2 Şubat 2023 Perşembe

“Ortak Politikalar Mutabakat Metni” HAKKINDA YORUMLAR - (derleyen: mstfkrc)

 


Altılı masanın ‘Batıcı’ dış politikası(Mehmet Ali Güller-Cumhuriyet)

Altılı masa, 240 sayfalık “Ortak Politikalar Mutabakat Metni” açıkladı. Metnin “Dış Politika, Milli Savunma, Güvenlik ve Terörle Mücadele, Siber Güvenlik, Göç ve Sığınmacı Politikaları” başlıklı 9. bölümü ise sadece 12 sayfa!

Birbirine benzemeyen altı siyasi partinin herhangi bir konuda “mutabık” olabilmesi, elbette çok zordur. Bu nedenle olsa gerek dış politika ve güvenlik konuları da iki istisna hariç, çoğunlukla yuvarlak ifadelerle geçiştirilmiş, köşeli vurgulardan kaçınılmış.

NATO’CULUK, AB’CİLİK

Altı partinin köşeli vurguyu gerektiren mutabık olduğu istisna iki konu ise NATO ve AB olmuş. Özetle “NATO’culuğa devam, hedef AB’ye tam üyelik” denmiş.

Kuşkusuz bu iki konu ya da daha doğru ifadeyle Türkiye’yi Atlantik’e çapalayan bu iki bağ, AKP-MHP ittifakı için de geçerli. Yani Cumhur ile Millet’in Atlantikçilik konusunda temelde bir farkı yok. İkisinin de yüzü Batı’ya dönüktür. Fark belki şuradadır: Cumhur; Batı ile daha iyi pazarlık edebilmek için arada dönüp Doğu’ya bakarken; Millet, bu metinle Doğu’ya daha az bakacağını ilan etmektedir.

Örneğin mutabakat metnindeki “Şanghay İşbirliği Örgütü ile ilişkilerimizi gerçekçi bir zeminde değerlendireceğiz” sözü, mevcut yakınlaşmanın “gerçekçi” olmadığına göndermedir ne yazık ki...

FİİLİ TEK TARAFÇILIK

Oysa gerçek şudur: Dünya ekonomisinin yönü zaten Atlantik’ten Asya-Pasifik’e kaymıştı; artık siyasetin yönü de kayıyor. Kuşak ve Yol ile Asya, Afrika ve Avrupa entegre oluyor, Asya/Avrasya yükseliyor, çok kutuplu dünya inşa oluyor, bu tablo tüm devletlere “çok taraflılık” fırsatı sağlıyor.

AKP ideolojisi ve programı nedeniyle bu fırsatı kullanamadı, kullanamazdı; tersine bunu Batı’yla pazarlığına araç yapmaya kalktı ve neo-Abdülhamitçi “dengecilikle” çok taraflılığı, çok tarafa tavize dönüştürdü. Türkiye’yi önümüzdeki dönemde yönetme iddiasında olanlar, tersine, “çok kutuplu dünyada çok taraflılık” ile çok taraftan kazançlı çıkılabileceği gerçeğine göre konumlanmalıydı.

“AB’ye tam üyelik” hayaline saplanarak “F-35 projesine dönmek için girişimde bulunacağız” diyerek “çok taraflılık” uygulanamaz. Tersine, F-35 “tek tarafa” daha fazla bağlanmanın aracına dönüştürülür.

UZLAŞI ARAMA YANLIŞLIĞI

Mutabakat metninde “ABD ile ilişkileri eşitler arası bir anlayışla kurumsal temele oturtacak, müttefiklik ilişkisini karşılıklı güvene dayanacak şekilde ilerleteceğiz” deniliyor.

Oysa Türkiye ile ABD arasında “karşılıklı güven” sorunu yok; zaten “karşılıklı” bir durum da yok, tek taraflı bir durum var: ABD Türkiye’ye karşı terör örgütlerini destekliyor; Doğu Akdeniz’de, Ortadoğu’da ve Kafkasya’da Türkiye’ye karşı hareket ediyor; Türkiye’ye askeri ve ekonomik yaptırımlar uyguluyor; Türkiye’nin fay hatlarıyla oynamaya çalışıyor. Yani güven sorunu “karşılıklı” değildir.

Türkiye’nin ABD’yle sorunları stratejiktir ve yaşamsaldır; o sorunlar uzlaşı arayarak değil, kararlı bir şekilde karşı koyarak çözülür. Bu nedenle Türkiye’nin asıl gündemi, o kararlılığı ortaya koymak ve güçlendirmek üzere iç ve dış cepheleri inşa etmektir.

                                                       /././

Ayakları yere basmıyor!(Ergin Yıldızoğlu-Cumhuriyet)

“Ortak Politikalar Mutabakat Metni”ni (OPMM) hazırlayanların ne “içerideki” (güç dengelerinin sınırlarını) ne de Türkiye’nin içine bulunduğu “sistemin” durumunu göz önüne aldıklarını söylemek zor: Bu bağlamda, OPMM adeta havada kalıyor.
                                                       *

Emre Kongar Hocamın yorumlarından yararlanırsam, OPMM’yi hazırlayanlar, “‘Şahsım Devleti’nin sadece kurumlarda değil, bu kurumların içindeki kadrolarda yani insan malzemesinde yol açtığı yıkım hangi yöntemle ve nasıl onarılacak” sorusunu, olanı koruyarak devam etmeyi planladıkları ya da bir devletin yönetiminden sorunlu sınıfları/tabakaları değiştirmenin yarattığı toplumsal “travma”yı düşünemedikleri için yok saymışlar. OPMM’nin “temel hak ve özgürlükler konusunda... ancak CHP’nin verdiği çok belirgin birtakım ödünlerle imzalanmış olmasından kaynaklanan, siyasal, ideolojik, soyut ve somut belirsizlikler” (İstanbul Sözleşmesi, laiklik, “Kürt sorunu”, tarikatlar) bence ilk olasılığı (“pasif devrim” içinde bir “konsolidasyon”) destekliyor. Üstelik, toplumun kendileri dışında kalan kesimini “azgın azınlık” olarak niteleyen bir dinci-terörist damarın giderek güçlendiği bir ortamda...

OPMM’nin ekonomik önerileri, büyük sermayenin neoliberal fantezilerini yansıtıyor. “Fantezi” diyorum çünkü neoliberal modelin “kapitalist realiteyle” bağları çoktan koptu. Bir kriz yönetim modeli olarak uygulandığı her yerde ya hastalığı ağırlaştırıyor ya da Sri Lanka’da (Mısır’a da dikkat!) olduğu gibi hastayı öldürüyor.

İki “fanteziye” değinmekle yetineceğim. Bağımsız bir Merkez Bankası, enflasyonu iki yıl içerisinde tek haneye indirecekmiş. Eğer bu “fantezi” gerçekleşmeye başlarsa, hızla açlık, yoksulluk, iflaslar artarken ülkeyi yangın yerine çeviren, zaten seyrelmiş olan toplumsal dokuyu iyice çözen bir sürece dönüşecektir. Var olan rejimin altında bu daha çok baskı anlamına gelir.

Bir diğer fantezi de beş yıl sonunda 600 milyar dolar seviyesinde ihracat iddiasıdır. Bu iddia ihracatın ithalat bağımlığını göz önüne almıyor. Yeni yönetim, enflasyonu düşürür, ülkeyi yangın yerine çevirirken TL değerlenirse, dünya ekonomisi yavaşlar ve parçalanırken ihracat ancak katlanarak ağırlaşacak bir sömürü ile artırılabilir. Bu durum daha yüksek ücret, daha fazla işçi hakları beklentileriyle uyuşmaz. Belki de tam da bu nedenle, OPMM’de “Emek kesimi lehine sosyal programların yaygınlaştırılacağı bir atılım görünmüyor.” (Kozanoğlu)

                                                           *

Rockefeller International’ın yönetim kurulu başkanı R. Sharma’nın sözleriyle “Dünya ekonomisi, on yıllardır görülmemiş bir döneme giriyor” (Financial Times). Bu saptama, Dünya Ekonomik Forumu (Davos) toplantısına giderken hızlanan, toplantıya damgasını vurduktan sonra yoğunlaşarak devam eden tartışmaların bir parçası. Uluslararası egemen-sermayenin zirvelerinde, çoktan tükenmiş neoliberal modelden, ona dayanan küreselleşmeden çıkış arayışları giderek yoğunlaşıyor. Bir başka deyişle, korumacılık, ulusal ekonomiye öncelik vermek (halk sınıflarının ekonomik-kültürel taleplerine cevap vererek muhalefeti yatıştırmak), enflasyonla mücadele, sanayi politikası, jeopolitik rekabet ve giderek hızlanan militarizmin gösterdiği gibi neoliberal küreselleşmenin “düzenini”,  o “düzeni” kuranlar çözmeye başladı. OPMM’yi hazırlayanların tüm bunların farkında olduğunu söylemek çok zor.                                                                                       /././

Millet İttifakı'nın dış politika vizyonu ne anlatıyor?(İbrahim Varlı-BİRGÜN)

Ukrayna ve Yemen’deki savaşlar, Suriye ve Libya’daki çatışmalar, Ortadoğu, Doğu Akdeniz ve Hint-Pasifik’teki gerilimler. Kapitalist-emperyalist sistemin derinleşen kriziyle birlikte mevcut çatışma dinamiklerine Balkanlar, Güney Kafkasya, Batı Afrika gibi yenileri de eklenmek üzere. Dünyanın dört bir tarafı kaynarken cumhuriyet tarihinin en kritik seçimlerine doğru yol alınan Türkiye’de kendisine iktidar hedefi koyan Millet İttifakı adını alan Altılı Masa’nın sığınmacılar, Suriye-Libya’daki çatışmalar, Ukrayna savaşı, Rusya, NATO, ABD ve Avrupa Birliği ile ilişkiler gibi meselelerde nasıl bir yol haritası oluşturulacağı merak konusuydu.

Dış politika, masanın en eksik kaldığı alanlardan bir tanesiydi. Hatta en eksiğiydi. Beklenen dış politika vizyonu sonunda açıklandı. 9 ana, 75 alt başlık ve 2 bin 300'den fazla vaatten oluşan Ortak Politikalar Mutabakat Metni’nde kendisine sadece 11 sayfada yer bulan yol haritasına dair söylenecek çok şey var. Deklarasyon bu eksikliği giderebilmiş değil.

Masa’da dış restorasyon

'Dış Politika, Savunma, Güvenlik ve Göç' başlığı altında toparlanan dış politik çerçeveye bakıldığında ilk göze çarpan ortalamacı tutum. Dış politikada AKP rejiminin yarattığı tahribatı restore etme konusunda bir beyan niteliğindeki metinde bugünkü dış politik enkazın baş sorumlularından Ahmet Davutoğlu’nun olduğu bir masadan kapsamlı, köklü bir dış politik açılımın ötesi de çıkmazdı.

Ancak peşinen şunu belirtmekte yarar var; bir iyi niyet beyanı, detaylı bir metin değil. İlk kez kapsamlı bir çerçeve çizilmiş. Bu nedenle metin her yönüyle birbirine benzemez 6 partinin bir araya gelişinin doğal sonuçlarını yansıtıyor. Mevcut veriler üzerinden gidecek olursak, metin Batı’ya bir selam niteliğinde. Türk dış politikasının en önemli konuları olan Suriye, Libya, Ukrayna gibi konular adeta geçiştirilmiş. Kürtlere, Kürt sorununa değinilmemiş.

Vizyon, İlhan Uzgel hocaya göre AKP’nin birinci dönemini çağrıştırıyor. Uzgel’e göre “Metin AKP’nin ilk döneminde bıraktığı yerden devam niteliğinde. Bu Batıcı bir metin. Altılı masa ‘biz Avrasyacılık yapmayacağız’ diyor. Batı’ya net bir mesaj veriyor. Türk dış politikasının en önemli konusu Suriye, ama bu konuda net bir şey denmiyor. Suriye ismi neredeyse hiç geçmiyor. Suriye, Libya, Ukrayna gibi temel sorunlar geçiştirilmiş. Altı doldurulamayan kavramlar, yaklaşımlar geliştirilmiş. İyi niyet beyanı dizini gibi bir program.”

Ana sorunlar pas geçilmiş!

