11 Ocak 2024 Perşembe

İstiklal'in ortasında başından vurularak öldürülmek ve karanlık bağlantılar: 20 yıllık faili meçhul cinayet, "itinayla" zamanaşımına bırakıldı - Gökçer Tahincioğlu / T24

 2004 yılında, bir bahar akşamı, 25 yaşında bir genç, İstiklal Caddesi'nin dibinde, İmam Adnan Sokak'ta, yolda yürürken başından vurularak öldürüldü. Cinayeti kimse çözmek istemedi…

AKP, yıllardır, "Bizim dönemimizde faili meçhul cinayetler bitti. Tek bir faili meçhul cinayet işlenmedi" diye övünüyor.

Elbette cinayetlerin görece azalmasının AKP ile değil konjonktürün değişmesi ile ilgisi var ancak savunulan söylem de doğru değil.

İktidara gelmelerinin hemen ardından işlenen Necip Hablemitoğlu cinayeti dosyasında yıllardır yaşanan rezaletler ortada.

Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi'nin sokak ortasında öldürülmesi dosyasında yaşananlar da…

Ancak bir örnek daha var ki akıl sır erdirebilmek, açıklayabilmek mümkün değil.

Sadece cinayet değil, yıllardır dosyada göstermelik de olsa hiçbir işlem yapılmamış olması da anlaşılmaz…

* * *

Önder Babat, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi son sınıf öğrencisi, pırıl pırıl bir gençti. Politik duyarlılıkları vardı, kültür ve sanatla yakından ilgiliydi ve fakülteyi bitirdikten sonra mesleğinde çok başarılı olmak niyetindeydi.

Fakülte bünyesinde kurduğu "Hukuk Oyuncuları" tiyatro grubu ile klasik eserleri sahneye koyuyor, dergilere yazılar gönderiyor ve okulunu bitirmeye çalışıyordu.

Arkadaşları ile İstiklal Caddesi'ne gittikleri 3 Mart 2004 günü, 25 yıllık kısa yaşamının örneği görülmedik biçimde son bulacağını ne o ne arkadaşları bilebilirdi.

* * *

Babat, iki arkadaşı ile İstiklal Caddesi'ni kesen İmam Adnan Sokak'ta yürüdüğü esnada, sokağın en kalabalık saatlerinden birinde, saat 19.00 sıralarında, aniden yere yığıldı. Arkadaşları, çevredekiler ne olduğunu anlamadı.

Düşüp kafasını mı çarpmıştı yoksa kafasına bir cisim mi atılmıştı, kimse asfalta sızan kanın nedenini anlamıyordu.

Hemen hastaneye kaldırıldı ancak çok geçti. Önder Babat, hayatını kaybetti.

* * *

Olay yerini inceleyen polis, Babat'ın yere düştüğü alanda, kanlı bir taş parçası gördü. Taşın başına düşmüş olabileceği belirtilerek, kriminal laboratuvarında incelenmesine karar verildi. Ve ilk andan itibaren basına Babat'ın başına yukarıdan düşen taş sonucu hayatını kaybettiği bilgisi servis edilmeye başlandı.

Ne arkadaşları ne çevredekiler bir ses duymuştu. Bu nedenle taş ihtimali çok da olanak dışı sayılmıyordu. Ancak gariplikler o aşamada başladı.

Avukatların ön otopsi raporunu alacakları gün, sıra sıra çevik polis getirilmiş, Adli Tıp önüne konuşlandırılmıştı. Siyasi bir cinayet ihtimali üzerinde güçlü bir biçimde durmayan arkadaşları ve avukatları bu görüntüye anlam veremedi.

Ancak otopsi raporu çıktığında, görüntüler anlam kazandı. Önder Babat, yukarıdan ateşlenen bir silahla öldürülmüştü. Kafasına hedef gözetilerek tek el ateş edilmişti.

* * *

O aşamadan itibaren basın olaydaki soru işaretlerini gündeme getirmeye başladı. Eş zamanlı olarak dosya da karanlığa gömülmeye başlanmıştı.

Taksim Polis Merkezi Amirliği, Beyoğlu Tabipliği'ne gönderdiği yazıda, "Birden bire yere düşerek fenalaştığı, hastaneye kaldırıldığı ancak öldüğü, gerekli muayenesinin yapılarak şüpheli değilse defin ruhsatının verilmesi" yazısı gönderdi.

Ancak otopsi raporu sessiz sedasız defnedilmesinin önüne geçti. Başından çıkan mermi çekirdeğinin 9 mm çaplı Parabellum tipi fişek atar tipli, ateşli silah namlusundan çıkmış olduğu saptandı.

Ancak bu kez de çekirdeğin faili meçhul herhangi bir olayla örtüşmediği yönünde rapor verildi.

* * *

Basına eş zamanlı olarak, Babat'ın başına "yorgun mermi" olarak tarif edilen, hedef gözetmeksizin ateşlenen bir merminin isabet etmiş ya da merminin yerden sekmiş olabileceği bilgisi servis edildi.

Oysa gelen resmi bilgide, "Maktülün kafasından çıkarılan çekirdeğin deforme olmadığı bundan dolayı olayın bir sekme sonucu meydana gelmediğinin kuvvetle muhtemel olduğu" tespitleri yapılmıştı.

Atışın uzak mesafeden yapıldığı da aynı raporda yer alıyordu.

* * *

İşler bununla kalmadı.

Ailenin avukatı Anıt Baba, 12 Temmuz 2004'te savcılığa bir dilekçe sundu. Bu dilekçede, "Maktülün ailesini emniyet mensubu olduğunu söyleyen ancak ismini vermeyen bir şahsın aradığı, bu şahsın "Önder Babat cinayetinde kullanılan mermi çekirdeğinin emniyetteki ekspertiz incelemesi sırasında silah aidiyetini anlaşılmaz kılmak için çekirdek üzerinde kasıtlı olarak yapılmış kimi silinti ve kazıntılar tespit edildiğini ancak balistik raporu hazırlanırken anlaşılamaz bir şekilde bu durumun raporlara yansımadığını" söylediği" aktarıldı ve çekirdeğin jandarma tarafından incelenmesi talep edildi.

12 Eylül 2004'te ise Adli Tıp Kurumu, "atışın, kısa namlulu silahlarda barutun ulaşabildiği en uzak mesafe olan 35-40 cm'den daha uzak bir mesafeden yani uzak atış mesafesinden yapılmış olduğu, kişi hareketli bir hedef olup her an pozisyon değiştirebileceğinden, mermi çekirdeğinin vücuda isabet ettiği bölge ve vücutta izlediği yolun atış yönünün tayinine esas teşkil edemeyeceği tıbben bilinmekle ölüme neden olan açının hangi yönden yapıldığının tıbben tespiti mümkün olmamaktadır" şeklinde rapor hazırladı.

5 Mayıs 2005'te ise Adli Tıp Kurumu, "mermi çekirdeği üzerinde delil karartma amacına yönelik silinti veya kazıntı bulunmadığı" raporu verdi.

* * *

Ancak cinayetin "çözülmeyeceği" o aşamada aslında belliydi.

11 Mart 2005'te, cinayetten bir yıl sonra, savcı, faillerin tespiti için "daimi arama kararı" verdi. Bu aslında, dosyada aktif işlem yapılmayacağının ilanı anlamına geliyordu.

Bu tarihten itibaren savcılık ile emniyet arasında, düzenli olmayan, matbu yazışmalar yapılmaya başlandı. Emniyet, savcılığın uyarısına rağmen düzenli bilgi bile vermiyor, uyarı geldikçe önceki yazısını kopyalayıp gönderiyordu.

* * *

Tam 13 yıl böyle geçti.

