19 Aralık 2023 Salı

KISA KISA GÜNDEM BAŞLIKLARI - 19 ARALIK 2023 -

AKP milletvekili vadiyi zehirliyor! (İsmail Arı-Birgün)

AKP Milletvekili Cantürk Alagöz’ün şirketinin işlettiği maden, Giresun’daki Harşit Vadisi’ni katletti. Madenin atık havuzunun patladığı ve dereye kimyasal madde karıştığı iddia edildi. Derenin siyah renkte aktığı görüldü.(https://www.birgun.net/haber/akp-milletvekili-vadiyi-zehirliyor-491835)

İngiltere Karadeniz'i kontrole yardım için Ukrayna'yla 10 yıllık anlaşma imzalayacak (soL)

İngiltere, Karadeniz'i kontrol etmeye yardımcı olması için Ukrayna'yla 10 yıllık bir güvenlik paktı imzalayacak.(https://haber.sol.org.tr/haber/ingiltere-karadenizi-kontrole-yardim-icin-ukraynayla-10-yillik-anlasma-imzalayacak-387976)

BirGün'ün haberi Meclis gündeminde: Yurtlarda 618 manevi rehber 52 psikolog(Mustafa Bildircin-Birgün)

BirGün’ün KYK yurtlarındaki manevi rehber sayısının psikolog sayısını 11’e katladığını ortaya koyan haberi, TBMM Genel Kurulu’nda gündeme getirildi. CHP Milletvekili Aysu Bankoğlu, KYK yurtlarındaki 618 manevi rehbere karşın yalnızca 52 psikolog bulunduğunu belirterek, “Neden her bir yurda manevi danışman adı altında din görevlisi atadığınızı açıklayın” dedi.(https://www.birgun.net/haber/birgun-un-haberi-meclis-gundeminde-yurtlarda-618-manevi-rehber-52-psikolog-491935)

KYK yurduna tahtakurusu dadandı: İdare öğrencilere 'Isırana kadar dayanın' dedi (YEKTA ARMANC HATİPOĞLU-SOL/ÖZEL)

Eskişehir'deki KYK yurdunu tahtakurusu bastı. Sorunu idareye şikayet eden öğrencilere idarenin kendilerine "Isırana kadar dayanın" dediğini iddia ediliyor.(https://haber.sol.org.tr/haber/kyk-yurduna-tahtakurusu-dadandi-idare-ogrencilere-isirana-kadar-dayanin-dedi-387967)

Bakan enflasyonu aştıklarını itiraf etti: Hızlı trene 2 yılda yüzde 400'ün üzerinde zam (soL)

Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Abdulkadir Uraloğlu, Yüksek Hızlı Tren (YHT) bilet fiyatlarına enflasyonun üzerinde zam yaptıklarını söyledi.YHT bilet fiyatlarına yapılan fahiş zamlara ilişkin CHP Eskişehir Milletvekili Utku Çakırözer’in sorusunu yanıtlayan Uraloğlu, “Geçmiş yıllarda YHT bilet fiyatlarına yapılan zamların enflasyonun altında kalması sebebiyle 2023 yılında YHT biletlerine açıklanan yıllık enflasyonun üzerinde zam yapılmak durumunda kalınmıştır” sözleriyle savundu. (2 yılda yüzde 400'ün üzerinde zam) YHT biletlerine son iki yılda 8 kez zam yapıldı. İstanbul-Ankara YHT bilet fiyatlarına 2 yılda yüzde 400 üzerinde, son 9 ayda ise yüzde 100 zam yapıldı. 3 Ocak 2022’de 84 lira olan İstanbul-Ankara bileti, Eylül 2023’te yapılan zamla 430 liraya çıktı. Yılın başında 95 lira olan Eskişehir-Ankara YHT bileti ise yüzde 140 zamla 225 lira oldu.('Enflasyonun üzerinde zam yapıldı')  TBMM’de Plan ve Bütçe Komisyonu’ndaki bütçe görüşmelerinde Çakırözer, konuyu Uraloğlu’na sordu. Uraloğlu, soruya yazılı yanıt gönderdi. Yanıtta, “Enerji giderleri, bakım giderleri ve personel giderleri gibi işletme maliyetleri ile yatırım giderlerindeki artışların kısmen enflasyon artışı üzerinde gerçekleşmesi, YHT setlerinde kullanılan yurtdışı kaynaklı yedek parça fiyatlarının aşırı artması ile geçmiş yıllarda YHT bilet fiyatlarına yapılan zamların enflasyonun altında kalması sebebiyle 2023 yılında YHT biletlerine, açıklanan yıllık enflasyonun üzerinde zam yapılmak durumunda kalınmıştır” denildi. ('Bu vicdansızlıktır') Çakırözer, yanıta tepki gösterdi. “YHT bilet fiyatları son iki yılda olağanüstü arttı” diyen Çakırözer, “Bundan daha skandal, bundan daha vahim yanıt olamaz. Eskişehir-Ankara arasındaki tren seferlerinin bilet ücretleri yılbaşında 95 liraydı, şimdi 225 lira. 2 yılda İstanbul-Ankara tren seferlerinin bilet fiyatları tam yüzde 411 lira attı. 85 liraydı, 430 lira oldu. Biz bunu bakana sorduğumuzda da ‘Geçmişte yapamadığımız zamları şimdi yapıyoruz’ diyor. Vatandaşın sırtına yükü yüklemekten zerre çekinmiyorlar. Enflasyonu sorduğunuzda yüzde 50, yüzde 60’lardan bahsediyorlar. Ama işte YHT biletlerine yapılan zamlarda en azı yüzde 140. Emekliye, memura, çalışana zam yapmaya geldiğinde enflasyonu düşük gösterenler, iş vatandaşa gelince yüzde 140’ları bulan zam yapıyor. Bu vicdansızlıktır” ifadelerini kullandı.

Sisi yeniden Mısır Cumhurbaşkanı seçildi (soL)

Mısır'daki Ulusal Seçim Kurumu, mevcut Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi'nin yeniden cumhurbaşkanı seçildiğini duyurdu.(https://haber.sol.org.tr/haber/sisi-yeniden-misir-cumhurbaskani-secildi-387943)

Arjantin'in yeni faşistinden eylemlere karşı şeytanın aklına gelmeyecek karar! (CAN KUYUMCUOĞLU-SOL/ÖZEL)

Arjantin'in yeni aşırı sağ hükümetinin açıkladığı "güvenlik" protokolüne göre, eylemlere yapılacak polis müdahalesinin "masrafları" eyleme katılan örgüt ve kişilere ödetilecek.(https://haber.sol.org.tr/haber/arjantinin-yeni-fasistinden-eylemlere-karsi-seytanin-aklina-gelmeyecek-karar-387938)

İSİG Meclisi: Tekstil işkolunda son on yılda en az 364 işçi çalışırken hayatını kaybetti - EVRENSEL

 

İSİG Meclisi raporuna göre, tekstil sektöründe son 10 yılda en az 364 işçi çalışırken yaşamını yitirdi.

Urfa'da Özak Tekstil işçilerinin sendikal haklarını elde etmek ve insanca koşullarda çalışmak talebiyle başlattıkları direniş devam ederken, İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği (İSİG) Meclisi tekstil işkolunda yaşanan iş cinayetleri raporu yayınladı.

Tekstil sektöründe son 10 yılda en az 364 işçinin çalışırken öldüğü açıklanan raporda, “Özak Tekstil işçileri yalnız değildir. İşçiyiz, haklıyız, kazanacağız” denildi.

İSİG Meclisi raporuna göre, 2013 yılında 37 işçi, 2014 yılında 35 işçi, 2015 yılında 12 işçi, 2016 yılında 44 işçi, 2017 yılında 27 işçi, 2018 yılında 28 işçi, 2019 yılında 35 işçi, 2020 yılında 54 işçi, 2021 yılında 33 işçi, 2022 yılında 32 işçi ve 2023 yılının ilk on bir ayında 27 işçi olmak üzere; 2013 yılından bugüne “en az” 364 tekstil işçisi “iş cinayetleri”nde hayatını kaybetti.

