Altılı masanın ‘Batıcı’ dış politikası(Mehmet Ali Güller-Cumhuriyet)
Altılı masa, 240 sayfalık “Ortak Politikalar Mutabakat Metni” açıkladı. Metnin “Dış Politika, Milli Savunma, Güvenlik ve Terörle Mücadele, Siber Güvenlik, Göç ve Sığınmacı Politikaları” başlıklı 9. bölümü ise sadece 12 sayfa!
Birbirine benzemeyen altı siyasi partinin herhangi bir konuda “mutabık” olabilmesi, elbette çok zordur. Bu nedenle olsa gerek dış politika ve güvenlik konuları da iki istisna hariç, çoğunlukla yuvarlak ifadelerle geçiştirilmiş, köşeli vurgulardan kaçınılmış.
NATO’CULUK, AB’CİLİK
Altı partinin köşeli vurguyu gerektiren mutabık olduğu istisna iki konu ise NATO ve AB olmuş. Özetle “NATO’culuğa devam, hedef AB’ye tam üyelik” denmiş.
Kuşkusuz bu iki konu ya da daha doğru ifadeyle Türkiye’yi Atlantik’e çapalayan bu iki bağ, AKP-MHP ittifakı için de geçerli. Yani Cumhur ile Millet’in Atlantikçilik konusunda temelde bir farkı yok. İkisinin de yüzü Batı’ya dönüktür. Fark belki şuradadır: Cumhur; Batı ile daha iyi pazarlık edebilmek için arada dönüp Doğu’ya bakarken; Millet, bu metinle Doğu’ya daha az bakacağını ilan etmektedir.
Örneğin mutabakat metnindeki “Şanghay İşbirliği Örgütü ile ilişkilerimizi gerçekçi bir zeminde değerlendireceğiz” sözü, mevcut yakınlaşmanın “gerçekçi” olmadığına göndermedir ne yazık ki...
FİİLİ TEK TARAFÇILIK
Oysa gerçek şudur: Dünya ekonomisinin yönü zaten Atlantik’ten Asya-Pasifik’e kaymıştı; artık siyasetin yönü de kayıyor. Kuşak ve Yol ile Asya, Afrika ve Avrupa entegre oluyor, Asya/Avrasya yükseliyor, çok kutuplu dünya inşa oluyor, bu tablo tüm devletlere “çok taraflılık” fırsatı sağlıyor.
AKP ideolojisi ve programı nedeniyle bu fırsatı kullanamadı, kullanamazdı; tersine bunu Batı’yla pazarlığına araç yapmaya kalktı ve neo-Abdülhamitçi “dengecilikle” çok taraflılığı, çok tarafa tavize dönüştürdü. Türkiye’yi önümüzdeki dönemde yönetme iddiasında olanlar, tersine, “çok kutuplu dünyada çok taraflılık” ile çok taraftan kazançlı çıkılabileceği gerçeğine göre konumlanmalıydı.
“AB’ye tam üyelik” hayaline saplanarak “F-35 projesine dönmek için girişimde bulunacağız” diyerek “çok taraflılık” uygulanamaz. Tersine, F-35 “tek tarafa” daha fazla bağlanmanın aracına dönüştürülür.
UZLAŞI ARAMA YANLIŞLIĞI
Mutabakat metninde “ABD ile ilişkileri eşitler arası bir anlayışla kurumsal temele oturtacak, müttefiklik ilişkisini karşılıklı güvene dayanacak şekilde ilerleteceğiz” deniliyor.
Oysa Türkiye ile ABD arasında “karşılıklı güven” sorunu yok; zaten “karşılıklı” bir durum da yok, tek taraflı bir durum var: ABD Türkiye’ye karşı terör örgütlerini destekliyor; Doğu Akdeniz’de, Ortadoğu’da ve Kafkasya’da Türkiye’ye karşı hareket ediyor; Türkiye’ye askeri ve ekonomik yaptırımlar uyguluyor; Türkiye’nin fay hatlarıyla oynamaya çalışıyor. Yani güven sorunu “karşılıklı” değildir.
Türkiye’nin ABD’yle sorunları stratejiktir ve yaşamsaldır; o sorunlar uzlaşı arayarak değil, kararlı bir şekilde karşı koyarak çözülür. Bu nedenle Türkiye’nin asıl gündemi, o kararlılığı ortaya koymak ve güçlendirmek üzere iç ve dış cepheleri inşa etmektir.
/././
Ayakları yere basmıyor!(Ergin Yıldızoğlu-Cumhuriyet)
Emre Kongar Hocamın yorumlarından yararlanırsam, OPMM’yi hazırlayanlar, “‘Şahsım Devleti’nin sadece kurumlarda değil, bu kurumların içindeki kadrolarda yani insan malzemesinde yol açtığı yıkım hangi yöntemle ve nasıl onarılacak” sorusunu, olanı koruyarak devam etmeyi planladıkları ya da bir devletin yönetiminden sorunlu sınıfları/tabakaları değiştirmenin yarattığı toplumsal “travma”yı düşünemedikleri için yok saymışlar. OPMM’nin “temel hak ve özgürlükler konusunda... ancak CHP’nin verdiği çok belirgin birtakım ödünlerle imzalanmış olmasından kaynaklanan, siyasal, ideolojik, soyut ve somut belirsizlikler” (İstanbul Sözleşmesi, laiklik, “Kürt sorunu”, tarikatlar) bence ilk olasılığı (“pasif devrim” içinde bir “konsolidasyon”) destekliyor. Üstelik, toplumun kendileri dışında kalan kesimini “azgın azınlık” olarak niteleyen bir dinci-terörist damarın giderek güçlendiği bir ortamda...
