26 Kasım 2023 Pazar

KADINA YÖNELİK ŞİDDET-İSTANBUL SÖZLEŞMESİ - DOSYA - 26/ KASIM / 2023

Erdoğan İstanbul Sözleşmesi kararını savundu: 'Çekilmenin olumsuz bir yanı olmamıştır' (soL)

AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan, 'Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü'nde yaptığı konuşmada, İstanbul Sözleşmesi'nden çekilme kararını, "Olumsuz bir yanı olmamıştır" diye savundu.

AKP'li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Haliç Üniversitesi Konferans Salonu'nda düzenlenen Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü Programı'nda konuşma yaptı.

‘Bazı çevreler’ tarafından "aile yapısına saldırı" olduğunu öne süren Erdoğan, kadına yönelik şiddetin "aile kurumuna ters" olduğunu ifade etti.

Erdoğan, "Biz kadına yönelik şiddetle mücadeleyi aileyi yüceltme mücadelemizin parçası olarak görüyoruz. Aileye sahip çıkarak kadınların haklarını savunuyoruz" dedi. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanlığından başlayarak bu konuda önemli bir dönüşümü gerçekleştirdiklerini savunan Erdoğan, son 21 yıl içinde ‘sayması saatler alacak’ düzenlemeleri hayata geçirdiklerini söyledi.

İstanbul Sözleşmesi açıklaması

2012’de yasalaşan ve bazı ittifak ortaklarının karşı çıktığı 6284 sayılı ‘ailenin korunması ve kadına karşı şiddetin önlenmesi’ kanunundan bahseden Erdoğan, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmenin ‘marjinal gruplar tarafından istismar edildiğini’ iddia ederek,  "Marjinal grupların ve sapkın akımların istismar malzemesi haline gelen İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmemizin kadın hakları açısından olumsuz bir yanı olmamıştırdedi.

21 yılda çok sayıda ‘başarı hikayesi’ yazdıklarını ve bu hikayelerde kadınların da yer aldığını söyleyen Erdoğan “Bu ülkede eli öpülecek kadın aranıyorsa onlar vatanımız için hayatlarını feda eden şehitlerimizin anaları, eşleri, başımızın tacı öğretmenler, 15 Temmuz gecesi elinde bayraklarla darbecilere direnen demokrasi neferleridir” dedi.

Erdoğan, sözlerini şöyle sonlandırdı:

Kadınlar da hakikatlerin farkında olduğu için yürütülen istismar faaliyetleri taban tutamıyor. Tüm hayatları kendileri gibi davranmayanları tahkir etmekle geçenlerin, yaşam tarzı yaygaraları komiktir… Kadınların taleplerine önceliklerimizin en başında yer vereceğiz. Türkiye yüzyılı, kadınların yüzyılı olacak. Şiddetsiz bir Türkiye’yi sizlerle inşa edeceğiz.

                                                            /././

Kadın Dayanışma Komiteleri: 'Mağduriyetle değil, mücadeleyle varız'(İrem Yıldırım-soL/Söyleşi)

"Bu ülkenin geleceğinde biz de varız. KDK’lar olarak sadece şiddeti, baskıyı değil bu memleketin her sorununu konuşuyoruz. En önemlisi nasıl bir ülke istediğimizi konuşuyoruz."

“Kadınlar vitrin süsü olmayacak” diyor, Serap Emir. 

Kendisi Türkiye Komünist Partisi MYK’sinin Kadın Dayanışma Komiteleri’nden sorumlu üyesi, genç bir avukat. 

9 yıldır mesleğin içinde olan Emir, 6 yıl boyunca yaptığı işçi avukatlık dönemini anlatırken patronların “ekonomik şiddeti”ni de anlatıyor uzun uzun. Bitmeyen mesailer, verilmeyen haklar, hele ki kadınsanız daha da cüret bulan patronların nasıl çirkinleşebileceğini gözler önüne seriyor.

Mücadelenin, kadın olarak verilen mücadelenin çok daha büyük olduğunu her bir kelimesiyle hissettiriyor. 

Hem tanıklıkları hem de kendi tecrübeleri aslında neden kadın mücadelesinin sadece bir kimliğe sığmayacağını da dinleyen herkese gösteren cinsten. 

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü için bir araya geliyoruz Emir’le. Kadıköy’deki Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nin bir köşesinde biz söyleşirken, konuştuklarımızın aslında bizim hikayemiz olduğunu bir kez daha anlıyoruz.

Fiziksel, cinsel, ekonomik şiddet; mevcut düzenin tüm yükünü taşıyan emekçilerin karşı karşıya kaldığı şiddeti ve çözüm yollarını soruyor, bir de KDK’lar olarak çözümleri, yol haritalarının neler olduğunu öğreniyoruz.

İçinde yaşadığımız nesnelliğe dikkat çekerek başlıyor yanıtlamaya. İşçi sınıfıyla kadın mücadelesinin kesiştiği zamanların hem dünyada hem de Türkiye’de daha çok kazanım sağlanan, sesimizin daha gür çıktığı dönemler olduğunu söylüyor. “Biz şimdi böyle bir kesişimden yoksunuz. Özellikle 80’ler sonrasında bu ikisinin ayrışması için çok ciddi bir mücadele yürütüldü. Ve bu kadın mücadelesini büyütmek yerine yalnızlaştıran bir sonuç çıkardı ortaya.”

KDK’lar açısından işlerinin kolay olmadığını da ekliyor. Kadınlara iş yerlerinde, mahallelerde, üniversitelerde tek tek ulaşmaya çalıştıklarını söylüyor. Emir’e göre bu zor bir yöntem, hele ki işyerlerinde çok daha zor. 

Bunu şöyle açıklıyor:

“İş yerlerinde kadınların üzerinde çok yoğun bir baskı var. Kadın mücadelesi ve sorunları bir çeşit insan hakları ve kimlik sorunu anlamına indirgenmiş halde. Şiddetin ülkenin gerçekliği olduğunu biliyoruz fakat işyerlerindeki sömürünün de üzerinin kapatılmasına izin veremeyiz.”

Özelleştirme politikalarının kadınların hayatında nasıl etkilere yol açtığını anlatarak örnek vermeye devam ediyor: 

“Sağlık, eğitim özelleşmiş durumda. Yoksulluk zaten kadınlar için çok can yakan bir başlık. İşsizlik verileri kadınlar için yüzde 40’ların altına düşmüyor. Hele ki bir de kadınlar örgütsüz olduklarında iş yerlerinde kendilerini daha da yalnız hissediyorlar ve ses de çıkaramıyorlar.”

Burada şirketlerin ikiyüzlülüklerini de hatırlatıp devam ediyor:

“8 Mart’ta, 25 Kasım’larda şirketlerin kadın çalışanlara verdikleri karanfiller, hediyeler sömürünün makyajı. Verilerini açıklıyorlar mesela, biz şu kadar beyaz yaka kadın çalıştırıyoruz, şu kadar fabrika işçisi kadın çalıştırıyoruz diye. Tamam çalıştırıyorsun ama sen bu kadınları ne koşullarda çalıştırıyorsun? Fazla mesai ücretlerini veriyor musun? Her şeyi geçelim eşit işe eşit ücret veriyor musun?”

Burada aklıma hemen son dönemde gündeme gelen, Agrobay’da hakları verilmeyen kadın emekçiler geliyor. Patronlarının da kadın olduğunu hatırlıyorum. Haklarını vermeyen ve ekonomik şiddeti sonuna kadar kullanan patronun fiziksel şiddete de başvurduğu o anlar gelirken gözümün önüne Serap Emir, anlatılanın ötesindeki ekonomik şiddeti tane tane anlatıyor:

“Kadınlara şiddet türleri anlatılırken ekonomik şiddeti sadece partnerin, eşinin, sevgilisinin kadının kazandığı ücrete el koyması olarak ya da çalışma hakkını kısıtlaması olarak tarifliyorlar. Ama aslında ekonomik şiddetin en büyüğü iş yerlerinde patronlar tarafından uygulanıyor. Şiddet türlerini konuşacaksak bizim eşit emeğe eşit ücret vermeyenleri, emeği sömürenleri de konuşmamız gerekiyor.”

Şiddetin sadece erkekten değil, patrondan da veya iş arkadaşların da geldiğini hatırlatırken mücadele alanının burada sınırlandığının da altını çiziyor.

Araya girip, “Emek sömürüsü sonuçta sadece kadınlara yönelik değil, buradaki fark ne? Kadın, kadın olduğu için farklı bir baskıyla mı karşı karşıya?” sorusunu soruyorum.

“Görünürde böyle bir ayrım var diyerek örnekleyemesek de evet var maalesef. Toplumun her alanına yansıyan ‘makbul kadın’ çerçevesi, iş hayatına da yansıyor. En temel görev olarak annelik, ev işlerinden sorumlu olmak gibi maddeler sıralanıyor. Bu durum da evin dışında atılan her adımda kadının 1-0 yenik olmasına yol açıyor. Dinci gericilik ve sermaye burada kol kola. Dinci gericilik kadınlara rol biçerken ve bir çerçeveye sıkıştırmaya çalışırken, sermaye de buradan beslenip kadınları daha düşük ücretlere çalıştırıyor.”

Aslında mücadelenin büyük bir cehalete karşı olduğunu da hatırlatan bir örnekle devam ediyoruz. “HPV riski var” deyip KYK yurdundan uzaklaştırılan öğrenci örneği, KDK’ların ve o öğrencinin mücadelesiyle yani dayanışmayla bir başarıya ulaştı. Süreci soruyorum, anlatırken söylediği bir cümle ilham ve güç verici: 

“Yaşanan şey bir mağduriyet değildi, başarıya ulaşan bir mücadeleydi.”

KDK, HPV riski taşıdığı için yurttan atılan öğrenciyle birlikte nasıl bir yol yürüdü?

“Yurt eylemlerinin sonrasında özellikle KYK’larda örgütlülüğümüz büyüdü. Buradaki ağ büyüdükçe de öğrenciler yaşadıkları problemleri daha çok anlattı. Arkadaşımızın yaşadığı durumu da böylece öğrendik. Biz bir cahilliğe karşı mücadele ettik. Hekimler rapor yazdı, ilgili müdürlüklerle görüşmeler yaptık. TTB ve Eczacılar Odası da bu mücadelenin sonucunda işin içine girince, iş büyüdü. Büyüyünce de geri adım atmak zorunda kaldılar. Biz en sonunda öğrendik ki, süreç boyunca İl Sağlık Müdürlüğü’nden cevap beklediklerini söyleyenler cevabın hızla alınması için hiçbir adım atmamışlar. Basında hep bir kadının mağdur edilmesi yer aldı ama bu böyle değil; o kadın mağdur edilmedi mücadele etti, hem de bir örgütlülükle mücadele etti.”

Kadınların sadece mağduriyetleriyle gündeme gelmesini reddederken sözlerini şöyle tamamlıyor: 

“Mağduriyetle değil mücadeleyle varız.”

