11 Haziran 2023 Pazar

MKE roket fabrikasında patlama - DOSYA

 


MKE roket fabrikasında patlama: 5 işçi yaşamını yitirdi (soL)

Milli Savunma Bakanlığı, Ankara Elmadağ'daki MKE fabrikasında 5 işçinin yaşamını yitirdiğini duyurdu.

Ankara Elmadağ'da, Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumu (MKE) Barutsan Roket ve Patlayıcı Fabrikası'nda patlama meydana gelmişti. 

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi'nin (İSİG Meclisi) sosyal medyadan yaptığı açıklamada ise "Bize gelen ilk bilgilere göre 5 işçi hayatını kaybetti" denildi.

MSB'den açıklama

Milli Savunma Bakanlığı (MSB) da patlamada 5 işçinin yaşamını yitirdiğini doğruladı. Patlamada yaralılar olduğu da belirtildi.

Ambulanslarla çevredeki hastanelere sevk edilen yaralılardan bazılarının durumunun ağır olduğu bildirildi.

Soruşturma başlatıldı

Elmadağ Cumhuriyet Başsavcılığı, Makine ve Kimya Endüstrisi (MKE) Roket ve Patlayıcı Fabrikası'nda 5 işçinin yaşamını yitirdiği patlamaya ilişkin soruşturma başlattı.

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığından yapılan açıklamada, şunlar kaydedildi:

"10 Haziran 2023 günü saat 08.50 sıralarında Elmadağ ilçemizde faaliyet gösteren MKE Barutsan Fabrikası içerisinde meydana gelen patlama ve 5 işçinin ölmesine ilişkin olayla ilgili olarak Elmadağ Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından derhal iki Cumhuriyet savcısı görevlendirilmiş olup bizzat olay yerinde inceleme ve tespitlere başlamışlardır. Olayın adli boyutu tüm yönleriyle araştırılmakla soruşturma titizlikle sürdürülmektedir."

Vali: Patlama kimyasal tepkime kaynaklı

Ankara Valisi Vasip Şahin de patlamaya ilişkin, "Patlamanın  kimyasal tepkime neticesinde olduğuna dair ilk değerlendirmeler yapılıyor. Çalışan 5 işçimiz maalesef vefat etmiştir. Yaralı yok. Cumhuriyet savcılarımız çalışmalarını yürütüyor. Çalışanların tamamına ulaşıldı, göçük alında kalan işçimiz yok. Daha detaylı bir incelemeden sonra bir açıklama yapacağız" diye konuştu.

'Patlama olan yer çok küçük bir bina'

Milli Savunma Bakan Yardımcısı Alpaslan Kavaklıoğlu da olaya ilişkin yaptığı açıklamada, "Burası patlayıcı üretimiyle ilgili bir tesisimiz ve bu tip patlamalar göz önüne alınarak birbirlerini etkilemesin diye çok yayılmış. Patlama olan yer de çok küçük bir bina. Kamera kayıtlarından baktığımızda da patlama anına kadar hiç olağanüstü bir şey yok. İşçilerimiz normal faaliyetlerini yapıyorlar ve patlama aniden oluşuyor. Sayın Valimin de dediği gibi Cumhuriyet savcılarımız görevlerinin başında. Sayın Bakanımız Hatay'dalardı, onlar da geri geliyorlar" ifadelerini kullandı.

Hayatını kaybeden çalışanların deneyimsiz olduğu yönündeki iddiaya ilişkin bir soru üzerine Kavaklıoğlu, "Sürekli çalışan bir fabrika burası, birdenbire çalışan bir yer değil. Yeni işçi alınmış olabilir ama eskiden beri çalışan bir fabrikamız burası, öyle tecrübesiz insanların çalışacağı bir yer değil. Üretimin bir parçası burası" diye konuştu.

Diğer birimlerde çalışanların tedbir amaçlı tahliye edilip edilmediği sorusu üzerine Kavaklıoğlu, fabrikadaki birimlerin birbirinden mesafeli yerlerde olduğunu, patlamanın gerçekleştiği yerin de çok uzakta bulunduğunu söyledi.

Erdoğan bilgi aldı

AKP'li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, patlamayla ilgili Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler’i telefonla arayarak bilgi aldı.

İletişim Başkanlığı,yaptığı açıklamada şu ifadeler kullanıldı:

"Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, Ankara’nın Elmadağ ilçesinde faaliyet gösteren MKE Roket ve Patlayıcı Fabrikası’ndaki patlama ile ilgili Milli Savunma Bakanı Sayın Yaşar Güler’i telefonla arayarak bilgi almıştır. Görüşmede Cumhurbaşkanımız, patlamada şehit olan 5 işçi kardeşimize Allah’tan rahmet, yakınlarına başsağlığı dilemiştir."

Daha önce de patlama meydana gelmişti

Fabrika, Milli Savunma Bakanlığı ile İçişleri Bakanlığı'nın roket ve patlayıcı ihtiyaçlarını karşılamak için faaliyet gösteriyor. Fabrikada ayrıca roket yakıtı ve barutların patlatma, ısı ve dinamik atış testleri yapılıyor. 

Fabrikada geçtiğimiz yıllarda da patlama meydana gelmişti.

                                                         /././

MKE'deki patlama sonrası gözler silah sanayisine çevrildi: Çalışma koşulları ne durumda?(soL)

AKP’nin başarı hikâyesi yaratmak istediğinde ilk öne çıkardığı sektörlerin başında silah sanayi geliyor. Peki, burada koşullar ne durumda, gidişat nereye?


Ankara Elmadağ'daki Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumu (MKE) Barutsan Roket ve Patlayıcı Fabrikası'nda bu sabah meydana gelen patlama sonucu 5 işçi yaşamını yitirdi.

Ankara Valisi Vasip Şahin, dinamit lokumu hazırlama bölümündeki patlamanın "ilk değerlendirmeye göre kimyasal tepkimeden kaynaklandığını" duyurdu.

Patlama sonrası gözler silah sanayindeki koşullara çevrilirken, sektörün stratejik önemi gereği pek çok iş kazası gizli tutuluyor. Sektörde kurum dışından AKP’ye yakın isimlerin atamaları da yıllar içinde arttı. soL'da daha önce konuyla ilgili hazırladığımız bir haberi okuyucularımızla tekrar paylaşıyoruz:

Silah sanayisinde çalışma koşulları

Türkiye’nin silah sanayi alanındaki iddialı pozisyonunun arkasındaki temel faktörler arasında AKP’nin yayılmacı misyonu, patronlara devlet eliyle doğrudan veya dolaylı ciddi kaynak aktarımı ve nitelikli iş gücü için alanın diğer sektörlerden daha cazip kılınması yer alıyor.

Ancak nitelikli iş gücü için sektör büyük oranda cazibesini yitirmiş durumda. Özellikle son yıllardaki alım gücündeki erime ve sektör içerisindeki bazı gelişmeler ile birlikte çalışanların hakları ve kurumlar içerisindeki iş barışı ciddi erozyona uğradı. Birkaç yıl öncesine kadar yurtdışına gitmeye oldukça soğuk yaklaşan sektör çalışanlarının bile ciddi bir bölümü ülkeyi terk etti, geriye kalanlar henüz gidememiş olsa bile planlarını büyük oranda gitmek üzere güncellediğini belirtmek gerek.

İşten çıkarmalar ve kadrolaşma

Silah sanayi çalışanları bir yandan ömür boyu çalıştıkları kurumlara hapsedilmeye çalışılırken bir yandan da işten çıkarmalarla tehdit ediliyor. Özellikle TAI’nin bu konuda sicili oldukça kabarık. AKP tarafından atanan Genel Müdür Temel Kotil, “Üzülerek belirtmeliyim ki son zamanlarda birçok çalışanımız kendini iyi hissetmiyor. Mobbing diye nitelendirdiğimiz psikolojik bezdirme taktikleri bütün şirketlerin sonunu getirir” diyerek kendi yönetimi altındaki uygulamaları itiraf etmek zorunda kalmıştı. İşe alım sonrası ciddi bir soruşturma sürecinden geçen sektör çalışanlarının, soruşturmayı geçse bile sonrasında açıklama yapılmaksızın iş akitleri feshedilebiliyor.

Kurum içerisinden gelen yönetici kadroların tasfiye haberleri de her sene medyada yer buluyor. Genellikle yüzlerle ifade edilen sayılarda yöneticilerin tasfiyesi ve yerine kurum dışından AKP’ye yakın isimlerin atanması sektör rutinine dönüşmüş durumda. Son dönemde AKP gençlik kolları üyesi Mert Gökduman’ın ve Temel Kotil’in kardeşi Yusuf Kotil’in ROKETSAN’da yönetici olarak atanması sektör içerisinde tartışma yaratan konular oldu.

İş kazaları: Pek çoğunun üzeri örtülüyor

Sektörden gelen iş kazası haberlerinin sayısında da ciddi artış var. 2018 yılında MKE’de gerçekleşen kazada 1 işçi hayatını kaybetmiş 4 işçi ise yaralanmıştı. 2020 yılında ise ROKETSAN patlayıcı malzeme üretim alt yapılarında meydana gelen ciddi patlama sonrası Ankara Valiliği can kaybının olmadığını ancak 3 çalışanın yaralandığını açıklamıştı. Sektörün stratejik önemi gereği pek çok iş kazasının kurumlar içerisinde kapatıldığını ve medyaya yansımadığını belirtmek gerek. Özellikle patlayıcı malzemeler ve insanlı-insansız saha testleri sektör içerisinde iş güvenliği riskinin öne çıktığı alanlar. Bu operasyonlarda çalışan işçiler cüzi miktarlarda tazminat ödeneği alsa da alınan risk karşısında söz konusu ödemelerin bir anlamının bulunmadığı belirtmek gerekiyor.

Bununla birlikte sektörün büyükleri ile birlikte ciddi sayıda firmayı içeren bir KOBİ havuzu mevcut. Büyüklerden savunma sanayine çalışan KOBİ’lere doğru ilerledikçe çalışma koşullarının çok daha kötüleştiğini ve denetimden uzaklaştığını not etmek gerek.

Enflasyon karşısında eriyen ücretler

Toplumun geneliyle birlikte sektörde istihdam edilen nitelikli iş gücünün de alım gücü ciddi oranda aşındığını belirtmek gerek. Beyin göçü dalgasını engellemek amacıyla yapıldığı iddia edilen resmi enflasyonun biraz üzerindeki zamlar gerçek enflasyon karşısında hızlı bir şekilde eridi. Sektör içerisindeki büyük firmalardan küçüklere doğru ilerledikçe enflasyon altında kalan zamlarla karşılaşmak olağan bir durum.

