28 Mart 2024 Perşembe

Birgün KÖŞEBAŞI - 28 MART 2024 -

 

Zeydan Karalar ikinci döneme hazır: Seçim için oran verdi (Berkant Gültekin)
Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Zeydan Karalar, 31 Mart’ta galibiyetten oldukça emin. Oyunun yüzde 50’ye yaklaşacağını ve en az 6 puan farkla yarışı önde bitireceğini tahmin eden Karalar, CHP’nin 5 ilçe belediyesini daha kazanabileceğini söylüyor. Karalar, Adana’da son 5 yılda neler yaptıklarını ve yeni dönemde hayata geçirmeyi planladıkları projeleri BirGün’e anlattı.

Tüm ülke gibi Adana da yerel seçimlere kilitlenmiş durumda. Muhalefet 2019’un aksine seçime bu kez ittifaksız girse de Adana’da sürpriz beklenmiyor. CHP’liler ve anketler, Zeydan Karalar’ın yeniden Adana Büyükşehir Belediye Başkanı seçileceğini öngörüyor.

CHP’li Karalar, 2019’da yüzde 53,6’lık oy oranıyla ipi önde göğüslemişti. Cumhur İttifakı’nın MHP’li adayı ve eski başkan Hüseyin Sözlü’nün oyu ise yüzde 42’de kalmıştı. Adana’da 2023 seçimlerinde de muhalefet baskın gelmiş, Erdoğan, Kılıçdaroğlu’nun yüzde 51’lik oyuna anca 7 puan yaklaşabilmişti. Milletvekilliği seçimlerinde de muhalefetin toplam oyu iktidar blokunun üzerindeydi. CHP yüzde 28,6; İYİ Parti 10,7; Yeşil Sol Parti (DEM Parti) ise yüzde 9,7 oranında oy almıştı.

2 milyondan fazla nüfusa ve 1,6 milyon seçmene sahip Adana’nın 15 ilçe belediyesinin 11’i Cumhur İttifakı (3 AKP-8 MHP) tarafından yönetiliyor. CHP ise Çukurova, Seyhan, Ceyhan ve İmamoğlu’nda belediyeleri elinde bulunduruyor.

31 Mart’ta Zeydan Karalar’ın karşısında Cumhur İttifakı’nın AKP’li adayı Fatih Mehmet Kocaispir olacak. İYİ Parti burada MHP’nin kurucusu Alparslan Türkeş’in kızı Ayyüce Türkeş’i aday çıkardı. DEM Parti’nin eşbaşkan adayları ise Arife Çınar-Mahfuz Güleryüz.

Zeydan Karalar muhalif seçmeni konsolide ediyor ve pek fire vermiyor. Fatih Mehmet Kocaispir’in ise AKP ile MHP’nin yüzde 42’lik toplam oyunun bile gerisinde kalabileceği ve Zeydan Karalar’ı sıkıştıramayacağı düşünülüyor. Bunun bir nedeni Karalar’ın karşı mahalle üzerindeki etkisi, diğer nedeni de Ayyüce Türkeş’in özellikle soyadının avantajıyla MHP’den oy çekebilmesi. Öte yandan Yeniden Refah Partisi de iktidarın küskün seçmeninin adresi oluyor.

Adana sokaklarında genel olarak “Mühendis Başkan” olarak anılan Karalar’a yönelik bir memnuniyet var. 5 yıl boyunca yapılan hizmetler ve kentte uygulanan sosyal politikalar karşılık bulmuş. 23 Mart günü bir araya geldiğimiz Karalar ile son 5 yılın nasıl geçtiğini, gelecek döneme dair Adana’da hayata geçirmek istediği projeleri ve 31 Mart yerel seçimlerinin olası sonuçları üzerine konuştuk.

Oy oranının yüzde 50’ye yaklaşacağını ve seçimi en az 6 puanla önde bitireceğini ifade eden Karalar, Sarıçam ve Yüreğir’in de aralarında olduğu 5 ilçeyi daha kazanabileceklerini söylüyor. 

“ADANA HİZMET ALAN BİR KENT HALİNE GELDİ”

Türkiye, 2019 yerel seçimlerinden bu yana çok yoğun bir 5 yıl yaşadı. Siz Adana’da bu dönemi nasıl geçirdiniz?

Bizim güneydeki belediye başkanlarıyla ilgili özellikle çok talihsiz bir dönemdi. Yani pandemiyi bütün dünya yaşadı ama depremi 11 il yaşadı, bir tanesi Adana’ydı. Adana'da yıkıntıların az olması elbette depremin kolay atlatılmış olduğu anlamına geliyor ama 7400’e yakın bina yıkılacak gibi oldu ve aylarca insanlar evlerine giremedi. Onların bütün ihtiyaçlarını karşılamak hakikaten kolay değildi. Hem pandemide hem depremde 24 saat vatandaşlarımızın yanında olduk. Yani sosyal belediyecilik nasıl yapılır aslında bütün Türkiye'ye öğrettik. Sadece ben değil, bütün 11 büyükşehir belediye başkanının pandemide yaptıkları hizmetler ortada. Bizim belediyelerimiz bu süreçte çok öne çıktı. Yani maske dağıtmada, ihtiyaçları giderilmede vesaire, belediyenin önemi aslında orada çok daha iyi anlaşılır hale geldi. Ama sonuçta bu bizim 2,5 yıl zamanımızı aldı. Normalde yapacağımız hizmetleri de büyük ölçüde engelledi. Tabii bir de bu ağır ekonomik koşulları da düşündüğünüz zaman iş daha zor hale geldi ama biz onların hepsini çözdük, bu işleri tersine çevirdik. Adana’yı ciddi hizmet alan bir kent haline getirdik. Adana’da bütün bunlara rağmen 3 alt geçit yapan, 5 bulvar yapan, 10 mahalle merkezi yapan, 9 tane kreş yapan, yıllar yılı girilemeyen 221 cadde ve bulvarı yenileyen, dolayısıyla bir önceki dönemden 3,5 kat daha fazla yol için asfalt döken bir belediye yönetimi olmanın sevincini yaşıyoruz.

Pazar günü seçilmeniz durumunda ikinci kez 5 yıllık yetki alacaksınız. Adana’nın mevcut ihtiyaçlarını nasıl tespit ettiniz ve önünüze hangi hedefleri koydunuz?

Öncelikle 4 yeni bulvar yapacağız. Güneyden kuzeye, kuzeyden güneye Adana’nın ihtiyacı var. Yani insanlar aşağıda çalışıyor, sanayi aşağıda, yukarıya doğru çıkıyor. Yapılan bulvarlar artık ihtiyaca cevap vermiyor, dolayısıyla ulaşımı kolaylaştırmak için 4 yeni bulvar daha düşünüyoruz. 2 tanesi yukardan aşağıya doğru.

Metroyu tamamlayalım istiyoruz, yeni onaylandığı için. Çünkü Sayın Cumhurbaşkanı tarafından yatırım programına alınmayan bir işle ilgili bir şey yapma şansınız yok. Yasal olarak onaylandı. 1 tramvay projemiz var. Bir de nostaljik bir tramvay projemiz var.

Bizim otogar çok eski, çok tartışılan bir konu. Otogarı yenilemeyi hedeflemiştik bu dönemde, meclise takıldı. Yeni dönemde meclisten onu geçirip Adana’yı modern ve yakışıklı bir otogara kavuşturacağız.

Kreş sayımızı 20 yapacağız. Kadınların çalışma hayatına katılmasını istiyoruz, bunu çok önemsiyoruz. Çünkü Mustafa Kemal Atatürk de diyor, kadınlar ekonomiye katılmazsa, ekonomide bir eksiklik olur. Özel bir kreş ayda yaklaşık 8-10 bin lira. Bunu karşılayamıyor kadınlar, o zaman ben çocuğuma bakayım diyor ve çalışma yaşamına katılmıyor. Biz çok modern kreşler yapıyoruz. Özel kreşlerin 3’te 1’i, belki 4’te 1’i fiyatına çocuklarımızı eğitiyoruz. Biz büyükşehir belediyesi olarak yapıyoruz ama bizim ilçe belediyelerimize karşı yapıyorlar. Belediyecilik anlamında, Adana’yı kreşle ben tanıştırdım. Ben Seyhan Belediye Başkanı’yken kreş yoktu, 5 kreş yaptım.  Büyükşehir Belediye Başkanı’yken de sadece çalışanların çocuklarına verebileceği bir kreş vardı, o da yeni bir kreş değildi, bir bina kiralanmıştı. Biz 7 kreş yaptık, 2’si inşaatta. 20’ye tamamlayacağız.

Ayrıca 8 alt geçit yapacağız trafiği rahatlatmak için. Spor kampüsleri yapacağız. Bizim Adana çok sanatçı ve sporcu yetiştirir ama son yıllarda çok sporcu yetişmiyor. O yüzden spor kompleksleri yapacağız. Aynı zamanda uyuşturucuyla da böyle mücadele edeceğiz. Çünkü spor, uyuşturucunun panzehri. Tabii bizim işimiz değil ama uyuşturucuyla mücadelede gençleri rehabilite etmek için rehabilitasyon merkezleri kuracağız. İnsan hayatının her aşamasına dokunuyoruz.

Büyük projeleri hayata geçirirken hükümetten kaynaklı aksamalar oluyor mu?