Gündemin sıcaklığında şiddet, cinayet davaları veya belli tarihler dışında (8 Mart, 25 Kasım) kadınların sözleri daha mı geride kalıyor?

“Kadınlar sadece kendi yaşamları, sorunlarıyla ilgili söz söyler noktaya getirildi. Ama bugün bu ülkede siyasetçisinden tutun tarikat şeyhine kadar, cumhurbaşkanından tutun Diyanet İşleri Başkanı’na kadar herkes kadınlarla ilgili söz söylüyor. Bu sözler haberleştiriliyor, kadınlar böyle tartışılıyor. Dönüp de kadınların sözü nedir sorusu sorulmuyor. Bir alana sıkıştırılmış durumdayız. Bu alanın dışında konuşmak ‘haddimiz değil’miş gibi bir algı var, bunu buradan çıkarmak zorundayız. Ekonominin gidişatı, AKP’nin maceracı dış politikaları, laiklik meselesi, gündem edilmeye çalışılan yeni anayasa… Bunların hepsi bizim hayatlarımızı etkiliyor. Bu ülkenin geleceğinde biz de varız. Tam olarak yapmaya çalıştığımız bu. KDK’lar olarak sadece şiddeti, baskıyı değil bu memleketin her sorununu konuşuyoruz. En önemlisi nasıl bir ülke istediğimizi konuşuyoruz.”

Haklarının yendiğini söylüyor bir sorum üzerine. Tüm bu sorunlar için düzeni işaret ediyor KDK’lar. Çözüm için ilk sözleri “düzen değişmeli”. Peki tekil örnekler diye soruyorum. Burada dengeyi nasıl sağlıyorlar? Düzen değişikliği için mücadele mi yürütüyorlar yalnızca yoksa onlara ulaşan veya kendi ulaştıkları tekil örneklerdeki durumlar için bir mücadele yürütüyorlar mı?

Bu yaklaşımın “ertelemecilik” eleştirilerini beraberinde getirdiğini söyleyerek başlıyor yanıtlamaya:

“Bizim tek sözümüz bu değil. Bizim eylemlerimiz, pratiklerimiz aslında diğer yola çıkıyor daha çok. Mahallelerde bizim KDK’larımıza gelen bir kadınla biz hukuki sürecinden tutun da o kadına yeni yaşam kurmaya kadar bir dayanışma örgütlüyoruz. Bugün bu kadar yoğun bir şiddet varken dayanışma olmadan tabiiki de bir mücadele yürütülemez.”

İstanbul Sözleşmesi’nin yürürlükten kaldırılacağı dönem yayımladıkları metni hatırlatıyor bir yandan da. “Ne yapmak istediğimizi, hangi sözü söylediğimizi anlatmak için iyi bir rehber” diyerek tarifliyor. İlgilisi için linkini ekliyorum ve devam ediyoruz…

Hem toplumun hem de yaşadığımız bu düzenin kadınlar üzerindeki etkilerini konuşurken cesareti de gücü de asla eksik olmayan tüm kadınların okulda, sokakta, aile içinde, arkadaş ortamında belli saiklerle sessizleştirilmesine geliyor konu. Gözlemlerini soruyorum.

“Ailemizden başlayarak üzerimize yüklenen tüm bu yüklerle mücadele etmemiz gerekiyor. Şiddeti, baskıyı, gericiliği konuşurken bizim adımıza kimse bunun sözcülüğünü yapamaz. İlk başta belki 10 kadın bir araya geldik ama bu sayı zamanla inanılmaz derecede arttı. Yan yana geldikçe daha çok konuştuk ve ve fark ettik ki sorunların ortaklığı birleştirdi bizleri. AKP ile geçen yılların çıktısını özellikle Anadolu’da görüyoruz. Oradaki kadınlar evlerinden çıkıp toplantılara gelirken bile düşünüyorlar, çünkü bu onlar ciddi bir karar konusu. Fakat bizim için şaşırtan bir şey oldu. Özellikle Doğu bölgesindeki illerden ciddi bir talep geldi KDK’lar adına. 25 ilde 25 buluşma gerçekleştireceğiz 25 Kasım’da. Biz henüz karar aşamasındayken, ilk talep onlardan geldi ‘biz bir şeyler yapmak istiyoruz’ dediler. Şimdi Türkiye Halk Temsilcileri Meclis’lerine aday çıkaracağız bu buluşmalardan. Çünkü sadece kendi hayatları için de değil, bu memleket için söyleyecekleri sözden geri durmuyor hiçbiri. 25 Kasım bizim için ‘patronların temsilcileri susacak, emekçi kadınlar konuşacak’ deme günü olacak.”

Bir adım öne çıkmaya ve cesareti toplamaya çağrı yapıyor KDK’lar, adaylık için para istenmeyeceğini söylerken gülümsüyor Emir. Akıllara siyasi partilerde adaylık için ödenen ücretler gelince günlerdir partisinin ‘kasa’ krizi gündemden düşmeyen Akşener de geliyor tabii. Milliyetçi ve muhafazakar kesime hitap eden, Türkiye’deki önemli siyasi partilerden birinin lideri ve kadın. Zaman zaman tartışılan bu konuya giriyoruz biraz da. “Bir kadının ülkede güçlü bir siyaset aktörü olması önemli mi? Mücadeleye katkı koyar mı?” diye soruveriyorum. Çünkü bilinen de bir gerçeklik, kadınlar yıllardır bağıran erkekler yanında bir de bağıran bir kadın gördüğünde bundan mutlu oluyor.

Daha da ciddileşiyor bu soruyu duyduğunda, büyük bir dikkatle açıklamaya çalışıyor:

“Siyaset böyle yapılan bir şeymiş gibi algılanıyor; bağıranın, laf sokanın kazandığı ve iyi olduğu düşünülüyor. Siyaset erkek işiymiş de senin de varolman için ‘erkekleşmen’ gerekiyormuş gibi bir dayatma mevcut. Ya aile içinden bir rol biçiliyor burada ya da erkekleşiyorsun. Örnek verelim: Erdoğan Akşener’e ‘gelin hanım’ demişti şimdiyse Özgür Özel ‘ablam’ dedi. Kadın siyasette aile kavramları üzerinden var edilmeye çalışılıyor. Bunun karşısındayız elbette ancak bunu kabul eden, bu imajı sürdürenler olduğunu da söylemekten geri durmamalıyız. 

Bunun panzehiri siyaset algımızın değişmesiyle mümkün. Çünkü siyaset Meclis’te bir takım koltuklarda oturanların yapacağı bir şey olmamalı. Mahallede, sokakta, biz sıradan insanların asıl siyaset yapması gerektiğini kabul ettiğimizde değişecek her şey.

Biz Akşener’in geçmişini biliyoruz. 90’lı yıllarda işlenen cinayetlerde parmağı var. İYİ Parti’yi sallayan para gündemi mesela. Sermayeden el altından para alındığı ortaya döküldü… Fabrikada çalışan emekçi bir kadının patronundan para alan bir Akşener mi o kadının hakkını savunacak? Özlem Zengin örneğinde de benzer bir şey yaşandı. İstanbul Sözleşmesi gündeminde… Acaba gerçekten çabaladı mı diye sempati oluşturuldu neredeyse. Bunların hiçbir önemi yok. Kimlikleri, bugüne kadar yaptıkları, imza attıkları şeyler ortada. Sırf kadın diye, kimse kusura bakmasın ne Akşener ile ne de Zengin ile dayanışamayız. Buna tek kalemde vergi borçları silinen Güler Sabancı’yı da ekleyelim. Kimlikçilik kılıfı patron ya da siyasetçi konumundaki kadınların üzerine koruma kalkanı giydirilmesine yarıyor. Kadın olması tüm günahları affettirebiliyor.”

Son olarak kadının “vitrinde” olma halini konuşuyoruz. Siyasi partilerde özellikle uzun zamandır hep vurgu yapılan, “kadın kotası”, “genç kotası” gibi uygulamalar… “Bu meşruiyet sağlama alanı mı?” sorusunu yöneltiyorum.

Son CHP kurultayından bahsederek başlıyor konuyu ele almaya. MYK’nın içinde gençlerin, kadınların olması epeyce gündeme taşınmıştı. “Puan toplamak için yapılıyor sanki” diyerek giriyor söze:

“Bu kadını sayıya indirgeyen bir tutum. Oysa ki kadın zaten sadece siyasette değil, toplumun her alanında öne çıkmalı. Böyle olduğunda bu kotalar kendiliğinden anlamını yitirecek şeyler. İyi niyetle de konuluyor olabilir bu. Bu iş kotayla olacak şey değil ama. Kadınların siyasal ve toplumsal hayatta pek çok engeli var önünde, bu engellerin kaldırılması lazım asıl.”

THTM’ler için aday olacak kadınları tekrar hatırlatıyor Emir, “aday adayı olmak için ne güçlü olmaları ne de para vermeleri gerekmiyor” diyor ve ekliyor:

“Kadınlar vitrin süsü olmayacak; tartışacaklar, konuşacaklar ve bu ülkenin sorunlarına hep birlikte çözüm üretmeye aday olacaklar.”

                                                        /././

KDK’lar 25 Kasım için birçok yerde buluştu (soL)

Kadın Dayanışma Komiteleri, 25 Kasım buluşmalarının bir kısmını düzenledi. Buluşmalar yarın da devam edecek.

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü dolayısıyla Kadın Dayanışma Komiteleri (KDK), Türkiye’nin birçok yerinde toplantılar düzenledi.

                                                                    Mecidiyeköy ve Şişli

Bugün bir araya gelen kadınlar, bulundukları yerelliklerde ve iş yerlerinde maruz kaldıkları şiddete karşı nasıl mücadele edeceklerini ele aldı. Toplantılarda birçok kadın söz alarak hem kendi sorunlarını ve yaşadıklarını dile getirdi hem de çözüm önerilerinde bulundu.

Kocaeli’deki KDK toplantısına, geçtiğimiz günlerde gündem olan, kaldığı KYK yurdundan “HPV riski var” denilerek uzaklaştırılan öğrenci kadın da arkadaşlarıyla birlikte katıldı. Söz konusu öğrenci, Kocaeli KDK’yla birlikte verdiği mücadelenin ardından yurda geri dönmüştü.

Konya KDK, bugün Gedavet Parkı’nda bildiri dağıtımı ve basın açıklaması planlamıştı. Bildiri dağıtımı sırasında Ülkü Ocakları’na mensup bir grubun saldırısına maruz kalan KDK ve TKP’liler, saldırı savuşturduktan sonra diğer kadın örgütleriyle birlikte basın açıklamasını yaptı.

Toplantıların bir diğer gündemi de, bir süredir kuruluş hazırlıkları sürdürülen Türkiye Halk Temsilcileri Meclisi’nin Aralık ayında yapılacak olan ilk oturumunda yaşadıkları bölgedeki insanları temsil etmek üzere katılımcı olacak adayların belirlenmesiydi. Toplantılarda adaylar belirlendi.

