22 Ocak 2024 Pazartesi

T24 KÖŞEBAŞI - 22 OCAK 2024 -

 

Kurumlar vergisi oranının artması vergi hasılatını artıracak mı? (Murat Batı)

Kurumlar vergisi mükelleflerinin elde ettikleri hasılatın toplam vergi gelirleri içindeki payının düşük kalmasının temeldeki nedeni vergi harcama listesinin kabarıklığıdır.

5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu uyarınca holdingler, anonim şirketler, limitet şirketler, TV’lerde reklamlarla boy gösteren bankalar, sigorta şirketleri, GSM şirketleri, araba firmaları, gayrimenkul şirketleri ve daha adını sayamayacağım yüzlerce firma kurumlar vergisi mükellefidir.  Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası da bu verginin mükellefidir ve kurumlar vergisinde yıllarca vergi şampiyonu bile olmuştur. Ancak bu yıl nedense listede adını göremedik.

Bu arada Gelir İdaresi Başkanlığı’nın verilerine göre Aralık 2023 itibariyle faal kurumlar vergisi mükellef sayısı ise 1 milyon 143 bin 344’tür. İyi bir sayı yani…

Bu kadar devasa holding, bankalar gibi kurumların gelirlerinden alınacak vergilerin tüm ülkeyi ihya edeceği düşünülebilir ama kazın ayağı pek de öyle değil. Kurumlar vergisi, kurum kazancı üzerinden 2024 yılı için yüzde 25 oranında uygulanacaktır.  Ancak 6361 sayılı Kanun kapsamındaki şirketler, elektronik ödeme ve para kuruluşları, yetkili döviz müesseseleri, varlık yönetim şirketleri, sermaye piyasası kurumları ile sigorta ve reasürans şirketleri ve emeklilik şirketleri için ise yüzde 30’dur. Yani iki farklı oran uygulanmaktadır.

Geçmiş yıllarda kurumlar vergisi oranı aşağıdaki tabloda görülmektedir.

Kurumlar vergisi oranları son yıllarda hep farklı olarak uygulandı. Aşağıdaki tabloda 2017 ve sonrası dönemler için kurumlar vergisi oranları bulunmaktadır.

Böylece son iki yıldır banka, finans ve sigorta şirketleri için daha yüksek oran uygulanmaktadır. 2024 yılında da aynı şekilde uygulanacak. Peki vergi oranı artışı vergi hasılatını artıracak mı ya da kurumlar vergisinden elde edilen hasılatın toplam vergi gelirleri içindeki payını artıracak mı? gelin ona da bakalım.

Aşağıdaki tabloda son 6 yılda tahsil edilen kurumlar vergisi tutarı ve 2024 yılı Bütçe Kanunu’nda hedeflenen kurumlar vergisi ile ilgili yıldaki toplam vergi geliri içindeki oranları görülmektedir.

Kurumlar vergisi mükelleflerinin son 6 yılda ödedikleri kurumlar vergisinin (2024 yılı için ise hedeflenen tutarlar) toplam vergi geliri içindeki payları yukarıdaki tabloda görülmektedir. 2024 yılı Bütçe Kanunu’nda hedeflenen ile önceki altı yılın tahsilat tutarlarının ilgili yıldaki vergi hasılatına oranının ortalaması ise yüzde 15,29 olmuştur. Yani son altı yıl ve 2024’te tahsil edilecek kurumlar vergisinin toplam vergi hasılatına oranının ortalaması yüzde 15,29’dur.

Daha basit bir ifadeyle son altı yılda tahsil edilen her 100 TL’lik verginin yaklaşık 15 TL’si kurumlar vergisinden elde edilmiştir. Karşılaştırmak için 2023 yılında tahsil edilen toplam KDV’nin vergi hasılatına oranı yüzde 33,33; ÖTV’nin ise yüzde 20,62; gelir vergisinin ise yüzde 15,41’dir. Yorumu size bırakayım…

Ancak özellikle pandemi sonrası vergi yükünde bir artış olmuş ve enflasyon dolayısıyla da özellikle banka ve finans kurumlarının fahiş kârlarından dolayı son yıllarda bu oran artmıştır. Bu artış son üç yıla özgüdür. Önceki yıllarda kurumlar vergisi tahsilatının toplam vergi hasılatına oranı yaklaşık ortalama yüzde 11-12’dir.

Vergi gelirleri içindeki pay neden düşük?

Kurumlar vergisi mükelleflerinin elde ettikleri hasılatın toplam vergi gelirleri içindeki payının düşük kalmasının temeldeki nedeni vergi harcama listesinin kabarıklığıdır.

Vergi harcaması kavramı, en genel anlamda devletlerin gelir toplamını azaltan, standart vergi sisteminden ayrılan ayrıcalıklar veya istisna ve muafiyetler olarak tanımlanabilir. Daha basit bir ifadeyle vergi harcaması Devletin alması gereken vergilerden istisna ve muafiyetler yoluyla almaktan vazgeçmesidir.

Bu istisna ve muafiyetler sosyal amaçla alınmıyor olabileceği gibi ülke ekonomisi için iktisadi amaçla da konulmuş olabilir. Ancak kurumlar vergisinde özellikle Varlık Fonu, İstanbul Finans Merkezi gibi sosyal amacı hiç olmayan -ekonomik amacı ise tartışılması gereken- kurumların faaliyetlerinden elde edilen tüm gelirler vergi dışıdır. Tekrar ediyorum “iktisadi katkı amacı ise ne ölçüdedir?” tartışılır.

Vergi harcaması listesi her yıl yapılan bütçe kanununda yer almaktadır. Listeye göre kendi kanun maddeleri uyarınca nelerin vergi harcaması olacağı belirtilmektedir. Vergi harcamalarını içeren kanun madde sayısı toplamda yaklaşık 670 adet civarındadır.

Aşağıda kurumlar vergisine ilişkin son 5 yılın vergi harcama tutarları ile 2024 yılı bütçe hedeflerindeki tutarlar ve ilgili yıldaki vergi gelir (tahmini) içindeki payları yer almaktadır.

Görüldüğü üzere kurumlar vergisine ilişkin vergi harcama tutarının toplam vergi gelirlerinin -özellikle- 2023 yılı içindeki payı yüzde 6,23’tür ki bu oran çok yüksektir. 2024 yılında beklenen ise yüzde 8’e yakındır ki bu oran çok daha yüksektir.

Bu nedenle kurumlar vergisi oranının artışının vergi hasılatını dolayısıyla da toplam vergi geliri içindeki payını artırmak için bu vergi harcama listesinin düzeltilmesi gerekmektedir.

Bu nedenle yapılması gerekenlerin başında kurumlar vergisiyle alakalı vergi harcama listesini sadeleştirmesi gerekmektedir.

Özellikle varlık fonu gibi hazineye katkısı olmayan kurumlara tanınan istisna ve muafiyetleri kaldırması ön koşuldur. Bu rasyonel bir vergileme politikası olacaktır.