Metindeki bazı maddeleri birkaç başlık altında toparlayacak olursak;

•Suriye/ÖSO/Ortadoğu: Can alıcı sorunlar geçiştirilmiş

Metinde ülkenin en önemli dış politika sorunsalı olan Suriye, ÖSO, Kürtler ve Ortadoğu adeta pas geçilmiş. Ortadoğu'daki ülkelerin egemenlik ve toprak bütünlüklerine saygılı olacağız, ülkelerin içişlerine karışmayacak, aralarındaki sorunlarda taraf tutan bir ülke değil, çözümleri kolaylaştıran bir ülke olacağız deniliyor. Suriye meselesinde “BM kararları çerçevesinde kalıcı barışı tesis etmek üzere, terörist gruplar hariç Suriye halkının farklı kesimlerini temsil eden bütün ilgili taraflarla ve Şam yönetimiyle yoğun bir temas ve diyalog çabası başlatacağız” deniliyor. Cihatçıların, ÖSO'nun ne olacağı belirsiz.

•Rusya/Ukrayna/ABD/NATO: Temel yönelim Batı, Rusya ile denge

Ortak metinde dünyanın en önemli sorunlarından Ukrayna savaşı da resmen geçiştirilmiş. Rusya ve ABD arasında dengeli ve eşitler arası bir anlayışla ilişki kurulacağı belirtilse de sarkaç NATO’dan yana. NATO’nun vazgeçilmez olduğu şu cümlelerle vurgulanıyor: “NATO ulusal güvenliğimiz açısından sağladığı caydırıcılık bakımından kritik önem taşımaktadır. NATO bünyesindeki katkılarımızı rasyonel bir zeminde ve ulusal çıkarlarımızı gözeterek sürdüreceğiz.” Avrupa Birliği’ne tam üyelik hedefi vurgulanıyor.

•Çin/ŞİÖ/Avrasya: Çin'e, Şanghay'a, Avrasya'ya mesafe

Metinde İYİ Parti ve diğer sağcı partilerin etkisiyle Çin’e, Şangay İşbirliği Örgütü'ne (ŞİÖ) ve Avrasya'ya belli bir mesafe konmuş. Dünyanın yeni süper güçlerinden Çin'e hiç değinilmemiş. “Asya vizyonu” bölgedeki ülkelerle ilişkileri güçlendirmek ve zenginleştirmek üzerine kurgulu. AKP’nin ısrarla yer almaya çalıştığı Şangay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) ve ASEAN’a ilişkilerin "gerçekçi ve sürdürülebilir bir zemin"de değerlendirileceği belirtilerek mesajlar veriliyor. Tek adam rejiminin aksine ŞİÖ stratejik bir hedef olarak görülmüyor.

•Göçmenler/Sığınmacılar: Güvenlik eksenli bakış

Ülkenin can alıcı meselelerinden birine dönüşen sığınmacı/göçmen sorunu konusunda şu ifadeler kullanılıyor: “Göç konusunda ülkemizin tampon ülke haline getirilmesine izin vermeyeceğiz. Sığınmacıların kontrolsüz yoğunlaşmasına, şehirlerde gettolaşmasına izin vermeyeceğiz.” Suça karışan göçmen ve sığınmacıların hızlı şekilde sınır dışı edileceği belirtiliyor.

•Geri Kabul Anlaşmaları: Karşı çıkılan anlaşma Doğu ile yapılacak

AB ile yapılan Geri Kabul Anlaşması’nın revize edileceği belirtilirken karşı çıkılan anlaşmaların bir benzerinin doğudaki üçüncü ülkelerle yapılacağı vaat ediliyor. 2014 Geri Kabul Anlaşması ile 18 Mart 2016 Mutabakatı’nın gözden geçirileceği belirtilirken “düzensiz” göçün kaynağı olan ülkelerle Geri Kabul Anlaşmaları yapılacağı vurgulanıyor.

•Doğu Akdeniz/Ege/Yunanistan: Sopa ve havuç politikası

Son dönemlerdeki kriz bölgelerinden Doğu Akdeniz’de AKP’nin övünç kaynağı “mavi vatan”dan bahsedilmezken Türkiye’nin yalnızlaştırılmasının önüne geçecek çoklu müzakere süreçlerine öncelik verileceği belirtiliyor. Ege’de barış ve işbirliğini vurgu yapılırken egemenlik alanları konusuna zarar verebilecek hiç bir gelişmeye müsaade edilmeyeceği mesajı veriliyor. Atina'nın Ege’de karasularını 12 mile çıkartma planı "kırmızı çizgi" olarak ilan eidliyor. Kıbrıs ise yine bir “milli dava.”

İslami örgütlere/kuruluşlara yığınak: Milli Görüş damgası

İttifak’taki muhafazakar damarın etkisiyle İslami dünyaya özel vurgu yapılıuyor. Türk Devletleri Teşkilatı’nın güçlendirileceği, İslam İşbirliği Teşkilatı, Erbakan'ın girişimiyle sekiz Müslüman ülkenin oluşturduğu D-8 Ekonomik İşbirliği Teşkilatı gibi örgütlerdeki konumun ve bu örgütlerlerin uluslararası rolünün geliştirileceğinin belirtilmesi dikkat çekici.

                                                                /././

Mutabakat metninde ekonomi(Hayri Kozanoğlu-BİRGÜN)

Daha kapsamlı bir değerlendirmeyi önümüzdeki haftalarda yapmak üzere Ortak Politikalar Mutabakat Metni’nin ekonomik boyutu üzerine ilk izlenimler:

Öncelikle Saray’ın, RTE’nin kullanımındaki köşk ve yalıların halkın kullanımına açılması, Türkiye Varlık Fonu’nun kapatılması, Strateji ve Planlama Teşkilatı kurulması, TBMM’de “Yolsuzlukları Araştırma Komisyonu” oluşturulması, bütçe hakkının tanınması, kesin hesap komisyonunun çalıştırılması, Kamu Özel İşbirliği projelerinden oluşan zararların geri tahsil edilmesi gibi sembolik adımlar önemli. Saray rejiminin geride bırakılacağına ilişkin topluma net bir mesaj veriliyor.

Öte yandan Merkez Bankası bağımsızlığının vurgulanması, bütçede Mali Kural uygulamasının hayata geçmesi, dalgalı kur sistemine aykırı uygulamalara son verilmesi gibi ifadeler 6’lı Masa devrinde de neoliberalizme özgü piyasacı zihniyetin devam ettirileceğini gösteriyor.

Belki de hepsinden daha önemlisi, ülkede iyice bozulan gelir ve servet dağılımını düzeltecek, milli gelir içerisindeki payı giderek düşen emek gelirlerini artıracak, işsizliğin tek haneli oranlara indirilmesi vaadi dışında çalışma saatlerinin kısaltılması ve mevcut işlerin paylaştırılması doğrultusunda adımlar atacak bir irade görünmüyor. Sosyal politikalarda çocuklara ücretsiz kahvaltı ve öğle yemeği verilmesi gibi anlamlı adımlar içerse de, CHP’nin aile destek sigortası planının dahi rafa kaldırılması dikkat çekiyor. Emek kesimi lehine sosyal programların yaygınlaştırılacağı bir atılım görünmüyor.

Makro ekonomide telaffuz edilen iddialı hedeflerin ise yakalanması kuşkulu, eğer bu başarılsa dahi bunun istenir olup olmadığı tartışmalı. Örneğin, enflasyonun iki yıl içerisinde tek haneye indirilmesi hem zor görünüyor, hem de böyle hızlı bir inişin, tansiyonun ani düşüşü gibi bünyeye zararları olabilir. Böyle bir durumda tüm kredi borçluları büyük bir maliyete katlanmak zorunda kalır, rantiye mevduat sahipleri ise çok yüksek reel faiz kazanır. Beş yılın sonunda 600 milyar dolar seviyesinde ihracat ise, kısa sürede üretimin dönüşümü, eğitim sisteminin rehabilitasyonu başarılıp, bunun mal ve hizmet satışlarına yansıması zor olduğu için gerçekçi görünmüyor. Diyelim bu TL’nin değer yitirmesi “rekabetçi kur” ile başarıldı. O zaman da beş yılın sonunda dolar cinsinden kişi başına milli gelirimizin en az iki katına çıkarılması hedefi tutturulamaz. Hatırlanırsa dolar cinsiden yüksek kişi başına gelir rakamları TL’nin değerli olduğu yıllarda gözlemlenmişti.

Kur Korumalı Mevduat hesabı açılmasını durduracak, mevcut hesapları vade sonunda kapatacağız vaadi genelde isabetli. Ancak bu durumda KKM’den çıkanların dövize yönelmesi nasıl engellenecek ? Eğer umut edildiği gibi yabancı sermaye girişleriyle TL’nin reel değerlemesi süreci başlar, dövizin cazibesi azalırsa, bu kez de ihracatta rekabet gücü kaybedilir, cari açık sorunu baş gösterir.

Aslında 6’lı Masa merkez eğilimli, burjuva demokratik düzeni restore etmeye yönelik bir birliktelik. O nedenle kendi misyonu dışında fazla iyimser beklentiler içine girmemek gerekiyor. Bu İslami baskı rejimini bir an önce geride bırakmak için 14 Mayıs’ta en geniş bir birlikteliğin gereğini unutmadan; bu metin bizlere emekten, soldan, kamuculuktan yana ekonomi politikası önerilerimizi bütünlüklü bir biçimde topluma sunma ve bu doğrultuda halkı örgütleme sorumluluğumuz bulunduğunu hatırlatıyor.

                                                                   /././

Millet İttifakı, ‘ucu zülfüyare dokunmayan’ bir restorasyon programında anlaşmış!(İhsan Çaralan-Evrensel)

Millet İttifakı partileri, önceden açıkladıkları gibi 30 Ocak Pazartesi günü, Ankara’da düzenledikleri etkinlikle “ortak politikalar mutabakat metni”ni kamuoyuna açıkladılar.

İttifakın sözcüleri, 9 ana başlık 75 alt başlık ve 2000’den fazla maddeden oluşturulan metni, seçimden sonra oluşturulacak koalisyonun “hükümet programı” olarak adlandırıyorlar.

250 sayfalık bu mutabakat metnine şöyle bir bakıldığında; herkese bir “Mavi bocuk verme” amacı güdüldüğü anlaşılıyor.

Tabii bu kadar çok vaat üst üste yığılınca, Türkiye’nin siyaset geleneğindeki vaatçiliğin “Talepten kim ölmüş ki” dedirtecek bir siyasi konfor alanı olduğu da ilk akla gelenlerden oluyor. Çünkü bu ülkede; “Diğer partiler ne verecekse ben beş fazlasını vereceğim” (Süleyman Demirel) gibi açık çek ya da “her vatandaşa iki anahtar” (Tansu Çiller) diye elinde iki anahtarla meydanlarda dolaşılan günlerden, halkın her talebini istismar edip seçim rüşvetine dönüştürmeyi siyaset ustalığı olarak propaganda eden tek adam rejiminde çok şey görüp yaşanan bir ülkede iki binden fazla vaadin bir mutabakat metnine sığdırılmış olması bu vaat istismarcılığının yeni sürümü olması ihtimalini de ilk akla gelenlerden yapıyor.

‘MUTABAKAT METNİ’ BİR RESTORASYON PROGRAMI

Ama bu talep kalabalığına biraz daha yakından baktığımızda bunların asıl olarak; AKP tarafından tahrip edilen devlet kurumlarının yeniden canlandırılması, yargı bağımsızlığı, Merkez Bankasının bağımsızlığı ve serbest piyasa ekonomisi etrafında oluşturulmuş kurumların özerkliklerinin güvenceye alınması… liyakat, hukuksal normlar, gelenekler… etrafında bürokrasinin yeniden düzenlenmesi (restorasyon) amaçlı olduklarını görüyoruz. Ama elbette bunlara ek olarak “siyasi etik yasası”, “kamuda israfla mücadele”, “siber güvenlik”, “beyin göçü”, “dijitalleşme”, “dijital güvenlik”… gibi başlıklar altında yeni vaatler formüle edildiği de dikkat çekmektedir.

Kısacası Millet İttifakının ortak metni; az çok gerçek anlamda barış ve refah içinde bir Türkiye’nin inşasını amaçlamıyor. Tersine açıklanan mutabakat metni, dünün AKP-Erdoğan iktidarının, amaçlarını gerçekleştirmesini engelleyen kurumlar olarak görüp lağvettiği ya da AKP ve MHP’nin olduğu gibi tarikat ve cemaatlerin de arpalığına dönüşmüş kurumların yeni önlemlerle ayağa kaldırılarak “Durumu idare eder hale getirilmesi”nin, yani bir restorasyonun programıdır.

Tek adam yönetiminin yaptığı yıkımı ortadan kaldırmayı önüne koyan Millet İttifakı Türkiye halklarını bu enkazın kaldırılmasıyla yetinmeye razı etmeyi amaçlıyor. Mutabakat metni de bu rızayı yaratmanın metni olarak kullanılmak isteniyor.

