Soykırım ve kutuplaşma (Ergin Yıldızoğlu)
Uluslararası Adalet Divanı’nda, İsrail’i soykırım yapmakla suçlayan duruşma, dünya çapında bir kutuplaşma resmi sergiledi: Bir tarafta “Küresel Güney” diğer tarafta ABD, İngiltere ve Almanya’dan oluşan emperyalist blok.
Soykırım iddiasını mahkemeye sunan Güney Afrikalı avukatların yanı sıra bir İrlandalı avukatın sunduğu iki görsel izleyenlerin gözlerini yaşarttı. Birinci görsel Sınır Tanımayan Doktorlar’ın bir hastane panosuna yazdığı “Elimizden geleni yaptık bizi unutmayın” mesajıydı. İkinci görselde bir bomba bu panoyu parçalamış, mesajı yazan doktorları öldürmüştü.
Bu soykırım duruşmasında, İngiliz ile ABD emperyalizminden çok çekmiş İrlanda-Güney Afrika ve Filistin adeta bir direniş üçgeni oluştururken ABD, İngiltere’de basın soykırım iddialarını değersizleştirmeye çalışıyordu. Yahudi soykırımı tarihinin suçluluk duygusuyla, son aylarda aniden azgın bir Siyoniste dönüşerek İsrail’e yönelik eleştirileri, bu eleştirilere katılan Yahudi artist ve entelektüelleri susturan, yasaklayan Almanya, İsrail’in yanında davaya müdahil olmayı talep ederek bu kez başka bir soykırıma ortak oluyordu. Dün Yahudileri yok eden Alman ırkçılığı bu kez Arapları hedef almıştı.
HEGEMONYA VE SOYKIRIM
İsrail, Yahudi soykırımının ertesinde, ABD hegemonyası yükselirken kurulmuştu. Şimdi İsrail’in bir soykırımla suçlanıyor olması adeta bir dönemi kapatan parantez gibiydi. Emperyalist merkezler yine bir soykırımı engelle(ye)miyorlar, dahası, işgalci bir gücün “kendini koruma hakkı” gibi utanç verici bir saçmalığı destekleyerek soykırımı kolaylaştırıyorlar, hatta Almanya özelinde savunmaya çalışıyorlar.
Uluslararası Adalet Divanı’nda soykırım iddiaları görüşülürken İngiltere ve ABD; dünyanın en yoksul halklarından birini, Yemen’de Kızıl Deniz’deki tankerlere yönelik eylemlerle Filistin halkını desteklemeye çalışan Husileri bombalayarak İsrail’in genişletmeye çalıştığı savaşa doğrudan katılıyorlardı. Böylece ABD ve İngiltere, bölgede çökmeye başlayan ABD hegemonyasını restore etmeye çalışıyorlardı.
Ancak hegemonya salt güç sergileyerek restore edilemez. Gücü destekleyecek bir toplumsal yapı da olmalıdır. Bu açıdan bakınca her iki ülkenin de siyasi ve toplumsal düzenlerinin kriz içinde olduğunu görüyoruz.
ABD’de, 2016’da Trump başkan seçilirken belirginleşen siyasi/kültürel kutuplaşma derinleşti, kutuplaşmanın tarafları arasındaki nefret, siyasette şiddet kullanmayı benimseme eğilimi daha da güçlendi. Trump yeniden seçilmeye hazırlanırken artık açıkça faşist bir dil kullanıyor. Devlet başkanının dokunulmazlığını, “siyasi rakiplerini öldürtme” noktasına kadar genişleten bir anlayışı savunuyor. Adamın hakkındaki cinsel taviz, mali yolsuzluk, devlete karşı isyan teşvik etmek gibi suçlamalarla süren davaları, taraftarları yok sayıyorlar. ABD basınında “Trump durdurulamaz” diyen yorumlar sıklaştı. Trump, NATO’dan çıkmaya, Çin’e karşı sert tavır almaya kararlı. ABD’de kent altyapıları çürümeye, evsiz sayısı artmaya, ortalama yaşam beklentisi düşmeye, uyuşturucu krizi derinleşmeye, dinci akımlar güçlenmeye devam ediyor.
İngiltere daha iyi durumda değil. Brexit iflas etti, şimdi pişman olanlar çoğunlukta. Irkçı göçmenler politikasıyla, göçmenleri Ruanda’ya gönderme projesi tüm dünyaya rezil olduktan sonra iflas etti. COVID soruşturması çürümüş, yalancı, yolsuzluklara batmış bir devlet yönetimi sergiledi. Postane skandalı (binlerce postane müdürü haksız yere hırsızlıkla suçlandı) Korporasyonların acımasızlığını, devletin ilgisizliğini gösterdi; toplumsal adalete güven yerlerde sürünüyor, sağlık, eğitim, toplu taşımacılık hizmetleri de... Beş yılda dört başbakan değişti. İlk seçimlerde yine değişecek. Ancak, seçimleri kazanması beklenen İşçi Partisi’nin hangi konularda (Gazze savaşı dahil) ne istediği belli değil.
