1 Şubat 2023 Çarşamba

BELLEK - 1 ŞUBAT -

 


OLAYLAR:

  • 1553 - Osmanlı İmparatorluğu ve Fransa Krallığı arasında, İstanbul Antlaşması imzalandı.
  • 1861 - Amerikan İç SavaşıTeksasAmerika Birleşik Devletleri'nden ayrıldı.
  • 1884 - Oxford English Dictionary'nin ilk baskısı yapıldı.
  • 1896 - Giacomo Puccini'nin La bohème operası, ilk kez İtalya'nın Turin şehrinde sahnelendi.
  • 1913 - Grand Central TerminalNew York'ta açıldı: Dünyanın en büyük tren istasyonu.
  • 1915 - 20th Century Fox film şirketi kuruldu.
  • 1919- İnci adlı aylık kadın dergisi İstanbul’da yayımlanmaya başladı. Sahibi Sedat Simavi idi.
  • 1923 - Almanya'da enflasyon artıyor; 1 sterlin 220 bin mark değerine ulaştı.
  • 1924- “Resimli Ay” dergisi Zekeriya ve Sabiha Sertel çiftinin yönetiminde yayın hayatına başladı. 1928’den sonra Nazım Hikmet ve Sabahattin Ali’nin katılımıyla ilerici görüşlerin etkisi altına giren Resimli Ay 1931’de yayınına son verdi.
  • 1926 - Ankara'da Gazi İstasyonu açıldı.
  • 1930 - Kayseri-Şarkışla Demiryolu işletmeye açıldı.
  • 1933- Bursa’da bir grup, ezan ve kametin Türkçe okunmasını bahane ederek, Ulucami’de namazdan çıkan halkı kışkırtarak valilik önünde gösteri yaptı. Kolluk kuvvetleri, olaya ön ayak olanları tutukladı, ihmali görülen memurlara işten el çektirildi.Kur’an-ı Kerim’in Türkçe okunmasına tepki gösteren Müslümanlar için Atatürk şu açıklamayı yaptı; “Konunun aslı din değil dil’dir. Kesin olarak bilinmelidir ki, Türk Milleti’nin milli dili ve milli benliği, bütün hayatında hakim ve esas kalacaktır.”
  • 1933 - Cumhuriyet ilkelerini benimsetmek ve aynı doğrultuda kültür hareketi oluşturmak amacıyla Halkevleri'nin yayın organı olarak Ülkü dergisi yayınlanmaya başladı.
  • 1935 – Ayasofya, müze olarak halkın ziyaretine açıldı. Caminin müze haline getirilmesi Bakanlar Kurulu’nda 24 Kasım 1934 tarihinde kararlaştırılmıştı.
  • 1943- İngiliz Başbakanı Winston Churchill, Türkiye’nin katılımıyla Balkanlarda yeni bir cephenin açılmasını sağlayabilmek için Adana Yenice istasyonunda ki bir vagonda İnönü ile görüştü. Churchill, Türkiye’nin II. Dünya Savaşı’na katılmasını istiyordu.
  • 1944 - Gerede, Bolu ve Çankırı'daki depremlerde 4611 kişi öldü.
  • 1956 – Türkiye’nin dış borçlarının 3 milyar 50 milyon lira olduğu açıklandı. Borçlardan bazılarının vadesi 2002 yılına kadar uzuyor. Dış ticaret açığı ise 504 milyon lirayı buldu.
  • 1963 - İki uçağın Ankara üzerinde çarpışarak Ulus semtine düşmesi sonucu, 80 kişi yaşamını yitirdi.
  • 1968- Vietkong’lu Nguyen V.Lem, Güney Vietnam’lı polis şefi Nguyen N. Loan tarafından Saygon’da gazetecilerin önünde öldürüldü.
  • 1974 - São Paulo'da (Brezilya) 25 katlı bir iş yerinde yangın çıktı: 189 kişi öldü, 293 kişi yaralandı.
  • 1978 – Senaryosunu Vedat Türkali’nin yazdığı, Süreyya Duru’nun “Güneşli Bataklık” adlı filmi Sansür Kurulu’nca reddedildi. Türkiye Sinema Emekçileri Sendikası bir basın açıklaması yaptı; “Cumhuriyet Halk Parti iktidarının, sansürü kaldırma sözü vermiş olmasına karşın, Milliyetçi Cephe (MC) iktidarının sansür uygulamaları şiddetlenerek devam etmektedir”.
  • 1979- Yavuz Özkan’ın senaryosunu yazıp yönettiği “Maden” filmi gösterime girdi.
  • 1979 - Humeyni'yi, Paris'teki 14 yıllık sürgün yaşamından Tahran'a dönüşünde milyonlarca İran'lı karşıladı.
  • 1979 – Milliyet gazetesi genel yayın yönetmeni ve başyazarı Abdi İpekçi (50) akşam gazeteden arabasıyla evine giderken ülkücü Mehmet Ali Ağca’nın silahlı saldırısında hayatını kaybetti.
  • 1980 – Günlük bilete % 90 ve aylık abonmana % 500 zam yapılan İstanbul’da bu sabah birçok yolcu vapura biletsiz bindi.
  • 1985- 1978’de öldürülen Doç.Bedrettin Cömert’in katil zanlısı ülkücü Rıfat Yıldırım F.Almanya’da 1.5 kg.eroinle yakalandı. Frankfurt savcısı, ülkücü örgütlerle ilişkili olarak tutuklanan 6 kişinin mali kaynak sağlamak için uyuşturucu kaçakçılığına karıştığını söyledi.
  • 1990 - Yugoslav ordusu Kosova'ya girdi.
  • 1992 - Şırnak'ın Görmeç köyünde Jandarma Bölük Komutanlığına çığ düştü; 76'sı asker 81 kişi öldü. Siirt'in Eruh ilçesinin Tünekpınar köyü Jandarma Karakolu'na da çığ düşmesi sonucu 32 er öldü.
  • 1993- İçişleri Bakanlığı, Valiliklere yurt içinden yayın yapan özel radyo televizyon kuruluşlarının kapatılmasını öngören bir genelge gönderdi. Özel radyolar yurt çapında aralıklarla “ortak bildiri” yayınladılar. Dinleyicilerinden Başbakan Süleyman Demirel’e genelgeyi protesto telgrafları ve faksları göndermelerini istediler.
  • 1997- Leman mizah dergisinin 22 Eylül 1996 tarihli 254. sayısında yayınlanan bir şiirdeki “Halt etmiş yanımda Meryem Ana” ve “Bilmezdim bile İsa’yı kimden peydahladığımı” dizelerinden dolayı “dince kutsal değerlere hakaret ettiği” gerekçesiyle Can Yücel ve Yazı İşleri Müdürü Kutlu Esendemir’e, en az 1’er yıl olmak üzere 2 yıla kadar hapis cezası istemiyle dava açıldı
  • 1997 – Susurluk kazasıyla ortaya çıkan karanlık ilişkileri protesto etmek ve ‘temiz toplum, temiz siyaset’ özlemini duyurmak amacıyla “Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık”eylemi akşam 21:00’de Beyoğlu Leman Kültür’de Can Yücel’in şalter indirmesiyle başladı. Özellikle büyük kentlerde ışıklar 1 dakika süreyle söndürüldü. Sokaklara çıkan yurttaşlar tencere-tava, düdük vb. araçlarla ses çıkardı.
  • 1997- Refahyol hükümetinin Kültür Bakanı İsmail Kahraman, Taksim’e cami yapılmasına karşı çıktığı için görevden aldığı Koruma Kurulu Başkanı Prof.Dr.Semavi Eyice’ye TV’de hakaret etti.
  • 2003 – 231 ülkede 158 milyonu aşkın üyesi olan Uluslararası Hür İşçi Sendikaları Konfederasyonu (ICFTU), Irak’a askeri müdahalenin kabul edilemez olduğunu, sorunun BM çatısı altında çözümlenmesi gerektiğini açıkladı. Türk-İş, DİSK, KESK, Hak-İş de ICFTU üyesi.  İstanbul’da Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Başkanı Türkan Saylan Irak’a yönelik savaş hazırlıklarına karşı basın toplantısı düzenledi. “Savaşa Hayır Kadın Platformu” ve çok sayıda kadın örgütü, Beşiktaş Barbaros Parkı’nda savaşa karşı gösteri yaptı. İzmir’de Tabip Odası ve İHD üyeleri, şair, yazar ve sanatçılar, Foça’da yurttaşlar, Diyarbakır’da Kadın Platformu, Nevşehir’de “Asmalı Konak” dizisinden bir grup oyuncu savaşı protesto etti. İstanbul’da EMEP’liler Büyük Postane’den TBMM’ne faks çekti.
  • 2003 - Columbia uzay mekiği, Dünyaya dönüşü sırasında Teksas üzerinde parçalandı: mekikteki yedi astronot öldü.
  • 2004 - Suudi Arabistan’ın Mekke kentinde Mina’da şeytan taşlama sırasında izdiham çıktı; 11’i Türkiye’den 251 hacı öldü, 250 hacı yaralandı.
  • 2006- Danimarka gazetesi Jylls-Posten’de kızdıran Hz. Muhammed karikatürlerinin yayımlanmasından 5 ay sonra Fransa’da France Soir, Almanya’da Die Welt karikatürleri yayımladı. Danimarka’ya yönelik protestolar yayıldı. 4 Şubatta Şam’daki Danimarka ve Norveç büyükelçilikleri ateşe verildi. 7 Şubatta Afganistan’daki Norveç birliklerine saldırı düzenlendi ve 10 Şubatta Danimarka birçok Müslüman ülkedeki elçiliklerini kapattı. Ertesi gün de binlerce Müslüman, Avrupa ülkelerinde protesto gösterileri düzenledi
  • 2011- Kars Belediye Meclisi, AKP’li Belediye Başkanı Nevzat Bozkuş’un yönetiminde başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “ucube” dediği Mehmet Aksoy’un ‘İnsanlık Anıtı’nın yıkımına oy çokluğuyla karar verdi
  • 2012 - 30 yıllık Dev-Yol davası düştü. Yargıtay 9. Ceza Dairesi, Ankara 1 No'lu Sıkıyönetim Mahkemesinde, 574 sanıkla 18 Ekim 1982'de başlayan Dev-Yol ana davasının tüm sanıklar yönünden zaman aşımından düşürülmesine karar verdi.
  • 2013– Ankara Paris Caddesi’nde bulunan Amerika Büyükelçiliği’e canlı bomba saldırısı yapıldı. Saldırıyı gerçekleştiren DHKP-C militanı Ecevit Şanlı ile kolluk görevlisi Mustafa Akarsu hayatını yitirdi.
  • 2014- Van’ın Gürpınar İlçesi’ne bağlı Yalınca Köyü’nün Çeli Mezrası’nda oturan Taş ailesinin rahatsızlanan 3 yaşındaki çocuğu yolların karla kapalı olması sebebiyle yardım gidemediğinden öldü.