KDK’ların 25 Kasım buluşmaları, 26 Kasım Pazar günü de çeşitli yerlerde devam edecek.

KDK'ların 26 Kasım Pazar günü yapacağı buluşmalar şöyle:

Adana 

26 Kasım Pazar, 14:00, TKP Akkapı Semt Evi

Antep

26 Kasım Pazar, 15:00, Basın Açıklaması, Balıklı Parkı

26 Kasım Pazar, 16:00, Söyleşi, Belkıs Semt Evi

Batman 

26 Kasım Pazar 13:00, TKP Belde Semt Evi

Çorum

26 Kasım Pazar 13:00, TKP Bahçelievler Semt Evi

Eskişehir

26 Kasım Pazar 16:00, Vişnelik Semt Evi

Mersin

26 Kasım Pazar 13:30, TKP Halkkent Semt Evi

26 Kasım Pazar 14:00, Tarsus TKP Duatepe Semt Evi

Samsun 

26 Kasım Pazar 14:00, Atakum Cumhuriyet Semt Evi 

Tekirdağ Çorlu

26 Kasım Pazar saat 15:00, TKP Alipaşa Semt Evi      

Van 

26 Kasım 15:00, Ekşimaya Kafe  

Kadın Dayanışma Komiteleri’ne WhatsApp Hattı’ndan ulaşabilir, Kadın Dayanışma Komiteleri sosyal medya hesaplarından veya TKP’nin semt evleri üzerinden iletişime geçebilirsiniz. 

WhatsApp hattı: 0549 101 26 00

                                                      


Jean Mahfi Ayral Tözüm: Yeşilçam yıldızlarına ses veren o ses sustu (I+II) - Mesut Kara / Evrensel

 

(I)

Sesleriyle bilinen fakat tanınmayan insanlardı filmleri, dizileri seslendirenler: Dublajcılar. Onlar görüntünün üzerine konuşup ekranda görünen oyuncunun sesi oluyorlar, karaktere, tipe can verenlere ses oluyorlar.

Dublaj alanında dünya ölçeğinde çok başarılı olduğumuzu, bu alanda gerçekten de unutulmaz sesleriyle iz bırakan sanatçılarımız olduğunu söyleyebiliriz. Televizyon öncesi radyo programlarından, TRT’nin ilk yıllarındaki dizi ve filmlerden örneğin çizgi filmlerde Altan Karındaş’ın, Gazanfer Özcan’ın sesleri hâlâ kulaklarımızda. Unutulmaz sesler dendiğinde akla gelen ilk isimlerden biri de Müşfik Kenter’di. 
Kadın seslerinde; Adalet Cimcoz, Nevin Akkaya, Jean Mahfi Ayral, Altan Karındaş, Ani İpekkaya, Beyhan Saran, Birsen Kaplangı, Alev Koral, Işık Yenersu, Tomris Oğuzalp, Ayla Algan, Kadriye Kenter, Nevra Serezli, Nisa Serezli, Tijen Par, Parla Şenol gibi isimler oyuncuya ses olurken erkek seslerinde Ferdi Tayfur, Agah Hün, Abdurrahman Palay, Toron Karacaoğlu, Sadettin Erbil, Reşit Gürzap, Mahmut Moralı, Mücap Ofluoğlu, Kamran Usluer, Rüştü Asyalı, Haluk Kurdoğlu, İstemi Betil, Sezai Aydın, Pekcan Koşar, Mazlum Kiper, Nur Subaşı, Sacit Onan, Köksal Engür, Alev Sezer gibi isimler etkileyici unutulmaz sesleriyle ilk akla gelen isimler arasındadır.

Kimi yıldızlara, kimi karakter oyuncularına ses veren bu isimler o oyuncuların sevilmesindeki en önemli etkenlerden biri olmayı başarmışlardı. Diyelim ki başroldeki yıldız oyuncunun oyunculuğu zayıf, bildik karton rollerde “Rol yapmaya çalışarak işini yapan” bir görüntü verirken etkileyici sesiyle kendisini seslendiren sanatçı sayesinde seyircinin beğenisini kazanabiliyordu.
Yeşilçam’ın yıldız oyuncuları söz konusu olduğunda ilk büyük yıldızlar Sezer Sezin, Cahide Sonku, Muhterem Nur ve Belgin Doruk’tan “Dört yapraklı yonca olarak tanımlanan Türkan Şoray, Fatma Girik, Filiz Akın ve Hülya Koçyiğit’e kadar birçok Yeşilçam yıldızını seslendiren önemli dublaj sanatçılarımız genellikle Adalet Cimcoz, Nevin Akkaya, Jean Mahfi Ayral’dı. Bu yıldızların şarkılı sahnelerini de daha çok Belkıs Özener ve Sevim Şengül seslendirmişti.

Adalet Cimcoz, Nevin Akkaya, Belkıs Özener ve Sevim Şengül’ü başka yazıların konusu olarak saklayıp bu yazımızı geçtiğimiz günlerde aramızdan ayrılan Değerli Sanatçı Jean Mahfi Ayral Tözüm’e ayıralım.

ÇOCUK YAŞTA TİYATRO SAHNELERİNDE, DUBLAJ STÜDYOLARINDA

Unutulmaz Sanatçı Necdet Mahfi Ayral’ın kızı olarak 6 Ağustos 1928 tarihinde İstanbul’da doğan Fatma Mesanet Jeyan Ayral, 1978 yılında bir trafik kazası sonucu hayatını kaybeden Ses Mühendisi Rauf Tözüm’ün de eşiydi. Bu evlilikten İris (Tözüm) adında bir kızları ve bir torunları vardı. Babası Necdet Mahfi Bey, kızının özgün bir adı olsun istediğinden Farsçada “Aslanın kükrerken çıkardığı ses” anlamına gelen “Jeyan” adını verir.
Bilindik adıyla Jeyan Ayral, Beyoğlu Kız Lisesinden mezun olduktan sonra babası Necdet Mahfi Ayral’ın teşviki ve önerisiyle ilk kez 1938’de çocuk yaştayken Henrik Ibsen’in “Peer Gynt” (Peer Gynt) adlı oyununda Muhsin Ertuğrul tarafından oynatılarak sahneye çıkar. 
Tiyatroya da dublaja da babası elinden tutup götürmüştür. Yine o günlerde Mahmut Moralı ve Samiye Hün’ün yönlendirmesiyle “Mutlu Günler” filminin seslendirmesinde yer alarak dublaj yolculuğuna da başlar.

Jeyan Hanım başlangıç yıllarını ve sanat yolculuğunu şöyle anlatır: “1938-1983, evet 45 yılım tiyatroda geçti. Mesleğimi kendim seçmedim, meslek beni seçti. Şöyle ki Muhsin Ertuğrul, babama bir rol için küçük bir kız çocuğu aradığını söylemiş. Babam da beni elimden tutup Tepebaşı’daki Dram Tiyatrosuna Muhsin Bey’e götürmüş. Başlayış o başlayış tam 45 yıl. Babam Necdet Mahfi Ayral beni tiyatroya çalışmaya götürdüğü zaman bu işin bilincinde değildim. Peer Gynt-Solveige’un hayali rolü ile başladığımda küçüktüm. Hem okuluma devam ettim hem de tiyatroya. Yıllar geçip de tabii önce çocuk oyunlarında, sonraları genç kız, genç kadın rollerini aldığım zaman bu işin bilincine vardım. Tiyatro, çalıştığım yıllar boyunca benim için en ön plandaydı. Ek iş olarak seslendirme yaptım ve hâlâ da yapmaktayım. Sadece sekiz filmde oynadım, bunlardan sonuncusu Zeki Müren’in ilk filmi olan ‘Beklenen Şarkı’ idi. Benim yetiştiğim devirde konservatuvar yoktu ve ben tiyatro dersleri görmedim. Fakat öyle büyük tiyatro sanatçıları gördüm ki, onlar benim için hem okul hem de tiyatro dersi oldu.”

4 YAPRAKLI YONCA SESLERİNE SAHİP ÇIKMAMIŞ

29 Ekim 2023’te ülkede cumhuriyetin 100. yılı kutlanırken, insanlar “bayram havasındayken” Jeyan Hanım İstanbul’da kaldığı huzurevinde yaşlılığa bağlı doğal nedenlerden 94 yaşında hayatını kaybetti.
İstanbul dışında yaşadığımdan katılamadığım değerli sanatçının cenaze töreniyle ilgili   sosyal paylaşım ağlarında İllüzyonist Ve Tiyatro Oyuncusu Sermet Erkin’in yaptığı paylaşım ve bilgi ne yazık ki insanlığın en can yakıcı yüzünü/gelinen noktayı ve vefasızlığı bir kez daha gösteriyordu. Sermet Erkin katıldığı Jeyan Mahfi Ayral Tözüm’ün cenaze töreniyle ilgili yaptığı paylaşımda şöyle diyordu;
“Sanat sadece halk tarafından değil uygulayıcıları tarafından da değersizleştiriliyor. Bunun son örneği dünyanın sahne yaşı 92 olan tek oyuncusu Jeyan Mahfi’nin cenazesine sadece beş tiyatrocunun gelmesidir. Ulvi Alacakaptan, Nedim Saban, Nilgün Kasapbaşoğlu, Erhan Yazıcıoğlu ve ilerlemiş yaşına rağmen Atacan Arseven... 

Sinemada kendini yıldız kabul eden hanımların hepsi istisnasız şöhretlerini ona borçluyken bir teki cenazeye gelmedi. Sadece Hülya Koçyiğit’in bağış çelengi vardı. Diğerlerinin bu bile akıllarına gelmemiş. Onun konuştuğu filmlerden birinin sesini kapatın ve seyredin bakalım o yıldız hanımların oyunculukları size ne anlatacak. Dublaj Jeyan Mahfi, şarkılar Sevim Şengül ama hanımlar yıldız.”

(II)

Tanıyanların, birlikte çalışanların “Çok disiplinliydi, incelikli, saygılı ve nazik biriydi” dediği, Jeyan Mahfi Ayral Tözüm tiyatro yaşamıyla ilgili şunları söyler: “Büyük ustalarla oynadığım için kendimi çok mutlu hissediyorum. Arkadaşlarım bilir, oyuna da provaya da en erken ben giderdim. İşimi doğru, dikkatli ve iyi yapmaya çalışırdım. 39 derece ateş ve kısık sesle, zorlanarak oynadığımı anımsarım, oyunu aksatmamak için.”

Tiyatro sahnesinde izleme olanağı bulamadığım Jeyan Hanım’ı Orhan Arıburnu, Sami Ayanoğlu ve Cahide Sonku’nun birlikte yönettikleri Zeki Müren’in ilk, Jeyan Hanım’ın son filmi olan 1953 yapımı “Beklenen Şarkı”da Zeki Müren, Cahide Sonku, Sami Ayanoğlu, Bedia Muvahhit, Talat Artemel, Hadi Hün, Muhip Arcıman, Abdurrahman Palay gibi önemli isimlerin arasında oynadığı Türkan rolünde izlemiştim.