İstanbul Başsavcılığı, 26 Aralık 2018'de, sürpriz biçimde İstanbul Emniyeti'ne bir yazı gönderdi. Müşteki ve mağdurların ayrıntılı ifadelerinin yeniden alınmasını, olay yerindeki kanıtların yeniden değerlendirilmesini istedi.

Ancak bu yazıya yanıt verilmedi. 19 Haziran'da savcılık yazısını yineledi ve yanıt için 1 ay süre verdi.

1 aylık süreyi aşarak 35 günde bilgi veren emniyet, yeni bir araştırma yapmadan eski yazıları kopyalayıp gönderdi.

* * *

Bu süreçte Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, etkili soruşturma yürütülmediği için Türkiye'nin hak ihlalinde bulunduğuna karar vermişti.

Avukatlar, 27 Aralık 2023'te, mermi çekirdeğinin cinayetten sonraki herhangi bir olayla eşleşip eşleşmediğinin araştırılmasını, yukarıdan atış yapılabilecek olası adreslerin araştırılmasını istedi.

Bununla birlikte çarpıcı bir bilgiye daha dikkati çekti avukatlar.

İlgisiz kişilerin eklenmesiyle sulandırılan Ergenekon davasının ek klasörlerinde, ilginç biçimde Önder Babat'ın öldürülmesiyle ilgili bir bilgi vardı ve ne Gülen cemaatine mensup savcılar ne de sonrasında dosyayı alanlar bunun üzerinde durmamıştı.

* * *

Geçen yıllar boyunca dosyaya yansımayan bir sürü gariplik yaşanmıştı zaten…

Bazı polisler hastanede aileyi otopsi yapılmadan Babat'ın defnedilmesi için ikna etmeye çalışmış, ardı ardına basına "maganda kurşunu ile öldüğü" bilgisi yansıtılmıştı.

Otopsi yapılacağı gün Adli Tıp önüne polis yığılmış, Babat'ın arkadaşlarına "siz zaten felsefe kulübüne de gidiyordunuz, biz felsefe yapınca kötü oluyor" gibi garip konuşmalar yapmıştı.

AİHM kararında polisin etkili soruşturma yapmayarak görevini ihmal ettiği belirtilmesine rağmen bunun üzerinde durulmamış, uzun süre Babat'ın düşen taş sonucu öldüğüne kamuoyu ikna edilmeye çalışılmıştı.

* * *

Ancak en garibi, Ergenekon dosyaları arasında kalan, nedense yok sayılan bir belgeydi…

2008'de, Ulusal Kanal'da yapılan aramada bir ajanda bulunduğu iddia edilmişti. Malum, bu soruşturmalarda bir biçimde ortaya ajandalar, kasetler çıkabiliyordu. Kaynağı belli ya da belirsiz.

Buraya kadar gariplik yoktu.

Ancak ajandada, daha sonra öldürüldüğü anlaşılan Hakan Saraylıoğlu adlı kişinin birden fazla cinayetle ilgili bilgi verdiğine yönelik notlar yer alıyordu. O dönem, ajandanın Ergenekon soruşturmasında tutuklanan Serhan Bolluk'a ait olduğu iddia edilmiş, Bolluk bu iddiayı reddetmişti.

İşte bu ajandada, Babat'ın öldürülmesi konusunda şu notlar yer alıyordu:

"İstanbul İl Jandarma Komutanlığı 'nda görevli Mustafa Başçavuş, bir konuşmalarında kendisine, artık atışlarda gerçek hedef kullandıklarını, bunun için de Beyoğlu'nda MHP'li bir işadamının bürosundan silahla eğitim amaçlı birisini vurdurduğunu anlatıyor. Bu kişinin Önder Babat olduğunu söylüyor."

* * *

Ancak nedense bu bilgi, Babat cinayeti dosyasına bile gönderilmemişti.

Ve başka iddialar da vardı.

Çeşitli yapılanmalar kurmakla meşhur, ünlü bir emniyet müdürünün, "Kuvayı Milliye" adıyla bir yapılanma oluşturarak, illegal eylemlerde bulunduğu…

Mustafa Başçavuş adlı kişinin de bu yapıya işaret ettiği…

Bu yapının cemaat dönemi sonrasında da etkinliğini sürdürdüğü…

Ve garip olan şu ki bu ajanda daha sonra adli emanetten kayboldu… Ortada yok…

* * *

Önder Babat cinayeti, bir şüpheli bulunmazsa 3 Mart 2024'te zamanaşımına girecek.

Oysa cinayetle ilgili olarak ipucu bulmak mümkün-dü…

Polisin neden Babat'ın yukarıdan ateşle vurulduğu belli olmasına rağmen civardaki işyerlerini araştırmadığı sorulsa…

Mermi çekirdeğinin eşleşebileceği olaylar yıl yıl araştırılsa…

Babat'ın otopsi yapılmadan defnedilmesi için baskı yapanlar sorgulansa…

Kuvayı Milliye denilen yapı ve ismi verilen emniyet müdürü ile çevresindekiler soruşturulsa…

Sözü edilen emniyet müdürünün başka isimle anılan yapılarla yakınlığını zaten kendisinin de söylediği dikkate alınsa…

Ve cinayet çözülmek istense…

Babat cinayeti aydınlatılabilir, dosyanın zamanaşımına girmesi engellenebilir-di…

Üç aydan kısa bir süre kala bunlardan herhangi biri yapılacak mı, göreceğiz…

Olağan koşullarda yapılabileceğini bilerek.

* * *

2004 yılında, bir bahar akşamı, 25 yaşında bir genç, İstiklal Caddesi'nin dibinde, İmam Adnan Sokak'ta, yolda yürürken başından vurularak öldürüldü.

Cinayeti kimse çözmek istemedi…

Gökçer Tahincioğlu / T24

10 Ocak 2024 Çarşamba

Cumhuriyet - KÖŞEBAŞI - 10 OCAK 2024 -



 Mehmet Ağar'ı öldürmek isteyen iş insanı (Barış Pehlivan)

Silivri Cezaevi’nde avukatla görüş odasındayım. Türkiye’nin o sıradaki siyasi davalarının en meşhur sanıkları yan yana dizilmiş, avukatlarına bir şeyler anlatıyor. Camla ayrılan bölmelerdeki herkes birbirini görüyor.

Avukatım dikkatimi çekti, Mübariz Mansimov iki yanımdaydı. Gazetecilik yer ve zamana sağır, avukatlarımız aracılığıyla sorular gönderdik. Derdimiz içeri girmesinin perde arkasını Türkiye’ye duyurmaktı. Lakin ısrarlarımıza rağmen yanıtlamadı. Özgürlüğüne kavuşmadan konuşmak istemiyordu. Çıktık içeriden. Bize nasip olmayan Mansimov söyleşisini Furkan Karabay yaptı. Gazeteciliğin keyifli yanıdır, haber atlattı.

İçinde okyanusun gizli olduğu bir damla gibi, Mansimov da Türkiye’nin yakın tarihindeki çürümenin hem tanığı hem de parçasıydı. Adının birlikte anılmadığı suçlama, siyasetçi, karanlık ilişki ağı çok azdı. İşte böylesi bir insanın portresini çekmek, tüm ülkenin fotoğrafını ortaya koymak gibiydi.

Biliyorsunuz Furkan kısa süreli tutukluluğunun ardından özgürlüğüne kavuştu. Saniye bile içeride olmaması gerekirken elinden çalınan günlerinin hesabı elbette adil bir düzende sorulur.

Bununla birlikte...

Furkan’ın özgürlüğü tam da ilk göz ağrısı, “Gurban” adlı kitabının okurla buluşma günlerine denk geldi. Özgürlüğüne kavuşmasaydı, gazeteci dostları onun adına imza günü düzenleyecekti. Şimdi okuruyla bizzat yazarı buluşacak.