DOĞUMLAR:

  • 1550 - John Napier, İskoçyalı matematikçi ve logaritmanın mucidi (ö. 1617)
  • Merchiston'lu John Napier ( 1 Şubat 1550 - 4 Nisan 1617), lakaplı Marvelous Merchiston matematikçi , fizikçi ve astronom olarak bilinen İskoç bir toprak sahibiydi.  Merchiston'ın 8. Lorduydu Latince adı Ioannes Neper'di John Napier en çok logaritmaların kaşifi olarak bilinir Ayrıca sözde " Napier'in kemiklerini " icat etti ve aritmetik ve matematikte  ondalık virgülü kullanımını yaygınlaştırdı Napier'in doğum yeri olan  Edinburgh'daki Merchiston Tower , artık Edinburgh Napier Üniversitesi  tesislerinin bir parçasıdır Edinburgh'un batı yakasındaki St Cuthbert's'de onun için bir anıt var. 

  • 1552 - Edward Coke, İngiliz hukukçu ve siyasetçi (ö. 1634)
  • Sir Edward Coke, (d. 1 Şubat 1552, Mileham, - ö. 3 Eylül 1634 Norfolk )  İngiliz hukukçu ve siyaset adamı. Stuartların kraliyet ayrıcalıklarına karşı gelip, hukukunun üstünlüğünü ileri düzeyde savunarak İngiliz hukuku ve İngiliz Anayasasının gelişimine büyük katkıda bulunmuştur. 
  • 1750 - Andreas Bernardus de Quertenmont, Flaman bir ressam, kopyacı, oymacı ve gravür sanatçısı
  • 1878 - Alfréd Hajós, Macar yüzücü ve mimar (ö. 1955)
  • Alfred Hajós (1 Şubat 1878 - 12 Kasım 1955) Macar yüzücü , futbolcu ve teknik direktör ve  mimardı  Macaristan'ın ilk modern olimpik yüzme şampiyonu ve ilk olimpiyat şampiyonuydu  Başka hiçbir yüzücü, tek bir Oyunda tüm Olimpiyat etkinliklerinin bu kadar yüksek bir kısmını kazanmamıştır. Ayrıca 1902'de Macaristan'ın oynadığı ilk takımın bir parçasıydı.

  • 1884 - Yevgeny Zamyatin, Rus yazar (ö. 1937)
  • Yevgeni İvanoviç Zamyatin (d. 1 Şubat 1884,Lebedyan,Tambov, – ö. 10 Mart 1937 Paris)  Rus yazarDistopik bir geleceği konu alan "Biz" (Rusça: Мы) isimli romanıyla ünlenmiştir.1 Şubat 1884'te Tambov Vilayeti'nin Lebedyan ilçesinde bir rahibin oğlu olarak doğdu. 1902'de takdirname ile bitirdiği Voronej Lisesi'nin ardından 1908 yılında Petersburg (Leningrad) Gemi Mühendisliği  Enstitüsü'nden mezun oldu. Öğrencilik yıllarında 1905 Rus devrimi zamanlarında devrim hareketlerinde yer aldı. 1906 - 1911 yılları arasında kanun kaçağı olarak yaşadı. Potemkin isyanı olduğu sıralarda  Odessa’da bulundu. İlk Hikâyesi “Yalnız” 1908 yılında Eğitim dergisinde yayınlandı. İlk büyük edebi başarısını 1911 yılında yayınlanan ve gezi hikâyelerinden oluşan “Uyezdnoye” (Gezisel) ile kazandı. 1914 yılında yayınlanan savaş karşıtı hikâyesi “Na Kuliçkah” (Çok Uzaklarda) nedeniyle kovuşturmaya uğradı, tutuklandı ve yargılandı, eserin basıldığı derginin ilgili sayısı toplatıldı. Bu iki eser de dönemdaşı ünlü Rus yazar Maksim Gorki’den de iltifatlar almıştır. 1916-1917 yıllarında Birleşik Krallık'ta Rus buz kırıcı gemilerinde çalışırken gözlemleme imkânı bulduğu İngiliz hayatı hakkında “Ostrovityane” (Adalılar) adlı eseri yayınlandı. 1917 sonbaharında Rusya’ya döndü. Maksim Gorki tarafından davet edildiği Dünya Edebiyatı Topluluğu’nda, İngiliz ve Amerikan edebiyatından sorumlu yayın kurulu üyesi olarak görev aldı. Aynı yıllarda esas mesleğinde de başarılı çalışmalarda bulundu; Ermak, Krasin gibi buz kırıcı gemilerin ve diğer muhtelif gemilerin yapım işlerinde görev aldı. 1920'lerde “Serapionlar Kardeşliği” edebiyat topluluğunun üyesi oldu. “Mağara”, “Rus” ve “En Önemli Hakkında” bu dönem eserlerindendir. Aynı yıllarda “Bit” ve “Atilla” piyeslerini yazdı. 1920 yılında en çok ses getiren ve Batı edebiyatında ilk ütopya karşıtı roman olarak nitelendirilen Biz adlı romanını yazdı. Sovyetler Birliği'nde "sakıncalı" bulunduğu için yayımlanmasına izin verilmeyen roman ilk olarak 1924 yılında Birleşik Krallık'ta yayınlandı. George Orwell’in ünlü eseri 1984’ü yazarken Biz romanından etkilendiği yorumları yapılmıştır. Biz ancak 1988’de yayımlanana kadar Zamyatin’in eserleri Sovyetler Birliği'nde hiç yayımlanamadı. Zamyatin 1931 yılında kendi isteği üzerine Stalin tarafından verilen Sovyetler Birliği dışına çıkış izni ile Paris’e yerleşti. Ölümüne kadar bir göçmen olarak, Sovyet vatandaşlığından çıkmadan, orada yaşadı. Zamyatin ağır bir hastalık geçirerek 1937 yılında Paris’te öldü. Son eseri “Tanrı’nın Sopası” ölümünden sonra 1938 yılında yayınlanmıştır.
  • 1894 - John Ford, Amerikalı yönetmen ve yapımcı (ö. 1973)
  • 1901 - Clark Gable, Amerikalı sinema oyuncusu (ö. 1960)