OPMM’nin ekonomik önerileri, büyük sermayenin neoliberal fantezilerini yansıtıyor. “Fantezi” diyorum çünkü neoliberal modelin “kapitalist realiteyle” bağları çoktan koptu. Bir kriz yönetim modeli olarak uygulandığı her yerde ya hastalığı ağırlaştırıyor ya da Sri Lanka’da (Mısır’a da dikkat!) olduğu gibi hastayı öldürüyor.
İki “fanteziye” değinmekle yetineceğim. Bağımsız bir Merkez Bankası, enflasyonu iki yıl içerisinde tek haneye indirecekmiş. Eğer bu “fantezi” gerçekleşmeye başlarsa, hızla açlık, yoksulluk, iflaslar artarken ülkeyi yangın yerine çeviren, zaten seyrelmiş olan toplumsal dokuyu iyice çözen bir sürece dönüşecektir. Var olan rejimin altında bu daha çok baskı anlamına gelir.
Bir diğer fantezi de beş yıl sonunda 600 milyar dolar seviyesinde ihracat iddiasıdır. Bu iddia ihracatın ithalat bağımlığını göz önüne almıyor. Yeni yönetim, enflasyonu düşürür, ülkeyi yangın yerine çevirirken TL değerlenirse, dünya ekonomisi yavaşlar ve parçalanırken ihracat ancak katlanarak ağırlaşacak bir sömürü ile artırılabilir. Bu durum daha yüksek ücret, daha fazla işçi hakları beklentileriyle uyuşmaz. Belki de tam da bu nedenle, OPMM’de “Emek kesimi lehine sosyal programların yaygınlaştırılacağı bir atılım görünmüyor.” (Kozanoğlu)
*
Rockefeller International’ın yönetim kurulu başkanı R. Sharma’nın sözleriyle “Dünya ekonomisi, on yıllardır görülmemiş bir döneme giriyor” (Financial Times). Bu saptama, Dünya Ekonomik Forumu (Davos) toplantısına giderken hızlanan, toplantıya damgasını vurduktan sonra yoğunlaşarak devam eden tartışmaların bir parçası. Uluslararası egemen-sermayenin zirvelerinde, çoktan tükenmiş neoliberal modelden, ona dayanan küreselleşmeden çıkış arayışları giderek yoğunlaşıyor. Bir başka deyişle, korumacılık, ulusal ekonomiye öncelik vermek (halk sınıflarının ekonomik-kültürel taleplerine cevap vererek muhalefeti yatıştırmak), enflasyonla mücadele, sanayi politikası, jeopolitik rekabet ve giderek hızlanan militarizmin gösterdiği gibi neoliberal küreselleşmenin “düzenini”, o “düzeni” kuranlar çözmeye başladı. OPMM’yi hazırlayanların tüm bunların farkında olduğunu söylemek çok zor. /././
Millet İttifakı'nın dış politika vizyonu ne anlatıyor?(İbrahim Varlı-BİRGÜN)
Dış politika, masanın en eksik kaldığı alanlardan bir tanesiydi. Hatta en eksiğiydi. Beklenen dış politika vizyonu sonunda açıklandı. 9 ana, 75 alt başlık ve 2 bin 300'den fazla vaatten oluşan Ortak Politikalar Mutabakat Metni’nde kendisine sadece 11 sayfada yer bulan yol haritasına dair söylenecek çok şey var. Deklarasyon bu eksikliği giderebilmiş değil.
Masa’da dış restorasyon
'Dış Politika, Savunma, Güvenlik ve Göç' başlığı altında toparlanan dış politik çerçeveye bakıldığında ilk göze çarpan ortalamacı tutum. Dış politikada AKP rejiminin yarattığı tahribatı restore etme konusunda bir beyan niteliğindeki metinde bugünkü dış politik enkazın baş sorumlularından Ahmet Davutoğlu’nun olduğu bir masadan kapsamlı, köklü bir dış politik açılımın ötesi de çıkmazdı.
Ancak peşinen şunu belirtmekte yarar var; bir iyi niyet beyanı, detaylı bir metin değil. İlk kez kapsamlı bir çerçeve çizilmiş. Bu nedenle metin her yönüyle birbirine benzemez 6 partinin bir araya gelişinin doğal sonuçlarını yansıtıyor. Mevcut veriler üzerinden gidecek olursak, metin Batı’ya bir selam niteliğinde. Türk dış politikasının en önemli konuları olan Suriye, Libya, Ukrayna gibi konular adeta geçiştirilmiş. Kürtlere, Kürt sorununa değinilmemiş.
Vizyon, İlhan Uzgel hocaya göre AKP’nin birinci dönemini çağrıştırıyor. Uzgel’e göre “Metin AKP’nin ilk döneminde bıraktığı yerden devam niteliğinde. Bu Batıcı bir metin. Altılı masa ‘biz Avrasyacılık yapmayacağız’ diyor. Batı’ya net bir mesaj veriyor. Türk dış politikasının en önemli konusu Suriye, ama bu konuda net bir şey denmiyor. Suriye ismi neredeyse hiç geçmiyor. Suriye, Libya, Ukrayna gibi temel sorunlar geçiştirilmiş. Altı doldurulamayan kavramlar, yaklaşımlar geliştirilmiş. İyi niyet beyanı dizini gibi bir program.”