Filmde yer alma sürecini şöyle anlatır Jeyan Hanım: “Cahide Hanım bir gün, ‘Zeki ile filme başlıyoruz. Kızı sen oynar mısın?” diye sordu. Kabul ettim. ‘Beklenen Şarkı’, Zeki’nin ilk, benim son filmim oldu, dediğim gibi, daha önce de film çalışmaları yapmıştım. ‘Allah’ın Cenneti’, ‘Gençlik Günahı’, ‘Efsuncu Baba’, ‘Seven Ne Yapmaz?’ gibi. Evet, sinemaya devam edebilirdim, teklifler geliyordu birbiri peşi sıra ancak bir yanda tiyatro, ayrıca evlenmek üzereydim. Dahası, İstanbul dışı çekimlere bu yüzden gitmem imkansızdı. ‘Beklenen Şarkı’ gerçek anlamda bir hadise olmuştu. Hani, kapılar, çerçeveler kırıldı denir ya. Lale Sinemasının izdihamdan kapıları parçalanmıştı. Gişe rekorları altüst olmuş, film haftalarca gösterimde kalmıştı.”(*)

Seslendirme öylesine önemlidir ki oyuncu için Yılmaz Güney’i Cüneyt Arkın’ı ve birçok jönü seslendiren Abdurrahman Palay’a Yılmaz Güney; “Ben senle varım, sen varsan ben varım” der. Bir başka örnek unutulmaz muhteşem sesi ve üslubuyla, eklediği yeni sözcüklerle Öztürk Serengil’i yeniden yaratan Mücap Ofluoğlu’dur. Mücap Ofluoğlu olmasa Öztürk Serengil olmayabilir, bu kadar sevilmeyebilirdi.

TİYATRO SAHNESİNDEN DUBLAJ STÜDYOSUNA

Jeyan Ayral Tözüm’ün sahneye çıktığı sinemada da Mısır filmleri furyasının olduğu 1930’lu yıllar, babası Necdet Mahfi Ayral kızı Jeyan’ı 10 yaşında seslendirme yapması için eski Bursa Sokak’taki (Ahududu Sokak) Marmara Stüdyosuna götürür. “Aşkın Gözyaşları” filminde küçük bir çocuğu konuşarak ilk seslendirmesini yapar. Mikrofona boyu yetmiyordur henüz, bir iskemlenin üzerine çıkarırlar, öyle konuşur.  Boyu uzadıkça iskemle konmaz, küçük çocukları, genç kızları seslendirerek sürer dublaj yolculuğu.(**)

Yerli filmler dönemi başladığında yıldızların sesi olarak var olur yıllarda ve o yıldızları daha da sevmemizi sağlar. Fatma Girik’i seslendirdiği bir filmde Fatma Girik ödül alır, Jeyan Hanım ödül törenine katılan Yapımcı Nevzat Pesen’e “Oyuncu ödül aldı ama sesi benim” der. “Film oynarken bir an sesi kapatın, bakalım aynı tesiri sağlayacak mı? Bu nedenle, kazanılan o Altın Portakal’ın yarısı da benimdir, bana aittir” diye düşünür Jeyan Hanım.

Türkan Şoray’ı seslendirdiği, “Ağlayan Melek” filminde de hem Türkan Şoray’ı hem de Oya Peri’yi seslendirir aynı anda. Oyuncuların yan yana, karşılıklı oynadığı sahnelerde de hem Türkan Şoray’ı hem de Rum şivesiyle Tasula’yı canlandıran, Oya Peri’yi konuşur Jeyan Ayral Tözüm.

YILDIZLARIN SESİ JEYAN AYRAL TÖZÜM

Eski Türk filmlerindeki kadın seslerinin büyük çoğunluğu onundur. Belgin Doruk, Türkan Şoray, Filiz Akın, Fatma Girik, Hülya Koçyiğit, Semra Sar, Emel Sayın, Esen Püsküllü, Müjde Ar, Hale Soygazi, Gülşen Bubikoğlu, Neşe Karaböcek, Mine Mutlu, Necla Nazır, Ahu Tuğba, Belkıs Akkale, Gülden Karaböcek, Serpil Çakmaklı, Hülya Avşar ve Harika Avcı’nın da aralarında olduğu çok sayıda oyuncuyu birçok filmde seslendirdi.

Rauf Tözüm’le evlendikten sonra sinemayı bırakma kararı alan, tiyatro oyunculuğunu sürdüren Jeyan Hanım 1964-65’te “Çalıkuşu” oyununun unutulmaz oyuncusu olur. 1978 yılında tiyatro sahnelerini de bırakır ama dublaj hep devam eder. Üç yıl radyoda reklam spikerliği de yapan sanatçı son yıllarda TV dizilerinde oyuncu olarak yer alır. Emekliliğine kadar İstanbul Şehir Tiyatrolarında görev yapan Jeyan Hanım “Deli Saraylı”, “Bir Komiser Geldi”, “Kadınlar”, “Çalıkuşu”, “Ana” ve “Kış Masalı” dahil çok sayıda oyunda rol alır, 1982 yılına kadar sahneye çıkar.

Türk Tiyatrosu dergisinin şubat 1955 tarihli 284. sayısında Jeyan Ayral için şunlar yazılır: “Çalışkandır, öyle ki çalışkanlığı insana saygı telkin eder. Tıpkı derin akan nehirler gibidir Jeyan. Alayişten (gösteriş), farfaralıktan hiç hoşlanmaz, sükun içinde geniş adımlarla ilerler. Bu gidişle başarıdan başarıya ulaşacak kızımız. Ona, büyük ümitlerle bağlıyız. Amatörlük devrini Çocuk Tiyatrosu temsillerinde tamamladı. Tatlı sesiyle, dansıyla, oyunuyla uzun yıllar çocuk temsillerinde birçok başarı sağladı. Büyük piyeslerde ona rol verirken kimse küçük bir tereddüt, bir endişe duymadı. ‘Şafakta Gelen kadın’, ‘Vahşi Kız’, ‘Cakomina Kendine Gel’, ‘Eski Şarkı’, ‘Tehlikeli Dönemeç’ ve ‘Lilyom’da hatırı sayılır roller oynadı. O şimdi Altıncı Kat piyesinin en mühim bir genç kız rolünde harikulade bir başarı ile oynuyor: Topladığı alkışlar bir zaferin hakkıdır.”

Jeyan Ayral Tözüm yazıda da söz edilen bağlanan ümitleri, beklentileri boşa çıkarmadı sanat yaşamı boyunca. Tiyatrodan erken koptuğu için üzgündür ve onu da şöyle dile getirir: “Ama büyük bir söz söylemişim; ‘80 yaşıma da gelsem tiyatroyu bırakmam’ derdim. Fakat eşim Ses Mühendisi Rauf Tözüm’ü trafik kazasında kaybettikten sonra geçirdiğim bunalım beni tiyatrodan ayrılmaya mecbur etti. Şimdi üzgünüm! Ne çare yaşam koşulları bunu gerekli kıldı.” Jeyan Hanım ikinci kez emekliliğiyle tiyatro sahnesinden uzak kalır.

Kartal Tibet’in yönettiği “Bizim Aile” (1995) dizisiyle dizi filmlerde oynamaya başlar. “Gurbetçiler” (1996), “Dadı” (2000), “Tatlı Hayat” (2001), “Ekmek Teknesi” (2002), “Sahra” (2004) ve “Yaprak Dökümü” (2007) gibi dizilerde oynar.

Mesut Kara / Evrensel

--------------------------------

(*) Pınar Çekirge, Yıllardan Yıllara Geçen O Ses: “Jeyan Mahfi Ayral”. Tiyatro dergisi, 23 Şubat 2021

(**) Sadri Alışık Show 1993/Dublaj Sanatçıları, KANA L 6

24 Kasım 2023 Cuma

BİRGÜN GÜNDEM (Dosya) - 24/Kasım/2023 -

 Rüşvet çarkının gerisi gelecek mi?(Birgün)

Yargı içerisindeki rüşvet çarkında adı geçen Hâkim Sidar Demiroğlu hakkında görevden uzaklaştırma kararı verildi. Rüşvet zincirine dâhil olan ve para karşılığında hakkında tahliye kararı verilenlerin akıbeti ise merak konusu.

BirGün’ün "Yargıdaki rüşvet çarkı" haberi ile ortaya çıkardığı yargı içerisindeki rüşvet çarkının merkezinde olduğu iddia edilen isimlerden Hâkim Sidar Demiroğlu görevden uzaklaştırıldı.

İstanbul Anadolu Adliyesi’nde rüşvet karşılığı kararlar alındığını belirten Başsavcı İsmail Uçar dilekçesinde haberlere erişim engeli kararlarının para karşılığı verildiğini ifade etmişti. Uçar, yargı içerisindeki çetede avukatların da yer aldığını ve aynı hâkimin nöbetlerini takip ederek tahliye talebinde bulunduklarını belirtmişti.

Ayrıca Uçar yargıdaki çete yapılanması hakkında birçok hâkimin olduğu ve HSK’ye verdiği dilekçede konu ile ilgi alakası bulunan herkesin mal varlıklarının incelenmesi talebinde bulunmuştu.

Uçar’ın bu iddialarının ardından ise soruşturma kapsamında tek bir kişi hakkında çıkan görevden uzaklaştırma kararı verilmesi dikkat çekti. Yargı içerisindeki ‘çete’ iddialarının ortaya çıkmasının ardından Başsavcı Uçar’ın iddialarında bahsedilen çete yapılanması hakkında nasıl bir yol izleneceği ise merak konusu.

İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcısı İsmail Uçar, Anadolu Adliyesi’ndeki rüşvet ve usulsüzlük iddialarında Hakimler ve Savcılar Kurulu’na gönderdiği dilekçede daha önce sulh ceza hakimi olarak görev yapan Demiroğlu’nun da aralarında bulunduğu bazı isimlerin bir dizi usulsüz işleme imza attığını öne sürmüştü.

TAHLİYE EDİLENLERİN AKIBETİ NE OLACAK

Uçar, HSK’ye gönderdiği ve yargı içerisindeki rüşvet zincirini anlattığı dilekçesinde yargılanan kişilerin Hakim Sidar Demiroğlu, tarafından tahliye edildiği belirtmişti. Ayrıca Uçar, İstanbul Anadolu Adliyesi’nde para karşılığı sulh ceza hâkimliklerinde erişimin engellenmesine dair kararlar verdiğini aktarmıştı. Bunun üzerine Demiroğlu’nun bir günde 1073 tweet ve 67 haber için erişim engeli ile içerikten çıkarma kararı verdiği de ortaya çıkan diğer detaylar arasına girmişti.