Yukarıdaki tabloda kurumlar vergisine ait vergi harcama tutarının vergi gelirleri içindeki payı 2023 yılı için yüzde 6,23’tür. Bu harcama listesinin yarısından bile vazgeçilseydi kurumlar vergisi tahsilatı yüzde 4 civarında yükselecektir. Bu da yaklaşık 140 Milyar TL kadardır.

Aynı şeyi 2024 yılı için de yapsaydık yani kurumlar vergisindeki vergi harcamalarını yarı oranda indirseydik kurumlar vergisi hasılatı yaklaşık 328 milyar TL artabilecektir.

Bu nedenle kurumlar vergisi oranlarının artırılması önemli ama vergi harcaması yoluyla bu sızıntıların/kaçakları azaltmak çok daha önemlidir.  

                                                              /././

2024 Yılı: Daha iyi mi daha kötü mü? (Mustafa Durmuş)

Üretim, istihdam, yoksulluk ve vergiler
Önceki yazımızda vurguladığımız üzere, Türkiye’de enflasyon çok yüksek seyretmeye devam ediyor ve şu ana kadar alınan özellikle de para politikası alanındaki önlemlerin yeterince işe yaramadığı görülüyor.

Bu arada üretim alanında da sıkıntılar söz konusu. Bu sıkıntılara işaret eden bir gösterge olarak imalat PMI verisi hala eşik değer olan 50’nin altında (47,4)  seyrediyor. Bu endeks son beş aydır eşik değer olan 50’nin altında kaldı. Bu da iç ve dış talep koşullarının imalat sanayiini zayıflattığını gösteriyor. (1)

İmalat sanayi yavaşladı, işsizlik yükselişe geçti

Paralel bir biçimde, sanayi üretimi son beş aydır, imalat sanayi başta olmak üzere, daralıyor. Öyle ki Kasım ayında üretim aylık yüzde 1,4 daralırken, yıllık sadece yüzde 0,2 arttı. Üç aylık dönemde ise sanayi üretim yıllık büyümesi yüzde 2,8’den yüzde 1,8’e gerileyerek belirgin bir yavaşlama gösterdi. Kasım’da tüm ana sanayi gruplarında aylık bazda daralma yaşanırken, sanayi üretimindeki azalışa ara malı ve dayanıklı tüketim malı üretimindeki düşüşlerin öncülük ettiği görülüyor. (2)

Kuşkusuz bu durum ülkedeki istihdam ve işsizliği de etkiliyor. Nitekim TÜİK’e göre, işsizlik oranı beş aylık düşüş sonrasında tekrar Kasım’da 0,4 puan artışla yüzde 9,0 seviyesine yükseldi. Toplam işsiz sayısı 115 bin kişi artarak 3,1 milyona çıktı. Kasım ayında işgücüne katılım oranı ise yüzde 52,9’a geriledi. İstihdam aylık 236 bin kişi düşüşle 31,6 milyon olurken, istihdam oranı 0,4 puan düşerek yüzde 48,2’ye indi.

Ancak bu veriler gerçek durumu tam olarak yansıtmıyor. Nitekim DİSK-AR'ın “İşsizlik ve İstihdamın Görünümü Raporuna” göre gerçek işsiz sayısı 3,1 milyon değil, 8,7 milyon oldu. TÜİK'in verilerine göre dar ve geniş tanımlı işsizlik arasındaki puan farkının 13,7 olduğuna işaret edilen bu raporda, geniş tanımlı işsizlik oranının genel olarak yüzde 22,7 olduğu, ancak kadın işsizliğinin yüzde 30’u aştığı kaydediliyor. Diğer yandan işsizlerin yüzde 88’inin işsizlik ödeneği alamadığının da altı çiziliyor. (3)

Emeğin milli gelirden aldığı pay diplerde seyrediyor

Bölüşüm ilişkileri açısından baktığımızda, emek ve sermayenin milli gelirden aldığı pay arasındaki farkın belirgin bir biçimde sermaye lehine giderek açıldığını görüyoruz.

Yapılan bir çalışmaya göre (4), 2001’den sonra İSO 500 kuruluşlarında emek verimliliği ile reel ücret artışları arasındaki bağ, emek aleyhine olmak üzere, koptu. Sanayinin yarattığı katma değerin paylaşımında sanayi ve finans sermayesi arasındaki bölüşüm dengesi de sanayi lehine çözümlendi. 2020’de yaşanan Covid-19 krizi ve ardından ekonomi politikalarında yapılan değişiklikler bölüşüm perspektifinden sanayi kuruluşları lehine sonuçlar verdi.

Kısaca, 2022’de büyük sanayi kuruluşlarının üretim sürecinde yaratılan net katma değerden aldığı pay rekor kırarken, emeğin katma değerden aldığı pay son 40 yılın en düşük seviyesine indi.

Aşağıdaki grafikten de görülebileceği gibi, özellikle de 2019’dan itibaren emeğin katma değerden aldığı pay sert şekilde düştü ve 2022 itibariyle emeğin payı tüm serinin en düşük seviyesine indi (2023 yılında emeğin payının yüzde 36’ya kadar yükselmesinin asıl nedeni ise EYT ödemeleri gibi bir kerelik ödemeler oldu.)

Emek verimliliği artarken, reel ücretler düştü

Türkiye’de emek verimliliği konusunda kafaların karışık olduğunun altını çizelim. Zira bu verimlilik “Toplam Faktör Verimliliği” (TFV) adı altında ölçülüyor. IMF’ye göre TFV son yıllarda belirgin bir biçimde azaldı. Bu yüzden de, kuruma göre, verimlilik odaklı bir büyüme modeline geçiş, iş ve düzenleyici ortamı, işgücü piyasası esnekliğini ve beşeri sermayenin kalitesini iyileştirmek için odaklanmış ve dikkatle sıralanmış yapısal reformların hayata geçirilmesi gerekiyor. (5)

Oysa bu TVF kavramı işçilerin çok daha verimli bir biçimde çalıştırıldığı, yani emek verimliliğinin arttığı, dolayısıyla da, emek sömürüsünün, nispi artı değerin giderek arttığı gerçeğini gizlemeye yarıyor.

Öyle ki, emek verimliliği ve reel ücretler arasındaki ilişki bağlamında, 1982-2001 döneminde çalışan başına reel katma değer artışı (emek verimliliği) yıllık ortalama yüzde 4,1 iken, aynı dönemde çalışan başına reel ücret artışı yıllık ortalama yüzde 4,3 oldu.

2002-2022 dönemindeyse (AKP Dönemi) emek verimliliğindeki artış yıllık ortalama yüzde 4,3’e çıkarken, çalışan başına reel ücretler (bırakın artmayı), yıllık ortalama yüzde 0,9 geriledi. Bir başka ifadeyle 2022’de çalışan başına reel ücretler 2002’deki seviyesinin yüzde 10,5 altında kaldı. (6)

Bu durum AKP ve 2015’ten itibaren hayata geçirilen AKP-MHP İktidar Blokunun sermaye dostu, emek karşıtı yanını net bir biçimde ortaya koyuyor.