Belediyelerin aslında hükümette çok fazla işleri yok ama hiç işleri yok desem de doğru olmaz. Diyelim ki metroyu yaptınız, getirdiniz. Projenize bir kredi buldunuz. Kredinin onaylanmaması bir engel işte. Yani onu onaylaması lazım çünkü yani size ekstra para vermez. Belki kendi belediyelerine başka kaynaktan aktarıyor olabilir, bilmiyorum onu. Biz yaşamıyoruz onu. Özellikle İller Bankası’ndan kaynakların önemli bölümünü kendi belediyelerine aktardıklarını biliyoruz. Dolayısıyla bizim projelerimizde bir onayla ilgili ihtiyacımız olur Ankara'ya, onlar onaylandığı zaman zaten biz kendi mali durumumuzu kendimiz ayarlıyoruz. Tramvayla ilgili de aynı şey söz konusu.

Türkiye çok ciddi bir ekonomik darboğazdan geçiyor. Halkın yaşadığı geçim sıkıntısını hafifletmek adına ne tür önlemler alıyorsunuz? 

Küçük çiftçiye çok ciddi destekler veriyoruz. Ben iddia ediyorum, bu dönem kadar küçük çiftçiyle ilgilenen belediyeler yoktu. Sadece bizim için değil, tüm CHP’li belediyeler için söylüyorum. Ankara, İzmir, İstanbul, Aydın… Küçük çiftçiyi unutmadık. Biz 5 binin üzerinde fide verdik. Hayvancılık için yem desteği verdik. İlaç verdik. İnsanların köyünde kalması gerekiyor. Şimdi 2 ilçemizde sözleşmeli tarım yaptıracağız. Tufanbeyli ilçemiz var, buranın bakliyatları dünyanın en lezzetli bakliyatları arasında. Ama çiftçi satamadığı için ekmiyor. Yurtdışından kredisi geldi onu bile yapamadık. Dolayısıyla biz kendimiz açacağız ve sözleşmeli tarım yaptıracağız.

Sosyal yardımlarla ilgili ayrıca, Seyhan Belediyesi’nde Halk Kart uygulaması başlatmıştım. Burada da 5000 Halk Kart verdik, para yüklüyoruz halk ihtiyacını alıyor. 10 bin yemek üreten aşevi kurduk. Aç insanların evine yemek götürmek gayesiyle…  Şimdi işte öğrencilere yeni yılda tek seferde ciddi bir kredi yardımımız olacak. Açlık sınırının altında hane geliri olan emeklilere sosyal destekler vereceğiz. Çok ciddi yakıt destekleri de verdik.

“OY ORANIM YÜZDE 50’YE YAKLAŞIR”

31 Mart’ta Adana’da nasıl bir sonuç çıkmasını bekliyorsunuz? Oy oranı için bir hedefiniz var mı ve hangi ilçeleri gözünüze kestirdiniz?

Bildiğiniz gibi seçime ittifaksız giriyoruz. Ama benim oyum yüzde 50’ye yaklaşır diye düşünüyorum. Çukurova zaten bizim. Her ne kadar arkadaşlar istifa edip başka yerden aday oldular ise de orayı alacağız. Yüreğir’de de aynı şekilde iddialıyız. Sarıçam’ın da dahil olduğu 5 ilçede iddialıyız. Yani buruları alabilir durumdayız. Son hafta bir değişiklik olmazsa, öngöremediğimiz birtakım pozisyonlar olmazsa, bu belediyeleri kazanacağız ve biz de belediye meclisinde rahat edeceğiz. Sanıyorum büyükşehirde minimum 6 puan fark olacak.

Türkiye'nin geleceğine ilişkin, yerel seçimin bir kırılma yaratabileceğini düşünüyor musunuz?

Biliyorsunuz iktidar, aslında bizim ufkumuzda bir iktidar değil.  Ülkeyi bizim arzu ettiğimiz gibi, uygar Avrupa standartlarında bir noktaya götüremiyor. Eğer iktidar tekrar çoğunluğu elde ederse önündeki hiçbir güç duramaz. Ama halk eğer onlara sarı kart gösterirse, biz ‘Ne yapıyoruz’ diye düşünebilirler. Ya da kafalarında ne varsa onu yapmaktan vazgeçebilirler ya da erteleyebilirler. Yerel seçimin böyle bir anlamı olacak.

8 BAŞLIKTA YENİ DÖNEM PROJELERİ

Adana Büyükşehir Belediyesi’nin yeni dönemde hayata geçirmeyi planladığı projeler şöyle:

ULAŞIM

-Yeni Nesil Otogar, -8 Yeni Farklı Seviyeli Kavşak, -Yeni Tramvay Hattı ve Nostaljik Tramvay, -2. Etap Metro Hattı, -Yeni Bulvarlar, -Yeni Köprüler, -Bisiklet Yolları Yeni Etap

AFET

-Deprem Eylem Plan

KONUT

-Sosyal Konutlar 480 Konutluk Sıra Evler ve 900 Konutluk Apartman Modeli, -Ziyapaşa Kentsel Dönüşüm Projesi, -2000 Evler Kentsel Dönüşüm Projesi

ALTYAPI

-Yedi Göze İçme Suyu, -6 Yeni Atık Su Arıtma Tesisi, -936 bin 275 metre İçme Suyu Hattı -410 bin metre Kanalizasyon ve Yağmur Suyu Hattı, -19 Yeni Terfi Merkezi, -12,6 kilometre Dere Islahı

SPORTİF VE SOSYAL YAŞAM

-Adana Spor Kampüsü, -Çukurova Spor Kampüsü, -Sarıçam Olimpik Yüzme Havuzu, -Yaşlı Yaşam ve Bakım Merkezi, -Beyazevler Kent Kütüphanesi, -Kurttepe Kent Kütüphanesi, -Toplam 20 Kreş, -Nikah Salonları, -Kültür ve Sanat Merkezi, -Semt Merkezleri, -Bağımlılıkla Mücadele ve Rehabilitasyon Merkezi, -Öğrenci Yurdu, -Sivil Toplum Yerleşkesi

PARK VE YEŞİL ALANLAR

-100. Yıl Ekolojik Kent Parkı, -5 Ocak Parkı, -Sarıçam Osmangazi Kent Parkı, -Engelsiz Vadi Rekreasyon Alanı

KÜLTÜR VE TURİZM 

-Nöbetçi Kütüphane, -Orhan Kemal Müzesi, -Kurtkulağı Pamuk Müzesi, -Çocuk Arkeoloji Müzesi ve Atölyesi, -Puduhepa Kültür Yolu,-Karataş ve Yumurtalık Sahil Projeler

DİĞER PROJELER

-Mezbaha Kompleksi, -Canlı Hayvan Satış Merkezi, -Tarım Enstitüsü, -Geri Dönüşümcüler ve Nakliyatçılar Sitesi

                                                         /././

O karanlığa artık millet izin vermez (İbrahim Varlı)

İmamoğlu: İBB’de bir avuç insana rant sağlayan dönemi 2019’da kapandı. Düzeni sağlam temellerle değiştirdik. Bir daha da millet o karanlık dönemin gelmesine müsaade etmeyecek. Onlar çabalıyor ama başaramayacaklar.

Tüm gözler mega kent İstanbul’da.

Sandıktan çıkacak sonuç sadece 16 milyon kentin değil tüm bir ülkenin de “kaderi”ni belirleyecek.

İktidar cumhurbaşkanıyla, bakanlarıyla İstanbul’a yığınak yapsa da CHP’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Ekrem İmamoğlu, AKP’li Murat Kurum’a karşı önde. Eşit, adil olmayan bir yarışa rağmen seçimi kazanacağından emin olduğunu söyleyen İmamoğlu, İBB’deki makamında BirGün’ün sorularını yanıtladı.

İktidar İstanbul seçimi genel seçim havasında sürdürüyor. Tüm devlet gücüyle kampanya yürütüyor. İBB neden bu kadar önemli?

2019 seçimlerinden başlayıp, 5 yıllık İBB yönetiminde devam eden süreç, 31 Mart seçimleri arefesinde zirve yaptı. Dünyanın neresinde bir Dışişleri bakanı seçim kampanyası yapar? Seçim ve sandık güvenliğinden sorumlu İçişleri Bakanı, dünyanın neresinde esnaf gezip oy ister? Sağlık Bakanı çökmüş hasta randevu sistemini çözmek yerine İstanbul’da turluyor. Adalet Bakanı için hele sözün bittiği yerdeyiz. Bu, devlet yönetim aklının da ahlakının da geldiği ibretlik durumu gösteriyor. Bazı bakanların adını ilk kez AKP seçim kampanyasına katılınca duyduk. İBB’nin bir avuç insana hizmet eden, bir avuç insana rant sağlayan, kentin sakinlerini düşünmek yerine rantın sahiplerini düşünen aklı ve dönemi 2019’da kapandı. Düzeni değiştirdik. Hem de çok sağlam temellerle değiştirdik. Bir daha da bu millet o karanlık dönemin gelmesine müsade etmeyecek. Onlar bu düzeni tekrar tesis etmek için çabalıyor ama başaramayacaklar.

CHP, bir önceki seçimde yaptığı “millet ittifakı” yerine, “kent uzlaşısı” ya da “halk ittifakı” strateji izliyor. Bunun İstanbul seçmenindeki etkisi nasıl?