Ana sorunlar pas geçilmiş!
Metindeki bazı maddeleri birkaç başlık altında toparlayacak olursak;
•Suriye/ÖSO/Ortadoğu: Can alıcı sorunlar geçiştirilmiş
Metinde ülkenin en önemli dış politika sorunsalı olan Suriye, ÖSO, Kürtler ve Ortadoğu adeta pas geçilmiş. Ortadoğu'daki ülkelerin egemenlik ve toprak bütünlüklerine saygılı olacağız, ülkelerin içişlerine karışmayacak, aralarındaki sorunlarda taraf tutan bir ülke değil, çözümleri kolaylaştıran bir ülke olacağız deniliyor. Suriye meselesinde “BM kararları çerçevesinde kalıcı barışı tesis etmek üzere, terörist gruplar hariç Suriye halkının farklı kesimlerini temsil eden bütün ilgili taraflarla ve Şam yönetimiyle yoğun bir temas ve diyalog çabası başlatacağız” deniliyor. Cihatçıların, ÖSO'nun ne olacağı belirsiz.
•Rusya/Ukrayna/ABD/NATO: Temel yönelim Batı, Rusya ile denge
Ortak metinde dünyanın en önemli sorunlarından Ukrayna savaşı da resmen geçiştirilmiş. Rusya ve ABD arasında dengeli ve eşitler arası bir anlayışla ilişki kurulacağı belirtilse de sarkaç NATO’dan yana. NATO’nun vazgeçilmez olduğu şu cümlelerle vurgulanıyor: “NATO ulusal güvenliğimiz açısından sağladığı caydırıcılık bakımından kritik önem taşımaktadır. NATO bünyesindeki katkılarımızı rasyonel bir zeminde ve ulusal çıkarlarımızı gözeterek sürdüreceğiz.” Avrupa Birliği’ne tam üyelik hedefi vurgulanıyor.
•Çin/ŞİÖ/Avrasya: Çin'e, Şanghay'a, Avrasya'ya mesafe
Metinde İYİ Parti ve diğer sağcı partilerin etkisiyle Çin’e, Şangay İşbirliği Örgütü'ne (ŞİÖ) ve Avrasya'ya belli bir mesafe konmuş. Dünyanın yeni süper güçlerinden Çin'e hiç değinilmemiş. “Asya vizyonu” bölgedeki ülkelerle ilişkileri güçlendirmek ve zenginleştirmek üzerine kurgulu. AKP’nin ısrarla yer almaya çalıştığı Şangay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) ve ASEAN’a ilişkilerin "gerçekçi ve sürdürülebilir bir zemin"de değerlendirileceği belirtilerek mesajlar veriliyor. Tek adam rejiminin aksine ŞİÖ stratejik bir hedef olarak görülmüyor.
•Göçmenler/Sığınmacılar: Güvenlik eksenli bakış
Ülkenin can alıcı meselelerinden birine dönüşen sığınmacı/göçmen sorunu konusunda şu ifadeler kullanılıyor: “Göç konusunda ülkemizin tampon ülke haline getirilmesine izin vermeyeceğiz. Sığınmacıların kontrolsüz yoğunlaşmasına, şehirlerde gettolaşmasına izin vermeyeceğiz.” Suça karışan göçmen ve sığınmacıların hızlı şekilde sınır dışı edileceği belirtiliyor.
•Geri Kabul Anlaşmaları: Karşı çıkılan anlaşma Doğu ile yapılacak
AB ile yapılan Geri Kabul Anlaşması’nın revize edileceği belirtilirken karşı çıkılan anlaşmaların bir benzerinin doğudaki üçüncü ülkelerle yapılacağı vaat ediliyor. 2014 Geri Kabul Anlaşması ile 18 Mart 2016 Mutabakatı’nın gözden geçirileceği belirtilirken “düzensiz” göçün kaynağı olan ülkelerle Geri Kabul Anlaşmaları yapılacağı vurgulanıyor.
•Doğu Akdeniz/Ege/Yunanistan: Sopa ve havuç politikası
Son dönemlerdeki kriz bölgelerinden Doğu Akdeniz’de AKP’nin övünç kaynağı “mavi vatan”dan bahsedilmezken Türkiye’nin yalnızlaştırılmasının önüne geçecek çoklu müzakere süreçlerine öncelik verileceği belirtiliyor. Ege’de barış ve işbirliğini vurgu yapılırken egemenlik alanları konusuna zarar verebilecek hiç bir gelişmeye müsaade edilmeyeceği mesajı veriliyor. Atina'nın Ege’de karasularını 12 mile çıkartma planı "kırmızı çizgi" olarak ilan eidliyor. Kıbrıs ise yine bir “milli dava.”
•İslami örgütlere/kuruluşlara yığınak: Milli Görüş damgası
İttifak’taki muhafazakar damarın etkisiyle İslami dünyaya özel vurgu yapılıuyor. Türk Devletleri Teşkilatı’nın güçlendirileceği, İslam İşbirliği Teşkilatı, Erbakan'ın girişimiyle sekiz Müslüman ülkenin oluşturduğu D-8 Ekonomik İşbirliği Teşkilatı gibi örgütlerdeki konumun ve bu örgütlerlerin uluslararası rolünün geliştirileceğinin belirtilmesi dikkat çekici.