TEKSTİL İŞKOLUNDA İŞ CİNAYETLERİNİN NEDENLERİNE GÖRE DAĞILIMI

Trafik, Servis Kazası nedeniyle 86 işçi; Patlama, Yanma nedeniyle 55 işçi; Ezilme, Göçük nedeniyle 48 işçi; Yüksekten Düşme nedeniyle 38 işçi; Covid-19 nedeniyle 31 işçi; Zehirlenme, Boğulma nedeniyle 16 işçi; Silikozis nedeniyle 15 işçi; Kalp Krizi, Beyin Kanaması nedeniyle 15 işçi; Şiddet nedeniyle 14 işçi; Elektrik Çarpması nedeniyle 10 işçi; İntihar nedeniyle 9 işçi; Kesilme, Kopma nedeniyle 8 işçi; Nesne Çarpması, Düşmesi nedeniyle 7 işçi; diğer nedenlerden dolayı 12 işçi hayatını kaybetti.

  • En çok ölüm nedeni olarak servis kazalarını görüyoruz. Servis minibüslerinin eski-bakımsız olması, fazla işçi bindirilmesi, denetimsizlik ve uygun yerde işçi indi-bindilerin yapılmaması sonucu işçi ölümleri meydana geliyor.
  • Patlama ve yanmaların oransal olarak en fazla olduğu bir işkolu tekstil. Fabrikalarda ve atölyelerde gerekli bakım, denetim ve yenilemenin yapılmaması sonucu buhar ve yağ kazanlarının patlaması, kimyasal madde yanmaları sıklıkla yaşanmaktadır.
  • Ezilmeler de önemli bir ölüm nedeni. Yine bakımsızlık-denetimsizlik nedeniyle makinelere sıkışma-kapılma, forklift ve ağır malzeme altında kalma ile yük asansörlerine işçilerin bindirilmesi sonucu ölümler meydana gelmektedir.
  • Son olarak dikkat çekmek istediğimiz husus ise silikozis sonucu ölümlerdir. 2000’li yılların başında kot kumlama atölyelerinde çalışan yüzlerce işçi silikozise yakalanmıştır. Daha sonra kot kumlama yasaklansa da işçiler ölüm sıralarını beklemektedir. 2013 yılı ve sonrasında da en az 15 kot kumlama işçisi silikozis hastası hayatını kaybetmiştir.
  • TEKSTİL İŞKOLUNDA İŞ CİNAYETLERİNİN YAŞ GRUPLARINA GÖRE DAĞILIMI

14 yaş ve altı 5 çocuk işçi,

15-17 yaş arası 11 çocuk/genç işçi,

18-29 yaş arası 76 işçi,

30-49 yaş arası 199 işçi,

50-64 yaş arası 53 işçi,

65 yaş ve üstü 3 işçi,

Yaşını bilmediğimiz 37 işçi hayatını kaybetti…

TEKSTİL İŞKOLUNDA İŞ CİNAYETLERİNDE ÖLEN GÖÇMEN İŞÇİLERİN GELDİKLERİ ÜLKELER

36 Suriyeli, 3 Özbekistanlı, 3 Türkmenistanlı, 2 Afganistanlı, 2 Gürcistanlı, 1 Iraklı, 1 İranlı ve 1 Nijeryalı göçmen işçi hayatını kaybetti.

Tekstil işkolunda göçmen işçi ölüm oranı yüzde 13,5 ile tüm işkolları baz alındığında Türkiye ortalamasının 2-3 katıdır. Özellikle sektörde yoğun bir biçimde Suriyeli işçi çalışmaktadır.

(EVRENSEL)

Gericiye ‘‘gerici’’ denir - BİRGÜN

 

AKP iktidarının arka bahçesi haline gelen tarikat ve cemaatler eğitim alanını da ablukaya aldı. Bakan Tekin’in bu yapılar hakkındaki açıklamasına tepkiler sürüyor. Eğitimci Özmen, iktidarın tarikatlara alan açtığını dile getirirken, MEB Sorumlu CHP Genel Başkan Yardımcısı Özçağdaş, ‘Bu yapıların gerici oldukları tartışılmaz’ dedi.

Gericiye ‘‘gerici’’ denir       İzmir’de ÇEDES projesine karşı ‘‘Laik eğitim memleket meselesi’’ mitingi yapılmıştı. (Fotoğraf: BirGün)

AKP iktidarının ülkeyi içine sürüklediği gericilik girdabı en çok eğitim alanını vurdu. Ders içeriklerinin değiştirilmesinden okulöncesi kurumlara mescit açılmasına, karma eğitimin hedef tahtasına konulmasından okullara imam atanmasına dek pek çok uygulama gerici, yandaş Sivil Toplum Kuruluşları (STK) ile yapılan protokoller üzerinden hayata geçirildi. Son olarak Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, Meclis’teki bütçe görüşmelerinde, bakanlığının tarikat ve cemaatlerle 10 protokol imzaladığını açıkladı.

Tekin, 2023 yılı itibarıyla geçerli 2 bin 709 tane protokolün bulunduğunu belirterek "Bu protokollerden bin 167 tanesi resmi kurumlarla, 550 tanesi STK’larla, 986 tanesi ise TEMA’dan Kızılay’a bir sürü STK’yla. Bunların içerisinde sizin ‘tarikat, cemaat’ dediğiniz, bizim ‘STK’ dediğimiz yapılarla 10 tane protokolümüz vardır. Onlarla protokol yapmaya da devam edeceğiz" ifadelerini kullandı.

TARİKATLARA ALAN AÇMAYA ÇALIŞIYORLAR

Uzmanlar eğitimdeki gericileşme ile STK’ler ile yapılan protokolleri BirGün’e değerlendirdi. Eğitimci Ünal Özmen, “STK denen yapılarla imzalanan protokoller, Eğitim Bakanlığı’nın donanım ihtiyacını karşılamak için yapılmış değil, her bir protokol ya bilgi ya davranış kazandırmak veya değiştirmekle ilgili. Oysa öğrencinin gereksinim duyduğu bilgi, beceri ve davranışı kazandırmak veya değiştirmek Eğitim Bakanlığına verilmiş görevidir. Bakanlık bu görevini başkasına devredemez, hizmet adı altında dışarıdan temin edemez” dedi. Özmen sözlerini şöyle sürdürdü: “Normal olan bakanlığın onları eğitmesi iken onlar bakanlığı eğitiyor! Neden, çünkü anormal bir sürece girdik. Bakanın gururla savunduğu 2709 protokol, normal bir ülkede normal bir bakanın gururunu incitmesi gerekir. Fakat adam incinmiyor, çünkü kendisini ne bu topluma ne temsil ettiği makama ne de hukuka karşı sorumlu hissetmiyor. Adam açıkça tarikatları temsilen orada olduğunu itiraf ediyor. ‘Sizin tarikat cemaat dediğimiz bizim STK dediğimiz yapılar’ diyerek de tarikatlara alan açmaya çalışıyor. Adı dernek vakıf veya başka bir şey olsun cemaat, tarikat veya herhangi bir dini düşünce ile bağı olan hiçbir örgütlenmeye STK denemez.”

LAİKLİĞE SALDIRININ BAŞKA BOYUTU

Milli Eğitim Bakanlığı’ndan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Suat Özçağdaş ise “MEB ve bizzat Bakan Yusuf Tekin laiklik karşıtı odakların sözcüsü ve hamisi durumuna gelmiş bulunuyor. Öğretmenlerimizin, çocukların terör örgütüne kaynak olarak dağa çıkmasını engelleyemeyeceğini ama kerameti kendinden menkul tarikat ve cemaat unsurlarının engelleyeceğini dile getirmek başlı başına bir zavallılık” dedi.

İktidardaki kadroların bu söylemlerinin siyasi bir hedef olduğunu vurgulayan Özçağdaş şu ifadelere yer verdi: “Belirli bir bölgeyi kastederek, Meclis sıralarında da belirli bir partiye yönelik konuşmasından anlaşıldığı üzere, bu tarikat unsurlarını bölgenin şekillendirilmesinde bir araç olarak gördüğünün de bir itirafı. Yine, çocukların dağa çıkmasını engellemek olarak adlandırdığı bu icraatlar, örneğin ÇEDES projesinin İzmir, Kırklareli, Eskişehir gibi partisinin az toplumsal destek aldığı bölgelerde başlaması göz önüne alındığında, amacın siyasi bir hedef olduğu da açıkça görülüyor. Siyasi iktidarın 4+4+4 düzenlemesi ile hız kazanan bilimsel, çağdaş, laik eğitimi sonlandırma hamlesinin başka bir aşamaya geçtiği anlaşılıyor”

ALADAĞ’I DA KARAMAN’I DA UNUTMADIK

Bakan Tekin’in STK’lar diye savunduğu yapıların gerici yapılar olduğu tartışılmaz diyen Özçağdaş, Aladağ’ı da Karaman’ı da unutmadıklarını belirtti. Şöyle konuştu: “Köy okullarını ve yatılı okulları kapatarak çocukların tarikat ve cemaat yurtlarına teslim edilmesinin acı sonuçlarını, Aladağ ve Karaman başta olmak üzere birçok çocuğumuzun nasıl mağdur edildiğini hep birlikte yaşayarak acı bir şekilde gördük. Türkiye Gençlik Vakfı, İlim Yayma Cemiyeti, Ensar Vakfı ve Birlik Vakfı gibi yapılarla imzalanan çeşitli protokoller, Bakanlığa verilen anayasal görevlerin ve bu doğrultudaki yetkisinin devri anlamına gelmektedir ve asla kabul edilemez.  Bakanlıklar ve AKP’li belediyeler tarafından desteklemek için vergi muafiyeti tanınan vakıflar, kamu yararı statüsü verilerek desteklenen dernekler, bu yapılara yönelik bedelsiz yapılan bina vb. tahsisler, yurtlar ve kamusal kaynaklar, iktidarın temel icraatı haline geldi.  CHP olarak laik ve bilimsel eğitimi kökten yok etmeyi hedefleyen bu siyasi adımları reddediyoruz. Yasal ve toplumsal platformlarda mücadele etmeye devam edeceğiz.’’

