başlıklı yeni raporunu açıkladı. Raporda; “Genelkurmay’ın hükümete bağlanması, askerin siyasi hayattan çekilmesi” gerekliliği vurgulanıyor, herkese “anadilde eğitim hakkı” isteniyor.
  • 2000- Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi, 1993’te Bosna içsavaşı sırasında Almici kasabasında 103 Boşnak’ı katletmekten suçlu bulduğu beş Hırvat’ı 25’er yıl hapse mahkum etti.Katliamda Hırvatlara dokunulmamış, Müslümanlar makinalı tüfekle taranmıştı. Başyargıç, “asıl suçluların, yani katliamın emrini verenlerin hala yargılanamadığını” söyledi.
  • 2002- RTÜK, Amerikalı yazar Charles Bukowski’nin bir öyküsünü yayımlayan Açık Radyo’ya 1, 5 yıl önce verdiği 15 gün kapatma cezasını, dava devam etmesine rağmen uygulamaya koydu.

  • 2003- KKTC’de tarihinin en büyük mitingi yapıldı. “Ortak Vizyon Eylem Komitesi” ve “Bu Memleket Bizim” platformunun ortak mitingine 60 bin kişi katıldı. “Açıkhava hapishamesinde yaşamak istemiyoruz. Sorunu çözelim, AB’ye girelim” sloganları atıldı. BM Genel Sekreneri Kofi Annan, “Denktaş halkın sesine kulak versin” dedi.
  • 2005- New York İnsan Hakları İzleme (HRW) örgütü açıkladığı raporda Amerika’yı, Afganistan, Irak ve Guantanamo’da esirlere işkence yapmakla suçladı.
  • 2005- Norveç Yazarlar Birliği’nin Norveç Kültür Bakanlığı ile birlikte her yıl bir yazara verdiği Özgürlük Ödülü, bu yıl Türkiye’den yazar, yayıncı Ragıp Zarakolu’ya verildi. Ödül, ifade özgürlüğü için mücadele veren yazarlara veriliyor.
  • 2005 - Avrupa Uzay Ajansına (ESA) ait Huygens adlı uzay sondası Satürn'ün uydusu Titan'ın yüzeyine indi.
  • 2005 - Afganistan'daki Uluslararası Güvenlik Yardım Kuvveti harekâtına katılarak, Kabil Çok Uluslu Tugay Komutanlığı görevini 27 Ocak'ta 6 ay süreyle üstelenecek olan, 28'inci Mekanize Piyade Tugayı için uğurlama töreni düzenlendi.


  •  2011- TRT’deki “Büyük Takip” adlı TV Programı’nda gösterilen ÇYDD ve Türkan Saylan hakkındaki belgeselde, Saylan’ın “İslam düşmanı olduğu, Atatürkçülüğü maske olarak kullandığı, bölücülere burs verdiği” vb. iddialar ortaya atıldı.
  • 2011 - Tunus'ta bir kişinin kendini yakmasıyla başlayan gösterilerin ardından, Devlet Başkanı Zeynel Abidin Bin Ali ülkeden kaçtı, geçiş hükûmeti kuruldu.
  • 2013- Halkevleri üyeleri, Hopa Davası’nda yargılananlar için Hopa Adliyesi önünde basın açıklaması yaptı.
  • 2016- Diyarbakır’ın Çınar İlçesi’nde PKK’lılar Emniyet’e bombalı araçla saldırdı: 6 kişi yaşamını yitirdi, 6’sı polis, 39 kişi yaralandı.

  • 2020 - Türkiye'de Vikipedi erişime tekrar açıldı


DOĞUMLAR:

  • 1770 - Adam Czartoryski, Polonyalı devlet adamı ve siyasetçi (ö. 1861)
  • 1787 - Semyon Korsakov, Rus mucit (ö.1853)
  • 1818 - Ole Jacob Broch, Norveçli matematikçi, fizikçi, ekonomist ve politikacı (ö. 1889)
  • 1824 - Vladimir Stasov, Rus eleştirmen (ö. 1906)

  • 1836 - Henri Fantin-Latour, Fransız ressam (ö. 1904)


  • 1841 - Berthe Morisot, Fransız ressam (ö. 1895)
  • 1850 - Pierre Loti, Fransız romancı (ö. 1923)
  • 1863 - Paul Horn, Alman filolog (ö. 1908)