/././
Mutabakat metninde ekonomi(Hayri Kozanoğlu-BİRGÜN)
Daha kapsamlı bir değerlendirmeyi önümüzdeki haftalarda yapmak üzere Ortak Politikalar Mutabakat Metni’nin ekonomik boyutu üzerine ilk izlenimler:
Öncelikle Saray’ın, RTE’nin kullanımındaki köşk ve yalıların halkın kullanımına açılması, Türkiye Varlık Fonu’nun kapatılması, Strateji ve Planlama Teşkilatı kurulması, TBMM’de “Yolsuzlukları Araştırma Komisyonu” oluşturulması, bütçe hakkının tanınması, kesin hesap komisyonunun çalıştırılması, Kamu Özel İşbirliği projelerinden oluşan zararların geri tahsil edilmesi gibi sembolik adımlar önemli. Saray rejiminin geride bırakılacağına ilişkin topluma net bir mesaj veriliyor.
Öte yandan Merkez Bankası bağımsızlığının vurgulanması, bütçede Mali Kural uygulamasının hayata geçmesi, dalgalı kur sistemine aykırı uygulamalara son verilmesi gibi ifadeler 6’lı Masa devrinde de neoliberalizme özgü piyasacı zihniyetin devam ettirileceğini gösteriyor.
Belki de hepsinden daha önemlisi, ülkede iyice bozulan gelir ve servet dağılımını düzeltecek, milli gelir içerisindeki payı giderek düşen emek gelirlerini artıracak, işsizliğin tek haneli oranlara indirilmesi vaadi dışında çalışma saatlerinin kısaltılması ve mevcut işlerin paylaştırılması doğrultusunda adımlar atacak bir irade görünmüyor. Sosyal politikalarda çocuklara ücretsiz kahvaltı ve öğle yemeği verilmesi gibi anlamlı adımlar içerse de, CHP’nin aile destek sigortası planının dahi rafa kaldırılması dikkat çekiyor. Emek kesimi lehine sosyal programların yaygınlaştırılacağı bir atılım görünmüyor.
Makro ekonomide telaffuz edilen iddialı hedeflerin ise yakalanması kuşkulu, eğer bu başarılsa dahi bunun istenir olup olmadığı tartışmalı. Örneğin, enflasyonun iki yıl içerisinde tek haneye indirilmesi hem zor görünüyor, hem de böyle hızlı bir inişin, tansiyonun ani düşüşü gibi bünyeye zararları olabilir. Böyle bir durumda tüm kredi borçluları büyük bir maliyete katlanmak zorunda kalır, rantiye mevduat sahipleri ise çok yüksek reel faiz kazanır. Beş yılın sonunda 600 milyar dolar seviyesinde ihracat ise, kısa sürede üretimin dönüşümü, eğitim sisteminin rehabilitasyonu başarılıp, bunun mal ve hizmet satışlarına yansıması zor olduğu için gerçekçi görünmüyor. Diyelim bu TL’nin değer yitirmesi “rekabetçi kur” ile başarıldı. O zaman da beş yılın sonunda dolar cinsinden kişi başına milli gelirimizin en az iki katına çıkarılması hedefi tutturulamaz. Hatırlanırsa dolar cinsiden yüksek kişi başına gelir rakamları TL’nin değerli olduğu yıllarda gözlemlenmişti.
Kur Korumalı Mevduat hesabı açılmasını durduracak, mevcut hesapları vade sonunda kapatacağız vaadi genelde isabetli. Ancak bu durumda KKM’den çıkanların dövize yönelmesi nasıl engellenecek ? Eğer umut edildiği gibi yabancı sermaye girişleriyle TL’nin reel değerlemesi süreci başlar, dövizin cazibesi azalırsa, bu kez de ihracatta rekabet gücü kaybedilir, cari açık sorunu baş gösterir.
Aslında 6’lı Masa merkez eğilimli, burjuva demokratik düzeni restore etmeye yönelik bir birliktelik. O nedenle kendi misyonu dışında fazla iyimser beklentiler içine girmemek gerekiyor. Bu İslami baskı rejimini bir an önce geride bırakmak için 14 Mayıs’ta en geniş bir birlikteliğin gereğini unutmadan; bu metin bizlere emekten, soldan, kamuculuktan yana ekonomi politikası önerilerimizi bütünlüklü bir biçimde topluma sunma ve bu doğrultuda halkı örgütleme sorumluluğumuz bulunduğunu hatırlatıyor.
/././
Millet İttifakı, ‘ucu zülfüyare dokunmayan’ bir restorasyon programında anlaşmış!(İhsan Çaralan-Evrensel)
Millet İttifakı partileri, önceden açıkladıkları gibi 30 Ocak Pazartesi günü, Ankara’da düzenledikleri etkinlikle “ortak politikalar mutabakat metni”ni kamuoyuna açıkladılar.
İttifakın sözcüleri, 9 ana başlık 75 alt başlık ve 2000’den fazla maddeden oluşturulan metni, seçimden sonra oluşturulacak koalisyonun “hükümet programı” olarak adlandırıyorlar.