Bizim ittifakımızın adı İstanbul İttifakı, Halk İttifakı. Bu ittifak 2019’da kuruldu o günden bugüne de güçlenerek devam ediyor. İçinde her partiden yüzbinlerce insan var. İstanbul İttifakı’nın kalıcı ve güçlü olmasını sağlayan temel argüman belediyecilik hizmetlerinde eşit ve adil olmamızdır. Biz insanları oy veren vermeyen diye ayırmadık. Kökeni, inancı, memleketi üzerinden ayırmadık. İşe alımdan tutun da, metro yapımına kadar çok geniş bir hatta tüm iş ve işlemlerimiz böyledir. Yani bu bir strateji değil, bizim çalışma ve hayata yaklaşım tarzımızdır. Biz buyuz. İstanbul İttifakı; içinde takiyye, içinde menfaat, içinde farklı bir ajanda barındırmaz. 

Seçim adil, eşit bir ortamda yapılmıyor. Murat Kurum ile değil, bütün bir devlet gücüne karşı yarışıyorsunuz. Buna rağmen yine de öndesiniz.

16 milyon İstanbullu’nun gücü karşısında kim durabilir ki? Bu seçimde egemenliğin kayıtsız şartsız milletin olduğunu İstanbul’da görecekler. Devlet ve hükümet gücü kullanarak, milletin gücünün önüne geçebileceğini zanneden varsa o rüyadan seçim gecesi uyanır.  Halk ne derse o olur. Halk da en doğru tercihi yapar. Anketlerde hep önde olduk, sona geldik yine öndeyiz. Ben anketlere önem veririm ama daha önemli bir şey var benim için. Ben çarşıda, pazarda, sokakta olan biriyim. Toplumda bize olan teveccühün çok daha farklı kesimlerde yaygınlaşmış olduğunu gözlemledim. Bu beni en çok mutlu eden gelişme oldu. Bizden bizim temsil ettiğimiz anlayıştan geçmişte uzak duran insanların şimdi sevgiyle, parlayan gözlerle samimi duygularla bize koştuğunu görmek dünyanın en güzel hissi.

Belediye Meclisi’nde çoğunluğun olmaması size güçlükler yaşattı. Seçmene çağrınız nedir?

Bu 5 yıllık dönemde Meclis’de azınlık olmamızdan kaynaklanan çok sayıda sorun değerli BirGün Gazetesi’nde de bolca haberlere konu oldu. Örnek vermek gerekirse, aylarca bütçe çalışıyorsunuz, Meclis’e kabul ediliyor. Bir süre sonra herkesin onayladığı bütçeye göre alınması gereken kararlara bu kez ret oyu veriyorlar ve engelliyorlar. O yüzden İstanbullulardan bu seçimde Meclis’de bizi çoğunluğu sağlayacak rakamda desteklemesi çok önemli. Bizi yavaşlatmaya çalışan Meclis yapısının değişmesi, İstanbul’u çok daha güçlü yapacak. O yüzden parti oyu çok önemli.

∗∗∗

YENİ DÖNEMDE NELER YAPILACAK?

HIZRAY PROJESİ

HIZRAY Metro Hattı, Beylikdüzü ile Sabiha Gökçen istasyonları ile kenti uçtan uca bağlayacak. İstanbul Boğazının altından geçerek Avrupa ve Asya kıtalarını birleştiren, toplam 13 adet istasyonuyla, yaklaşık 74,5 km uzunluğunda ve hızı 140 kilometreye ulaşan express bir metro hattı olarak tasarlandı. Hat üzerinde bulunan tüm istasyonlar diğer hatlarla entegre olacak. Yolculuk süresi 53 dakika olan HIZRAY, günde 1.5 milyon, yılda 550 milyon yolcu taşıyacak. Çok önem veriyoruz bu büyük ulaşım yatırımına.

SEFAKÖY-TÜYAP METRO HATTI

İBB’nin şehrin batı kesimine yapacağı ilk metro hattı olacak. Bu hat hiçbiraylı ulaşım hizmeti almayan 3,5 milyon istanbulluya hizmet edecek. Toplam 10 istasyon, 18,51 km uzunluğunda, 55 dakika yolculuk süresi, günde bir milyona yakın yolcu taşıyacak. Mahmutbey, Bahçeşehir, Esenyurt metrolarına entegre. Büyükçekmece, Beylikdüzü, Esenyurt, Avcılar ve Küçükçekmece’ye hizmet edecek. Proje Çobançeşme-Beylikdüzü metrobüs hattını güzergahını takip ettiği için oradaki metrobüs yolcu talebini çekecek. Proje uzun zamandır Cumhurbaşkanından imza bekliyor. Artık finansmanını dahi bulduğumuz bu projeyi daha fazla engelleme şansı kalmadı. Hızla başlayıp, bize kaybettirilen yaklaşık 2 yıllık süreyi telafi edeceğiz.

KENTSEL DÖNÜŞÜM

Planlama çalışmalarında sona gelinen 10 riskli alandaki 125 bin konutta dönüşümün önünü açacağız. İlk etapta yaklaşık 500 bin İstanbullu depreme dayanaklı konutlara kavuşacak. Binasını güçlendirecek olanların da yanında olacağız. Güçlendirme yapılabilecek 60 bin konutu sisteme dahil edeceğiz. 2023’de kentsel dönüşümde 10 bin konut sözü verdik. Bu ay itibariyle 12 bin konutu teslim ettik. İstanbul Yenileniyor ve diğer kentsel dönüşüm projeleri kapsamında 2024-2029 arasında 50 bin konutu dönüştürmeyi hedefliyoruz.

SOSYAL YARDIMLAR ARTACAK

150 bin kadına İBB Kadın Sağlık Kartı sağlanacak. 100 bin anne adayına Hamile Beslenme Paketi ulaştırılacak. Engelli çocuğu olan 50 bin anneye 5 bin TL nakit destek. 10 bin anneye ayda bir bebek bezi ve bebek maması yardımı yapılacak. Tek emekli maaşıyla geçinenlere yılda 10 bin TL Pazar desteği verilecek ve günde bir adet ücretsiz Halk Ekmek ulaştırılacak. Tek asgari ücretle geçinenlere 10 bin TL ulaşım desteği ve 10 TL Pazar desteği sunulacak. Birinci sınıfa başlayan 30 bin kız çocuğuna 3 bin TL eğitime başlangıç desteği verilecek. 2 milyon adet Okul Beslenme Paketi ihtiyaç sahiplerine ulaştırılacak. Ebeveyn kaybı yaşamış, şehit veya engellilik durumu olan 100 bin öğrenciye 3 bin TL destek verilecek. 5 yılda 100 bin yeni evli çifte 30 bin TL destek sağlanacak. Yenidoğan Destek Paketi 3 katına çıkacak. 45 bin haneye verilecek. 100 bin öğrenciye 15 bin TL burs verilecek. Burstan yararlanamayan 100 bin öğrenciye ücretsiz ulaşım imkanı sağlanacak. Lise ve üniversite öğrencilerine yılda 2 defa kıyafet kuponu verilecek.

BULUT NEFES ALANI OLACAK

İBB, İstanbul trafiğine “yaya” odaklı çözüm getiriyor. BULUT, Zincirlikuyu Transfer Merkezi’ne yayalar için tasarlanmış bir yollar üstü transfer parkı olacak . BULUT Levent-Beşiktaş hattında Zincirlikuyu Transfer Merkezi’nin yarattığı kesintiyi onarmayı öneriyor. Büyükdere Caddesi’ne, kollarını Gayrettepe, Esentepe, Levazım ve Balmumcu mahallelerine uzatan yollar üstü bir yaya kaldırım sistemi kuruyor. Dolayısıyla BULUT, aralarındaki yaya dolaşımı çoktan kopmuş bu mahalleleri ve aksları tekrar birbirine bağlıyor; şehir içi yaya dolaşımını trafikten uzak çalışır hale getiriyor.

                                                          /././

Ekonomi seneye düzelir inşallah! (Ozan Gündoğdu)

Enflasyonla sabit ücretli kesimlerin ilişkisi bir boks maçına benziyor. Enflasyon, geliri sabit kalan kesimleri köşeye sıkıştırmış, dövüyor. Dayak yiyen ücretli, gardını düşürmeden bu taarruza dayanmaya çalışıyor.

İktidar tabanı, son yıllarda başımıza gelen felaketlere “kader” demeye alıştırıldı. İktidar temsilcileri teflon misali, yanmaz, yapışmaz... Türkiye’nin başına gelmeyen kalmaz ama bunları hepsi bizim irademizin etkili olmadığı, Allah’tan gelen felaketlerdir. Seller, yangınlar, depremler…

Fakat kaderimiz sadece bu “doğal” felaketler değil, aynı zamanda “ekonomik” felaketler de Allah’ın takdiridir. Haşa sayın Cumhurbaşkanı bu felaketten sorumlu olmadığı gibi, bu felaketin yaralarını sarmak için elinden geleni de yapmaktadır. Yapmaktadır da, enflasyon neden düşmemektedir? E seneye düşer “inşallah”…

Partisinin Aksaray Mitingi’nde konuşuyor Erdoğan;

“İnşallah yılın ikinci yarısından itibaren enflasyonun düşmeye başlamasıyla elimiz biraz daha rahatlayacak. Çünkü yüksek enflasyon ortamında ne verirsek verelim dipsiz kuyu misali kaybolup gidiyor. Önce enflasyonu kontrol altına almamız gerekiyor.”