  • 1870 - Ali Ekber Tufan, Türk siyasetçi (ö. 1970)
  • Ali Ekber Tufan, (14 Ocak 1870 - 13 Kasım 1970, Melekli), Türk siyasetçi.
  • Bölgede, "Ramazanoğlu" (Melekli) olarak bilinen geniş bir aileye mensuptur. Erivan Rus Gymnasium mezunudur. Birinci Dünya Savaşı sırasında Cemiyet-i Hayriye'nin Iğdır temsilcisi olarak Balkan Savaşı'nda, 93 Harbi'nde düzenli orduya Kafkasya üzerinden para yardımı toplanmasını düzenlemiş ve yürütmüştür.Wilson İlkeleri adına bölgeye gelen Amerika Genelkurmay Başkanı General James Harbord, Ali Ekber Tufan ile birlikte bölgeyi gezerek İtilaf Devletleri'ne; "Büyük Ermenistan denilen yerde Ermeni göremedim" raporunu iletmiştir. Bu durum, Lozan Barış Antlaşması sürecinde Iğdır'ın Türkiye sınırlarında kalması için büyük önem arz eder. Savaş günlerinde çeşitli sebeplerden dolayı babası, annesi ve kızını kaybeden Ali Ekber Tufan, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasından sonra başlatılan "nüfûs mübâdelesi" ile Sürmeli bölgesinin Türk Ocağı başkanlığını üstlenerek Iğdır'a göç eden halk ile ilgilenmiş, belediyecilik alanında çalışmalara yön vermiş ve birçok siyasi partinin kurulmasına öncülük etmiştir.13 Kasım 1970 tarihinde ölen Ali Ekber Tufan bugünkü Melekli-Çaybaşı aile kabristanındaki anıt mezarına defnedilmiştir.Ali Ekber Tufan 1910 senesinde Difai Partisi'nin  ve "İttihad-i İslam Türk Birliği Cemiyeti"nin Iğdır temsilciliğini, daha sonra ise Müsavat Partisi Erivan temsilciliği görevlerini yürütmüştür.Rus Çarlığı'nın dağılmasının ardından doğan otorite boşluğundan dolayı, doğum yeri olan Iğdır'a dönerek Mehmed Emin Resulzade ile birlikte eş zamanlı çalışmalara başlamış ve Türk ordusunun Iğdır'a ulaşabilmesi için Iğdır'da müslüman halkı örgütleyerek Iğdır İcrâ Komitesi'ni kurmuştur.Ermeniler'in de katıldığı, başkanı Türk olmak şartı ile 5 Türk ile 5 Ermeni'den oluşan komitenin başkanlığını üstlendi. Ermeniler'in Bakü'ye saldırmasının ardından Iğdırlı Ermeniler yönetimden istifa etmiş, ardından Iğdır merkezinde bulunan hükûmet konağı 4000 nüfuslu Melekli'ye taşınarak, Iğdır Milli Cumhuriyeti; Iğdır, Tuzluca, Aralık, Şerur, Doğu Beyazıt, Vedibasar, Serdarabad'ı kapsayan ve başkenti Melekli şeklinde ilân edilmiştir. Başkanlığına Ali Ekber Tufan'ın seçildiği bu cumhuriyet,  Transkafkasya Demokratik Federatif Cumhuriyeti Parlamentosu tarafından tanınmıştır.Kafkasya'da Türk halkını silahlandırmak adına yapılan gizli Tiflis Türk Kurultayı'na katılan Ali Ekber Tufan, Iğdır Milli Hükûmet Birliklerini bu sayede Taşnak çetelerine karşı savunacak hâle getiren silah teminini Mehmed Emin Resulzade'nin yardımlarıyla elde etmiştirErmeni Devrimci Federasyonu (Taşnaksutyun) lideri, Erivan Gimnazyumu'ndan ve Iğdır'dan çocukluk arkadaşı general Drastamat Kanayan "General Dro" ile, savaşan iki toplumun liderleri olarak karşı karşıya geldiler. Melekli-Kireler Savaşı'nda General Dro, Ali Ekber Tufan'a karşı mağlup oldu. Ali Ekber Tufan, millî mücadele sürecinde bölgede kurulan Aras Türk Cumhuriyeti. Güneybatı Kafkas Geçici Hükûmeti, Transkafkasya Demokratik Federatif Cumhuriyeti kurucuları arasında yer almış, Cenubi Garb-i Kafkasya Hükûmetini dağıtmak için bölgeye gelen Anzak Birlikleri'yle çatışarak onları bölgeden uzaklaştırmış, Malta Sürgünü'nden kurtulmuştur.1920 yılının Haziran ayında şiddetlenen Ermeni Saldırılarına karşı Erhacı Bölgesine çekilme kararı alan Ali Ekber Tufan, "12 Kasım 1920 Iğdır'ın Kurtuluşu Günü" bölgeye ulaşan Kâzım Karabekir komutasındaki Türk Ordusuna, 10 bini aşkın milis gücü desteği sağlayarak, Aras Nehri boyunca mevzilenen Ermeni Kuvvetlerine karşı taarruz etmiştir.

  • 1875 - Albert Schweitzer, Alman din bilgini, filozof, misyoner, doktor ve 1952 Nobel Barış Ödülü sahibi (ö. 1965)
  • 1886 - Franz Josef Popp, BMW AG'nin kurucu (ö. 1954)
  • 1892 - Emil Gustav Friedrich Martin Niemöller, Alman Nazi karşıtı din bilgini, vaiz ve Bekennende Kirche'nin kurucusu (ö. 1984)
  • 1914 - Selahattin Ülkümen, Türk diplomat (ö. 2003)
  • Selahattin Ülkümen (14 Ocak 1914, Antakya – 7 Haziran 2003, İstanbul), 

  • Türk diplomat. 1943'te Rodos Başkonsolosluğu görevine getirilmiştir. Holokost sırasında, Rodos'tan sınır dışı edilmemeleri için Yahudilere Türk vatandaşlığı verip onların hayatlarını kurtarmasıyla tanınır. Bu davranışından ötürü 1989'da Yad Vaşem'de, İsrail tarafından Uluslararası Dürüstler Madalyası ile onurlandırıldı. Yüksek öğreniminin ardından, 1936'da Dışişleri Bakanlığında göreve başladı. 1943'te Rodos Başkonsolosu olarak atandı. 2. Dünya Savaşı sırasında Yunanistan Naziler tarafından işgal altına alındı. Bu süreçte, Türk ve Yunan Yahudiler, Korfu'dan toplanıp toplama kamplarına  gönderildiler. Rodos'u da ele geçiren Almanlar, burada bulunan Yahudileri de toplama kamplarına yollamaya karar verdi. Fakat o sırada Rodos'ta görev yapan Ülkümen, 2.000 kişilik Yahudi topluluğundan 50'ye yakın kişinin hayatını kurtardı.

  • 1940 - Bilge Olgaç, Türk sinema yönetmeni ve senarist (ö. 1994)

  • 1940 - John Castle, İngiliz oyuncu

  • 1941 - Faye Dunaway, Amerikalı sinema oyuncusu

  • 1949 - İlyas Salman, Türk sinema, tiyatro, dizi oyuncusu, yönetmen ve köşe yazarı

  • 1949 - Tarık Papuççuoğlu, Türk tiyatro, sinema ve dizi oyuncusu

  • 1959 - Rasim Öztekin, Türk oyuncu (ö. 2021)

  • 1963 - Steven Soderbergh, Amerikalı yapımcı ve senarist

  • 1965 - Jill Saward; cinsel istismarlara karşı mücadelesiyle bilinen İngiliz girişimci, aktivist ve siyasetçi (ö. 2017)

  • 1970 - Fazıl Say, Türk piyanist ve besteci

  • 1973 - Giancarlo Fisichella, İtalyan Formula 1 pilotu

  • 1990 - Grant Gustin, Amerikalı oyuncu ve şarkıcı

  • 1993 - Damla Colbay, Türk oyuncu


ÖLÜMLER:


      (düzenleyen: mstfkrc)


13 Ocak 2023 Cuma

Latin Amerika'da esen sol rüzgâr ne anlatıyor? (3) - Yazı dizisi / Hazırlayan: İbrahim VARLI-BİRGÜN

 

                                                                                                                       Fotoğraflar: Depo Photos, AA

Solun iktidarı yitirişinin hikâyesi - Sibel UTAR, Ar. Gör.

Ekvador’da dümen sağa geçmiş olsa da solun, özellikle yerli hareketinin dinamizmi, direnci ve mobilizasyon kapasitesi hâlâ çok yüksek. Ülkenin Latin Amerika’da yükselen pembe dalgaya katılması için solun yüzünü halka dönmesi yeterli.