250 sayfalık bu mutabakat metnine şöyle bir bakıldığında; herkese bir “Mavi bocuk verme” amacı güdüldüğü anlaşılıyor.
Tabii bu kadar çok vaat üst üste yığılınca, Türkiye’nin siyaset geleneğindeki vaatçiliğin “Talepten kim ölmüş ki” dedirtecek bir siyasi konfor alanı olduğu da ilk akla gelenlerden oluyor. Çünkü bu ülkede; “Diğer partiler ne verecekse ben beş fazlasını vereceğim” (Süleyman Demirel) gibi açık çek ya da “her vatandaşa iki anahtar” (Tansu Çiller) diye elinde iki anahtarla meydanlarda dolaşılan günlerden, halkın her talebini istismar edip seçim rüşvetine dönüştürmeyi siyaset ustalığı olarak propaganda eden tek adam rejiminde çok şey görüp yaşanan bir ülkede iki binden fazla vaadin bir mutabakat metnine sığdırılmış olması bu vaat istismarcılığının yeni sürümü olması ihtimalini de ilk akla gelenlerden yapıyor.
‘MUTABAKAT METNİ’ BİR RESTORASYON PROGRAMI
Ama bu talep kalabalığına biraz daha yakından baktığımızda bunların asıl olarak; AKP tarafından tahrip edilen devlet kurumlarının yeniden canlandırılması, yargı bağımsızlığı, Merkez Bankasının bağımsızlığı ve serbest piyasa ekonomisi etrafında oluşturulmuş kurumların özerkliklerinin güvenceye alınması… liyakat, hukuksal normlar, gelenekler… etrafında bürokrasinin yeniden düzenlenmesi (restorasyon) amaçlı olduklarını görüyoruz. Ama elbette bunlara ek olarak “siyasi etik yasası”, “kamuda israfla mücadele”, “siber güvenlik”, “beyin göçü”, “dijitalleşme”, “dijital güvenlik”… gibi başlıklar altında yeni vaatler formüle edildiği de dikkat çekmektedir.
Kısacası Millet İttifakının ortak metni; az çok gerçek anlamda barış ve refah içinde bir Türkiye’nin inşasını amaçlamıyor. Tersine açıklanan mutabakat metni, dünün AKP-Erdoğan iktidarının, amaçlarını gerçekleştirmesini engelleyen kurumlar olarak görüp lağvettiği ya da AKP ve MHP’nin olduğu gibi tarikat ve cemaatlerin de arpalığına dönüşmüş kurumların yeni önlemlerle ayağa kaldırılarak “Durumu idare eder hale getirilmesi”nin, yani bir restorasyonun programıdır.
Tek adam yönetiminin yaptığı yıkımı ortadan kaldırmayı önüne koyan Millet İttifakı Türkiye halklarını bu enkazın kaldırılmasıyla yetinmeye razı etmeyi amaçlıyor. Mutabakat metni de bu rızayı yaratmanın metni olarak kullanılmak isteniyor.
MUTABAKAT METNİNİN NİTELİĞİNİ METİNDE ‘OLMAYANLAR’ BELİRLİYOR
Mutabakat metnine biraz daha yakından bakıp “Bu kadar çok vaat içinde ne yok?” dendiğinde, bu kadar çok vaadin bile üstünü örtemeyeceği ülkenin en önemli sorunlarının çözümü bir yana metinde adının bile anılmaktan kaçınıldığı görülüyor.
Yok sayılan sorunların başlıcalarını şöyle sıralayabiliriz:
- Kürt sorununun demokratik çözümü: Öncesini bir yana bıraksak bile mutabakatta, yarım yüzyıldan beri ülkenin demokratikleştirilmesinin olmazsa olmazı olan “Kürt sorununun demokratik çözümü”nden ad olarak bile söz edilmiyor. Oysa içeride ülkenin demokratikleştirilmesi, dış politikada komşularla barış içinde bir çizgiye çekilmesinde belirleyici önemde bir sorun.
- Laikliğin de adı yok: Az çok demokrasiden söz edilen her yerde ilk akla gelmesi gereken laikliğin adı da metinde geçmiyor. Bu çerçevede devletin dinin alanından dinin de devletin alanından çekilmesi, din derslerinin zorlu ders olmaktan çıkarılması, Diyanetin kapatılması, cemevlerinin Alevilerin ibadethanesi olması gibi taleplerden hiçbir biçimde söz edilmiyor.
- İşçilerin 60 yıllık talepleri yok, sermayenin esnek çalışma talebi var: İşçi sınıfının sendikalaşmasının önündeki engellerin kaldırılması, grev hakkının dayanışma grevi, siyasi grev ve genel grev hakkını da kapsayacak biçimde genişletilmesi, TİS sürecinin demokratikleştirilmesine ilişkin talepler de metinde hiç sözü edilmeyenler arısında. Tersine sermaye örgütlerinin 30 yıldır TİS’lere sokarak meşruiyet sağlamaya çalıştıkları “Esnek çalışma”nın mutabakat metninin 8’inci ana başlığında; “ILO’nun 175 sayılı part-time çalışma sözleşmesini kabul edeceğiz. Çağrı üzerine çalıştırma, kısmi zamanlı çalışma ve uzaktan çalışma gibi iş modellerinde çalışanların sağlık, emeklilik gibi sosyal güvenlik haklarını kesin ve net bir biçimde güvence altına alacağız” şeklinde yer alarak sermayeye selam gönderilmektedir. Hem de sanki esnek çalışma işçilerin talebiymiş gibi gösterilerek!