Bu ifadelerin tercümeye ihtiyacı var. Bir metaforla açıklamaya çalışalım; Enflasyonla sabit ücretli kesimlerin ilişkisi bir boks maçına benziyor. Enflasyon işçiyi, memuru, emekliyi yani fiyatlar artarken geliri sabit kalan kesimleri köşeye sıkıştırmış, dövüyor. Sağdan soldan dayak yiyen ücretli, gardını düşürmeden bu taarruza dayanmaya çalışıyor. Tam nakavt olacak, artık havlu atılacak. Gong sesini duyuyoruz. Ücretli gidiyor köşesine, antrenörü bir bardak su veriyor ve diyor ki;

“Bak suyunu da içtin, seni enflasyona ezdirmedim.”

Ücretli de garibim, suyunu içiyor, biraz nefesleniyor ve bir sonraki raunda çıkıyor, dayağa devam…

Bu metaforla düşünürsek, Erdoğan diyor ki, “Molaya gerek yok, zaten dayak yiyorsun, verdiğimiz bir bardak suyu da zaten içemiyorsun, hele dayan zaten maç bitecek.”

Peki bu maç ne zaman bitecek? Bu soruya esaslı bir yanıtı tarihsel bir perspektifle verebiliriz. Zira Türkiye’nin enflasyonla sınavı, Batılı ülkeler gibi limoni değildir. Biz enflasyonla Katolik nikahı kıymış bir milletiz. Ayrı yaşamak mümkündür de boşanmak sanıldığından daha zor.

‘TÜRKİYE’DE ENFLASYONUN TARİHİ’

2006’da TCMB 75’inci kuruluş yıl dönümü şerefine “Türkiye’de enflasyonun tarihi” başlıklı, Fatma Doğruel ve Suut Doğruel imzalı bir kaynak kitap hazırladı. İktisat tarihçisi Şevket Pamuk’un da katkı sunduğu bu eser, tarihimizin enflasyonla nasıl güçlü ilişkileri olduğunu ortaya koyuyor. Belirtmek gerekir, 1923 yılı itibarıyla, nüfusun yüzde 90’ının köylerde yaşadığı, kendi geçimlik üretimini gerçekleştirdiği, piyasanın kent ölçeğinde oluştuğu ve bu ölçeğin de son derece sığ olduğu bir ekonomiye sahiptik. Böyle bir ekonomide enflasyon bugünkü manada görülmediği gibi geniş kesimleri de bugünkü manada etkilemez. Bizde 1950’lere dek enflasyon özellikle savaşların getirdiği bir kıtlığın, negatif yönlü bir üretim şokunun eseridir. Nitekim, 1’inci Dünya Savaşı’nın başladığı 1914’te 100 Lira olan mal sepetinin, Kurtuluş Savaşı’nın başladığı 1919’da bin 329 Lira’ya çıktığını Şevket Pamuk hesaplıyor. 5 yıllık enflasyon yüzde 1229…

Fakat Cumhuriyetin kurulması, erkek nüfusun cephelerden tarlalara dönmesi, denk bütçe ve dış denge politikasıyla Cumhuriyetin ilk yıllarında enflasyon yavaşlıyor. 1923’te 100 Lira olan mal sepetinin 5 yıl sonra 1928’deki bedeli 111 Lira. Yani 5 yıllık toplam enflasyon sadece yüzde 11.

1930’lara geldiğimizde ise tüm dünyayı kasıp kavuran hastalığın adı, enflasyon değil deflasyon. Yani fiyatlar bırakın artmayı, düşüyor. 1930’da 100 Lira olan mal sepetinin fiyatı 1939’da 77 Lira’ya iniyor. Bu dönemin hastalığı ise işsizlik… Fakat korumacı – devletçi sanayileşmenin yanında nüfusun kırsalda yoğunlaşması Batı’daki gibi bir işsizlik sorunu yaşamamamızı sağlıyor. Fakat 1940’lar yine savaş yılları… 1939-1945 arasında gerçekleşen enflasyon yüzde 233. yıllık değil, 6 yılın toplamı...

ENFLASYONLA 70 YILLIK YOLCULUĞUMUZ

Yani bizim topraklarımızda yaşayanlar için 1950’li yıllara dek enflasyon denilen şey, savaşla özdeş bir mesele. Savaş varsa fiyatlar artar, barış dönemleri hiç değilse bolluk dönemleridir. Bu haliyle, bugün deneyimlediğimiz anlamda enfalsyon, bizim için 20’nci yüzyılın ikinci yarısında ait bir meseledir. Nitekim çift haneli enflasyonun bir barış döneminde ilk kez görüldüğü yıl 1954’tür. O yılki enflasyon yüzde 11… İzleyen yıllarda 1960’a dek enflasyon çift haneli gerçekleşecek, 1959 enflasyonu yüzde 19,5 ile barış dönemlerinin rekorunu kıracak. Yani enflasyonla ilk evliliğimiz 6 yıl kadar sürüyor ve 1960’ta bu evliliğe 9 yıl kadar mola veriyoruz. 1970’te ayrılık hasretine dayanamıyoruz ve yeniden çift haneli enflasyonla beraber yaşamaya başlıyoruz.

1970’te yeniden yüzde 11,8 enflasyon yaşanıyor. 1978’de ilk kez yüzde 50’nin, 1979’da ise yüzde 60’ın üzerini deneyimleyeceğiz.  1970’te musallat olan çift haneli enflasyondan 34 yıl sonra, 2004’te ayrılacağız. Bu 34 yıl boyunca, iktidarlar seçmenlerine “ikinci yarıda düşecek”, “gelecek sene düşecek”, “biz iktidara gelelim düşecek” gibi türlü vaatler veriyor. Böyle böyle 34 yıl geçiyor. Bu vaatleri dinleyerek çalışmaya başlayan ücretliler, emekliliğinde de bu vaatleri dinliyor.

Dedik ya, enflasyonla evliliğimiz Katolik nihakı gibidir, ayrılmak var ama boşanmak yoktur. 2004’te de ayrılıyoruz çift haneli enflasyonla ve bu ayrılık 12 yıl sürüyor. 2017’de yeniden çift haneli enflasyonla beraber yaşamaya başladık.

DÜZEN DEĞİŞMEDEN ENFLASYON DÜŞMÜYOR

Savaşları hariç tutalım, enflasyonla tam 70 yıl önce, 1954’te evlenmişiz. Bu 70 yıllık evliliğimizde 2 kez ayrılmış, 3 kez bir araya gelmişiz. İlk beraberliğimiz 1954-1960 arasında yaşanmış ve 6 yıl sürmüş. İkinci beraberliğimiz 1970’te başlamış ve 34 yıl sürmüş. 3’üncü beraberliğimizin de henüz 7’nci yılındayız.

Enflasyonla 70 yıl önce 1954’te tanışmışız ve bu 70 yıllık tarihin 46 yılında çift haneli enflasyonla beraber yaşamışız. Tek haneli enflasyonun tadına sadece 24 yıl bakabilmişiz.

Her iki ayrılık da politik düzen değişimi sayesinde gerçekleşmiş. 1954’teki beraberliğimizi 1960 Darbesi bitirmiş. 1970’teki beraberliğimizi 2001 Ekonomik Krizi ardından gelen IMF Darbesi bitirmiş. 2017’deki beraberliğimiz 7 yıldır güle oynaya sürüyor. Kural değişmeyecek, düzen olumlu ya da olumsuz yönde, bir biçimde değişene dek enflasyonla beraberliğimiz sürecek. Yılın ikinci yarısında da sürecek, seneye de sürecek. Çünkü Türkiye’de enflasyonun nedenleri ekonomik olmaktan çok politiktir. Politik düzen değişmediği taktirde enflasyon daha önce hiç düşmedi, yine düşmeyecek.

(BİRGÜN)

Cumhuriyet KÖŞEBAŞI - 28 MART 2024 -

31 Mart 1909 - 31 Mart 2024: 115 yıl sonra gene istibdat mı?!(Ahmet Saltık)

Belleklerdedir: 31 Mart Kalkışması (isyanı), Meşrutiyetin 2. kez ilanından sonra (ilki 1876) İstanbul’da başlatılan büyük bir ayaklanma ve darbe girişimidir. İttihat ve Terakki’nin desteklediği Hüseyin Hilmi Paşa, sadrazam (başbakan) idi. Önceki sadrazam Meclis’te güvensizlik oyu ile düşürülmüştü! Hareket Ordusu tarafından isyan bastırıldı. 2. Abülhamit’in 1878’de ilk Meşrutiyeti daha 2. yılında kaldırarak başlattığı “istibdat” (koyu baskı-mutlak sultanlık) rejimi sürsün istiyordu gerici-yobazlar. Oysa şimdiki yurdun iki katı alan yitirilmişti bu karanlık dönemde. Vatan toprağı Kıbrıs sözde “kiralanmıştı” İngiltere’ye! Ancak “hürriyet ilan edilmişti” bir kez, geri dönüş yoktu. Avrupa’nın çok gerisinden de olsa “ilerliyorduk”. Tarihin tekerleği ileriye dön(dürül)üyordu, 23 Nisan 1920’de açılan ilk TBMM, “Egemenlik bağsız koşulsuz milletindir” ilkesini benimseyerek gerçekte eylemli olarak (fiilen) saltanatı tanımadığını duyurmuştu. “Tebaa” sözcüğü yerine özen ve bilinçle  “millet” sözcüğü konmuştu, Cumhuriyete giden yolun taşları döşeniyordu. Bağımsızlık savaşının görkemli askeri utkusunun (30 Ağustos 1922) hemen ardından, 1 Kasım 1922’de saltanat kaldırılmış ve son padişah Vahdettin,  İngilizlere sığınarak kaçmıştı.

