Yine alkışlar, müjdeler!..
‘Mehmet Şimşek öncülüğündeki programa destek ve güven artıyor’, ‘Cari açık küçülüyor’ ‘Ülke kredi notu yükseliyor’ vesaire…
Enflasyon düşüyor mu?
İşsizlik azalıyor mu?
Yoksulluk iyileşiyor mu?
Dışa bağımlılık azılıyor mu?
Ülkenin, vatandaşın borcu ufalıyor mu?
İşte tüm bu soruların cevapları, yukarıdaki müjdelerin altında önemsizleştiriliyor, alkış seslerinin altında boğuluyor! ‘Önce program istikrarı sonra iyileşme’ demeye getiriliyor.
***
Uygulanan programın daha etkili olabilmesi için ‘Faiz artırılmalı’ çağrıları artıyor.
Merkez Bankasının yüzde 45’lik faiz oranının enflasyonu aşağı çekmeye yetmediği belirtilerek yapılıyor bu çağrılar; şubat ayı enflasyon verilerinin açıklanmasının ardından iyice de yoğunlaştı.
Yabancı finans kuruluşları ardı ardına açıklama yapıyor… Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının faiz artıracağını söylüyor.
Deutsche Bank: Martta 500 baz puan faiz artışı ‘yüksek ihtimal’…
Bank of America: TCMB mart ayı toplantısında faizi yüzde 45’ten yüzde 50’ye çıkabilir.
Seçimden sonra şok bir kararla ‘Faizler yüzde 55’e yükseltir’ totoları oynayan bile var.
Faize, kâra, ranta… Aktarılan paralar büyüdükçe halkın ekmeğinin daha da küçüleceği gerçeği ile ilgilenilmiyor.
Faizi artırıp, emeği ucuzlatmak!.. Enflasyonu düşürmenin tek yolu olarak sunuluyor.
DEĞER Mİ YANİ…
Emekçilerin ödeyeceği bedelle ilgilenen yok.
‘Bak cari açık azalacak’, ‘Azaldıkça döviz ihtiyacı azalacak, döviz kurları düşecek’, ‘Enflasyon makul seviyeye inecek’, ‘Ekonomi rayına oturacak’…
Varsın emekçiler kazığa otursun(!)
***
Uğruna, halkın geniş kesiminin ‘bedel’ ödemeye çağrıldığı, iyileştiği söylenen veriye bakalım; cari açığa…
Önce altına bir Türkiye gerçeğinin altını çizelim: Ne kadar cari açık o kadar büyüme!
Ekonomi açık vermeden büyüyemiyor; büyüme artıkça cari açık da büyüyor.
Çünkü…
Üretebilmek için gerekli olan ara malı, ham madde ve sermaye malı ülkede yok; ithal edilmek zorunda.
İthalat için döviz lazım. O da yeterli düzeyde yok. ‘Mecbur’ dışarıdan (borç) bulunuyor.
İthal edilenlerle üretilenin bir kısmı dış ülkelere satılıyor (İhraç ediliyor) ama satış alışın altında kalıyor. Açık sürekli büyüyor.
Ekonomi büyüyor, açık büyüyor, günün sonunda kurlar patlıyor.
***
Cari açıktaki güncel duruma bakacak olursak...
Müjde verildi: Cari açık ocak ayında yıllık 37.5 milyar dolara indi.
Geçen yıl 46 milyar dolardı. 8.5 milyar dolar daha fazla. Yeni durum ülke ekonomisinin elinden 8.5 milyar dolar daha az para çıkması demek.
Gel gör ki…
Yıllık olarak düşerken aylık olarak artmış; aralık ayında 2.1 milyar dolarken, ocak ayındaki cari açık 2.6 milyar dolar olmuş.
Bir yanı iyi (yıllık düşüş) bir yanı kötü (aylık artış) gözüken bu zıtlığın sebebi ne?..
Bu zıtlık kronik sorunun-dışa bağımlılığın-aynen devam etmesinin bir sonucu.
Dünyada enerji fiyatları düştü! Bu da ülkenin enerji faturasını düşürdü. Faturanın düşmesi de açığı biraz daha küçülttü.
Altın ithalatına sınırlama getirildi; bu da açığı biraz daha azalttı.
Aslında hepsi bu gerisi aynen duruyor.
***
Şimdi de ‘aynen duran’ ne ona bakalım.
İthalat aynen duruyor!
Plastik, bakır ve alüminyumun fiyatları düştüğü için ithalat değerleri düşük gözüküyor. Lakin ithal ürünler miktar olarak azalmamış.
Otomotiv, telefon gibi lüks tüketim ithalatı da…
İthalat devam ettikçe aylık artış aynen sürecek.
Altın ve enerji hariç açık dış ticaret açığı 31.5 milyar dolar. Bu geçen yıl daha düşüktü. Bağımlılık aynen sürüyor.
***
İhracat da yerinde sayıyor!
‘İhracat rekor kırıyor söylemi’ kimseyi yanıltmasın, miktar olarak artış yok! Kur artışı yanılsama yaratıyor.
Türkiye İhracatçılar Meclisi Başkanı Mustafa Gültepe, kimsenin aldanmayacağı bilgiler paylaşıyor: “Geleneksel sektörlerin çoğu ihracatta önceki yıla göre ekside. Makine, otomotiv gibi sektörler artış sağladı. Bunun etkisiyle ihracatımız yüzde 0.6 arttı”
***
Bağımlılık azaltılmadıkça… Kural aynen işler: Cari açık küçülürse ekonomi de küçülür.
Nitekim imalat sanayinde işler hiç iç açıcı değil.
TÜİK verilerine göre mevsimsellikten arındırılmış sanayi üretimi artışı yok; yüzde 0!