Kitap, Azeri iş insanı Mübariz Mansimov Gurbanoğlu’nun filmlere konu olacak hayatını anlatıyor. Sayfalarını çeviriyorum, birçok yerinde Mehmet Ağar’ın ismini görüyorum. Şaşırtıcı mı? Değil.

Mansimov ile Ağar’ın ortak noktası Haydar Aliyev ile olan yakınlıklarıydı. Keza, Aliyev’in 2003’teki cenaze töreni iki ismi bir araya getirmişti.

O günlerde, Mansimov eski MHP’li Saffet Sancaklı ile Bakû’daki bir oteldeydi. Burada kendisiyle tanışmak isteyen biri olduğunu söylediler. O kişi Mehmet Ağar’dı. İlk el sıkıştıklarında yanlarında Sancaklı ve iş insanları vardı.

İki isim yıllarca Azerbaycan devletine ait enerji şirketi SOCAR ile koordineli çalıştı. Ancak gün geldi, Mansimov kendi şirketi Palmali ile SOCAR’ın önüne geçmeye başladı, hatta dünyanın en zengin 500 insanı arasına girdi. Öyle ki onu Azerbaycan’da “ulusal kahraman” olarak görenler vardı. Deniyor ki SOCAR ve İlham Aliyev ise bu durumdan hem maddi hem de iktidar anlamında rahatsızdı. İşte bu da Mansimov’un kurduğu imparatorluğun sonunu getirdi. Marinası, oteli ve özgürlüğü elinden alındı. Kitapta anlatılanlara göre, Mansimov’un başına gelen tüm bu “belaların” arkasında Aliyev ve onun Türkiye’deki yakını Mehmet Ağar vardı.

‘ORADA OLSAYDIM ÇEKER VURURDUM’

Tam da bu süreçle ilgili daha önce bilmediğim bir detay kitapta dikkatimi çekti. O da Ağar’ın Mansimov’un eşine dediği iddia edilen bir sözdü:

“(...) Her an izlendiğinin farkındaydı Mansimov. En ufak açığında tepesine binileceğini biliyordu. 2016’dan itibaren çöküş döneminde birçok mevzu yaşadı. Onu en çok sinirlendiren olay ise ne çalışanlarının karşı cepheye geçmesi ne SOCAR ne de Lukoil ile olan davalarıydı. Mehmet Ağar’ın, eşi ile girdiği diyalog onu içten içe kemiriyordu. Ağar’ı öldürmeyi düşünüyordu. Hatta, ‘Orada olsaydım çeker vururdum onu’ diyordu. Mansimov’u bu kadar öfkelendiren olay eşinin önünün Ağar tarafından arabayla kesilmesi iddiasıydı.

Mansimov, olayı, ‘Biz Türküz, bir hanımın önünü kesmek ne demek ya. Bir de kendi evimizin önünde buraya arabanı bırakamazsın, ne yalan söyleyeyim, orada olsaydım vurup öldürürdüm onu’ diye anlatıyordu. Öte yandan yaz aylarında gerçekleşen bu hadisede Ağar’ın, Mansimov’un eşine, ‘Daha dur, başına neler gelecek onun daha’ dediği de öne sürülüyordu. Ağar ile yaşanan bu olay ise henüz FETÖ soruşturması düzenlenmeden birkaç ay öncesine aitti. (...)”

Gerçeğe ulaşmak için habercilere “Parayı takip et” diye tavsiye edilir. Furkan “Gurban” kitabında takip etti ve yazdı. Okuyunca belki mideniz bulanacak, belki ürkeceksiniz, belki de öfkeleneceksiniz. Yeter ki kanıksamayın ve unutmayın bileceklerinizi. Kirden arınmak için hafızaya ihtiyaç var.

                                                  /././

Dolandırıcılık (Öztin Akgüç)

Dolandırıcılık, genel olarak, muhatabın hiffetinden, yeğinliğinden ya da bulunduğu koşullardan yararlanarak çıkar amaçlı, aldatma, kandırma, kasıtlı dürüst olmayan eylemler olarak tanımlanır. Dolandırıcılığın unsurları, kişi, kişiler, toplum, ülke olabilir. Dolandırıcılık; bilgi eksikliğinden, bağımlılığından, hafifliğinden, muhatabın güçlü olmamasından yararlanma; çıkar amaçlı olma, bilerek, isteyerek aldatma, kandırma kasıtlı; dürüst olmayan, yazılı, sözlü, görsel, işitsel tanıtım, reklam dahil eylemlerdir.

Yalnız ülke çapında değil küresel olarak dolandırıcılık, hemen her alanda yaygınlaşmakta hatta sanat, meslek haline gelmektedir.

ABD, finansal alanda da en büyük dolandırıcı olmaktadır.

II. Dünya Savaşı sonrası dünya ekonomik düzenini yönlendirmek amacıyla savaşın sonlarına yakın 1944 yılında ABD’nin Bretton Woods kasabında 44 ülkenin uzmanlarının katılımıyla uluslararası konferans düzenlenmiştir. Konferansta İngiltere’nin “Keynes Planı” ile ABD Hazine Bakanı (sekreteri) Danışmanı Harry Dexter ve ekibinin hazırladığı “White Plan”ı tartışılmış, ABD’nin durumuna, çıkarlarına uygun öneriler içeren “White Plan”ı kabul edilmiştir.

Konferansta kabul edilen “Bretton Woods Sistemi” olarak anılan uluslararası para sistemi, paraların konvertibilitesini amaçlayan, ayarlanabilen sabit kur esaslı, altın-kambiyo standardıdır. Bu sistemde, her ülkenin ulusal parasının değeri, paritesi ABD doları olarak belirlenmiş, ABD dolarının da 1 ons altın 35 dolar karşılığı taahhüdü nedeniyle, ulusal paralar dolaylı şekilde altın karşılığına bağlanmıştır. ABD, diğer ülkelerin merkez bankalarına 35 dolar karşılığında 1 ons altın vermeyi taahhüt etmiştir. ABD’nin dış ticaret açıkları nedeniyle, ABD dışındaki merkez bankalarının elinde döviz birikimi olmuş; merkez bankaları dolar birikimlerini altına çevirmeye yöneldiklerinde ABD; önce doları devalüe etmiş, talebi engelleyemeyince Başkan Nixon 15 Ağustos 1971 tarihinde doların altına konvertibilitesini, altın penceresini kapatmıştır. Böylece altınlar ABD’de dolarlar da merkez bankalarının elinde kalmış; ABD dışında dolanıma başlamış, merkez bankalarında rezerv, mevduat, kredi, ödeme aracı olmuştur. ABD halen sürekli cari işlemler açığı vererek ABD dışı dolar dolanımını beslemektedir.

Senyoraj hakkı da denilen para basma hakkı devletindir. Devletin bu yolla da gelir sağlama olanağı vardır. Devletler, banknot çıkarma tekelini, imtiyaz hakkını merkez bankalarına vermekte; merkez bankaları da hazineye aktarmaktadır. ABD, senyoraj hakkını tüm dünya için kullanmakta, geliri de ABD hazinesine akmaktadır. Altın penceresini kapatarak taahhüdü yerine getirmemek ABD’nin ilk dolandırıcılık olayı değildir. ABD, 1933 yılında tüm paraların serbestçe altın sikkeye, külçeye, sertifikaya çevrilebildiği altın standardına son vermiş; 1934 yılında da Gold Rezerve Act ile yasal olarak ülkedeki tüm altınları devletleştirerek, hazineye aktarmıştır.