Almanya’da tüketim harcamaları gerilerken çiftçiler, nakliye, taşımacılık, demiryolu işçileri greve çıkıyor, öfkeli protesto gösterileri düzenliyorlar, merkez partileri (“trafik ışıkları koalisyonu”) zayıflamaya devam ederken faşist partilerin bu öfkeden yararlanması bekleniyor. Irkçılığın yeni adı “anti-anti-semitizm” adına Siyonizm, Arap düşmanlığı oldu.
Soykırım davası, emperyalist sistem içinde yeni bir dönem başlatmış olabilir.
/././
‘Aşk, Ateş ve Anarşi Günleri’ (Işıl Özgentürk)
Sevgili okurlarım biliyorum pek çoğumuz demokrasi varmış gibi yaşadığımız şu güzelim ülkemizde partilere, sivil toplum kuruluşlarına inancımızı yitirdik. Pek çoğumuz içimizden belki “Bu ülkede olumlu hiçbir şey olmaz” diyoruz. Derin bir kayıtsızlık, her şeyi kabullenme hali ülkemizi bir kara bulut gibi sardı. Artık ne yükselen dolar ve Avro ne de her an değişen gıda fiyatları bizi şaşırtıyor. Kadın-çocuk cinayetleri artık gazetelerin üçüncü sayfasında küçücük bir haber. Anaokullarına bile giren imamlar, din adamları çocuklarımızı korkutmaya, gülmeyi bile yasaklamaya başladılar. Çıtımız çıkmıyor! Bazen ciddi ciddi düşünüyorum acaba birileri bu ülke topraklarına uyuşturucu bir şey mi attı? Hayır uyuşturucu filan atıldığı yok. Biz cümleten 20 yıl önce başlayan bir karşıdevrimin, bunu küçümsemenin, “Bize şeriat gelmez” diye böbürlenmenin bizi getirdiği bir noktada öylece uyuşmuş gibi duruyoruz. Topraklarımızda yabancı şirketlere 2 bin 600 maden çıkarma ruhsatı verildiğinde ayran budalası gibi aval aval baktık. Ormanlarımız, zeytinliklerimiz gitti! Aldık mı ağzımızın payını? Kamuda türbanla çalışmayı bir demokratik hakmış gibi savunanlar oldu. Şimdi türbanlı bir hâkim bir davama girdi, benden yana olmayacağı çok açık ve seçikti.
Neyse yeteri kadar canınızı sıktım. Öyleyse biraz da şu yaşadığımız dünyada neler oluyor ona bakalım. Her yerde yürüyüşler, kitlesel protesto eylemleri artık sürdürülemez olan vahşi kapitalist sistemi sarsmaya başladı. Bildiğimiz kadim bilgiler artık pek işe yaramıyor. Örneğin artık geçmişte tanımlanan “işçi sınıfı” yok. Teknolojinin inanılmaz hızı, yepyeni bir işçi sınıfı oluşturdu. Artık kapitalizmin yeni köleleri onlar. Asıl isyan onlardan geliyor. Örneğin Hamburg’da on binlerce insan, çalışan, işsiz, çiftçi kapitalizmin uşaklarını protesto ediyorlar. Oralarda yapılan bir eylemin videosunu izledim. Yüzlerce kişi kendilerini kül çuvalına sokup birer zombi haline dönüştürmüşler. Kentin sokaklarında zombiler yürüyor. O zombiler tıpkı George Orwell’in 1984 kitabındaki gibi sabit bir noktaya bakarak yürüyorlar. Neşe, aşk, sevgi, cesaret, özveri, vicdan onları terk etmiş; yaşayan ölü onlar. Yürüyorlar ve birdenbire biri soyunmaya başlıyor, sonra da ötekiler; rengârenk tişörtleriyle, rengârenk donlarıyla kalıveriyorlar ve içlerindeki ölü bir çığlık atarak uyanıyor; birbirlerine dokunmaya başlıyorlar ve usul usul özgürleşiyorlar. Açın yabancı kanalları çiftçilerin devlet binaları, kiliseler önlerine bıraktığı havyan dışkısı dağlar gibi. Trafik felç. Ne olmuş? Mazota üç kuruş zam yapılmış, bütün ülke ayakta!