  • 1910 - Sabire Aydemir, Türk veteriner hekim (ö. 1991)
  • Sabire Aydemir (d. 1 Şubat 1910 Kastamonu - ö. 4 Temmuz 1991 Ankara), Türk veteriner hekim. 1937 yılında Ankara'daki Veteriner Yüksekokulu'ndan mezun olan on kadından birisidir. Birçok kaynakta adı, yanlış bir şekilde Türkiye'nin ilk kadın veteriner hekimi olarak geçer. 1 Şubat 1910 tarihinde,  Kastamonu'ya bağlı İnebolu'da doğdu. İlköğrenimini burada tamamladıktan sonra orta öğrenimine İstanbul'da devam etti. 1933 yılında Erenköy Kız Lisesi'nden mezun oldu. Tıp doktoru olmak istiyordu. Tıp Fakültesi'ne kız öğrencileri yatılı olarak kabul etmedikleri için fikrini değiştirerek o sene ilk defa kadın öğrencileri kabul eden Veteriner Yüksekokulu'na kaydını yaptırdı. 1937 yılında Veteriner Yüksekokulu'ndan mezun oldu. İki yıl çeşitli laboratuvarlarda çalıştıktan sonra Veteriner Fakültesi'ne asistan olarak geri döndü. 1945 yılına kadar buradaki görevini sürdürdü. İstanbul'daki Pendik Bakteriyoloji ve Araştırma Enstitüsü ve Ankara'daki Etlik Veteriner Kontrol ve Araştırma Enstitüsü gibi sağlık kuruluşlarında bakteriyolog veteriner hekim olarak çalıştı. Samsun'un Atakum ilçesindeki  Veteriner Kontrol ve Araştırma Enstitüsü  bünyesinde bulunan kuduz laboratuvarından emekli oldu. 1984 yılında Kadınların seçme ve seçilme hakkının tanınmasının 50. yılı nedeniyle kendisine  TBMM  tarafından  "İlk Kadın Veteriner Hekim" olmasına dayanarak bir ödül ve plaket verildi. İngilizce ve  Almanca bilen Sabire Aydemir evli ve iki çocuk annesiydi. 4 Temmuz 1991 tarihinde, Ankara'da hayatını kaybetti. 2022 yılında Google, Sabire Aydemir'in 112. doğum günü anısına özel bir doodle  yayımladı. 2022 yılında memleketi Kastamonu İnebolu'daki Kent Müzesinde geçmişi, eşyaları ve ödüllerini içeren adına bir köşe düzenlenmiştir. Gelecek nesil Türk kadınlarına ilham kaynağı olması amaçlanmıştır.

  • 1914 - Jale İnan, Türk arkeolog (ö. 2001)

  • Jale İnan (1 Şubat 1914 - 27 Şubat 2001), Türkiye'nin ilk kadın arkeoloğudur.

    Uzun yıllar devam eden programlı kazılarla Perge ve Side antik kentlerinin gün ışığına çıkarılmasına emek vermiş; çıkarılan eserlerin sergilenmesi için Antalya ve Side müzelerinin  kurulmasını sağlamıştır. Programlı kazıların dışında tarihi eser kaçakçılığına karşı çeşitli kurtarma kazıları gerçekleştirmiştir. Babası, Türkiye'nin ilk arkeologlarından Aziz Ogan, eşi bilim insanı Mustafa İnan’dır. 1914 yılında İstanbul'da doğdu. Babası, müzeci ve arkeolog Aziz Ogan, annesi Mesture Hanım'dır. Lise öğrenimini Erenköy Kız Lisesi'nde tamamladı. Babasının mesleki gezilerine katılarak arkeoloji ile genç yaşta tanıştı. Aleksander von Humboldt Vakfı'nın bursu ile, arkeoloji okumak üzere 1934 yılında  Almanya'ya gitti. Bir yıl sonra da Türkiye Cumhuriyeti devlet bursunu kazandı. 1935-1943 yılları arasında klasik arkeoloji bilim dalında lisans ve doktora eğitimini Berlin ve Münih üniversitelerinde tamamladı. 1943 yılında Prof. Dr. Rodenwalt'ın yanında “Kunstgeschichtliche Untersuchung der Opferhandlung auf römischen Münzen” adlı teziyle doktorasını tamamlayarak Türkiye'ye döndü. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Eski Çağ Kürsüsü'nde Prof. Dr. Clemens Emn Bosch'un asistanı olarak atanan Jale İnan, lise yıllarında tanıştığı Mustafa İnan'la 1944 yılında evlendi. Ertesi yıl tek çocukları Hüseyin dünyaya geldi. 1946 yılında İstanbul Üniversitesi Klasik Arkeoloji Kürsüsü'nün kurulması çalışmalarına katıldı ve bu kürsünün ilk asistanı olup Prof. Dr. Arif Müfid Mansel'in asistanlığını yapmaya başladı. Aynı yıl Arif Müfid Mansel'le birlikte Türk Tarih Kurumu adına Antalya'da  Side antik kenti kazısına, ertesi yıl Perge antik kenti kazısına başladı. 1953 yılında doçent, 1963 yılında profesör oldu. Mansel'in ardından 1974-1980 yılları arasında Side, 1975-1987 yılları arasında Perge kazılarına başkanlık etti. Kazıları sırasında Side Roma Hamamı'nın Side Müzesi’ne dönüşmesi için emek verdi. 1975 yılında Klasik Arkeoloji Kürsüsü'nün Başkanı oldu ve bu görevini 1983 yılında emekli oluncaya kadar sürdürdü. Jale İnan, Side ve Perge'deki kazıların dışında 1970-1972 yılları arasında Kremna (Bucak, Burdur) ve 1972-1979 yılları arasında Pampfilya Seleukeiası (Manavgat) antik kentlerinde  kurtarma kazıları gerçekleştirdi. Antik dönem heykeltıraşlık sanatı üzerine çok önemli eserler verdi. Yayınladığı kitaplar Anadolu'nun Roma ve Erken Bizans dönemi portreciliği konusundaki çok önemli başvuru eserleri arasına girdi. 1991 yılında Side'deki Apollon Tapınağı kazısı ve onarımı için emek harcadı; 1992-1993'te Perge tiyatro kazılarını gerçekleştirdi. 1995 yılında Türkiye Bilimler Akademisi'nin şeref üyesi oldu. Son yıllarını Parkinson hastalığı ile mücadele ederek geçirdi. 2001 yılında hayatını kaybetti. Cenazesi Zincirlikuyu Mezarlığı’na defnedildi.

  • 1928 - Muzaffer Buyrukçu, Türk yazar (ö. 2006)
  • 1928 - Stuart Whitman, Amerikalı oyuncu (ö. 2020)

  • 1936 – Sinema ve tiyatro sanatçısı Tuncel Kurtiz doğdu.
  • 1950 - Erol Togay, Türk futbolcu (ö. 2012)
  • 1957 - Derya Baykal, Türk oyuncu
  • 1969 - Gabriel Batistuta, Arjantinli futbolcu
  • 1970 - Asuman Dabak, Türk tiyatro, sinema, dizi oyuncusu ve seslendirme sanatçısı
  • 1971 - Michael C. Hall, Amerikalı oyuncu.


ÖLÜMLER:


       (derleyen: mstfkrc)

31 Ocak 2023 Salı

Erdoğan'ın Hüda Par ile ittifak arayışı ne anlama geliyor? - Yusuf Karadaş / EVRENSEL

 

         Hüda Par Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu, AKP Genel Merkezi önünde | Fotoğraf: @HurDavaPartisi/Twitter


Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçtiğimiz günlerde Hüda Par Başkanı ile görüşüp ‘Cumhur İttifakına katılmasını teklif etmesi, siyasi hedefleri ve olası sonuçları bakımından tartışılmaya değer bir konudur. Hüda Par Başkanı Yapıcıoğlu, katıldığı Habertürk yayınında bu teklife olumlu yaklaştıklarını söylerken partisinin 2018 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de Erdoğan’ı desteklediğini hatırlatıyor.

Erdoğan’ın Hüda Par’a yaptığı ittifaka katılma çağrısını doğru değerlendirebilmek için; bu partinin siyasi geçmişi ve çizgisine, yaklaşan seçimler öncesinde Cumhur İttifakının içinde bulunduğu pozisyona ve bu çağrının iktidar blokunun Kürt illerindeki hesaplarıyla ilişkisine bakmak gerekiyor.

Birinci olarak, Hüda Par’ın ismi de cismi de yakın dönem ülke tarihinin en karanlık örgütlerinden biri olan Hizbullah’ın devamcısı olması gerçekliğine dayanıyor. Hizbullah’ın 1990’lı yıllarda Kürt ulusal mücadelesini bastırmak için devlet tarafından kullanıldığı ‘Meclis Araştırma Komisyonunun hazırladığı raporlarda yer almakla kalmadı, dönemin siyasi ve askeri yöneticileri tarafından da defalarca itiraf edildi. Devlet tarafından kullanılması nedeniyle Kürt halkı arasında ‘hizbikontra’ olarak anılan bu örgüt, bu dönemde “faili meçhul” olarak adlandırılan ve özellikle yurtsever Kürt aydınlarını hedef alan yüzlerce cinayete ve domuz bağlı vahşi işkencelere imza attı. Hizbullah bir bakıma 2013’ten sonra bütün dünyayı dehşete düşüren IŞİD’in habercisiydi.