Artık Anadolu’dan İstanbul’a taşı toprağı altın diye gelenleri, Taksim Parkı’nda, Eminönü Meydanı’nda dolandıran üçkâğıtçılar yok. Dolandırıcılık da çağdaşlaştı, teknolojiden yararlanıyor. Borsa, kripto para, bankerler, yüksek gelir garantili fonlar var. Ufak, tekil işlerle uğraşılmıyor.

Şirketler, “Çok kâr ediyoruz, ayıp oluyor, halka açılalım da kârımızı dağıtalım, paylaşalım” diye halka açılmaz; kaynak maliyetini azaltmak, riski dağıtmak, oluşan değer artışlarını nakde çevirerek, primli pay senedi satışıyla sermayeyi geri almak, az bir sermaye hatta fiilen sermaye koymadan, büyük bir varlığı yönetmek için halka açılır. Borsada oluşan endeks yükselişi, reel değere çevrilmeden, realize edilmeden gerçek kazanç değildir. 1929 dünya krizinde hisse senetlerinin okkalık kâğıt haline geldiği unutulmamalıdır.

Artık piyasalarda, tramvay, kule vb. satan “Sülün Osman”lar da yok. Ayda, gezegenlerde parsel satan uluslararası şöhretler var, dünya değişti. Dolandırıcılık borsası sektörü, tanıtımı ile saygın meslek haline geldi.

                                                 /././ 

4 yaşında bile olmayan çocuklar Kuran kursu protokolünde (Zülal Kalkandelen)

10 Eylül 2023 tarihli “Müfredat dışı din eğitimi” başlıklı yazımda Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın 17 Ocak 2023’te Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) ile “4-6 Yaş Kuran Kursu Desteği Programı” protokolünü imzaladığını ve bakanlığın bütçesinden bu proje için DİB’e toplam 24 milyon 779 bin 550 TL aktarıldığını, muhalefet partileri protokole karşı bir hukuki girişimde bulunmazken tek iptal davasını Mart 2023’te Önce Çocuklar ve Kadınlar Derneği’nin açtığını yazmıştım.

Pedagoglar, bu kursların soyut düşünme kapasiteleri henüz gelişmemiş çocuklar için uygun olmadığını, zararlı sonuçlar doğurabileceğini ısrarla dile getirse de bu uygulama sürdürülüyor.

Söz konusu yazım yayımlandığında, bakanlığın savunma dilekçesi ile protokolün dava dosyasına eklenmesi bekleniyordu. Aylar sonra bu iki gelişme gerçekleşti. Ayrıca DİB davaya dahil edildi ve o da bir savunma dilekçesi verdi.

Elime ulaşan protokolün 2. maddesine göre protokol, “DiB’ye bağlı 4-6 yaş Kuran kurslarında kayıtlı olan ve son bir yıl içerisinde sosyal yardımlardan yararlanan hanelerde bulunan 45-80 ay aralığındaki Türk vatandaşı çocukların desteklenmesini” kapsıyor.

Oysa DİB’nin 13.12.2019 tarihli Kuran Eğitim ve Öğretimine Yönelik Kurslar ile Öğrenci Yurt ve Pansiyonları Yönergesi’nin 56. maddesinde, “Bu kurslara 48 ayını tamamlayan ve 72 ayını doldurmayan çocukların kaydı yapılır” yazıyor. O zaman 45 aylık yani henüz 4 yaşında bile olmayan çocuklar, “4-6 Yaş Grubu Kuran Kurslarında Eğitim Alan Çocukların Desteklenmesi Hususundaki İşbirliği Protokolü”ne ne amaçla dahil ediliyor?

PROTOKOL ANAYASAYA AYKIRI 

Derneğin protokolün yürütülmesinin durdurulması için açtığı davada DİB tarafından 7 Aralık 2023’te Danıştay 10. Daire Başkanlığı’na gönderilen savunma dilekçesinde, bu tür iptal davalarının menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılabileceği, sosyal yardım konusunun dernek tüzüğünde geçmediği, bu nedenle dava ehliyetli olmadığı; Kuran kursları açmanın DİB’nin görevi olduğu, protokolün Kuran kurslarına devam eden çocuklar arasında eşitliği sağlamaya yönelik olduğu yazılmış.

Buna karşın dernek yetkilileri, tüzüklerinde, “incinebilir kesimde yer alan çocuklar ve kadınlar ile bunların yakınları ile dayanışma amacıyla kurulduklarının, bu kesimler lehine düzenlenen yasal mevzuatın iyileştirilmesi ve aleyhlerine yapılan tüm iş ve eylemlere karşı dava talebinde bulunabileceklerinin belirtildiğini” vurgulayarak usul yönünden itirazı reddediyor.

Bakanlık ise savunma dilekçesinde, devletin anayasada belirtilen sosyal bir hukuk devleti olması özelliğine atıf yaparak sosyal yardımlaşma amaçlı taleplere destek olma görevleri bulunduğunu belirtmiş. 3294 sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanunu kapsamındaki dezavantajlı ailelerin 4-6 yaş arası çocuklarının Kuran kursuna kaydolmaları karşılığında giderlerinin DİB’ye ödenmesinin, çocukların milli ve manevi değerlerle donatılmış olarak eğitim hayatına başlamaları açısından önemli katkı sağlayacağını savunmuş.

Oysa bu protokolün ülkedeki gelir adaletsizliğinin önlenmesi ile bir ilgisi yok. Ayrıca bakanlığın yaptığı tüm idari işlemler “devlet işi” ve anayasaya göre din duyguları devlet işlerine karıştırılamaz bu doğrultuda protokol hem anayasanın 2. maddesindeki laiklik ilkesine...

Hem de İslamiyet inancını benimsemiş ailelere ayrıcalık tanınması sonucunu yarattığı için, “Herkes dil, din, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir” diyen anayasanın 10. maddesine de aykırı.

DEVASA BÜTÇELİ DİYANET’E AKTARILAN PARALAR...

Bakanlığa bağlı Sosyal Hizmetler Genel Müdürlüğü, bu proje kapsamında DİB Eğitim Hizmetleri Müdürlüğü’nün hesabına 12 ay boyunca aylık periyotlarla nakdi destek aktarıyor. Bu da 2022-2023 eğitim öğretim yılında çocuk başına aylık 150 TL idi.

2024’te yüzde 151’lik artış ile 91.8 milyar TL’ye ulaşan bütçesi ile İçişleri, Dışişleri, Enerji ve Tabii Kaynaklar, Kültür ve Turizm, Sanayi ve Teknoloji ve Ticaret bakanlıkları olmak üzere altı bakanlığın bütçesinden daha fazla bir bütçeye sahip olan Diyanet’e “sosyal yardım” bahanesiyle para aktarılmasının asıl nedeni nedir?

Asıl amaç, müfredat dışı din eğitimini, Kuran kursu adı altında ilkokul öncesinde yaygınlaştırmaktır.

(Cumhuriyet)

ÇİFÇİYE ELEKTRİK DESTEĞİ - Dosya - (duvaR)

Çiftçiye elektrik desteği kesildi: Zarar edeceğim işi niye yapayım? (Fatma Keber)

6 ilde tarımsal sulamada kullanılan elektrik tüketim bedelinin desteklenmesi uygulaması sona erdi. Çiftçiler, hali hazırda zor üretim yaptıklarını belirterek desteklerin yeniden verilmesini istiyor.