∗∗∗

EĞİTİM PROTOKOLLERE EMANET

Bakan Tekin’in STK’lar olarak savunduğu; TÜGVA, İlim Yayma Cemiyeti, İnsani Yardım Vakfı(İHH), İlim Yayma Cemiyeti, Ensar Vakfı, İnsan Vakfı gibi gerici yapılar eğitim sistemi içerisine yerleştirildi. Daha önce birçok skandal haberlerle gündeme gelen bu yapıların MEB ile yaptığı protokollerden bazıları ise şunlar:

• MEB Din Öğretimi Genel Müdürlüğü ve Türkiye Gençlik Vakfı (TÜGVA) arasında değerler eğitimi ve sosyal etkinlikler yapılmasına dair iş birliği protokolü

• MEB Hayat Boyu Öğrenme Genelş Müdürlüğü ile İlim Yayma Cemiyeti arasında öğrencilere yönelik sosyal, kültürel, sportif etkinlikler ile mesleki ve teknik kurslar düzenlenmesine dair iş birliği protokolü

• MEB ile Ensar Vakfı arasında çeşitli eğitim, seminer ve sosyal etkinlikler düzenlenmesine dair iş birliği protokolü

• MEB Orta Öğretim Genel Müdürlüğü ile Hayrat Vakfı arasında eğitimde iş birliği protokolü

• MEB Hayat Boyu Öğrenme Genel Müdürlüğü ile Türkiye Gençlik ve Eğitime Hizmet Vakfı (TÜRGEV) arasında öğrencilere yönelik sosyal, kültürel, sportif; Mesleki ve teknik kurslar düzenlenmesine ilişkin protokol

• MEB Hayat Boyu Öğrenme Genel Müdürlüğü ile İlim Yayma Cemiyeti arasında öğrencilere yönelik sosyal, kültürel, sportif etkinlikler ile mesleki ve teknik kurslar düzenlenmesine dair kurslar düzenlenmesine dair iş birliği protokolü

∗∗∗

BAKAN YUSUF TEKİN’İN İCRAATLARI

Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin gerici politikaların hayata geçirilmesinde öne çıkan isimlerden biri oldu.

• Tekin’in müsteşarlığı döneminde imam hatiplerin sayısında devasa artış yaşandı. 2013-2014 yılında 1361 olan imam hatip ortaokulu sayısı 3 bin 394’e, 854 olan imam hatip lisesi sayısı ise 1624’e yükseldi.

• 27 Eylül 2014’te öğrencilerin kılık ve kıyafetlerine dair yönetmelikte değişiklik yapıldı. Yönetmelikle, ortaokul ve liselerde türban serbest bırakıldı.

• Tekin döneminde ‘MEB Kurum Açma, Kapatma ve Ad Verme Yönetmeliği’nde yapılan değişiklikle okullarda mescit ve abdesthane zorunluluğu getirildi.

• Mayıs 2018’de Diyanet, Milli Eğitim Bakanlığı’yla imzaladığı protokol çerçevesinde, imam hatip ortaokullarında beşinci sınıftan itibaren ‘Hafızlık Projesi’ni hayata geçirdi.

• Prof. Dr. Esergül Balcı’nın 2018 yılında yayımladığı rapora göre özel öğretim kurumlarının 3’te 1’i, 4 binin üzerindeki özel yurdun 2 bin 480’i bir tarikatla bağlantılıydı.

• Yusuf Tekin bakan olarak göreve gelir gelmez, tarikat ve cemaatlerin karşı çıktığı karma eğitimi de hedef aldı.

∗∗∗

HALKIN LAİKLİK TALEBİ SOKAKLARDA BÜYÜYOR

Bakan Tekin’in açıklamaları AKP iktidarı döneminde eğitimdeki gerici politikaların boyutunu bir kez daha gün yüzüne çıkarırken halkın içerisinde yükselen tepkiler laiklik mücadelesinin önemini de bir kez daha ortaya koydu.

Tarikat ve cemaatleri destekleyen küçük bir azınlığın karşısında halkın itirazı ise her gün biraz daha yükselmeye devam ediyor. Alevi derneklerinin çağrısıyla 10 Aralıkta Kadıköy’de gerçekleşen “Laik eğitim, insanca yaşam, demokratik Türkiye” mitingi bunun en son örneklerinden.

Yurttaşların yoğun katılımı ile gerçekleşen mitingde Laik ve bilimsel bir eğitim vurgusu ön plana çıkartılırken yurttaşlar “ÇEDES protokolü iptal edilsin”, “Savaşa değil, eğitime bütçe”, “Laik, bilimsel, anadilde eğitim”, “Eşit yurttaşlık istiyoruz” dövizleri taşıyarak taleplerini dile getirmişti.

∗∗∗

TARİKAT VE CEMAATLER DERHAL KAPATILSIN

MEB Bakanı Yusuf Tekin’in cemaat ve tarikatları ‘Bize göre STK’ler’ diyerek savunması da tepkileri beraberinde getirdi.

Konuyla ilgili Eğitim Sen’in yaptığı açıklamada iktidarın gerici yapılarla ilişkisine değinildi. Laikliğe aykırı uygulamaların hayata geçirildiği vurgulanırken gericiliğe karşı mücadele çağrısı yapıldı. Açıklamada “Siyasi iktidarın 12 Eylül rejiminden miras aldığı ‘Türk-İslam sentezi’ yaklaşımı geçtiğimiz 21 yıl içinde adım adım hayata geçirilirken, MEB’in proje ve protokoller üzerinden dini vakıf ve cemaatleri eğitim sistemi içine yerleştirdi. Başta TÜGVA ve TÜRGEV olmak üzere Ensar Vakfı, İHH, Hizmet Vakfı, Hayrat Vakfı, İlim Yayma Cemiyeti, Birlik Vakfı, Hizbullah’a yakınlığıyla bilinen Peygamber Sevdalıları Derneği vb. gibi dini vakıf ve derneklerin devlet okullarında seminer verebilmesi, kitap dağıtabilmesi, yarışmalar düzenlemesi ve kendi kurumlarında öğrencileri stajyer olarak eğitebilmesinin yolu açıldı. Eğitimde yayılan bu gericiliğe karşı bütün eğitim bileşenlerini birlikte hareket etmeye ve mücadeleye davet ediyoruz” ifadeleri yer aldı.

Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nden yapılan açıklamada ise tarikat ve cemaatlerin hukuk dışı yapılar olduğu vurgulandı. Eğitim sistemi içerisine giren bu yapıların tehlikeli ve tehdit içerdiği belirtilen açıklamada öne çıkan ifadeler şöyle: “Bakan’ın konuşmasında net bir şekilde ifade edilen tarikat ve cemaatlerle iş birliği yapma kararlılığı; laik ve bilimsel eğitim sistemine karşı bir politikayı ve saldırıyı açıkça ortaya koymaktadır.  Bununla birlikte, TBMM kürsüsünde bu tehlikeli sözler söylenirken başta ana muhalefet partisi olmak üzere anayasal görevi muhalefet etmek olan siyasi partilere de başta laiklik olmak üzere devletin temel niteliklerini savunma görevlerini hatırlatmak isteriz. Cumhuriyetimizin kuruluş ilkelerinden özellikle laik, bilimsel ve kamusal eğitimden ödün vermeden, yetkilileri bu tehlikeli iş birliğinden vazgeçmeye davet ediyoruz” Önce Çocuk ve Kadınlar Derneği de açıklamaya tepki gösterdi. Sosyal medyadan yapılan paylaşımda “Bizler de tarikat ve cemaatlerle gerek hukuki gerek toplumsal her alanda mücadele etmeye devam edeceğiz. Her türlü şiddete, istismara maruz bırakıp yaşamlarını gasp ettiğiniz çocuklar, gençler ve kadınlar için tarikat ve cemaatler kapatılsın demekten vazgeçmeyeceğiz” denildi.