MUTABAKAT METNİNİN NİTELİĞİNİ METİNDE ‘OLMAYANLAR’ BELİRLİYOR

Mutabakat metnine biraz daha yakından bakıp “Bu kadar çok vaat içinde ne yok?” dendiğinde, bu kadar çok vaadin bile üstünü örtemeyeceği ülkenin en önemli sorunlarının çözümü bir yana metinde adının bile anılmaktan kaçınıldığı görülüyor.

Yok sayılan sorunların başlıcalarını şöyle sıralayabiliriz:

  1. Kürt sorununun demokratik çözümü: Öncesini bir yana bıraksak bile mutabakatta, yarım yüzyıldan beri ülkenin demokratikleştirilmesinin olmazsa olmazı olan “Kürt sorununun demokratik çözümü”nden ad olarak bile söz edilmiyor. Oysa içeride ülkenin demokratikleştirilmesi, dış politikada komşularla barış içinde bir çizgiye çekilmesinde belirleyici önemde bir sorun.
  2. Laikliğin de adı yok: Az çok demokrasiden söz edilen her yerde ilk akla gelmesi gereken laikliğin adı da metinde geçmiyor. Bu çerçevede devletin dinin alanından dinin de devletin alanından çekilmesi, din derslerinin zorlu ders olmaktan çıkarılması, Diyanetin kapatılması, cemevlerinin Alevilerin ibadethanesi olması gibi taleplerden hiçbir biçimde söz edilmiyor.
  3. İşçilerin 60 yıllık talepleri yok, sermayenin esnek çalışma talebi var: İşçi sınıfının sendikalaşmasının önündeki engellerin kaldırılması, grev hakkının dayanışma grevi, siyasi grev ve genel grev hakkını da kapsayacak biçimde genişletilmesi, TİS sürecinin demokratikleştirilmesine ilişkin talepler de metinde hiç sözü edilmeyenler arısında. Tersine sermaye örgütlerinin 30 yıldır TİS’lere sokarak meşruiyet sağlamaya çalıştıkları “Esnek çalışma”nın mutabakat metninin 8’inci ana başlığında; “ILO’nun 175 sayılı part-time çalışma sözleşmesini kabul edeceğiz. Çağrı üzerine çalıştırma, kısmi zamanlı çalışma ve uzaktan çalışma gibi iş modellerinde çalışanların sağlık, emeklilik gibi sosyal güvenlik haklarını kesin ve net bir biçimde güvence altına alacağız” şeklinde yer alarak sermayeye selam gönderilmektedir. Hem de sanki esnek çalışma işçilerin talebiymiş gibi gösterilerek!
  4. İstanbul Sözleşmesi’ne geri dönüş de ‘yok’lar listesinde: CHP, İyi Parti ve DEVA sözcülerinin, iktidar olduklarının ilk günü geri döneceğiz diye meydanlarda dillendirdikleri “İstanbul Sözleşmesi’ne geri dönüleceği”ne dair bir şey de yok mutabakat metninde.

Kısacası 1960’lardan beri, ülkenin en önemli sorunları olarak her platformda yer alan, büyük mücadelelere konu olmuş sorunların bırakalım çözümlerini, adı bile mutabakat metninde geçmiyor.

İYİ Kİ EMEK VE ÖZGÜRLÜK İTTİFAKI VAR!

Elbette ki kamuoyunda çok tartışılan bu “yoklar” mutabakat metnine sehven girmemiş olamaz. Tersine bu yoklar bilerek ve özenle metne sokulmamıştır. Çünkü Kürt sorunu İyi Partinin, laiklik ve İstanbul Sözleşmesi SP ve Gelecek Partisinin, emek mücadelesiyle ilgili talepleri ise tüm ittifak partilerinin rezervleri olduğu için bu mutabakat metninde yer almamıştır.

Herkese “mavi boncuk” vadederek yedeklemek isteyen ve iki binden fazla vaadin yer aldığı mutabakat metninde, Kürt sorununun demokratik barışçıl çözümünün, mücadele içindeki kadınların taleplerinin, laikliğin, işçi sınıfı ve emekçilerin haklarının genişletilmesi gibi sermaye düzeni için netameli, ucu zülfüyare dokunacak vaatlerin yer almaması ne rastgeledir ne de kendi başına bir anlayış sorunudur. Tersine bu durum Millet İttifakının halk yığınlarının sadece beş yılda bir oy vererek siyasete katılmasını savunan, dolayısıyla yığınların talepleri etrafında birleşerek siyasete müdahale eden bir mücadele hattında hareket etmesine karşı çıkan siyaset tarzının belgeye dökülmüş halidir.

Toplam açısından bakıldığında; bu “mutabakat metni”nin seçimden sonra oluşması beklenen altılı koalisyonun “hükümet programı” olacağı da düşünüldüğünde insan “İyi ki Emek ve Özgürlük İttifakı var” demekten kendisini alamıyor.

Çünkü ülke sorunlarını altı partinin “kesişim kümesi”ne sıkıştırmış bir programın Türkiye halklarının çok önemli ve ertelenemez taleplerine yanıt vermesi beklenemezdir. Dolayısıyla Emek ve Özgürlük İttifakı, sadece seçimde değil aynı zamanda seçimden sonra kurulacak iktidarın karşısında halkların seçeneği olacaktır.

Önceki gün yayımlanan “mutabakat metni”nin Millet İttifakının “hükümet programı” olarak ilan edilmesi bunun kanıtıdır!

                                                                /././

Millet İttifakı cephesinde yeni bir şey yok(Kadir Sev-SOL)

'Sermayenin çıkarlarına olmayacak önlemler, Millet İttifakı'nın öneri demetinde yok. Özelleştirmelerden yakınılmayışı bir yana, satmak için yeni pazarlar kurulacağına söz veriliyor.'

Millet İttifakının 30 Ocak 2023 günü görkemli bir törenle açıkladığı “Ortak Politikalar Mutabakat Metni” AKP İktidarlarında 20 yıl tutsak edilmiş, bunalmış kitlelerde heyecan yarattı. Can yakıcı sorunlara el atılacağı ve çözüleceği algısı uyandırıyor. Oysa yeni sayılabilecek pek bir yanı yok. Yeni olan, bir siyasi parti/örgüt olarak AKP’den; giderek artan aşırılıklarından ve kamu yönetimindeki partili kadrolarından kurtulma ümidinin artması.

TÜSİAD, 2021 yılında bir Anayasa Raporu yayımladı; Millet İttifakı bir yıl sonra, 28 Kasım 2022’de Anayasa’da değişiklik teklifi verdi. İki metinde yer alan saptamalar ve öneriler neredeyse aynıydı. 30 Kasım 2022 günlü “Restorasyon Anayasası” başlıklı yazımda bu benzerliği işlemiştim. Benzerlik bunlarla sınırlı kalmadı: 30 Ocak 2023 günü yayımlanan uzlaşı metninde de aynı saptama ve öneriler yer alıyor, aynı sözler veriliyor.

Öyle bir hava oluşturuldu ki; sanki iktidar oluyoruz. Oylarımızı doğru yerde birleştirebilirsek sorun kalmayacak. Millet İttifakını eleştirirsek, içimize sinmeyen önerilerini şimdilik hoş görmezsek, oylar dağılır sihir bozulur; AKP’den kurtulamayız, duygusu yaşıyoruz.

Meşruluğu kalmamış bir yönetimden kurtulmak için elimizden geleni elbette esirgememeliyiz. Ama gücümüzü, sadece AKP’den kurtulmak olan bir ideal uğruna harcamak doğru olmaz.

Kapitalizmi restore etmek, dayanaklarını sağlamlaştırmak gibi amaçlarla geliştirilen plan ve programlarla yaratılan rüzgar, sosyalistlerin; emekçilerin; yurtseverlerin; laikliği savunanların yelkenlerini doldurmaz. Cazibesine kapılır gidersek, kendimizi başka ufuklarda buluruz. Geçmişte çok örneğini yaşadık.

AKP iktidarlarında kamu örgütü ve yetkiler, ülke zenginlikleri ve pazarına tekellerin daha elverişli koşullarda el koyabilmesini sağlayacak bir anlayışla yeniden yapılandırıldı. Yeni kurulan düzene başkanlık rejimi, liderine “tek adam” deniliyor. Hazırlanması ve yerleşmesi sürecinde daha çok katkı veren, seçilmiş sermaye gruplarıyla daha sıcak ilişkiler geliştirildi. Bunlar da 5’li çete olarak anılıyor.

Eski düzene, üstelik güçlendirilmiş biçimde dönüleceği sözü verilen Uzlaşma Metninin hedefinde tek adam rejimi var. Ama bunu TÜSİAD sermayesi de istemiyor. Tek adama eskisi kadar güven duymuyorlar. Yasa gücünde kural koyma yetkisini kullanma biçimi; sermaye teşviklerinin Cumhurbaşkanlığı Ofislerinde kotarılması; yargı gücünün tetikçi gibi kullanılması; kamu kurumlarının liyakat ve kariyer ilkesi umursanmaksızın yandaşlarla doldurulması gibi uygulamalardan onlar da rahatsız. Ve bunu dile getirmekten artık çekinmiyorlar.

Kamu yönetimi başlığı altında sıralanan önlemleri gerçekleştirmek ve böylece eski düzene dönmek zor olmayacaktır. Bir yasa çıkarılır DPT yeniden kurulur; bakanlıkların yapıları, görev alanları ve yetkileri yeniden düzenlenir; yerel yönetimlere kayyım atanmasının önüne geçilir. Hatta, Sermaye çevrelerinin de yakındığı Varlık Fonu, bir gecede kaldırılır.

Kamu bürokrasisindeki kadrolaşmanın yıkılması ise zaman alır. AKP, 15 Temmuz FETÖ kalkışması sayesinde istemediği kadrolardan bir anda kurtulabildi. Olası Millet İttifakı iktidarından aynı şeyleri bekleyemeyiz. Bu doğru da olmaz. Ancak bürokratların, siyasi gelişmeler karşısındaki duyarlılıkları çok gelişkindir. Sermaye egemenliğine karşı mücadele etmeleri söz konusu olamayacağını dikkate alırsak, az zaman içinde yeni atanacaklarla kaynaşıp gül gibi olmasa da geçinme yolunu bulacaklarını kestirebiliriz.

Sorunlarımızın kaynağında özelleştirmeler ve sömürge yönetimlerini andıran sözleşmelerle uluslararası tekellere sunulan Yap-İşlet-Devret projeleri yer alıyor. Çalınan zenginliklerimizi geri almadan geçim sorunumuz çözümlenemez. Sermayenin çıkarlarına olmayacak önlemler, Millet İttifakı'nın öneri demetinde yok. Özelleştirmelerden yakınılmayışı bir yana, satmak için yeni pazarlar kurulacağına söz veriliyor.

Ülkenin yerli-yabancı tekellere pazarlanmasını dert edinmeyen iktidarlardan bize dost olmaz. İşimiz, kimin kazanacağını merak etmek yerine tekellere sunulan zenginliklerimizi geri alabilmek için örgütlenmek olmalı.

                                                                  /././

'Mutabakat Metni' (Oğuz Oyan-SOL)

Şimdilik 'Erdoğan gitsin de ne olursa olsun' yaklaşımında olan kitleler, seçim sonrasında bu ekonomik programın sillesini yiyince buna kesinlikle tepkisiz kalmayacaklardır.

30 Ocak’ta (dün) Altılı Masa’nın “Ortak Politikalar Mutabakat Metni” beklenildiği gibi açıklandı. Bu ayrıntılı metnin ayrıntılı bir analizini daha sonraya erteleyerek bazı genel saptamalarda bulunalım.