PKK Lideri Öcalan’ın uluslararası bir operasyonla Türkiye’ye getirilmesinden sonra devlet,o dönem için artık ihtiyacı kalmayınca Hizbullah’a yönelik operasyonlar gerçekleştirdi. 2000’de yapılan bir operasyonla Örgütün Lideri Hüseyin Velioğlu öldürüldü ve yakalanan yöneticileri işledikleri yüzlerce cinayeti itiraf etti.

2011’den sonra ise, AKP-Erdoğan iktidarının Kürt sorununda uyguladığı politikanın bir devamı olarak Hizbullah’a karşı tutumun değiştiğini ve örgütün yeniden devreye sokulduğunu görüyoruz. Erdoğan iktidarı, 2011 sonunda yaptığı bir yasal düzenleme ile cezaevlerindeki Hizbullah yöneticilerinin büyük bölümünün salıverilmesini sağladı. Ardından 2013’te de Hüda Par kuruldu. Kobanê’nin IŞİD tarafından kuşatılmasına tepki olarak 6-7 Ekim 2014’te yapılan gösterilerde öldürülen 49 kişinin büyük bölümünün yurtsever Kürt gençleri olmasına ve bu şiddet ve öldürme olaylarında Hüda Par’lıların yer almasına rağmen iktidar, HDP’yi bu olayların sorumlusu ve Hüda Par’ı da mağduru ilan etti. Bu olaylarda onlarca Kürt yurtsever genci katledildiği halde Erdoğan Hüda Par’lı Yasin Börü’yü ağzından düşürmedi ve Selahattin Demirtaş’ı da Yasin’in katili ilan etti.

 Bugün Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ, Gültan Kışanak, Sebahat Tuncel gibi Kürt siyasetçilerin içinde yer aldığı 108 HDP’li Kobanê olayları gerekçe gösterilerek yargılanırken Hüda Par Başkanı Erdoğan’ın sarayında ağırlanıyor ve partisi iktidar tarafından el üstünde tutuluyor.

İktidarın akıl hocalarından Yusuf Kaplan’ın daha ocak 2015’te yazdığı bir yazıda Hüda Par’ı bölgenin “emniyet sübabı” ve “PKK/HDP’yi bitirecek güç” ilan etmesi, iktidarın hesaplarını da açığa vuruyordu.

Burada Hüda Par Başkanı Yapıcıoğlu’nun geçtiğimiz günlerde ülke gündemine oturan Hiranur Vakfı Yöneticisi Yusuf Ziya Gümüşel’in kızını 6 yaşında ‘imam nikahı ile evlendirmesi’ olayıyla ilgili “neye, kime göre çocuk?” diyerek bu olayı savunduğunu, Taliban’ı “İslam ümmetinin iftiharı” ilan ettiğini ve Kürt sorununda da Taliban’ın “İslam Emirliği” modelini savunduğunu hatırlatmak Erdoğan’ın hangi güçlerle ittifak peşinde koştuğunu anlamak/açıklamak bakımından yeterli veriler sunuyor.

Bölgenin Diyarbakır, Batman, Muş gibi az sayıda kentinde sınırlı bir etkisi olan Hüda Par ile ittifak arayışı, yaklaşan seçimler öncesinde Erdoğan iktidarının yaşadığı sıkışmışlığın bir dışa vurumudur. Ancak daha önemlisi, geçmişi ve siyasi çizgisi belli olan Hüda Par’ın Cumhur İttifakına dahil edilmesi hamlesi; Erdoğan’ın seçimi kazanmak için her ittifakı mübah gördüğünün ve bunun için bütün koşulları zorlayacağının da bir göstergesi olarak okumak gerekiyor. Bir ayağı Sinan Ateş cinayetinin daha görünür kıldığı organize suç örgütleri ile iç içe geçmiş olan MHP’de ve diğer ayağı da Taliban çizgisindeki Hüda Par’da olan bir ittifak…Elbette SADAT’ı, bütün kamu kuruluşlarını kendi aralarında paylaşan iktidar destekli tarikat ve cemaatleri ve her an göreve hazır ve nazır Suriye’deki cihatçıları da bu ittifaka dahil etmek gerekiyor.

Erdoğan’ın Hüda Par Başkanı ile yaptığı görüşmede neyin pazarlığının yapıldığını bilmiyoruz. Ama yıllar öncesinden Yusuf Kaplan’ın da yazdığı gibi, Erdoğan iktidarının HDP üzerindeki baskıları arttırarak Kürt kentlerinde Hüda Par’a alan açmak istediğini biliyoruz. Özellikle HDP’li belediyelere atanan kayyumların Hüda Par’a her kapıyı açtığını ve Hüda Par’ı kayyum politikasının yerel dayanaklarından biri olarak konumlandırdığını biliyoruz.

İktidar blokunun HDP’nin kapatılması için Anayasa Mahkemesi üzerinde büyük bir baskı kurduğu bir dönemde Hüda Par ile ittifak arayışı, beraberinde birçok soruyu ve kirli pazarlığı akıllara getiriyor. HDP’nin kapatılacağı, geçmiş dönemlerde olduğu gibi fiili OHAL’in devam ettiği Kürt kentlerinde seçmenlerin sandığa gitmesinin engellenmesi için her şeyin yapılacağı dikkate alındığında Hüda Par, Erdoğan iktidarı için sınırlı da olsa işlevsel bir rol oynayabilir. En azından hesaplar buna göre yapılıyor olabilir.

Böylesi bir tabloda, sadece ülkenin geleceğini rehin almak üzere karşımıza çıkartılan/çıkartılmaya çalışılan iktidar blokunun kendisi bile, bu ülkede demokrasi ve laisizm mücadelesinin nasıl iç içe geçmiş olduğunu ve ne kadar aciliyet kazandığını görmek için yeterlidir.

Yusuf Karadaş / EVRENSEL

Gazetemiz yazarı Prof. Dr. Muammer Aksoy, 33 yıl önce bugün katledildi + 'Milli petrol davası'nın öncüsü (CUMHURİYET)

 


Cumhuriyet yazarı Prof. Dr. Muammer Aksoy, 33 yıl önce bugün katledildi (Sefa   Uyar)

Yazılarıyla ve örgütçülüğüyle hem fikir hem mücadele insanı kimliğini taşıyan ödünsüz Kemalist Prof. Dr. Muammer Aksoy, 33 yıl önce bugün, 31 Ocak 1990’da, evinin önünde uğradığı suikast sonucu katledildi. Aksoy, Türkiye’nin ana davasının laiklik olduğuna dikkat çekmişti.

Yaşamı boyunca tam bağımsız laik Türk cumhuriyeti için mücadele eden; yazılarıyla ve örgütçülüğüyle hem fikir hem mücadele insanı kimliğini taşıyan ödünsüz Kemalist Prof. Dr. Muammer Aksoy, 33 yıl önce bugün, 31 Ocak 1990’da, evinin önünde uğradığı suikast sonucu katledildi. “Devlet hukukla yaşar” diyen Aksoy, öldürülmeden kısa bir süre önce “Türkiye’nin ana davası, laikliktir. Laiklik ilkesinin kalkmış olduğu bir Türkiye, çağdaş uygarlık düzeyine kesinlikle ulaşamaz” uyarısında bulundu.

Gazetemiz yazarı, Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) Kurucu Genel Başkanı, Ankara Barosu ve Türk Hukuk Kurumu’nun eski başkanlarından Prof. Dr. Aksoy, 33 yıl önce bugün, Bahçelievler’deki evine girerken uğradığı saldırı sonucu yaşamdan koparıldı. Hem fikir hem mücadele insanı kimliğiyle öne çıkan Aksoy, bir yanda yazılarıyla “olması gereken”i anlatırken, diğer yanda yürüttüğü örgütlü mücadelesiyle “olması gereken”i yaşama geçirmek için çabaladı. Tam bağımsız, laik ve demokratik bir hukuk devleti idealiyle çalışmaktan hiç vazgeçmeyen ve “ateşli bir hatip, inanmış bir laik ve kararlı bir Atatürkçü” olarak nitelendirilen Aksoy, başta üniversiteler olmak üzere kamu kurumlarının özerkliğinin, hukukun üstünlüğünün, laikliğin olmazsa olmaz olduğunu her fırsatta vurguladı. Turhan Feyzioğlu’nun 1956’da Demokrat Parti eleştirisi nedeniyle dekanlık görevinden alınmasına tepki göstererek üniversitedeki görevinden istifa eden Aksoy, Türkiye’nin en demokratik anayasası olarak bilinen 1961 Anayasası’nın sözcülüğünü üstlendi.