Madencilik ve enerji üretimi dışta bırakılırsa, imalat sanayinde daralma var.
İstanbul Sanayi Odası imalat verisi PMI de ‘Daralma var’ diyor.
Özetle imalat sektörü durgun.
***
‘Faiz arttı’, ‘Cari açık düştü’ denilen sürecin en görünen faturası işsizlik.
Geniş tanımlı işsizlik 10 milyonu aştı. Gerçekte işsizlik patlaması yaşanıyor!
İş aramayan ama iş bulsa çalışmaya hazır milyonlar işsiz sayılmıyor. Geçici, haftalık 40 saatin altında çalışan milyonların işi var kabul ediliyor. Ve işsizlik yok sayılıyor.
Epeydir istihdam imkanı bulamadığı için, iş bulma ümidini kaybedip, iş aramaktan vazgeçenlerin sayısı artıyor.
Daha da artacak bu gidişle!
Bu da demektir ki ocak ayında yüzde 27.3’ü bulan geniş tanımlı işsizlik oranı daha yükselecek. Sokağa çıkma yasaklarının olduğu pandemi dönemine ulaşacak!
Bu acı tabloya sırt çevrilip, ‘Cari açık düştü, değer mi?’ denilecek.
HEPİMİZİN ÖDEMESİ GEREKEN BEDEL Mİ?
Bedeli hepimiz ödeyelim!
Bu çağrı ilk bakışta ne kadar ‘adaletli’, herkese ‘eşit fatura’ çıkarıyor gözüküyor değil mi?
Bir de sanki söyleyen de aynı bedeli ödeyecekmiş gibi bir algı da yaratıyor.
Misal İstanbul Ticaret Odası Başkanı Şekib Avdagiç…
Diyor ki…
“Politikanın uygun bir şekilde yürütülebilmesi için 85 milyonun, çocukları çıkartırsak 65-70 milyonun ortak sorumluluğu var. Bu ortak sorumluluk içinde bunu en kısa zamanda başarabiliyor olmamız lazım”
Enflasyonun kıyıcılığında, hayat pahalılığı altında ezildikçe ezilenler ile enflasyon vurguncusu şirketlerin, bankaların sorumluluğu aynı öyle mi?
“Asgari ücret 1 yıl belirlendi, plan ona göre yapıldı, kimse dokunmasın” diyor.
Dokunmayınca ne olacak?
Sağlık Bakanlığı anlatsın!
Bakanlığın ramazan ayında dört kişilik bir ailenin sağlıklı beslenebilmesi için ortaya koyduğu liste var. Listeye göre bir ailenin nitelikli bir beslenme için 30 bin 930 TL harcaması gerekiyor.
Dikkat: 17 bin TL’lik asgari ücretlinin iki katına denk geliyor.
Sene sonuna doğru üç katına denk gelecek ama asgari ücret yerinde sayacak.
Peki…
Asgari ücretin alım gücü eridikçe eriyecekken bedel ödemeye davet eden Avdagiç gibi patronlar zarar edecek mi?
YA SEÇİM SONRASI…
Maliye Bakanı Mehmet Şimşek…
“Yerel seçimlerin ardından orta vadeli programı sürdürmek için seçimsiz uzun bir dönem olacak”.
Yani…
Daha çok vergi! Yüksek faiz! Daha çok işsizlik! (3 yıllık orta vadeli program, ekonominin rayına oturması, ‘reel’ hale gelmesi için bunları öngörüyor).
***
İhracatçılar Meclisi Başkanı Mustafa Gültepe pay peşinde: “Seçim sonrası ekonomi politikalarının ihracatı destekleyecek şekilde olacağını düşünüyoruz.”
Yani…
Kurlar enflasyon oranında artacak. TL değersizleşecek. Başka bir ifade ile ücret sabit tutulurken, ücretin alım gücü kur üzerinden düşürülecek.
“Eller yukarı emekçi, bu bir kurlu soygundur” denilsin isteniyor.
***
İTO Başkanı Avdagiç ise fazlasını istiyor: İş kuralları katı, esnesin!
“İş güvencesi, işsizlik sigortası, kıdem tazminatı vs. hepsi bir arada olur mu?” diye soruyor. ‘Bazıları kalsın hepsi bir arada olmaz’ diyor.
Bunca işsizliğe rağmen hâlâ işten daha rahat atabilmenin peşinde.
‘Hepimiz bedel ödeyelim’ adı altında kendi lehine reforma davet ediyor.
***
Bakan da sırtlanlar (Taleplerini alt alta dizince patronlar demek gelmedi içimden) da seçim sonrasını bekliyor.
Emekçileri oy vermenin dışında bir eyleme davet eden bir süreç var!
BU REFORM TANIDIK
TL’nin değerli olduğu 2013 yılına kadar, ithalat kolaylaştı, yüksek cari açık sorunu kronik hale geldi.
İthalatın ucuzlaması, yurt içinde üretim sanayi ve tarımın altını oydu. Sonucu ‘sanayisizleşme’ ve yüksek işsizlik oldu.
2013 sonrasında TL değersizleşti, 2018 krizinden sonra hızlandı. TL’nin değersizleşmesi yoluyla ihracata yönelindi. Fakat bağımlılığı azaltacak bir program ortaya konmadı.
Uygulamanın çıktısı pahalılık ve yoksulluk oldu!
Her iki uygulamada (2013 öncesi ve sonrası) da gelir dağılımını düzeltici politikalar hiç olmadı!
Şimşek’in bedel ödeterek düzeltme programı tanıdık, sonucu yine kriz! “Erdoğan ona izin verecek mi?’ değil soru.
Başka bir program üzerine düşünülmesi gereken.
Bülent Falakaoğlu / EVRENSEL