Mutabakat Metni’nin Düşündürdükleri

  1. Metnin birçok olumlu özelliği olduğu tartışılmaz bir gerçeklik. Bunların birçoğu AKP’nin yol açtığı tahribatın giderilmesine yönelik başlıklardan oluşuyor. Bazıları ise AKP’nin de öncesinden gelen bazı sorunların düzeltilmesi amacını taşıyor. Örneğin, Bütçe Kesin Hesap Kanunu Tekliflerinin doğru dürüst görüşülebilmesi ve bütçenin kesinleşmiş verileri üzerinden daha iyi denetlenebilmesi amacıyla bir Kesin Hesap Komisyonu kurulması önerisi gibi. (Bu Komisyonun başkanlığının anamuhalefet partisine verilmesi ise Türkiye koşullarında biraz romantik bir demokrasi hamlesi olarak duruyor. Uygulama gösterecektir). AKP döneminin tahribatı çok fazla olduğu için çok ayrıntılı bir metin hazırlanması gerekli görülmüş de denilebilir. Ancak bu kadar ayrıntılı bir metne (ki ayrıntıların çoğu sıradan öneriler olmaktan kurtulamıyor) bu aşamada gerek olmadığı haklı tartışmasına da yol açılmış bulunuluyor.
  2. Gerçi milletin şu anki beklentisi bu değildi ama millete karşı da bir “toplumsal mutabakat angajmanı” ile seslenilmek istendiği anlaşılıyor. En azından demokratik kitle örgütleri ile örgütlü toplum yapılarının bu metnin alıcısı olmasının istendiği anlaşılmaktadır. Altılı Masa ittifakına yakın seçmen kitlesinin politize olmuş kesimleri bakımından bu metnin genel olarak olumlu algılanacağı söylenebilir. Kitleye ulaşma ölçütü bakımından en azından CHP’nin “vizyon” toplantısından daha başarılı olması beklenebilir. 
  3. Ama Altılı Masa partileri biraz da kendilerini ayrıntılı bir metinle bağlama gereğini hissetmiş gözüküyorlar. Aralarındaki uyumsuzlukların muhtemel bir iktidar deneyiminde fazla ön plana çıkmasını şimdiden kesmek gibi bir niyet de sezinleniyor. Hatta bugün bile birçok konuda açıkça görülen politik ayrışmalarını ayrıntılı bir metnin arkasına saklayarak görünmez kılma niyetleri de yok sayılamaz. 
  4. Bu arada hukuk, adalet ve yargı ile kamu yönetimi alanında önerilen düzenlemeler (düzeltmeler ve yenilikler); yolsuzlukla mücadele, şeffaflık ve denetim başlıkları ile sosyal politikalar bağlamında yoksullukla mücadele başlıklarında önerilen çerçeve, muhtemelen daha genel bir kabul görmeye mazhar olabilir veya daha az itiraza konu olabilir. (Savcılar Yüksek Kurulu’nda bakan ve müsteşarının yeri alması bunlardan sadece biridir). Elbette daha genel düzlemde bir eleştiriden muaf değil ve özellikle de sosyalist solun bakış açısından birçok sorunlu alan yok değil. 
  5. Ancak bu kalabalık metnin hatırı sayılır “yokları” da var. Laiklik gene namevcut. Eğitim sisteminin dincileştirilmesi, tarikatların eline bırakılması, İHL’lerin her yeri sarması gibi konular sessiz geçiştiriliyor. Bir “sekiz yıllık zorunlu eğitim”e geçiş önerisi bile (ki mevcut yapıda şekli bir düzenlemeden ibaret kalırdı) metinde yer bulamıyor; onun yerine 1+5+4+3 gevşek önerisi getiriliyor. Eğitim üzerindeki dinci ipotek, dokunulmaz alanlardan biri kabul ediliyor. Eğer bu bir “sentez” metni ise, bunun dinci sağa prim verme yönü ağır basıyor.
  6. Eğitim konusunda olduğu gibi sektörel politikalar bahsinde de kuşkusuz meslek odalarının eleştirebileceği çok başlık çıkacaktır. Ama bir tanesine burada değinelim: Nükleer enerji konusunda benimsenen olumlu tutum, EMO ve genelde TMMOB tarafından eleştirel bir çerçeve içinden okunacaktır.
  7. Altılı Masa’nın en fazla mutabık göründüğü konuların başında “ekonomi ve finans” başlığı gelmektedir. Bunun nedeni yalnızca neoliberal politikalarda öteden beri örtük/ açık bir mutabakat içinde olmaları değildir. Seçim sonrasında göğüslemek zorunda kalacakları ekonomik/mali enkazın kaldırılması konusunda halkın beklentilerine hızla yanıt verilebilmesi ve programa dış destek sağlanabilmesi bakımından bu alanda tam bir uyum içinde hareket etme kaygıları öne çıkmaktadır. Burada da Babacan’ın vizyonu arkasında hizaya girilmektedir. Gerçi CHP’nin ekonomi politikalardan sorumlu üst düzey yöneticilerinin farklı bir bakış açısı olduğu da söylenemez. Nitekim Babacan’ın 2009’da Erdoğan’a kabul ettiremediği “mali kural” ilkesini (kamu harcamalarına ve açıklarına katı sınırlamalar getirmeyi öngören, bir nevi “ekonomik anayasa” sayılan IMF kuralı) “Altılı Masa’ya kabul ettirmekte pek güçlük çekmediği anlaşılmaktadır. Altılı Masa partileri arasındaki bu mutabakatın, halkın da katıldığı bir mutabakata dönüşmesi çok zordur. Şimdilik “Erdoğan gitsin de ne olursa olsun” yaklaşımında olan kitleler, seçim sonrasında bu ekonomik programın sillesini yiyince buna kesinlikle tepkisiz kalmayacaklardır. Ama bunu şimdiden görenler, başta sosyalist/komünist partiler, halkı peşinen uyarmak için ellerinden geleni yapacaklardır, yapmalıdırlar.
  8. Dış politika, savunma, güvenlik ve göç politikaları başlığındaki öneriler de kapsamlı bir eleştiriyi hak ettikleri için burada üzerinde durulmayacaktır. Ancak siyasi yapısı gereği, bu Masa’dan anti-emperyalist vurgular da içerebilen bir yaklaşım beklemek zaten baştan gündem dışıydı. Hatta tam tersine NATO, ABD, AB çizgisine daha yakın durulduğunun “hissettirilmesi” beklenen şeydi. Bununla birlikte bu başlıkta bu denli sıradan ve bazı bakımlardan oldukça geri bir metnin ortaya çıkarılmış olması da bir beceridir diyelim.
                                                                        /././

Millet İttifakı’nın yolsuzluk mücadelesi(Çiğdem Toker-T24)

Mutabakat Metni’nin altı çizilmesi gereken en kritik başlıklarından biri, yolsuzlukla mücadele konusuna dair taahhütler. Muhalefet kanadındaki siyasi liderlerin uzun sayılabilecek bir süre, mahcup mahcup israf kelimesini yolsuzluk yerine kullandığı hatırlanırsa, bugün iki kavramı içeriğiyle birlikte ayıracak ve yazılı taahhütlere dönüştürecek düzeye gelinmesi umut verici

Millet İttifakı’nın üzerinde aylardır çalıştığı Ortak Politikalar Mutabakat Metni, 30 Ocak’ta açıklandı. Metnin genel görünümü ve bölümlere dair öncü nitelikteki değerlendirmeleri okuyup dinlemişsinizdir.

Ankara’da ATO Congresium Salonu’nu dolduran kalabalığın, konuşmalar sırasında verdiği tepkilere büyük anlam yüklemek bana göre isabetli değil. Çünkü izlediğimiz, tek bir siyasi partinin yıllık kongresi değildi. Şık, özenli giyinmiş davetlilerin, seçmen profilini ne kadar temsil ettiğini bilmiyoruz. Bu nedenle alkışlar kadar, suskunluk zabıtlarını okuyabilmek de önem taşıyor.

Öte yandan bu ifadede hafife alma da yok. Birbirine benzemeyen -ya da benzese bile farklı tüzel kişilikler halinde yola çıkmış - altı siyasi partinin, yüzlerce maddelik bir politika setini imzalaması kuşkusuz tarihsel önemde. Devlet yönetiminin ana sütunlarını aktaran maddeler, nihayetinde 85 milyona yaklaşan bir ülke nüfusunun nasıl yaşayacağını tarif ediyor. Böylesi emek yoğun bu uğraş için yan yana gelmek, her şeyden önce toplumsal atmosferin yıllardır itinayla zehirlenmiş olması nedeniyle değer taşıyor.

Tam da bu nedenle, şifahen aksi söylense de İstanbul Sözleşmesi’ne geri dönüşün açık açık yazılı bir taahhüt olarak bulunmayışını kocaman bir eksiklik olarak not düşmek zorunlu. Saadet Partisi tabanının, kadınlar için ölüm kalım meselesi olan bu sözleşmeye bakışının, yazılı bir taahhüde dönüşmeyi engelleyecek kadar ağırlık taşıması, “bir oy dahi çok önemli” gerekçesine sığınılarak eleştiriden muaf olamaz.

Yolsuzlukla mücadele

Mutabakat Metni’nin altı çizilmesi gereken en kritik başlıklarından biri, yolsuzlukla mücadele konusuna dair taahhütler. Muhalefet kanadındaki siyasi liderlerin uzun sayılabilecek bir süre, mahcup mahcup israf kelimesini yolsuzluk yerine kullandığı hatırlanırsa, bugün iki kavramı içeriğiyle birlikte ayıracak ve yazılı taahhütlere dönüştürecek düzeye gelinmesi umut verici.

Gelir dağılımındaki adaletsizliğin, derin eşitsizliğin nedenlerinden biri olan yolsuzluk, Millet İttifakı tarafından topyekûn, kapsamlı bir mücadele sahası olarak tanımlanıyor. Bu saha, TBMM’de kurulup çalışacak olan Yolsuzluk Araştırma Komisyonu’nun gösterdiği gibi memleket içiyle sınırlı kalmayacak.

BM sözleşmesi

Yolsuzluktan elde edilen ve yurtdışına kaçırılan suç gelirlerini geri getirmek üzere oluşturulacak “Mal Varlıklarının Geri Alınması Ofisi” üzerinden milletlerarası bir ağa da bağlanacak.

Anlaşıldığı kadarıyla Birleşmiş Milletler’in (BM) başlattığı Çalınmış Varlıkların Geri Alınması girişimi ile bununla uyumlu olarak AB’nin aynı amaçla başlatıp sürdürdüğü, suç gelirlerinin izini sürme ve  el koyma ofisleri ile iletişim kurulmuş. İlaveten AB tam üyelik hedefine geri dönüşe dair başlığı, yolsuzlukla mücadele taahhüdü ile içi çe okumakta mahsur bulunmuyor.

Öte yandan yolsuzlukla mücadele alanında vurgusu yapılan uluslararası kurumlar BM ve AB ile sınırlı değil. Merkezi Paris’te bulunan OECD bünyesindeki FATF, yani Türkçe karşılığı ile Mali Eylem Görev Grubu’nun da Türkiye’nin içine sokulduğu “gri liste” bağlamında işaret edildiğinin altını çizelim.

Bu taahhütlerin, Türkiye’nin Yolsuzluk Algı Endeksi’nde biraz daha aşağılara düşüşünü belgeleyen Uluslararası Şeffaflık Örgütü Raporu’yla neredeyse çakışması ayrı bir önem taşıyor.

Çalınan Varlıkların Geri Alınması meselesini, bu meselenin yürütülmesinde önem taşıyan sözleşmeleri, misal Stockholm Konvansiyonu’nun önümüzdeki dönemde daha sık duyabilir, tartışabiliriz. Türkiye 2022 yılında bu endekste iki sıra daha düştü.

İş kolay değil çünkü

Kamu ihaleleri düzeni üzerinden kurgulanan yolsuzluk düzeni aktörlerinin, soruşturulmayan, denetlenmeyen, hesabı sorulmayan suç geliri kaynaklarını yurtdışına taşıdıkları herkesin bildiği bir sırra dönüşmüş durumda.

Dahası inşaat sermayesinin, medya ve iktidar (merkezi/yerel) ile kurduğu ilişkilerin,  gazetecilerin de çalışma hayatında oynadığı tayin edici rolü, konunun ilgilileri gayet iyi biliyor. (Ama iş, kamuoyuna açıklama yapmaya gelince bambaşka gerekçeler sunularak, okurun, izleyicinin kavrayışıyla deyim yerindeyse dalga geçiliyor.)

Dolayısıyla yeni adıyla Millet İttifakı’nın yolsuzlukla mücadele başlığı altında koyduğu hedeflerin kritik önemde olduğunu tekrar vurgulayalım. Hayata geçirilmesinin bir o kadar zor olduğunu da… Tam da bu noktada, yine Mutabakat Metni’nde yer alan siyasetin finansmanının şeffaf olması gereğine dair maddeyi ve sözün altını kalın kalın çizelim.

Önümüzdeki dönem, siyaset sermaye ilişkisine yeni formatların atılacağı bir dönem olarak dikkatle izlenmeye değer.

                                                             /././

Hayaller demokratik, laik, hukuk devleti; gerçekler AKP’nin restorasyonu (Zülal Kalkandelen-Cumhuriyet)

Geçen kasım ayında altılı masanın 156 sayfalık anayasa önerisi açıklanınca bazı kelimeleri özellikle taratarak aramıştım. Önce “laik” kelimesine bakmış ve sadece üç cümlede geçtiğini görmüştüm.