"DEVRİMLERİN GERÇEK ÇEKİRDEĞİ"

“Yabancıların, ormanlar dahil Türkiye’nin her yerinde petrol aramasına” olanak tanıyan yasaya karşı “Milli Petrol Davası”nın avukatlığını üstlendi. 12 Mart 1971 Muhtırası’nın ardından tutuklandı, görevden atılan öğretmenlerin ücretsiz avukatlığını yaptı. “Devrimci Öğretmenin Kıyımı ve Mücadelesi” kitabının masraflarını cebinden karşılayarak bastırdı ve ücretsiz dağıttı. 1977’de CHP’den milletvekili oldu. 1980’lerde laikliğe ve hukuka yönelik saldırıların karşısında adeta kalkan olan, “tek başına bir ordu” gibi mücadele eden Aksoy, laikliği şu sözlerle anlattı:

“Laiklik devrimi, Atatürk’ün Türk toplumuna yaptığı hizmetlerin, tam bağımsızlık yanında en büyüğü; hem devlet ve hukuk alanındaki devrimlerinin hem de sosyal ve kültürel alandaki devrimlerin gerçek çekirdeğidir.”

"ANA DAVA LAİKLİK"

Laikliği her yönüyle anlattığı “Laikliğe çağrı” kitabında “Önümüzdeki on yıllık dönemde Türkiye için irticadan daha büyük, hatta ona yakın hiçbir tehlike söz konusu değildir” vurgusunu yapan Aksoy, bu kitaptan kısa bir süre sonra katledildi. “Türkiye’nin ana davası, laikliktir. Laiklik ilkesinin kalkmış olduğu bir Türkiye, çağdaş uygarlık düzeyine kesinlikle ulaşamaz. Laiklik Türkiye’nin, Türk Devleti’nin yaşam sorunudur” diyen Aksoy, “Laikliğe karşı propagandaya, şeriat propagandasına müsaade etmek, Türkiye’nin geleceğinin yok edilmesini ve Türkiye Cumhuriyeti’nin intihar etmesini benimsemektir” uyarısında bulundu.

"BU ÜLKE, AKSOYLARIN ÜLKESİ"

Ankara Barosu Başkanı Mustafa Köroğlu, Aksoy’un ‘Hukukçuların birinci görevi, hukuk devleti için mücadeledir’ sözlerini anımsattı. “Muammer Aksoy, hukuk ve adalet temeline dayanmayan bir toplumun ilerleyemeyeceğini belirterek, ‘Devlet hukukla yaşar’ felsefesiyle yaşamını bu uğurda mücadelelere adamış cesur bir aydındı” diyen Köroğlu, şunları kaydetti:

“Hukuk mücadelesi yolunda tek başına bir ordu gibi savaşan Aksoy, Uğur Mumcu’nun ifadesiyle bu savaşta alçakça ve sinsice kurşunlanarak katledildi. Bu ülke, tarihinin en özgürlükçü anayasası olan 1961 Anayasası için mücadele eden, 1982 Anayasası’na karşı duran Prof. Dr. Muammer Aksoyların ülkesi. Bu ülke ertesi gün ‘Aksoy’u öldüren kurşun, Atatürk ile Atatürkçülüğe sıkılmıştır’ diye 1 Şubat 1990 günü Cumhuriyet gazetesinde yazı yazan, yine onun gibi katledilen ve geçen hafta andığımız Uğur Mumcuların ülkesi. Baromuzun başkanlığını da yapmış olan Muammer Aksoy’u ve katledilen tüm cumhuriyet aydınlarını saygı, özlem ve minnetle anıyorum. Birinci görevimizin hukuk devleti için mücadele etmek olduğunu önemle belirtmekteyim.”

GÖMÜTÜ BAŞINDA ANILACAK

Aksoy, katledilişinin 33. yılında bugün gömütü başında anılacak. ADD, THK ve Ankara Barosu tarafından Cebeci Asri Mezarlığı’nda saat 14.00’te anma düzenlenecek. Ardından saat 15.30’da, Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde ADD Genel Başkanı Hüsnü Bozkurt, Ankara Barosu Başkanı Mustafa Köroğlu, THK Başkanı Nail Gürman ve ADD Genel Başkan Yardımcısı Safa Yenice’nin konuşmacı olacağı “Yeniden Cumhuriyet” başlıklı konferans gerçekleştirilecek. Panelden sonra, saat 18.00’de, Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde ADD tarafından verilen “Yılın Atatürkçüsü” ödül töreni düzenlenecek. Törende, Cumhuriyet Vakfı Başkanı ve gazetemiz imtiyaz sahibi Alev Coskun, Onur Öymen, Sinan Meydan ve Pınar Ayhan ödül alacak.

                                                            /././

 'Milli petrol davası'nın öncüsü (Çağdaş Bayraktar)

Ödünsüz Kemalist, yazarımız Prof. Dr. Muammer Aksoy, 33 yıl önce bugün evinin önünde uğradığı suikast sonucu yaşamını yitirdi. Her zaman tam bağımsız laik Türkiye Cumhuriyeti için mücadele eden Aksoy, mezarı başında anılacak.

Hain bir saldırıyla katledilişinin 33. yıl dönümünde, ödünsüz Kemalist Muammer Aksoy'un 'Milli Petrol Davası'ndaki öncü rolünü enerji politikaları uzmanı Necdet Pamir, antiempernyalist karakterini ise Doç. Dr. Mehmet Emin Elmacı Cumhuriyet'e değerlendirdi.


Muammer Aksoy’un “Milli petrol davası” ile bütünleştiğini söyleyen Enerji Politikaları Uzmanı Necdet Pamir “Muammer Aksoy hocamız, petrolün stratejik öneminin küresel ölçekte öne çıktığı 1960’lı yıllarda, ülkemizde de bu konudaki farkındalığı arttırabilmek için öncü bir rol oynadı” dedi.
 

Bu kapsamda Aksoy’un Şubat 1965’te Milliyet gazetesinde bir dizi yazı yayınladığına ve bu yazıların daha sonra “Türkiye’nin Petrol Faciası ve Çıkar Yol” başlığıyla kitaplaştığına değinen Pamir,  “Onu harekete geçiren temel dürtü, Cumhuriyet’in ilanından itibaren, 1926-1954 dönemine damgasını vuran, ülkenin yeraltı kaynaklarının aranması ve geliştirilmesi sürecindeki devlet yönetimindeki politikanın, Demokrat Parti iktidarında yabancı şirketlerin ağırlık kazandığı liberal politikaya dönüştürülmesine yönelik ulusalcı tepkisidir” ifadelerini kullandı. 

Aksoy’un bu duyarlılığının temelindeki motivasyonu anlamak için Cumhuriyet’in kuruluş dönemindeki “tam bağımsız” ve gerçek anlamda milli petrol politikasının iyi bilinmesi gerektiğine dikkat çeken Pamir, kapitülasyonlardan dersler çıkaran genç Cumhuriyet’in bir yandan Türk yerbilimcilerini yetiştirmek üzere yurt dışına yollarken, diğer yandan bazı yabancı uzmanları (Dr. M. Lucius, vb.) ülkeye davet ederek, petrol ve maden potansiyelimizin saptanabilmesi amacı ile bir dizi çalışmayı organize ettiğini anımsattı. Bu sürecin hukuki alanda da desteklendiğini belirten Pamir, “petrol rezervlerinin işlenmesine dair hükümlerin de yer aldığı Maden Kanunu çalışması başlatılmıştı. 24 Mart 1926’da 792 sayılı kanun çıkarıldı. Bu kanuna göre, ‘Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde petrol dahil tüm madenlerin işletilmesi hakkı devlete’ veriliyordu” dedi. 

1933’te Petrol Arama ve İşletme İdaresi, 20 Haziran 1935 tarihinde (2804 sayılı kanunla) Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü (MTA) ile bugün için hayal etmenin bile olanaksız olduğu çetin, hatta ilkel koşullarda çalışmalar yapıldığını söyleyen Pamir, “1951 yılına gelindiğinde; devletçi politikaların terk edildiği yıl olan 1954 yılına kadar, yaklaşık 1,1 milyon varil petrol üretildiğinin, 1935 – 1954 arasında MTA tarafından toplam 79 kuyu açıldığının ve bu sahalardaki üretimin artmasıyla, bir rafineriye olan ihtiyaç ortaya çıkması 1945’te, Batman Rafinerisi'nin kurulduğunun altını çizdi. 