                                                                  Sibel UTAR

                                                               
Latin Amerika’da 2000’lerin başında “pembe dalga” adıyla anılan solun iktidara gelişi kıtanın ezilen, ayrımcılığa uğrayan halkları için neoliberalizme alternatif adil ve eşit düzen arayışlarının başarısını temsil ediyordu. Ekvador’daki 2006 başkanlık seçimlerinin ikinci turunda solcu iktisatçı Raffael Correa’nın yüzde 56,8 gibi büyük bir çoğunluğun oyunu alarak sağın güçlü adayı “Muz Kralı” lakaplı Alvaro Noboa’ya karşı zafer kazanması yükselen sol dalganın önemli kilometre taşlarından biri oldu. Öyle ki 2015’ten itibaren Latin Amerika’da “pembe dalga” sönümlenmeye başlayıp ülkeler birbiri peşine neoliberal, otoriter sağ iktidarlara teslim olurken Venezuela ve Nikaragua ile birlikte solun ayakta kalan son üç temsilcisinden biri olan Ekvador, neoliberal sağ dalganın Latin Amerika’da mutlak zaferini ilan etmesinin önünde adeta bir dalgakıran gibi duruyordu.

Kıtanın toplumsal mücadele tarihinden güç alan Latin Amerika solu seçim hezimetlerinin sebep olduğu hayal kırıklıklarına ve iktidara gelen aşırı sağın baskıcı politikalarına teslim olmayarak işsizlik, yoksulluk ve sosyal adaletsizliklerle ve bunların sebebi olan neoliberal politikalarla mücadelesini kıtada yaygınlık kazanan kitlesel protesto gösterileri ile devam ettirdi. Tabandan örgütlenen toplumsal hareketlerle birlikte solun verdiği bu mücadele neticesinde 2018’den bu yana Meksika, Arjantin, Peru, Honduras, Şili, Kolombiya ve son olarak da Brezilya’da iktidarlar yeniden sola geçti. Korkut Boratav’ın da vurguladığı gibi Küba, Venezuela, Nikaragua ve Bolivya gibi solun geleneksel merkezleri de dahil edildiğinde an itibariyle Latin Amerika’da 560 milyonu aşkın insan farklı tonlardaki “solcu” başkanlar tarafından yönetiliyor.

EKVADOR NASIL SAĞA KAYDI

Ancak 2021 başkanlık seçimleri itibariyle Ekvador artık bu ülkelerden biri değil. Kıtada siyaset sarkacının yeniden sola salındığı “ikinci pembe dalga” olarak anılan bu dönemde seçimi “ülkeyi sol politikalardan kurtarma” vaadinde bulunan neoliberal sağın temsilcisi Guillermo Lasso’nun kazanması hem Ekvador solu hem de tüm Latin Amerika için büyük sürpriz oldu. Bölgedeki ilk sol dalga sönümlendiğinde dahi iktidarda kalabilmiş olan ve ülkeyi kesintisiz 15 yıl yöneten sol iktidarın mağlubiyetinin sebeplerini anlamak için Ekvador’un nasıl bir siyasal ve ekonomik ortamda seçimlere gittiğine bakmak gerek.

Ekvador seçimlere pandeminin derinleştirdiği ekonomik kriz ve toplumsal bunalım ortamında gerçekleştirdi. Mevcut iktidar ülkeyi 10 yıl boyunca yönetmiş olan ve popülaritesini sürdüren solcu başkan Correa’nın halefi olan Lenin Moreno’nun elindeydi. Moreno’nun siyaseten nerede durduğu ise tartışmalı. Zira geçmişte Correa’nın başkan yardımcılığını yapmış olan Moreno 2017’de Lasso’ya karşı zafer kazanarak başkan seçilmesinin ardından Sungur Savran’ın “dönek sol” olarak tanımladığı bir konuma evrilerek kendisini iktidara getiren sol politikalara sırtını döndü. Correa hükümetinin kazanımlarına da savaş açan Moreno’nun neoliberalizmin fedaisine dönüşmesi onun Latin Amerika’daki otoriter sağ liderlerden biri olarak anılması sonucunu da beraberinde getirdi.

Moreno’nun dayattığı neoliberal politikalar ülkedeki işsizlik, yoksulluk ve gelir adaletsizliğini daha da arttırdı. Ülkeyi borç krizinden çıkartmak için 2019’da IMF ile 10 milyar dolarlık bir stand-by anlaşması imzalayan Moreno’nun bunun karşılığı olarak sosyal harcamalarda kesinti, benzin sübvansiyonlarının kaldırılması, memur maaşlarının yüzde 20 oranında azaltılması gibi şartlar içeren bir reform paketini uygulamaya koyması ile açlık ve sefalete sürüklenen kitleler büyük bir eylem dalgası başlattı. İşçiler ve öğrencilerin başlattığı eylemlere Ekvador Yerli Konfederasyonu (CONAIE)’nin de katılması sonucu protesto gösterileri tüm ülkeyi etkisi altına alan bir isyana dönüştü. Tepkilere boyun eğmek zorunda kalan Moreno kemer sıkma programını ertelese de IMF ile yapılan anlaşmadan geri adım atmadı. Dahası dış politikayı ABD yörüngesine yerleştirdi. Neoliberal talan hız kesmeksizin küçük bir azınlığın ve çok uluslu şirketlerin yararına halkı ezerken salgının sebep olduğu sağlık krizi ve buna bağlı olarak derinleşen ekonomik kriz neticesinde ülke büyük bir bunalıma sürüklendi. Bu durum siyasal sistemde büyük bir hegemonya krizini de beraberinde getirdi. Öyle ki Moreno’nun aday dahi olmadığı 7 Şubat 2021’deki seçimlerin ilk turunda 16 aday birden yarıştı.

solun-iktidari-yitirisinin-hikayesi-1113087-1.

SÖMÜRGECİ GEÇMİŞİN MİRASI

2021 seçimlerin ilk turunda üç aday ön plana çıkıyordu. Bu üç aday ülkenin içinde bulunduğu kriz ortamında hegemonya tesis etme mücadelesi veren üç bloğu temsil ediyordu. Adaylardan ilki, seçimin birinci turunu yüzde 32’lik oyla kazanan ve başkan olmasına kesin gözüyle bakılan 35 yaşındaki solcu ekonomist Andres Arauz’du. Correa’nın yakın çevresinden olan Arauz, başkan seçildiğinde Correa dönemi politikalarına geri dönerek IMF’den ayrılmayı, kemer sıkma politikalarına son vermeyi, ilk ayda bir milyon aileye bin dolar vermeyi, zenginlere ek vergi koymayı ve ülkeyi yeniden neoliberalizm karşıtı sol bir eksene döndürmeyi vaat ediyordu.