- İstanbul Sözleşmesi’ne geri dönüş de ‘yok’lar listesinde: CHP, İyi Parti ve DEVA sözcülerinin, iktidar olduklarının ilk günü geri döneceğiz diye meydanlarda dillendirdikleri “İstanbul Sözleşmesi’ne geri dönüleceği”ne dair bir şey de yok mutabakat metninde.
Kısacası 1960’lardan beri, ülkenin en önemli sorunları olarak her platformda yer alan, büyük mücadelelere konu olmuş sorunların bırakalım çözümlerini, adı bile mutabakat metninde geçmiyor.
İYİ Kİ EMEK VE ÖZGÜRLÜK İTTİFAKI VAR!
Elbette ki kamuoyunda çok tartışılan bu “yoklar” mutabakat metnine sehven girmemiş olamaz. Tersine bu yoklar bilerek ve özenle metne sokulmamıştır. Çünkü Kürt sorunu İyi Partinin, laiklik ve İstanbul Sözleşmesi SP ve Gelecek Partisinin, emek mücadelesiyle ilgili talepleri ise tüm ittifak partilerinin rezervleri olduğu için bu mutabakat metninde yer almamıştır.
Herkese “mavi boncuk” vadederek yedeklemek isteyen ve iki binden fazla vaadin yer aldığı mutabakat metninde, Kürt sorununun demokratik barışçıl çözümünün, mücadele içindeki kadınların taleplerinin, laikliğin, işçi sınıfı ve emekçilerin haklarının genişletilmesi gibi sermaye düzeni için netameli, ucu zülfüyare dokunacak vaatlerin yer almaması ne rastgeledir ne de kendi başına bir anlayış sorunudur. Tersine bu durum Millet İttifakının halk yığınlarının sadece beş yılda bir oy vererek siyasete katılmasını savunan, dolayısıyla yığınların talepleri etrafında birleşerek siyasete müdahale eden bir mücadele hattında hareket etmesine karşı çıkan siyaset tarzının belgeye dökülmüş halidir.
Toplam açısından bakıldığında; bu “mutabakat metni”nin seçimden sonra oluşması beklenen altılı koalisyonun “hükümet programı” olacağı da düşünüldüğünde insan “İyi ki Emek ve Özgürlük İttifakı var” demekten kendisini alamıyor.
Çünkü ülke sorunlarını altı partinin “kesişim kümesi”ne sıkıştırmış bir programın Türkiye halklarının çok önemli ve ertelenemez taleplerine yanıt vermesi beklenemezdir. Dolayısıyla Emek ve Özgürlük İttifakı, sadece seçimde değil aynı zamanda seçimden sonra kurulacak iktidarın karşısında halkların seçeneği olacaktır.
Önceki gün yayımlanan “mutabakat metni”nin Millet İttifakının “hükümet programı” olarak ilan edilmesi bunun kanıtıdır!
/././
Millet İttifakı cephesinde yeni bir şey yok(Kadir Sev-SOL)
'Sermayenin çıkarlarına olmayacak önlemler, Millet İttifakı'nın öneri demetinde yok. Özelleştirmelerden yakınılmayışı bir yana, satmak için yeni pazarlar kurulacağına söz veriliyor.'
Millet İttifakının 30 Ocak 2023 günü görkemli bir törenle açıkladığı “Ortak Politikalar Mutabakat Metni” AKP İktidarlarında 20 yıl tutsak edilmiş, bunalmış kitlelerde heyecan yarattı. Can yakıcı sorunlara el atılacağı ve çözüleceği algısı uyandırıyor. Oysa yeni sayılabilecek pek bir yanı yok. Yeni olan, bir siyasi parti/örgüt olarak AKP’den; giderek artan aşırılıklarından ve kamu yönetimindeki partili kadrolarından kurtulma ümidinin artması.
TÜSİAD, 2021 yılında bir Anayasa Raporu yayımladı; Millet İttifakı bir yıl sonra, 28 Kasım 2022’de Anayasa’da değişiklik teklifi verdi. İki metinde yer alan saptamalar ve öneriler neredeyse aynıydı. 30 Kasım 2022 günlü “Restorasyon Anayasası” başlıklı yazımda bu benzerliği işlemiştim. Benzerlik bunlarla sınırlı kalmadı: 30 Ocak 2023 günü yayımlanan uzlaşı metninde de aynı saptama ve öneriler yer alıyor, aynı sözler veriliyor.
Öyle bir hava oluşturuldu ki; sanki iktidar oluyoruz. Oylarımızı doğru yerde birleştirebilirsek sorun kalmayacak. Millet İttifakını eleştirirsek, içimize sinmeyen önerilerini şimdilik hoş görmezsek, oylar dağılır sihir bozulur; AKP’den kurtulamayız, duygusu yaşıyoruz.
Meşruluğu kalmamış bir yönetimden kurtulmak için elimizden geleni elbette esirgememeliyiz. Ama gücümüzü, sadece AKP’den kurtulmak olan bir ideal uğruna harcamak doğru olmaz.