URFA - 2018 yılında Bakanlar Kurulu kararı ile 6 ilde tarımsal sulamada kullanılan elektrik tüketim bedelinin desteklenmesine yönelik uygulama, 2024 yılı itibariyle sona erdi. Diyarbakır, Urfa, Mardin, Batman, Siirt ve Şırnak illerinde çiftçinin tarımsal sulamada kullandığı elektriğe yüzde 50 indirim desteğinin kalkması, ziraat odalarının ve çiftçilerin tepkisini çekti.
                                         Akçakale Ziraat Odası Başkanı Selahattin Yılmaz

'DESTEK OLMAZSA ÜRETİM YAPAMAYIZ'

Urfa’da çiftçiler arazilerini sulamak için elektrikli su motorları kullanıyor. Bu nedenle tarlaların sulanmasında maliyet elektrik faturaları nedeniyle artıyor. 
Çiftçilerin yüzde 50 hibe desteği aldıkları zaman bile zorlandıklarını aktaran Akçakale Ziraat Odası Başkanı Selahattin Yılmaz, “Desteğin kalkması ile çiftçilerimiz mağdur olacak. Üretime zarar gelecek. Hükümetimizin bu konuda tedbir alması lazım" dedi.

Çiftçinin bir şekilde desteklenmesi gerektiğinin altını çizen Yılmaz, “Akçakale bölgesi, çiftçi bölgesidir. Nüfusun büyük kısmı çiftçilik ile uğraşıyor. Buradaki insanlar, ekip biçmezse nasıl geçinecek?" diye sordu.

Yılmaz, “Çiftçi olarak bizler üretmek zorundayız” diyerek desteğin şart olduğunu vurguladı. Yılmaz, buğday, pamuk, arpa, mercimek, mısır gibi ürünler ekildiğini anımsatarak “Giderlerimizde yüzde 100 artış oldu. Bir de pamuk fiyatları bu yıl çok düştü; geçen yıl 16-17 liraya sattığımız pamuğu bu yıl yine aynı fiyattan satıyoruz. Çiftçi şu an kan ağlıyor" ifadelerini kullandı.

                                              Bozova Ziraat Odası Başkanı Müslüm Okan

'ÇİFTÇİ NE KAZANIYOR Kİ DÖNÜM BAŞINA 4 BİN LİRA HARCAMA YAPSIN?'

Devletin ayrıca sulama birliklerine verdiği yüzde 35’lik elektrik indirim desteği de kesildi. Bozova Ziraat Odası Başkanı Müslüm Okan, sulama birliklerine verilen desteğin kesilmesinin maliyetleri artırdığına dikkat çekti: “Sulama birlikleri, dönüm başına su bedeli fiyatı alıyordu. Dönüm başına Bozova'da bu rakam 1800 liraydı. Atatürk Sulama Birliği'nin ücretlendirmesinde devletin sağladığı yüzde 50'lik bir hibe vardı. Bu destekle su maliyeti dönüm başına 900 liraya düşüyordu. Ama hibe desteği kalkınca 2 bin liranın üzerine çıkıyor.” Pompa sistemi ile sulama yaptıklarını ve bu sistemin elektrikle çalıştığını söyleyen Okan, söz konusu kararın kalkması gerektiğini söyledi.

Her iki desteğin kalkması ile birlikte çiftçinin dönüm başı masrafının 4 bin lirayı bulduğunu ifade eden Okan, “Çiftçi dönüm başına ne kazanıyor ki 4 bin lira ödeme yapsın? Kazancı bırakın, şu an çiftçinin kendi cebinden üstüne koyması gerekiyor. Bu şekilde çiftçinin üretim yapması mümkün değil” diye konuştu.  

                                                                İsa Geçit

'MAHSULDEN ELDE EDİLEN GELİRİN İKİ KATI ELEKTRİK BORCU GELİYOR'

Akçakale ilçesinde çiftçilik yapan Mahmut Demir, desteklendikleri dönemde bile zorlandıklarını vurguladı. “Böyle giderse artık ürün bile ekemeyecek duruma geleceğiz” diyen Demir, bu yıl ekim yapmayı düşünmediğini dile getirdi. Demir, içinde bulunduğu durumu “Zarar edeceğimiz bir işi niye yapalım?" şeklinde ifade etti.

Akçakale’nin kırsal mahallelerinden Pekmezli’de çiftçilik yapan İsa Geçit ise çiftinin durumunu şöyle anlattı: “DEDAŞ tarafından tarlalar, traktörler haciz edilmiş durumda. Her şeyim haczedildi. Hatta elektrik borcundan dolayı evime bile haciz geldi.” Halihazırda zor güler geçirdiklerini anlatan Geçit, desteğin kalkması ile çaresiz bir duruma düşeceklerini belirtti: "Pamuk, arpa, mısır ekiyoruz ama bu yıl pamuktan zarar ettik. Kanaldan su alamıyoruz, suyu pompalama sistemi ile alıyoruz. Pompalama sulama sistemi de pahalı olduğu için zor durumda kalıyoruz. 200 bin liralık mahsul gelirimiz oluyor ama 400 bin lira da elektrik masrafı çıkıyor."

                                                             /././

DEDAŞ'tan çiftçiye mesaj: Yüzde 35 destek bitti (Vecdi Erbay)

Hükümetin bölge kentlerindeki çiftçiye verdiği enerjide yüzde 35 indirim desteği bitti. Elektriğin pahalı olduğunu söyleyen çiftçiler "Faturaları ödemek daha da zor olacak" diyerek tepki gösterdi.

DİYARBAKIR - Yüksek faturalar, kesilen cezalar, destekleme ödeneklerine el koyma nedeniyle Dicle Elektrik Dağıtım AŞ. (DEDAŞ) ile bölge çiftçisi yıllardır karşı karşıya geliyor. 'Kaçak elektrik kullanılıyor' gerekçesiyle uygulanan elektrik kesintileri ise bölge halkının tamamını cezalandırmaya dönüşüyor.
DEDAŞ'tan çiftçilere gönderilen son mesaj ise yaz gelmeden çiftçilerin endişelenmesine neden oldu.
DEDAŞ Mardin, Urfa ve Diyarbakır gibi illerde çiftçilik yapanlara gönderdiği mesajda, enerjide uygulanan yüzde 35’lik indirimin yılbaşından itibaren kaldırılacağını duyurdu.

Mardin Kızıltepe Çiftçiler Derneği Başkanı Mikail Erbeyi, "Çiftçi faturaları ödemekte zaten zorlanıyordu, şimdi hiç ödeyemeyecek" diyerek karara tepki gösterdi.

Yenişehir Ziraat Odası Başkanı Süleyman İskenderoğlu ise “Bu karar çiftçiyi öldürür, geri alınsın” dedi.

'KALICI ÇÖZÜM BULMAK LAZIM'

Mikail Erbeyi, çiftçiye enerji desteği kararının 5 yıl önce alındığını hatırlattı. Erbeyi, "Çiftçi ile DEDAŞ arasındaki sorunları çözmek için 5 yıl önce Urfa'da bir toplantı yapıldı. Bu toplantıda alınan karara göre hükümet, DEDAŞ'ın çiftçiye kestiği elektrik faturasının yüzde 65'ini karşılayacaktı. Sonra bu destek yüzde 35'e indi ve 5 yılın sonunda DEDAŞ, faturanın tamamını çiftçiden tahsil edecek" dedi.
DEDAŞ'ın yüksek faturalarla, icra kararlarıyla, elektrik kesintileriyle çiftçileri bezdirdiğini söyleyen Erbeyi, "Çiftçi faturaları ödemekte zaten zorlanıyordu. Şimdi hiç ödeyemeyecek" diye konuştu. Erbeyi, "Kimse meseleye çözüm odaklı yaklaşmıyor. Çiftçinin işi bu kararla daha zor olacak. Enerji çok pahalı faturalar çok yüksek geliyor. Zaten kazanamayan çiftçi faturasını ödeyemeyecek, DEDAŞ elektrik kesecek, icra gönderecek. Çiftçilerin sorunlarına kalıcı çözümler bulmak gerekiyor. Çiftçilerin üretebilmesi için desteğe ihtiyacı var" dedi.
Kızıltepe Çiftçiler Derneği Başkanı Mikail Erbeyi, yerel seçimden sonra DEDAŞ'ın baskısını artıracağını tahmin ettiklerini vurguladı. Erbeyi, desteğin devam etmesini talep ettiklerini sözlerine ekledi.