Seçimlerde ön plana çıkan bir diğer isim sağ bloğun adayı eski bankacı Guillermo Lasso’ydu. Sömürgeci geçmişin mirası olarak diğer Latin Amerika ülkelerinde olduğu gibi sermaye ve rantın küçük bir azınlığın elinde toplandığı Ekvador’da oligarşik bir nitelik taşıyan bu azınlığın siyasal alandaki temsilcisi olan sağ blok 2006’da Correa iktidara gelinceye kadar ülkenin mutlak hakimiydi. Bölgenin önemli emtia üreticilerinden biri olan Ekvador’un başlıca tarımsal emtiaları olan muz ve kahvenin yetiştirildiği plantasyonlar dar bir toprak sahibi sınıfına aitken, ülkenin petrol yatakları ve madenleri yabancı şirketlerin ve onların himayesindeki küçük bir sermaye sınıfının elindeydi. İsyan eden halk kesimlerinin başını ezmeye hazır Amerika destekli bir ordu tarafından da desteklenen sağ oligarşinin hakimiyetindeki Ekvador’da devlet, bu zümrelerin elindeydi. Correa ile birlikte iktidarı kaybeden sağ oligarşi 2021’de iktidarı ele geçirerek hegemonyasını yeniden tesis etmek için neoliberal zamanların ruhuna uygun olarak finansal sermayenin temsilcisi Lasso’nun arkasında birleşti. Başkanlık için üçüncü kez yarışan ve ilk turda yüzde 19,74 oy alan Lasso, kendisini “21. yüzyıl sosyalizminin düşmanı” olarak tanıtırken, seçildiğinde neoliberal girişimleri arttırmayı, sermaye sınıfının vergi yükünü hafifletmeyi, ABD ve AB ile ticari ve politik ilişkileri geliştirmeyi vaat ediyordu. Asgari ücreti 500 dolara çıkartma ve 2 milyon yeni iş yaratma gibi popülist sözler de veriyordu.

İlk turda dikkat çeken diğer aday ise Halk Birliği (UP) ve yerli hareketin partisi Pachakutik’in oluşturduğu halkçı-sol bloğun adayı çevre aktivisti avukat Yaku Perez’di. Çevrenin ve yerli haklarının korunmasını sağlayan yeni bir sürdürülebilir ekonomik model öneren Perez, madencilik faaliyetlerini yasaklamayı ve petrol üretimini sınırlamayı vaat ediyordu. Gücünü yerli hareketi başta olmak üzere ülkedeki toplumsal hareketlerden alan halkçı-sol blok 2019’daki IMF karşıtı halk ayaklanmasının birleşik ve mücadeleci ruhunu temsil ediyordu. Correa tarafından temsil edilen solu “otoriter ve yozlaşmış sol” olarak tanımlayan halkçı-sol blok Correismo karşıtı ve anti-neoliberal yeni bir sol alternatif olma iddiasındaydı. İlk turda Perez’in etrafında güç birliği yapan halkçı-sol blok yüzde 19,36 oyla hem sol içindeki bölünmeyi ve değişim arayışlarını hem de yerli hareketinin Correa’nın temsil ettiği sol ile çatışmasının boyutlarını gösteriyordu.

11 Nisan 2021’deki ikinci tura Arauz’un ve Lasso’ın kalması, bir kez daha solun zafer kazanacağı, pembe dalganın Ekvador kıyılarına da ulaşacağı beklentilerini güçlendirmişti. Solun geçmiş iki başkanlık seçiminde olduğu gibi bu seçimde de sağ bloğun temsilcisi Lasso’ya karşı iç anlaşmazlıkları bir kenara bırakması bekleniyordu. Yerli hareketinin ise Correismo soluyla çatışmasına rağmen sandıkta yine de Arauz’dan yana oy kullanacağı düşünülüyordu. Lakin Arauz’un temsil ettiği Correismo solunun zaferi için kağıt üzerinde yapılan hesaplar solun içinde bulunduğu gerçeklikle uyuşmuyordu. Geçtiğimiz 10 yıl boyunca sadece seçim dönemlerinde taleplerine kulak veren ve ardından “Ekvador’un yararı yerlilerin yararından üstündür” diyerek yerlilerin yaşadığı toprakları maden ve petrol şirketlerine, neoliberal sermayeye açan Correismo solu ile uyuşmazlığını vurgulayan Perez ikinci tur seçimlerinde her iki adayı da desteklemediğini açıkça deklare etti. Bu durum karşılığını buldu ve oyların yüzde 52,6’sını alan Lasso başkan oldu. Neoliberal sağ bloğu 15 yıl sonra zafere taşıyan bu sonuçlar Ekvador’da anti-neoliberal bir seçim programı olsa da iktidara geldiğinde toplumsal uzlaşı adı altında sınıfa sırtını dönen, popülist siyasetin iki kutuplu kısır döngüsüne hapsedilen halkın seçeneksiz kaldığında kötünün iyisiyle yetineceğini düşünen ve toplumsal hareketlerle bağını kopararak halkın tabandan yükselen taleplerine duyarsız kalan bir sol partinin ve/veya liderin iktidarda kalamayacağını gösterdi. Dahası uzun yıllardır siyaseti şekillendirmede başat bir role sahip olan yerli hareketin gücünü bir kez daha kanıtladı.

YERLİ HAREKETİNİN GÜCÜ

Toplumun en yoksul ve dışlanmış kesimi olan yerliler ülke nüfusunun yüzde 10’unu oluşturuyor. Sömürge döneminde aşağılanma, dışlanma ve sömürüye maruz kalan yerli toplulukları için bu durum bağımsızlıktan sonra da değişmedi. Bununla birlikte yerliler toprak reformu ve kültürel kimliklerinin tanınması amacıyla yürüttükleri uzun bir mücadele tarihine sahipler. Nitekim farklı yerli grupların bir araya gelerek 1986’da kurdukları CONAIE (Ekvador Yerliler Konfederasyonu) kitleleri mobilize etme gücüyle kısa sürede hem Latin Amerika’daki en etkili hareketlerden birine dönüştü hem de Ekvador’da başkanları istifaya zorlayacak güçte bir aktör haline geldi. Öyleki 1996-2006 arasında göreve gelen 8 başkanın hiçbiri görev süresini tamamlayamadı, CONAIE’nin başını çektiği protesto gösterileri sonucunda ayrılmak zorunda kaldılar.