İnsanlar sosyal yardımlarla ve borçla ayakta kalabiliyor

Yüksek enflasyon ve ağır vergilerle birlikte böyle bir gelir (ve servet) eşitsizliğinin doğrudan sonucu kuşkusuz hızla artan yoksullaşmadır. Bu da kaçınılmaz olarak ülkede “sosyal yardımlar” adı altında yardım alanların sayısını giderek artırıyor.

Öyle ki sosyal yardım alan insan sayısı 27 milyon kişiye, toplam nüfusa oranı yüzde 32’ye dayanmış durumda. Dahası 2017 yılından bu yana sosyal yardımlardan yararlananların sayısı 8 milyon artış gösterdi. Seçmenlerinse yüzde 29’u sosyal yardımlardan faydalanıyor. (7)

Kısaca, ülkede yoksullaştırma bilinçli bir biçimde uygulanan bir stratejiye dönüşmüş durumda. Zira bu strateji en geniş yığınları çaresiz ve iktidara mahkûm bir hale düşürürken, aynı zamanda da onları borçlandırarak bankaların kârlarının artmasına ve finans sermayenin daha da büyümesine hizmet ediyor.

Nitekim haneler, son yıllarda, yüksek enflasyon ortamında her gün düşen satın alma güçlerini biraz olsun koruyabilmek için kredi kartı ve ihtiyaç kredisi kullanımına yöneldiler. Öyle ki, Türkiye’de hane halkı borçlarının toplamı Mart 2018- Eylül 2023 arasında yüzde 337 artış gösterdi ve borç tutarı 2,5 trilyon lirayı geçti.  Yine Merkez Bankası’nın verilerine göre, 2019 sonunda16,6 milyon kişi tüketici kredisi kullanırken bu sayı Eylül 2023’te 19,7 milyon kişiye ulaştı.

Merkez Bankası verilerine göre, bireysel kredi kullanımında ücretli kesimin payı da her geçen yıl arttı.  Buna göre, kredi kartlarının yüzde 60 kadarı ihtiyaç kredisine, bu kredilerinin yaklaşık yüzde 73’ü ise maaş ve ücretle geçinenlere ait. Son Finansal İstikrar Raporu’na göre ise, bireysel kredi kartı aktif kullanıcı sayısı ve kişi başı borç tutarında da artış kaydedildi. 2019 sonunda 20 milyonu geçen kişi sayısı, Eylül 2023’te 27 milyona yaklaştı. Yani kredi kartı kullananların oranı dört yılda yüzde 30 artış gösterdi. Dikkat çeken bir diğer veri ise ihtiyaç kredisi ile kredi kartlarının toplamındaki artış oldu. Buna göre ihtiyaç ve kredi kartlarının toplamı 2018’de yüzde 56 iken, şuan itibariyle bu oran yüzde 74’e, yani toplam nüfusun üçte ikisine kadar ulaştı. (8)

Sermayeye vergi indirimi

Ülkede yüksek enflasyon, faiz artışları, borç yükü ve vergi artışları ve diğer kamusal mal ve hizmetlere yapılan zamlarla krizin faturası halka kesilirken, tuhaf bir biçimde, şans oyunları vergisi oranlarında yüzde 50 oranında indirim yapıldı.

Buna göre, spor müsabakalarına dayalı müşterek bahislerde (daha önce yüzde 10 olarak uygulanmakta iken) yüzde 5, at yarışlarında (daha önce yüzde 14 olarak uygulanmakta iken) yüzde 7, diğer şans oyunlarında ise (daha önce yüzde 20 olarak uygulanmakta iken) yüzde 10 olarak uygulanacak. (9)

Böylece, bu düzenleme bu alanda faaliyet gösteren şirketlerin kârlarını artırarak sektörün daha da büyümesine hizmet edeceğinden,  iktidarca fiilen kumarı, yolsuzluğu ve kumarhane kapitalizmini teşvik eden bir tutum sergilendi.

Ayrıca, Gelir Vergisi Kanunu’nun geçici 67’nci maddesinde yer alan bazı kazanç ve iratlardan yapılacak stopaj oranlarındaki indirim uzatıldı. Yapılan değişiklik ile mevduat faizleri ve katılma hesabı karşılığı ödenen kâr paylarında,  devlet tahvili ve Hazine bonoları ile Hazinece kurulan Varlık kiralama şirketlerince ihraç edilen kira sertifikalarından elde edilen gelirlerde,  bankaların ihraç ettiği tahvil ve bonolar ile fon kullanıcısının bankalar olduğu varlık kiralama şirketlerinin ihraç ettiği kira sertifikalarından elde edilen kazanç ve iratlarda, yatırım fonlarından elde edilen gelirlerde, varlığa dayalı menkul kıymetler, ipoteğe dayalı menkul kıymetler, ipotek teminatlı menkul kıymetler ve varlık teminatlı menkul kıymetlerden elde edilen gelirlerde indirimli gelir stopaj oranı uygulaması 30 Nisan 2024 tarihine kadar uzatıldı. (10)

Halka vergi artırımı

Diğer yandan Resmi Gazete'nin mükerrer sayısında yayımlanan tebliğe göre Motorlu Taşıtlar Vergisine (MTV) yüzde 58,5 yeniden değerleme oranında zam yapıldı. Böylece 1301-1600 cc motorlu araçlarda değeri 316,400 TL'yi aşanlar için MTV yeni yılda 7,026 TL'ye yükseltildi. İdari para cezaları da yüzde 58,5 oranında zamlandı.

  • Cep telefonunda yıllık harç artışı beş katı geçti. Yurtdışından şahsi kullanım için yolcu beraberinde getirilen cep telefonlarındaki harç tutarı 2023 yılı başında 6.091 TL idi ve yıl ortasında 20.000 TL yapılmıştı. Şimdi yeniden değerleme oranı kadar artırılarak 2024 yılı için 31.692 TL'ye yükseltildi. Bir yıllık artış yaklaşık 5,2 kat gerçekleşti.
  •  
  • Üç yıllık pasaport harcı 7,833 TL oldu. 2023 Ocak ayında üç yıl ve üzeri bir pasaport harcı 3,295 TL iken, Temmuz 2023 tarihinde yüzde 50 zamlanarak 4,943 TL'ye çıkarılmıştı. 2024 yılı için ise 7,833 lira olarak belirlendi. 790 lira defter bedeli eklendiğinde bu tutar toplamda 8,623 lirayı buluyor.
  •  
  • 2023 yılında mobil telefon aboneliğinin ilk tesisinde alınan 260 TL'lik özel iletişim vergisi yüzde 53,8 artırılarak yeni yılda 400 liraya yükseltildi.
  •  
  • Mahkemeye başvuru harçları artırıldı. Yeniden değerleme oranında artışla yeni yılda mahkemeye başvurma harcı 195,8 lira ile 3,518 lira arasında değişen tutarlarda olacak. İcraya başvurma harcı 427 lira, maktu iflas harcı da 704,5 liraya yükseltildi. Kısaca güvencesiz çalışan yoksulların yargı hizmetlerinden yararlanmak gibi temel yurttaşlık haklarının dahi kullanılması giderek imkânsız hale getiriliyor. (11)

Özetle, halka bu yılın başından itibaren yeni vergiler ve yeni zamlarla yüklenen iktidar bloku, faiz gibi kazanılmamış gelirleri vergi indirimleri ve istisnalarıyla desteklemeye devam ederken, bu desteğini kumarbazları, bahisçileri, kara paracıları dâhil ederek daha da genişletti.