ADIM ADIM DÖNÜŞÜM

Sektörün, Demokrat Parti iktidarı ile özel sektörün egemenliğine geçtiğini söyleyen Pamir, 27 Mayıs 1960 sonrasında bu alanda yeniden millileşme ve devletleşme politikalarına yönelindiğini belirtirken, 12 Mart 1971 Muhtırası ve 12 Eylül 1980 darbesi sonrası yeniden özelleştirmeci politikalara dönüldüğünü ifade etti. Pamir bugün gelinen noktayı ise şu sözlerle özetledi:

“12 Eylül rejimi ve ardından 2002’de iktidara gelen AKP dönemi, ülkeyi ve enerji sektörünü tam bir yıkım sürecine dönüştürdü. Sektörünün tüm kamu kuruluşları “liberal” iktidarlar elinde, özelleştirilerek birer birer elden çıkarıldı”

“ÖZELLEŞTİRME DEĞİL ÖZERKLEŞME GEREKLİ”

Stratejik sektör olarak kabul edilen enerjide Türkiye’nin, petrolde yüzde 92, doğal gazda yüzde 99 dışa bağımlı olduğunu belirten Pamir,  “Sektörün, özerk olarak yapılandırılacak ulusal kuruluş TPAO’nun yönetiminde, dikey bütünleşik yapıda yapılandırılması, ulusal çıkar ve kamu yararının gereğidir” dedi. Mevcut uygulamaların, bunun tam tersi yönde olduğuna dikkat çeken Pamir,  sözlerini “1960’lı yıllarda TÜPRAŞ , Petrol Ofisi, PETKİM; Petlas ve BOTAŞ çatısı altında yer alan dağıtım şirketleri ve kamu kurumları, 1980’li yıllardan başlayarak ve AKP döneminde ivme kazanarak özelleştirildi. Elde kalan son iki kuruluş olan TPAO ve BOTAŞ’ın da özelleştirilme hazırlıkları sürmektedir. Buna engel olabilecek tek güç, Atatürk'ün tam bağımsızlık yolundan ayrilmayan gerçek yutseverlerdir.” diyerek tamamladı.

“ILIMLI İSLAMCILARIN İLK HEDEFLERİNDENDİ”


Prof. Dr. Muammer Aksoy’un “tam bağımsızlıkçı” ve “anti emperyalist” özelliklerinin en öne çıkan yönleri olduğuna değinen Dokuz Eylül Üniversitesi Öğretim Üyesi Tarihçi Doç. Dr. Mehmet Emin Elmacı, suikastin yapıldığı dönemin tesadüf olmadığını belirtti. 1986’dan itibaren ABD tarafının yazdırdığı “Medeniyet Çatışması” ve “Tarihin Sonu” gibi kitaplarla ulus devlet karşıtlığının pompalandığının altını çizen Elmacı, Aksoy’a yapılan saldırının da “ulus devletin kurumsal temsilcilerinden olan orduya saldırıldığı bir dönemde gerçekleşmesinin de bütüncül bir planın içinde değerlendirilmesi gerektiğini” söyledi. Elmacı bu açıdan bakıldığında, Kemalizmin parlak temsilcilerinden Aksoy’un, “Türkiye’ye ılımlı İslamcılık’ ithal etmek isteyen güçlerin ilk hedeflerinden olduğunu ifade etti.


'Mutabakat Metni' ve Sosyal Bilimler Kongresi - Oğuz Oyan / SOL

 

Şimdilik 'Erdoğan gitsin de ne olursa olsun' yaklaşımında olan kitleler, seçim sonrasında bu ekonomik programın sillesini yiyince buna kesinlikle tepkisiz kalmayacaklardır.

30 Ocak’ta (dün) Altılı Masa’nın “Ortak Politikalar Mutabakat Metni” beklenildiği gibi açıklandı. Bu ayrıntılı metnin ayrıntılı bir analizini daha sonraya erteleyerek bazı genel saptamalarda bulunalım.

Mutabakat Metni’nin Düşündürdükleri

  1. Metnin birçok olumlu özelliği olduğu tartışılmaz bir gerçeklik. Bunların birçoğu AKP’nin yol açtığı tahribatın giderilmesine yönelik başlıklardan oluşuyor. Bazıları ise AKP’nin de öncesinden gelen bazı sorunların düzeltilmesi amacını taşıyor. Örneğin, Bütçe Kesin Hesap Kanunu Tekliflerinin doğru dürüst görüşülebilmesi ve bütçenin kesinleşmiş verileri üzerinden daha iyi denetlenebilmesi amacıyla bir Kesin Hesap Komisyonu kurulması önerisi gibi. (Bu Komisyonun başkanlığının anamuhalefet partisine verilmesi ise Türkiye koşullarında biraz romantik bir demokrasi hamlesi olarak duruyor. Uygulama gösterecektir). AKP döneminin tahribatı çok fazla olduğu için çok ayrıntılı bir metin hazırlanması gerekli görülmüş de denilebilir. Ancak bu kadar ayrıntılı bir metne (ki ayrıntıların çoğu sıradan öneriler olmaktan kurtulamıyor) bu aşamada gerek olmadığı haklı tartışmasına da yol açılmış bulunuluyor.
  2. Gerçi milletin şu anki beklentisi bu değildi ama millete karşı da bir “toplumsal mutabakat angajmanı” ile seslenilmek istendiği anlaşılıyor. En azından demokratik kitle örgütleri ile örgütlü toplum yapılarının bu metnin alıcısı olmasının istendiği anlaşılmaktadır. Altılı Masa ittifakına yakın seçmen kitlesinin politize olmuş kesimleri bakımından bu metnin genel olarak olumlu algılanacağı söylenebilir. Kitleye ulaşma ölçütü bakımından en azından CHP’nin “vizyon” toplantısından daha başarılı olması beklenebilir. 
  3. Ama Altılı Masa partileri biraz da kendilerini ayrıntılı bir metinle bağlama gereğini hissetmiş gözüküyorlar. Aralarındaki uyumsuzlukların muhtemel bir iktidar deneyiminde fazla ön plana çıkmasını şimdiden kesmek gibi bir niyet de sezinleniyor. Hatta bugün bile birçok konuda açıkça görülen politik ayrışmalarını ayrıntılı bir metnin arkasına saklayarak görünmez kılma niyetleri de yok sayılamaz. 
  4. Bu arada hukuk, adalet ve yargı ile kamu yönetimi alanında önerilen düzenlemeler (düzeltmeler ve yenilikler); yolsuzlukla mücadele, şeffaflık ve denetim başlıkları ile sosyal politikalar bağlamında yoksullukla mücadele başlıklarında önerilen çerçeve, muhtemelen daha genel bir kabul görmeye mazhar olabilir veya daha az itiraza konu olabilir. (Savcılar Yüksek Kurulu’nda bakan ve müsteşarının yeri alması bunlardan sadece biridir). Elbette daha genel düzlemde bir eleştiriden muaf değil ve özellikle de sosyalist solun bakış açısından birçok sorunlu alan yok değil. 
  5. Ancak bu kalabalık metnin hatırı sayılır “yokları” da var. Laiklik gene namevcut. Eğitim sisteminin dincileştirilmesi, tarikatların eline bırakılması, İHL’lerin her yeri sarması gibi konular sessiz geçiştiriliyor. Bir “sekiz yıllık zorunlu eğitim”e geçiş önerisi bile (ki mevcut yapıda şekli bir düzenlemeden ibaret kalırdı) metinde yer bulamıyor; onun yerine 1+5+4+3 gevşek önerisi getiriliyor. Eğitim üzerindeki dinci ipotek, dokunulmaz alanlardan biri kabul ediliyor. Eğer bu bir “sentez” metni ise, bunun dinci sağa prim verme yönü ağır basıyor.
  6. Eğitim konusunda olduğu gibi sektörel politikalar bahsinde de kuşkusuz meslek odalarının eleştirebileceği çok başlık çıkacaktır. Ama bir tanesine burada değinelim: Nükleer enerji konusunda benimsenen olumlu tutum, EMO ve genelde TMMOB tarafından eleştirel bir çerçeve içinden okunacaktır.
  7. Altılı Masa’nın en fazla mutabık göründüğü konuların başında “ekonomi ve finans” başlığı gelmektedir. Bunun nedeni yalnızca neoliberal politikalarda öteden beri örtük/ açık bir mutabakat içinde olmaları değildir. Seçim sonrasında göğüslemek zorunda kalacakları ekonomik/mali enkazın kaldırılması konusunda halkın beklentilerine hızla yanıt verilebilmesi ve programa dış destek sağlanabilmesi bakımından bu alanda tam bir uyum içinde hareket etme kaygıları öne çıkmaktadır. Burada da Babacan’ın vizyonu arkasında hizaya girilmektedir. Gerçi CHP’nin ekonomi politikalardan sorumlu üst düzey yöneticilerinin farklı bir bakış açısı olduğu da söylenemez. Nitekim Babacan’ın 2009’da Erdoğan’a kabul ettiremediği “mali kural” ilkesini (kamu harcamalarına ve açıklarına katı sınırlamalar getirmeyi öngören, bir nevi “ekonomik anayasa” sayılan IMF kuralı) “Altılı Masa’ya kabul ettirmekte pek güçlük çekmediği anlaşılmaktadır. Altılı Masa partileri arasındaki bu mutabakatın, halkın da katıldığı bir mutabakata dönüşmesi çok zordur. Şimdilik “Erdoğan gitsin de ne olursa olsun” yaklaşımında olan kitleler, seçim sonrasında bu ekonomik programın sillesini yiyince buna kesinlikle tepkisiz kalmayacaklardır. Ama bunu şimdiden görenler, başta sosyalist/komünist partiler, halkı peşinen uyarmak için ellerinden geleni yapacaklardır, yapmalıdırlar.
  8. Dış politika, savunma, güvenlik ve göç politikaları başlığındaki öneriler de kapsamlı bir eleştiriyi hak ettikleri için burada üzerinde durulmayacaktır. Ancak siyasi yapısı gereği, bu Masa’dan anti-emperyalist vurgular da içerebilen bir yaklaşım beklemek zaten baştan gündem dışıydı. Hatta tam tersine NATO, ABD, AB çizgisine daha yakın durulduğunun “hissettirilmesi” beklenen şeydi. Bununla birlikte bu başlıkta bu denli sıradan ve bazı bakımlardan oldukça geri bir metnin ortaya çıkarılmış olması da bir beceridir diyelim.