Yerlilerin mobilize ettiği toplumsal muhalefetin bu kadar etkili olmasının arka planında ise yerli hareketi temsilci CONAIE’nin taleplerinin niteliği yatıyor. Yerli toplulukların kültürel haklarının tanınması meselesi üzerinden kimlik mücadelesi yürüten CONAIE, işsizlik, sosyal adaletsizlik, toprak sorunu, çevre meseleleri üzerinden de sınıf savaşı veriyor. Dolayısıyla refah içinde yaşayan küçük bir azınlık dışındaki tüm toplumsal kesimleri neoliberalizm karşıtlığı temeline dayanan ortak talepler etrafında mobilize edebiliyor. CONAIE için neo liberalizm karşıtlığı bir var olma savaşı anlamına geliyor. Nitekim bugün Latin Amerika’nın en büyük üçüncü petrol üreticisi olan, ihracat gelirlerinin yüzde 50’sini petrolden önemli bir bölümünü de maden ihracından elde eden Ekvador’da petrolün 1970’li yıllarda yerli toplulukların yaşadığı bölgelerde keşfedilmesi Ekvador yerlilerinin hayatlarını radikal bir biçimde değiştirdi. Geçmişte verimli toprakları ellerinden alınarak tropikal ormanlar ve dağlık alanlar gibi marjinal bölgelerde yaşamaya mahkum edilen yerlilerin yaşadıkları bu bölgeler neoliberal düzenin temsilciliğini yapan hükümetler aracılığıyla günümüzde çok uluslu maden ve petrol şirketlerinin imtiyazlarına bırakılmış durumda. Dolayısıyla yerli hareketinin Arauz’u desteklemeyi reddetmesi ne neoliberal düzene teslim olarak sol dalgadan koptuğu ne de bundan sonra iktidarı ele geçirmek için kurulacak bir sol ittifaka katılmayacağı anlamına geliyor.

Lasso’nun temsil ettiği neoliberal sağın iktidarda olduğu Ekvador’da CONAIE başta olmak üzere toplumsal muhalefetin tüm aktörleri günümüzde IMF programı olarak cisimleşmiş olan neoliberal politikalara karşı mücadelelerini meydanlarda sürdürüyorlar. Öyle ki CONAIE’nin önderliğinde 13 Haziran 2022’de 11 bölgede başlayan gösteriler CONAIE lideri Leonidas Iza’nın gözaltına alınmasıyla tüm ülkeye yayılan bir isyana dönüştü. Lasso hükümeti başlangıçta bölgesel OHAL’ler ilan ederek ve polis şiddeti aracılığıyla protestoları bastırmaya çalışsa da sonunda IMF reformlarından bazı tavizler vererek geri adım atmak zorunda kaldı. Sonuç olarak Ekvador’da sol muhalefetin ve özellikle yerli hareketinin toplumsal dinamizmi, mücadele istenci ve mobilizasyon kapasitesi hâlâ çok yüksek. Latin Amerika’nın yükselen pembe dalgaya katılması için ise Ekvador’daki sol siyasetin aktörlerinin anti-neoliberal sosa bulanmış bayat kapitalist politika önerileri sunmak yerine yüzünü toplumsal muhalefetin taleplerine dönmeleri ve değişim için umut vaat etmeleri yeterli.

***

KASTLAR ÜLKESİ EKVADOR

Adını aldığı ekvatorla ikiye bölünen Ekvador İspanya'dan ayrılmak için ilk çağrıyı yapan Latin Amerika ülkesidir.


Hazırlayan: İbrahim VARLI-BİRGÜN

Halkın parasıyla troll ordusu - BİRGÜN

 

              CHP’li Özgür Özel açıklaması sırasında şemalardan ve görsellerden faydalandı. (Fotoğraf: ANKA)

CHP’li Özel, İBB soruşturmasından Kılıçdaroğlu’na, HDP’den muhalefetin tamamına dair sürekli hakaretamiz ifadelerle yüklenen Soylu’ya bağlı olduğunu iddia ettiği troll ağını açıkladı. Özel’e göre bu troll ağının başında İçişleri Bakanı Müşaviri Emin Şen var. Özel, Şen’in ayrıca müşavir olmasına rağmen kurduğu şirketlerle kamudan yüz binlerce dolarlık ihaleler aldığını ve FETÖ’cü ortakları olduğunu açıkladı. Bakanlık ise önce Özel’i yalanladı, ardından Şen’in görevi değiştirildi. Şen de yaptığı açıklamada Özel’i yalanladı.

CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel, TBMM'de düzenlediği basın toplantısı ile İçişleri Bakanı Süleyman Soylu dosyasını açıkladı. Özel’in açıklamalarına göre İçişleri Bakan Müşavirliği yapan Emin Şen devlet memurları kanununa aykırı olmasına rağmen iki şirket kurdu. Bu şirketler kamu kurumlarından on binlerce dolarlık ihaleler aldı. Bunun yanında Şen’in başında olduğu 8 bin kişilik bir troll ordusu kuruldu.

Şen, 4 Ekim 2016'dan itibaren Süleyman Soylu'nun danışmanlığın yapıyor. Özel, Şen'i, Soylu'nun il il dolaşıp trolllük dersi verdirdiği kişi olarak tanımladı.

Özel'in aktardığına göre Şen'in sahibi ve yöneticisi olduğu 'SM360 Ajans' ve ortağı olduğu 'Native Teknoloji' isimli şirket bulunuyor. Özel, Devlet Memurları Kanunu'nun bakan müşavirlerini şirket sahipliği ve şirket yöneticiliği görevinden men ettiğini, dolayısıyla bakan müşavirinin şirket sahibi olmasının suç olduğunu belirtti.

Buna göre, Şen'in sahibi olduğu SM360 Ajans'ın eski ortakları arasında Neslihan Er Oğur ve Mücteba Kılıç bulunuyor. Mevcut çalışanlar arasında ise Emin Şen'in kardeşi Ömer Enis Şen var. Mücteba Kılıç’ın daha önce Fethullah Gülen’le birlikte videoları çıkmıştı. Özel, "Bir bakan müşavirinin şirketinin olduğunu, eski ortaklarının genç siviller olduğunu, 2010 referandumunu yönetenler olduğunu, ortakların gittiğini, kendisinin kaldığını gördük" ifadelerini kullandı.