BİRGÜN


Devrim Kanunu: Diyarbakırlı muskacı 'şeyhin' hatası ‘STK’ kurmamak mı? + Bakan Tekin’e Anayasa kitapçığı fırlatacak kimse kalmadı mı? (soL-Özel)

Devrim Kanunu: Diyarbakırlı muskacı 'şeyhin' hatası ‘STK’ kurmamak mı? (Burcu Günüşen)

Tekke ve zaviyelerin kapatılmasına ilişkin kanun cemaat ve tarikatlara, mehdi ve gavslara karşı işletilmiyor, ‘sahte şeyhler’, 'muskacılar' ve 'falcılar'a gelince akla geliyor.

Devlet kurumlarının tarikatlar ve cemaatler arasında paylaşıldığı, tarikat ve cemaatlerin holdingleşerek dört bir yanı sardığı ülkemizde tekke ve zaviyeleri yasaklayan 677 sayılı kanun yalnızca konu muskacılara, falcılara, “sahte şeyhler”e gelince hatırlanıyor.

1925 yılında çıkarılan ve Anayasa’nın 174. maddesiyle korunan 677 sayılı kanun halen yürürlükte olmasına karşın Cumhuriyetin 100. yılında toplumu tarikat ve cemaatler sarmış durumda.

Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in alenen Meclis kürsüsünden “sivil toplum kuruluşu” adı altında tarikat ve cemaatlerle protokol yapmaya devam edeceğini duyurmasından bir gün sonra açılan bir davanın haberi 677 sayılı kanunun hatırlandığını gösterdi.

Ancak Cumhuriyet savcılarının Bakan Tekin’e ya da protokol yaptığı “vakıf” adı altında faaliyet gösteren tarikatlara karşı harekete geçmesi haberi değildi bu.

Muskacıya gelince hatırlanan yasa

Diyarbakır’da yüksek duvarlar, dikenli teller ve güvenlik kameralarıyla donatılmış bir evde 250 ila 500 lira karşılığında muska yazan “sahte şeyh” A.A.’ya karşı açılan davaydı sözkonusu olan. 

Hakkındaki soruşturma tamamlanan A.A. hakkında “Dini inanç ve duygularının istismarı suretiyle dolandırıcılık” suçundan takipsizlik kararı verilmiş, “Tekke ve zaviyelerle türbeleri seddine ve türbedarlıklar ile bir takım unvanların men ve ilgasına dair kanuna muhalefet” suçlaması yöneltilen A.A. için hazırlanan iddianamede 6 ay hapis cezası istenmişti.

Daha önce avukatının "Kadiri Şeyhi" olduğunu söylediği A.A.'nın da savunmasında "Ehlibeytin soyundan geliyorum, ben ve ailem Seyidiz, para almadım gönüllü dua yazarım" dediği öğrenildi.

Elbette bu yasanın "Şeyhim" diyerek halkı soyanlara karşı işletilmesi doğru.

Ancak 677 Sayılı Kanuna muhalefet suçlamasının Türkiye’nin gündemine sık sık gelen, tarikat ve cemaatlere ait yurtlarda, evlerde cinsel istismara uğrayan, çıkan yangınlarda ölen, şiddete maruz kalan çocuklar, kadınlarla ilgili davalarda bu yapılara karşı yöneltilmediği biliniyor.

Örneklerine nadir rastlanan bu suçlamanın yöneltildiği davalarsa genellikle “sahte mehdi”, “falcı”, “büyücü”, “muskacı” gibi kişilerin yargılandığı davalar oluyor.

Ne Ensar'da ne Hiranur'da ne de Aladağ'da gündeme geldi

Bu kanun ne İsmailağa Cemaati’ne bağlı Hiranur Vakfı’ndaki çocuk istismarında, ne Uşşaki tarikatı lideri Eyyüp Fatih Şağban’a açılan çocuk istismarı davalarında gündeme geldi.

Kanun Aladağ’da Süleymancılara ait yurtta çıkan yangında 11 kız çocuğunun yaşamını yitirmesiyle ilgili davada da, Karaman'da Ensar Vakfı’na ait evlerde onlarca çocuğun cinsel istismara uğramasıyla ilgili davada da işletilmedi.

Yakın zamanda Çanakkale Bayramiç’teki Külcüler köyünde iki otele yerleşen ve kendilerini “Hilafeti Muhammediye” diye adlandıran tarikat lideri ve mensuplarından oluşan 21 kişinin tutuklandığı soruşturmada da 677 sayılı kanuna muhalefet suçlaması, basına yansıyan haberlere göre, yöneltilmedi.

Oradaki suçlama “kaçak kazı” yapmaktı. Daha önce İstanbul’da bir internet kafe işlettiği öğrenilen, kendisini “mehdi” ilan edip Bayramiç’teki köye “mürit”leriyle birlikte yerleşen tarikat lideri Mustafa Çabuk ile 20 müridi tutuklanırken, 200’ün üzerinde tarikat mensubuysa halen köyde tarikat faaliyetlerini sürdürüyor.

Tüm tarikat ve cemaatler, hâlâ yürürlükte olan Devrim Kanunu'na göre derhal kapatılmalı. Ama, görünen o ki, sorun "şeyh" olmakta değil, "sahte şeyh" olmakta. Buradaki sınır, belli ki, güce göre çiziliyor. Cenazelerine devlet erkanının çakarlı araçlarla doluştuğu Menzil tarikatının şeyhi kendisini "gavs" olarak görüyor, bizzat tanrıyla özdeşleştiriyordu. Ancak bu gibi iddialar dahi, yeterince güçlü olunduğunda, tarikat ve cemaatleri yasadan koruyor.

Suriyeli iki 'büyücü' sınır dışı edilmişti

Peki 677 sayılı kanuna muhalefet suçlaması kimlere yöneltiliyor?

Kamuoyuna yansıyan haberlere göre son olarak 2022 Nisan’ında İstanbul’da iki müteahhit arasındaki husumette taraflardan birinin “büyü yaptırması” için tuttuğu Suriyeli Eymen A. ve beraberindeki S.H.’ya "677 Sayılı Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine ve Türbedarlıklar ile Birtakım Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanuna Muhalefet" suçlamasıyla adli işlem yapıldı. Bu kişiler sınır dışı edildi.

2021 yılında da yine İstanbul Esenler’de kendisini hoca olarak tanıttığı kadınları evliliklerini kurtarma vaadiyle dolandırdığı ve “dini duyguları kullanarak cinsel birliktelik yaşadığı” için yargılanan B.D. hakkında "Zincirleme olarak dini inanç ve duyguları istismar ederek dolandırıcılık" ve "Tekke ve zaviyelerle türbeleri seddine ve türbedarlıklar ile birtakım unvanların men ve ilgasına dair kanun'a muhalefet" suçlarından dava açıldı.

677 sayılı kanuna muhalefetten açılan bir başka davanın tarihiyse 2014 yılına uzanıyor. İstanbul Taksim'de çalıştığı kafede para karşılığında kahve falı bakan 37 yaşındaki A.B.’ye 677 sayılı tekke ve zaviyelerin kapatılmasına ilişkin kanun kapsamında 3 aydan az olmamak üzere hapis cezası istemiyle dava açılmıştı.

Anayasal koruma altındaki 677 sayılı kanun yurdun dört bir yanında kamu kurumlarından bakanlıklara, hastanelerden okullara, öğrenci yurtlarına, medyaya uzanan vakıfları ve holdingleriyle hüküm süren tarikat ve cemaatlere işlemiyor.

Menzilciler, İskenderpaşacılar, Nurcular, Işıkçılar, Hakyolcular, Nakşibendiler, Süleymancılar, Kadiriler, Mevleviler, Halvetiler, Rufailer, Bayramiler bu ülkenin emekçilerinin bugününü karartmaya devam ediyor.

                                                              /././

Bakan Tekin’e Anayasa kitapçığı fırlatacak kimse kalmadı mı? (İrem Yıldırım)

Tekin, TBMM Genel Kurulu'nda yaptığı konuşmada bakanlığın tarikat ve cemaatlerle protokol yapmaya devam edeceğini açıkça ilan etti.