                                                               /././

Kulaklar yine uyarılara sağır oldu: 5 işçi göz göre göre yaşamını yitirdi (Birgün)

Ankara Elmadağ’daki MKE fabrikasında gerçekleşen patlamada 5 işçi hayatını kaybetti. Patlamadan önce emek meslek örgütlerinin kurumu defalarca uyardığı ancak bu uyarılara kulakların tıkandığı ortaya çıktı.

                                         Patlamanın ardından fabrikanın önünde insan kalabalığı oluştu.

AKP’nin rantı işçi sağlığı ve güvenliğinin önüne koyan politikaları yine emekçilerin canını aldı. Ankara'da Elmadağ'daki Makine ve Kimya Endüstrisi (MKE) Roket ve Patlayıcı Fabrikası'nda meydana gelen patlama nedeniyle 5 işçi hayatını kaybetti. Patlamanın ardından kuruma dair defalarca uyarı yapılmasına rağmen bu uyarıların kulak arkası edildiği ortaya çıktı.

Elmadağ’ın Tatlıca Mahallesi’nde faaliyet gösteren fabrikanın üretimhane bölümünde 08.45 sıralarında bir patlama meydana geldi. Patlamanın ardından fabrikanın üzerinde dumanlar yükseldi.

Milli Savunma Bakanlığı'ndan yapılan açıklamada, "Ankara’nın Elmadağ ilçesindeki MKE Roket ve Patlayıcı Fabrikasında bir patlama meydana gelmiştir. Patlama neticesinde 5 işçimiz şehit olmuştur. Olay ile ilgili adli ve idari soruşturma başlatılmıştır” denildi.
Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, fabrikada meydana gelen patlamaya ilişkin adli ve idari soruşturma başlatıldığını belirtti. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nca da patlama hakkında soruşturma başlatıldığı ve iki savcı görevlendirildiği açıklandı. 

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan da konuyla ilgili Twitter hesabından müfettiş görevlendirildiğini açıkladı. 

TECRÜBESİZ İŞÇİLER

Patlamanın ardından açıklama yapan Ankara Valisi Vasip şahin’in “tecrübesiz adamların çalışacağı bir yer değil” dediği fabrikada çalışanların 3’ünün işe yeni girdiği ortaya çıktı. Ölen kişilerden birinin 20 yıldan fazladır çalışan bir ustabaşı olduğu, bir işçinin iki yıldır, diğerlerinin ise henüz yaklaşık 2 aydır çalışan oldukları öğrenildi.

İLK PATLAMA DEĞİL

Patlama, MKE fabrikalarında gerçekleşen ilk olay değil. Yakın tarihte 2013, 2015, 2018 ve 2022’de patlamalar yaşanmıştı. Bu patlamalarda da can kaybı yaşanmıştı. 2013’te MKE’ye ait Kırıkkale’deki mühimmat deposunda patlama gerçekleşmiş, iki işçi hayatını kaybetmişti. İki yıl sonra hazırlanan bilirkişi raporunda ölen işçilerden Hakan Akbaş’ın patlamaya yol açmış olabileceği savunulmuştu. 2015’te Barutsan Roket ve Patlayıcı Fabrikası NGL Atölyesi'nde patlama meydana gelmiş, yaralananlar olmuştu. 2018’de ise 6 ayda tam 6 patlama yaşanmıştı. Yakıt işleme merkezinde meydana gelen kazada bir işçi hayatını kaybederken 4 işçi de yaralanmıştı. Dönemin Milli Savunma Bakanı Nurettin Canikli, patlamanın ardından yaptığı incelemede ürünlerin kaliteli olmasıyla övünmüştü. Geçen yıl eylül ayında ise Kırıkkale Barut Fabrikası’nda bir patlama daha meydana gelmiş ve 2 işçi yaralanmıştı.

UYARILAR YAPILMIŞTI

Patlamanın gerçekleştiği fabrikada örgütlü olan Petrol İş’in oluşabilecek kazalara ilişkin defalarca MKE’yi uyardığı ortaya çıktı. Örneğin 2012’de yapılan bir eylemde “Savunma sanayimizin en önemli kuruluşlarından biri olan MKE Barutsan Roket ve Patlayıcı Fabrikası Müdürlüğü işyerindeki sorunlarımız, her yıl bir önceki dönemden daha ağır hale gelmektedir. Bu işyerindeki sorunlarımızın temelini işçi sağlığı ve güvenliği, ücret dengesizlikleri ve taşeronlaşma oluşturmaktadır” denilmişti.

2013’te gerçekleşen kazanın ardından müfettişlerin yaptığı incelemede fabrikada tam 52 ayrı eksiğin bulunduğu belirtilmişti. Petrol-İş'in mücadelesi sonucu, İSİG önlemlerinin alınması için üretim geçici olarak durdurulmuştu. 2018’de gerçekleşen patlamanın ardından ise Petrol İş Ankara Şubesi ise şu uyarıları yapmıştı: “MKEK Elmadağ Barut Fabrikası’nda artık sözün bittiği yerdeyiz. Üzüntümüzü ifade etmek için kelimeler kifayetsiz kalmaktadır. Cumhuriyetimizin gözbebeği kuruluşlarından MKEK'in bu fabrikasındaki sorunlar bir türlü çözülememiş ve savunma sanayimiz ile ilgili atılım yaptığımız iddia edilen bu dönemde büyük bir acziyet sergilenmiştir.”

SON OLMAYACAK
Petrol İş Genel Başkanı Süleyman Akyüz şunları söyledi: "Daha önce gerçekleşen kazaların ardından incelemeler yaptık, uyardık. Ama dinleyen olmadı. Temennimiz bu patlamanın son olması. Ancak bu çalışma koşullarında korkarım ki son olmayacak"

BirGün’e konuşan Petrol İş Genel Başkanı Süleyman Akyüz şunları söyledi: “Çalışma koşulları açısından baktığımızda, kendi iş güvenliği uzmanımızı birkaç sene önce oraya göndermiştik, raporladık, uyarılar yaptık. Çalışma ortamı açısından sıkıntılı bir yer. Bu ülkede her gün 5-6 can iş kazalarında gidiyor. Burası birçok kimyasalın kullanıldığı riskli bir yer. Cesetler parçalanmış. Temennimiz bunun son olması. Ama bu çalışma sistemi içerisinde korkarım ki son olmayacak.”

Canikli’nin 2018’deki “modernizasyonu tamamlayacağız” iddiasını sorduğumuz Akyüz şöyle devam etti: “Tamamen yapıldı diyemem. Kısmen de olsa yapılmıştır ama birçok bölümüne dokunulmamış. Orada iş biraz ağır ilerliyor. O yüzden her kaza felaket oluyor. Oranın riski sadece çalışan için değil bölge için de geçerli. Dolayısıyla çok daha emniyetli hale getirilmesi lazım.”

TMMOB Kimya Mühendisleri Odası Önceki Dönem Başkanı Dr. Ali Uğurlu da patlama hakkında açıklama yaptı. "Büyük Endüstriyel Kazaların Önlenmesi Ve Etkilerinin azaltılması Hakkında Yönetmelik"in (BEKRA) 2013’te yayımlanmasına rağmen 2020 yılında yürürlüğe girdiğini hatırlatan Uğurlu şunları aktardı: “Patlayıcı tesislerinde BEKRA’nın gerek ertelemelerden, gerekse istisnalardan  ötürü yeterli önlemleri karşılamadığı görülmüştür. Patlayıcı tesislerinin periyodik denetiminde kullanılan formlara proses güvenliği kontrolü ile ilgili maddeler eklenmelidir.”

SORUMLUSU SİSTEM

KESK’ten yapılan açıklamada ise "Patlamanın her yönü ile titizlikle araştırılmasını, sorumluların açığa çıkarılmasını bekliyoruz. İşçileri aramızdan alan çalışma hayatını kuralsız hale getiren, çalışanları korumasız bırakan sistemdir" denildi. 

TKP Ankara İl Örgütü’nden yapılan açıklamada ise şunlar denildi: "Patlamanın sebebi AKP iktidarının üretim baskısı, kâr hırsı, güvenli çalışma kültürünün terk edilmesidir." 

                                                                    ***

Kaza ve ölümler sürecek

Makine Mühendisleri Odası Başkanı Yunus Yener ise konuya ilişkin şu tespitleri yaptı: “AKP’nin 2023 yılı Milletvekili ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi yayımladığı Türkiye Yüzyılı İçin Doğru Adımlar Seçim Beyannamesi 2023’e baktığımızda ‘iş sağlığı güvenliği’ alanında iktidarları döneminde yapılanlara sahip çıktıkları görülmektedir. Bu yaklaşım kaza ve ölümlerin aynı hızla süreceği anlamına gelmektedir. Tüm uygulamalarda işçilerin sağlık ve güvenliğini sağlamaya yönelik değil, işverenlerin kârlarını artırmaya ve önlem almayan işverenleri cezalandırmaya değil, neredeyse ödüllendirmeye yönelik olduğunu görüyoruz.”

Yener yapılması gerekenleri özetle şöyle sıraladı:

• Sağlıklı ve güvenlikli bir ortamda çalışmanın her çalışanın hakkı olduğu, İSİG’in sağlanmasının öncelikle devletin ve işverenin görevi olduğu benimsenmelidir.

• İSİG’e ilişkin düzenleme ve denetleme yetkisi, ÇSGB’nin yanında Sağlık Bakanlığı, üniversiteler, sendikalar, TTB ve TMMOB’den oluşan, idari ve mali yönden bağımsız bir enstitüye verilmelidir.

• Bilimsel ve teknik ölçütler doğrultusunda atılacak adımlar ile göz göre göre “geliyorum” demekte olan facialara son vermek mümkündür. Bunun için önce insan hayatına ve emeğe değer veren bir yaklaşımın benimsenmesi gerekmektedir.

• Sendikalar, işyerlerinde İSİG konusunda denetim yapabilmelidir.

                                                                     ***

İki iş cinayeti daha

MKE fabrikası dışında da dün iki iş cinayeti daha meydana geldi. 18 yaşındaki Ahmet Kurt, Mardin Artuklu’da bina inşaatında üzerine demir pano düşmesi sonucu hayatını kaybetti. Kurt’un çalışmak için Osmaniye Düziçi’nden gittiği ortaya çıktı. 61 yaşındaki Yakup Güçlü ise Konya Kulu’da inşaatın 4’üncü katında boya yaparken pencere korkuluk demirlerinin kırılması sonucu düşerek yaşamını yitirdi.