(Mustafa Durmuş)

Devam edecek…

Anahtar sözcükler: Durgunluk, Emek verimliliği, Gelir dağılımı adaletsizliği, GVK Geçici Madde 67, İstihdam, İşsizlik, PMI, Reel ücretler, Sosyal yardımlar, Vergi teşvikleri, Yoksulluk.

Dip notlar

                                           

20 Ocak 2024 Cumartesi

Uzaya gidişin örtülen yanı - Faruk Bildirici / BİRGÜN

 

‘Uzay yolculuğu’ AKP’nin yerel seçim propagandasının elverişli enstrümanı haline getirildi. Yolculuk, Türkiye’deki bilimsel ve teknolojik bir gelişmenin sonucuymuş gibi gösterilmeye çalışılıyor ama maliyetinden hiç söz edilmiyor.

                 Gezeravcı’nın uzay yolculuğu "seçim propagandası" olarak yorumlandı. Fotoğraflar: (SpaceX)

Günlerdir “Türkiye’nin ilk astronotu uzayda”, “Yıldızları bana getir” haberlerinin sağanağı altında yaşıyoruz. Alper Gezeravcı’nın uzay istasyonunda kalacağı 14 gün boyunca da artarak sürecek bu sağanak. Sonra daha ne kadar süreceğini ise kestiremiyorum. Alper Gezeravcı’nı kent kent, meydan meydan gezdirirlerse şaşırmamak gerek.

Çünkü ulusça böbürlenelim derken ölçü epeyce kaçtı; “uzay yolculuğu” AKP’nin yerel seçim propagandasının elverişli enstrümanı hale getirildi. Alper Gezeravcı’nın uzay yolculuğu, Türkiye’deki bilimsel ve teknolojik bir gelişmenin sonucuymuş gibi gösterilmeye çalışılıyor iktidar ve medyası tarafından.

Amaç bu yolculuğu “ulusal başarı” olarak topluma aktarmak ve propaganda için kullanmak olunca doğal olarak Alper Gezeravcı’nın uzay yolculuğunun maliyetinden hiç söz edilmiyor. Maliyetin belirsizliği, bu haberlerin temel sorunu. Resmi bir açıklama yapılmadığı gibi, iktidar medyasının bu bilgiyi öğrenmek ve aktarmak gibi bir girişimi olmadı.

Hürriyet’in “Türkiye uzayda”, Sabah’ın “Bu büyük gurur Türk milletinin” başlıklı sayfalarında tek satır bile olsa yolculuğun maliyetinden söz etme gereği duyulmaması, iktidar medyasının yaklaşımının somut örnekleriydi. İktidar medyasının haber sitelerinde, televizyon kanallarında da hep aynı tavır sergilendi; yolculuğun milyonlarca dolarlık ödeme karşılığında yapılıyor olmasının üzeri örtüldü.

                                   Uzay aracı, Florida’daki Kennedy Uzay Merkezi’nden fırlatıldı.

70 MİLYON DOLAR!

Muhalif medyada ise uçuşun maliyetinin 55 milyon dolar olacağı haberleri yayımlandı. Oysa bu miktar, uzay yolculuğunun maliyeti değil, Elon Musk’un sahibi olduğu Axiom Space firmasına ödenecek para. Ama o da ünlü havacılık sitesi Space.com’un, Ax-1 ile ilgili eski açıklamalara dayanarak yaptığı bir tahmin.

Şirkete yapılacak ödemeye öbür giderler eklendiğinde Gezeravcı’nın uzay yolculuğunun maliyeti daha da büyüyecek. Türkiye Uzay Ajansı (TUA) Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Lokman Kuzu, DW’ye “Görevin maliyeti biraz değişken. Ancak yapılacak görevin şu an için yaklaşık maliyetinin 70 milyon dolar civarında olduğunu söyleyebilirim” açıklaması yapmıştı.

TİCARİ YANI YOK SAYILDI

İktidar medyasında Axiom Space’in uzay yolculuklarının geçmişine değinilmemesi de önemli bir eksiklik. Maliyet gibi bu bilgiye de değinilmeyerek, uzay yolculuğunun ticari yanı örtülüyor.

Axiom Space’in internet sitesinde Alper Gezeravcı için “Görev uzmanı (Mission Specialist) deniyor. Alper Gezeravcı’nın katıldığı Axiom-3’den önceki Axiom-2 uçuşundaki Suudi Arabistan’dan Ali Alqarni ve Rayyanah Barnawi ile Axiom-1 uçuşundaki İsrailli işinsanı Eytan Stibbe ve Kanadalı işinsanı Mark Pathy de “Görev uzmanı” olarak tanımlanıyorlar.

Uçuş yönetimiyle ilgili görevleri olmayan bu yolcular, medyada ise “uzay turisti” ya da “ziyaretçi” olarak adlandırılıyor. Nitekim Türkiye’de de Anadolu Ajansı, Yeni Şafak, Hürriyet, CNNTürk, TRTHaber, ilk uçuştaki Eytan Stibbe ve Mark Pathy için “uzay turisti” yazmışlardı.

Onlar “uzay turisti” diyen iktidar medyasının, aynı şekilde ücretini ödeyerek uzay yolculuğuna katılan Alper Gezeravcı’ya “astronot” demesi çelişik bir tutum. Hele Sabah’ın “Uzay yarışında artık biz de varız” gibi başlıklar da abartılı ve gerçeği yansıtmaktan hayli uzak…

Faruk Bildirici / BİRGÜN



Cumhuriyet KÖŞEBAŞI - 20 OCAK 2024 -

Adım adım Filistin devleti (Mehmet Ali Güller)

 7 Ekim 2023’ten bu yana bu köşede en çok vurguladığım tezdir: Unutturulan “iki devletli çözüm” yeniden gündem, “iki devletli çözüm” Aksa Tufanı’yla küllerinden doğdu, “iki devletli çözüm” artık kaçınılmaz, Küresel Güney Filistin’i kabul ettirecek.

Artık bu noktadayız: 

Filistinlilerin “son Filistinli kalsa bile direnişe devam” çizgisi ile çok kutuplu dünya inşası şartlarında Küresel Güney’in siyasi baskısı, ABD’yi “iki devletli çözüm”ü kabule mecbur bıraktı.

Daha doğrusu ABD artık “iki devletli çözüm”ün kaçınılmaz olduğunu gördü ve dışında kalmamak için bu konuda kendisi adım atmaya ve İsrail’i bu çözüme ikna etmeye çalışıyor. Washington böylece Körfez’le ilişkilerini de restore edebileceğini hesaplıyor. 