KAMUDAN İHALELER

SMA360'ın bakanlık ve kamu kurumlarından aldığı ihaleleri açıklayan Özel, şunları söyledi: "TÜBİTAK, Eski Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı, Uluslararası Göç Filmleri Yarışması, Erdoğan Gönüllüleri, oğlanın ETNA Spor Vakfı, damadın Teknofest'i, Soylu'nun kendisi, Fatma Şahin. Soylu zamanında işlerini yaptığı Çalışma Bakanlığı, Soylu zamanında işlerini yaptığı polis teşkilatı ve jandarma..."

Özel’in açıklamalarına göre Şen'in ortağı olduğu bir diğer şirket ise Native Teknoloji. Şirketin ortakları arasında Erkan Gül ve Burak Gül isimleri bulunuyor.

"Bu şirket ya da ortak olduğu Native kamuyla iş yapmış mıdır diye bakalım. 418 bin dolarcık! İçişleri Bakanlığı AKP'li belediyelere bu konuda hizmet alın diye, 418 bin doları alıp geçiyorlar" diyen Özel, "Buzdağının küçük kısmında 23 milyon TL'lik bu şirkete verilmiş ihale gördük. Buna İçişleri'nin kendisinin bakanlığın özel durumundan dolayı doğrudan hizmet satın alımıyla ilgili kolaylaştırıcı yönetmeliğini de eklediğinizde 2020-21-22 yılında inanılmaz ve denetimsiz para akışı olduğunu göreceğiz" ifadelerini kullandı.

EBABİL HAREKATI KANALI

Kurulan troll ordusunun Ebabil Harekâtı Telegram kanalı üzerinden çalıştığını vurgulayan Özel "Eminimsi'nin (Emin Şen'in sosyal medya hesabının kullanıcı adı) yönettiği kanallar bunlar. Ebabil Harekatı, Derin Kuvvetler, İBB Kandil kadrosu hesaplarının yönetildiği gizli kanal ve orada hazırlanan içerikler. 8 bin sosyal medya trollüyle bilgiler servis ediliyor " dedi.

"Ebabil kuşları, Süleyman Soylu'nun troll ordusudur" diyen Özel şöyle devam etti: "Ama maaşını kendisi değil İçişleri Bakanlığı, eski dönemde Çalışma Bakanlığı, bakanlıkların bağlı kuruluşları ve birkaç tane belediye yapmaktadır" ifadelerini kullandı. Ebabil Harekatı'nın 8 bin tane trollü itibar suikastine başlıyor. Ekrem İmamoğlu için hazırlanıyorlar. Yalanı buluyorlar, 8 bin trolle talimat veriyorlar. Ebabillerden biri de Alpay Özalan.

Ali Mahir Başarır'ı ‘satılmış’ kelimesi ile TT yapmak istemişler.”

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Hacer Foggo ile birlikte paylaştığı ve uyuşturucu konusundaki videoya Jandarma ve Emniyet’in cevap verdiğini hatırlatan Özel şunları aktardı: “Buna cevabı AKP verir, eleştirilen Soylu verir... Cevap nereden verilmiş? Jandarma Genel Komutanlığı ve Türk Polis Teşkilatı... Font, noktalamalar... Aynı iPhone'dan atılmış. Eminimsi'nin telefonunda kaç hesap var bilinmez ama bu ikisinin tweetlerini aynı telefondan atacak yetkinlik var. Kullanıcı değiştirince Jandarma oluyor, değiştirince Emniyet'in yerine geçiyor.”

***

trollLER BÜTÇE GÖRÜŞMELERİNE KATILMIŞ

TİP İstanbul Milletvekili Ahmet Şık da ‘Ebabil Harekâtı’ isimli gruptan olduğunu belirttiği bazı kişilerin, Meclis komisyonundaki bütçe görüşmelerine girdiğini açıkladı. Şık, fotoğraflardaki kişiler için, “İçişleri bakanlığı ve vekillerin danışmanı olduğu iddia edilen bu kişiler Ebabil Harekatı ve ilintili hesaplara videoyu servis eden, sosyal medyaya yayan kişiler” dedi. Şık ayrıca "AKP Milletvekili Selami Altunok’un Emniyet Genel Müdürü olduğu dönemde hazırlanacak bir kamu spotunun Soylu tarafından Emin Şen’in şirketine fahiş fiyatla verilmesi talebi nedeniyle Altunok ve Soylu arasında tartışma yaşanmıştı" ifadelerini kullandı.

halkin-parasiyla-trol-ordusu-1113105-1.

***

BESLEMELER HER YERDE

Özel’in iddiaları AKP iktidarının troll ordularına dair ilk iddia değil. Daha önce başta Pelikan grubu olmak üzere AKP’nin troll orduları kurduğu gündeme gelmişti. Üstelik AKP içinden de bu durum dile getirilmişti.

Uluslararası Af Örgütü’nün Nisan 2021’de yayımladığı raporda trolllere ilişkin şunlar denildi: “Türkiye’de hükümet troll orduları kurdu ve kamuoyunun dikkatini belirli web siteleri, hesaplar ve sakıncalı bilgilerden uzak tutmak için çevrimiçi sınırlandırmalara ve yanlış yönlendirmelere başvurdu.”

Twitter ise Haziran 2020’de 7 bin 340 sosyal medya hesabını manipülasyon gerekçesiyle kapattı. Bu hesapların AKP'nin gençlik faaliyetleri ile bağlantılı olduğunun tespit edildiğini bildiren Twitter, kapanan hesapların Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’la da toplam 1.7 milyon kez iletişime geçtiğini açıkladı.

İnternet Gözlemevi’nin raporunda, kapatılan hesaplarla ilgili öne çıkan tespitler şöyle:

•Aynı gün açılan, benzer kullanıcı adı olan çok sayıda hesap var.

•Tek görevi, AKP adına retweet yapmak olan bir hesaplar ağı ortaya çıkarıldı. Bu ağlar, aynı içeriği daha görünür kılmak için uğraşıyor ve aslında “gündem” olamayan etiketleri (hashtag’leri) daha popüler yapmaya çalışıyor.

•Hacklenen çok sayıda hesap AKP adına tweetler atmak için kullanıldı. Hacklenen bu hesaplar arasında daha önce iktidarı eleştiren hesaplar da var.