                                                                /././

MKE Roket ve Patlayıcı Fabrikası'nda patlama: 5 işçi yaşamını yitirdi (Birkan BULUT-EVRENSEL)

Makine ve Kimya Endüstrisine ait (MKE) Roket ve Patlayıcı Fabrikası’nda meydana gelen patlamada 5 işçi can verdi. Fabrikada çalışan deneyimli işçilerin askeri fabrikalara gönderildiği, fabrikada işçi sayısının azaltıldığı ve atölyedeki bakımın daha önce olduğu gibi her zaman aynı kişiler tarafından yapılmadığı, nerede iş yoğunluğu varsa işçilerin orada çalıştırıldığı öğrenildi. İşyerinde örgütlü olan Petrol-İş Ankara Şube Başkanı Ali Haluk Koşar, artan iş yüküne dikkat çekerek MKE’yi eleştirdi.

MKE’ye ait Elmadağ fabrikasında meydana gelen patlamada 5 işçi hayatını kaybetti. Ambulans, itfaiye ve AFAD araçlarının geldiği MKE'nin önünde aileler toplandı. Aileler haber alamadıkları yakınlarına ulaşmaya çalışırken, hayatını kaybeden işçilerin yakınları cenazelerin çıkmasını uzun süre bekledi. Cenazelerin teşhisi için aileler içeri alındı.

DENEYİMSİZ İŞÇİLER RİSKLİ İŞTE ÇALIŞTIRILDI

İşçilerin birinin 25 yıldır çalışan bir usta olduğu, diğer işçilerin ise işe yeni girdiği ortaya çıktı. Bir işçinin iki yıldır, diğer 3 işçinin işe henüz 1.5-2 aydır çalıştığı öğrenildi. Bir işçi deneyimli personelin askeri fabrikalara gönderildiğini ve birkaç yıldır çalışan işçilerin bu işi yaptığını söyledi. Birçok işçi deneyimsiz personelin çalıştırılmasının tehlikesine dikkat çekti.

PATLAMA BAKIM SIRASINDA MEYDANA GELDİ

Enkaz başındayken gazetemize konuşan Petrol-İş Ankara Şube Başkanı Ali Haluk Koşar, üretim hazırlığı sırasında, bakım yaparken patlamanın meydana geldiğini aktardı. Kamera kayıtlarına bakıldığı ve incelemenin sonucunda patlamanın sebebinin tam olarak netleşeceğini belirten Koşar, ağırlaşan çalışma koşulları nedeniyle kurum yönetimini eleştirdi.

"ATÖLYEDE BAKIM YAPAN İŞÇİ ARTIK SABİT DEĞİL"

Petrol-İş Ankara Şube Başkanı Ali Haluk Koşar atölyedeki bakımın eskisi gibi her zaman aynı kişiler tarafından yapılmadığını, nerede yoğunluk varsa işçilerin orada çalıştırıldığını söyledi.

ANONİM ŞİRKET OLDU, İŞÇİLERİN KOŞULLARI AĞIRLAŞTI

Gazetemize konuşan işçiler ise çalışma koşullarına tepki gösterdi. Bir işçi patlamanın meydana geldiği atölyede, dinamit yapımı için nitrogliserin, nitroselüloz ve amonyum nitrat karışımının gerçekleştiğini ve bunun için mikser kullanıldığını söyledi.

Üretim hazırlığı yapıldıktan sonra işçilerin dışarı çıktığını ama patlamanın öncesinde bulunduğunu aktaran işçi, “Bakım, dikkat, temizlik! Bizim bu işteki kuralımız bu. Ancak bunun için de çalışma koşullarının iyi olması gerekiyor. Anonim şirket sistemi geldikten sonra çalışanlar değişti. Eskiden herkesin bakım yaptığı atölye belliydi ama artık birinde iş bitince diğerine geçiliyor. Orda çalıştın zehri aldın, yetmedi bir de diğerine geçiyorsun. Bu dikkati de temizliği de etkileyen şeyler” diye konuştu.

BAŞSAVCILIK: 2 SAVCI GÖREVLENDİRİLDİ

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı ise yaptığı açıklamada patlamaya ilişkin iki Cumhuriyet Savcısının görevlendirildiğini duyurdu.

Yapılan açıklamada şunlar kaydedildi:

"10 Haziran 2023 günü saat 08.50 sıralarında Elmadağ ilçemizde faaliyet gösteren MKE Barutsan fabrikası içerisinde meydana gelen patlama ve 5 işçinin ölmesine ilişkin olayla ilgili olarak Elmadağ Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından derhal iki Cumhuriyet Savcısı görevlendirilmiş olup bizzat olay yerinde inceleme ve tespitlere başlamışlardır. Olayın adli boyutu tüm yönleriyle araştırılmakla, soruşturma titizlikle sürdürülmektedir."

HAYATINI KAYBEDEN İŞÇİLERİN İSİMLERİ BELLİ OLDU

Patlama hayatını kaybeden işçilerin kimlikleri belli oldu. Patlamada; işçilerden Mehmet Kutlu, İbrahim Özdemir, İhsan Küçükerdem, Ahmet Ünal ve Fırat Elverir, hayatını kaybetti. Patlamada hayatını kaybedenlerin aileleri, yaşamını yitirenlerin vücut bütünlüğünün bozulması nedeniyle Elmadağ Devlet Hastanesi'ne giderek DNA örneği verdi. İşçilerin evlerinin önlerine ise taziye çadırları kuruldu.

BAKAN GÜLER, FABRİKADA İNCELEME YAPTI

Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler, patlama sonrası Hatay'daki programını yarıda keserek Ankara'ya döndü. Patlamanın meydana geldiği Elmadağ'daki fabrikaya giden Bakan Güler, burada patlamaya ilişkin incelemelerde bulunarak yetkililerden bilgi aldı. Bakan Güler, aldığı brifingin ardından patlamaya ilişkin açıklama yaparak, kendisinin Hatay'da hudut denetlemesi sırasında patlama bilgisini aldığını ve denetleme faaliyetlerini yarıda keserek derhal Ankara’ya döndüğünü belirtti. Güler, "İlgili kurumlarımız ilk andan itibaren adli ve idari soruşturma için gerekli bütün faaliyetleri icra ettiler. Cumhuriyet Başsavcılığımız önce iki savcı arkadaşımızı tahsis etmişti, sonra iki savcı daha görevlendirerek bu çalışmalarını takviye ettiler. Bundan sonra elde edilen her türlü bilgi kamuoyuyla paylaşılacaktır. Başımız sağ olsun" dedi.

CHP'Lİ HEYET İNCELEMEDE BULUNDU

CHP Grup Başkanvekili ve Afyonkarahisar Milletvekili Burcu Köksal ile beraberindeki heyet de patlamanın ardından fabrikaya gelerek incelemede bulundu. İncelemelerinin ardından basın mensuplarına açıklamada bulunan Köksal, "Bu sabah saatlerinde bir patlama meydana geldi ve 5 vatan evladını kaybettik. Geride gözü yaşlı eşler, anneler, babalar var. Bu konunun takipçisi olmak zorundayız. Arkadaşlarımız ile birlikte Kaymakam Bey ve genel müdürden bilgi almaya çalıştık. Patlamanın neden kaynaklandığı, bir ihmal olup olmadığı konusunda araştırmaların titizlikle yapılmasını istedik. Konunun takipçisi olacağız. Burada 5 can gitti, hiçbir şey gidenleri geri getirmiyor. Bu patlamanın meydana gelmesinde kusuru olan varsa en ağır şekilde cezalandırılması gerektiğini söylüyoruz. Ailelerin acısını yüreğimizde hissediyoruz. Sürecin sonuna kadar takipçisi olacağız, patlama nasıl meydana geldiyse titizlikle araştırılıp kamuoyunun önüne sunulması gerekiyor. Sebebi olanlar varsa da cezalandırılması gerekiyor. Hepimiz çok üzgünüz" diye konuştu.

DAHA ÖNCE DE PATLAMALAR OLDU

MKE'de 1986, 1988, 1997, 2008, 2012, 2013, 2018'de de patlamalar meydana geldi. (İŞÇİ SENDİKA SERVİSİ)

                                                       /././

MKE’de 1986’dan beri işçi ölümü dur durak bilmiyor: AKP’li yıllarda arttı (Evrensel)

Ankara'daki MKE Roket ve Patlayıcı Fabrikası'nda 1986'dan beri patlamalar ve işçi ölümleri meydana geliyor.

1950’de kurulan devlet sermayeli MKE’de ilk patlama 1986’da yaşandı. 7 itfaiye eri feci şekilde can verdi. ‘88’deki patlamada şans eseri ölüm yaşanmadı. ‘97’de ise 1 işçi öldü. AKP’li yıllarda ölümler arttı. 2008’de 3 işçi öldü. 2012’deki patlamada 4 kişi hayatını kaybetti. 2013’teki patlamada ölen işçi “Telefonla kıvılcım çıkararak patlamaya neden olabileceği” iddiasıyla suçlandı. 2018’deki patlamanın ardından AKP’li Bakan Canikli, “Ürünlerin kalitesinde problem yok” dedi. Son patlama sadece 9 ay önce Kırıkkale’de meydana geldi ve 4 işçi yaralandı.

İLK PATLAMA 1986’DA

Yahşihan yakınlarındaki askeri mühimmat deposunda aşırı sıcaktan dolayı yaşanan patlamada 19 kişi yaralanmıştı. MKE’de yaşanan 2’nci patlama ise ilkinden 2 ay kadar sonra yaşanmış, bu patlamada 7 itfaiye eri yangını söndürmek isterken feci şekilde can vermişti. 350 işçinin çalıştığı TNT atölyesinde çıkan yangın, 2.5 ton TNT bulunan binada kuvvetli patlamalara neden olmuş ve halk, büyük korku yaşamıştı. Bu 2 patlamadan sonra 2 Şubat 1988’de yine mühimmat fabrikasında bir patlama yaşanmıştı. Bu patlamada can kaybı olmazken 500 librelik dolum atölyesinde maddi hasar oluşmuştu. 3 Temmuz 1997’de yaşanan patlama ise tüm dünyada yankı uyandırmıştı. Patlamada 1’i işçi 3 kişi hayatını kaybederken Kırıkkale, hayalet şehir olmuştu.

2008’DE ÇAY MOLASI FACİAYI ÖNLEMİŞTİ

Kırıkkale’deki bir diğer patlama ise 28 Ağustos 2008’de yaşanmıştı. MKE barut fabrikası peş peşe 2 patlamayla sarsılmıştı. Büyük bir yangının çıktığı patlama o kadar şiddetliydi ki 500 metre ileride çalışan 3 kişi hayatını kaybetmişti. O sırada işçilerin çay molasında olması ise büyük bir faciayı önlemişti. Olayda kulakları sağır eden 2’nci patlamayla birlikte tesislerde yangın çıkmıştı. Kırıkkale’de yürekleri ağızlara getiren son patlama ise 2 Ocak 2012’de meydana gelmişti. Yahşihan ilçesindeki Mühimmat Ana Depo Komutanlığı Ayırma ve Ayıklama Tesisideki patlamada 4 kişi hayatını kaybetmişti.