ABD-SUUDİ PLANLAMASI

ABD Dışişleri Bakanı Blinken’ın Türkiye’den başladığı son Ortadoğu turu, bölgedeki müttefikleriyle “iki devletli çözüm” karşılığı Arap-İsrail normalleşmesinin pazarlığı içindi. 

Nitekim Blinken, Davos Forumu’nda yaptığı konuşmada bu pazarlığa işaret eden açıklamalar yaptı: Ortadoğu’da “yeni bir denklemin” oluştuğunu ve “dönüm noktasına” gelindiğini belirtti. Hatta Blinken “Filistin halkının, isteklerini yerine getirme kabiliyetini en üst düzeye çıkaran bir yönetime ihtiyaç duyduğunu” ve “bölgede İsrail ile ilişki kurmaya hazır Arap ve İslam ülkeleri bulunduğunu” söyledi (AA, 17.1.2024). 

Özetle Blinken, “Filistin devletini kabul etmesi karşılığında İsrail-Suudi Arabistan anlaşmasına” işaret ediyordu. 

Nitekim Davos Forumu’nda konuşan Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Faysal bin Ferhan da “Bir Filistin devletinin kurulması yoluyla bölgesel barışın güvence altına alınmasını ABD yönetimiyle çalıştıklarını” söylüyordu. 

NETANYAHU SONRASI HAZIRLIĞI

Ardından konu ABD basınına sızdırıldı: NBC News, ABD’nin İsrail Başbakanı Netanyahu’ya “Filistinlilere devlete giden bir yol karşılığında Suudi Arabistan’la normalleşme planı” önerdiğini ama Netanyahu’nun reddettiğini duyurdu. 

Ve NBC News’e göre ABD yönetimi planı kabul etmeyen Netanyahu’nun sonsuza kadar o görevde kalmayacağını, yeni bir hükümet beklentisi çerçevesinde siyasilerle zemin hazırladığını, Blinken’ın ana muhalefet lideri Yair Lapid’le görüşmesinin bu kapsamda olduğunu haber yaptı (cumhuriyet.com.tr, 18.1.2024).

Bu haberlerin ardından bir basın toplantısı düzenleyen Netanyahu, “Filistin devletinin kurulmasına karşı olduğunu ABD yönetimine bildirdiğini” resmi olarak ilan etti (AA, 18.1.2024).

Yanıt ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Matthew Miller’den geldi: “Filistin devleti olmadan İsrail’in güvenlik meselesini çözmek mümkün değil” (Sputnik, 19.1.2024).

Daha ilginci de İsrail Cumhurbaşkanı Herzog’un bu süreçteki çıkışıydı. Davos’ta konuşan Herzog “Suudi Arabistan’la normalleşmenin Gazze’deki savaştan çıkışın anahtarı olduğunu” savundu (AA, 18.1.2024).

FİLİSTİN KAZANDI

Özetle Biden yönetimi, Ortadoğu’daki etkisinin zayıfladığı şartlarda, Körfez’i kaybetmemek ve “iki devletli çözüm”ün kaçınılmazlığının dışında kalmamak için, gerekirse Netanyahu’yu da kenara iten bir planı hayata geçirmek istiyor. Zira işler uzarsa Biden yönetimi hem Ortadoğu’yu hem de seçimi kaybedecek. Dahası “iki devletli çözüm” masasına da oturamayacak. 

Sonuç olarak 7 Ekim’den önce Filistin devletinin olmadığı bir Arap-İsrail normalleşmesi yaşanıyorken 7 Ekim’den sonra Filistin devleti karşılığında Arap-İsrail normalleşmesine geçilmiş oluyor.

Böylece Filistin kazanmış oldu, Küresel Güney kazanmış oldu...

                                                     /././

Komşularla ‘60 km’ sorun! (Mehmet Ali Güller)

Partisinin TBMM grup toplantısında konuşan MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan “Irak’ta 60 kilometreye inen ve buradan Suriye’ye geçerek Hatay’a kadar uzanan bir ‘huzur hattı’ kurulmasını” istedi (AA, 16.1.2024)

Baştan belirtelim: 60 km derinlikteki “huzur hattı”, terörle mücadelede kesin sonuç getirmez, tersine komşularla ilişkileri çıkmaza sokarak “huzursuzluk hattı”na dönüşür. Çünkü:

JEOPOLİTİK İLE KOLEKTİF GÜVENLİK FARKI

Erdoğan’ın “terörü kaynağında kurutma” dediği ve 2016’dan beri uygulanan strateji, “kolektif güvenlik” yerine “jeopolitik” yöntemle uygulandığı için gittikçe çıkmaza giriyor. 

Daha önce bu köşede birkaç kez açıkladığımız gibi bu iki yöntem, birbirine zıttır. 

Jeopolitiğin bugünkü halini alması, Alman Friedrich Ratzel’in onu 1897’de Politische Geographie başlıklı çalışmasında bir yöntem haline getirmesiyle başladı. Ortaya çıkışı, kapitalizmin emperyalizm aşamasının doğumundadır. Çünkü 19. yüzyılın sonunda gelişmiş kapitalist devletler emperyalist hedeflerine uygun olarak yayılmak, sömürgeler kurmak, sınırlarının ötesine müdahale etmek, rakiplerini ve komşularını istikrarsızlaştırmak istiyordu. Jeopolitik işte bunu sağlamaya uygundu. Alman emperyalizminin “yaşam alanı” ve ABD emperyalizminin “tehdidi kaynağında yok etme” diye sunduğu stratejiler, jeopolitiğin tipik uygulamalarıdır.

“Kolektif güvenlik” ya da “aktif kolektivizm” ise sorunları komşularla çözme modelidir. Atatürk, dünyayı “emperyalistler ve mazlum milletler” diye çözümlemişti. Bunun sonucu olarak da “tam bağımsızlık” ve “Yurtta barış, dünyada barış” hedeflerini ortaya koymuştu. Bu hedeflerin gereği olarak “kolektif güvenlik” modelini uyguladı. Yurttaki barış ile komşulardaki barış arasında birbirini besleyen ve destekleyen diyalektik bir ilişki kuran bu model, komşuların barış içinde olmasına özen gösteriyordu. Atatürk bu modelle Türkiye’nin etrafında barış ve güvenlik kuşakları inşa etti.

30 KM OLMADI, 60 KM YAPALIM

İktidar başından beri “küresel düzenin altında alt bölgesel düzen kurma” hedefine sahip. Bu nedenle sık sık “Misakı Milli” vurgusu yaparak “alınamamış yerleri alma” amaçlarını ortaya koyuyor. Bunun için de “Lozan hezimettir” diyor. 

İktidar bu hedefine ulaşmak için önce “Türkiye’yi Kürtlerle genişletme” stratejisini izledi. Bu elbette mümkün değildi çünkü Kürt örgütlerini bu coğrafyada değerlendirme projesinin daha büyük bir sahibi vardı: ABD. 