Başsavcıya göre aralarında iş adamlarının, uyuşturucu kaçakçılarının, yasa dışı bahis örgütü mensuplarının yargılandıkları davalarda eldeki kanıtlara rağmen 4. Anadolu sulh Ceza Hakimliği tarafından tahliyeleri sağlanmış, dosyalar bu çete tarafından kapatılmıştı. Hakim Sidar Demiroğlu’nun görevden uzaklaştırılmasının dilekçedeki diğer iddialar hakkında ne yapacağı ise hâlâ soru işareti.

BirGün’ün ortaya çıkardığı dilekçedeki suçlamalardan bazıları şöyle:

• İş Adamı Metin Güneş’in ortağı Necat Gülseven hakkında hükmün açıklanmasının geriye bırakılması kararı ile ilgili dosya da Komisyon Başkanı Bakir Altun da devreye girmiş, mahkeme hakimine ‘Necat bey iyi birisidir, ben dosyada suçsuz olduğuna kani oldum. Beraat verelim’ teklifi reddedilince, yargılamanın yenilenme talebi ile mahkemedeki hakime kurulan baskı sonucu yeni hakim ataması ile beraat verildi.

• İstanbul Tuzla’da yapılan operasyonda da otomobilde 125 kilo metamfetamin ve kokain ele geçirilirken Araçtaki Hüseyin Karol ve Atila Yıldırım önce tutuklandı. Ardından avukatların itirazı üzerine Anadolu 4. Sulh Ceza hakimliği Atila yıldırımı 2 ay içerisinde tahliye etti.

• Yasa dışı bahis operasyonunda Örgüt Lideri Sebahattin Şahin ve örgüt yöneticisi Ertuğrul Mertoğlu tutuklanmalarından sadece 2 ay sonra Anadolu 4. Sulh Ceza Hakimliği tarafından tahliye edildi.

• İstanbul Pendik’te 25 Nisan 2023 günü iki otomobilde yapılan aramalarda 29 bin 28 uyuşturucu hap, 3 kilo 870 gram hint keneviri, 268 gram kokain ele geçirildi. Olayla ilgili Ramazan Kentaç ve Uğur Yosma tutuklandı. İstanbul Anadolu 4. Sulh Ceza Hâkimi, sadece 3 ay sonra Ramazan Kentaç’ı tahliye etti. Karara savcılık itiraz etmedi.

• İstanbul Sancaktepe’de Nizamettin Demir’in kullandığı otomobilin önünü başka bir araç kesti. Polis yelekli, kar maskeli kişiler, Nizamettin Demir’e silah doğrulttu ve araçtaki 1,5 milyon euro’yu gasp ettiler. Soygunu yapan 4 kişi Datça’dan Yunanistan’a kaçmak isterken yakalandı. Soygunu organize eden Umut Üçgül’dü, para dolu çantayla kaçarken görüntüleri bile vardı. Diğer sanıklar da Umut Üçgül ile birlikte hareket ettiklerini söyledi. Tüm bunlara karşın avukatının başvurusu üzerine soygundan sadece 6 ay sonra Umut Üçgül, Anadolu 4. Sulh Ceza Hâkimi tarafından tahliye edildi.

18 Kasım’da İstanbul Üsküdar’da yakalanan Hırvat uyuşturucu baronu Nenad Petrak da Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı yapılmıştı. ABD, Almanya, Hırvatistan, İtalya ve Rusya’nın Kırmızı Bülten ile aradığı uyuşturucu baronu, 250 bin dolarlık daire satın alarak vatandaş olmuş ve Nenat Çelik ismini almış. İstihbarat incelemelerine, parmak izi ve yüz tanıma sistemlerine karşın Avrupa’nın önemli uyuşturucu kaçakçılarından birine nasıl vatandaşlık verildi?

    İstanbul Üsküdar’da düzenlenen Kartel-2 isimli operasyonda Nenad Petrak lüks rezidansında yakalandı.

AKP iktidarında varlık barışı yasaları ile dünyanın kara parası Türkiye’ye çekildi. Uyuşturucu, silah kaçakçılığı ve pek çok suçtan elde edilen para ile birlikte bu servetin kirli sahipleri de Türkiye’ye geldi. Çünkü iktidar tarafından vatandaşlık da çok ucuzlatılmıştı. Önce 250 bin dolara, daha sonra 400 bin dolara gayrimenkul alanlara Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı verildi. Suç örgütü liderleri için T.C. vatandaşlığı bir koruma zırhı. Çünkü dünyada suçlarından dolayı aranırken T.C. vatandaşı olunca iade edilmiyorlar.

İŞ İNSANI MASKESİ ALTINDA

Avrupa’nın önemli uyuşturucu baronlarından Hırvatistan uyruklu Nenad Petrak (43) da aynı planla Türkiye’ye geldi. Hırvatistan’da bir boks kulübü ve inşaat şirketinin sahibiydi. İddiaya göre; şirketlerinde 4 Türk vatandaşıyla ortaktı. Hırvatistan’da özellikle spor dünyasında ünlüydü. Zenginliğiyle dikkat çekiyor ve uyuşturucu kaçakçılığı yaptığına dair iddialar gündeme geliyordu.

Eylül 2020’de ise Kanarya Adaları yakınında bir tekneye operasyon yapıldı ve 34 milyon euro değerinde kokain ele geçirildi. Teknede yakalanan 3 kaçakçı Hırvatistan uyrukluydu.

2022 yılında ise Nenad Petrak’ın spor salonunda eğitmen olan kadın sporcu Mejra D. kokain ile yakalandı. Hırvatistan’da skandal patlak verdi. Nenad Petrak’ın spor salonundaki bir başka çalışan da uyuşturucu ile yakalandı.

Mejra D. kokainle yakalandı. Spor salonunda çocuklara eğitim veren kadın sporcu, kokain sattığını kabul   etmişti.
 

DEV UYUŞTURUCU AĞI

Bağlantıları inceleyen Hırvat güvenlik güçleri ve Avrupa Polisi, Zagrep doğumlu Nenad Petrak’ın Avrupa’yı saran kokain ve esrar ağını ortaya çıkardı. Mafya babası, eski boksörlerin yer aldığı bir suç örgütü kurmuştu. Özellikle İspanya’yı bir uyuşturucu deposuna çevirmişlerdi. Brezilya’dan gemilerle İspanya’ya getirilen tonlarca kokaini, Barselona’daki çok sayıda dairede depoluyorlardı. Ayrıca karayolu taşımacılığı şirketleri satın almışlardı. Özel bölmeleri olan kamyonlarla uyuşturucuyu Almanya başta olmak üzere Avrupa’ya dağıtıyorlardı. Örgüt, Avrupa’da rüşvete bağladığı güvenlik güçleriyle uzun süre dev sevkiyatlarını sürdürdü.

TÜRK ORTAĞIYLA UYUŞTURUCU MESAJLARI VAR

Avrupa Polisi, suç örgütlerinin kullandığı şifreli mesajlaşma sistemi SKY ECC’ye sızınca Nenad Petrak hakkında önemli bilgiler ele geçirildi. Bir yazışmada Nenad Petrak ile Türk suç ortağı milyonlarca euroluk uyuşturucu sevkiyatlarından bahsediyordu. Mart ve Nisan 2020 tarihleri arasında sadece bir ayda bu sevkiyattan 27 milyon euro kazanç sağlamışlardı.

Nenad Petrak, Nisan 2023’te Hırvatistan’ın önemli mafya babalarından Josip Cubelic’i öldürmeye karar verdi. Ancak suikast girişiminde başarılı olamadı. Bacağından vurulan Josip Cubelic yaralı kurtuldu. Yakalanan tetikçi itiraflarda bulununca Petrak’ın en yakın iki adamı tutuklandı. Petrak ise bulunamadı.

Nenad Petrak, suç örgütü lideri Josip Cubelic’i öldürtmek istedi.

Nenad Petrak, suç örgütü lideri Josip Cubelic’i öldürtmek istedi.  

İddiaya göre; Nenad Petrak, yaklaşık 1 yıldır, Hırvatistan, ABD, Almanya, İtalya ve Rusya tarafından Kırmızı Bülten ile aranıyordu. Kırmızı Bülten çıkarılmasından önce ise SKY ECC mesajları çözülmüştü ve istihbarat teşkilatları onun uyuşturucu ağını biliyordu.

Tüm bunlar yaşanırken Nenad Petrak, pek çok uyuşturucu kaçakçısı gibi Türkiye’nin yolunu tuttu. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı alarak Interpol aramalarına karşın iade edilmemenin garantisini alacaktı.

YENİBOSNA’DA EV ALDI, VATANDAŞ OLDU

Nenad Petrak’ın, Türkiye Cumhuriyeti kimliği, Türkiye Cumhuriyeti Pasaportu ve Vatandaşlık Kararı Onay Duyurusu, tapu belgelerine ulaştım. Bu belgelere göre: Nenad Petrak, Nisan 2022’de İstanbul Yenibosna’daki lüks bir rezidanstan 180 metrekarelik bir daire satın aldı. AKP iktidarı Türk vatandaşlığı için istenilen gayrimenkul değerini 2018 yılında 1 milyon dolardan 250 bin dolara indirmişti. Nenad Petrak, 250 bin doları aşan değerdeki daireyi satın aldıktan bir ay sonra vatandaşlık için gayrimenkul değeri 400 bin dolara çıkarıldı.

Nenad Petrak, tapu belgesini aldıktan sonra Nisan 2022’de ‘İstisnai olarak Türk vatandaşlığı kazanmak için İstanbul İl Nüfus ve Vatandaşlık Müdürlüğü’ne başvurdu. İsminde tek bir harf değiştirdi: Nenat. Soyadını ise ‘Çelik’ yaptı. Aralık 2022’de 250 bin dolar karşılığında Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı yapıldı.

                                        Uyuşturucu baronu, Türkiye Cumhuriyeti kimliği ve pasaportu aldı.

Nenat Çelik, İstanbul’da ev almasına ve başvurusunu İstanbul İl Nüfus ve Vatandaşlık Müdürlüğü’ne yapmasına karşın Ankara nüfusuna kaydedildi. Etimesgut kütüğüne yazıldı.

Nenad Petrak, başvuruyu İstanbul’dan yaptı ama Ankara kütüğüne kaydedildi.

               Nenad Petrak, başvuruyu İstanbul’dan yaptı ama Ankara kütüğüne kaydedildi.  

İSTİHBARAT NASIL TESPİT ETMEDİ?

İstisnai olarak Türk vatandaşlığı almak için sabıka ya da suç kaydının, hakkında arama kararının olmaması gerekiyor. Vatandaşlık şartı yasada şöyle açıklanıyor: Milli güvenlik ve kamu düzeni bakımından tehdit olmamak, iyi ahlaklı olmak.

Bu koşullar nedeniyle; Milli İstihbarat Teşkilatı’nın, Göç İdaresi’ndeki istihbarat biriminin, emniyet istihbaratın inceleme yapması gerekiyor. Ayrıca başvuru yapan kişinin vatandaşı olduğu ülkenin istihbarat birimleriyle temasa geçiliyor. Parmak izi alınıyor, yüz tanıma sistemleri kullanılıyor.