                                                         ***

115 YIL SONRA NEREDEYİZ?

Hükümet yok! Cumhurbaşkanlığı kabinesi uydurma-zorlama-göstermelik bir sekreterler kurulu.

Meclis yok! Cumhur İttifakı, TBMM’yi noter gibi kullanıyor. Tüm yasa önerileri kaçak Saray’dan geliyor.

Yargı yok gibi! HSK eliyle mutlak egemenlikle atamalar-yükseltmeler-yer değiştirmeler yapılıyor.

Bu kurul da TEK ADAM’ın güdümünde; altı üye doğrudan RTE atamasıyla, yedi üye yürütmenin TBMM’yi yönlendirmesi ile. Tepedeki AYM’nin 12/15 üyesini tek adam RTE atıyor! Son dönemlerde bu yüksek mahkeme “lüks” görülmeye başlandı, kararları utanmazca uygulanmıyor, anayasa değişimi dayatılıyor!

Demokrasilerin sacayağı YASAMA-YÜRÜTME-YARGI erkleri birbirinden bağımsız denge-denet sistemine dayanır. Ulus, egemenliğini bu anayasal  “güçler” eliyle kullanır. “Güçler ayrılığı” yüzlerce yıldır emekle örülmüş bir siyasal kazanımdır ancak ülkemizde 3 Kasım 2002 AKP iktidarı ile birlikte 21+ yıldır adım adım çökertilmiş ve 21. yüzyılda dünyada hiçbir ülkede benzeri olmayan bir postmodern(!) dinci-gerici-despotik rejim koskoca ülkeye dayatılmıştır. Ucubenin adı: Cumhurbaşkanlığı hükümetidir! Atlantik kurgusu-dayatması olarak kökü dışarıda, asla yerli-milli olmayan bir kuşatmadır Türkiye’ye.

21+ yılda ülke hemen her bakımdan gerile(til)miş, çok borçlu=çok bağımlı duruma sürüklenmiştir.

TEK ADAM rejiminde ulusa hesap verme yükümü çöpe atılmıştır. Oysa 1908’de güvenoylaması ile sadrazam düşürülmüştür! Günümüzde hükümet de yoktur, güven oylaması da. TEK ADAM RTE’ye, yardımcısına, bakanlarına, milletvekillerine Yüce Divan’da (Anayasa Mahkemesi) hesap sorabilmek için 400/600 oy gereklidir TBMM’de. Üstelik bu tuhaf kural (Anayasa m. 105/3) ölene dek geçerlidir.

Ucube TEK ADAM REJİMİ, İslami faşizm zeminini de pekiştirerek bir patrimonyal sultanlık kurmuştur. Siyaset bilimi terimi ile bu bir “anomali”dir. Bu rejimler olağan yollarla yıkıl(a)mamaktadır. O halde, antiemperyalist bağımsızlık savaşını kazanan devrimci ulusumuz, bu acı kuşatmayı nasıl yaracaktır?

İlk olarak Türk Devrimi’nin tüm mazlum uluslara örnek “6 Ok”unu anımsamak gerekir. O bütüncül devrimci ideolojinin altı bileşeninden (Ok’undan) biri ve en uzun olanı “DEVRİMCİLİK”tir, unutulmasın! Tarih, 115 yıl sonra 31 Mart 2024’te Türk ulusunun önüne, adeta altın tepside bir fırsat sunmaktadır. O tarihsel fırsatın adı, kâğıt üstünde “yerel seçimler” ancak çok aşkın bir anlam ve önem kazandı. Görülmemiş bir yoksullaşTIRma halka dayatıldı, ülke talan edildi; alın terigöz nurumuz İslamcı-dinci sermayeye ve dış ortaklara aktarıldı. Öyle ki baş sorumlu  AKP=RTE, milyonlarca emekliyi 10 bin TL/ay mutlak yoksulluğa ısrarla mahkûm etti. Hemen hemen tüm demokratik hesap sorma yolları tıkandı! Eğer bu lanetli (maledictus) gidiş durdurul(a)mazsa, fatura daha da ağırlaşacak;  “çıkış” (exodus)  belki de onlarca yıla uzayabilecektir! Okuyucu hoş görür ise “can sıkan” bu öngörülerimiz salt tıp değil, mülkiye ve hukuk eğitimimize de -mutlak bir bilimsel terbiyeye- dayalı, yalın karamsarlık asla değil.

Ne yapmalı? Ana ve şaşmaz hedef, AKP=RTE gerici-uydu rejimini olabildiğince zayıflatmak. Bunu hakkımız olan “oy” larımızla demokratikbarışçıl ve meşru yolla yapmak. Bugün yapıl(a)mazsa gelecekte bu yollar da kullanılamayabilir. Öyle ise her seçim bölgesinde, kazanabilecek en güçlü adayı destekleyerek Cumhur İttifakı adaylarını sandıkta yenmek. “Ulusal güçleri birleştirin” buyruğu ATA’nın! 

                                                  /././

Ben ortada bir seçim görmüyorum(Barış Terkoğlu)

Hükümet de kötüydü ezberci eğitim de... Ama “eski Türkiye” dedikleri dönemin düzenli işleyen iki işi vardı: Biri ÖSYM sınavları, öbürü siyasi seçim. İlkini FETÖ’ye çaldırdılar, öbürünü kendileri ortadan kaldırdılar. Sonunda seçimsiz ve sınavsız kaldık. 

“Eski Türkiye”de seçimlere üç ay kala adalet, içişleri ve ulaştırma bakanları istifa ederdi. Yerlerine bağımsız bakanlar atanırdı. Sebebi hikmetliydi. Şartlar eşit olsun isteniyordu. 

Öyle ya... İçişleri bakanı güvenliğini sağlayacak, adalet bakanı düzenini kuracak, ulaştırma bakanı ise birbirine bağlayacak. “Eski Türkiye” diyerek yasaları ortadan kaldırdılar. Şimdi bütün bakanlar, belediyeler için oy istiyor. Devletin arabasını, korumasını, salonlarını seçim için kullanıyor. 

SEÇİM HAKİMİNDEN BİR MESAJ

İşte “seçimlerin tarafsızlığı” ile ilgili enteresan bir hikâye uzun süredir çantamda bekliyor. 

Önümde, Anadolu’nun bir şehrinde, yargı mensuplarının oluşturduğu WhatsApp grubu var. Biliyorsunuz, sandık kurullarını hâkimler oluşturuyor. İlçe seçim kurulu başkanı hâkimlerden biri, 24 Haziran 2018 seçimlerinin olduğu gün, meslektaşlarını, sözde “nelere dikkat edecekleri” konusunda uyarıyor. İkinci maddeyi aktarayım: “Sayımlar yapılırken her sandık başındaki İYİ Parti yani FETÖ görevlisi bu sonuçları seçim merkezine abartılı yollayacak.” Muhalefetin 24 Haziran’da sahte sonuçlarla sokağa döküleceğini söyleyen komplo teorileriyle dolu uyarı dizisi şöyle bitiyor: “Ve daha dehşet öngörümü söyleyeyim mi: Sokaklar karıştığında Erdoğan’a suikast ekibi devreye girecek. Bunlar en büyük planı 24 Haziran’a yaptılar.” 

İlçe seçim kurulu başkanı söz konusu kadın hâkimin mesajını savcı olan eşi de paylaşmış. Hâkimin ve savcının işini nasıl yaptığı anlaşılıyor. 

SEÇİME DOĞRU OPERASYON

Evet, 24 Haziran seçimleri, sağ salim geçti. Söz konusu hâkim ve savcının, özetle “FETÖ’cü İYİ Parti kaos çıkaracak” uyarılarının gerçek olmadığı anlaşıldı. 

Devamı var... 

Bir yıl sonra 2019’da muhalefet, CHPİYİ Parti ittifakıyla yerel seçime gitti. CHP de İYİ Parti de bu sayede bazı belediyeleri kazandı. Bunlardan biri de İYİ Partili Ünal Çetin’in kazandığı Gökçeada Belediyesi idi. 

Bu süreçte bir değişim daha oldu... 

2021’deki mayıs kararnamesiyle; İYİ Parti’yi FETÖ’cü ilan eden, sandıklarda kaos çıkaracaklarını söyleyen hâkime hanım ve savcı eşi de Gökçeada’nın bağlı olduğu şehrin adliyesine atandı. Artık Çanakkale’de görev yapacaklardı. 

Ve beklenen yaşandı... 

2023 yılının mayıs seçimlerine aylar kala Türkiye, çeşitli belediyelere yapılan operasyonlarla sarsılıyordu. Kimi doğru kimi yalan... Ama seçime giderken belediye operasyonları yapma stratejisinin altında politik hedeflerin yattığı belliydi. 

Mayıs seçimlerine 3.5 ay kala, Çanakkale Savcılığı, Gökçeada Belediyesi’ne operasyon yaptı. Belediye başkanı Çetin, yolsuzluk suçlamasıyla gözaltına alındı, ardından tutuklandı. Sadece o değil, partinin ilçe başkanı da “rüşvete aracılık” suçundan hapse atıldı. İçişleri bakanı da birkaç gün sonra belediye başkanını görevden aldı. 