Şimdi gene gelelim ülkemize, unutulmaz kitle eylemlerine. 1991 yılındaki Büyük Madenci Yürüyüşü’nü kim unutabilir? 15-16 Haziran 1970 İşçi Ayaklanması’nı kim unutabilir?
Gezi’yi kim unutabilir? Kılıçdaroğlu’nun başlattığı Adalet Yürüyüşü’nü kim unutabilir? Ben, en güvendiğim Kürt siyasetçi Ahmet Türk’ün Kılıçdaroğlu’yla yan yana yürüdüğünü gördüğümde gerçekten yepyeni bir Türkiye umut etmeye başlamıştım.
Dün Onat Kutlar’ı ve Türk Sinemateki’ni anlatan bir belgesel izledim. Adı: “Aşk, Ateş ve Anarşi Günleri: Türk Sinemateki ve Onat Kutlar” Epey ağladım. Ve belgeselin adı gün boyu bana eşlik etti: “Aşk, Ateş ve Anarşi Günleri...” Evet burası Anadolu’dur ve Anadolu nice kendini ölümsüz sanan tiranlığın yıkılıp gitmesine tanık olmuştur. Yeniden ayağa kalkabiliriz, içimizdeki öfke ve inançla özlemini çektiğimiz “Aşk, Ateş ve Anarşi Günleri”ne dönebiliriz! Evet, dönebiliriz!
Yazarın notu: Sevdiklerim birer birer göçüp gidiyor. Son göçen şair Süreyya Berfe’ydi. Gençliğimin, orta yaşlılığımın ve kocamış ömrümün dostuydu. İzninizle onu yıllar önce yazdığım ve Sessizlik ve Sırdır Ötesi kitabımda yayımlanan bir şiirimle uğurlamak istiyorum. Şiirdeki şair odur.
O ZAMANLAR BİZ GÜZELDİK
Fena yakalandım/ telefondaki ses “Amelia Rodriges” öldü/ dediğinde, uzun zamandır kuşandığım/ beni benden gizleyen o maske/ paramparça oldu/ fena yakalandım.
O zamanlar biz güzeldik/ o sobalı evde/ Amelia dinlediğimiz o Feneryolu’ndaki evde/ biz güzeldik/gözlerimiz parlaktı/ çünkü inanırdık,/ hayata aşka kardeşliğe/ dostluğa inanırdık/ sobanın üstünde her zaman/ bir çaydanlık dururdu/ çay içer Birinci tüttürürdük/ paramız yettiğinde rakı olurdu masamızda/ bir de çiroz/ ondan vazgeçmezdik.
Süreyya yeni dönmüştü/ karı, boranı ve muhtarı/ dilimize dolanan/ o uzak dağ köyünden/ bütün rüzgârları/ bütün türküleri/ bütün mutlu delileri/ tek tek bellemişti/ o anlatırken/ Ameila nice ölümlerden/ nice acılardan/ geçmiş sesiyle/ ona eşlik ederdi/ işte o zaman/ ayazda ayakları üşümüş çocuklar/ yolu gurbete düşmüş erkekler/ siyahı aşk bilmiş kadınlar/ kimsesiz dağ başlarını yurt bellemiş kaçakçılar/ sessiz çığlıkları işkence görenlerin/ Mayo Meydanı’nın beyaz eşarplı anaları/ dünyanın bütün sürgün şairleri yolu hiç şaşırmadan/ Feneryolu’ndaki o sobalı eve gelirdi.
Her zaman teselli eden/ bir şeyler vardı/ sobanın sıcaklığında/ Birinci’nin sert tütününde de vardı/ bizim saf inancımızda da o zamanlar biz güzeldik.
Amerikan terörü (Mehmet Ali Güller)
20 günde iki terör saldırısı; önce 12 ardından 9 kayıp...
Peki ne oldu da PKK terörü harekete geçti?
Daha doğrusu soruyu şöyle sormalıyız: Ne oldu da ABD, yine Türkiye’ye karşı PKK terörünü harekete geçirdi? Zira PKK’nin araç, ABD’nin terörün “asıl kaynağı” olduğu artık geniş kitlelerce de görülen bir gerçek.
Sorunun, biri doğrudan Türkiye ile ilgili, diğeri de bölgeyle ilgili iki yanıtı var:
ABD-PKK TERÖRÜ VE İSVEÇ ONAYI
ABD açısından PKK terörü, Türkiye’ye karşı kullanılan bir sopadır. Washington, Ankara’yı siyasi hedeflerine zorlamak üzere sık sık bu sopaya başvurur.