AKP’yi iktidara getiren sürecin temel taşlarından biri, dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in Başbakan Bülent Ecevit’e Anayasa kitapçığı fırlatmasıydı.

Dün Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, Meclis’te tarikat ve cemaatleri savunurken, ona Anayasa kitapçığı fırlatacak tek bir vekil bile çıkmadı.

30 Kasım 1925, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin tekke, zaviye ve türbeleri kapattığı gün. Cumhuriyet’in 100. yılına girdiğimizde, bu konu her mecrada özel olarak gündeme geldi. soL Haber de 30 Kasım vesilesiyle 4 aydınla konuşmuştu. Yasanın en önemli ayağı eğitimdi. Çok uzun süredir, devletle iç içe geçen tarikat-cemaat gerçeğini hissetmediğimiz tek bir gün bile yok. 15 Temmuz’a kadar yan yana oldukları Gülencileri sonrasında tasfiye eden iktidar, onların yerine yeni tarikat ve cemaatlere kucak açtı. Anayasaya göre yasa dışı olan ve memleketi saran bu ağ, iktidar dahil herkes tarafından bilinen bir gerçeklik ve uzun zamandır devlet kadrolarında da düşük sesle tartışılan, eleştirilen bir durum halini aldı.

Yeni Şafak 15 Aralık günü, kitap ekinde yayımladığı “Tekkeler ne idi ne oldu?”  yazısında açık açık tekke ve tarikatların “şimdilerde vakıf, dernek statüsünde devam etmekte” olduğunu yazdı. Aslında bu bir ‘savunma’ yazısıydı.

Tam olarak şu ifadeler kullanıldı:

“Osmanlı toplumunda önemli bir yere sahip olan tasavvuf ve tarikat kültürü, Cumhuriyet’e geçişle birlikte yer altına çekilmek durumunda kalmıştı. Binlerce yıllık bir kültürden tevarüs edilerek gelen ve müesseseleşmiş bu yapı, şimdilerde vakıf, dernek statüsünde devam etmekte.”

Yani, Cumhuriyet’in kazanımlarını nasıl deldiklerini bir güzel anlattılar.

soL o gün yaptığı haberde“Yeni Şafak’ın ‘Cumhuriyet’le birlikte yeraltına çekilmek durumunda kaldığını’ yazdığı cami ve mescitler dışındaki tekkeler, zaviyeler ve türbeler bundan 98 yıl önce 677 sayılı kanunla yasaklanmıştı. 677 sayılı bu kanun halen yürürlükte ve Anayasa'nın 174. maddesiyle koruma altında. Ancak Cumhuriyet'in 100. yılında bugün tarikatlar toplumu sarmış durumda” ifadeleriyle durumu gözler önüne sermişti. 

Eğitimin direksiyonunda olan Bakan Yusuf Tekin dün Meclis’te yaptığı konuşmayla 'STK' kılıfından çıkan ‘tarikat-cemaatlere’ değinmeden geçmedi.

Aile ve Sosyal Hizmetler ile Milli Eğitim bakanlıklarının 2024 yılı bütçeleri TBMM Genel Kurulu’nda görüşülürken, Yusuf Tekin kürsüye çıkıp şu cümleleri kurdu:

"Milli Eğitim Bakanlığı'nın 2023 yılı itibarıyla geçerli 2 bin 709 tane protokolü var. Bunların içerisinde sizin 'tarikat, cemaat' dediğiniz, bizim 'STK' dediğimiz yapılarla toplasanız 10 tane protokolümüz vardır. Onlarla protokol yapmaya da devam edeceğiz. Çünkü onlar çocukların dağa çıkmasını engelliyor.”

Bakan tarikat-cemaat gerçeğini STK kılıfına tekrar tıkıştırmaya çalışırken, Yeni Şafak’ta yazanları da unutmuştu. Tabii ki unuttuğu falan yoktu. Bir kucak dolusu hamasetle kürsüye çıkan Tekin, tarikat ve cemaatlere, "STK" görünümlü tarikatlara ihtiyaç olduğunu söyledi. Sebep olarak “çocukların dağa çıkmasını engelliyor” dedi. Yusuf Tekin’in bu sözleri Meclis’te rahatlıkla dile getirebilmesinin en büyük sebeplerinden biri, 21 yıldır süren AKP iktidarında muhalefetin bir kez bile sağlam ve kapsamlı bir şekilde ‘tarikatlar ve cemaatler kapatılsın’ sesinin çıkmaması.

Peki Cumhuriyet’in 100. yılında devlet, çocuklarını korumak için tarikat ve cemaatlere mi ihtiyaç duyuyordu?

Çocukları ‘koruyan’ tarikat ve cemaatlerde neler oldu?

  • İstanbul'da devlet korumasındaki çocukların tarikat kampına götürülmesi skandalı ortaya çıkmıştı. Çocukların kampta fiziksel ve psikolojik şiddete de uğradıkları soL Haber tarafından yazıldı. Nur Cemaati’nin bir kolu olan Suffa Vakfı’yla ilişkili derneğin 3 Temmuz - 11 Ağustos tarihleri arasında vakfın Güngören ilçesinde faaliyet gösteren Özel Gündüzalp Erkek Öğrenci Yurdu’nda planlanan kampı haberin kamuoyundan tepki toplaması üzerine erken sona erdirilmiş ve çocuklar çocuk evlerine geri teslim edilmişti.
  • Ensar Vakfı ile Karaman Anadolu İmam Hatip ve İmam Hatip Lisesi Mezunları ve Mensupları Derneği'ne (KAİMDER) yakın kişilerin kiraladığı evlerdeki 9 ve 10 yaşlarında olan 45 öğrencinin, rehber öğretmen Muharrem Büyüktürk tarafından cinsel istismara uğradığı ortaya çıktı.
  • Adana’nın Aladağ İlçesi’nde Süleymancılara ait kız yurdunda 29 Kasım 2016’da çıkan yangında 11’i öğrenci olmak üzere 12 kişi yaşamını yitirdi.
  • Antalya İlim ve Kültür Derneği'nin yurdunda 18 yaşındaki bir öğrencinin başı, yurt görevlilerinden İhsan Güney tarafından kesildi. Katil, "Deccal'i vurdum" dedi.
  • Üç yıl boyunca Süleymancılara bağlı Ümraniye'deki Özel Osmangazi Arifiye Ortaokul Erkek Öğrenci Yurdu'nda kalan bir erkek öğrencinin, hoca İ.S.'nin cinsel istismarına maruz kaldığı ortaya çıktı.

AKP’li yıllarda eğitim dincileşti, gericilik ve piyasacılık eğitimi çürüttü

Şuradan başlamak yanlış olmaz, 2002 yılından bu yana 18 bin 432 köy okulu kapatıldı. Anadolu’nun dört bir yanında yanan eğitim meşaleleri bir bir AKP iktidarının politikasıyla söndürüldü. 

Bakan'ın 'eğitimin karma olmasını zorunlu kılan bir hükmün olmadığını' söylemesi eğitime bakış açışını anlamak için yeterli olsa da eğitimde geldiğimiz noktayı daha iyi anlamak adına bakmamız gereken şeyler var.

soL yazarı Rıfat Okçabol, “AKP’li yıllarda eğitim” adlı yazı dizisinde (AKP’li yıllarda eğitim (I)!AKP’li yıllarda eğitim (II): Eğitimin gericileşmesi ve AKP’li yıllarda eğitim (III): 2012 ve sonrasında eğitimin gericileşmesi) AKP’nin eğitim karnesine mercek tutmuştu.