İktidar bu nedenle Suriye’de “nüfuz alanları” oluşturma stratejisi izlemeye başladı. Araç ÖSO’ydu. Irak’ta ise “terörü kaynağında yok etme” stratejisine geçti. İktidar bunları kamuoyunda “Ankara’nın güvenliği Afrin’den, Afrin’in güvenliği İdlib’den, İskenderun’un güvenliği Kıbrıs’tan, Kıbrıs’ın güvenliği Libya’dan başlar” diyerek savundu. Tüm bu stratejiler jeopolitikçiydi.

Nitekim jeopolitikçilik hep “daha” sonucunu doğurur, pratikte de öyle oldu: Sınırın güvenliği komşunun topraklarından 5 km derinlikte başlar, o 5 km’deki hat 30 km derinlikte savunulur, 30 km’deki kalıcı üsler de 60 km’deki huzur hattından korunur! Ancak bu yöntemin bir sonu yoktur. Yarın da 60 km’yi 100 km derinlikten koruma ihtiyacına dönüşür. Dahası bu jeopolitikçi anlayış, kaçınılmaz olarak ülkemizi komşularla savaşa götürür.

60 KM DE YETMEZ, 100 KM İSTENİR

Oysa Atatürk’ün “kolektif güvenlik” anlayışı ile terörü, yine kaynağında ama komşularla işbirliği içinde yok edebilmek mümkündür. 

Kaldı ki terör başta tüm sorunların kaynağı, ABD emperyalizminin bölgemizdeki varlığıdır. ABD askeri varlığını bu coğrafyadan kovabilmek, sorunlara kesin çözümdür. Ve bugün, düne göre bunu sağlayabilmek daha kolaydır. Ankara komşu topraklarında komşuya rağmen “huzur hattı”nı değil, komşularıyla birlikte “huzur bölgesi”ni hedeflemelidir. Ankara-Şam-Bağdat-Tahran işbirliği “tüm terör örgütlerinin” yok edilmesini sağlar.

                                                        /././

Gaye Hanım’a yüklenmeyin (Miyase İlknur)

Yabancı sermayeyi ülkemize getirmek için ABD’de yatırımcılarla buluşmaya giden Merkez Bankası Başkanı Hafize Gaye Erkan hakkında bomba iddialar basına sızdırıldı.

Sızdırıldı diyoruz, zira bu iddialar CİMER’e yazılmış. CİMER’in açılımı Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi olduğuna göre Cumhurbaşkanlığı bürokrasisi sızdırmadığı sürece biz kulların bu iddiaları bilmesine imkân yok. Eğer dava açılmamışsa. Nitekim sızdırılan belgede Cumhurbaşkanlığı’na bağlı CİMER’in kaşesi var. Yani belge Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’ndan sızdırılmış.

Gaye Erkan’ın başında bulunduğu Merkez Bankası’nı aile boyu yönettiğine dair iddialar nedeniyle iki günden beri tartışılıyor. Babasına bankanın yönetim katında oda, araç ve koruma tahsis edilmesi, istediği personeli çağırıp özel görev vermesi, tehdit etmesi gibi iddialar doğru mudur, bilemiyoruz. Kendisi bir türlü dönemediği ABD’den yaptığı yazılı açıklama ile bu iddiaları yalanladı ve kanuni yollara başvuracağını söyledi.

Bence Gaye Hanım’a haksızlık yapılıyor.

Velev ki babasına oda, araç ve koruma tahsis edilmiş. Eee ne var bunda?

Sanki bu topraklarda ilk kez yönetici olan birinin ailesi, bu ayrıcalıklardan yararlanıyormuş gibi Gaye Hanım’ı çarmıha geriyoruz.

Merhum Cumhurbaşkanı Özal, başbakanlığı döneminde bürokrasiyi oğlu Ahmet Özal’la birlikte oluşturmadı mı?

Tansu Çiller, koca devleti eşi Özer Çiller’le birlikte yönetmedi mi? İnanmıyorsanız İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’e, ona da inanmıyorsanız AKP’den şimdi Muğla Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Aydın Ayaydın’a sorun, size söylesin. 

Melih Gökçek Ankara Büyükşehir Belediyesi başkanı iken oğulları kendi işleri güçlerinde mesai mi harcıyorlardı?

Bugün Türkiye’yi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile atadığı bakanlar tek başlarına mı yönetiyor sanıyorsunuz? Bakan, milletvekili, belediye başkanı ya da üst düzey bürokrat olarak atanacak isimler gelin adayı gibi önce ailenin onayından geçmiyor mu?

Öyle ki zaman zaman aile arasından atanacak isimler konusunda anlaşmazlıklar çıktığı, kendi aralarında rekabete girdiklerini okuyoruz.

Emine Erdoğan, Bilal Erdoğan ve damatlar karşısında bakanlar, bürokratlar, valiler hazır olda karşılama uğurlama törenleri düzenliyor, okullarda, kamu kurumlarında brifingler veriyor, bürokrat atıyor, bürokrat görevden alabiliyor, hangi ihaleyi kimin alacağına karar veriyor, Hazine arazilerini, binalarını başında bulundukları vakıflara, okullara tahsis edilmesini sağlıyor, ülkeyi dedelerinden miras kalmış gibi yıllardır yönetiyorlar.

SADIK EFENDİ’YE AYIP ETMİŞ

Bu durum artık kanıksandığından mı nedir, kimse bu kadar tepki göstermiyor.

Devleti aile boyu yönetmek bize Osmanlı sarayından miras kalmış bir gelenek. Padişah analarının sadrazamı, vezirleri parmağında oynattığı, en önemli kararlarda müdahil olduğu bir coğrafyada bu gelenek, Cumhuriyetin ilk yıllarında unutturulmak istense de aniden hortlayıveriyor işte.

Türkiye’de her ademoğlu saltanat rüyası görür.

Gaye Hanım’ı yemek istiyorsanız babasını, anasını bahane etmeyiniz lütfen.

Ben sadece Gaye Hanım’a bir konuda yüklenirim sadece. Merkez Bankası’nın asli görevlerinden biri fiyat istikrarını sağlamak ve enflasyon hedefini belirlemektir.

Gelin görün ki bizim Gaye Hanım’ın enflasyondan pek haberi yok. O TÜİK enflasyonunu baz alıyor. Allah’tan kapıcıları Sadık Efendi bu konuda donanımlı. Piyasadaki fiyatları günü gününe takip ediyor.

Bu durumda babasının odasının yanına asıl Sadık Efendi’ye bir oda ve çarşı pazar dolaşıp fiyat etiketleri rahatça takip edebilmesi için emrine bir de şoförlü bir araç tahsis etmelidir.

O nedenle Sadık Efendi’ye ayıp etmiş bence.

                                                     /././

Sayıştay raporundaki bulgu (Murat Ağırel)

Bu ülkede ahlaklı olmak, işini iyi yapmak ya da dalavereye sapmadan baştan sona bir proje üretmek neredeyse imkânsız bir hal aldı. 