Washington ile Ankara arasındaki en önemli ve yakın/sıcak sorunların başında şu anda İsveç’in NATO üyeliği geliyor. ABD bu konuda Türkiye’ye karşı hem havuç (F-16 satışı) hem de sopa (PKK terörü, doğrudan SİHA düşürme) kullanıyor.
Şu kronoloji dikkat çekici:
ABD, 5 Ekim 2023’te Türkiye’nin Suriye’deki PYD (PKK’nin Suriye kolu) üslerini hedef alan SİHA’sını düşürdü. Pentagon açık açık “ABD birliklerine yarım kilometre yaklaşan SİHA’nın tehdit olarak değerlendirilerek F-16 uçakları tarafından düşürüldüğünü” dünyaya ilan etti.
Erdoğan, 23 Ekim 2023’te İsveç’in NATO’ya katılım protokolünü imzalayıp TBMM’ye gönderdi.
22-23 Aralık 2023’te PKK, Irak’ın kuzeyindeki Türk üssüne saldırdı: 12 şehit.
26 Aralık 2023’te İsveç’in NATO’ya katılım protokolü TBMM Dışişleri Komisyonu’nda kabul edildi.
12 Ocak 2024’te PKK, Irak’ın kuzeyindeki Türk üssüne saldırdı: 9 şehit.
ABD’NİN VARLIĞI SORGULANIYOR
Gelelim baştaki sorumuzun bölgeyle ilgili yanıtına...
7 Ekim, bölgemize önemli bir değişiklik getirdi: ABD’nin Irak ve Suriye’deki üsleri ve askeri varlığı sorgulanıyor. Bu sorgulama sadece siyasilerin sözleriyle değil, doğrudan ABD üslerinin hedef alınmasıyla sahada eylemli sürüyor. Yani bir taraftan Suriye ve Irak hükümetleri ABD’den topraklarını terk etmesini istiyor, bir yandan da İsrail’in Gazze’deki saldırısının destekçisi olduğu için ABD’nin Irak ve Suriye’deki üsleri çeşitli güçlerce hedef alınıyor.
Burada kritik konu şu: ABD, topraklarını terk etmesini isteyen Bağdat’a şu yanıtı veriyor: Bölgede IŞİD tehlikesi sürüyor!
Oysa böyle bir tehlike söz konusu değil. Ama IŞİD en başından beri ABD için “kullanışlı düşman”dı ve İran’da sahaya sürüldü: ABD’nin suikastla öldürdüğü Kasım Süleymani’nin 3 Ocak 2024’teki ölüm yıldönümü törenlerinde bombalar patladı; 103 kişi öldü.
Ve bu süreçte PKK de Türkiye’yi hedef alıyor...
NE YAPMALI?
Aralık ve ocakta Türkiye’yi hedef alan PKK terörü de ocakta İran’ı hedef alan IŞİD terörü de “Amerikan terörü”dür. ABD-İngiltere-İsrail üçgeni, İran, Türkiye ve bölgeye PKK ve IŞİD terörüyle mesaj veriyor.
7 Ekim, ABD’nin bölgemizdeki askeri varlığını hedef alan bir sonuç üretiyor. Karadeniz, Doğu Akdeniz, Kızıldeniz ve Basra Körfezi dörtgeni ve bu dörtgen içerisinde Kuşak ve Yol’un orta koridoru ve Irak-Türkiye merkezli Kalkınma Yolu, hem bölgesel hem de küresel mücadele açısından kritik önemde.
Ve ABD bu mücadeledeki zayıflığını terörle örtbas etmeye çalışıyor.
Bu durumda Ankara’nın bu gerçeğe göre konumlanması gerekiyor. Amerikan terörüne verilecek yanıtlar belli:
1) TBMM İsveç’in NATO üyeliğini reddetmeli.
2) Kürecik Radarı kapatılmalı, İncirlik uçuşları durdurulmalı.
3) Ankara, Şam ile normalleşmeli ve ABD’nin Irak ve Suriye’deki askeri varlığına karşı Ankara-Şam-Bağdat-Tahran işbirliği geliştirilmeli.
/././
İsrail kaybetti (Mehmet Ali Güller)
Yazıişlerine yazı teslim saati geldiğinde duruşma sürüyordu, yani sonucunu bilmiyorum ama önemi de yok çünkü davanın açılmış olması bile yeterince sonuç zaten.
Evet, Güney Afrika Cumhuriyeti’nin Filistin halkına soykırım uygulayan İsrail’e Uluslararası Adalet Divanı’nda dava açması, çok önemli bir siyasal hamle.