Ama tüm bu şart ve denetimlere karşın Nenad Petrak, Türk kimliği ve pasaportunu aldı. İki ay önce bu kişiye vatandaşlığının durdurulduğu bildirildi. Satın aldığı dairenin rayiç bedelinde sahtekarlık yapıldığı öne sürüldü. Nenad Petrak ise vatandaşlık hakkının elinden alınmasına karşı dava açtı ve halen Türk vatandaşı.

VATANDAŞ OLDUĞU GİZLENDİ

18 Kasım 2023 günü Nenad Petrak’ı yakalamak için Kartel-2 isimli operasyon yapıldı ve İstanbul Üsküdar’daki lüks rezidansın 2802 numaralı dairesinde yakalandı. Diz çöktürüldü ve etrafında özel timlerle görüntüsü medyaya servis edildi.

Kartel-2 Operasyonu’nu İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, X (Twitter) hesabından duyurdu. Türk vatandaşı olduğu ise gizlendi. Şimdi Nenad Petrak, Türk vatandaşı olduğunu ve kendisini isteyen ülkelere iade edilemeyeceğini savunuyor. Türkiye’de bir suç işlemediği için cezaevinde de tutulamayacağını iddia ediyor. Deport edilmesi halinde hakkında arama kararı olmayan üçüncü bir ülkeye gitme hakkı olduğunu söylüyor.

‘VATANDAŞLIK ÇETELERİ VAR’

Türkiye ise vatandaş baronlarla ve dünyanın mafya üssüne dönüştüğü gerçeğiyle yüzleşiyor. Bu baronları yakalayıp fotoğraflar çekmek yetmiyor. Türkiye’deki vatandaşlık işlerinde çete ya da çetelerin yuvalandığı iddia ediliyor. Elbette bu çetelerin memurlarla bu işleri bitirmesi mümkün değil. Çok daha yukarılarda, yüksek yetkili kişilerin olması gerekiyor. Türkiye bu çete ya da çetelere operasyon yapmadan dünyanın mafya üssü olmaktan kurtulamayacak.

***

BARON VATANDAŞLAR

Süleyman Soylu’nun İçişleri Bakanlığı döneminde Türkiye baron vatandaşlar gerçeğiyle yüzleşti. Bu Türkiye’nin dünyadaki itibarını yerle bir etti. İşte bazı örnekler:

İranlı Ahmet Nazari: Almanya merkezli büyük bir dolandırıcılık örgütü yönetiyordu. Sedat Peker’in ifşalarına göre; Forex vurgunlarıyla yılda 250 milyon euro haksız kazanç elde ediyordu ve Kırmızı Bültenle aranıyordu. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı yapıldı, hatta Eskişehir Valiliği’nden rüşvet vererek silah ruhsatı aldığı öne sürüldü.

Ahmet Nazari, T.C. vatandaşı yapıldı.
           Ahmet Nazari, T.C. vatandaşı yapıldı.

İstanbul Mecidiyeköy’de 8 Eylül 2022’de Sırp uyuşturucu baronu Jovan Vukotiç öldürüldü. Avrupa’da 50’den fazla kişinin öldürüldüğü mafya savaşının son ve en büyük hedefiydi. Vukotiç’e sahte isimle oturum izni verildiği ortaya çıktı.

Jovan Vukotiç, Mecidiyeköy’de öldürüldüğünde sahte kimlikle oturum izni vardı.

Jovan Vukotiç, Mecidiyeköy’de öldürüldüğünde sahte kimlikle oturum izni vardı.

Bu cinayetten sonra Sırp uyuşturucu baronu Zeljko Bojaniç’in İstanbul Sarıyer’deki lüks villada 8 yıldır yaşadığı ortaya çıktı. Bir uyuşturucu kaçakçısının işkenceyle öldürüldüğü iddia edilen bu villada yakalanan Bojaniç’in sahte isimle oturma izni vardı.

Zeljko Bojaniç, sahte isimle oturum izni almış ve 8 yıl boyunca Türkiye’de yaşamıştı.

Zeljko Bojaniç, sahte isimle oturum izni almış ve 8 yıl boyunca Türkiye’de yaşamıştı.

Belçika 3.2 ton kokain kaçakçılığıyla ilgili Bosna Hersekli Sani Al Murdaa ve ortağı Arnavut Flamur Sinanaj’ı Kırmızı Bülten ile arıyordu. İki ismin Türkiye’de olduğunu tespit eden Belçika iade için başvurdu. Ancak Türkiye, “Bu kişiler Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı iade edemeyiz” diye yanıt verdi. Bu iki kişi Kırmızı Bültenle aranmasına karşın vatandaş yapılmıştı.

Hollandalı uyuşturucu baronu Jos Leijdekkers de Türkiye’ye yerleşmişti. Ali Yerlikaya İçişleri Bakanı olduktan sonra yapılan operasyonlarda Jos Leijdekkers yakalanamadı ama onun sağ kolu olan İsaac Bignan tutuklandı. 1 milyar TL’lik mal varlığına el konuldu. İsaac Bignan’ın eşi ve çocukları Türk vatandaşı olmuştu. Çete mensuplarına oturum izinleri verilmişti.

İsaac Bignan’ın eşi ve çocuklarının Türk vatandaşı yapıldığı öne sürüldü.

İsaac Bignan’ın eşi ve çocuklarının Türk vatandaşı yapıldığı öne sürüldü.  

Marmaris’te bir bankta para dolu çanta bulundu. Çantanın sahibi tespit edildi ve karakola çağrıldı. Ancak karakolda bu kişinin; uyuşturucu kaçakçısı Rawa Majid olduğu anlaşıldı. Kürt asıllı İsveç vatandaşı olan Rawa Majid’in çetesi yıllardır İsveç’te dehşet saçıyordu. Ama inceleme sonucu Rawa Majid’in Miran Othman adıyla Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı aldığı ortaya çıktı.

: Rawa Majid, Kırmızı Bültenle aranmasına karşın vatandaş yapılmıştı.
Rawa Majid, Kırmızı Bültenle aranmasına karşın vatandaş yapılmıştı. 

4 Kasım’da İstanbul’da Avusturalya merkezli Comanchero adlı uyuşturucu örgütüne operasyon yapıldı. Örgütün lideri Sırp asıllı İsveç vatandaşı Maximilian Rivkin ve Avusturalya ve Türk vatandaşı Hakan Ayık yakalandı. Rivkin’in örgüt liderlerinden Hakan Ayık’tan iki daire satın alarak Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olduğu belirlendi. O da kırmızı bültenle aranıyordu.

Hakan Ayık, İstanbul’da yakalandı. Örgütünün liderlerinden Maximillian Rivkin’e iki ev satarak vatandaş olmasını sağlamış. Rivkin, Cem Cansu adını almıştı.

Hakan Ayık, İstanbul’da yakalandı. Örgütünün liderlerinden Maximillian Rivkin’e iki ev satarak vatandaş olmasını sağlamış. Rivkin, Cem Cansu adını almıştı.

Örneklerin çok daha fazla olduğuna şüphe yok. Ancak bu kişileri vatandaş yapan çeteye yönelik bir operasyon yok.

50+1 ve muhalefet (İlhan Cihaner)

Geçen haftanın siyasi gündemini Cumhurbaşkanı’nın seçilmesi için gerekli olan yüzde 50 + 1 oy zorunluluğu etrafında dönen tartışmalar doldurdu. Tartışmayı Erdoğan’ın, “Mevcutta 50+1 mecburiyeti partileri yanlış yollara sevk ediyor. Kimin eli, kimin cebinde belli değil. Yok altılı, yok on altılı masa… Bundan sonra kim bilir daha neler çıkar? Ama oy sayısı itibarıyla ‘en fazla oyu alan aday seçilir’ denildiği zaman seçim hızlıca tamamlanır” açıklaması başlattı. Özellikle Erdoğan’ın yakın çevresindeki bazı kişilerin de benzer açıklamaları bu konuda bir hazırlık yapıldığının göstergesi ise de Bahçeli’nin karşı çıkması görünür gelecekte bu hamleyi yapmalarını zorlaştırmış durumda. 2010 Anayasa değişikliğindeki gibi “istismarcı anayasacılık” geçmişine sahip AKP/MHP ittifakı ilk kez ayrışmış görünüyor.

AKP açısından, yere göğe koyamadıkları ucube sisteme dair Anayasal düzeyde keskin bir çark etme sayılabilir bu açıklamalar. Oysa sağın, özellikle siyasal İslam’ın ütopyası sayılabilecek “Başyücelik Devletini” Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adı altında fiilen hayata geçirmişlerdi. Bu sistem Ülkemizi “şaha kaldıracaktı”. Sonuç hızlı ve derinleşen bir çöküş oldu.

Her şeyden önce Erdoğan’ın faturayı kestiği “50+1 koşulu” saydığı sorunlarda en az belirleyici olan faktör. Daha önce belirttiğim gibi “… Sistemin bir de siyasal parti elitleri tarafından kötüye kullanımı/istismar edilmesi var ki ülkemizin geleceği için en az sistemin kendisi kadar risk yaratıyor…” Nitekim iktidar fiili olarak Anayasayı ilga etti, özgürlükleri boğdu, yargıyı aparatlaştırdı, vs. şimdi dönüp kabahat 50+1 de diyor.

SİYASETİ HATIRLATMALI

Muhalefet de alabildiğine istismar etti yeni sistemi: “50 artı 1’in bir diğer istismar şekli parti içi demokratik mekanizmaların ve ideolojik arayışların bastırılmasında kullanılması; ön seçim kaldırılır, demokratik mekanizmalar iptal edilir, tek adaylı kongreler kutsanır, eleştirecek olursunuz. Cevap hazır: Artık 50 artı 1’e ihtiyaç var! Parti programı/tüzüğü delik deşik edilir, eleştiriye cevap hazır: Artık 50 artı 1’e ihtiyaç var! Sosyal demokrat bir partinin yöneticileri olmadık ittifaklara girer, olmadık etkinliklere katılır, eleştirmeye kalkarsınız. Cevap hazır: Artık 50 artı 1’e ihtiyaç var! Kriminal tipler partiye enjekte edilir cevap aynı: Artık 50 artı 1. Sonuç olarak siyasetinin anlamsız ve imkânsız olduğu bir politik alana seçmen ikna edilmeye çalışılır. Seçimsiz dönemde bile ‘şimdi sırası değil, tam da iktidara giderken’ diye egemen siyaset ve figürlerini tartışamaz, daha iyi bir dünyanın kavgasını veremez hale gelirsiniz. Hele gözetmek zorunda olduğunuz birbirine zıt iki-üç parti varsa ancak horoz dövüşü tadında tezler ileri sürmek zorunda kalırsınız.”

Bu durumda AKP’nin Anayasa değişikliği tuzağına düşmemek kaydıyla, bu 50+1 tartışmasının bize “siyaseti” hatırlatması gerekir.