Genel gerekçede, Türkiye’nin “anayasamızın 2. maddesinde hükme bağlandığı gibi insan haklarına saygılı, demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olabileceği” yazıyordu. 

“Temel hak ve hürriyetlerin üstünlüğü” başlıklı 13. maddede yine anayasanın 2. maddesine atıf yapılmıştı. 

Parti kurma ve partilerden ayrılma konusunu düzenleyen 68. maddede, siyasi partilerin tüzük ve programları ile eylemlerinin demokratik ve laik Cumhuriyet ilkelerine aykırı olamayacağı belirtilmişti. 

O dönemde, bu durumda mevcut olan laiklik ilkelerini korumayı vaat etmek ne derece inandırıcı diye sormalıyız diye yazmıştım.

EĞİTİMDEKİ DİNCİLEŞMEYE ENGEL YOK

Millet İttifakı’nın Ortak Politikalar Mutabakat Metni’nin bu soruma yanıt verebileceğini düşünüyordum.

Öyle ya eğitimdeki dincileşmenin sona erdirileceği söylenmeden, tarikat ve cemaatlere bağlı kurs, okul ve yurtların kapatılacağı açıklanmadan, bilimsel ve laik eğitim için müfredatta gerekli düzenlemelerin yapılacağı sözü verilmeden laik bir devlet, laik bir toplum yaratılabilir mi?

Ama mutabakat metninde bunların hiçbiri yapılmadığı gibi, bu kez laik kelimesi metinde bir kere bile geçmiyor!

Anayasa önerisinin bağlayıcılığı yoktu, hatta eleştiriler üzerine partilerin temsilcileri, bunun sadece bir öneri olduğunu, tartışmaya açık tutulacağını söylemişlerdi. 

Oysa mutabakat metni, halka sözü verilen kararlardan oluşuyor ve bağlayıcı. Böyle bir metinde, AKP’nin din eksenli 4+4+4 eğitim sistemini değiştirmeyen, onu 1 yıl (anaokul) +5 yıl (ilkokul) +4 yıl, ilk yılı yabancı dil ve kodlama (ortaokul) +3 yıl (lise) şeklinde sürdüren bir düzenleme öngörülüyor. Yapılması gereken, laik eğitim için 8 yıllık kesintisiz eğitimi desteklemekti!

Metnin eğitimle ilgili kısmındaki şu ifadeye de dikkat edilmeli: “Eğitim kurum ve süreçlerini cinsiyet, etnik köken, din, dil, yerleşim yeri, sağlık durumu, sosyo-ekonomik koşulları ayırt etmeden, fırsat eşitliği ve adaletini ve herkesin nitelikli eğitim hakkını garanti altına alan kapsayıcı bir anlayışla düzenleyeceğiz.” 

DEVA Partisi’nin “Türkçeye ek olarak, eğitim ve öğretimde anadilinin kullanılmasını anayasal güvenceye kavuşturacağız” dediğini düşününce bunun ne anlama geldiği de belli.

SİYASAL İSLAMCILIK VE TÜSİAD İLE KOL KOLA...

İttifakın bileşenlerinden Saadet Partisi’nin (SP) İstanbul Sözleşmesi’ne karşı tavrı nedeniyle, sözleşmenin adı da metinde yer almadı. Ancak İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Ümit Özlale, toplantının düzenlendiği salondaki konuşmasında, İstanbul Sözleşmesi’ne yeniden dönüleceği işaretini verdi. SP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Kaya ise “Metinde ne yazıyorsa onda mutabıkız” diyerek onu yalanladı.

Anlaşılıyor ki Millet İttifakı ne laikliği koruma ne de İstanbul Sözleşmesi’ne dönme sözü verebiliyor. Kılıçdaroğlu“İktidarımızda 24 saat içinde yürürlüğe girecek” dese de ittifak açısından durum bu. Daha en baştan bu önemli konularda anlaşmış değiller. 

Tarikatlar ve TÜSİAD ile kol kola giren siyasal İslamcılarla sonuç bu olur...

Millet İttifakı’nın Ortak Politikalar Mutabakat Metni’nde AKP’nin son 21 yılda ülkede yarattığı yıkımı bazı alanlarda azaltmaya, bazı alanlarda gidermeye yönelik vaatler olsa da eksikler o kadar önemli ki bu sis dumanı içinde yolu görmek için çok dikkatli bakmak ve uyarmak, her dürüst gazetecinin sorumluluğudur.

(derleyen: mstfkrc)



Ateş cinayetinde çözülen düğüm - Barış Terkoğlu / Cumhuriyet

 

Eski Ülkü Ocakları Başkanı Sinan Ateş, 30 Aralık’ta, Ankara’nın ortasında, güpegündüz öldürüldü. Suikasti o günden beri konuşuyoruz. Ne kadar inkâr etseler de Ateş, siyasi bir cinayete kurban gitti. MHP içinde bir ekip tarafından hain ilan edilmiş, hedefe konmuştu. Haliyle bir torbacıya ihale edilen katledilmenin ucu, çok başka yerlere uzanıyordu.

Tetikçi Eray Özyağcı halen firari. Ancak geçtiğimiz günlerde tutuklanan kritik bir isim var: Tolgahan Demirbaş. Kamuoyu, Ülkü Ocakları Genel Merkez Eski Yöneticisi olan Demirbaş’ın adını, tetikçi Eray Özyağcı’yı, cinayetin ardından kaçırdığı suçlamasıyla konuşmuştu. Tolgahan Demirbaş’ın cinayetin hemen ardından, MHP milletvekili Olcay Kılavuz’un bulunduğu evden gözaltına alındığı ve birilerinin müdahalesiyle serbest bırakıldığı gündeme gelmiş, MHP bunu yalanlamıştı.

Demirbaş’a yönelik ikinci adım, Ankara Cumhuriyet Savcılığı’nın ifadeye çağırması, ardından serbest bırakılmasıyla atıldı.

Çekirge üçüncüde sıçrayamadı...

Demirbaş, cinayetten neredeyse bir ay sonra, geçen hafta tutuklandı. MHP’den gelen açıklamalarda ise özellikle Demirbaş’a sahip çıkılması dikkat çekiyordu. Olcay Kılavuz’a ve Semih Yalçın’a yakınlığıyla bilinen Demirbaş, cinayetin siyasi ayağındaki kritik halka gibi görünüyor. Haliyle, devletin cinayeti çözmeye çalışan kanadı onun üstüne yoğunlaşırken soruşturmanın yukarıya doğru uzanmamasını isteyen bir başka taraf ise Demirbaş’ı kurtarmaya çalışıyor.

Peki Tolgahan Demirbaş’la ilgili deliller neler?

Ankara’da soruşturmayı yürütenler bu soruya “çok” yanıtını veriyor. Ancak bugün size kulislerden değil, soruşturma dosyasının içindeki somut bilgilerden bahsedeceğim.

CİNAYET GÜNÜ ŞÜPHELİ TELEFON

Önce bir kafeden söz edeyim: Marco Pascha. Kafe Kayseri merkezli. Ankara’daki şubeleriyle büyümüş. Sahibi olan Aytaç Ataç ise 11 yıldır buranın başında. Ataç’ın, Ankara Gölbaşı’nda şirketi Selçuklu AŞ. adına kayıtlı, 74 dönümlük bir arazisi var. Gözlerden uzak bir çiftliği bulunuyor.

Aytaç Ataç, Sinan Ateş cinayetinde gözaltına alındığında, kimse neler olduğunu anlamadı. Ta ki 23 Ocak’ta Emniyet’te verdiği ifadeye kadar...

Anlattığına göre Tolgahan Demirbaş ile 8 senedir arkadaştı. Ataç, “Tolgahan Demirbaş’ı eski Ülkü Ocakları başkan yardımcısı olarak bilirim” diye anlatıyor. Demirbaş, Ataç’ın kafesine nargileye geliyor, çiftliği, sahibi Aytaç Ataç olmadan da kullanıyor.

Sinan Ateş’in katledildiği 30 Aralık günü, cinayetten 2.5 saat önce, saat 11 civarında, Demirbaş, Ataç’ı aradı. “Bugün çiftliğe gidecek misin” diye sordu. Ataç, “Gitmeyeceğim” dedi.

Ataç, saldırıyla ilgisi olmadığını, cinayeti sosyal medyadan öğrendiğini iddia ediyor. Cinayet sonrasında Ataç ile Demirbaş arasında bir konuşma olmuş. Ataç, Demirbaş’ı arayarak Sinan Ateş’e saldırıyı sormuş. Demirbaş, bilgisi olmadığını söyleyerek kapatmış. Birkaç gün sonra da aynı diyalog geçmiş. Peki gerçekten öyle miydi?

                                                                           Aytaç Ataç (sağda)

9 AY ÖNCE TAKİPTE

Yanıtı için, size tutuklanan bir başka isimden, Çağlar Zorlu’dan bahsedeyim. Diyeceksiniz ki Çağlar Zorlu, Aytaç Ataç, Tolgahan Demirbaş arasında nasıl bir ilişki var? 

Ataç, Çağlar Zorlu’yu nasıl tanıdığını polise şöyle anlattı:

“Çağlar Zorlu’yu, 2-3 yıl kadar önce, Kayseri’den bir arkadaşım vasıtasıyla tanıdım. Çağlar’ı bana tanıştıran arkadaşım, MİT’te memur olarak görev yaptığını söylemişti. Daha sonra Çağlar’ın Kömür İşletmeleri’nde çalıştığını öğrendim. 2022 yılının ocak veya şubat ayında, kafeme müşteri olarak geldiklerinde, aynı masada oturduğumuz için tanıştırdım.”

Bu üç kişinin tanışıklığının, Sinan Ateş cinayetiyle ne ilgisi var? Bunu da Ataç kendisi söylesin:

“2022 yılının mart ayında, Tolgahan ve Çağlar yanımda oturduklarında, Tolgahan, Çağlar’a, ‘bir adres bulmamız lazım, yardımcı olabilir misin’ dedi. Çağlar da ‘yardımcı olabilirim’ dedi.”

Kimin adresini istemiş olduğunu tahmin ediyorsanız, doğru bildiniz. Ataç kendisi söylesin: “Çağlar daha sonra kafeye geldiğinde, Tolgahan’ın kendisinden istemiş olduğu adresin, Sinan Ateş’in adresi olduğunu bana söyledi.”

Sanırım anlaşıldı. Polisin ve savcılığın elindeki bilgiye göre, Ülkü Ocakları Yöneticisi Tolgahan Demirbaş, cinayetten 9 ay önce, Sinan Ateş’in peşindeydi. Devletin imkânlarıyla takip etmeye çalışıyordu. Çağlar Zorlu’dan yardım istedi. O da etti.

‘ESKİ MİT ÇALIŞANI OLDUĞU İÇİN’

Ataç, 23 Ocak’ta sevk edildiği savcılıkta, daha kritik bir ayrıntıyı itiraf etti:

“Çağlar, bana, ‘Abi bunlar benden konum istiyorlar, bir arkadaşın (Sinan Ateş) kulağını çekeceklermiş, yardım istiyorlar’ dedi.”

Ataç’ın anlattığına göre, Tolgahan Demirbaş, Çağlar Zorlu’ya, Sinan Ateş’in telefonunu göndermişti. Cep telefonu sinyallerinin verdiği konum bilgilerinden takip edeceklerdi. Peki, neden Çağlar Zorlu’dan istediler? Avukatı, mahkemede şöyle açıkladı: “Müvekkilim eski bir MİT çalışanı olduğu için böyle bir talepte bulunuyorlar, açıkçası bunu kullanmak için yardım istiyorlar.”

Peki verdi mi? Zorlu, konum bilgilerini vermiş. Ancak kendisinin anlattığına göre, Sinan Ateş’in öldürüleceğini bilmiyormuş, hatta numaranın onun olduğunu bile bilmiyormuş, konum bilgilerini de uyduruyormuş.”

‘HEPSİNİ SİL’ UYARISI

Bir telefon konuşması da Ataç ile Zorlu arasında oldu. Zorlu şöyle anlattı:

“Olayın olduğu gün, Aytaç Bey beni saat 13.30-14.00 sıralarında telefonla aradı. ‘Sinan Ateş öldürüldü, sana bir şeyler sorulmuştu ya, onların hepsini sil’ dedi.”

Zorlu’nun ifadesi gösteriyor ki, cinayetin hemen ardından Ataç, Demirbaş ile Zorlu arasındaki mesajları, yani cinayet delillerini ortadan kaldırmak istemiş. Aytaç Ataç ise aradığını kabul ediyor. Ancak “Sil” dediğini kabul etmiyor: “Tolgahan ile görüşmelerini bildiğim için dikkat et’ dedim”.