İSKENDEROĞLU: DESTEK 5 YIL DAHA DEVAM ETSİN

Diyarbakır Yenişehir Ziraat Odası Başkanı Süleyman İskenderoğlu, elektrik özelleştirildikten sonra çiftçilere devlet tarafından yüzde 65 elektrik desteği verildiğini, sonraki yıllarda bu desteğin yüzde 45'e ve sonunda yüzde 35’e indiğini hatırlattı. İskenderoğlu, "DEDAŞ Diyarbakır’da yaşayan çiftçilerimize mesaj göndererek elektrikte uygulanan yüzde 35’lik indirimin yılbaşından itibaren kaldırılacağını duyurdu. Çiftçilerimiz zaten üretimde zor günler yaşıyor, artık kazanımı sıfıra inmiş durumda. Çiftçiler, elektrik desteğinin 5 yıl daha uzatılmasını istiyor" ifadelerini kullandı.

'BÜTÜN ÇİFTÇİLER İCRALIK OLACAK'

Çiftçilerin destek almasına rağmen elektrik faturalarını ödemekte zorluk yaşadığını belirten İskenderoğlu, "Bu destekleme de kalkarsa çiftçi artık hiçbir şey yapamaz duruma gelecek. Çiftçilerin devlet desteğine ihtiyacı var. Gelişmiş ülkeler, bütün yatırımlarını tarıma yaparken bizim ülkemiz ise tarıma sırtını dönmüş durumda. Bu desteklerin kesilmemesi lazım, eğer bu destekler kesilirse üretim yapan bütün çiftçiler icralık olacaklar. Hükümetin acil bir şekilde bu kararın önüne geçip enerji desteğini 5 yıl daha uzatması gerekmektedir" dedi.

'ÇİFTÇİ TARIMDAN UZAKLAŞIYOR'

Bölgedeki insanların geçim kaynaklarının başında tarım geliyor. Verimli topraklarda pamuk, mısır, buğday arpa ve mercimek üretiliyor. Sadece Mardin'de 3 milyon dekarlık tarımsal arazi bulunuyor ve arazilerin yüzde 70’i yeraltı suları ile sulanıyor. Çiftçi ile DEDAŞ, burada karşı karşıya geliyor. Çünkü sulamanın yapılabilmesi için elektrik enerjisine ihtiyaç duyuluyor ve elektrik enerjisi çok pahalı.
Yüksek maliyetler ve düşük taban ücretlerinin yanı sıra bölge çiftçisinin yaşadığı en büyük sorun, DEDAŞ'ın belirlediği yüksek elektrik faturaları ve kestiği cezalar.
Tarımsal üretimin elektriğe bağlı olduğu bölge kentlerinde çiftçiler, DEDAŞ’ın uygulamaları nedeniyle üretim desteklemelerini de alamıyor. Bu da son yıllarda birçok kişinin çiftçiliği bırakmasına neden oldu.
Kızıltepe Çiftçiler Derneği'ne göre son 5 yılda kent genelindeki 6 bin dolayındaki çiftçinin yüzde 15’i ekim yapmayı bıraktı. Yüksek elektrik faturaları, trafolara el konulması, ‘kaçak tüketim bedeli’ adı altında kesilen yüksek cezalar, tarımdan uzaklaşma gerekçeleri arasında yer alıyor.

                                                        /././

DEDAŞ'ı mahkemeye veren çiftçinin trafosu mühürlendi

Arazisini bu sezon ekmemesine rağmen 250 bin lira elektrik faturası kesilen çiftçi Hüseyin Ado’nun bu kez de trafosu DEDAŞ tarafından mühürlendi.

Mardin'in Artuklu ilçesine bağlı mezrada çiftçilik yapan Hüseyin Ado, elektrik faturalarının yüksek gelmesinden kaynaklı bu sezon mısır ekimi yapmadı. Ekim yapmamasına rağmen Dicle Elektrik Dağıtım AŞ. (DEDAŞ) tarafından Ado’ya yine fatura kesildi. Kesilen 250 bin TL değerindeki fatura üzerine Ado, mahkeme yoluna başvurarak, Mardin İdare Mahkemesi'ne faturaya itiraz etti. A

do, yaşadıklarını önceki gün Mezopotamya Ajansı’na (MA) anlatarak, çözüm üretilmesi talebinde bulunurken, haberin ardından köye giden DEDAŞ ekipleri Ado’nun trafosunu mühürledi. Borç gerekçesiyle trafosu mühürlenen Ado, mahkeme sürecinin devam ettiğini, buna rağmen trafosunun mühürlenmesinin hukuksuz olduğunu belirterek itirazda bulundu. Mahkeme süreci devam ederken, trafosuna mühür vurulmasının bilinçli olduğunu kaydeden Ado, "DEDAŞ’ın zulmünü kabul etmeyeceğim" dedi.

                                                         /././

Gürer: Elektrik borcu yüzünden haciz gönderilen çiftçiler toprağını yabancılara satıyor

CHP milletvekili Ömer Fethi Gürer "Çiftçi zaten sorunlu, bir de haciz yoluyla üzerine gidildiği zaman, yabancılar ve başka illerden gelen parası olanlar bu gariban çiftçinin toprağını alıyor" dedi.

CHP Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer, Niğde'nin Bor ilçesinde yıllar önce kurulacağı açıklanan Enerji İhtisas Endüstri Bölgesi'nin durumunu, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) gündemine taşıdı.

Cumhuriyet gazetesinin haberine göre, Bor'daki Enerji İhtisas Endüstri Bölgesi'ne ilişkin kararın Konya'nın Karapınar ilçesiyle aynı dönemde alındığını hatırlatan Gürer, "Daha bizde çivi çakılmadı, Karapınar bitti. Her sorduğumda da bir 'İhale oldu, olacak, yapılacak' gibi yanıtları alıyoruz. Olacak mı olmayacak mı? Bunu da bir açıklığa kavuşturalım" ifadesini kullandı.

'ÇİFTÇİNİN ELEKTRİK BORÇLARINA AİT FAİZLER SİLİNMELİ'

Çiftçilerin Türkiye Elektrik Dağıtım A.Ş.'ye (TEDAŞ) olan elektrik borçlarından dolayı mağduriyet yaşadığına dile getiren Ömer Fethi Gürer, Niğde'nin Orhanlı beldesinde çiftçilere TEDAŞ'a borçlarından dolayı haciz geldiğini, onlarca çiftçiyi ellerinde haciz belgeleriyle yerinde gördüğünü söyledi.

Gürer, "Çiftçi zaten sorunlu, bir de haciz yoluyla üzerine gidildiği zaman olan şu; yabancılar ve başka illerden gelen parası olanlar bu gariban çiftçinin toprağını alıyor, o da borcunu ödemeye çalışıyor. Bunlarla ilgili düzenlemeler yapılmalı ve özellikle bunların faizleri silinmeli. Bununla ilgili yapılacak çalışma bunların mağduriyetini ortadan kaldırır" ifadelerini kullandı.