Okçabol tek tek şunlara dikkat çekmişti:

  1. Eğitimi piyasalaştırdılar:  Veliler, eğitim hizmetlerinden yararlanabilmek için her yıl daha fazla para ödemek zorunda bırakıldı. 2012’de çıkan 4+4+4 yasasıyla eğitimde gerici dönüşümlere yol açtı. Liseye geçişte sınırlı sayıda belirlenen ve nitelikli denilen liseleri kazanamayanların çoğu; imam hatip, meslek liseleri ya da açık liselere gitmek zorunda bırakıldı bu da özel okul talebini artırdı. Eğitim-öğretim süreçlerinde, piyasacı tutum ve davranışlar öğrencilere dayatıldı. 2005 yılında AKP, Prof. Dr. Ziya Selçuk’un Talim ve Terbiye Kurulu başkanlığında, AB’nin dayattığı ilköğretim programını uygulamaya koyarken, girişimci öğrenci yetiştirilmesini de hedefledi. AKP, mesleki eğitimde de piyasacı uygulamaları büyüttü. Özellikle meslek okulu öğrencilerinin sömürülmesine yol açan staj adı altındaki uygulamayla öğrencileri sanayi sektöründe ucuz işgücü olarak kullanmaya başladı. Kitap basımı ve ders araçları üretimi gibi bakanlıkça yapılan işler bir bir özel sektöre havale edildi. 
  2. Okullarda 23 Nisan Çocuk ve Egemenlik Bayramı kutlamalarını engellemek için ilgili haftalarda ‘Kutlu Doğum’ etkinlikleri düzenlendi.
  3. Laiklik ve bilimsellik karşıtı olan eğitim sendikası üyelerinin okul müdürü ve yardımcısı olmaları yaygınlaştı.
  4. AKP, imam hatipliği misyon edinerek Ensar Vakfı ile 2005’te çağdaş değerlerin hemen hiçbirini içermeyen ‘Değerler Eğitimi’ projesini başlattı.
  5. 27 Ağustos 2011 tarih ve 651 sayılı KHK ile TÜBİTAK ve Türkiye Bilimler Akademisi’nin (TÜBA) özerk yapısına son verildi.
  6. 14 Eylül 2011 tarih ve 652 sayılı KHK ile bakanlığın yapısı değiştirilirken, Talim ve Terbiye Kurulu’na eğitimci olmayanların atanmasına yol açtı ve Din Öğretimi Genel müdürlüğü neredeyse bakanlığın en önemli birimi haline getirildi. Bu KHK ile bakanlık bürokratlarının tümünün görevleri sona erdirildi ve yerlerine gerici kişilerin atanması kolaylaştırıldı.
  7. 17 Eylül 2011 tarih ve 653 sayılı KHK ile de, Kuran kurslarına katılmak için 5. sınıfı bitirmiş olma koşulu kaldırıldı.
  8. 4+4+4 yasalaştı ve imam hatip ortaokulları açıldı. İlkokula başlama yaşı 7’den 6’ya ve ilkokul süresi de 5 yıldan 4 yıla indirilerek, 10 yaşındaki çocukların kendi istekleri ile değil de ailenin isteği doğrultusunda imam hatip ortaokullarına gitmelerini önü açıldı. 'Kuran-ı Kerim' ile 'Hz. Peygamberimizin hayatı' adlı iki seçmeli din dersi getirildi. Açıköğretim zorunlu eğitimin bir parçası sayıldı. 
  9. 4+4+4 yasasının kabulünden hemen sonra, hafızlık kursuna gideceklere ilkokula geç başlama hakkı verildi ve ‘temel din bilgisi’ adıyla üçüncü seçmeli din dersi açıldı.
  10. Öğretmen liseleriyle sınavsız öğrenci alan genel liseler kapatılarak imam hatibe ya da Anadolu lisesine dönüştürüldü.
  11. Ortaöğretime geçiş sınavı değiştirildi. Bakanlığın belirlediği ve sınava girenlerin yaklaşık yüzde 10’unun girebileceği ‘nitelikli liseleri’ kazanamayan yoksul öğrenciler, imam hatip liselerine ya da açık liseye gitmek zorunda bırakıldı.
  12. Lise öğrencilerine evlenme izni verildi, evlenenler açık liseye transfer edildi.
  13. Anadolu lisesi açmak için en az 50 binlik nüfus koşulu getirilirken, imam hatip okulu açmak için herhangi bir koşul getirilmedi.
  14. ‘Proje okulu’ uygulamasıyla, kısa sürede toplumun gözdesi olan Anadolu liseleri niteliksizleştirildi.
  15. 15 Temmuz sürecinden sonra Gülen Cemaati ve onların eğitim kurumları silinirken, diğer tarikatlar öne çıkmaya başladı. Özellikle 2017 yılında gerici eğitim müfredatında gaza basıldı. Müfredatla, dini öğretimde, güncel sorunları din kitabına ve hadislere göre çözecek öğrenci yetiştirilmesi hedeflendi.

Özetle, eğitim piyasalaştırılarak eğitim hizmeti almak için yapılan harcamalarla özel okul sayıları artarken, tarikatlarla diğer gerici kuruluşların açtığı yasal ya da yasa dışı kreşler, anaokulları ve Kuran kursları da arttı.

Kim bu direksiyonu gericiliğe kıranlar?

Bu gericileşmede şimdi Yusuf Tekin’in ne kadar payı varsa AKP’nin eğitim bakanları Mahmut Özer, Ziya Selçuk, İsmet Yılmaz, Nabi Avcı, Ömer Dinçer, Nimet Çubukçu ve Hüseyin Çelik’in de büyük bir payı var. Zamanında Gülen Cemaatine tanınan fırsatlar şimdi tüm tarikat ve cemaatlere sağlanırken, eğitimin gericileşmesinde atılan adımlar devam ediyor.

Peki son bakan, Tekin kim?

2011 yılında Gençlik ve Spor Bakanlığına Bakan Yardımcısı olarak atandı. 28 Mayıs 2013 tarihinde Milli Eğitim Bakanlığı müsteşarı olarak atananan Tekin, 2018'de profesör olduktan sonra görevinden istifa etti. İstifanın ardından Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi rektörü olarak atandı. Tekin’in atama süreci tartışmalara neden oldu, çünkü rektörlük için gereken 3 yıl profesörlük şartı, Tekin için kaldırılmıştı.

Yusuf Tekin, 12 yılı aşan bürokratlığı süresinde tartışmalı birçok açıklamayla  gündeme gelmişti.

2013 yılında 19. Milli Eğitim Şurası'ndan karma eğitimin masaya yatırılması üzerine Yeni Akit'e konuşan Tekin, karma eğitimle ilgili mevcut yasal düzenlemelerde eğitimin karma olmasını zorunlu kılan bir hüküm bulunmadığını söylemişti. "Halk siyasal iktidara egemen olduğu gibi, burada da halkın değerleri belirleyici olmaya başladı" ifadelerini kullanan Tekin, "Halkın istediği şekilde Milli Eğitim Bakanlığı gerekli düzenlemeleri yapar" demişti.

Yusuf Tekin, Milli Eğitim Bakanlığı'nda Müsteşar görevini sürdürdüğü 2013'te İmam Hatip Liseleri Uluslararası Sempozyumu’nda ''1930'lar bir daha yaşanmasın'' demiş ve şöyle konuşmuştu: "1930'lu yıllar Türkiye coğrafyanın bir daha asla yaşamasını istemediği dönem. Bu dönemin başında dini referans kaynaklarının diliyle oynanmış, bu kurumlar siyaset malzemesi haline gelmiş.''

(soL-Özel)



Kiracı, KYK borçlusu ya da aç insan için felsefe ne ifade eder? - Çağdaş Gökbel / soL

 

"Felsefenin yoksulların hayatında bir yeri olmasını mı istiyorsunuz, öyleyse eşitsizliğin kökenlerine bakacak ve insanlığı çürüterek yok eden bu kökleri kurutacaksınız."

15 Aralık Cuma günü Enver Aysever'in YouTube kanalına benim de üniversiteden hocam olan Cengiz Çakmak konuk oldu.1 Cengiz hoca hatırlar mı bilemem ama sınıfında en fazla maraz çıkaran öğrencilerinden birisi olarak bu yazıda da bazı tartışma alanları açmaya çalışacağım. Elbette bu konu doğrudan felsefeyle ilişkili, ancak tüm bu tartışmayı belirli bir yönteme oturtmadan şunu not etmeliyim. Genel olarak tüm kitle iletişim araçlarının (sosyal medya dahil) kitlelere pislik boca ettiği bir ortamda, kitlelerin Cengiz Çakmak ile tanışması ve YouTube üzerinden bir felsefe tartışması açılmasının önemli olduğunu düşünüyorum. Gelelim felsefenin lanetine; bu bazen sefaleti de olabilir, hatta çeşitlendirmeye kalkarsak rezilliği de olabilir. 

Düşünce nedir? Aklımızdan geçen her şeyi felsefe ile ilişkilendirebilir miyiz? Bu sorgulamaları yaparken ontolojik nesne olarak tercih edeceğimiz örnek, milyonluk arabalara binen bir burjuva çocuğu olamaz. Zira, ait olduğumuz sınıf gündelik düşüncelerimizi ve yabancılaşma biçimimizi belirleyen en önemli nirengi noktasıdır. Bu yüzden işçi sınıfına mensup birinin gündelik düşüncelerine odaklanarak, neyin felsefe ve neyin felsefe olmadığına dair okurlarla birlikte bir beyin fırtınası yapmaya gayret edeceğim. 