ÇİFTLİKTE MANGAL

Aklınızda kaldı, biliyorum. Cinayet günü, Tolgahan Demirbaş’ın, Aytaç Ataç’ı araması, çiftliğin boş olup olmadığını sorması... Yoksa cinayetin tetikçiliğini yapan, halen de bulunamayan Eray Özyağcı, ilk olarak o çiftliğe mi götürüldü? Aytaç Ataç, 23 Ocak günü, savcıya şunu söyledi: “Tolgahan, olay günü benim çiftliğime gittiğini ancak orada atış yaptığını, mangal yakmak istediğini söyledi.”

Cinayetten önce “Çiftlik boş mu” diye soran Tolgahan Demirbaş, cinayetin ardından çiftliğe gitmiş. Eldeki veriler, tetikçinin de o çiftliğe götürülmüş olabileceğini gösteriyor.

TUTANAKLARDAKİ DETAY

Hatırlayın, önceki saldırı, mart ayında, aynı odak tarafından, Mersin’de Sinan Ateş’e yakın olan Çağrı Ünel’e yapılmıştı. Saldırganlar Ünel’i Ziraat Bankası’nın önünde sıkıştırmıştı. Belli ki orada da telefon sinyalinden konum tespiti yapıldı!

Gördüklerimden rahatça söyleyebilirim ki Demirbaş’ı koruyan bir güç var! Artık tablo çok net. “Dava arkadaşlarımız” diye konuşmaya başlayanlar, Sinan Ateş’i aylardır neden takip ettirdiklerini, eski MİT’çilerden neden yardım istediklerini, “kulak çekme” derken neyi kastettiklerini, gözlerden uzaktaki çiftlikte kimlerle “mangal yaktıklarını” itiraf ederlerse, görünen köyün önündeki sis uçup gitmiş olacak!

Barış Terkoğlu / Cumhuriyet

Tarikatın denetlenmesi sorusuna yanıt veremedi, komisyonu terk etti + İşte son yıllarda ortaya çıkan tarikat bağlantılı istismar olayları: Münferit değil sistematik! (SOL)

 Tarikatın denetlenmesi sorusuna yanıt veremedi, komisyonu terk etti (SOL)

TBMM Çocuk İstismarının Araştırılması Komisyonu'nda Emniyet Genel Müdür Yardımcısı Erhan Gülveren, Hiranur Vakfı'nın denetlenip denetlenmediği sorusuna yanıt vermedi, komisyonu terk etti.

İsmailağa Cemaati'ne bağlı Hiranur Vakfı Kurucusu Yusuf Ziya Gümüşel'in kızı H.K.G.’nin, altı yaşında “imam nikahı” ile evlendirildiğinin ortaya çıkmasının ardından kurulan TBMM Çocuk İstismarının Araştırılması Komisyonu, bugün üçüncü kez toplandı.

Milli Eğitim Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı yetkilileri, milletvekillerine bilgi verdi.

TBMM Çocuk İstismarının Araştırılması Komisyonu’nun dinlediği Milli Eğitim Bakanlığı Ortaöğretim Genel Müdürü Halil İbrahim Topçu; Hiranur Vakfı’nın kurucusu Yusuf Ziya Gümüşel’in kızı H.K.G.’yi altı yaşındayken, 29 yaşındaki müridi Kadir İstekli’yle “dini nikahla” evlendirmesine ilişkin; “Münferit olayların basın üzerinden yansıması sonucu bu olaylar oluşuyor. Sanki bakanlık, olay olduğunda harekete geçiyor gibi. Öyle değil. Bizim yıllık planlanmış eylemlerimiz var” dedi.

Emniyet Genel Müdür Yardımcısı Erhan Gülveren ise komisyon üyelerinin Hiranur Vakfı’nın denetlenip denetlenmediğine ilişkin sorusuna yanıt vermedi. Milletvekillerinin tepkisi üzerine de komisyon salonunu terk etti.

'Elimizde veri yok'

Komisyon Başkanı AKP Aksaray Milletvekili Cengiz Aydoğdu, Milli Eğitim Bakanlığı Özel Eğitim ve Rehberlik Hizmetleri Genel Müdürü Cemal Özdemir’e; “Bakanlığınızda hangi okullarda hangi tür istismar oluyor, bakanlığınızda böyle bir veri var mı? Bir konuda eğilim tespit edebilir misiniz?” sorusunu yöneltti.

Aydoğdu, “E-Rehberlik modülümüz var. O sistemin içerinde bunlar, okulumuz rehberlik servisi, okul müdürlerimiz tarafından sisteme giriliyor. Sayıları oradan alınabiliyor” yanıtını verdi.

CHP Hatay Milletvekili Suzan Şahin, “Veri var mı?” diye soruyu yineledi. Genel Müdür Özdemir, “Şu anda elimizde bir veri yok. Verileri almamız gerekiyor” dedi. Komisyon Başkanı Aydoğdu ise “Verileri almamanız eğitim politikası mı?” diye sordu. Özdemir, “Mahremiyetle, özel şeye girdiği için. Olaylar olduğunda Bakanlığımızın bilgisi dahilinde çalışmalar yapılıyor” karşılığını verdi.

Aydoğdu, olaylara ilişkin verileri istediklerini kaydederek, gidişatın olumlu yönde mi, olumsuz yönde mi gittiğini anlamak için verilere ihtiyaç olduğunu söyledi.

'Veriniz yok, istatistik tutulmuyor'

CHP’li Suzan Şahin, “Olayın nerede olduğunu, ne nedenle olduğunu bilmezseniz, bu veriye sahip değilseniz, bilgileriniz yoksa politika da üretemezsiniz strateji de. Birinci aksaklık burada. Kurumlar arası iletişim yok, veriniz yok, istatistik tutulmuyor” tepkisini gösterdi.

'Veri üreten bir sistem'

Milli Eğitim Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanı Metin Çakır ise şunları söyledi:

Olaya muhatap olan çocukların şikâyetin ya da olayın ortaya çıkmasından itibaren sürecin sonuna kadar takip sistemidir. Bu konuda elektronik izleme sistemimiz mevcuttur. Bu tür vakaların tamamı izlenmekte, değerlendirilmekte ve bütüncül politika önerilerine yönelik de çalışmalar yapılmaktadır. Sayın vekillerimizden birisi sordu, bu olaylar nerede yoğunlaşıyor, hangi yaş türünde, hangi branşta yoğunlaşıyor konusunun cevabı evet. Bu konuda bizim sistemimiz çok ayrıntılı parametrelerle veri üreten bir sistem. Bu üretilen verilere yönelik de gerekli tedbirler alınmaktadır.

Şu anda, ortaöğretim bağlamında MEB’e bağlı tüm yurtlar teması altında, denetlenmektedir. 2 bin 682 yurt faaliyet göstermekte ve bu yurtların kısa bir süreçte yarıdan fazlası denetlendi. 2023 sonuna kalmadan bütün yurtlar denetleniyor… Biz, usulünce olur almış yurtların hepsini denetliyoruz. Bu yıl özellikle biz eylül ayından itibaren başladık, bütün yurtları denetleme politikası uyguluyoruz. İhbar eden öğretmen sayısı çok az diye bir bilgi geldi. Öğretmenlerimiz sadece MEB’e bildirmekle yetinmiyor, anında kolluk güçlerine bildiriyorlar.”

'İnceleme süreci devam ediyor'

CHP’li Şahin, “Savcılığa konu olmuş cinsel istismar davalarının kaçının ihbarcısı öğretmenler ya da MEB?” diye sordu. Çakır, “6 yaşındaki çocuğumuz konusunda da teftiş olarak sorumlulara ilişkin inceleme süreci devam ediyor” dedi.

'40 bin çocuk devamsız'

Millî Eğitim Bakanlığı Temel Eğitim Genel Müdürü Tuncay Morkoç, bakanlığın sistemi hakkında şu bilgileri verdi:

Bizim sistemimize girmiş bir çocuğun ondan sonra sistemden çıkması mümkün değildir. Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü’nden aldığımız yaşa göre. 2003 ya da 2004’te kaydolması gereken bir çocuğumuz o. Bizim sistemimize kayıtlı olan bütün çocukları hemen hemen, takip ediyoruz. İlköğretim kurumlarında 40 bin civarında devamsız gözüken çocuk vardır. Okula gelmemiş. Hemen hemen yüzde 99’a yakını da yurt dışı temalıdır. Gidişlerde belki bir veli meselesi olabilir. Pasaport ile yurt dışına çıkan çocuğu biz de sisteme yansıtamadığınız için onu bulma şansımız da olmuyor. Gidiyoruz adreste yok. Bizim kayda düşen çocuğu okul müdürü takip eder, nerede diye. Hepsinin kayıtları vardır.”

'Münferit olaylar' savunması

Milli Eğitim Bakanlığı Ortaöğretim Genel Müdürü Halil İbrahim Topçu ise “Münferit olayların basın üzerinden yansıması sonucu bu olaylar oluşuyor. Sanki bakanlık olay olduğunda harekete geçiyor gibi, öyle değil. Bizim yıllık planlanmış eylemlerimiz var… Sonuç itibariyle her şeyin MEB’den beklenmesi de adil bir bakış açısı oluşturmuyor. Her kurum kendi üzerine düşün süreci yürütmesi gerekiyor. En temelde iletişim var. Ailede, çevrede ve okul içinde iletişim süreçlerini sağlıklı yürüttüğümüzde bu olayların oranının çok çok düştüğünü görüyoruz” diye konuştu.

Denetleme sorusuna cevap vermedi komisyonu terk etti

Emniyet Genel Müdür Yardımcısı Erhan Gülveren, milletvekillerinin Hiranur Vakfı’nın denetlenip denetlenmediğine ilişkin sorusuna “Yazılı olarak cevap vereceğim” dedi. CHP Ankara Milletvekili Murat Emir, “Bu soruya cevap vermeyecekse komisyona niye geldi?” diye tepki gösterdi. Gülveren ve bürokratlar muhalefetin itirazlarına rağmen komisyonu terk etti ve komisyon toplantısı sona erdi. (SOL)

                                                                  /././

 İşte son yıllarda ortaya çıkan tarikat bağlantılı istismar olayları: Münferit değil sistematik! (SOL)

Laikliğin yıkılmasından bu yana ülkenin her yanında AKP eliyle tarikatlara teslim edilen çocukların çığlıkları duyuluyor.  İşte AKP’li yıllardaki taciz ve tecavüz vakalarından bazıları…

Sonuncu vaka İsmailağa şeyhlerinden birinin altı yaşındaki kızına sistemli tecavüz. AKP “münferit” diyor ama çocukları birbirlerine hasta oldukları için değil, inanç kisvesi altında peşkeş çekiyorlar. Tarikat yöneticilerine sınır yok, tecavüzlerin münferit olmadığı, tarikatların iç işleyişi nedeniyle sistematik bir nitelik kazandığı görülüyor.

2011: Tarikatta kaset kavgası

Karagümrük çetesi olarak bilinen suç örgütüne ilişkin güvenlik güçlerinin 5 aylık takibinin ardından, Cübbeli Ahmet Hoca olarak bilinen Ahmet Mahmut Ünlü tutuklanarak cezaevine gönderildi. Ünlü’nün gizli çekimle kaydedilmiş seks görüntülerinin bulunduğu ve bu görüntüleri yaymakla tehdit ederek kendisinden para isteyen eski koruması Hamit Duysak için, bağlantılı olduğu mafya üyelerinden yardım istediği ortaya çıktı.

Cemaati, Cübbeli Ahmet’e ait olduğu iddia edilen seks kasetindeki kişinin Cübbeli Ahmet Hoca değil, ona benzetilmeye çalışılan bir "dublör" olduğunu ileri sürdü. 

2011: Cennet vaadiyle badeleme

Bursa’da dergâhına gelenlerle “cennet vaat ederek” cinsel ilişkiye giren ve kendisini tarikat şeyhi Uğur Korunmaz davası Türkiye’nin karşılaştığı belki de en mide bulandıran davalardan biriydi. Tarikat içinde bu eyleme “badeleme” deniyordu. Korkmaz, Nakşibendiliğin Halidiye Koluna bağlı Kırklar Cematinin şeyhiydi. Onlarca müridi Uğur Korkmaz’a hem kendilerini hem de eşlerini sunmuşlardı. 2011 yılında bir ihbar sonucu yakalanan Badeci Şeyh ve 2013’te cinsel istismar suçundan 188 yıl hapis cezasına çarptırıldı.