Dahası Güney Afrika açısından, ahlaki boyutu da dahil, tarihi önemde. Öyle olduğu için de Güney Afrika Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Cyril Ramaphosa duruşma gününü şu sözlerle değerlendiriyor: “Hiçbir zaman kendimi bugünkü kadar gururlu hissetmemiştim.”
KÜRESEL GÜNEY’İN SÖZCÜSÜ
Ramaphosa’nın haklı gururu bu...
Çünkü halkı, üç yüzyıl sömürülmesinin ardından, II. Dünya Savaşı sonrasında 40 yıl boyunca “beyazların ırkçı yönetimi” altında yaşamak zorunda kalmıştı. Sonunda direniş, zaferi getirmiş ve o zaferle Güney Afrika uluslararası toplum içinde sürekli parlayan bir yıldız olmuştur.
Bugün İsrail’in Filistinlilere soykırımına karşı öncü bir tutum alarak Uluslararası Adalet Divanı’na giden Güney Afrika, adeta Küresel Güney’in sözcülüğünü yapmış oldu.
Küresel Güney’in sembol örgütlerinden BRICS’in üyesi olan Güney Afrika, sonuç ne olursa olsun, tarihe ahlaki tutumuyla geçmiş olacak. Dolayısıyla Ramaphosa’ya kendini gururlu hissettiren o tutum, Küresel Güney’den bakan bizler için de gurur verici...
İSRAİLLİ UZMANLARIN UYARISI
ABD-İngiltere destekli İsrail’in hiç beklemediği bir hamleydi bu dava. O nedenle soykırımcı Netanyahu hükümeti için ağır oldu. İsrailli uluslararası hukuk uzmanlarının uyarıları da Tel Aviv yönetimini endişelendirdi.
2 Ocak 2024 günü CGTN Türk’te yazmıştım: Tel Aviv Üniversitesi Uluslararası Hukuk Profesörü Eliav Lieblich, hükümet yetkililerinin “Gazze’nin haritadan silinmesi” türünden açıklamalarının İsrail’i kendisini savunmakta zor duruma düşüreceğini belirtiyordu. Hayfa Üniversitesi Uluslararası Hukuk Uzmanı Dr. Shelly Aviv Yeini, “Soykırım davası, diplomatik izolasyon ve yaptırımlara sebebiyet verebilir” diyordu. İsrailli tarihçi Doç. Dr. Raz Segal, “İsrail liderlerinin birçok açıklaması, Filistin halkını yok etmeye yönelik niyeti ortaya koyuyor” diyordu.
Yani Netanyahu yönetimi, Uluslararası Adalet Divanı’na götürülmeden önce zaten “soykırımcı” damgasını yemişti. Bu damgayı Hitler’den sonra en çok hak eden de kuşkusuz kendisiydi!
YENİ DÜNYANIN ŞAFAĞINDAYIZ
Daha önce bu köşede belirtmiştim: Savaşların sonuçlarını atılan bomba sayılarına ya da ölü sayılarına bakarak doğru değerlendirebilmek her zaman mümkün değildir. Bu savaş da böyledir.
Sadece Gazze’nin dümdüz edilmesine ya da Gazze’de ölen Filistinlilerin sayısına bakarak İsrail’in kazandığını sanabilirsiniz ama gerçekte kazanan Filistin ve kaybeden İsrail’dir.
Bu gerçeği İsrail’de de görenler var: Örneğin E. General Yitzhak Brick, “Gazze’de giderek çamura batıyoruz” (AA, 1.1.2024) diyor, örneğin İsrail İç İstihbarat Servisi Şin Bet’in eski Başkanı Ami Ayalon, “Gazze’nin kumdan tepelerindeki bataklığa doğru ilerliyoruz” (cumhuriyet.com.tr, 11.1.2024) diyor, örneğin eski İsrail Genelkurmay Başkanı Dan Halutz, “Hamas’a karşı savaşı kaybettik” (Sputnik, 26.12.2023) diyor...
Dahası İsrail’le birlikte ABD de kaybetti. Çünkü asıl mesele ortaya çıkan siyasal tablodur. O tabloda dört önemli yeniliğin şafağı var:
1) Çok kutuplu dünyanın şafağındayız.
2) ABD emperyalizminin Ortadoğu’da kaybetmesinin şafağındayız.
3) Filistin devletinin kabulünün şafağındayız.
4) Asya barışının şafağındayız.
ABD, bu tabloyu ne terörü artırarak ne de duruşma gününde Yemen’i bombalayarak değiştirebilir.