2013’TE ÖLEN İŞÇİ SUÇLANDI

Kırıkkale’de 21 Ağustos 2013’te MKE’ye ait barut deposunda büyük bir patlama meydana geldi. Fabrikaya yakın binaların camlarının kırıldığı patlama sonrası çıkan yangın ormanlık alana sıçradı. İki işçi hayatını kaybetti.

İki yıl sonra hazırlanan bilirkişi raporunda ölen işçilerden Hakan Akbaş’ın atölyeye cep telefonuyla girdiği ifade edilirken, hiçbir görüşme ya da mesajlaşma yapmadığı halde, bir varsayıma dayanarak, telefonu elinden yere düşürerek ya da sandalyeye ittirerek kıvılcım çıkarmış, böylece patlamaya yol açmış olabileceği savunuldu. İşçi Akbaş’ın birinci derece kusurlu olduğu ima edilirken, aralarında fabrika müdürünün de olduğu yedi sanığın ise tali kusurlu olduğu iddia edildi. Oysa davanın iddianamesinde bile işçilerin kusursuz olduğu vurgulanmıştı.

2018’DE PATLAMA OLDU, AKP’Lİ CANİKLİ ‘ÜRÜNLERİN KALİTESİNDE PROBLEM YOK’ DEDİ

Ankara Elmadağ’da Makina Kimya Endüstrisinin (MKE) yakıt işleme merkezinde 25 Mayıs 2018’de patlama meydana geldi. Bir işçi hayatını kaybederken 4 işçi de yaralandı. Milli Savunma Bakanı Nurettin Canikli, roket yakıtı üretimi yapılan atölyede roket yakıtlarının karıştırılması ve üretimi sırasında büyük bir patlamanın meydana geldiğini açıkladı.

Bakan Canikli, şunları söyledi: “MKE’nin tüm üretim tesislerinin modernize edilmesine ilişkin kapsamlı çalışma başlattık. Kazaların önlenmesi için modernizasyon çalışmamızı hızlandıracağız. Patlama olan atölyede üretilen yakıtlar, dünyanın en kaliteli yakıtlarından biri.”

9 AY ÖNCE BİR PATLAMA DAHA OLMUŞTU

MKE Kırıkkale Barut Fabrikasında 19 Eylül 2022’de bir patlama daha meydana geldi. Patlamada 2 işçi yaralandı. Bir işçi, “Öğlen istirahatine gidiyorduk. MKE Barut Fabrikası içerisine itfaiye ve polisler geldi. Şimdi müdahale ettiler. Patlama pres binasının içerisinde oldu. Biz de oturuyorduk yemeği yedik. Bizi bayağı bir titretti. Bizi çıkarttılar. 2 tane yaralı var, onlar da zaten ayakta” dedi. (İŞÇİ SENDİKA SERVİSİ)

                                                                   /././

DİSK: MKE'deki iş cinayetinin sorumluları yargılansın (Evrensel)

Ankara'da MKE roket ve patlayıcı fabrikasındaki patlamayla ilgili açıklama yapan DİSK İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Daire Başkanı Seyit Aslan, iş cinayetinin sorumlularının yargılanmasını talep etti.

DİSK İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Daire Başkanı Seyit Aslan, Ankara'da MKE roket ve patlayıcı fabrikasında meydana gelen patlama sonucu 5 işçinin hayatını kaybetmesiyle ilgili açıklama yaptı

Ankara'da Makine ve Kimya Endüstrisi Anonim Şirketi'nin (MKE) roket ve patlayıcı fabrikasında sabah 08.45 civarlarında bir patlama meydana geldiğini, patlamada 5 işçinin hayatını kaybettiğini belirten Aslan yaşanan faciada ölenlerin yakınlarına baş sağlığı diledi.

“DENETLEMELERDE ORTAYA KONULAN ÖLÜMLERE YOL AÇACAK TEHLİKELER GİDERİLMİŞ MİDİR?”

Yapılan resmi açıklamalarda  patlamanın kimyasal tepkime kaynaklı olduğu ifade edildiğini hatırlatana Aslan; “Geçmiş yıllarda da bu fabrikada patlamalardan kaynaklı ölümler yaşanmıştır. Aradan geçen zamanda ne tür önlemler alınmıştır? Değişik tarihlerde meydana gelen ölümlü iş kazalarının engellenmesi için işyerinde örgütlü sendikanın yaptığı  önlemler alınsın çağrıları, girişimleri bir karşılığını bulmuş mudur? Eski teknolojiye sahip olan, işçi sağlığı ve iş güvenliği açısından risk oluşturan üretim yapısının ve kötü çalışma koşullarının yeni facialara yol açabileceği konusunda defalarca girişimde bulunulmasına rağmen 6631 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanununa uygun önlem ve değişiklikler yapılmış mıdır? Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı müfettişlerinin yapmış olduğu denetlemelerde ortaya konulan ölümlere yol açacak tehlikeler giderilmiş midir? Yoksa eski teknolojiyle ve İSİG önlemleri alınmadan üretime devam mı edilmiştir?” sorularını sordu.

“İŞÇİ SAĞLIĞI VE İŞ GÜVENLİĞİ ALANINI KURALSIZ HALE GETİREN SİYASAL İKTİDARIN BİZZAT KENDİSİDİR”

Yaşanan patlamadan da anlaşıldığı üzere, önleyici, tehlikeyi sınırlandıran, ortadan kaldıran, çalışanların sağlık ve güvenliğini öncelikli olarak ele alan bir anlayışın olmadığının anlaşıldığını vurgulayan Aslan şunları söyledi; “İşçi sağlığı ve iş güvenliği mevzuatının askeri mühimmat üreten fabrikalarda da yaşama geçirilmediğini açık bir şekilde görmekteyiz. Daha da genelden baktığımızda, işçi sağlığı ve iş güvenliği alanını kuralsız hale getiren siyasal iktidarın bizzat kendisidir. 2012 yılından günümüze yapılan değişikliklere bakıldığında İSİG alanındaki düzenlemeler ya gevşetilmiş, ya belirsiz hale getirilmiş ya da sürekli ötelenmiştir. 8 yılda 6331 sayılı yasada yapılan küçük büyük değişiklik sayısı 40'ı bulmuştur.”

“PATLAMADAN KORUNMA DOKÜMANI FABRİKANIN GEREKLERİNE UYGUN OLARAK HAZIRLANMIŞ MIDIR?”

Mart 2019'da yayınlanan “Büyük Endüstriyel Kazaların Önlenmesi Ve Etkilerinin Azaltılması Hakkında Yönetmelik”te, askeri kuruluş , tesis ve depoları kapsamdışı bırakmış olsa da, Nisan 2013 tarihli “Çalışanların Patlayıcı Ortamların Tehlikelerinden Korunması Hakkında Yönetmelik”te “Patlamadan Korunma Dokümanı” hazırlama görevinin işverende olduğunun belirtildiğinin altını çizen Aslan; “İşletme yaptığı işin yarattığı tehlike ve risklere uygun alınması gereken önlemler  çerçevesinde “Patlamadan Korunma Dokümanı”nı fabrikanın gereklerine uygun olarak hazırlanmış mıdır? Bu önemli dokümana uygun tehlike ve risk değerlendirmelerini yapmış, çalışanlarını bu patlayıcı üretimine uygun eğitimden geçirmiş ve onlara patlayıcı ortamlarda alınması gereken önlemleri anlatmış ve özel kişisel koruyucu donanımı sağlamış mıdır? Her kazadan sonra bu hayati dokümanlar  değiştirilmiş ve geliştirilmiş, buna uygun tedbirler alınmış mıdır? Anlaşılan, bu dokümanların hazırlanması söz konusudur ama gelişen durumlar doğrultusunda gerekli özen , dikkat ve yenilenmede eksikliklerin olduğu gözden kaçmıştır. Aksi takdirde zaten bu patlama olmazdı, bu  katliam yaşanmazdı” dedi.

“ÖNLEM ALMAYAN SORUMLULARIN YARGI ÖNÜNE ÇIKARILMASINI TALEP EDİYORUZ”

Yaşanan facianın gerek işletmeler düzeyinde ve o işletmelerin özgün tehlike ve risklerine göre, gerekse de genel olarak kamusal bir işçi sağlığı iş güvenliği anlayışı hızla yaşama geçirilmesinin zorunluluğunu bir kez daha gösterdiğini vurgulayan Aslan; “Bunun için sendikaların, meslek oda ve birliklerinin bu politikalarda etkin rol alması şarttır. Ve son olarak,  ülkemizde bir İSİG sisteminin kurulması için sendikalar, meslek oda ve birlikleri ve üniversitelerin içinde olduğu özerk-demokratik bir kurumsal yapı oluşturulması konusunda etkili bir mücadele verilmesi kaçınılmazdır. DİSK olarak yaşanan bu faciada ölenlerin yakınlarına bir kez daha baş sağlığı diliyor, kaza nedenlerinin bir an önce raporlanmasını ve önlem almayan sorumluların yargı önüne çıkarılmasını talep ediyoruz.”

(derleyen: mstfkrc)


10 Haziran 2023 Cumartesi

EVRENSEL - 10 HAZİRAN 2023 -

ODTÜ’de Onur Yürüyüşü başlamadan polis müdahalesi

ODTÜ’de gerçekleşmesi planlanan 11. ODTÜ Onur Yürüyüşü gerçekleşmeden saatler önce polisler, üniversiteye giriş yaptı. Polisler yürüyüş için toplanan öğrencileri gözaltına almaya başladı.

ODTÜ’de gerçekleşmesi planlanan 11. ODTÜ Onur Yürüyüşü öncesi ODTÜ rektörlüğü Onur Yürüyüşü’ne izin vermediğini duyurarak öğrencileri tehdit etmişti. Rektörlüğün tarafından yapılan duyuruda “Belli bir grubun, üniversitemiz kampüsünü kendilerinin ülkemizdeki izinsiz yürüyüş merkezi olarak lanse etmeye çalıştığı farklı paylaşımlarından anlaşılmaktadır” denilen duyuruda, üniversite yerleşkesinde yürüyüş yapmanın kanuna aykırı olduğu iddia edildi. Gerekli her türlü güvenlik önleminin alınacağını söyleyen rektörlük, yürüyüş öncesinde okula çok sayıda polisin girmesine izin verdi.