İYİ Partililer ayağa kalkmıştı. Söylediklerine göre böyle bir soruşturma yürütülse dahi yetkili olan Gökçeada’daki savcılıktı. Çanakkale Savcılığı nedense bu soruşturmayı kendisi yürütmüştü. İsimsiz bir ihbarla başlayan, tutuklamayı gerektirmeyecek bir suçlamayla tutuklamalar yapılan bu dosya, İYİ Parti’ye göre FETÖ usulleriyle hazırlanmıştı. 

Başkan Çetin 5.5 ay sonra serbest kaldı. Ama başındaki Demokles kılıcını gören Çetin, “aday olsa kazanacağı” düşünülen 31 Mart seçiminde, İYİ Parti’nin ısrarına rağmen aday olmaktan vazgeçti. 

MİLİTAN YARGIDA SEÇİM OLMAZ

Yazının gelişinden tahmin ettiniz. Soruşturmanın içindeki yargı mensupları, hikâyenin başındaki mesajı paylaşan kişilerdi. 

Gökçeada Belediye başkanı suçlu mu suçsuz mu bilmiyorum. Söylemek istediğim, seçim kurulu başkanıyken İYİ Parti’ye hakaretle tarafsızlık ihlal ediliyor, seçim sonrası ödül gibi tayin gerçekleşiyor, yeni görev yerinde de İYİ Parti’ye operasyon yapılıyor. Haliyle yargı ile siyaset birbirine karışıyor, adalet militanlaşıyor. 

Türkiye yerel seçimlere giderken Yargıtay Başkanlığı seçimlerinin sekiz turdur sonuçlanmaması, Yargıtay üyelerinin bir kısmının cemaat-siyasetideolojik iltisaklarla oy kullanması bize tehlike sinyali vermiyor mu? Seçim; kurumların işlevli, iradenin özgür, propagandanın serbest olduğu koşullarda olur. Yargı mensuplarının militanlaştığı, TRT’den bakanlıklara devlet kurumlarının taraflaştığı, propagandanın imkânsızlaştığı koşullarda oy kullanılsa da fiilen ortada bir seçim yoktur. 

Elini tutuyorlar, damgayı istedikleri yere vuruyorlar. Buna seçim diyorlar. Koşulları belirlemeden yapılan tercih, sonunda oy da verseniz, seçim değildir.

                                                     /././

Yerel seçimler üzerine notlar(Ergin Yıldızoğlu)

Önümüzdeki yerel seçimler, tarihsel olarak (süreç olarak faşizm içinde) genel siyasi sonuçları açısından çok önemli bir konuma yükseldi. “Kimler kazanacak” sorusundan çok “Kimler kaybedecek” sorusu önem kazandı. Bu seçimlerin, Türkiye nüfusunun yüzde 30’dan fazlasını barındıran, Türkiye’nin toplam hasılasının yarısına yakınını üreten İstanbul (yüzde 30.4), Ankara (yüzde 9.2) ve İzmir (yüzde 6.4) kentlerindeki sonuçları hem iktidarın ve rejimin hem de muhalefetin geleceğini belirleyecek.

ÜÇ BÜYÜK KENT

Laik Cumhuriyetin yaşayabilmesi, demokratik bir olasılığın yeşerebilmesi için o üç büyük kentte AKP adaylarının kaybetmesi gerekiyor. AKP adayları kazanırsa büyük bir ekonomik kaynak ve kurumsal olanaklar rejimin kullanımına açılacak. Bu kaynaklar, olanaklar, rejimin yalnızca bu büyük kentlerde yaşayanları değil tüm ülkenin halkının toplumsal eğilimlerini etkileme kapasitesini aniden, hızla artıracak. Rejimin seçim kampanyası sürecine tüm lider kadrosuyla, en üst düzey bürokratlarıyla yoğun biçimde katılıyor olması bize bu gerçeğin ayırdında olduğunu gösteriyor. Bu gözleme, yargı ve güvenlik güçleri, hatta mali sistem üzerindeki etkisini de eklemek gerekir.

Eğer rejim bu yerel seçimlerde o üç kentin, hatta yalnızca İstanbul’un yerel yönetimini ele geçirebilirse ülke siyasetini yeniden şekillendirme “sürecinde” planladığı, Erdoğan’ın hayat boyu başkan kalmasına, siyasal İslamın etkisinin topluma (eğitim sistemine, sokaklara) ve devlete daha fazla nüfuz etmesine, yayılmasına olanak verecek bir “yeni anayasa”, bunlar için gereken erken seçimler, referandum gibi adımları kendi gücüne, muhalefetin iktidarsızlığına güveni daha da artmış olarak gündeme getirecektir. Kısacası yalnızca yerel yönetimler değil ülkenin “genel yönetimi” de sandıkta oylanacak!

Muhalefetin bu durumun bilincinde olarak bir birlik ya da en azından eşgüdüm içinde davranması beklenirdi, birbiriyle yarışması değil.

MUHALEFET ÜZERİNE DÜŞÜNCELER

Bir süredir CHP, bir “değişim” yaşadığını iddia ediyordu. Ancak seçim kampanyası bu iddiayı ne yazık ki doğrulamadı. CHP’nin iç karışıklıklarını seçim sürecine de yansıtması bir yana, bu seçimlerde de esas olarak AKP tabanından oy alma çabası, 15 yıllık seçim taktiğinin değişmediğini gösteriyor. Diğer bir deyişle, eski liderlik başta olsaydı izlemiş olacağı taktik yeni liderlik tarafından da tekrarlanıyordu. Peki değişim bunun neresindeydi?

Bir kez daha vurgulayalım, AKP tabanından oy alma çabası, bununla beraber gelen söylem ve kavramlar, siyasal İslamın gittikçe artan propaganda olanaklarının (özellikle TV dizileri) etkileri, cumhuriyetçi, seküler, laiklik yanlısı modern seçmenin yalnızca moralini bozmakla, özgüvenini zayıflatmakla kalmıyor, direnme kararlılığını, enerjisini de törpülüyor, siyasal İslamın dayattığı “değişimi” kerhen de olsa kabullenmesini kolaylaştırıyor.

AKP’nin oylarının gerilemekte olması, halkın yüzde 83’ünün ana sorun olarak ekonomiyi görmesi de kimseyi yanıltmamalı. Öncelikle, bu yüzde 83’ün sorunu değil, çözümü nerede ve kimde gördüğü önemlidir. Bu noktada güç sergilemek, güven vermek sonucu belirleyecektir. AKP, bu durumu görüyor ve devletin tüm kurumlarını, “devletin ideolojik aygıtlarını”, kültür endüstrisini, mali kaynakları seferber ederek seçimleri, o üç kentte ne pahasına olursa olsun kazanmaya kararlı görünüyor.

Solun seçim kampanyası boyunca hareket kabiliyetini görece artırmış görünmesi de kimseyi yanıltmamalıdır. Bu seçimlerde muhalefet ne kadar parçalı ve kendi içinde rekabet ediyor olursa, rejimin adaylarının kazanma şansı o kadar artacaktı. Sol, seçimlere, en azından Syriza, Podemos gibi bileşimler yaratarak (onların hatalarını tekrarlaması gerekmiyor) girene kadar da bu durum değişmeyecektir. Diğer taraftan, bu özgür ve adil olmayan seçimlerin sonuçlarına bakarak solun gücünü ölçmeye, bundan sonuçlar çıkartmaya çalışmak da yanlış olacaktır. Bir taraftan, normal bir seçimler ortamında solun oy potansiyeli hızla artabilecektir. Diğer taraftan rejim bu seçimlerde amacına ulaşabilir ve “süreci” daha da hızlandırırsa, solun bırakın gerçek oy potansiyeline ulaşmasını, yaşam alanlarının ortadan kalkması bile gündeme gelebilecektir.

“Kimler kazanacak” sorusundan çok “Kimler kaybedecek” sorusu önem kazandı.  

                                                     /././

Çin ve Rusya’ya açılan ‘özel savaş’ (Mehmet Ali Güller)

Sadece Rusya değil, Çin de terörün hedefinde. Moskova’daki saldırının öncesinde ve sonrasında, Çin doğrudan Pakistan’da hedef alındı:

1) 20 Mart’ta, Çin’in işlettiği Gwadar Limanı idari binasına düzenlenen ilk saldırıda beş güvenlik personeli öldü.

2) 26 Mart’ta Dasu Hidroelektrik Santralı projesinde görevli personeli taşıyan servise saldırıda beş Çinli, bir Pakistanlı personel öldü.

KUŞAK VE YOL'A SALDIRI

Gwadar Limanı’nı bu köşede birkaç kez ele almıştık. Kuşak ve Yol’da kritik öneme sahip ve Çin-Pakistan Ekonomik Koridorunun parçası.

Önemi şu: Çin gemileri Arap/Fars Körfezi’nden çıkınca Pakistan’daki Gwadar Limanı’na demirliyor, petrol limandan boru hatlarıyla Pakistan’ın kuzeyine ve Çin’in Kaşgar kentine ulaştırılıyor. Çin bu şekilde hem yol ve yakıt tasarrufu sağlıyor ama daha önemlisi, ABD’nin etkili olduğu Malaka Boğazı’nı baypas etmiş oluyor. Petrolün bağlandığı Kaşgar ise SincanUygur Özerk Cumhuriyeti’nin batısında. (Bu arada Keşmir bölgesi de Çin, Hindistan ve Pakistan’ı birleştiren coğrafyadadır. Yani ABD’nin Uygur ve Keşmir meselelerine burnunu sokması, enerjipolitik nedenledir.)