Gelin anlatayım... Sayıştay 2022 yılı KİT raporlarını paylaştı.

TBMM’ye sunulan 2022 yılı TCDD (Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları) İşletmesi Genel Müdürlüğü raporunda yer alan iki bulgu çok ilginç.

TCDD, Kahramanmaraş merkez ilçesi Yenişehir Mahallesi’ndeki taşınmazı için 18 yıl 11 ay irtifak hakkı tesisi modeli ile kiralamak suretiyle değerlendirilmesi işi için 2007 yılında kiracı ile sözleşme imzalanıyor. Bu sırada arazi üzerinde daha önceden yüzde 42’si tamamlanmış bir inşaat var.

12 bin 501 metrekarelik imar durumu turizm tesisi olan ve sözleşmeye göre “hastane ve eklentileri” olarak kullanılacağı belirtilen taşınmaz için kiracı tarafından 5.8 milyon TL maliyet hesaplanmış ve 2007 yılında sözleşme imzalamışlar. Sözleşmenin 2026 yılında biteceği belirtilmiş. Kira bedeli de işletme önce 4 bin 200 TL, sonra da yıllık işletme esnasında 42 bin TL olarak belirlenmiş. Sözleşmede neler yapılması gerektiği ve cezai durumlar açık ve net şekilde belirtilmiş.

Ancak iş yılan hikâyesine dönmüş.

Yıl: 2009. Belediye tarafından yapılan imar planı değişikliği idare mahkemesince iptal edilmiş. Kiracı buranın hastane olarak kullanılamayacağını belirterek ek sözleşme yapmış. Ruhsatın 4 yıldızlı otel yapılacak şekilde dönüştürülmesinin istemiş. Bu sefer idare gereken zamanda yeni ruhsatı almış ve kiracıya bir yıl sonra yer teslimi yapmış.

Yıl: 2014. Kiracı 4 yıldızlı otel inşaatını sözleşmeye göre 2012 yılında bitirip işletmeye açmak zorundayken 2014 yılında idareye dalga geçer gibi gidip “Otel 5 yıldız olsun” diye başvurmuş. Üstelik geçen sürede hiçbir işlem de yapmamış. İdare ceza kesip sözleşmeyi feshetmek yerine 2 yıl 10 ay boyunca, 5 yıldızlı otel ruhsatı için yazışmalar yapmış. 

Bu sefer de kiracı, “Aradan geçen sürede maliyetler çok arttı, sözleşme süremi 2036 yılına kadar uzatın” talebinde bulunmuş. Sonunda biri bu işe kafa yormuş ki bu talep idare nezdinde kabul edilmemiş. Fakat yine de Ankara Üniversitesi sözleşmenin süresinin 2031 yılında bitmesinin uygun olacağına dair bir fizibilite raporu hazırlamış ama kiracı “Hayır kardeşim kabul etmiyorum” diyerek reddetmiş.

TCDD idaresi ne yapmış dersiniz? Kiracının istediği gibi 2036 yılına tamam demiş. Ancak şartımız var geçmiş dönem borçlarını ödemen lazım talebinde bulunmuşlar. Kiracı yine itiraz etmiş. Kırmamışlar kiracıyı borcu 18 eşit takside bölmüşler. 5 yıldızlı otel izni verilsin diye kendisini paralayan kiracı bu kez “Kardeşim otel işi kârlı iş değil, bana tekrar hastane yapma izni verin” diyerek idareye başvurup işi en başa döndürmüş. Hatta yetmemiş hastanenin yanına da eczane, çiçekçi, medikal dükkânı, büfe vb. yapmak için de izin istemiş. İdare kiranın yeniden belirlenmesi şartı ile talepleri kabul etmiş.

Okumaktan sıkıldınız, biliyorum. Sonuçta işletme açılana kadar kiracıya ruhsat ve inşaat için defalarca ek süre verilmiş. Kiracının ödemelerini aksattığı raporda belirtiliyor. Bu süre zarfında idarece kiracıya hiçbir cezai müeyyide uygulanmamış. İşin sonunda 2021 yılında (11 yıl 5 gün gecikmeli) hastane ve eklentileri olarak işletmeye açılmış. Hastanenin 2022 yılı için kira bedeli 680 bin Türk Lirası, 2023 yılı için ise 1 milyon 144 bin Türk Lirası bedel belirlenmiş.

İhaleye çıkıldığındaki ilk koşullar ile sonraki koşullar tamamen farklı olmasına rağmen rekabet koşulları zedelenmiş. Sözleşme 10 yıl ileri atılmış, taşınmaz konusu alanın parsel durumu ve yatırım maliyet miktarları değiştirilerek 2007 dönemindeki ihale koşullarından tamamen farklı bir kiralama ortaya çıkmış.

Ama hiçbir zaman yeni bir ihale yapılmamış.

Şahane değil mi?

                                                    /././ 

‘Bizim mahalle’de seçim taktikleri (Şükran Soner)

Vitrinde, kamuoyununu yönlendiren, bilgili, donanımlı, söyleyebileceği sözlerde dopdolu, ünlü gazetecilerimiz. Elbette halkın, seçmenlerin, her gün yenileri ile yüzleşip durdukları, dertlerinin, çaresizliklerinin, sorunlarının yansıtılmasında atlatma haber üretmenin yarışı içindeler. Sonuç olarak birbirinden çarpıcı, vurgun, haksızlık, acıların yansıtılması yarışının sonuçları ile dopdolu haberleri, birazcık birbirinin yinelenmesi gibi içerikleri ile yüz yüze kalıyoruz.

Ortak vurgulamalarda kuşkusuz dertlerin paylaşılması, halkın sorunlarının sahiplenilmesi, olumlu bilinçlendirme, yol göstericilik var. Elbette haberler, içerikleri üzerinden vurgulamalar hazırlayıcılarının aidiyetleri, beklentileri, amaçladıkları ile uyumlu olacak. Yeri gelmişken hiç unutmamanız gereken birçok önemli gerçeğin altını bir kez daha çizmek zorundayım. Ülkemizin öne çıkmış gazeteci, yorumcu sayılarına bakılarak Meclis’e en çok milletvekili sokmayı başaran grubun içine girdiğimizin altını çok kalın olarak çizmeliyim.

Her milletvekilliğinde anlamı, işlevi olan meslek grupları hepsi birden bir yana, gazeteci kökenliler her dönem ayrıcalıklı.

Ne de olsa medya çağındayız, insanın beyninin içine ahtapot gibi yerleşmiş pençe el simgesi, uluslararası, ulusal, meslek örgütlerimizin simgesi. En etkili silahı elinde tutan mesleğin sahipleri olarak sonuçta hep önde olmak saplantımız. Ne kadarı ile gerçekten toplumları uyarmak, ne kadarı ile kişisel yükselişin aracı yapmak bize, vicdanımıza kalmış. Gazetecinin adalet terazisini hangi ölçeklere göre kullandığı, varsa, kendi vicdanı içinde kapalı kutuda.