2012: Uganda’da tecavüz

Uganda, Fethullah Gülen okulunda öğretmenlik yapan Emin Baro aracılığıyla taciz ve tecavüz olay ile tanıştı. Uganda’da küçük yaşta kızları taciz edip, görüntülerini satan Emin Baro tutuklandı. Mahkemede suçunu kabul eden Baro’ya 2 yıl hapis cezası verildi, ardından bu ceza 4 bin lira para cezasına çevrildi. Baro, böylece serbest kaldı.

Ancak mahkemenin kararı ülkede büyük tepkiye neden oldu. Hukukçular ve sivil toplum kuruluşları ayaklandı. Bu gelişmeler üzerinde Uganda Başbakanı Amama Mbabazi devreye girdi. Emin Baro yeniden yakalandı ve tutuklandı. İdam cezası verilebileceği belirtilen Emin Baro’nun Uganda’da Fethullah Gülen’in Işık Koleji’nde öğretmenlik yapıyordu.

2012: Güdül’de Süleymancılar var

Ankara'ya 80 kilometre mesafede bulunan 3 bin nüfuslu Güdül İlçesi, Süleymancıların kontrolündeki özel bir yurtta kalan 13 öğrenciye taciz ve cinsel istismarda bulunulduğu ortaya çıktı. Güdül Belediyesi'nde çalışan evli 2 çocuk babası M.K.S.'nin Güdül'de 60 öğrencinin kaldığı yurttan, evci iznine çıkan 13 liseliye taciz ve cinsel istismarda bulunduğu iddiasıyla tutuklanarak cezaevine kondu.

2013: İşi Kuran Kursuna gelen kadınları taciz

Aksaray Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şubesi, Sakallı Hoca lakaplı şeyhin, izinsiz olarak açtığı Kuran kurslarına gelen kadınları, dini duygularını istismar ederek etkilediği ve onları ilişkiye zorladığı, yine dini duygularla çevresinden para topladığı yönünde ihbar aldı. Bunun üzerine harekete geçen polis, Mustafa Ç.'nin Aksaray'da iki ayrı noktada izinsiz olarak dini eğitim verdiğini saptadı. "Sakallı Hoca" Kuran kursuna gelen 13 kadına cinsel istismarda bulunmuştu.

2014: Tecavüzcü tarikatçıya iyi hal indirimi

F.M. adlı bir erkek çocuğunun şikâyeti üzerine Nur Cemaati’nin Suffa Eğitim Vakfı’na ait erkek öğrenci yurdunda 2011-2014 yılları arasında idareci olarak görev yapan Mehmet Sıddık Çiçek’e soruşturma açıldı. F.M., ifadesine, 2014 yılında biri mescitte olmak üzere, Çiçek tarafından iki kez istismara uğradığını ileri sürdü. F.M.’nin anlatımları doğrultusunda R.Ö. adlı mağdura da ulaşıldı. Artık 20 yaşında olan R.Ö., Çiçek’in istismarlarını anlattı. Adli tıp muayenesinde R.Ö.’nün ruh sağlığının bozulduğu anlaşılırken, duygusal bir tavır sergilediği, gözlerinin dolduğu ve sorulara cevap vermediği ifade edildi. Hakkındaki iddiaları reddeden Çiçek’e Oltu Ağır Ceza Mahkemesi’nde dava açıldı. Dava 19 Ocak 2017’de bitti. Mahkeme Çiçek’e, R.Ö.’ye yönelik eylemi nedeniyle 13 yıl 10 ay 25 gün, F.M.’ye yönelik eylemleri nedeniyle de 12 yıl 6 ay hapis cezası verdi. Fakat Yargıtay eylemlerine devam etme imkânı varken sonlandırdığı gerekçesiyle Çiçek’e daha düşük bir ceza verilmesini istedi.

2016: Böyle olur Ensar’da din eğitimi

Karaman Ensar Vakfı ve Anadolu İmam Hatip Lisesi Mezunları Derneği (KAİMDER) ile bağlantılı olduğu söylenen yurtlarda kalan en az 10 öğrenci, onlardan sorumlu olan bir öğretmen tarafından tacize uğradı. Olay bir çocuğun yaşadıklarını bir psikoloğa anlatması ve psikoloğun konuyu yetkililere bildirmesiyle ortaya çıktı.

Karaman’da sekiz 10 yaşlarında 45 erkek öğrenciye dini vakıf yurdunda cinsel istismarda bulunduğu öne sürülen sınıf öğretmeni Muharrem Büyüktür’ün tutuklanmasının yerel bir site tarafından haberleştirildiği, ancak adliyeden gelen bir telefon üzerine haberin kaldırıldığı ortaya çıktı. Yani olay 10 gün boyunca saklandı.

Olay basına yansıyınca öğretmen Muharrem Büyüktürk tutuklandı. Büyüktürk Ensar Vakfı ve Karaman Anadolu İmam Hatip ve İmam Hatip Lisesi Mezunları ve Mensupları Derneği’ne yakın kişilerin kiraladığı evlerde çocuklara din dersi veriyordu.

2016: Süleymancılardan kurtuluş yok

Maraş'ta Süleymancıların kontrolündeki Hamidiye Erkek Öğrenci Yurdu’nda kalan 4 çocuğun yurtta çalışan bir öğretmen tarafından cinsel istismara uğradığı iddia edildi. Çocuklardan birinin ailesinin şikâyeti üzerine gözaltına alınan M.A., çıkarıldığı mahkemece tutuklandı.

2017: Süleymancı yurdunda çocuklara porno

Adıyaman'ın Besni İlçesi'nde Süleymancılara ait olduğu bilinen Hayrünnisa Gölbaşı Çocuk Yurdu'nda kalan iki çocuğa taciz edildiğini ortaya çıktı. İki çocuğa porno film izlettiğini ve birbirlerinin cinsel organlarıyla oynattığı anlaşılan yurt müdürü F.T tutuklandı. Müdür F.T.’ye ikinci duruşmada ‘çocuğun cinsel istismarı’ suçundan otuz yıl hapis cezası verildi.

2018: Tarikat değil cinsel istismar örgütü

“Adnan Hoca” adıyla bilinen Adnan Oktar ve beraberindeki 176 kişi, "suç işlemek amacıyla örgüt kurma", "çocukların cinsel istismarı", "cinsel saldırı" ve "siyasi ve askeri casusluk" dâhil birçok suç iddiasıyla 11 Temmuz 2018'de gözaltına alındı ve 18 Temmuz 2018'de çıkarıldığı mahkemede tutuklandı. Oktar'ın tarikat perdesi arkasında kurduğu cinsel istismar sisteminin boyutu hala araştırılıyor.

2018: Tecavüzü reddederse çarpılacağından korktu

Konya'da dini bir grupta kendisini Faruki Tarikatı şeyhi olarak tanıtan S.I. aralarında çocukların da bulunduğu 7 erkeğe cinsel istismarda bulunduğu iddiasıyla tutuklandı. Soruşturmayı tamamlayan savcılık S.I. hakkında 49 yıldan 70 yıla kadar hapis istemiyle dava açtı. Bir arkadaşının tavsiyesi ile S.I.'nın dini sohbetlerine katılmaya başladığını anlatan mağdurlardan 27 yaşındaki M.T. de, "Kısa sürede sohbetlerinden etkilenerek devam kararı aldım. Bana cinsel tacizde bulundu. Önce direndim ama gruptakilerden ona itaat etmeyenlerin başına birçok kötü olay geldiğini duydum, sonra şeyhe direnmedim" ifadelerini kullandı.

2019: Yurtların dokunulmazlığı var

Denizli'nin Çivril ilçesinde, 12 yaşındaki ortaokul öğrencisi M.S.'nin sınıfının penceresinden attığı nottan, kaldığı Süleymancılar tarikatına ait yurttaki eğitmenin nitelikli cinsel istismarına uğradığı ortaya çıktı. Eğitmen Emre T. gözaltına alınırken, olayı gizlediği ileri sürülen yurt müdürü Murat Ç. hakkında da soruşturma başlatıldı. Olayın ardından kapatılan yurt, 2022 yılında tekrar açıldı.

2019: Tarikat yurdunda temizlik görevlisinden çocuklara istismar

İzmir'in Dikili İlçesinde İsmetpaşa Mahallesi'ndeki Süleymancılara ait özel yurtta kalan, yaşları 9 ile 12 arasında değişen 7 erkek öğrenciye cinsel istismarda bulunan temizlik görevlisi Ömer Faruk E., 21 Aralık 2017 tarihinde gözaltına alındı. Poliste ve sevk edildiği adliyede suçunu itiraf eden şüpheli tutuklandı ve hakkında, 7 çocuğa cinsel istismar suçundan dava açıldı.

2019: Nurcular da devrede

Gaziantep'in Oğuzeli ilçesinde İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü'nden izinsiz faaliyet gösteren Nurculara ait İlim yayma Vakfının kontrolündeki yatılı eğitim yurdunda kalan B.E.K.'ye (9) cinsel istismarda bulunduğu iddia edilen kurs hocası E.K. (24) çıkarıldığı mahkemece tutuklandı.

2019: Sıbyan mektebinde de cinsel istismar

Bağcılar’daki İsmailağa Tarikatına bağlı Fatih Medreselerinin kontrolündeki Sübyan Mektebi’nde ‘hoca’ olarak görevli 16 yaşındaki R.U., kaçak Kuran kursunun sorumlusu L.Ö. tarafından istismara uğradığını belirterek şikâyetçi oldu. Serbest kalan L.Ö., çalıştırdıkları kaçak kursta 4-6 yaş arasında 39 çocuğun ‘dini eğitim’ aldığını söyledi.

2019: Fıkıh-Der’in fıkhı

Ümraniye’deki Nakşibendi Tarikatının kontrolündeki Fıkıh-Der’e ait yatılı kursta eğitim gören 6 çocuk kursta eğitim veren 3 kişiden tecavüz iddiasıyla şikâyetçi oldu. Başlatılan soruşturmada 3 sanık tutuklandı. 6 öğrenci şikâyetçi olurken 20’yi aşkın mağdur çocuğun bulunduğu belirtildi. Görülen davada mahkeme heyeti, 'iyi hâl' indirimi uygulayarak, Ömer Işıktekin’e 76 yıl 11 ay, Tarık Bektaş’a 25 yıl, Hacı Serkan Bektaş’ ise 37 yıl 6 ay hapis cezası verdi.

2020: Uşşaki tarikatı liderinden çocuğa cinsel istismar

Fatih Nurullah takma adıyla Uşşaki tarikatı lideri olarak bilinen Eyüp Fatih Şağban, Sakarya'nın Akyazı ilçesinde müritlerini ağırladığı yazlıkta 12 yaşındaki çocuğu defalarca taciz etti. Tacize uğrayan çocuğun babasının şikâyeti üzerine gözaltına alınan Şağban, sevk edildiği mahkemece tutuklanarak cezaevine gönderildi. İhbarı değerlendiren jandarma, 27 Ağustos’ta dergâha baskın yaptı. Baskına cinsel istismara uğradığı iddia edilen küçük çocuğun ailesi de gelince dergâh üyeleri ile kızın yakınları arasında arbede yaşandı. Yaşanan arbedede tarikat liderinin yanı sıra bazı tarikat üyeleri de gözaltına alındı. Tarikattan yapılan açıklamada ise "Şahısla bir ilgimiz yok" denildi.

Şağban tecavüz olayından önce, “Devletin kontrol mekanizmalarında olalım. Ne idüğü belirsizler karar mekanizmalarına geçince Müslümanlar sıkıntı çekiyor… 15 Temmuz sonrası ‘1. Türkiye Cumhuriyeti son buldu. 2. Osmanlı kuruluyor, Tayyip Bey birinci padişahımız olarak gözüküyor’ sözleriyle gündeme gelmişti.

2020: Lut hoca büyük hoca!

Bağcılar’da sübyan mektebi olarak adlandırılan anaokulu niteliğindeki Medrese-i Gül isimli İsmailağacılara ait kaçak Kuran kursunda hoca olarak görev yapan 16 yaşındaki R.U. isimli kız çocuğunun, kurs sorumlusu Lut Ö. tarafından cinsel istismara uğramasına ilişkin yürütülen soruşturma Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılı tarafından tamamlandı. Soruşturma kapsamında Çocuk İzleme Merkezi’nde (ÇİM) ifadesi alınan mağdur R.U. sanık Lut Ö.’nün kendisine yönelik davranışlarından rahatsız olduğunu ve bunu kurstaki diğer hocalara anlattığını belirterek, “Bana Lut hoca büyük bir hocadır” dediler. Bende önemsemedim” dedi. Dosyaya giren Siber inceleme raporunda ise Lut Ö.’nün telefonunda cinsel içerikli video ve fotoğraflar tespit edildi.