'Kapitalist İdeolojinin Medyadaki Altın Çağı - Westworld (Batı Dünyası) Dizisinin İdeolojik İçeriği ve Yansımaları' kitabımda kapitalizmi meşrulaştıran bir olgu olarak incelemeye gayret ettiğim, Westwold (Batı Dünyası/HBO) dizisinin başarıyla gösterdiği bir şey vardı. Elbette bunu görebilmek ancak eğitimli bir gözün seçebileceği bir şey. Bu dizileri eğlence amaçlı tüketen obur bir tüketicinin bu detaylara odaklanacak ne zamanı ne de ayrıcalığı vardır. O ayrıcalık, düşünce denen ya da felsefe olarak tanımlanan bu ayrıcalığı elde edebilecek zamanı satın alabilecek insanlara mahsustur. Yoksul bir ailenin mensubu olarak elbette böylesi lüks bir zamanı satın alıp, bu analizi yapabilen bir istisna değilim. Bu istisnayı yaratan şey, sınıf mücadelesi ve sosyalizmdir. Meselenin bu boyutuna gelmeden önce dizinin başarıyla gösterdiği şeye tekrar dönelim. İncelediğim iki sezon boyunca dizi aynı sahneyle açılır. Sanayi devrimimin alameti farikası olan buharlı tren güneşin doğuşuyla birlikte kasabaya giriş yapar ve kapitalist dünyada bir gün daha başlar. Kapitalist dünyada gündelik yaşamın rutini bundan daha iyi anlatılabilir mi, bilmiyorum. 

Westworld (Batı Dünyası) dizisine göre kapitalist uygarlığın güne uyanışı

Sosyolog Henri Lefebvre'ye göre, kapitalist yaşamın temel sırrı gündelik yaşamı kurgulama biçiminde yatmaktadır. Bu andan itibaren Lefebre'ye artık sosyolog demek bir haksızlık gibi görünüyor; getirdiği düşünce sistematiğiyle birlikte Henri Lefebvre, kapitalizm incelemelerine yeni bir veçhe katıyor. İnsanı insanlıktan çıkaran şey, bireyin gündelik yaşam denen o ağır yükün altında ezilmesidir. Bir işçinin düşüncelerini işgal eden şey tam da bu gündelik yaşam denen zorbanın kendisidir. Öyleyse kapitalizmin işleyiş yasalarını farklı bir perspektiften düşünmek isteyen okurlara ilk önerim Henri Lefebvre'nin 'Gündelik Hayatın Eleştirisi' serisidir. Peki, nedir düşünce? Bir işçi ya da işçi çocuğu yeni güne gözlerini açtığında kafasından ne geçmektedir? Bu soruları sormamıza neden olan şey doğrudan Karl Marx'ın kendisi değildir. Bu soruları aklımıza Marx'tan önce Jean-Jacques Rousseau sokmuş ve Jakobenler bu soruları Konvansiyon'un kürsüsünde haykırarak pratiğe geçirmiştir. Şimdi, bir işçi ne düşünebilir kabaca buna bakalım:

-Yıl sonu geliyor, acaba bu sene asgari ücret ne olacak?
-Bu akşam kızımın çok istediği o oyuncağı alabilecek miyim? 
-Eşimin doğum günü yaklaşıyor, düşündüğüm doğum günü pastası çok pahalı acaba alabilecek miyim?
-Yurt yemeğini yesem acaba hasta olur muyum? İçinden kurt çıkan bir yemek, yenilebilir mi?
-Üniversiteden mezun olduğumda iş bulabilecek miyim, okumak için aldığım KYK kredisini aileme yük olmadan ödeyebilecek miyim?

Şimdi, gündelik hayata mahkum edebileceğimiz tüm bu düşünce ve sorgulama biçimleri felsefenin ilgi alanına giren düşünceler midir? Buna doğrudan bir yanıt üretmek mümkün. Bu düşüncelerin tamamı felsefe alanın dışındadır. Enver Aysever'in programında filozofun ne olduğu tanımlanmaya çalışıldı ve Cengiz hoca bu konuda pek çok tanım yaptı. Burada atladığı temel bir nokta var. İrlanda Cumhurbaşkanı Michael D. Higgins, o noktayı çok net bir biçimde işaret ediyor ki bu şair, yazar ve sosyalist cumhurbaşkanını bir düşünce insanı olarak nitelendirebiliriz. Buradaki köşemde defalarca yazdığım o şeyi ilerleyen satırlarda yeniden hatırlatacağım. Öyleyse filozofu tanımlamaya çalışalım. Filozof: 'Sistemli düşünebilme (yöntembilim) ayrıcalığı elde etmiş, köle olmayan insan demektir'. Bu yüzden antik çağlarda yaşayan bir insan sırf bilgiyi sevmediği için bilgiden uzakta yaşamaktadır denemez. Bu noktada kölelikten gelen filozoflar gösterilerek çeşitli itirazlarda bulunulabilir; ancak o köleler mülk sahibi sınıfların yanında okuma-yazma öğrenmiş ve çoğunlukla mülk sahibi sınıfın bürokratik (memurluk) düzeyinde işlerini yapan kişilerdir. Örneğin, bu 'ayrıcalıklı kölelerin' çok iyi matematik bilmeleri ya da öğrenmeleri istenir. Hatta bunu günümüze uyarlayacak olursak, insanlar kişisel tercihlerinden ya da soru sormayı sevmediklerinden ötürü bir midye kabuğunun içinde yaşamayı istemezler. Felsefe tarihinin ve felsefe anlatısının özellikle ülkemizde temel pek çok yanlışla (ya da bilinçli/ideolojik saptırmayla) insanlara aktarıldığını akıldan çıkarmamak gerek. Felsefenin temellerindeki idealizm ve materyalizm ikiliğinin de temellerinde sadece bilimsel bilgi ve hurafe bilgi çatışması yoktur. Felsefe, uzun bir süredir yoksulların ve zenginlerin olmak üzere ayrışmıştır. Yukarıdaki gündelik sorulara hapsolan yoksul işçimizin düşünce dünyasının bu sorulara üreteceği yanıtlar, yoksulların felsefesi açısından buz gibi bir felsefedir ve diğer tüm sorulardan daha fazla incelenmeyi hak etmektedir. Karl Marx'ı büyük yapan şeylerden birisi, yoksulların gündelik yaşamlarında kendilerine yönelttikleri o sorulara bir neden ve sonuç çıkarma çabasıdır. Zenginlerin felsefesi açısından ise bu soruların felsefe olma özelliği yoktur. Felsefe çirkin, yoksul ve cahil kitlelerin işi değildir. O, insanı yücelten yüksek bir uğraştır. Bu yüzden yoksulun düşündesinin gerçek bir felsefe olduğunu Jakobenlerden öğrendik. Tam da bu nedenle, felsefenin gündelik yaşam diye aşağıladığı şeye Henri Lefebvre, düşüncenin o aydınlık ışığını doğrultur. Gündelik yaşama tıpkı bir giyotin gibi darbe indirmeyen bir düşüncenin, sistemi asla alt edemeyeceğini söyler. Jakobenler, bir gün olsun çalışmadan yaşadıkları saraylarda yüksek-incelikli kültürleriyle fikir ve felsefe sıçanların gündelik yaşam pratiklerine darbe indirmiş ve bir çağın düşünce sistemini yok olmanın eşiğine kadar getirmiştir. Bu darbeleri sadece 'giyotin' ile ilişkilendirmek cahillik değilse eğer sınıfsal bir tercihten ileri gelmektedir. Jakobenleri lanetleyenler, zorbaların gündelik yaşam felsefesinin (ideolojisinin) esiri olmuşlardır. Bolşevik devrimini mümkün kılan nedir? Grevlerin yapılması ve zaten sanayisi zayıf bir ülkenin tüm gündelik yaşamının durma noktasına gelmesidir. Ayrıca buna savaştan bıkmış ve işçi sınıfının bir parçası olan orduyu da eklemek gerekir. Koskoca bir dünya savaşının ortasında savaşmayı reddetmek, gündelik yaşam denen o makinenin tam kalbine kocaman bir demir çubuk sokmak demektir. Yani Westworld (Batı Dünyası) dizisindeki o trenin gara giriş yapmaması, at arabası tamircisinin kırılan tekerleği takmamasıdır! 