Kapitalizmi restore etmek, dayanaklarını sağlamlaştırmak gibi amaçlarla geliştirilen plan ve programlarla yaratılan rüzgar, sosyalistlerin; emekçilerin; yurtseverlerin; laikliği savunanların yelkenlerini doldurmaz. Cazibesine kapılır gidersek, kendimizi başka ufuklarda buluruz. Geçmişte çok örneğini yaşadık.
AKP iktidarlarında kamu örgütü ve yetkiler, ülke zenginlikleri ve pazarına tekellerin daha elverişli koşullarda el koyabilmesini sağlayacak bir anlayışla yeniden yapılandırıldı. Yeni kurulan düzene başkanlık rejimi, liderine “tek adam” deniliyor. Hazırlanması ve yerleşmesi sürecinde daha çok katkı veren, seçilmiş sermaye gruplarıyla daha sıcak ilişkiler geliştirildi. Bunlar da 5’li çete olarak anılıyor.
Eski düzene, üstelik güçlendirilmiş biçimde dönüleceği sözü verilen Uzlaşma Metninin hedefinde tek adam rejimi var. Ama bunu TÜSİAD sermayesi de istemiyor. Tek adama eskisi kadar güven duymuyorlar. Yasa gücünde kural koyma yetkisini kullanma biçimi; sermaye teşviklerinin Cumhurbaşkanlığı Ofislerinde kotarılması; yargı gücünün tetikçi gibi kullanılması; kamu kurumlarının liyakat ve kariyer ilkesi umursanmaksızın yandaşlarla doldurulması gibi uygulamalardan onlar da rahatsız. Ve bunu dile getirmekten artık çekinmiyorlar.
Kamu yönetimi başlığı altında sıralanan önlemleri gerçekleştirmek ve böylece eski düzene dönmek zor olmayacaktır. Bir yasa çıkarılır DPT yeniden kurulur; bakanlıkların yapıları, görev alanları ve yetkileri yeniden düzenlenir; yerel yönetimlere kayyım atanmasının önüne geçilir. Hatta, Sermaye çevrelerinin de yakındığı Varlık Fonu, bir gecede kaldırılır.
Kamu bürokrasisindeki kadrolaşmanın yıkılması ise zaman alır. AKP, 15 Temmuz FETÖ kalkışması sayesinde istemediği kadrolardan bir anda kurtulabildi. Olası Millet İttifakı iktidarından aynı şeyleri bekleyemeyiz. Bu doğru da olmaz. Ancak bürokratların, siyasi gelişmeler karşısındaki duyarlılıkları çok gelişkindir. Sermaye egemenliğine karşı mücadele etmeleri söz konusu olamayacağını dikkate alırsak, az zaman içinde yeni atanacaklarla kaynaşıp gül gibi olmasa da geçinme yolunu bulacaklarını kestirebiliriz.
Sorunlarımızın kaynağında özelleştirmeler ve sömürge yönetimlerini andıran sözleşmelerle uluslararası tekellere sunulan Yap-İşlet-Devret projeleri yer alıyor. Çalınan zenginliklerimizi geri almadan geçim sorunumuz çözümlenemez. Sermayenin çıkarlarına olmayacak önlemler, Millet İttifakı'nın öneri demetinde yok. Özelleştirmelerden yakınılmayışı bir yana, satmak için yeni pazarlar kurulacağına söz veriliyor.
Ülkenin yerli-yabancı tekellere pazarlanmasını dert edinmeyen iktidarlardan bize dost olmaz. İşimiz, kimin kazanacağını merak etmek yerine tekellere sunulan zenginliklerimizi geri alabilmek için örgütlenmek olmalı.
/././
'Mutabakat Metni' (Oğuz Oyan-SOL)
Şimdilik 'Erdoğan gitsin de ne olursa olsun' yaklaşımında olan kitleler, seçim sonrasında bu ekonomik programın sillesini yiyince buna kesinlikle tepkisiz kalmayacaklardır.
30 Ocak’ta (dün) Altılı Masa’nın “Ortak Politikalar Mutabakat Metni” beklenildiği gibi açıklandı. Bu ayrıntılı metnin ayrıntılı bir analizini daha sonraya erteleyerek bazı genel saptamalarda bulunalım.
Mutabakat Metni’nin Düşündürdükleri
- Metnin birçok olumlu özelliği olduğu tartışılmaz bir gerçeklik. Bunların birçoğu AKP’nin yol açtığı tahribatın giderilmesine yönelik başlıklardan oluşuyor. Bazıları ise AKP’nin de öncesinden gelen bazı sorunların düzeltilmesi amacını taşıyor. Örneğin, Bütçe Kesin Hesap Kanunu Tekliflerinin doğru dürüst görüşülebilmesi ve bütçenin kesinleşmiş verileri üzerinden daha iyi denetlenebilmesi amacıyla bir Kesin Hesap Komisyonu kurulması önerisi gibi. (Bu Komisyonun başkanlığının anamuhalefet partisine verilmesi ise Türkiye koşullarında biraz romantik bir demokrasi hamlesi olarak duruyor. Uygulama gösterecektir). AKP döneminin tahribatı çok fazla olduğu için çok ayrıntılı bir metin hazırlanması gerekli görülmüş de denilebilir. Ancak bu kadar ayrıntılı bir metne (ki ayrıntıların çoğu sıradan öneriler olmaktan kurtulamıyor) bu aşamada gerek olmadığı haklı tartışmasına da yol açılmış bulunuluyor.