50+1 başlığı olmasa da AKP’nin heybesinde hazır tuttuğu “sivil anayasa” safsatası ve Yargıtay’ın yarattığı yapay kriz Anayasa tartışmalarını gündemde tutacak gibi. Peki Erdoğan ve kimi AKP’liler ortaklarının onayını bile almadan bu tartışmayı niye başlattılar? Gerçek niyetleri nedir?

MUHALEFET NE YAPMALI?

Önümüzdeki dönemin siyasetini kurmak açısından bu sorunun cevabının önemli olduğunu düşünüyorum. Şunu biliyoruz ki Anayasa’da yapılmak istenen değişiklikler yaşanan gerçek sorunların çözümüne dair değil. Tam tersi mevcut sistemin devamını daha kolay koşullarda sürdürmeyi garantiye alma amacı taşıyor. Bir yanıyla artık paralel yapıların, “kurtarılmış cemaat bölgelerinin” ittifakına dönüşmüş iktidarın Erdoğan sonrasına hazırlığı gibi de görülebilir.

AYM ile Yargıtay arasındaki (daha doğrusu AYM ile AKP/MHP arasındaki) kriz, başörtüsünü Anayasal garanti altına alma, Laikliği geriletme, ailenin karşısına LGBTİ haklarını koyma gibi başlıklar yerel seçim öncesinde Başta CHP olmak üzere muhalefet açısından belli riskler içeriyor. AYM/yargıtay geriliminde AYM’yi idealize eden, 50+1 tartışmalarında ucube sistemi aklayan bir tutumdan uzak durmak gerek.

Öncelikle yerel seçimlerin bir genel seçim havasına sokularak, tartışma başlıkları nedeniyle kimlikler ekseninde kamplaşmanın yaratılması büyük risk. Kırılganlaşan, giderek dağılan, baştan yanlış kurulmuş ittifakın durumu göz önünde bulundurulduğunda genel seçim havasının iktidara yarayacağı kesin. Önemli belediyeleri elinde bulunduran muhalefetin bundan özenle kaçınması gerek. Onun yerine zaten elinde bulundurduğu önemli belediyelerin halkçı uygulamalarını öne çıkararak kendine güvenen bir siyaset izlenmeli.

Yıpranmış, kirlenmiş, kent suçlarına bulaşmış isimler cesaretle ayıklanmalı, sadece örgütün, üyelerin değil oy verenlerin, giderek tüm belde halkının söz sahibi olabileceği katılımcı yöntemlerle adaylar belirlenmeli. Eldeki belediyelerin yanlışlarıyla cesaretle yüzleşilip geçmiş belediye yönetimlerinin yanlışları hatırlatılmalı.

Yüzde 40 faiz ve sonrası…(Hayri Kozanoğlu)
Şimşek–Erkan ekibi iyice sıkılaştırılan para politikalarıyla ekonomiyi dondurarak amaçlarına yaklaşabilir. Sade vatandaşların alım güçlerinin düşmesi, yoksulluğun derinleşmesi, işsizlik onları fazla ilgilendirmez.

Merkez Bankası (TCMB) finansal piyasaların gönlünü hoş edecek şekilde politika faizini 500 baz puan artırarak yüzde 40’a çekti. Elbette 28 Mayıs seçimlerine kadar uygulanan yüzde 8,50 faizin sürdürülebilirliği yoktu. Bir “normalleşme” senaryosu kaçınılmazdı. Ancak bu aşamadan sonra keskin faiz artışlarının ekonomiyi soğutucu etkisi konuşulacak.

Önce şu noktayı hatırlatalım; TCMB 2 Kasım 2023 tarihli son Enflasyon Raporu’nda 2024 yılı sonu enflasyon tahminini yüzde 33’ten yüzde 36’ya yükseltmişti. Çünkü yüzde 33’ün hiçbir inandırıcılığı kalmamıştı. Gelgelelim bu revizyon TCMB’nin sistemli bir enflasyon hedefi bulunmadığı, dışarıdan tahmin yürütenler gibi ekonomideki gelişmelere göre güncellemeler yaptığı kanısını güçlendirdi. “Piyasalar” nezdinde kredibilitesinin sorgulanmasına yol açtı. Bu nedenle TCMB kendini cengâver bir faiz artışına gitmek zorunda hissetti. Üstelik yavaşlayarak da olsa önümüzdeki aylarda yeni faiz artışları gelebileceği mesajını verdi.

Hatırlayalım, ekonomi yönetiminin açıkça dile getirdiği bir numaralı hedefi, bir ödemeler dengesi krizini savuşturmak için yabancı sermayeyi cezbetmekti. Batı dünyasında Noel mevsimine giriliyor. Ocak ortasına kadar finansal piyasalarda hareketsizlik egemen olacak. O nedenle hızlandırılmış bir faiz artışı benimsenerek acil bir davetiye çıkarıldığı da söylenebilir.

Mehmet Şimşek ve ekibinin orta vadeli oyun planının şöyle olduğu tahmin edilebilir. TCMB faiz artışları hem mevduat faizlerine hem de kredi faizlerine yukarı yönlü etki yapacak. TL mevduat faizlerinin yükselmesi, müreffeh kesimleri özellikle konut, otomobil, beyaz eşya alımı vb. tüketime yöneltmek yerine mevduata davet edecek. Kredi faizlerinin yükselişi de bir yandan bireylerin borçlanarak tüketimlerini sürdürmelerini zorlaştıracak, bir yandan da firmaların yatırımlarını yavaşlatacak. Gerek mevduat, gerekse de kredi kanalından yurtiçi talebe bir soğuk duş etkisi yaratacak.

Bu bir yandan ekonomik büyümeyi durdurup, işsizliği artıracak, bir yandan da geniş halk kitlelerindeki hoşnutsuzluğu tırmandıracak. Buna önlem olarak ise üç adım planlanmış. Birincisi, kredi kartı faiz oranlarının şimdilik dondurulması. Bireysel kredi kartı bakiyesinin 1 trilyon lirayı aştığı düşünülürse bu yolla iki yakasını bir araya getirenlerin harcamalarının tamamen durmasının, tepkilerinin yükselmesinin önlenmesi. Zaten Finansal İstikrar Raporu’nda kredi kartı borç bakiyelerinin yüzde 62’sinin asgari tutar üzerinde ödeme yapılmış ve hepsi kapatılamamış borçlardan oluştuğu söyleniyor. Demek ki insanlar faizleri yüksek buluyor ama güçleri tüm borçları sıfırlamaya yetmiyor. İkincisi, ihracatçılara yönelik reeskont kredilerinde iskonto oranının sabit tutulması. Böylelikle döviz kazandırıcı işlemlere desteğin sürmesi. Onların kurların fazla artmaması kaynaklı şikâyetlerinin önünün kesilmesi ama asıl önemli üçüncü ayak, yılbaşında asgari ücrete ve kamu çalışanı/emeklilerin ücretlerine yapılacak zamlar. Bu yolla insanların eline daha fazla nakit geçecek, para yanılması denilen olgu devreye girecek. Yerel seçimlere kadar sade yurttaşların tepkilerinin artışı önlenecek.

MB enflasyon raporu dahi 2024 yılı ortasında enflasyonun yüzde 70-80 aralığında seyredeceğini kabul ediyor. Yılın devamında enflasyonun düşüşe geçmesi için düşünülen önlem, asgari ücretin yılda bir kez artırılması. Bu her geçen ay emekçilerin alım gücünün düşmesini, talebin zayıflamasını getirecek. 2024’ün sonuna doğru ekonomi iyice yavaşlayacak, işsizlik belirgin biçimde sıçrayacak.

İsterseniz başa dönelim. Asıl amacın yabancı parayı çekmek olduğunu akıldan çıkarmayalım. Faizlerin yüksek seyrettiği, ithalat talebinin yavaşlaması nedeniyle kur üzerindeki baskının göreceli azaldığı, rezervlerin toparlanma eğilimine girdiği bir ortam sıcak para için idealdir. Seçimler dönemi de geride kaldığı için Saray’ı ikna etmek de zor olmayacaktır. Şimşek-Erkan ikilisi de bağrından kopup geldiği uluslararası finans çevrelerine sadakatlerini kanıtlamış olacaktır.

Özetle, Mehmet Şimşek–Gaye Erkan ekibi iyice sıkılaştırılan para politikalarıyla ekonomiyi dondurarak amaçlarına yaklaşabilir. Bu arada sade vatandaşların alım güçlerinin düşmesi, yoksulluğun derinleşmesi, işsizliğin tırmanması onları fazla ilgilendirmez.

Usulsüzlük ittifakı (Mustafa Bildircin)

Mali denetimler, AKP’li ve MHP’li belediyelerin usulsüzlük yuvası haline geldiğini ortaya koydu. Mevzuata aykırı ihaleleri, kamu kaynaklarına yönelik hoyrat tutumları ve akçeli işleri Sayıştay denetçileri açığa çıkardı.

Sayıştay denetimleri kapsamında mali hesapları mercek altına alınan Ankara’daki ilçe belediyelerinden usulsüzlük fışkırdı. AKP idaresindeki altı ilçe belediyesi ile MHP yönetimindeki iki ilçe belediyesinin denetim raporlarında, “Bu kadarı da olmaz” dedirten tespitlere yer verildi. İlçe belediyelerinin mevzuata aykırı ihaleleri ve kamu kaynaklarına yönelik savurgan tutumları Sayıştay denetimlerine takıldı.

MHP yönetimindeki Gölbaşı Belediyesi’nin mali hesapları mercek altına alındı. İlçe belediyesinin mali hesapları ve ilçede fiziki incelemelerde bulunan Sayıştay denetçileri, ilçe sınırlarındaki bazı işletmelerin ruhsatsız faaliyet gösterdiğini belirledi.

KANUN DİNLEMİYORLAR

Ankara Gölbaşı’ndaki toplam 7 bin 972 adet işyerinden 4 bininin işyeri açma ve çalışma ruhsatı olmadığı tespit edildi. Belediyenin MHP’li yönetimi, ruhsatsız faaliyet gösteren işyerlerinin kayıt altına alınması konusunda uyarıldı. Belediyenin öte yandan doğrudan temin ya da pazarlık yöntemiyle gerçekleştirdiği mal alımlarında, mevzuatta öngörülen yüzde 10 sınırını aştığı öğrenildi. Toplam 50 milyon TL’ye yaklaşan sınır üzerindeki harcamaya yönelik Kamu İhale Kurulu’ndan, “Uygundur” görüşünün alınmadığı bildirildi.

AKP’li Murat Köse idaresindeki Mamak Belediyesi’nin mali denetimlerinin ardından hazırlanan rapor da dikkati çekti. Belediyenin, ilçe sınırlarında yer alan üç taşınmazı, “Trafo alanı olarak kullanılması” amacıyla TEDAŞ adına Başkent Elektrik Dağıtım Anonim Şirketi’ne tahsis ettiği belirlendi. Elektrik dağıtım şirketinin bir özel şirket olduğunun altını çizen Sayıştay denetçileri, belediye tarafından TEDAŞ adına yapılan taşınmaz tahsisinin mevzuata aykırı olduğunu vurguladı. Mamak’ta ticari faaliyet gösteren 2 bin 706 kişi ya da kurumun ruhsatsız çalıştığı da öğrenildi.