'ÇİFTÇİNİN ÜRETTİĞİ ELEKTRİK ELİNDEN ALINIYOR VE ÜCRET ÖDENMİYOR'

Üreticilerin kendi hesaplarına açtıkları güneş enerjisi santralleriyle ilgili sorunlara da değinen Gürer, "Edikli'de bir kasabamızda çiftçimize gittim. İhtiyacından fazla enerji üretiyor, ürettiği enerji elinden alınıyor, bedel de verilmiyor. Onu kendi kullanmak istiyor; 'Yok, kullanamazsın' diyorlar. Bu nasıl bir yaklaşım biçimi? Yine, yurttaşın GES için 100 dönüm tapusu var, 100 dönüm de kiralamış; kiraladığı yer için de GES'ini kullanmak istiyor, 'Olmaz, tapu senin değil, burada böyle bir işlem yapamazsın' deniliyor. Böylesi bir durum daha var" şeklinde konuştu.

(duvaR)


soL - GÜNDEM - 10 OCAK 2024 -

Depremzedeler sokakta kaldı: Hasarlı evleri barınma imkanı sağlanmadan yıkıldı (soL)

Mahalle sakinleri, kış ayları nedeniyle hayvanları ve eşyalarıyla dışarda kaldıklarını belirterek yıkımın haziran ayına ertelenmesini istedi.

6 Şubat depremlerinde Malatya Hekimhan'a bağlı Başkavak Mahallesi’nde ağır hasar alan 45 evin yıkımına başlandı.

Mahallelilerse kendilerine yeterince konteyner ve hayvan çadırı verilmediğini belirterek tepki gösterdi.

'Başka ülkeye mi göçelim?'

Başkavak Mahallesi Muhtarı Kamil Kisiloğlu, mahalledeki 50 hanenin yüzde 90'ından fazlasının yıkılacağını belirterek, ''Zaten yıkım fazla olmasa insanlar birbirlerini evlerinde, depolarında idare eder. Hiçbir şekilde eşyalarını barındıracak, hayvanlarını barındıracak bir yer yok. Ondan dolayı mağduriyet yaşıyoruz" dedi.

Köy sakinlerinden Hayati Ercan, konteyner ve çadır alamadıklarını ifade ederek "İlla ki biz başka ülkeye mi göçelim? İnsaf bu. Valiye, CİMER’e yazacağız. Vali’nin kararı bu. Yıkmakla övünüyor. Önce yap, ondan sonra yık. Vatandaş nereye gitsin" sözleriyle tepki gösterdi.

Vali sözünü tutmadı
                                                 Ersin Yazıcı Malatya Valisi

Muhtarların Valiliğe giderek 3 ay süre istediğini aktaran Hekimhan Belediye Başkanı Turan Karadağ ise şunları söyledi:

''Sayın Valim 'yarın bir gün deprem olursa bu sıkıntı olur, yıkacağız' dedi. Tamam, biz kabul ettik ama şöyle, dedi ki 'eğer aracın girmediği yerlerde yıkım olmayacak, konteyner gelmeden kimsenin evi boşaltılmayacak' dedi. 'Hayvan çadırları olmadan yıkım olmayacak' dedi ama geldik, yerinde gördük, yıkım ekibi gerçekten buraya elemanlarını koyup, böyle talimat geldi. Yine söylüyoruz, yarın kar yağacak, vatandaşlarımız zorda. En azında haziran ayına kadar ertelenmesini istiyoruz." 

                                                      /././

Vali MÜSİAD'lı patronlara depremi anlattı: Hükümlü müteahhit ve sabıkalı provokatör dinledi (Emre Alım-soL/Özel)

                           Malatya Valisi Ersin Yazıcı, MÜSİAD'lı Muharrem Poyraz ve Hüseyin Kalkan ile.

Malatya Valisi, MÜSİAD'lı patronlarla buluştu, depremi konuştu. O isimler arasında depremde inşa ettiği bina yıkılan bir müteahhit ve depremzede kılığında provokasyonlara imza atan patron da vardı.

İktidara yakın MÜSİAD'ın Malatya Şubesi tarafından düzenlenen ''Dost Meclisi'' toplantısına 3 Ocak'ta onur konuğu olarak Malatya Valisi Ersin Yazıcı katıldı.

Konuşmasını depremin Malatya'daki etkilerine ayıran vali''zorlu'' bir görev üstlendiğini belirterek, ''Yaşanan kayıpların ardından zor ve müşkül duruma düşen insanlara yaşamlarını kolaylaştıracak ve iyileştirecek koşullar ve imkanlar sunarak onların duasını almaya talibim. Sizlerle birlikte bu görevi yapmaya ve şehri ayağa kaldırmaya gayret edeceğim'' dedi.

Etkinlikte MÜSİAD'lı patronlarla ''görüş alışverişinde bulunan'' Yazıcı, programın sonunda katılımcılarla birlikte fotoğraf çektirdi.

Fotoğrafta Vali Yazıcı ile aynı kareye girenler arasında iki kişi dikkat çekti. Bu isimlerden ilki, inşa ettiği konutlarla depremde çok sayıda kişinin ölümüne neden olan ve tutuklanan müteahhit Muharrem Poyraz'dı. Valinin yanındaki diğer isimse depremin ardından muhalefet partilerine yönelik provokasyonlara imza atan ve bu nedenle gözaltına alınan Hüseyin Kalkan'dı.

Adaletten kaçtı, 4 ay tutuklu kaldı, MÜSİAD'a geri döndü 

MÜSİAD Malatya Şubesinin eski başkanlarından Muharrem Poyraz, Seyr-i İstanbul Evleri’yle ilgili çektiği reklamda “Bir yıldız doğuyor” ve “Hayallerinizin sınırlarını zorluyor” demişti.

Sahibi olduğu MP Poyraz İnşaat, konutların inşaatına başlandığı 2019 yılında projeyi "Malatya’mız için ses getirecek projelere imza attık" diye duyurmuştu.

                                   Sitenin depremden önceki ve sonraki hali

Muharrem Poyraz'ın inşa ettiği iki bloklu Seyr-i İstanbul Evleri depremde yerle bir oldu.

MÜSAİD'lı müteahhit depremden sonra kayıplara karıştı. Ancak kısa süre sonra teslim olmaya karar verdi. Deprem soruşturmalarında ilk tutuklanan isimlerden biri oldu. 

11 Şubat'ta cezaevine giren Poyraz aynı zamanda en hızlı tahliye edilenlerden biri. Mahkeme delillerin büyük ölçüde toplandığını, karartılması ihtimalinin söz konusu olamayacağını ve Poyraz'ın kaçma ihtimalinin olmadığını değerlendirdi. Yaklaşık 4 ay cezaevinde kalan Poyraz, 25 Mayıs'ta tahliye edildi.

Hakkındaki dava hâlâ devam eden Muharrem Poyraz, tutuksuz yargılanıyor.

Depremzede kılığında provokasyon

Depremin ardından seçim çalışmalarına bölgeden başlama kararı alan eski CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, 10 Mart'ta Malatya'yı ziyaret etmişti. Ziyaret sırasında depremzedelerle buluşan Kılıçdaroğlu'na kalabalık içerisinden biri ''CHP zihniyeti, gidin buradan'' diye bağırdı. Kılıçdaroğlu'nun ziyaretini provoke etme girişimin bulunan isim Vali Yazıcı'yla ''dost Meclisi''nde buluşan MÜSİAD yöneticilerinden Hüseyin Kalkan'dı. 