Ağzımın içi cam kırıklarıyla dolu (Murat Ağırel)
P. Ütğm Gökhan Delen
P. Uzm. Çvş. Serkan Sayin
P. Söz. Er Müslüm Özdemir
P. Söz. Er Kemal Batur
P. Söz. Er Emrullah Gülmez
P. Uzm. Çvş. Hakan Gün
P. Uzm. Çvş. Ahmet Köroğlu
İs. Söz. Er Murat Atar
İs. Söz. Er Muhammed Tunahan Evcin
Dokuz vatan evladı...
Bu toprakları vatan yapan hakları ödenmez şehitlerimiz.
Dün hain terör örgütünün saldırısı sonucu şehit oldular.
Piyade Teğmen Ramazan Günay, Piyade Uzman Çavuş Mehmet Serinkan, Piyade Uzman Onbaşı İsmail Yazıcı, piyade sözleşmeli erler Çağatay Erenoğlu, Yasin Karaca ve Emre Taşkın ise günler önce şehit olmuştu.
Her eve, her annenin, babanın, kardeşin, eşin, sevgilinin yüreğine ateş düştü.
Hepsinin ayrı ayrı hikâyesi var.
Şehitlerimizden biri P.Söz.Er Müslüm Özdemir.
Maraş Dulkadiroğlu’nda yaşıyor ailesi.
Depremzede...
Bir yıl önce evlerini kaybettiler. Şimdi ise evlatlarını.
Komşuları anlatıyor. Şehidimizin en büyük isteği ailesine ev alabilmekmiş.
Neden biliyor musunuz?
Şehidimizin anne ve babası Ümmihan ve Ali Özdemir çifti depremde evleri yıkılınca çadırda yaşamaya başlamışlar. Sonra konteyner verilmiş ama kış şartında ısıtmak ne mümkün. Eşyaları koymuşlar konteynere mecburen çadıra geçip soba kurup ısınmışlar.
Şimdi siz güneşi verseniz o babanın ananın yüreği ısınır mı?
O çadırda şehit haberini aldılar ve o çadıra asıldı şehidimizin kanı ile sulanmış al bayrak.
Şehadet haberini verenler hemen 10 tane ısıtıcı getirip koymuşlar konteynerin içerisine. Ananın babanın yüreği kor alev olmuş, yetkililer ayıplarını örtmeye çalışıyor.
Saray’ın bahçesindeki hurma ağaçları üşümesin diye yurtdışından ısıtma tertibatı getirip kuranlar şehidimizin depremzede ailesini ısıtamamışlar.
Depremin üzerinden bir yıl geçti, neredeyse bir yıl.
Yurttaşlar halen konteynerlerde, çadırlarda kalıyorlar. Milyarlarca Türk Lirası para toplandı yardım için. Ne oldu bu paralar?
Haluk Levent ve Hasan Can Kaya şehidimizin ailesine ev alacaklarını açıkladılar.
Ya yetkililer?
Milli birlik beraberlik mesajları verildi. Terör örgütünün inleri yerle bir edildi. Kahraman yiğitlerimizin intikamları alındı!
Terör örgütünün destekçileri ve içerideki işbirlikçileri belli. Yapılacaklar da belli. Terör örgütüne lojistik destek veren ülkelerin NATO’ya girmesi için oy verdik. Terör örgütlerinin en büyük destekçisi ABD’nin ülkemizde üsleri var. Yerli işbirlikçisi partiler TBMM’de cirit atıyor.
Eee neyi bekliyorsunuz?
Siyasi irade var mı? Yok.
Orhan Veli’nin, “Neler yapmadık şu vatan için!/ Kimimiz öldük;/ Kimimiz nutuk söyledik” şiirindeki gibi... Kimimiz öldük kısmındaki şehitlerimizi biliyoruz. Ya nutuk atanlar?
Her şehit haberinden sonra televizyonlarda ellerinde sopalar bulunan, salgından döviz kurlarının neden yükseldiğine kadar bilgi sahibi olan abiler, askerlerimizin nerede şehit olduklarını anlatacaklar. Ertesi gün ise ne kadar izlenip izlenmediklerine bakacaklar.
Ceylan derisi koltuklarından oturma organlarını kaldıran abilerimiz şehitlerimize rahmet dileyip terörü lanetleyecekler. Sonra şehitlerimiz için bir başsağlığı dahi yayımlayamayan, terör örgütlerinin sözcüsü partilerin temsilcileri ile gelecek seçim için pazarlık, özür dilerim İTTİFAK görüşmeleri yapacaklar.
Devletin sırtına kene gibi yapışıp kamunun kanını emip milyonluk araçlar ile gezen sözde önderler şehitliği övecekler. Hatta, cemaatinde, tarikatında bulunan müritleri için ihale kovalayacak, yeni devlet kadroları arayacak, askere göndermemek için türlü yollar deneyecekler.