Belediyenin öte yandan, yapım işi kapsamına giren bakım ve onarım işini ihalesiz şekilde iştirakine devrettiği kaydedildi. Bu kapsamda 20,1 milyon TL’lik gidere imza atıldığını belirleyen Sayıştay denetçileri, kamu zararına dikkati çekerek, “Bu tür işlerin esas alım usulü olan açık ihale usulü ile yaptırılması gerekmektedir” değerlendirmesinde bulundu.

AKP’li Sincan Belediyesi’nin elektrik dağıtım şirketine sağladığı ayrıcalık da Sayıştay raporlarına yansıdı. Belediyenin, elektrik dağıtım şirketince yapılması gereken işleri kendi bütçesinden karşıladığı, trafoların bakım giderlerini üstlendiği anlaşıldı. Bu kapsamda imza atılan 391,9 bin TL’lik harcamanın elektrik dağıtım şirketinden tahsil edilemediği belirtildi.

Sayıştay denetimlerine göre, MHP’li Etimesgut Belediyesi Kanun’a aykırı şekilde, yüzlerce işçiye yıllık izinlerini kullandırmadı. Yapılan incelemede, belediyede kadrolu çalışan 30 işçiden yedisinin 100 ile 200 gün arasında, altısının 200 ile 300 gün arasında, birinin ise 300 ile 400 gün arasında yıllık izninin kullandırılması görüldü.

USULSÜZLÜK FIŞKIRIYOR

Sayıştay’ın, AKP’li ilçe belediyelerinden Pursaklar, Kazan, Altındağ ve Keçiören belediyelerine yönelik denetim raporlarındaki bazı tespitler ise şöyle sıralandı:

• Süresi Geçtiği Halde İdare Tarafından Kesin Kabulü Yapılmamış Yapım ve Onarım İşlerinin Bulunması (Altındağ)

• Amatör Spor Kulüplerine Belediye Bütçesinden Yapılan Nakdi Yardımlara İlişkin İzleme Çalışmasının Yapılmamış Olması (Kazan)

• Gecekondu Fonunun Amacı Dışında Kullanılması (Kazan)

• Belediye Tarafından Sunulan Çeşitli Hizmetlerde Bazı Meslek Gruplarına Ücretsiz Tarife Uygulanması (Keçiören)

• İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatı Olmadan Faaliyette Bulunan İşyerlerinin Bulunması (Pursaklar)

Türkiye Belediyeler Birliği’nden 39 milyon TL’lik eğitim kıyağı: Sınırlı sayıda belediye yararlanabildi (Hüseyin Şimşek)
Sayıştay, AKP kontrolündeki Türkiye Belediyeler Birliği’ni beş yıl sonra ilk kez denetledi. Çok sayıda eksik ve kusurlu işlem tespit eden Sayıştay, Türkiye Belediyeler Birliği’nin 39 milyon TL’lik projesinde sadece bir grup belediyeyi yararlandırdığına işaret etti, tüm belediyeleri kapsamayan uygulamayı hatalı buldu.

CHP’li belediyelerden de kaynak aktarılan ancak gelirlerinin yüzde 90’ını AKP’li belediyelere aktardığı için hakkında suç duyurusunda bulunulan Türkiye Belediyeler Birliği’ne ait Sayıştay Denetim Raporu, beş sene sonra ilk kez yayınlandı. Son olarak 2017 yılında kurum hakkında denetim raporu yayımlayan Sayıştay, 2022 yılı çalışmasında çok sayıda eksik ve kusurlu işlem tespit etti.

AKP Balıkesir Belediye Başkanı Yücel Yılmaz’ın başında bulunduğu Türkiye Belediyeler Birliği’nin 2022 Yılı Sayıştay Denetim Raporu’na göre, kurumda personelin yer değiştirmesi, görevde yükselmesi, yeterlilik, performans değerlendirmesi hükümlerine yönelik insan kaynakları politikası belirlenmedi ve uygulamaya konulmadı. Konuyla ilgili ayrıca, “Kurum faaliyetlerinin yürütülmesinde dikkate alınması gereken hassas görevlerin neler olduğu belirlenmemiş, her düzeydeki yöneticilere verilen görevlerin sonucunu izlemeye 10 yönelik mekanizmaların da oluşturulmadığı görülmektedir” tespitine yer verildi.

EYLEM PLANI YOK

Türkiye Belediyeler Birliği’nin iç kontrol sistemindeki sorunlar da raporda yer aldı. Sayıştay, konuyla ilgili şunları vurguladı:

“İdarenin içerik olarak Kamu İç Kontrol Standartları Tebliği’ne uygun bir Kamu İç Kontrol Standartlarına Uyum Eylem Planı mevcut bulunmamaktadır. İlgili üst yöneticinin onayı ile görevlendirilmiş bir İç Kontrol İzleme ve Yönlendirme Kurulu oluşturulmamıştır… İç Kontrol İzleme ve Yönlendirme Kurulu kurulmamıştır. Faaliyetleri yılda en az bir kez değerlendirerek İç Kontrol İzleme ve Yönlendirme Kuruluna raporlama yapan bir birim idare bünyesinde yer almamaktadır. Üst yönetim ve kurum personeli tarafından sahiplenilen iç kontrol sistemi ve kurumsal risk yönetimi bulunmamaktadır”

39 MİLYON TL’LİK AYRIMCI UYGULAMA

Sayıştay’ın Türkiye Belediyeler Birliği hakkındaki bir diğer tespiti, “ayrımcı uygulama” hakkında oldu. Birlik tarafından gerçekleştirilen ve 39 milyon TL’lik kaynak aktarılan eğitim proje ve destek faaliyetlerinin, tüm üye belediyeleri ve üye belediyelerin çalışanlarını kapsayacak şekilde planlanarak yürütülmediğini kaydeden Sayıştay, raporunda şunları vurguladı:

“Birlik tarafından zaman zaman yarışmalar düzenlenmiş olup ödül olarak yapım onarım işi veya araç, makina alımı işbirliği prtokolü kapsamında çeşitli üyelere nakdi ödemeler yapılmak suretiyle kaynak aktarılmıştır. Birçok üye belediye ile ortak proje adı altında çalışmalar yapılmıştır. Genç dostu şehirler, hayvan dostu şehirler, çocuk dostu şehirler, sokak hayvanları için hayvan barınağı yapılması, sıfır atık, sürdürülebilir ulaşım uygulamaları, akıllı şehir projesi kapsamında uzaktan eğitim sistemi oluşturulması, ilan ve reklam metaryellerinin kent estetiğini geliştirecek ve görsel kirliliğe neden olmayacak şekilde düzenlenmesi ve tabelalarda Türkçe'nin güzel kullanımı gibi konularda faaliyetler düzenlemiş, bu çerçevede ödül, araç yardımı, mali katkı, hibe ve ortak bakım onarım projeleri kapsamında bazı belediyelere destek sağlanmıştır. Bu şekilde, üyelerle Birlik arasında düzenlenen işbirliği anlaşması kapsamında 137 Belediyeye toplam 39 milyon 973 bin TL ödeme yapılmıştır. Bunun yerine tüm üyelerin faydalanabileceği projeler geliştirmek ve uygulamak amaç ve hedeflere ulaşılmasını daha da kolaylaştırmış olacaktır.”

Yardım götürdüğü kadını taciz etti (İsmail Arı)
AKP'li Seydişehir Belediye Başkanı Mehmet Tutal ile taciz suçundan ceza alan Mehmet Ölmez

Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı çalışanı Mehmet Ölmez, Konya'da yardım götürdüğü ihtiyaç sahibi kadını taciz ettiği için yargılandığı davada sadece 5 bin 400 TL adli para cezası aldı. Ölmez bu süreçte bir de müdür yapılarak terfi ettirildi.

Konya’da Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı çalışanın patates ve soğan yardımı götürdüğü ihtiyaç sahibi kadını taciz ettiği ve ardından da müdür yapılarak ödüllendirildiği ortaya çıktı.

28 Mayıs 2021 tarihinde, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’na bağlı Seydişehir Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı’nda “Hizmet görevlisi” unvanı ile çalışan Mehmet Ölmez, vakfa başvurarak yardım talebinde bulunan M.D. isimli kadının evine patates ve soğan yardımı götürdü. Ardından elini yüzünü yıkama bahanesiyle kadının evine girdi. Ölmez’in üslup ve tavırlarına tepki gösteren kadın, Ölmez’i evinden kovdu. 

Ölmez hakkında suç duyurusunda bulunan M.D., daha önce de sokakta Ölmez’in tacizine maruz kaldığını anlattı.

Ölmez’i çalıştığı kuruma şikâyet etmesine rağmen bir adım atılmadığını ve hatta Seydişehir Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı’na müdür yapılarak terfi ettirildiğini söyledi. 

Ardından Seydişehir Asliye Ceza Mahkemesi’nde Mehmet Ölmez hakkında “Kamu görevlisinin sağladığı kolaylıktan faydalanmak suretiyle cinsel taciz” suçundan dava açıldı. Ölmez, mahkeme suçlamaları reddetse de M.D.’nin kızı da tacize tanık olduğunu anlattı. Dinlenen tanıklar, “Mehmet Ölmez’in taciz ettiği kadına şikâyetçi olmaması için para teklif ettiğini” de söyledi. 

Mahkeme, 15 Kasım 2023 tarihinde Ölmez’e iki defa işlediği “cinsle taciz” suçu için sadece 5 bin 400 TL adli para cezası verdi, hükmün açıklanmasını da geriye bıraktı. 

‘YANLIŞ ANLAŞILMA’ DEMİŞLER

AKP’li Seydişehir Belediye Başkanı Mehmet Tutal’a yakınlığıyla da bilinen Ölmez için Kaymakamlık tarafından açılan soruşturmanın ise kapatıldığı anlaşıldı. Yavuz Ünüvar tarafından yürütülen soruşturmanın “Olayın bir yanlış anlaşılmadan ibaret olduğu” ifadeleriyle kapatılarak bir skandala imza atıldığı anlaşıldı.

Mağdur kadının avukatı ve CHP Meclis üyesi Hikmet Balcı, "Sanığın olay kapansın diye kadına 25 bin TL ödediğini ve bunun da ceza dosyasına yansıyan deliller arasında buluduğunu" söyledi. Ayrıca "Sanık hakkında olaya ilişkin yapılan idari soruşturmanın bir şekilde kapatıldığı ve adli soruşturmada da verilen takipsizlik kararına yapılan itiraz neticesinde  dava açılarak sanığın cezalandırıldığı" bilgisini paylaştı.

(derleyen: mstfkrc)