ODTÜ Rektörlüğü’nün bir önceki gün attığı tehdit maili ve yasaklarına rağmen ODTÜ LGBTİ Dayanışmasının düzenlediği 11. ODTÜ Onur Yürüyüşü için saatler öncesinde üniversiteye çok sayıda çevik kuvvet polisi geldi. Kütüphaneye giren polisler, yürüyüş başlamadan öğrencileri gözaltına almaya başladı.

                                                         /././

Tek adam rejimini yenmenin yolu ‘ehvenişer’leri seçenek olmaktan çıkarmaktan geçiyor (İhsan Çaralan) 

Seçim sonrasında dövizi baskılayan önlemlerin kaldırılmasının arkasından dolar başta olmak üzere döviz karşısında TL’nin değer kaybı, döviz fiyatlarındaki hızlı yükseliş ilk olarak akaryakıt fiyatlarına yansıdı. Benzine bir seferde 2 lira 70 kuruş, motorine 1 lira 37 kuruş, oto gaza 67 kuruş zam yapıldı.

Dün öğleden önce itibarıyla dolar 23.70, avro ise 24.60 TL seviyelerinde rekorlarına yeni rekorlar ekliyordu.TL’deki bu değer kaybı buğday, un, ekmek, su, et ve süt ürünleri… gibi başlıca gıda maddelerine ve elbette ki üretiminde ithalat oranı yüksek olanlardan başlayarak tüm mallara, iğneden ipliğe zam olarak yansıyacaktır. Örneğin İstanbul’da ekmeğin 8 TL olabileceği konuşulurken, fırıncılar ekmek fiyatının 10 TL olmasını talep ediyorlar. Çaya yüzde 43 zam geldi bile!

Bu gelişmeler karşısında; kendisinden önceki tüm ekonomi bakanları ve onların arkasındaki Erdoğan’ın halka yeni zamlar ve vergi artışları ile hızla yükselen enflasyon karşısında söyleyecek bir lafı kalmadığında “Biraz sabır!” çağrısı yapması gibi Mehmet Şimşek de; “Hedeflerimize inşallah herkesin desteğini alarak ulaşacağız. Ancak biraz sabır ve zamana ihtiyacımız var” diyerek halkı sabırlı olmaya çağırdı.

Son yıllarda Erdoğan ve ekonomiden sorumlu bakanların bu kaçıncı, “Az kaldı her şey düzelecek biraz daha sabır” çağrısıdır herhalde sayısını hatırlayan yoktur.

‘ŞİMŞEK’E YARDIM DEMEK FATURAYI ÖDERKEN SES ÇIKARMA’ DEMEKTİR!

Hem Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sözcüleri ve Cumhur İttifakı, hem de Millet İttifakı(*)  partilerinin ekonomi uleması, Mehmet Şimşek’in kurtarıcı olarak propaganda edilmesine açıkça ya da utangaç bir biçimde destek vermektedir. Millet İttifakı medyası Erdoğan’ın bu manevrasını alkışlamaya hazır biçiminde bekliyorlar.

Erdoğan’ın ekonomik politikalarına en çok bağırıp çağıran, öfke krizlerine giren İbrahim Kahveci bile Halk TV’de açıkça “Mehmet Şimşek’e yardım etmeliyiz” diyenlere katılıyor. Gerekçesini de açıkça söylüyor: “Çünkü Millet İttifakının ekonomik programını uyguluyor!” Muhalefetin görüşlerine çok itibar ettiği Prof. Özgün Demirtaş bunu ilk dile getirdiğinde sosyal medyada linç edilmişti. Ama Millet İttifakının ekonomi uleması ve sermaye muhalefetinin, Şimşek’in şahsında temsil edilen IMF programına, belki ayrıntıları dışında tutarsak, muhalefet etmeyecekleri anlaşılmaktadır. Nitekim son gülerde böyle her durumda gündeme getirilen terane yeniden hatırlandı: “Hepimiz aynı gemideyiz!”

Nitekim Davutoğlu ve Babacan muhalefetteki geri adımlarını ekonominin de ötesine geçirerek, “İktidarın doğru yaptıklarına doğru yaptı, yanlış yaptıklarına da yanlış yaptı deriz”e çekmiş bulunuyorlar.

Prof. Dr. Yalçın Karatepe; “Hepimiz aynı geminin içindeyiz” ya da “Şimşek’e yardımcı olmalıyız”ın anlamının halka “Faturayı öderken ses çıkarmayın” demek oluğunu söylüyor.

SERMAYE PARTİLERİ İTTİFAKI, MAJESTELERİNİN MUHALEFETİ OLMA YOLUNDA!

Daha yakından bakıldığında sermaye cephesindeki kafa karışıklığının sadece ekonominin başına Şimşek’in getirilmesiyle sınırlı olmadığı görülüyor.

Seçim yenilgisinin bütün yükünü sırtında taşıyan CHP’nin “iç sorunları”ndan kafasını karıştırması nedeniyle olsa da, CHP yakın bilinen TV’lerde, belki nispeten TELE1 dışındaki TV’lerde, sadece Şimşek de değil MİT Başkanı Fidan’ın dışişleri bakanlığına, İbrahim Kalın’ın MİT başkanlığına atanmasında, Ali Yerlikaya’nın Soylu’nun yerine içişleri bakanı yapılmasında keramet keşfediyorlar. Hatta bu kabinenin Erdoğan’ın daha ılımlı bir iç politikaya yöneleceğinin işaretlerini taşıdığı üstünden tahliller yapıyor, tahminler yürütüyorlar.

Ama aralarında nüanslar olsa da Millet İttifakı partilerinin iktidarla yığınları en kolay karşı karşıya getirebilecekleri ekonomik sorunlarda iktidara karşı ayrıntıda kimi eleştirileri olsa da gerçek anlamıyla tek adam yönetimine karşı ciddi bir muhalefetlerinin olmayacağı anlaşılmaktadır. 14 Mayıs ve 28 Mayıs arasında seçim taktiğinin değiştirilerek, AKP ve MHP’yle ırkçılığa varan bir milliyetçilik ve terörle mücadele, militarizm, din istismarcılığı yarışına da girildiği dikkate alındığında, sermaye muhalefetinin genel olarak bir sermaye muhalefeti çizgisinden “majestelerinin muhalefeti” çizgisine evrildiğini gösteren gelişmelere tanık oluyoruz.

Erdoğan da bu gelişmeleri dikkate alarak ilk işlerden biri olarak “Ailenin korunması” merkezli anayasa değişikliği silahını kullanarak Millet İttifakı partilerini iyice dağıtacak bir hamle yapmaya hazırlanıyor.

İKTİDAR MUHALEFETİ SÜRGİT AYAĞA KALKAMAYACAK BİÇİMDE EZMEYİ AMAÇLIYOR

Erdoğan dün Merkez Bankası başkanlığına günlerdir öve öve bitirilemeyen Hafize Gaye Erkan’ı atarken Şahap Kavcıoğlu’nu ise BDDK başkanlığına getirdi. Böylece “kurtarıcı” Şimşek’e bir yardımcı da eklenmiş oldu. Hele de bu kurtarıcının kadın olması da eklendiğinde Erdoğan ve Şimşek’i övmek için bir bahane daha olacaktır!

Ama öte yandan;

  • * Seçilmesinin üstünden bir aya yakın bir zaman geçmesine karşın Can Atalay hâlâ cezaevindedir. Yeni Adalet Bakanı “Gezi davasından tutuklu olan Can Atalay’ın tahliye edilemeyeceğini” öne sürmektedir. Öyle anlaşılmaktadır ki, tek adam rejimi elden geldiğince cezaevinde tutmaya devam edecektir.
  • * RTÜK; Halk TV, TELE 1, Flash TV ve Fox TV’ye para ve yayın durdurma cezası yağdırmaya devam etti, bundan sonra da edecek görünüyor.
  • * Üniversitelerin geleneksel bahar şenlikleri ve Onur Ayı etkinliklerine yasaklar devam ederken bazı belediyelerin konserlerinde sahneye çıkacak olan sanatçıların hedef gösterilmesi ve sahneye çıkmalarının engellenmesine tanıklık ediyoruz.

Kısacası seçimden sonra Erdoğan’ın daha az yasakçı, daha çok demokrat olacağını iddia ederek Erdoğan övücülüğüne soyunanlar için bu gelişmeler bir hayal kırıklığı olsa da böylelerin hayal kırıklıklarını hızla tamir edecek yeteneklere sahip olduklarını da biliyoruz.

Ancak, açık ve gizli Erdoğan övücüleri ne derse desin tek adam rejiminin geldiği yerde amacı yumuşama, demokratik normlara daha uygun bir pozisyona girmesi değil tersine her türlü muhalefeti sürgit ayağa kalkamayacağı bir siyasi iklim oluşturmak için elinden gelen her şeyi yapmaktır.

Bütün bu sorunları aşmanın, gerçek bir değişim olmasının tek yolu ise siyaset alanını sermaye partilerinin açık av alanı olmaktan çıkaran, işçilerin, emekçilerin, her kesimden halkın talepleri etrafında birleşerek siyasete doğrudan müdahale eden bir çizgiye geçmeleriyle mümkün olabilecektir.

“Ehvenişerleri” seçenek olmaktan çıkarmanın yolu ise sınıf partisi ve demokrasi güçlerinin kendi tarihsel sorumluluklarının gereğini yapmalarından geçmektedir.

(*) Fiiliyatta bir Millet İttifakı yok ama aylarca çalışıp hazırladıkları ama artık adını anmadıkları2 bin 500 maddelik bir “ekonomik programları” vardı. Bu yüzden de Şimşek’in ekonomik programını tartışırken ifade kolaylığı bakımından sermaye muhalefeti partilerinin tutumunu burada Millet İttifakı partilerinin tutumu olarak ifade etmenin bir sakıncası olmayacaktır.

                                                               /././

Sahibine göre kişneyecek "Yeni Dönem" medyaya ne vadediyor: Habertürk’ten al haberi (Erol Aral)

Baktım da arşive…
Bir aydan fazla olmuş… (yine…)
Soner Yalçın’ın “beşli çete” ile ilişkisine dair iddiaları kurcalamıştım son yazıda[1] …
Dibine de “Mani çıkmazsa gelecek yazıda” randevusu vermişiz:
“Kendi yazılarından şahit göstereceğim, Soner Yalçın’ın muhalif Sözcü’de nasıl ince ince muhalefete karşı psikolojik harekat kokan hilebazlıklar döşendiğini…”
Demişiz... Falan da filan da…
İlk tur … İkinci tur…
“Hamdolsun” Soner Yalçıngiller muratlarına ermiş...
Hayır; biz kerevete filan çıkamadık; “masal” böyle bitmedi…
Muhalif ahali yakasına küserek, rüzgara kapılmış yapraklar misali sağa sola savruldu…
Muhtemelen pek çok evde o gece (Güneşi bol olsun Fikret Kızılok’un) “Bir harmanım bu akşam” halleri yaşandı…
Ben mi?!