CHP ise geçen yıl “Cumhuriyet Halk Partisi’ni ve Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’nu Hedef Alan trolller” raporu hazırladı. Rapora göre; “lider troll ekibi”, “taşeron troll hesaplar” ve “destek grubu” olarak üçe ayrılan 10 ila 12 bin arasında troll hesap CHP ve Kılıçdaroğlu aleyhinde düzenli faaliyet gösterdi. Raporda, altı aylık zaman diliminde 300 binden fazla gönderi oluşturulduğu bilgisi verildi.

***

SİTEDE DEĞİŞİKLİK

Özel’in açıklama yaptığı sırada İçişleri Bakanlığı da bir açıklama yayımladı ve Şen’in Bakan Müşaviri olmadığını belirtti. Ancak o dakikaya kadar İçişleri Bakanlığı’nın sitesinde Bakan Müşaviri olarak gözüken Şen’in profili daha sonra tıklanınca hata vermeye başladı ve siteden kaldırıldı. Daha sonra ise sitede “Müşavir” kısmı “Danışman olarak değiştirildi. Yine Özel’in açıklama yaptığı sırada ‘Eminimsi’ Twitter hesabı da kapatıldı. İçişleri Bakanlığı tarafından 18-22 Aralık 2017 tarihinde düzenlenen ve açılış konuşmasını İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun yaptığı seminere, Emin Şen'in bakan danışmanı olarak "Medya/Sosyal Medya Kullanımı" eğitimi verdiği öğrenildi. Öte yandan Şen, Yeni Çağ’a açıklama yaptı. İçişleri Bakanlık Müşaviri olduğunun yalan olduğunu, Süleyman Soylu’ya sadece sosyal medya danışmanlığı yaptığını söyleyen Şen, “Kardeşim olduğunu söylediği kişi kardeşim değil” açıklamasında bulundu.

(BİRGÜN)

Dünya ekonomisine 'sol'dan bakan bir rapor - Korkut Boratav / SOL

 


2022 koşullarının enflasyonu 'bir hayat pahalılığı bunalımı' ise, mağdur sınıflar da teşhis edilmiş oluyor: Emeğiyle geçinen, gelirleri (ücretler) fiyatlara yetişemeyen dünya işçi sınıfı…

Uluslararası ekonomik kuruluşların “sol” kanadında yer alan istisnalardan biri UNCTAD’tır. Özgün adının Türkçe karşılığı olarak, Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı… 1964’te Birleşmiş Milletler (BM) bünyesinde ve “gelişmekte olan ülkelerin çıkarlarını gözetmek” üzere kurulmuştur. Sonraki yıllarda da “gelişmekte olan ülkelerin BM’deki temsilcisi” (hatta 1970’li yıllarda Sekreteryası) işlevini üstlendi.

Bugün UNCTAD’ın 2022 tarihli Ticaret ve Kalkınma Raporu’nu (Trade and Development Report) gözden geçirmek istedim. Gerilimler içindeki 2023 dünyasına “sol”dan bakan Rapor’da bir gezinti yapalım. 

2008 sonrasının bir bilançosu

UNCTAD Raporu, neoliberalizmin ilk kapsamlı krizi olan 2008-2009 sonrasının bir bilançosunu çıkarıyor.

Bu dönemde, “sermaye birikimi düşük, kârlar yüksek; işsizliğin düşmesine rağmen ücretler durgun seyretmiştir.” 

Ortam şöyle açıklanıyor: “Yüksek kârlar ve düşük yatırımlardan oluşan bu dönemde finansal mühendislik büyük uluslararası şirketlerde rant-arayışını öne çıkardı. Piyasalardaki güçleri sayesinde bu şirketler gelirlerini üretimden değil, kıtlık koşullarını kullanarak elde etmeye yöneldiler.”

Bu ortamın kurumsal çerçevesine de işaret ediliyor: “Bilgi üzerinde tekelci konum, birleşme/satın almalar (“mergers & acquisitons”), devlet ihaleleri, kredili veya muvazaalı hisse senedi alımları, kayıt dışı finansal akımlar ve ‘offshore’ vergi cennetlerinde sistematik vergi kaçakçılığı…”  (s.10). IMF ve Dünya Bankası raporlarında ihmal edilen düzenlemeler… 

Servet (varlık) eşitsizliğini besleyen rantların gelir akımlarına (kârlara) dönüştüğü bir süreç söz konusudur. Rapor’un bir kesiminde “kredilerle sermaye birikimi arasındaki kopukluk” nicel verilerle inceleniyor.

Son otuz yıl boyunca hem Batı, hem de “Güney” coğrafyasında gözlenen bu olgu iki etkene bağlanıyor: “(1): Emek gelirlerinin göreli gerilemesi özel tüketimi, dolayısıyla yatırımları da frenlemiştir. (2): Finansallaşmanın hızlanması, varlık (servet) yaratımının, sermaye birikiminden kopmasına yol açmıştır.” (Bölüm III, B/3, s.79 vd)

Bu ikinci etken, son yıllarda Türkiye için de önem taşıyan bir bozukluğa işaret ediyor: Kredilerde astronomik artışların önemli bir bölümü ilk aşamada gelir akımlarına değil, rant-oluşumuna aktarılır. Servet (varlık) artışlarının şirket kârlarına ve bireysel rantiye gelirlerine dönüşmesi üretim sürecinin dışında gerçekleşir; ama “gelir hesabına göre GSYH” toplamlarında “işletme fazlası” (brüt artık) olarak yer alır. Son altı yılda brüt artık toplamının net millî gelirdeki payının 11 puan civarında arttığını belirliyoruz. Servet artışlarının gelir akımlarına dönüşmesinin nicel haritası ise henüz betimlenmedi.

Türkiye için de önem taşıyan bu tespitlerin yol açtığı sonuçlar UNCTAD Raporu’nda şu ifadelerle özetleniyor: “Sermaye birikiminin düşmesi emek veriminin büyüme  temposunu aşağı çekti ve potansiyel büyüme hızının kalıcı olarak düşmesine yol açtı. Çok sayıda yükselen ekonomide bu durum sanayileşmenin durması ve bazı ülkelerde erken (‘zamansız’) sanayisizleşme ile ağırlaşmıştır.” Güney coğrafyasındaki “zamansız sanayisizleşme” hastalığı, UNCTAD’a göre 1980’li ve 1990’lı yıllarda dış ticaret ve sermaye hareketlerinin serbestleşmesi ile başlamıştır (s.12). 