Öyleyse işçilerin sıradan ve basit olarak görülen yaşam kaygıları buz gibi felsefedir. Yani yoksullukla, kabalıkla ve eğitimsizlikle suçlanan insanların çoğu şımarık, yüksek eğitimli burjuvadan daha büyük bir filozof olabilirler. Yoksulların felsefesini savunanlar için buradaki temel sorun, bu gündelik yaşamdan üretilen ve ağırlıklı olarak maddi koşullara işaret eden sorular değildir. Buradaki temel sorun, yoksulun boş zamanını işgal eden zihin araçlarıdır. Bu araçlar işçiyi temel yaşamsal sorunlarından uzaklaştırarak yabancılaştırır; onu sisteme ve gündelik yaşam kavgasına eklemler. Neticede bu sorular, üretilmiş 'gerçek olmayan' bilgilerle yanıt bulur. İrlanda'da gazetecilik yaptığım için bunu somut bir biçimde örneklendirmek isterim. İrlanda'da göçmenlere ücretsiz dil ve mesleki eğitim veren kurumlardan birinin İngilizce dersine girdim. İngilizce eğitimi hafta bir gün iki saat ya da haftada iki gün iki saat şeklinde verilmekteydi. Yetişkinlere verilen bu eğitim yetişkinleri oyalamak ve onları eğitim alıyormuş hissine kapılmalarını sağlamak için organize edilmişti. Zira, bu eğitimi organize edenlere şu soruyu yönelttim: "Haftada bir gün, bir saat ben size Türkçe öğreteyim; bakalım siz Türkçe öğrenebilecek misiniz?" Bazen sorular illüzyonları kaldırmanın en iyi araçlarıdır.  Zaten bir süre sonra bu kurslara katılan yoksul göçmenler bir şey öğrenemediklerinin ve kandırıldıklarının farkına varırlar ve İngilizce eğitimine devam etmezler. Gerçekten dil öğrenmek istiyorlarsa bu eğitimi satın almaları gerekir. Eğitimin metalaştırıldığı ve kaba bir mal gibi satıldığı toplumlarda dönüp insanlara "Siz, İngilizce öğrenemiyorsunuz ya da siz bilgiden kaçıyorsunuz" demek en hafif tabirle saflıktır. 25 yıldır İrlanda'da yaşayan ve et fabrikasında çalışan Brezilyalı bir göçmenle konuştum. Günde 12 saat çalışan bir adam, evde ekmek bekleyen bir ailesi varken nasıl İngilizce öğrenebilir? Vakti zamanında Almanya'ya işçi olarak giden Türkler benzer bir sorunla karşılaşmadı mı? Dil öğrenemeyen bu insanlar öğrenmeyi istemedikleri için mi Almanca öğrenemedi? Benzer bir şeyi kendi ülkemize de uyarlayalım, yoksulluk içerisinde kıvranan ve tek eğlencesi 'Tiktok' olan insanları popüler kültürün esiri diye nasıl aşağılayalım? Sadece benim kişisel olarak tanıdığım yoksul ailelerin ergen çocuklarının çoğu evet romanla ve kitapla tanışamıyor bile. Buradaki temel noksanlık, bu insanlar gerçekten nitelikli bilgiye erişmek istiyorlarsa bile erişememeleridir. O yüzden Engels'in işçi okuma gruplarını ve işçilerin tabiri caizse kendi üniversitelerinin ki bu örgütlü yaşam pratiğidir ve aslında yine gündelik yaşamdan bir sapmadır, dikkate almak zorundayız. Kişisel açıdan yoksul bir ailenin çocuğu olarak bu sapmayı gerçekleştirebildiğim için Tolstoy okuduğumu itiraf etmeliyim. Ayrıca yoksulu hakir gören, sığ bir felsefeye saplanmadan evvel koskoca bir devlet ve eğitim teorisi (felsefesi) olduğunu unutmayalım. İşte tam bu noktada İrlanda Cumhurbaşkanı Michael D. Higgins'in sözlerini hatırlamakta yarar var: "Üniversiteler düşünen, sorgulayan bireyler değil, şirketlere memurlar yetiştiriyor" yani bu çocuklar sorgulamamayı, o çok süslü cümlelerle övdüğünüz üniversitelerde öğreniyor. Yani bu çocuklar kuzu gibi olmak istedikleri için, kuzu gibi değiller...

İngiltere'de bir doktorken Jean-Paul Marat, 'Köleliğin Zincirleri (The Chains of Slavery/1744)' adında bir kitap yazdı. Bu kitap, çoğu kişinin gözünden kaçar ya da kaçırılır. Çünkü, burjuvazi bu azılı Jakobeni gözünü kan bürümüş bir katil olarak görmemizi ister. Oysa Marat, felsefeyle filozof diye kabul edebileceğimiz düzeyde ilgilenmiştir. Jean-Paul Marat, İngiltere siyasal sistemini incelemiş ve insanlığa mucizevi formül diye sunulan bu sistemin özünde yoksulları ezen bir zorbalıktan başka bir şey olmadığını açık bir biçimde ortaya koymuştur. Şu özlü zırvalığın geçmişi o günlere dayanmaktadır: 'Bu halk da kendini ezenlere meftun canım, bakın kimlere oy veriyorlar?' çocukların fabrikalarda ölümüne çalıştırıldığı bir İngiltere'de üç aylık erzağın satın alamayacağı oy yoktur. Marat, demokrasi denen ve sömürgenlerin elinde rezil bir illüzyona dönüşen şeyin felsefesini bu biçimde tüm çıplaklığıyla gözler önüne serer. 

Şimdi, yazının sonuna doğru ilerlerken, bu ara yoğun bir biçimde çalıştığım bir mesele üzerine soru soracak ve yanıt vermeye çalışacağım. "Jakobenler felsefeyi içi boş bir gevezelik olarak mı görüyordu?" Evet, Jakobenler felsefeye baktıklarında insanları yoksul, çaresiz, eğitimsiz ve ekmeksiz bırakanların felsefesini görüyordu. Böyle bir felsefe var mıydı? Evet, böyle bir felsefe Antik Yunan'dan beri vardı. Peki, bu felsefeye karşı ne yapılmalıydı? Jakobenler buna şöyle bir panzehir ürettiler. Yoksulların filozofları, geçmişteki filozoflar gibi dil oyunlarına, tumturaklı sözlere ve süslü cümlelere başvuramazlardı. Jakobenler, yeni bir dil üretti. Fransa'nın en ücra köşesindeki yoksulun okuduğunda ya da duyduğunda anlayabileceği bir dil. Jakobenler siyasi emellerini felsefi şımarıklıkla süslemediler. Onlar, düşüncelerini doğrudan ve en yalın haliyle kitlelere anlatmaya çalıştılar. İşte yoksulların felsefesini diğerlerinden ayıran şey buydu.

Jakoben bir akıl asla Almanca'yı dil zenginliğiyle övmez. Çünkü, Almanca'nın dil zenginliğini kullanma ve bu zenginliğin farkında olma ayrıcalığı bir grup sömürgenin elindedir. Bu nedenledir ki biteviye Nazi hayaletiyle dönüp dönüp karşılaşmaktayız. Nicel veriler İrlanda'daki çocukların okuma ve anlama düzeylerinin yüksek olduğunu gösteriyor. Bu istatistiksel saçmalıklar bile nicel analizlerin yöntemsel açıdan nasıl zayıf olduğunu gösteriyor. Yüksek eğitimle donanan ve nicel başarılar gösteren çocukların çoğu insanlığa damga vurmuş romanları analiz etmekten acizler. Çünkü, Higgins'in belirttiği gibi pek çoğu zirveye ulaştığında sadece bir şirkete memur olabilecek. Özetle dil, felsefe ve diğer tüm bu şeylerin işçi sınıfının hayatında bir yeri yok. Ayrıca felsefe tarihinin ırkçı 'Avrupa Merkezci' ideolojiden arındırılması da bir başka tartışma konusu. Felsefenin yoksulların hayatında bir yeri olmasını mı istiyorsunuz, öyleyse eşitsizliğin kökenlerine bakacak ve insanlığı çürüterek yok eden bu kökleri kurutacaksınız. 

İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı (Jean Jacques Rousseau) Mutlaka okunması gereken bir kitap

----------------------------------------------------------------------------------------------------------------

1 'LİSTELER TAMAM: KİMLER İTTİFAK YAPACAK? | Enver Aysever ile Radikal Tahammülsüz' https://www.youtube.com/watch?v=vtAH14hAnk0&t=4331s Erişim Tarihi: 16/12/2023