Sosyal Bilimler Kongresi

Bu yıl 17’ncisi düzenlenecek olan Sosyal Bilimler Kongresi 1-3 Şubat 2023 tarihlerinde her zamanki gibi ODTÜ yerleşkesinde toplanıyor. Bu defa İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi salonlarında toplanacak olan Kongre’de aynı anda farklı salonlarda dokuz paralel oturum yapılacak. Böylece 90 oturumda 340 civarında bildiri sunulup tartışmaya açılacak. Ortak imzalı bildiriler dikkate alınırsa, 400’ü aşkın tebliğci sayısına ulaşılabilir; onlara 90 oturum başkanı da ilave edilirse, Kongre’de 500’ü aşkın bilim insanı aktif rol almış olacak. Sosyal bilimler alanında böylesine kapsamlı ve bu denli çeşitliliğe yer veren bir bilimsel etkinliğin iki yılda bir Sosyal Bilimler Kongresi çerçevesinde düzenli olarak gerçekleştirilebiliyor olması başlıbaşına bir başarıdır. TSBD yönetimini kutlamak gerekir.

17. Sosyal Bilimler Kongresi’ne ve katılımcılarına başarılar diliyoruz. Kongre’nin ayrıntılı programına TSBD web sitesinden erişilebilir. Program herkese açıktır. ODTÜ’ye girişlerde bu Kongre için gelindiğini söylemek yeterlidir. Sol Haber Portalı okurlarının da ilgisini çekmesini umarız.

Oğuz Oyan / SOL
 

30 Ocak 2023 Pazartesi

Yüzyılın soygunu - İsmail Arı / BİRGÜN

 

En az 100 bin kişi ev sahibi olma hayali kurarken, konut mağduru oldu. Müteahhit, belediye ve arsa sahibi üçgeninde 21’inci yüzyılın en büyük soygunu yapıldı. Soygunun 1,8 milyar doları bulduğu tahmin ediliyor.

           
Ağaoğlu’nun İstanbul Çekmeköy’deki projesi de halen bitirilemedi. (Fotoğraf: BirGün)

AKP iktidarı döneminde, verilen ihaleler ve satılan değerli kamu arazileriyle yandaş müteahhitler zengin edildi. İktidar eliyle kasalarını doldurulan müteahhitler, ülkenin dört bir köşesinde peş peşe devasa konut projelerinin temelini attı. Ancak birçok konut projesi aradan geçen yıllara rağmen bitirilemedi. Bitirilemeyen projeler nedeniyle yüz binlerce kişinin konut mağduru olduğu tahmin ediliyor.

İktidara yakınlığıyla bilinen, devasa konut ve gökdelen projeleri ile işlerini büyüten Ali Ağaoğlu’ndan Fikret İnan’a kadar kamuoyunun yakından tanıdığı birçok ismin temelini attığı konut projelerini tamamlayamadığı için binlerce yurttaşı mağdur etti. Maket üzerinden ev alıp müteahhitlere yüzbinlerce lira ödeyen, birikimlerini teslim eden yurttaşlar, inşaatlar tamamlanmadığı için yıllardır evlerini teslim alamıyor. Mağdur olanlar seslerini yaptıkları eylemler ile sosyal medyada duyurmaya çalışıyor.

OLMAYAN DAİRE SATILDI

İstanbul’da da en fazla konut mağdurunun olduğu ilçe Esenyurt. İlçedeki konut mağdurları, yaşadıkları mağduriyetten 2014’te göreve gelen ve 2017’de istifa eden eski Esenyurt Belediye Başkanı AKP’li Necmi Kadıoğlu’nu sorumlu tutuyor. İlçedeki kontrolsüz büyümeye göz yumduğu ifade edilen AKP’li Kadıoğlu’nun 5 katlı inşaat izni ve ruhsat verdiği bir konut projesinin 12-13 katlı olarak gösterildiği maketin önünde fotoğrafı da yer alıyor. 5 kat izni verilen, maketinde 12-13 katlı olacağı gösterilen bu konut projesinde, daireler blokların 24 katlı olacağı söylenerek satıldı. Yani yurttaşlara projede olmayan daireler satıldı ve binlerce kişi mağdur edildi. Kadıoğlu döneminde ilçeye yapılan en az 29 büyük konut projesinde usulsüzlük olduğu da iddialar arasında.

AĞAOĞLU MAĞDURLARI

AKP’ye yakınlığıyla bilinen, 17-25 Aralık Operasyonu’nda “yolsuzluk ve rüşvet” suçlamasıyla gözaltına da alınan Ali Ağaoğlu, İstanbul Çekmeköy’deki konut projesini tamamlayamadı, daire alanlar mağdur olduklarını söyledi.

Ağaoğlu İnşaat, 2017 yılında İstanbul’un Çekmeköy ilçesinde, "Ağaoğlu Çekmeköy Park" adlı bir konut projesi inşa etmeye başladı ve projenin 2020’de tamamlanacağı açıklandı. 6 Ekim 2017’de Projenin tanıtımında konuşan Ağaoğlu Şirketler Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Ali Ağaoğlu, “Bu araziyi 20 küsur sene önce almıştım. Şu anda 150’nin üzerinde kişi para yatırıp sözleşmesini yaptı. Toplam 738 dairemiz var. İddia ediyorum ki bu ay içerisinde bu projenin de satışını tamamlarım” dedi. Ancak proje bir türlü tamamlanamadı. Projeden daire alan çok sayıda yurttaş ise mağdur oldu.

Sosyal medyada Ağaoğlu’nun projesinden daire aldıklarını ve mağdur olduklarını belirten bir yurttaş, “Ağaoğlu Çekmeköy projesinden 2017’nin Kasım’ında topraktan daire satın aldık. 2020’nin Nisan ayında teslim edilecekti. Yıl 2022 halen kaba inşaat, iskelet halinde. Şu an hiç çalışma yok, muhatap alacağımız kimse de yok. Aylardır, belki yıllardır çalışma yok ve ne olacağı belirsiz. Biz her ay kredimizi ödüyoruz, kanımızı çekiyorlar. Ve hiçbir gelişme olmaması, manevi olarak da çökertiyor bizi” ifadelerini kullandı.

İş insanı Fikret İnan’ın sahibi olduğu Fi Yapı da Esenyurt’taki konut projesiyle binlerce yurttaşı mağdur etti. 14 yıl önce ev almak için şirkete binlerce lira ödeyenler mağdur oldu. Fikret İnan’ın yaptığı ve tamamlanamayan Fi Sade projesinin mağdurları Fi Sade Malikleri Platformu’nu kurdu. Platformun Sözcüsü Can Volkan Dökmeci, yıllardır sürdürdükleri mücadeleyi şöyle anlattı: “Doların 1,3 TL olduğu 2009’da Fi Yapı’ya daire almak için 109 bin TL ödedim. 2012’de İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) ile Esenyurt Belediyesi arasındaki anlaşmazlık sonucu, emsalden fazla kat çıkıldığı gerekçesiyle İBB inşaatı durdurdu. Ruhsatlar iptal edildi, inşaat mühürlendi. 2015’te darbe girişiminden sonra, şirkete FETÖ bağlantısı nedeniyle Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) el koydu. Gerekçe, Fi Yapı’nın FETÖ şirketine daire satmasıydı. Şirketin sahibi Fikret İnan o dönem tutuklandı, sonra serbest bırakıldı, aldı TMSF İnan’a şirketi iade etti.