Ücret payında sistematik aşınma

UNCTAD Raporu, 1980’li yıllardan bu yana hem Batı, hem de Güney ekonomilerinde emek payının sistematik olarak gerilediğini belirtiyor. Çevre ekonomilerinde bu dönüşüm, ithal ikameci sanayileşme politikalarına son veren neoliberal yapısal uyum programları ile başlamıştır.

Batı sermayesi, sanayi üretimini “düşük ücretleri izleyerek parçalara bölen” tedarik zincirlerini yarattığında, bölüşüm üç doğrultuda etkilenmiştir: (1): Bazı sanayi kollarını ülke-dışı tedarik zincirlerine taşıyan Kuzey’de ücret payları önemli boyutlarda aşınmıştır. (2) Bu sektörlerin taşındığı coğrafyalarda ücret payı yükselmiş, ancak bu dönüşüm sömürü oranlarını artırarak gerçekleşmiştir. (3) Tedarik zincirlerinin yerleştiği (Çin ve Hindistan gibi) büyük Güney ülkelerindeki ücret düzeyi, Batı’daki ücret artışlarını frenleyen bir mıknatıs etkisi yapmaktadır (Box 3.1, s.84 vd). 

Dünya işçi sınıfı sayısal olarak artarken, küresel dünya ekonomisinin tümünde ücret payı düşmektedir. Tedarik zincirlerini oluşturan uluslararası sermayenin ihya olduğu bir dönüşüm söz konusudur. 

Rapor, son yıllarda ücret/kâr karşıtlığının seyri üzerinde de durmaktadır. Korona salgını döneminde ortalama emek verimi düşmüş, nominal ücretler sabit kaldığı için katma değerde emek payı yükselmiştir. Bu gelişme sadece bir yılla sınırlı kalmış; 2017-2021 arasında Batı’daki ana eğilim ücret payının gerilemesi olmuştur (s.84 vd).

Enflasyon ortamında kâr oranlarının fazlasıyla şişmesine de dikkat çekiliyor. Oligopolcü şirketlerin, artan maliyetler koşullarında kâr katsayılarını (“mark-up oranlarını) yukarı çekmeleri söz konusudur (s.27). Katma değerin dışında kalan bir “rant oluşumu” ima ediliyor.

Bugünkü politikalar: 'İlaç hastalıktan daha tehlikeli'

Rapor, korona salgını sonrasındaki ortamı şöyle betimliyor: “Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde bir hayat pahalılığı (geçim) bunalımı yaşanmakta, hanelerin çoğunluğunu sarsmaktadır.”

2022 koşullarının enflasyonu “bir hayat pahalılığı bunalımı” ise, mağdur sınıflar da teşhis edilmiş oluyor: Emeğiyle geçinen, gelirleri (ücretler) fiyatlara yetişemeyen dünya işçi sınıfı… Elli yıl öncesinin stagflasyonu ise sermayeyi sarsan bir krizdi: Ücret artışları toplam talebi ve enflasyonu beslemekte; finansal varlıklar ise reel olarak erimekteydi.

Bugünkü ortam farklıdır; buna rağmen Batı merkez bankaları talep daraltıcı parasal politikaları izlemektedir. UNCTAD’a göre küresel etkileri bakımından “bu ilaç ekonomik hastalıktan daha tehlikelidir. Zira, ABD’de faizlerin 2 veya 3 puan yükseltilmesi Güney ekonomilerindeki ivmeyi de 1,6 veya 2,4 puan aşağı çekecektir. Borçlanma maliyetlerindeki artış, Güney’de kapsamlı bir borç krizini gündeme getirmektedir. Orta gelirli ülkelerin üçte biri şu anda iflas eşiğine sürüklenmiş durumdadır” (Bölüm I, A/1).

Bugünkü ortam niçin farklıdır? UNCTAD’a göre 2020 sonrasındaki enflasyon “salgın ve savaşın yol açtığı arz kaynaklı nedenlerle” bağlantılı olduğu için… 1970’li yılların aksine, enflasyon talep değil, emek-dışı maliyet artışları ile tetiklenir; ücret talepleri arkadan gelir, ama yetişemez: “Günümüzde emeğin pazarlık gücünün zayıflığı ücret-fiyat sarmalına imkân vermiyor. Daraltıcı para politikaları enflasyonist baskıları gidermiyor; bunun yerine ücretleri, istihdamı aşağı çekiyor.”

Faiz artışları üretimi, istihdamı ve ücretleri daraltıyor; ama şirketler kâr marjlarını yükselterek enflasyonu sürdürüyor. 1970’li yılların stagflasyonu sermaye lehine hortlamıştır. Elli yıl önceki stagflasyon ise, Batı işçi sınıfının pazarlık gücü zirvedeyken gerçekleşmişti: Durgunlaşan bir konjonktürde sendikalar ücret artışlarında ısrarcı oldu; ücret/fiyat sarmalı oluştu; kâr oranları aşındı. Bu ortam Batı ekonomilerinde Thatcher’ın bayraktarlığını yaptığı neoliberal karşı-devrimin ilk aşamasını tetikledi.

Politika alternatifleri

Rapor, 2023 ve sonrasının alternatif politikaları için şu ilkeleri öneriyor (Bölüm I/C, s.28vd):

(I) Enflasyon frenlenmeli; ücretler değil: Fiyatların, kâr marjlarının (“mark-ups”) denetimi gerekir.  Anti-tröst önlemler güçlendirilmelidir. 

(II) Büyüme yönetilmeli; balonlar değil: Sanayileşmeye dönük yapısal değişim gerekiyor. Kamu maliyesinde yatırımlara yer açılmalıdır.

(III) Önce ve sonra da yatırım: İstihdamı, verimliliği artıracak ekonomik ve toplumsal altyapıya dönük kamu yatırımları artırılmalıdır. 

(IV) Hizaya getirme (“leveling-up”):  Anti-tröst önlemler ve gelir politikalar gerekiyor. Kamu hizmetleri, servet ve olağan-dışı kazanç vergileri ile uygulanan yeniden paylaşım politikaları önemlidir. Şirketlerin, yüksek servet sahiplerinin vergi cennetlerine sığınması önlenmelidir.

Bu gerçekçi çerçeve, bence, 2023’te Türkiye Solu’nun tartışacağı iktisat politikası gündemine büyük ölçüde oturmaktadır. 

                                                             ***

Bu kuşbakışı gezinti ile yetinelim. İktisatla, kapitalist dünya ekonomisinin sorunları ile ilgilenenlere raporun tümünü salık veririm.

(https://unctad.org/system/files/official-document/tdr2022_en.pdf)

 Korkut Boratav / SOL