BİR ‘O GECE’ HÜLASASI…

Dost var düşman var, sevindirmeyelim ikincileri, aramızda kalsın, Pasifik adalarından en ıssızını bulmaya çalışıyordum…
Bir gözüm haritada, diğeri, handiyse hatmettiğim YouTube belgesellerinde, kalıbı atacağım ücra bir köşe arıyordum…
Bir ara Nantucket geldi aklıma; Moby Dick… Ishmael’in Kaptan Ahab’ının diyarı… filan diye romantize ettim az biraz, aklım yattı evvela…
Lakin izlediğim belgeselde, malum iklim krizi sebebiyle adanın sular altında kalacağı bilgisini hatırladım…
Yok, korktuğumdan değil valla, ne zaman sulara gömüleceğini, hatırlamadığımdan vazgeçtim, Nantucket’ten …
Şunu da söyleyeyim meraklı okur; hayır benim kovukta Fikret Kızılok çalmadı, senin gibi harman olduğum o 14 Mayıs akşamı- bilmem, hatırlamıyorum, sırası gelmedi herhalde, şimdi, yazarken düştü zihnime ve andım sadece; “Çektiğim acıların demimdeyim… / Pişman desem değilim / harmanım bu akşam…” 
Bendeki hesaplaşma Kavafis’in limanına sığınmıştı:

“Dedin, ‘Bir başka ülkeye, bir başka denize gideceğim’…
Aklım daha nice kalacak bu çorak ülkede…”
Yani ülkeler bulamayacaksın, başka denizler bulamayacaksın…”
[2]

“Bu kenttir gidip gideceğin yer” dizelerini yüksek sesle okuya okuya sızmışım kanepeye..
Sabah iptal ettim, Pasifik biletini; pasifikasyona gelmedim, sarmaldan yırttım neticede…
“Nerede kalmıştık…” demeye kalmadı…
Ooo…
Biz küçük burjuva medceziri ile boğuşurken, Soner Yalçın “iş”e başlamış bile…
Kılıçdaroğlu gitsin mesaisi, “Ey CHP’li”[3] ajitasyonu evresine varınca…
Bendeniz de yine o at nalı başlıklarından birini çakmıştım, aldığım notların tepesine:

‘KILIÇDAROĞLU KAZANAMAZ’DAN ‘KILIÇDAROĞLU KAZANMASIN’ GOYGOYCULUĞUNA… VE SİNSİLİKTE SON PERDE: ‘EY CHP’Lİ KALDIR BAŞINI KARDEŞİM’ NİDASIYLA SENİ KIŞKIRTMAYA KALKAN ‘BEŞLİ ÇETE’ YALISINDAN SONER YALÇIN, PARTİNİ DİZAYN OPERASYONUNDA!.. ‘KURTLAR VADİSİ’NDEKİ CHP’Yİ ÇETELEMEYE DİKKAT!

Dikkat!.. Dikkat çeke çeke bir hal olduk biz de…
Beklesin biraz, sonra bakarız deyip, vazgeçtim…
Saray rejiminin yeni döneminde medyayı ne bekliyor?
Biraz buna bakmak istedim…
Saray rejiminin yeni dönemi…
“Yeni dönem” tarifine mim koyalım, biz de…
‘Biz de’ diyorum, zira takip edebildiğim kadarıyla, hatır sayılır bir ortaklaşma var, bu “Yeni dönem” ibaresi üzerinde…

ELBETTE ATASÖZÜNDEKİ O ‘AT’ GİBİ ‘YENİ DÖNEMDE SÖZÜN SAHİBİNE GÖRE KİŞNİYOR… KİŞNETİLİYOR…

Misal, Masum Türker’den gelsin… 
CNN Türk’te idi galiba..
Masum Türker, Melik Yiğitel… Saz heyeti seçim gecesi toplanmış, Erdoğan’ın “balkon konuşması”nı değerlendiriyor…
Masum Türker, yine akil adam pozlarında, sardırıyor…
Eskiden her “balkon” sonrası, Ertuğrul Özkök’ten okurduk Hürriyet’te; “Birlik mesajı verdi… Herkesi kucaklayıcı bir konuşma…”
“Kucaklama”…
Bu kez nasıl “kucaklanacağımızı”, Masum Türker anlatıyordu:
“Erdoğan yeni bir sayfa açmış…”
El hak, Masum Beyimiz şerh babında es geçmiyor, gerçi biraz konuşmasının başlarında Erdoğan, “Kılıçdaroğlu’nun performansını eleştir”miş ama… olsun…
Masum Türker, endişeye mahal yok kabilinden, uhulet ve suhuletle hazım telkin ediyor (ezcümle):
“Erdoğan herkesi kucaklayıcı yeni bir sayfa açıyor…”
“Yeni bir sayfa”nın başına, “Selo’ya idam” sloganları yazılsa da …
Kılıçdaroğlu’nu yuhalatma, “Kılıçdaroğlu’nun performansı…” olsa da…
Masum Türker’in “performansı” bu, işte…
Ama yalnız değil…
“Muhalif” Levent Gültekin’in “performansı”nın da hani Masum Türker’inkinden eksiği yok, fazlası var
İzlemedim, T24 portalında yine başka bir Levent Gültekin haberinin[4] hatırlatma/bilgi kutusundan öğrendim…
Levent Gültekin de meğer Erdoğan’ın yeni dönemde daha yumuşak bir liderlik pozisyonuna geçeceği izlenimini aldım” demiş…
Kıymetli mütefekkirimiz, (galiba arkadaşı) Ruşen Çakır’ın Medyascop’u da, feyz dağıttığı konuşmasının devamında da yüreğimize su serpmiş, feyz dağıttığı konuşmasında:
“Başka bir yöne doğru yönelmiş Tayyip Bey: AK Parti’nin cumhurbaşkanı olmaktansa Türkiye’nin liderliğine oynuyor. Toplumun bütün kesimlerine hitap edeceğe benziyor.”

LEVENT GÜLTEKİN’İN ‘TOPLUMUN BÜTÜN KESİMLERİNE HİTAP EDECEĞE BENZİYOR’ DEDİĞİ ‘TAYYİP BEY’ REJİMİ TAM O SIRALARDA OLSA GEREK, FOX TV’DEN TELE 1’E, HALK TV’DEN FLASH TV’YE... MUHALİF KANALLARA CEZA VERECEĞİ / ‘İNCELENECEK’ DUYURUSUNUN İCABINI YAPMAKLA MEŞGULDÜ…

Sonuç:
“Seçimler geride kaldı... RTÜK muhalif kanalların üzerine yine ceza olup yağdı”(7 Haziran 2023)
Ama eski Halk TV Yorum Programcısı Levent Gültekin, “Yeni dönemde daha yumuşak bir liderlik pozisyonuna geçeceği izlenimi alıyor”, Erdoğan’dan…
Eski siyasi İslamcı, acar muhalif suretli Gültekin’in, öngördüğü “Türkiye liderliğine oynayan Erdoğan”ın yönelimine tepkisi ne olur?
Meşhur “Hepimiz aynı gemideyiz” nakaratıyla başlayarak…
“Gün ayrılık gayrılık günü değil… Uzatılan eli görmezden gelemeyiz, ülke bu kutuplaşmayı daha fazla kaldıramaz” diyerek, ahaliyi “sağduyu”ya mı davet eder?
Yoksa memleketin selameti hesabına, “Saray’ın muhalefeti dizayn” operasyonunda yer almayı mı daha ‘verimli’ bulur?
Mesela CHP etabı istenen kıvamda seyretmezse, CHP’yi bölecek “yeni parti” için Baykalcılarla filan kolları mı sıvar, göreceğiz…
Şunu da göreceğiz:
Muhalif kesimi hayal kırıklığına uğratacak, Erdoğan rejimine yanlayacak isimler çıkarsa şaşırmayın… derim…
Bakın etrafınıza, “Yaptığı doğru işleri desteklemek lazım” diyenlerin kısık sesi çalınabilir kulağınıza…
Uğur Dündar sanki işaret fişeğini attı, bile denilebilir mi?
Dündar’ın geçen günkü mesajından söz ediyorum:
“Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ve ekibine hepimiz yardım etmeliyiz. Siyasi görüşlerimizi bir yana bırakıp sorunu çözmeye odaklanmalıyız. Zira bu ülke hepimizin.”
(8 Haziran 2023)
Ne var bunda canım (mı)?!
Bana pek masum geldiğini söyleyemeyeceğim…
Son misali Hulki Cevizoğlu olan AKP’ye iltica edenlerin yol/söz haritasına göz atın, ne demek istediğimi anlarsınız …
Uğur Dündar’ın AKP mültecisi olacağını pek zannetmiyorum doğrusu… (yanılıyor muyum?)
Ama o yola düşeceklere...

SARAY’A YANAŞMA PATİNAJI ÇEKECEKLERE ARGÜMAN ÜRETMİŞ OLDU, UĞUR DÜNDAR…

Şerbetliyiz; bir ölçü olsun:
Sabah’ın Balçık’ı bakalım ilk kime sıçrayacak, “bomba”yı ilk kiminle ve ne zaman patlatacak?..
Sorduğumuzla kalmayı umut ederek, şu “Yeni Dönem” mevzuna, daha rejimin ‘yeni döneminde medya’ meselesine dönelim… 

MEDYA ORTAMI REJİMİN HEDEFLERİNE GÖRE YENİDEN TANZİM EDİLECEK GİBİ GÖRÜNÜYOR    

Daha neyi, nasıl tanzim edecekler ki!!
İtiraz doğru ama eksik…
Rejimin hayattan öğrenme/ders çıkarma kabiliyeti küçümsenmemeli…
‘Ders çıkarma’ faslında herhalde medya en önde gelir…
Bilhassa son süreçte bir avuç muhalif medyanın yürüttüğü yayın çizgisinin dahi, İktidarı zaman zaman ne kadar zora sokabildiğini gördük…
Saray da gördü ve muhtemelen “hallola” notu düşüldü…
İzah edeyim….
Detayları kalsın…
Satır başlarıyla söylersek:
Rejimin Yeni Dönemi, milliyetçilikle simbiyotik ilişkisi kuvvetlenen Siyasal İslamcı faşizmin akamete uğrayan/tam hedefine ulaşamayan kurumsallaşmasını tamamlama doğrultusunda cüretkar, dirayetli hamlelerin damgasını taşıyacak, denilebilir…
Öngörünün kastı sürgit, mutlak katı bir şiddet sarmalı değil; hiçbir rejim buna dayanarak ayakta kalamaz zira…
Erdoğan rejimi azımsanamayacak iktidar pratiği deneyimi edindi; rıza-şiddet diyalektiği rejimin ihtiyaçlarına ve iç-dış konjonktürün şartlarına göre işletilmeye çalışacak; beklenmesi gereken bu…
Rejim ajandasının tehir edilmiş gibi kimi kalemleri doğrudan, bodoslama gündeme sokularak pratiğe dökülebilir…
Bu minvalde seçim zaferinin adeta “Yeni anayasa çalışması” ile birlikte duyurulması bu projeksiyonda nereye oturuyor?
Şuraya:
De facto sürecin hukuki/anayasal çerçeveye kavuşturulması…
Doğusu ise bu hipotezimiz, bize iki şey söyler:
Rejim kimi zaman infiale yol açabilecek de facto hamlelerini, muhalefetin karşı çıkmadığı/icabında destekleriz mesajıyla karşıladığı anayasa hazırlığı masasının üstüne koyacak…

[iç not: Rejimin infiale yol açacak, toplumda sarsıntılara yol açması muhtemel girişimlerinin daha çok HÜDA PAR aracılığıyla gündeme sokulacağını söylemek kehanet sayılmaz… HÜDA PAR’ın Mecliste konuşlandırılmasını biraz da bu Saray’ın yüklediği bu “mayın eşeği” misyonu ile alakalı olduğunu sanıyorum.]