                                                     ***

Hangisi olursa olsun, seçimler yaklaştığında söz konusu ayırımcı duruşlar çok daha çarpıcı göze batmakta. Önümüzde önce yerel, hemen arkasından genel seçimler sıraya girmişken, uzun soluklu “bizim mahalle”nin içinde yaşamışlar olarak, toplumsal sorumluluk, duyarlılık ile yola çıkanlarda, kendileri için gelecek bekleyerek oynayanları kimi yanılgılarımız her zaman için söz konusu olsa da çok kolay ayırma şansımız da artıyor.

Hele de içsel, mesleksel sorgulamalarımızda, örgütlerimizin çatısı altında fazlası ile yapılmış bilimsel çalışmaların sonuçlarını da izlemek şansını yakalamışsak. İnanmayacaksınız ancak kendi aramızdaki toplumsal, örgütsel çalışmaların yapıldığı etkinliklerde, gerçekler dillendirilirken en sıradan vurgulamalarda en çok kullanılan sözcükler “kamuoyunu güdüleme” ile başlar. Seçmen vatandaşların uyutularak seçimlerin kazanılması oyunlarının örneklerinin ardı arkası yoktur.

Kuşkusuz uluslararası, ulusal örgütlenmelerimizin sorumluluklarında kaçınılmaz olumlu arayışların öne çıkarılmaları çabaları söz konusu olacaktır. Tipik bir örnekleme ile ülkemizde, özelikle en baskın askeri, sivil darbeler üzerine, uluslararası örgütlenmelerimizin de desteğinde yapılan etkinlikler hep ön plana çıkmıştır. Size birkaç anımsatma ile, 12 Mart, 12 Eylül değil sadece, çok etkili sivil iktidar eliyle diktatoryal operasyonlar süreçlerinde, sadece insan hakları örgütlenmeleri değil, FIJ, uluslararası gazeteciler örgütlenmeleri içinde olarak, soluğu ülkemizde alma yarışına girmek zorunluluğunu duyumsarlar. Genel kurulları ile insan hakları ihlalleri kapsamlı duruşmaların izlenmesine kadar her zaman her yerde yerlerini alırlar.

Bu konuyu acil gündeme taşımama gelince elbette ortalığa saçılan kötü kokular üzerinedir.

(Cumhuriyet)

19 Ocak 2024 Cuma

KISA GÜNDEM BAŞLIKLARI - 19 OCAK 2024 -

 

Falyalı davası: Soylu'nun para aldığı iddia edildi (Birgün)
Halil Falyalı'nın öldürülmesine ilişkin görülen davada tutuklu yargılanan Mustafa Söylemez, eski İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun, Halil Falyalı'nın kardeşi Hüsnü Falyalı'dan rüşvet aldığını öne sürdü.(https://www.birgun.net/haber/falyali-davasi-soylu-nun-para-aldigi-iddia-edildi-499632)

13 ilde 6 milyon metrekareden fazla arazi orman dışına çıkarıldı (Yusuf Yavuz-Evrensel)

Türkiye’nin ekranlarda uzaya baktığı saatlerde gece yarısı Resmi Gazete’de yayımlanan Cumhurbaşkanı Kararı ile 6 milyon metrekareden fazla orman arazisi orman dışına çıkarıldı.(https://www.evrensel.net/haber/508474)

Hrant Dink katledilişinin 17. yılında anılıyor: İtiraz ediyoruz, adalet istiyoruz (Evrensel)

Hrant Dink’in katledilmesinin üzerinden 17 yıl geçti. Hrant Dink, vurulduğu eski Agos gazetesi binası önünde anılıyor.(https://www.evrensel.net/haber/508451)

Şov ile icraat çelişti: 'Seçimden önce bitecek' dedikleri dev projeye 2 bin TL ayırmışlar (Birgün)
CHP Çorum Milletvekili Mehmet Tahtasız, Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Uraloğlu'nun 'Seçimden önce gerçekleştirebilirsek daha faydalı olacak' dediği Çorum Hızlı Tren Demiryolu Projesi için 2024 yılında sadece 2 bin TL bütçe ayrıldığını belirtti.(https://www.birgun.net/haber/sov-ile-icraat-celisti-secimden-once-bitecek-dedikleri-dev-projeye-2-bin-tl-ayirmislar-499661)

"Kapadokya’ya ücret tarifesi korumacılık kavramının ayaklar altına alınmasıdır" (Özer Akdemir-Evrensel)

Kapadokya Koruma Grubu sözcüsü Mimar Zeynep Çöloğlu: “Görevi korumak olan bir kurumun korumakla yükümlü olduğu değerleri koruma statüsünden çıkarmak için bir başvuru ücreti alması çok sorunlu.”         (https://www.evrensel.net/haber/508500)

10 Kasım Töreni'nde Atatürk fotoğrafı takmayan teğmenler savunma yapmaya gitmedi (Birgün)
Tuzla Piyade Okulu'nda 10 Kasım Töreni'nde bazı teğmenlerin Cumhuriyet'in kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün fotoğrafını takmayı reddetmesi sonrasında başlatılan disiplin soruşturmasında Atatürk fotoğrafı takmayan teğmen ve ona destek olan iki teğmen savunma yapmaya gitmedi.(https://www.birgun.net/haber/10-kasim-toreni-nde-ataturk-fotografi-takmayan-tegmenler-savunma-yapmaya-gitmedi-499560)

Servet değerindeki araziyi MHP’li kaptı (İsmail Arı-Birgün)
Vakıflar Genel Müdürlüğü, İBB’nin halkın kullanımına açtığı Atatürk Kent Ormanı’nın bir parçası olan 9 dönümlük araziyi “turizm alanı” olarak yapılaşmaya açtı. Sonucu gizlenen ihaleyi MHP Milletvekili Uysal’ın aldığı anlaşıldı.(https://www.birgun.net/haber/servet-degerindeki-araziyi-mhpli-kapti-499497)


Deprem bölgesindeki tonlarca turunçgil çürümeye terk edildi (Özkan Öztaş-soL/Özel)
6 Şubat'ın ardından yaşanan yıkım ve göçlerden dolayı bu sene yapılması gereken turunçgil hasadı yapılamadı. İhracat durdu, tonlarca turunçgil çürümeye terk edildi. Üretici ve uzmanlar soL'a konuştu.(https://haber.sol.org.tr/haber/deprem-bolgesindeki-tonlarca-turuncgil-curumeye-terk-edildi-389349)

ABD Dışişleri Bakanlığı: Kürdistan Bölgesi'ni desteklemeye devam edeceğiz (soL)
ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Miller, İran'ın Erbil'deki saldırılarını kınadıklarını belirterek Irak'ta Kürdistan bölgesini "diplomatik alan da dahil desteklemeye devam edeceklerini" belirtti.
https://haber.sol.org.tr/haber/abd-disisleri-bakanligi-kurdistan-bolgesini-desteklemeye-devam-edecegiz-389321

(derleyen: mstfkrc)