20 Mart’ta terör saldırısına uğrayan Gwadar Limanı idari binası da limana 7 km mesafedeydi ve doğrudan Çin hedef alınmıştı.

26 Mart’taki saldırıda hedef alınan servis aracı ise Dasu Hidroelektrik Santralı projesinde çalışanları taşıyordu. Pakistan’ın Hayber Pahtunhva eyaletindeki santral, Çin-Pakistan ekonomik işbirliğinin önemli işlerinden biri.

Özetle bir haftada iki kez, teröristler, Çin’in Pakistan’daki kurum ve projelerini hedef almış oldu.

İRAN - PAKİSTAN - ÇİN HATTI

Gwadar Limanı’na saldırıyı Belucistan Kurtuluş Ordusu’na (BLA) bağlı Mecid Tugayı üstlendi. Tam burada anımsamamız gereken bir olay daha var.

IŞİD’in İran’da 3 Ocak’ta terörist saldırılar düzenlediği süreçte, Belucistan Kurtuluş Cephesi de İran’ı hedef almıştı. İran sonrasında Pakistan topraklarında bu örgüte misilleme düzenlemişti. İki ülke arasında kısa süreli bir gerginlik oluşmuştu.

İran’ın eşzamanlı olarak farklı terör örgütleri tarafından hedef alınması elbette tesadüf değildi.

3 Ocak’ta İran’ı hedef alan saldırılardan sonra işaret etmiştik: ABD’nin Irak ve Suriye’deki askeri varlığının gerekçesi IŞİD’le mücadeleydi. Irak hükümetinin “IŞİD bitti, topraklarımı terk et” dediği süreçte IŞİD aktif hale geliyor ve İran, Irak, Suriye ve Türkiye’de terör eylemleri düzenliyor, “kullanışlı düşman” olarak ABD’nin askeri varlığının sürmesine gerekçe üretiyor!

IŞİD 22 Mart’ta bu kez Moskova’da ortaya çıkıyor. 20 ve 26 Mart’ta ise Çin BLA tarafından Pakistan’da hedef alınıyor.

ABD'YE YARAYAN TERÖR

Moskova’ya terörist saldırıyı incelediğim son makalemi şu sözlerle bitirmiştim: “Orta Asya’dan Ukrayna’ya, Irak ve Suriye’den Karadeniz’e, geniş coğrafyamızda çok boyutlu bir güç mücadelesi sürmektedir; sadece faile işaret eden parmaklara bakmak aldatıcı olabilir, o nedenle geniş siyasi arka plana bakılmalıdır.”

Nitekim Rusya Devlet Başkanı Putin de “Terör saldırısının kimin eliyle gerçekleştirildiğini biliyoruz, ilgi odağımızda ise azmettirenler var” diyerek saldırıyı üstlenen IŞİD’i azmettirenlere işaret etti.

Emperyalist ABD’nin hedefinde hangi ülke varsa, o ülkeyi hedef alan terörist saldırılar yaşanıyor. Adları ne olursa olsun, o terörist örgütlerin saldırıları son tahlilde ABD’ye yarıyor.

Çünkü terör, ABD’nin “özel savaş” yönteminin bir parçasıdır.   

                                                              /././

RTE emeklilerin oylarnı, ciğerini mi biliyor da zırnık koklatmıyor(Orhan Bursalı)

Emekli sayısı 16 milyonu aşıyor. RTE mesela verdik 5’er 10’ar bin TL bile demiyor. Son gün der mi bilemem. 10’ar bin TL verse emekliler üzerinde etkisi ne olur onu da bilmiyoruz. Çünkü doğru düzgün tarafsız bir araştırma-veri yok elimizde. 

RTE biliyoruz zor durumdasınız derken aslında şunu da demiş oluyor: Biz de (daha) zor durumdayız!.. 

Versek gayya kuyusuna atılmış para olacak derken haklı. Enflasyonu ejderha haline getirdiler çünkü, hop havada kapıyor paraları. Enflasyonu önce düşürecekler de emeklinin alım gücü yükselmiş olacak da... 

Ben şunu merak ediyorum: Erdoğan emekliye destek çıkmama kararlılığını gösterirken bunu, mesela İstanbul ve başka bazı il ve ilçelerde seçimleri kaybetmeyi göze alarak mı yapıyor? 

Yoksa Erdoğan kendine oy veren emekli yurttaşların önemli çoğunluğunun ciğerini biliyor, kendisine bağlı olduklarının farkında, oylarını esirgemeyeceklerdir inancına mı sahip? 

ANKET Mİ YAPTIRDI?

Bu satırları yazarken muhalif kanallarda hâlâ eskiden emekliler maaşlarıyla ne kadar altın alırlardı, şimdi ne kadar alıyorlar üzerine bitmez tükenmez konuşmalar kulaklarıma çalınıyor. Kanal değiştiriyorum. 

Sanırım RTE’nin elinde emekliler konusunda yaptırdığı anketler var, durumu görüyor. Belki de emeklilerden önemli bir kesiminin başka gelirleri olduğunu, maddi nedenlerle oyunun rengini değiştirmeyeceğini biliyor. 

Emekliler şüphesiz dağınık kesim, örgütsüz de. 

Bir Emekliler Derneği var. Sitelerinde Yemek Sepeti reklamı yapıyor: 1500 TL. Liderleri bir ara, aylar önce ortalıktaydı, şimdi bildiri yayımlayıp “intibak” istiyor. Emeklilerin acaba dernekten haberi var mı, dernek yönetimi sanki susturulmuş gözüküyor. 

Şüphesiz, aklı başında, durumu net gören ve oyunu ona göre kullanacak milyonlarca emeklinin varlığı ve çok zor koşullarda yaşadıklarını bir gerçek. RTE onları gözden çıkarmış olabilir. 

Seçim aynı zamanda emeklilerin bunca yoksulluğa rağmen RTE’ye destek çıkıp çıkmayacaklarını da gösterecek; tabii bunu ölçecek babayiğit anket şirketleri varsa. Yoksa emekli oyunu avlamak için denize daha çok olta atıp dururlar. 

RTE’DEN SON PEŞREV: DEM 

DEM liderlerinin Kürt meselesini çözerse Erdoğan çözer üzerine bol salçalı konuşmalarından sonra RTE’nin Diyarbakır’da DEM’e, Kürt seçmenine kement atması ve tıpkı DEM liderlerine benzer şekilde “Yeni dönemin kapılarını birlikte açalım” demesi beklenirdi. Maksat umut vermek. 

Ama yem tutar mı, tutmaz. 

Tıpkı bürokrat bakanlarını büyük kentlerde seçim sahalarına sürmesi gibi. 

Tutar mı, tutmaz... 

Bakanların itibarlarına yazık olur. 

Milletin yakın plandan bir bakan görmesi ile sonuçlanır. 

Adamlar ne para dağıtıyor ne vaatte bulunuyor. Tek söyledikleri oyunuzu Kurum’a verin. 

Binali’nin uğradığı büyük feci yenilgi akla geliyor. İkinci adamdı, ak sakallı derekesine düştü.

(Cumhuriyet)


T24 KÖŞEBAŞI - 28 MART 2023 -

 

Dink ailesinin isyanı, DEM Parti’deki derin çatlak ve Erdoğan’ın kapattığı kapılar (Gökçer Tahincioğlu)

Uzun bir zamandır kulislerde, DEM Parti’ye yakın kimi isimlerle AKP’de aktif görevi olmayan ancak AKP içinde etkili kimi isimlerin görüşmeler yaptıkları konuşuluyor. Öncelikle iktidarın havasının bu olmadığının, dahası MHP’nin iktidar ortağı olduğu müddetçe böyle bir sürecin başlayamayacağının altını çizmekte fayda var. Ancak buna rağmen DEM Parti’nin içerisinde, yürütülen en küçük temastan “çözüm süreci” çıkabileceğini düşünen bir kesim de mevcut.

Rakel Dink, eşi Hrant Dink’in öldürülmesine ilişkin davada yaptığı açıklamalara, çarpıcı hayat hikayesi ile başlamıştı. Şöyle diyordu sözlerinin başında: “Benim hikayem 1915’in artıklarından olan Ermeni Varto Aşireti’nde baslar. 1959'da Mardin'de, şimdi Şırnak'a bağlı olan Ermeni Varto Aşireti’nde doğdum. Şimdi buraya Yolağzı Köyü denilmekte. Varto, babamın büyükbabasının adı Vartan’dan geliyor. Aşiretten kalanların tümü 1978'de İstanbul'a geldiler. O güne kadar köy yaşamları boyunca ve o günden sonra da yan köylerin ağalarının çıkardıkları sahte tapularla açılan mahkemelere git gelle uğraştılar. Yan köyler ki onlar da bizim toprakların üzerinde kurulmuştur. Haklarını aradıkları için dayaklar, yaralanmalar, bir iki de mucizevi bir şekilde ölümden kurtulma olayları yaşadılar. Babam, aslını ve dinini inkar etmeden onurlu bir yaşam sürdürdü. Halen davası süren topraklarda yüreği ve aklı kalarak, üç sene önce Brüksel'de, çocuklarından 'ilgileneceğiz' sözünü alarak gözlerini bu hayata kapadı. Asla korkak davranmadı, tembel olmadı, kimsenin emeğine gözünü dikmedi ve bizi asla kinle büyütmedi.”