Şirketini geri alan İnan, bizim binlerce lira ödediğimiz ve yarım kalan konut projesindeki kapı, pencere gibi malzemeleri söktü, sattı. Bu şekilde yüzde 70’lerde olan inşaat oranı malzemeler sökülünce, yüzde 55’lere kadar geriledi. Biz bu duruma itiraz ettikçe, sesimizi duyurdukça Fikret İnan bizleri tehdit ediyor. Hatta bize destek olan CHP İstanbul Milletvekili Akif Hamzaçebi’yi bile tehdit etti. Bu projeden daire alan 3 bin 200 kişi, aileleri dâhil ettiğimizde yaklaşık 10 bin kişi mağdur durumda. Birçok kişi daire parasının yüzde 80’ini peşin ödemişti. Yabancı mağdurlar da var. Projenin 400’e yakın da yabancı daire sahibi mağduru var.”

GÜL İLE AÇILIŞLARA KATILDI

Fi Yapı’nın projesinden ev almaya karar verdiğinde şirkete güvendiğini belirten Dökmeci, “Fikret İnan, Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı döneminde, Gül ile açılışlara katılıyordu. Beşiktaş’ın stadına Fi Yapı ismi verildiği bir dönem. Depremzedelere ev vereceğim dedi. Güçlü bir profil sergiledi” dedi.

Bulut İnşaat isimli şirkete 2012 yılında 1+1 daire almak için 57 bin TL ödeyen Ziynet Dırak ise bir başka konut mağduru. Maket üzerinden ev aldığını, inşaatın temelinin atıldığını da görünce şirkete güvendiğini anlatan Dırak, “2013’ün 10’uncu ayında evimizi teslim edeceklerdi. Sonra bir baktık 2014 oldu, ‘ruhsat alamıyoruz’ dediler ama ufak ufak inşaat sürdü. Sonra ‘belediye ruhsat vermedi’ dediler. 2016’da müteahhit metrekare başı bin TL talep etti bizden. Biz buna itiraz ettik. Proje yarım kaldı ve bizim müteahhit Temel Bulut şimdi cezaevinde. Açtığımız dava sürüyor. Aradan 10 yıl geçti ama dava sonuçlanmadı. Benim gibi 720 kişi aynı projeden dolayı mağdur daire almak isteğim projeden” diye konuştu.

1,8 MİLYAR DOLARLIK VURGUN

CHP İstanbul Milletvekili Akif Hamzeçebi de konut mağdurlarının düzenlediği eylem ve basın açıklamalarına katılıp destek veriyor. BirGün’ün sorularını yanıtlayan CHP’li Hamzeçebi, ülke genelinde yaklaşık 100 bin konut mağduru olduğunu, aileler de dâhil edildiğinde konut mağdurlarının sayısının yarım milyona ulaştığını söyledi. En fazla konut mağdurunun Esenyurt’ta olduğunu belirten Hamzeçebi, “Sorunun asıl kaynağı tüketiciyi koruyan kanunların layıkıyla uygulanmaması. Müteahhit, belediye ve arsa sahipleri 21’inci yüzyılın en büyük soygununu, dolandırıcılığını yaptı. Ülkede konut mağdurlarının müteahhitlere ödediği para 1,8 milyar dolar” dedi. Devletin üzerine düşeni yapmadığının altını çize Hamzaçebi konut dolandırıcılığını örneklerle anlattı: “Esenyurt’ta bir müteahhit güzel bir ofis tutup döşüyor. Ofise Cumhurbaşkanı’nın, bakanların resmini asıyor, ortaya bir maket koyuyor. Maketin başında dönemin AKP’li Esenyurt Belediye Başkanı poz veriyor. Bir belediye başkanı böyle bir ofiste, müteahhitle poz veriyorsa bu ne anlama gelir? Bu projenin arkasında belediye var proje güvenilir mesajı veriliyor bu şekilde. Poz verdiği makette binalar 12-13 katlı. Ancak ruhsat 5 kat için verilmiş. Daireler binalar 24 katıymış gibi satılmış. Yani olmayan daireler satılmış. Çok sayıda örnek var bunun gibi.

DEVLET GÖREVİNİ YAPMADI

CHP grubu adına araştırma önergesi verdim. Belediye, arsa sahibi ve müteahhit tarafından yapılan yüzyılın en büyük soygunu dedim. MASAK’a para aklama şüphesiyle soruşma açılması talebinde bulundum, soruşturma devam ediyor. Soru önergeleri verdim. En son 11 Aralık’ta Fi Yapı’nın mağdurlarına destek vermeye gittim. Fi Yapı’nın sahibi de beni savcılığa vermiş. Sonuçta evet, devlet üzerine düşen görevi yapmamış. Maket üzerinden daire satılması da kesinlikle yanlış. Vatandaşın eksiği var ama sorumluluk devletin. Devlet görevini yerine getirmemiş.”

***

‘DÜNYA KADAR PARA ÖDEDİK’

Ağaoğlu’nun projesinden satın aldığı dairesinin teslim edilmediğini belirten bir başka yurttaş ise yaşadığı mağduriyeti şöyle anlattı: “2017’de kredi çekip almış olduğumuz daire 1 yıl içinde sözde teslim edilecekti. Fakat 5 yıl oldu halen daha yapılacak. Muhatap alabilecek kimse de yok. Dünya kadar para ödedik ve ödemeye devam ediyoruz. En azından bir bilgi verin. Telefonları bile açmıyorlar. Satarken böyle değildiniz. Gayet ilgili ve alakalı davranıyordunuz.”

***

10 GÜNDE 8 BİN BAŞVURU

Orta gelirlilere yönelik "Yeni Evim Konut Finansman Programı"na ilk 10 günde başvuran kişi sayısının 8 bin 27’de kaldığı görüldü. Program kapsamında 81 il üç bölgeye ayrılmıştı. En fazla talebin olduğu şehir olan İstanbul’u kapsayan birinci bölgede bin 859 başvuru ile yapıldı.

***

BELEDİYELER BUNLARA GÖZ YUMUYOR

Türkiye Konutla Dolandırılan Hak Sahipleri Platformu Sözcüsü Fahri Kaygu ise sorunun yarım kalan konutlar olmadığını, dolandırıcılık olduğunu belirtiyor. Sadece Esenyurt’ta 30 bin konut mağduru bulunduğunu ifade eden Kaygu, “Esenyurt’ta, Fikirtepe’de, ülkenin birçok noktasında binlerce kişi konut mağduru. Müteahhit firmalar maketler üzerinden konut pazarladı. Konutlar belli oranlarda yapıldı. Sonra bir kısmında arazi sahipleri dava açtı, kiminde sözleşmeler feshedildi. Kimilerinde inşaatlar paravan şirketlere devredildi. Bazı projelerde mafya gelip projelere çöktü. Birçok projede satılan konutlar tekrar tekrar satılmış. Konut mağdurlarının açtığı ve devam eden çok sayıda dava bulunuyor” dedi.

Fi Yapı Esenyurt Projesi de çok sayıda kişiyi mağdur etti. (Fotoğraf: BirGün)Fi Yapı Esenyurt Projesi de çok sayıda kişiyi mağdur etti. (Fotoğraf: BirGün)

Kaygu kendi konut mağduru olma hikâyesini de şöyle anlattı: “Esenyurt’ta daire almıştım. 2011’de dolandırıldığımı anladım. Ev aldığım projeye belediye 4 kat olacak şekilde ruhsat vermiş. Ancak müteahhit 14 katlı maket yapmış. Belediye müteahhite bunu neden yapıyorsun diye sormuyor. Bizi dolandıran müteahhitlerin avukatlığını, Beylikdüzü ve Büyükçekmece AKP ilçe başkanlığını yapan, belediye başkan adayı olup seçilemeyen avukat Celal Babayiğit yapıyor. Belediye, arsa sahibi ve müteahhit üçgeninde yüz yılın soygunu yapıldı Esenyurt’ta. Konut dolandırıcılığına maalesef belediyeler de göz yumuyor. Bizim mağduriyetimiz konutların yarım kalması nedeniyle değil. Bizler dolandırıldık."

İsmail Arı / BİRGÜN