İkincisi de bütün bu “milletin arzu ve istekleri” ambalajına sarılmış dayatılan pratiklere toplumsal meşruiyet kazandırmak için çomak sokulamayacak ikna mekanizmalarını işletmek…
Medya işte burada devreye girecek…
Milliyetçiliğin siyam ikizi İslamcı faşizmin kurumsallaşmasına/hukuki forma kavuşmasında toplumun iknasında asli rol oynaması beklenen aygıtların başında gelen medya ortamını bu ihtiyaca göre düzenlemek istenecek…
Bu gayesinin meali şu:
Faşist kurumsallaşma çarkına çomak sokacak etkinlikte ve zenginlikte muhalif medya olmasın!
Hayır, hiç olmasın değil! Bilakis, varlığıyla rejime demokratik görüntü sağlayan/meşruiyet üreten muhalif medya olsun ama “yerli ve milli” kırbacıyla terbiye edilen, mümkün olduğu kadar kendi suretinde bir muhalif medya düzeni…

HABERTÜRK: BU DAHA BAŞLANGIÇ MI?!

Bana kalırsa Habertürk patronu bunu ilk görenlerden oldu- tabii onlara sadece gidişatı okuma, ona göre tavır alma hakkı tanınıp tanınmadığını bilmiyoruz…
“Habertürk Cengiz’e satılıyor” haberlerinin dolaşıma sokulması vesaire, belki de Ciner Medya’ya sunulan az seçenekli tercih baskısına işaret ediyor…
Öyle görünüyor ki, Ciner Grubu “satış”a gelmedi; siyasetten çekilmekte karar kıldı…
Bana kalırsa, Fatih Altaylı bunu biliyordu ve ilk ayrılan olmasının sebebi de Altaylı’nın tarifiyle “Turgay Bey ile arkadaş olmaları…”
Muhtemelen Ciner, vaziyet bu merkezde, sen harcanma arada, niyetiyle, “dostça” yol gösterildi, Altaylı’ya…
Habertürk’te olan biten bu ve muhtemelen çok daha fazlası da var…
“Çok daha fazlası”na dair yapacağımız spekülasyonun donesini de bak şu tesadüfe, Oda TV’den aldık…
Soner Yalçın’ın Oda TV’sindeki “… Asıl hedef kim... HaberTürk’te aslında neler oluyor” başlıklı haberde açık açık yazıldı:“Odatv'ye gelen bilgilere göre HaberTürk’te yaşananlar hiç bu kadar yüzeysel değildi.
Yani:

‘HEDEFTE TEK İSİM VARDI: TURGAY CİNER!’

Doğru mu, bilinmez…
Oda TV’nin ipiyle kuyuya inilmez; hele ki Soner Yalçın’ın “beşli çete” ile yalanlanmayan ilişkilerinden söz ediliyorsa…
Hele ki HaberTürk’ün Cengiz Holdinge satışı “patlatılmışsa”…
Teenniyle karşılamak lazım, bunları…
Ama fakat, Turgay Ciner’in geçen yıl ABD’deki 2 milyar dolar yatırım yaptığı, “Ayrıca Ciner’in New York’a yerleşmek için dört katlı Tudor tarzı evi 22.9 milyon dolara satın aldığı” yazılıyor ise…
Ve tabii bütün bunları Oda TV, “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Türkiye’de kazanıp, sermayeyi Batı’ya götürerek, burada yatırım yapan Türk iş adamlarına mesafeli olduğu sır değildi” diyerek, “milli” çerçeveye oturarak sunuyorsa, asıl hedefte sahiden Turgay Ciner mi var sorusu meşruluk kazanıyor…
Oda TV aynı haberinin devamında yazdıklarıyla, bize medyada olacakları da haber veriyor olabilir mi?
Bakar mısınız şuna: 
“Seçim sürecinde Külliye medyayı ikiye ayırdı; milli olanlar- gayrimilli olanlar! Kendilerine muhalif olsa bile milli olanlara hoşgörüyle bakılırken, patronları sürekli yurt dışında yatırım yapan Ciner Yayın Grubu hakkında kuşkular doruğa ulaştı.
İktidar karşısında, başta ABD olmak üzere Batı’yı gördü ve zaten seçim konuşmalarında onlara karşı mücadele ettiğini söyledi. Hedefte bunların ‘yerli ortakları’ vardı!
Seçim sürecinde Ciner Yayın Grubu temsilcileri ile iktidar arasında çeşitli ‘uzlaşma’ görüşmeleri yapıldı.
HaberTürk’ün 28 Mayıs seçim gecesine kadar sürdürdüğü yayın çizgisi ipleri kopardı.”
Türkiye’de kazanılan paraların yurt dışına transferi filan…
Oda TV Habertürk’e çekilen operasyonu meşru gördüğünü pek saklama ihtiyacı hissetmemiş gibi…
Neyse, biz şunu görelim:
HaberTürk ile kopan ip, bağımsız medya ile Saray rejimi arasında bir ip çekme kavgasını haber veriyor…

------------

DİPNOT

[1] 6 Mayıs 2023, Soner Yalçın’a Sözcü’deki okuru da sormalı: Kılıçdaroğlu’nu elimine etme karargahı olarak gösterilen, RTE’nin “Eski Özel Kalem Müdürü” Hasan Dağcı’nın yalısını yurt edindiğin iddiası doğru mu? - Erol Aral - Evrensel

[2] Bu Kenttir Gidip Gideceğin Yer, Konstantinos Kavafis, Can Yayınları, 2. Basım, Ocak 2011

[3] Kaldır başını kardeşim… Niçin utanç duyasın, 01 Haziran Perşembe 2023. Soner Yalçın’ın Sözcü’deki aynı günkü yazısının Oda TV’deki başlığı bu…

[4] Levent Gültekin, Diken’deki köşesinde, özetle, Alevilerin CHP’yi Alevi partisi haline getirdiğini/getirmeye çalıştığını savunduğu bir yazı yazmış… Bunun üzerine aynı portal yazarlarından Dağhan Irak’ın istifasıyla sonuçlanan, Diken’deki tepkileri duyuran haberden söz ediyorum… (6 Haziran 2023) Dağhan Irak, Gültekin’e ajan provokatörlük imasında bulunduğu mesajı: “İnsanların Alevi olduğu için katledildiği bir ülkede, iki anekdota dayanarak mezhep tahrikçiliği yapmak için ya ajan provokatör ya geri zekalı olmak gerekiyor. Levent Gültekin zeki bir adam.” Bu bahiste, Gültekin değerlendirmesi meraklılarına: Levent Gültekin’e Rus ataların öğüdü: Camdan evin varsa komşunun camına taş atma - Erol Aral - Evrensel

                                                               /././

Yükselen milliyetçilik mi, gerileyen sol siyasallaşma mı?(Yücel Demirer)

Seçimler sonrasında, değişik kanatlardan söz birliği içinde yapılan yorumlarda ‘yükselen milliyetçilik’ten sıkça bahsedildi. Özellikle cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turunda Sinan Oğan’ın, oyların yüzde 5.2’sini alışı ertesinde “milliyetçiliğin zaferi”(!) ilan edildi. O kadar ki, Tuğrul Türkeş “Milliyetçiliğin lig çatısı altında toplanması” düşüncesini dile getirebildi. Türkiye’de oyların aşağı yukarı yüzde 65’inin sağ, yüzde 35’inin sol partilere dağılması geleneği, karamsar yorumların zemini oldu.

Yükselen milliyetçilik konusunu tartışan Cihan Tuğal “Sadece iktidardaki İslamcılar ve ülkücüler değil, ana muhalefet de milliyetçiliği destekledi. İkinci turda aşırı milliyetçi adaylar, hem iktidarı, hem muhalefeti kendi çizgilerinde konuşmaya zorladılar.” gözlemini aktardıktan sonra bu sürecin maddi temelleri olduğunu ve abartılmaması gerektiğini belirtmişti. Nuray Sancar, bu gidişe karşı duranları sıraladıktan sonra Tuğal’ın saptamasını tamamlarcasına milliyetçilik rüzgarından etkilenmeyen kesimlerin ‘örgütlenerek dokunulabilenler’ olduğunun altını çizdi: “Bu mücadeleler için ne kadar örgütlü iseler Mecliste de o kadar varlar gene. Ama sadece sandıktan çıkmadılar, bizzat sokaktan geldiler.” 

* * *

Kişinin ‘siyasal öğrenme’, siyaset haritasında kendisini bir yere yerleştirme süreci siyaset biliminde ‘siyasal toplumsallaşma’ ya da kısa haliyle ‘siyasallaşma’ olarak tanımlanır. Tıpkı bireyin toplumsal kuralları, norm ve değerleri aile, okul, arkadaş grubu ve benzeri ortamlar içinde öğrenmesinde olduğu gibi siyasal biçimlenme süreci de yaşamın ayrılmaz parçası olan toplumsal kurumlar içinde gerçekleşir. Siyasal algı çerçevesi aile, okul, mahalle, işyeri, spor kulübü, cemaat evi, kahvehane, kışla, kitle iletişim araçları, bilişim ağları ve bunlara eklenebilecek pek çok ortam içinde şekillenir. Örneğin yetişme çağında aile içinde itaate yapılan vurgu düzeyinin, ileri yaşlarda siyasal otoritenin emirlerini, bunları sorgulamadan uygulamayı beraberinde getirdiği düşünülür.