Olaya tanıklık eden dönemin CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel, Kalkan'ın depremzede kılığına girdiğini şu sözlerle anlatıyor: 

"Konteynerin birinden birisi genel başkanımızı protesto etmeye başladı. İlk başta şaşırdım; konteynerden bir depremzede diye düşünüyorsunuz, ‘CHP zihniyetli, biz sizi biliriz, gidin buradan, falan.’ O sırada Veli Ağbaba (CHP Malatya milletvekili) o konteynere doğru döndü ve ‘Hüseyin bey, tanıdım sizi, gördüm sizi’ dedi. ‘Abi tanıyor musun’ dedim; ‘Hüseyin Kalkan’ dedi, MÜSİAD’ın eski başkanı…  Kendini bir depremzedeymiş gibi bir konteynerin içine sokmuş, oradan genel başkanımızı protesto ediyor. Foyası ortaya çıkınca, bu sefer döndü Saadet Partililere, ‘Yazıklar olsun size, Erbakan hocanın kemikleri sızlıyor, siz nasıl olur da CHP’lilerle kol kola yürürsünüz… Nasıl hakaretler falan… Bu normal bir şey değil."

CHP'li başkana saldırdı, gözaltına alındı

Hüseyin Kalkan provokasyon girişiminden sadece 4 gün sonra bu defa bir CHP Malatya İl Başkanı Barış Yıldız'a saldırdı.

Saadet Partisi'nin kurduğu aşevinin Valilik tarafından kapatılacağı haberleri üzerine depremzedeleri ziyaret eden CHP Malatya İl Başkanı Barış Yıldız, Hüseyin Kalkan'ın engellemesiyle karşılaştı.

Bu sırada “Siz Allah bilir misiniz lan?” diye bağırıp küfürler savuran bir kişi Barış Yıldız’a yumrukla saldırdı. Olayın ardından. Hüseyin Kalkan ve diğer şüpheli gözaltına alındı.

                                                     CHP'li Barış Yıldız'a saldırı anı

Depremi kilise restorasyonuna bağladı

Hüseyin Kalkan 6 Şubat depremlerini de Malatya'daki kilise restorasyonuna bağlamıştı. Kalkan, depremin ardından paylaştığı mesajında Malatya Büyükşehir Belediyesi'nin Çavuşoğlu Mahallesi'ndeki Taşhoran Ermeni Kilisesi'ni restore ettirip Taşhoran Kültür Merkezi olarak hizmete sokmasına atıf yaparak, "Malatya'nın başına belediyenin kiliseyi onarmasından sonra gelen felaketlere bakın" demişti.

                                                                /././

Van depreminde geçici olarak yapılmıştı: 12 yıldır eğitim konteynerlerde sürüyor (Özkan Öztaş-soL)

2011 yılında meydana gelen Van depreminde geçici olarak yapılan konteyner okullarda eğitim 12 yıldır devam ediyor. Öğrenciler mevcut şartlardan şikayetçi.

Takvimler 2011 yılının Ekim ayını gösterdiğinde Vanlı yurttaşlar 7,2 şiddetinde bir depremle başladılar güne. 25 saniye sürdüğü tahmin edilen depremin ardından birçok ev yıkılırken 600'den fazla yurttaşımız yaşamını yitirmiş binlercesi de yaralanmıştı.

Depremin hemen ardından Van'da eğitim öğretimin devam edebilmesi için prefabrik-konteyner tarzı okullar inşa edilmişti. Amaç öğrencilerin eğitim öğretim sürecinden geri kalmaması ve sürekliliğinin sağlanmasıydı. Ancak geçici olarak tasarlanan ve iklim koşullarına çok da dayanıklı olmayan konteyner okullar 12 yıldır faaliyette. Öğrenci kapasitesini çoğu örnekte kaldıramayan bu yapılar 12 yılın ardından hasar görmüş ve bazı alanları neredeyse kullanılamaz hâlâ gelmiş durumda. 

'Diğer öğrencilere göre geride kalıyoruz, çok eksik var'

Van'ın İpekyolu ilçesine bağlı Vali Mithat Bey Ortaokulu'nda okuyan öğrenciler prefabrik okullarda yaşadıkları soL'a anlatırken daha çok diğer okullara kıyasla kısıtlı imkanlarından söz ediyor. 

Öğrencilerden biri "Okulda akıllı tahtamız yok. 12 yıl önce yapılmış burası ama bakımları yapılmamış. Burası için okulun zemini kötü, altından kanalizasyon geçiyor falan dediler. 'Okulu daha yukarıya taşıyacağız' dediler ama bir şey yapmadılar. Okul çevresinde uyuşturucu kullanıldığını falan düşünüyoruz. Kimsenin günahını almayalım ama bir bakıyoruz okulun yanında sigara izmaritleri, kovalar, ateş yakılmış, beklemişler burada. Okulun güvenliği yok. Şartları kötü. Diğer okullara bakınca insan imreniyor. Burası çürüyor. Mesela ben geçen gün diğer okulun içine girdim sonra dedim ki biz bu okulda nasıl okuyoruz? Küçücük? Sınıflar kalabalık"  diyor sorunları anlatırken.  

'Söz konusu yapıların belli bir kullanım süresi var'

Konuya dair sorunları meclis gündemine taşıyan Van Milletvekili Gülcan Kaçmaz Sayyiğit söz konusu yapıların bir kullanım süresi olduğuna ve tadilatla durumun geçiştirilemeyeceğine dikkat çekiyor. 

DEM Parti Van Milletvekili Sayyiğit, Meclis'e sunduğu soru önergesinde, "Söz konusu yapıların belli bir kullanım süresi olduğundan; bugün birçok prefabrik okulda duvarların delindiği, fayansların söküldüğü, tuvaletlerin kullanılamaz hale geldiği, bina içinde küflenmelerin oluştuğu vb. sorunlar aktarılmaktadır. Buna sınıfların kalabalık oluşu ve kış koşulları da eklenirken öğrenciler çok ciddi sorunlar yaşamaktadırlar. Öğrenciler ve öğretmenler açısından sağlıksız bir eğitim-öğretim süreci söz konusuyken bu durum, güvenlik açısından da çeşitli riskler taşımaktadır" ifadelerine yer verdi.

TEV İfakat Yavuz Ortaokulu, Vali Mithat Bey İlk ve Ortaokulu ile Erciş Spor Lisesi’nde ciddi fiziki sorunlar olduğu ifade edilirken eğitimin sağlıklı devam edebilmesi adına soruna kalıcı çözümler getirilmesi gerektiği vurgulanıyor. 

'Prefabrik okullarda şartlar çok kötü'

Konuya dair soL'a konuşan Eğitim-İş Sendikası Van Temsilcisi Abdullah Yula da, "Mevcut durumda hem prefabrik hem de konteyner okullar var. Prefabrik okullarda durum iyi kötü sürdürülebilir durumda ancak konteyner okullar öyle değil. Vali Mithat Bey okulu bunlarda biri. Okullar çok küçük. Sınıflar kalabalık. Isınma sorunu yaşanıyor. Konteyner okullar iyi ısınmıyor. Zaman zaman yağışlarda bu okulların su sızdırdığı, damlattığı örnekler oluyor. Öğrencilerin sınıfta eğitim süreçlerine katılımını sınırlayan okullar bunlar. Daracık. Öğrenciler sınıf etkinliklerine sağlıklı bir şekilde katılamıyor. Geçici olarak yapılan bu ve benzeri yapılardaki sorunların kalıcı şekilde çözülmesi gerekir" diyor.

Depremin üzerinden 12 yıl geçti. Ancak Van'daki konteyner okul sorunu hâlâ devam ediyor. Öğrencilerin bir kısmı tuvaletlerin kullanılamaz durumda olduğunu ifade ediyor. Bu durum da akıllara ilk önce 6 Şubat depreminin yarattığı yıkımın boyutunu ve hasar gören okul sayısını getiriyor. 12 yıldır Van'da sorunlara gözünü kapatan yetkililerin 6 Şubat depreminde 11 ilde hasar gören onlarca okul için nasıl bir adım atacağını önümüzdeki süreç gösterecek. 

                                                         /././