Etkinlikleri, konserleri iptal edip hassasiyetlerini gösterecekler.
Değişmeyecek.
TBMM’de temsil edilen HÜDA PAR ve DEM Parti acaba bir paylaşım yapıp, terörü kınayıp şehitlerimiz için bir şey yazmışlar mı diye baktım.
Hayır. Gittim tek tek kontrol ettim tek bir mesaj yoktu. İsyanımı sosyal medyadan dile getirdim ikiyüzlü siyasetleri fark edilsin istedim.
Ben tepki gösterdikten sonra açıklama, paylaşım yaptılar. Yani saldırıdan neredeyse 24 saat sonra. Utanmadan bir de partizanları benim paylaşımlarımı kaldırmam için baskı yaptı. Sanki işe yarayacakmış gibi...
Şehidimizin ailesi çadırda yaşam savaşı verirken şehitlerimizi anmaktan dahi imtina eden bu partilerin temsilcileri vergilerimiz ile ceylan derisi koltuklarda oturup vergilerimiz ile oluşan imkânları hoyratça kullanıyorlar.
Kanıma dokunuyor.
Ağzımın içi cam kırıkları ile dolu.
/././
Koyun can kasap et derdinde (Şükran Soner)
Seçimlere çok yaklaştık, siyasi partiler, adayları ile birlikte, siyasi ittifaklarını, stratejilerini geliştirme derdinde. Seçmenin seçimlere dönük ilgisi, duyarlılığının artması beklenirken yaşamı gözlemlediğimizde, duygusal kopuşlarının arttığını gözlemliyoruz. Seçmen ağırlıklı çoğunlukla yaşama dönük zorluklarındaki patlamaların etkisinde, tek cümle ile “Kendisini, ailesini, sevdiklerini yaşatabilmenin, ayakta kalabilmenin derdinde”.
Haberciliğin tadı tuzu kalmadı. Güncel acıların, yaşanan birbirinden trajik gelişmelerin, içerikleri değişmeden yerleri ve yaşayanları değişiyor. Şiddet dozlarının sürekli artarak yaşanması yorgunluğu, vurgunuyla yüzleşilmesinin çıkmazında. Ulaşım bir avuç en yukarıdakileri saymazsak yüzde doksanları aşan nüfus çoğunluğu için toplu taşıma olunca ilk ilginizi çeken tanıklıklar, giderek katlanılmaz, görmezlikten gelmek üzere kaçışların üretilmesi üzerinden, egosantrik yeteneklerimizi geliştiriyor.
Kuşkusuz seçim gününe kadar köprülerin altından daha çok sular akacak. Kimi bugünler için sıcak tartışmaların çoğunluğu iz bile bırakmamış olarak unutulup gidilecek. Günlük yaşamın zorlukları, çaresizlikleriyle, günü kurtarma ilkel güdülerimiz öylesine gelişmiş ki yeni doğmuş bebekler gibi, günlük yaşam gereksinimlerimiz, zorlukları üzerinden yanıt veriyor olduk. Kişisel öngörüm seçimlere bu kadar yaklaşmışken söz konusu ilgisizliğimizin tam tersi olarak ülkemiz için düşük katılımlı bir seçimin yaşanması beklenmemeli. Ülkemizin seçmeninin tuzu hiç kuru olmadı. Seyirci kalamaz gibime geliyor.
Olsa olsa aklını başına devşirmişler ile günlük algılamalara göre karar verecekler olarak, öyle ya da böyle, sonunda bir umut, çare olarak sandığa koşturmayı seçeceğiz. Dileğim bu kez dipten gelen dalganın kaçınılmaz sonuçları ile aklını başına devşirenlerin ağır basmaları...
***
Yeri gelmişken, bu seçimlere dönük olarak siyasette gücü elinde tutanların gönüllerinden kopan kararlarında çok fazla çuvallanılacağı bir seçim sonuçları beklediğimin, dilediğimin altını çizmeliyim. Tak-şak, karar verme erkini kullananların emrettiklerinin sonuçlarında çuvallanılacak sürpriz sonuçlarla yüzleşilmesi, dileğimin ötesinde aklın tek çıkış yolu olabilir. Hani çocuk canı yandığında, acıktığında ağlar, derdi kalmadığında da çok güzel güler ya...
Çoğunluk seçmenin yüz yüze kaldığı yaşam gerçekleri öylesine dayanılmaz boyutlara ulaştı ki çocuk kadar saf, doğaçlama yaşamdan yana ağırlığını koymak zorunda olan seçmen çoğunluğumuz var. Baksanıza verilmiş sözlerin, açıklamaların değeri, ederi diplerde. Vitrinde eylemleri, yaptıkları, söyledikleri çok gelişmiş teknoloji sayesinde kayıtlarda. Her gün değişen sözler, verilen kararlar, yalanlar, kötü sonuçlar üreten canımızı yakan olumsuzluklar...