Medya ve sosyal medyadan gelen içerik de siyasal toplumsallaşma sürecini dolaylı olarak etkiler. Bu kaynaklardan gelen seçilmiş ve yorumlanmış bilgi, kişiyi doğrudan etkileyen faktörlerle etkileşim halinde siyasal evrenin sınırlarını çizer. Öte yandan, kişinin ‘normal’ bildiği yaşam koşullarını sarsan savaş/iç savaş, doğal afet, derin ekonomik kriz ve benzeri gerekçelerle yaşanan travmatik deneyimler siyasal sistemle olan bağı zayıflatabileceği gibi güçlendirebilir de.

Sayılan etkenlerin belirleyiciliği kişiden kişiye ve dönemden döneme değişir. Siyasal toplumsallaşma kanalları büyük ölçüde devlet kontrolü altında olsa da siyasallaşma yalnızca siyasal sisteme egemen olan değerlerin kuşaktan kuşağa iletildiği bir süreç değildir ve sürprizlerle doludur. Özellikle eğitimde devlet kontrolü ve yurttaşlık bilincini şekillendiren kuvvetli faktörlerin etkisi mahallede dernek, işyerinde sendika üyeliği ya da partili/örgütlü mücadeleye katılış gibi etkenlerle beklenenden aksi yönde şekillenebilir.

* * *

Türkiye’de “yükselen milliyetçilik” saptamasını ilk kez duymuyoruz. II. Meşrutiyetin ilanından sonra Türkçülüğün Türk milliyetçiliğine, yani siyasal bir akıma dönüşmesi ve örgütlenmesinden itibaren bu coğrafyada milliyetçiliğin siyasal alandaki yeri önemli oldu. Milliyetçiliğin devletin temel ilkelerinden biri olarak belirlendiği cumhuriyet dönemine aktarılan etkisi sürekliliğini korudu. Türkiye’de milliyetçilik akımlarının milletin tanımı, dine bakış, vatan kavramsallaştırması ve irredentist eğilimler üzerinden çeşitlendiği yıllarda da bu etki devam etti.

Bahsi geçen eğilim özellikle 1970’lerden itibaren Türkiye’nin dört bir yanında kurulan ve genç sosyalistlerin omurgasını oluşturduğu mahalle ve köy örgütlenmeleri ile kısmen etkisizleştirilmişti. ‘Direniş komiteleri’, ‘kooperatifler’, çeşitli dayanışma ağları halkı kucaklayarak ayrımların ‘modern bölüşüm dinamikleri’ ekseninde oturmasına büyük katkı sağlamış; milliyetçiliğin geleneksel gücünü geriletmeyi başarmıştı.    

14 ve 28 Mayıs günü oy vermek için gittiğimiz okullardaki ‘tarih köşeleri’ne, ‘belirli günler ve haftalar panoları’na egemen olan yoğun milliyetçi içeriği bir kez daha gördük. 1970’ler akılda tutularak, beşikten mezara kadar süren propaganda etkisinde yükseltilen milliyetçi söyleme kederlenmek yerine, bu eğilimin önüne dikilecek rasyonel örgütlenme olanaklarını geliştirmeye kafa yormak yerinde olacaktır. “Milliyetçi yükseliş” olarak tanımlanan devlet merkezli siyasal toplumsallaşmanın yanıtı, karşı sözün bağrında üretildiği örgütlenme dinamiklerinin geliştirilmesinde aranmalıdır. 

Her düzey ve düzlemde örgütlenme, başta gençler olmak üzere soran/sorgulayan herkese dokunma, denenmiş, etkili sonuç alınmış bir strateji olarak hayata geçirilmeyi bekliyor.

                                                                    /././

İstanbul Erkek Lisesinde bir oda (İzzettin Önder)

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla açılmış olduğu iddia edilen parantezin sonuna gelmiş bulunuyoruz. Müjdeler olsun tüm gerici kesimlere ki, parantezle sembolleştirilen cumhuriyetin son dönemini de neredeyse Osmanlı’nın son dönemi ile aynılaştırmış olduk. Gafillerin bir türlü anlayamadan parantez olarak nitelediği cumhuriyet yönetimi, büyük bir borç yığını, çağdaşlıktan uzak eğitim ve yönetim sistemi karmaşasında batan koca imparatorluğun çağdaş açılımla kendi özünde yenilenerek modern dünyada yerini alma biçimidir. Yeni cumhuriyeti, içine sızan ve zamanla siyasilerin de sahte davranışı ile beslenen cehalet ve yobazlıkla çürütüp, yüzyılın sonunda bu kez de aynen Osmanlı’nın sonu gibi Düyun-u Umumiye yönetimine muhtaç kıldık. O kadar ki, yeni ekonomi ve mali yönetime İstanbul Erkek Lisesinde uygun bir odanın tahsisi fevkalade manidar olur.

Düyun-u Umumiye yönetiminin altı vergiye el koyarak Osmanlı borçlarına tahsis etmesi ile günümüzde dayatılan “faiz dışı fazla” uygulaması arasında nitelik değil, nicelik farkı vardır. Şöyle ki, Düyun-u Umumiye İdaresinde toplanan altı vergi varidatı yabancılara olan borçların faizine tahsis edilecekti. Faiz dışı fazla anlayışında da durum aynıdır. Diğer bir deyişle, borç ve faiz ödemeleri kamu hizmetlerine önceliklidir. Olay buraya kadar gelmişse, bunda bir yanlış yoktur; zira borç alınmışsa, faiziyle birlikte borcun ödenmesi gerekir. Ancak borçların tahsildar gerektirecek kadar yükselmesi yönetimin basiretsizliği ile ilgilidir. Ekonomi yönetiminin basiretli olması ise, ülke yönetiminde siyasi parti beka hırsının ekonomi mantığının önüne geçmemesini gerektirir. Demem o ki, makro göstergelerde alarm noktasına gelene dek ülke yönetiminin tek-adam yönetiminde değil, ehil ellerde olması olmazsa olmaz koşuldur.

Bugün gelinen noktada, seçime kadar faiz-kur-fiyat sarmalı etrafında diretilen anlamsız hırs politikası ülke içinde servet transferine neden olduğu gibi, Merkez Bankasının rezervlerini eritti ve ekonomiyi ciddi şekilde dış kaynağa muhtaç kıldı. Bu durumda, Mehmet Şimşek hangi cephenin elemanı olarak devrede olabilir? Hükümetin anlamsız politikaları ile gerçekleşen servet transferine müdahale, hatta ters transfere yöneltme elemanı olarak mı, yoksa etliye sütlüye dokunmadan dış kaynağı çekme elemanı olarak mı? Birinci yöntem, servet vergisi vs. gibi politikaları gerektirdiğinden politik ve ekonomik güç karşıtlığıdır. Kaldı ki, AKP hükümetinin gerçekleştirdiği servet transferinin bir bölümü zaten kâr transferi olarak ekonomi dışına çıkarılmıştır. İkinci yol olarak yatırım ya da kredi şeklinde sağlanacak dış kaynak ise, emek ve toplumun güçsüz kesimleri üzerine yük yıkarak faiz ve kâr transferi şeklinde yurt dışına aktarılıyor olacaktır. Görülüyor ki, farklı politikalarla toplumun farklı kesimleri üzerine yük gelecektir.

Manzara şöyle ki, bir tür servet vergisini gerektiren birinci yol ne iktidarın ne de ekonomik güçlerin benimseyebileceği yoldur. Hele de, genel seçimin Pirus Zaferi’ni yerel seçimlerle taçlandırmak isteyen AKP birinci yola olumlu bakmaz. O zaman diğer seçenek olarak IMF ya da benzeri sistemlerin devreye sokulması kaçınılmaz olur. Bu durum, AKP’nin sadakatle uyguladığı 2000 IMF-Derviş programını anımsatır. Büyük bir olasılıkla, bu kez de IMF’yi elinin tersiyle ittiğini, hatta zaman zaman IMF’ye borç verdiğini söyleyen hükümet ile IMF-Şimşek programı karşı karşıya gelir. IMF’nin şablon programlarına aşinayız. IMF denetimi hükümet açısından iç yönetimi kolaylaştırır. Her türlü zam talepleri “IMF programına uygun değil” gerekçesiyle reddedilebilmekte ve yönetim suçlanmaktan kurtulmaktadır. Muhtemelen durum böyle gelişecektir.

Önümüzde bir yerel seçim olması hükümet-Şimşek ilişkisini, bazı diretmelerle biraz gerebilir. Yerel seçimlere kadar kur ve fiyatlarda şiddetli olmayan kıpırdanmalar izlenebilir. Bu arada seçim öncesi vadedilen zamlar, zaten enflasyonla geri alınacak, olduğundan uygulanabilir. AKP’nin mutat sistemi olan, projeleri ileriye atarak beklenti yaratma politikası da yerel seçimlere kadar durumu idare etmede devreye alınabilir. Yerel seçimler de atlatıldıktan sonra artık bir endişe kalmamış olarak Şimşek işe koyulabilir. Ancak, yerel seçimlere oldukça uzun bir dönem olduğundan, hükümetle Şimşek arasında ufak anlaşmazlıklar çıksa da Şimşek lehine bazı tavizlere girmesi tek-adam siyasetinin zoruna gitmeyecektir, zira Şimşek’in görev almasında tek-adam görüntüsünün perdelediği İngiltere faiz lobisi duruma hakim olacaktır. Aksi durum ülke ekonomisini ve mali durumu daha da zor duruma sokacağı için, tek-adam sistemini çaresizliğe mahkum edecek ve Şimşek’e engel olamayacaktır.

Ne diyelim ki, dünyaya gözümüzü kapattığımız sürece, içeride kendi aramızda afra-tafra satarak işlerin dünya standardında yürümediğini kafamızı duvara vurmadan anlamıyoruz. Bu durumu da acaba “Nas” ile mi, yoksa “Nas”ı da anlayamayacak derin cehaletle mi yorumlamalıyız? Biz hep eğitimi ülke vatandaşları açısından ele almaya alışığız. Oysa günümüz ülke koşullarında görüldüğü üzere, hem ülke halkları hem de seçilmiş siyasilerin skolastik ezberci eğitimden geçirilmiş olmasının emperyalistler açısından ne denli önemli bir avantaj olduğunu görüyoruz.

İşte değerli halkımız ve emekçilerimiz, bizleri bazı ulvi duygularla avutan ve siyasi erki ele geçiren siyasilerin kimlere nasıl hizmet ve servet sunduğunu lütfen düşünelim!

(derleyen:mstfkrc)