- Gerçi milletin şu anki beklentisi bu değildi ama millete karşı da bir “toplumsal mutabakat angajmanı” ile seslenilmek istendiği anlaşılıyor. En azından demokratik kitle örgütleri ile örgütlü toplum yapılarının bu metnin alıcısı olmasının istendiği anlaşılmaktadır. Altılı Masa ittifakına yakın seçmen kitlesinin politize olmuş kesimleri bakımından bu metnin genel olarak olumlu algılanacağı söylenebilir. Kitleye ulaşma ölçütü bakımından en azından CHP’nin “vizyon” toplantısından daha başarılı olması beklenebilir.
- Ama Altılı Masa partileri biraz da kendilerini ayrıntılı bir metinle bağlama gereğini hissetmiş gözüküyorlar. Aralarındaki uyumsuzlukların muhtemel bir iktidar deneyiminde fazla ön plana çıkmasını şimdiden kesmek gibi bir niyet de sezinleniyor. Hatta bugün bile birçok konuda açıkça görülen politik ayrışmalarını ayrıntılı bir metnin arkasına saklayarak görünmez kılma niyetleri de yok sayılamaz.
- Bu arada hukuk, adalet ve yargı ile kamu yönetimi alanında önerilen düzenlemeler (düzeltmeler ve yenilikler); yolsuzlukla mücadele, şeffaflık ve denetim başlıkları ile sosyal politikalar bağlamında yoksullukla mücadele başlıklarında önerilen çerçeve, muhtemelen daha genel bir kabul görmeye mazhar olabilir veya daha az itiraza konu olabilir. (Savcılar Yüksek Kurulu’nda bakan ve müsteşarının yeri alması bunlardan sadece biridir). Elbette daha genel düzlemde bir eleştiriden muaf değil ve özellikle de sosyalist solun bakış açısından birçok sorunlu alan yok değil.
- Ancak bu kalabalık metnin hatırı sayılır “yokları” da var. Laiklik gene namevcut. Eğitim sisteminin dincileştirilmesi, tarikatların eline bırakılması, İHL’lerin her yeri sarması gibi konular sessiz geçiştiriliyor. Bir “sekiz yıllık zorunlu eğitim”e geçiş önerisi bile (ki mevcut yapıda şekli bir düzenlemeden ibaret kalırdı) metinde yer bulamıyor; onun yerine 1+5+4+3 gevşek önerisi getiriliyor. Eğitim üzerindeki dinci ipotek, dokunulmaz alanlardan biri kabul ediliyor. Eğer bu bir “sentez” metni ise, bunun dinci sağa prim verme yönü ağır basıyor.
- Eğitim konusunda olduğu gibi sektörel politikalar bahsinde de kuşkusuz meslek odalarının eleştirebileceği çok başlık çıkacaktır. Ama bir tanesine burada değinelim: Nükleer enerji konusunda benimsenen olumlu tutum, EMO ve genelde TMMOB tarafından eleştirel bir çerçeve içinden okunacaktır.
- Altılı Masa’nın en fazla mutabık göründüğü konuların başında “ekonomi ve finans” başlığı gelmektedir. Bunun nedeni yalnızca neoliberal politikalarda öteden beri örtük/ açık bir mutabakat içinde olmaları değildir. Seçim sonrasında göğüslemek zorunda kalacakları ekonomik/mali enkazın kaldırılması konusunda halkın beklentilerine hızla yanıt verilebilmesi ve programa dış destek sağlanabilmesi bakımından bu alanda tam bir uyum içinde hareket etme kaygıları öne çıkmaktadır. Burada da Babacan’ın vizyonu arkasında hizaya girilmektedir. Gerçi CHP’nin ekonomi politikalardan sorumlu üst düzey yöneticilerinin farklı bir bakış açısı olduğu da söylenemez. Nitekim Babacan’ın 2009’da Erdoğan’a kabul ettiremediği “mali kural” ilkesini (kamu harcamalarına ve açıklarına katı sınırlamalar getirmeyi öngören, bir nevi “ekonomik anayasa” sayılan IMF kuralı) “Altılı Masa’ya kabul ettirmekte pek güçlük çekmediği anlaşılmaktadır. Altılı Masa partileri arasındaki bu mutabakatın, halkın da katıldığı bir mutabakata dönüşmesi çok zordur. Şimdilik “Erdoğan gitsin de ne olursa olsun” yaklaşımında olan kitleler, seçim sonrasında bu ekonomik programın sillesini yiyince buna kesinlikle tepkisiz kalmayacaklardır. Ama bunu şimdiden görenler, başta sosyalist/komünist partiler, halkı peşinen uyarmak için ellerinden geleni yapacaklardır, yapmalıdırlar.
- Dış politika, savunma, güvenlik ve göç politikaları başlığındaki öneriler de kapsamlı bir eleştiriyi hak ettikleri için burada üzerinde durulmayacaktır. Ancak siyasi yapısı gereği, bu Masa’dan anti-emperyalist vurgular da içerebilen bir yaklaşım beklemek zaten baştan gündem dışıydı. Hatta tam tersine NATO, ABD, AB çizgisine daha yakın durulduğunun “hissettirilmesi” beklenen şeydi. Bununla birlikte bu başlıkta bu denli sıradan ve bazı bakımlardan oldukça geri bir metnin ortaya çıkarılmış olması da bir beceridir diyelim.