Günlük bezginliklerimizde, umutsuzluklarımızda ne kadar çok patlama yapmış olurlarsa olsunlar insanın yaşam, ayakta kalma içgüdülerini de geliştiriyorlar. İnsanın doğası ölümü yenmek, sonuna kadar nefes alabilmenin yollarını üretmeye dönük değil mi? Yenilgiyi seçenler olsa da parmakla, çoğunluk yaşamanın yollarını yaratmak üzere arayışta kalacağına göre, bu kadar ağır kayıpların bedelleri ödenecek. Kaçarı yok.
Dünyanın tüm ısıtıcılarını yığsanız yüreğimiz ısınmaz artık! (Zülal Kalkandelen)
Kahramanmaraş’ta depremden kurtulan Piyade Sözleşmeli Er Müslüm Özdemir, Irak’ın kuzeyinde sürdürülen Pençe-Kilit Harekâtı bölgesindeki PKK saldırılarında öldürüldü. Bir üs noktasına sızmaya çalışan teröristlerle çıkan çatışmada can verdi.
Acı haber, annesi Ümmihani ile babası Ali Özdemir’e depremden beri yaşadıkları çadırda verildi. Ailenin kaldığı çadıra olaydan sonra on adet elektrikli ısıtıcı bırakılmış, çadır bölgesine Türk bayrakları asılmış. Kahramanmaraş Valiliği de acılı aileye en kısa zamanda ev sağlanacağını açıklamış.
Tek oğullarını terör yüzünden kaybeden acılı bir anne ve babanın yüreğini artık hiçbir ısıtıcı ısıtamaz! “Evlenmeden önce size bir ev alacağım” diyen, bunun için hayal kurup askere giden bir genç daha yitip gitti...
UTANMIYOR MUSUNUZ?
6 Şubat depreminin üzerinden neredeyse bir yıl geçtiği halde, bu soğukta, yağmur, kar yağarken insanlara hâlâ barınacakları ev sağlamayanlar, utanmıyor musunuz?
12 ayda herkesi kalıcı konuta yerleştireceğini iddia edenler, utanmıyor musunuz?
Oğlunun ölüm haberini alınca çadırın önünde boynu eğik oturan annenin fotoğrafını görenler, o kadını orada ısıtıcılarla bırakıp gidenler, utanmıyor musunuz?
Çadırlarda yaşamak zorunda kalan insanlara birkaç ay sonra da ısınma bedeli olarak yüklü bir fatura mı göndereceksiniz? Hiç utanmıyor musunuz?
Aileyi bir misafirhaneye ya da sıcak bir eve almayı akıl bile edemeyenler, utanmıyor musunuz?
Kerpiç evlerde, çadırlarda yaşayan yoksul ailelerin çocukları ölürken bunun nedeni üzerinde düşünmeyenler, utanmıyor musunuz?
Gecekondulara verilen şehit haberlerinin artık çadırlara da verildiği ülkede, PKK terörünün kökünü yanlış politikalarıyla kazıyamayanlar, utanmıyor musunuz?
Türkiye’nin güvenliğini yabancı üslere ve NATO’YA bağlayanlar, utanmıyor musunuz?
TBMM çatısı altında, “YPG terör örgütü değildir” diyen Cengiz Çandar gibiler, utanmıyor musunuz?
Daha birkaç hafta öncesinde Irak’ın kuzeyindeki geçici üs bölgesinin halini gösteren fotoğraflar toplumda infial yaratmışken, şimdi aynı bölgeden ölüm haberleri gelince utanmıyor musunuz?
KAN DONDURAN BİR TRAJEDİ
Bu soruları soruyorum ama yanıtı da biliyorum. Biraz olsun utanılsa bunlar yaşanmazdı biliyorum...
Tanık olduğumuz trajedi kan dondurucudur. Emperyalizmin güdümünde Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmak için hareket eden PKK, ülke içinde yoksulların birbirine kırdırılması için düşmanlaştırıcı stratejileri körüklüyor.
Kahramanmaraş’ta çadırda yaşanan dram karşısında, dünyanın bütün ısıtıcılarını yığsanız içimiz ısınmaz artık.
Ahlaken çökmüş bir toplumda katmerleşen vicdansızlık ve arsızlık sarmalındayız artık.
Sözcüklerin bittiği, daha fazla yorum yapmaya bile gücümün kalmadığı andır bu artık...
(Cumhuriyet)