2020: Müftü yardımcısı ve şoföründen çocuğa cinsel saldırı

Çorum'un Kargı ilçesinde görev yapan Müftü Yardımcısı F.K. ile müftünün şoförü H.B.A. ilçede bir çocuğa cinsel saldırıda bulundu. K.T. isimli çocuğun şikayeti üzerine soruşturma başlatılırken, F.K. ve H.B.A. açığa alındı.

2021: Süleymancılar Ordu’da

Ordu'nun Fatsa ilçesindeki bir cemaat yurdunda 12 yaşındaki öğrenciye yönelik cinsel istismarla suçlanan görevli hakkında mahkeme kararını verdi. Fatsa Ağır Ceza Mahkemesi, Yusuf K.’ye iki ayrı suçtan 48 yıl hapis cezası verdi. Süleymancılara ait yurtta geçen 2020 yılında yaşandığı ortaya çıkan olay sonrası Yusuf K. tutuklanmıştı.

2021: Ensar Vakfı’nda tecavüz var

Bitlis Ensar Vakfı’nda Din Kültürü öğretmeni olarak atanan O.S ve M.Ö.’nün Vakfa ait evlerde kalan kadınlara şantaj ile tecavüz ettiği ortaya çıktı. İddialara göre Bitlis’te Ensar Vakfı’nın önemli isimlerinden olan, her ikisi de imamlıktan istifa ederek Milli Eğitim Müdürlüğü’nde Din Kültürü öğretmeni olarak atanan O.S. ve M.Ö., Ensar Vakfı’na ait çeşitli evlerde kalan 9 kadınla baskı ve şantaj ile zorla birlikte oldu. Ensar Vakfı Bitlis Şube Başkanı Uluç, bazı basın ve yayın organlarında yer alan cinsel istismar iddialarına ilişkin, 'Ensar Vakfı üzerinde oynanan oyunun bir parçasıdır.' dedi.

Bitlis Ensar Vakfı'nda din kültürü öğretmenlerinin, vakıf gönüllüsü 9 kadına şantajla tecavüz edildiği haberlerine erişim yasağı getirildi. Olayda AKP İl Yöneticileri ve İl Milli Eğitim Müdürü’nün de adı geçiyor.

2022: Uşşakinin başka vakaları ortaya çıktı

Sakarya'nın Akyazı ilçesi Kuzuluk kesimindeki tarikat dergahında, 12 yaşındaki kız çocuğuna cinsel istismarda bulunduğu gerekçesiyle Uşşaki tarikatı şeyhi Eyyüp Fatih Şağban tutuklanmıştı. Fatih Nurullah adıyla bilinen Eyüp Fatih Şağban'a bir çocuğa istismar davası daha açıldı. Şağban'ın iki yıl önce dergâha gelen ve o tarihte 11 yaşında olan H.'ye cinsel istismarda bulunmakla suçlanıyordu.

2022: Kaset bir değil ki saklayasın!

İsmailağa Cemaati’nin lideri Mahmut Ustaosmanoğlu’nun yeğeni Saadeddin Ustaosmanoğlu, kamuoyunda “Cübbeli Ahmet Hoca” olarak bilinen Ahmet Mahmut Ünlü’ye ilişkin ağır iddialarda bulundu. Cübbeli Ahmet Hoca, kendisini ciddiye almadığını söyledi. Saadeddin Ustaosmanoğlu, Ahmet Mahmut Ünlü’nün kasetleri bulunduğunu bunları açıklayacaklarını söyledi. İddialara göre Cübbeli’nin 400 kaseti vardı.(SOL)

Krom uğruna günde 100 ton su tüketecek projeye bakanlıktan onay - Yusuf Yavuz / SOL

 Burdur’un Yeşilova ilçesinde Salda Gölü Özel Çevre Koruma Bölgesi’nin sınırında bulunan Niyazlar köyündeki krom madeninin kapasite artışı talebine 'ÇED Gerekli Değildir' kararı verildi.

Her yıl 2 Şubat’ta kutlanan Dünya Sulak Alanlar Günü giderek suya yakılan ağıt gününe dönüşüyor.

Türkiye son yılların en kurak kışını yaşıyor. Ancak her damla suyun kıymetli olduğu bir dönemde Burdur’un Yeşilova ilçesindeki Eşeler Dağı’ndaki krom madeninde kapasite artırımı izni verildi. Niyazlar köyündeki devlet ormanında işletilen krom madeninin 16 milyon 400 bin metrekarelik ruhsat sahası bulunuyor. Yaşlı karaçam ve ardıç ağaçlarıyla kaplı bölgede 22 hektarlık alanda faaliyet gösteren maden işletmesinin yaptığı kapasite artışı başvurusuna 29 Aralık 2022 tarihinde "ÇED Gerekli Değildir" kararı verildi. Salda Gölü Özel Çevre Koruma Bölgesi sınırında bulunan maden sahasının su kaynaklarını ve yayla niteliğindeki bölgede yapılan hayvancılığı tehdit ettiğini savunan yöre halkı projeyi yargıya taşıdı. Krom madeni için hazırlanan Proje Tanıtım Dosyasında çalışmalar kapsamında günde 100 ton su kullanılacağının belirtilmesi dikkati çekiyor.

                                     Niyazlar köyü maden sahası ve Salda Gölü

Burdur’un Yeşilova ilçesine bağlı Niyazlar köyünde 2014 yılından bu yana faaliyette bulunan krom madeni için kapasite artışı yapılmak isteniyor. Zontaş Zonguldak Taşkömürü Mad. San. Ve Tic. A.Ş adına 16 milyon 400 bin metrekarelik alanda verilen krom madeni ruhsatının tamamı devlet ormanı vasfındaki arazide bulunuyor.

Krom madeni işletmesi kapasitesini 10 kat artırmak istiyor

İstanbul merkezli Manolya Madencilik A.Ş adlı şirket ile Ekim 2021’de rödovans (kiralama) anlaşması yapan ruhsat sahibi firma, işletmeyi de bu firmaya devretti.

                                 Niyazlar köyündeki krom madeni işletmesinin uydu görünümü

Mevcutta yılda 65 bin ton malzeme işlendiği belirtilen krom madeninde yıllık 30 bin ton krom cevheri, 35 bin ton da pasa (atık malzeme) çıktığı kaydedildi. Ruhsat sahasının 22 hektarlık kısmında kapalı ve açık krom madeni işletmeciliği yapan firma, daha fazla üretim yapmak için kapasite artışı talebinde bulundu.

Projeye göre mevcut üretim kapasitesi yaklaşık 10 kat artırılmak isteniyor.

Proje için 29 Aralık'ta 'ÇED Gerekli Değildir' kararı verildi

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ise Salda Gölü Özel Çevre Koruma Bölgesi (ÖÇK) sınırlarında yer alan Niyazlar köyündeki krom madeninin kapasite artışıyla ilgili hazırladığı projeye 29 Aralık 2022 tarihinde "ÇED Gerekli Değildir" kararı verdi.

Ormanlar, su kaynakları ve yaylacılık tehdit altında

Yöre halkının tepkisini çeken krom madeni projesinin su kaynaklarına, yaşlı karaçam ve ardıç ağaçlarının yoğun olduğu orman dokusuna ve küçükbaş hayvancılığa büyük zarar vereceğini savunuyor.

                               Eşeler Yaylası krom madenciliğine kurban ediliyor

ÇED kararının iptali için dava açan yöre halkının proje karşı çıkmasının en önemli gerekçelerinden biri de maden sahasının bulunduğu Eşeler Dağı’nın bölgenin su rezervlerini barındırması. Burdur’un Karamanlı, Yeşilova ve Tefenni ilçeleri ile Denizli’nin Acıpayam ilçesinin içme ve tarımsal sulama suyunun bu bölgeden sağlandığını belirten köylüler, krom madeninin yoğun su kullanımına dikkati çekerek yeraltı sularının yok olacağından endişe ediyor.

Yeşilova'da krom madenine hücum dönemi yaşanıyor

İkisi Niyazlar köyünde olmak üzere Yeşilova’da toplam 6 adet krom madeni için ÇED süreci başladığı görülüyor. Yeşilova’daki krom madeni ruhsatları ve ÇED başvurularında toplam 6 firmanın adı geçiyor. Zontaş, İhlas Gayrimenkul, AİC Madencilik, Bahar Krom, Yavuz Türkel ve Marmara Metal bu şirketler arasında.

                                       Zontaş ruhsat ve işletme sahası uydu fotoğrafı

Mermer ocaklarının kıskacındaki Karamanlı da tehdit altında

Tepkiye neden olan krom madeni Karamanlı ilçesini de olumsuz etkileyecek. Mermer ocakları yüzünden zor günler geçiren Karamanlı ilçe yerleşimi bu kez de krom madeni tehdidiyle baş başa kalacak. Önemli bir tarım ve hayvancılık merkezi olan Karamanlı'daki kimi mermer ocakları yerleşim yerine bitişik alanda faaliyetini sürdürüyor.

Göller Bölgesi çöl olmasın

Yöre halkı, bazı göllerin kuruduğu Göller Bölgesi’nin ciddi bir kuraklık tehdidi ile karşı karşıya olduğu dönemde yoğun su tüketimine neden olan madencilik faaliyetlerinin durdurulmasını istiyor. Yaz aylarında küçükbaş hayvan yetiştiricileri içinde önemli bir üretim alanı olan Eşeler Yaylası aynı zamanda yılkı atlarına da ev sahipliği yapıyor. Krom madeninin kapasite artışı kapsamında 3198 adet ağacın kesilmesi gündemde. Köylülerin verdiği bilgiye göre bölgede anıtsal nitelikte yaşlı karaçam ağaçları ile endemik bitki türleri de yer alıyor.

                                                      Zontaş'ın krom maden ocağı

Deliklere patlayıcı doldurularak patlatma yapılacak

Açık ocak işletmeciliği yapılacağı kaydedilen Proje Tanıtım Dosyasında, işletme olarak “galeri ağızları oluşturularak açılacak galerilerde kapalı işletme yöntemiyle yapılacaktır. Galerilerde yapılacak üretim faaliyetlerinde delici tabanca ile açılacak deliklere patlayıcı malzeme doldurulacak ve gevşetme patlatması yapılacaktır. Çıkan malzeme, vagonlara yüklenerek galeri ağzına taşınacaktır. Çalışmalarda bölge halkından alınacak hizmet ve mal bedelleri ile bölge ekonomisine katkıda bulunulacaktır” ifadelerine yer veriliyor.

Krom madeni işletmesinde günde 100 ton su kullanılacak

Tesise giren malzemenin kırılıp elendikten sonra su ile yıkanarak tozundan arındırılacağı bilgisine yer verilen proje dosyasında, “Günde kullanılacak su miktarı =100 ton/gün su kullanımı olacaktır. Her gün eksilen su miktarı yaklaşık 100 m3 olacağı için günlük sisteme 100 m3 miktarında su ilave edilecektir. Yıkama işlemlerinden sonra oluşan sular iletim borularıyla proses suyu havuzlarına aktarılacaktır. Yıkama işlemi için betonarme yapıda sızdırmasız 3 adet 200 m3 kapasitede temiz su deposu kullanılacaktır” deniliyor.

Maden sahası Salda Gölü ÖÇK Bölgesi'nin sınırında

Yeşilova’nın en önemli simgelerinden biri olan doğal sit alanı ve sulak alan niteliğindeki Salda Gölü, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından 2019’da ÖÇK ilan edildi. Ardından ise göl kıyısında Millet Bahçesi’nin inşasına başlandı. Daha iyi koruma amacıyla ÖÇK alanı ilan edilen Salda Gölü’nün korunan alan sınırları da Niyazlar köyünü de içine alacak şekilde genişletilmişti. Ancak ÖÇK statüsü Salda Gölü havzasının daha iyi korunmasını sağlamaya yetmedi. Göl kıyısındaki Beyaz Adalar bölgesinde yoğunlaşan koruma çalışmaları, ÖÇK Bölgesi kapsamına giren diğer alanlarda aynı şekilde yürütülemiyor. Niyazlar köyündeki iki ayrı krom madeni işletmesi bunun çarpıcı bir örneğini oluşturuyor.


                                                       

                                                   Salda Gölü ÖÇK sınırı

Bir yanda maden izni, bir yanda UNESCO başvurusu

Bakanlık, Salda Gölü’nün UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’ne dâhil edilebilmesi için bir çalışma başlatmıştı. UNESCO Milli Komitesi’ne yapılan başvurunun ardından ÖÇK Bölgesi sınırlarındaki Niyazlar köyündeki krom madeni için ÇED Gerekli Değildir kararı verilmesi Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın çelişkisi olarak yorumlanıyor.

Yusuf Yavuz / SOL