                                                                      Hrant Dink, Rakel Dink

Rakel Dink’in ailesi için bu topraklar, maddiyattan çok daha fazla anlama geliyor. Rakel Dink’in sözünü ettiği topraklarla ilgili dava, aslında 1962’den bu yana sürüyor. Sorun, Ermeni bir ailenin yıllarca kullandığı, tapusuna sahip oldukları topraklarda Kürt ve Türk ailelerin de hak iddia etmeleri. Kimisi tapusu olduğunu savunuyor, kimisi bu topraklardı yıllarca işlediğini.

Geriye kalan, elde kalan toprakları aile, ellerindeki tapu sayesinde bütün ailenin güvenlik riskleri nedeniyle köyden ayrıldığı 1978’e kadar kullandı.

Onlar gittikten sonra yerel mahkemede yargılama süreci tersine döndü. Ancak Yargıtay, bu yerel mahkeme kararını da bozdu.

Ne gariptir, yörede bu kadar bilinen, bu kadar konuşulan bir mesele olmasına rağmen DEM Parti, Yolağzı köyünün bağlı olduğu Silopi’de, Rakel Dink’in ailesinin yıllardır mahkemelik olduğu aileden bir ismi aday gösterdi.

Resmi kanallarla olmasa da gayrı resmi biçimde partiye rahatsızlık iletildi ancak bir değişiklik olmadı. Her zaman olduğu gibi buradan da geriye kalp kırıklığı kaldı.

***

Erdoğan’ın kapattığı kapı ve DEM Parti’deki çatlak

Uzun bir zamandır kulislerde, DEM Parti’ye yakın kimi isimlerle AKP’de aktif görevi olmayan ancak AKP içinde etkili kimi isimlerin görüşmeler yaptıkları konuşuluyor.

Birkaç tanıklık üzerinden büyük çıkarımlar yapılıyor.

Öncelikle iktidarın havasının bu olmadığının, dahası MHP’nin iktidar ortağı olduğu müddetçe böyle bir sürecin başlayamayacağının altını çizmekte fayda var.

Ancak buna rağmen DEM Parti’nin içerisinde, yürütülen en küçük temastan “çözüm süreci” çıkabileceğini düşünen bir kesim de mevcut. Özellikle AKP’nin bunu yapabileceğini düşünenlerin partideki etkisi, geçen yılki seçimlere kadar fazla değildi. Seçimde yaşanan hüsran, bu isimlerin sesinin daha gür çıkmasına yol açtı.

Elbette iktidarda bulunan parti AKP olduğu için, Erdoğan ve AKP’ye bu çağrıların yapılması olağan. Cezaevindeki eski eş başkan Selahattin Demirtaş’ın, eleştirilmek pahasına yaptığı gibi yeni bir süreci dayatmak için politika ve söylem geliştirmesi de öyle.

Muhalefetin altılı masaya bile alamadığı bir siyasi partiyle çözüm süreci inşa edebileceğini düşünmek, muhalefetteyken bu projeyi geliştirip, iktidara böyle yürümek mümkün değil.

Ancak DEM Parti’nin içerisindeki bir kesimin bakış açısı, “iktidar olan AKP, çağrı onlara yapılmalı” kadar basit değil. Bakış açıları çağrı yapılmasıyla sınırlı değil. Bunun örneklerini de yakın zamanda gördük. AKP ve Erdoğan’ın gerçekten de yeniden bu süreci başlatacağına ciddi ciddi inanan ve bu yönde politika geliştirilmesini isteyen bu kesimin talepleri, partinin söyleminde de ciddi bir çatlağa yol açtı.

Erdoğan’ın, Diyarbakır’da yaptığı konuşma, bu kesim için dramatik… En az Erdoğan’ın “Diyarbakır, özgürlüğü de refahı da AK Parti döneminde görmedi mi?” sözleri kadar dramatik…

                                                 Cumhurbaşkanı Erdoğan, Diyarbakır'da

Erdoğan, MHP ile yol yürümeye devam edeceği mesajını vererek, Diyarbakır’da net biçimde şunları söyledi: “Ülkenin kazanımlarıyla gururlanacak, kayıplarıyla üzülecek herkesle oturup konuşuruz. Türkiye Yüzyılı’nda bizimle yol yürümek isteyen herkesle oturup konuşuruz. Teröre 40 yıl daha feda edemeyiz. Kapımız teröristlere de terör örgütünün güdümünde siyasetçilik oynayanlara kapalıdır. Listelerini terör örgütünün belirlediği parti, parti olmaz. Bunları belirleyecek olan emekleriyle oylarıyla yaşatan tabanıdır seçmenidir. Kürt kardeşlerimizi bu çarpık siyasetin mezesi haline getirmek için sahneledikleri oyunu ibretle takip ediyoruz. Attığımız her demokratik adımı engelleyen CHP’yi utanmadan Kürt kardeşlerimize pazarlıyorlar. CHP’yi allayıp pullayıp size dayatıyorlar. Bunların hangi görüşün temsilcisi olduğunu anlatmaya, bavulların görüntüsü yeterlidir. İstanbul'da ne kadar marjinal ideoloji mensubu varsa getirip Kürt kardeşlerimin başına patron yapanlarla artık gidilecek bir yol kalmadığına inanıyoruz."

DEM Parti’nin kararının “üçüncü yol” olduğunu partinin yetkili kurulları açıkladı. Bu görüş halen temel parti politikalarına yön veriyor.

Buna karşılık, AKP-MHP ittifakının dağıtılmasıyla yeni bir yolun üretilebileceğini düşünenler ve biraz önce sözünü ettiğim, AKP-MHP ittifakına rağmen çözümün iktidarda olduğunu savunanlar da ısrarcı. İktidarın gündeminde ise bunlar değil Suriye ve Irak operasyonları var.

Yerel seçimin sonuçlarını pazar akşamı göreceğiz. Ancak daha önemlisi, Türkiye’nin neredeyse bütünüyle sağ görüşün rüzgarına kapıldığı bir ortamda, sol partilerin, DEM Parti ile yeni bir siyaset üretme zorunluluğu. Yeni anayasanın, operasyonların, yeni düzenlemelerin konuşulduğu bir ortamda, seçim siyasetinin yerini, seçmenlerin yapısal dönüşümünü hedefleyen bir sol siyasetin alması artık zorunlu görünüyor.

                                                                /././

Bir “nereden nereye” hikayesi: ÖTV (Murat Batı)

2024 yılında 1 trilyon 409 milyar 766 milyon TL ÖTV’den gelir hedeflenmektedir. Bu hedef içindeki en büyük pay ise petrol ve doğal gaz ile motorlu araçlardan elde edilecek ÖTV’dir.

Vergi gelirleri içerisindeki payı her geçen gün artan Özel Tüketim Vergisi (ÖTV) sadece malın üretim ve ithalat aşamasında bir defaya mahsus alınır ve bu vergiye sadece mallar konu olur. Hatta her mal değil Özel Tüketim Vergisi Kanunu’nda sayılan yaklaşık 250 adet mal türü girmektedir. Hizmetler ÖTV kapsamı dışındadır.

Son yedi yılda ÖTV tahsilatı

Aşağıdaki tabloda görüldüğü üzere son yedi yıldaki ÖTV tahsilatları bulunmaktadır. ÖTV’den 2017 dahil 2023 yılına kadar elde edilen hasılat bulunmaktadır. Tablodaki 2024 yılı verileri, 2024 yılı Bütçe Kanunu’ndaki tahminlerden oluşmaktadır.

Görüldüğü üzere 2023 dahil son yedi yıldaki ÖTV tahsilatlarının toplam vergi tahsilatına oranının ortalaması yaklaşık yüzde 21,45’dir. Bunun anlamı son yedi yılda toplanan her bin liralık verginin 214,5 lirası ÖTV’den elde edilmiş demektir. Bu oran oldukça yüksektir.

2024 yılında 1 trilyon 409 milyar 766 milyon TL ÖTV’den gelir hedeflenmektedir. Bu hedef içindeki en büyük pay ise petrol ve doğal gaz ile motorlu araçlardan elde edilecek ÖTV’dir. Sadece petrol ve doğal gaz ile motorlu araçlardan hedeflenen tahsilat tutarı 953 milyar 353 milyon liradır.

Diğer taraftan ÖTV tahsilat hedefi önceki yıla göre hep makul oranlarda artmış ama özellikle son üç yıldaki tahsilat tutarı önceki yıla göre ciddi oranda artmış durumdadır. Örneğin 2023 tahsilat tutarı 2022’nin tahsilatına oranla yüzde 121,10 oranında artmış durumdadır. Bu esasında görünmeyen enflasyonun başka bir tezahürüdür.

İyi de bu ÖTV ne zaman hayatımıza girdi. Aşağıda ÖTV’nin tarihsel seyri hakkında bir bilgilendirme özeti yaptım.

İlk ÖTV fikri

Osmanlı dönemine kadar uzanan süreçte ÖTV’ye benzeyen vergiler şimdiki ÖTV Kanunu ile tam benzemese de hep vardı. Ancak kurumsal anlamda ilk temeller 23 Temmuz 1956 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan Gider Vergileri Kanunu içinde bulunan ve 1 Mart 1957 tarihinde uygulanmasına başlanan istihsal vergisi ile atıldı diyebiliriz.

Bu Kanun’un 1’inci maddesi “Bu Kanuna bağlı I, II ve III numaralı tablolarda yazılı maddelerden Türkiye'de istihsal ve imal olunanların müstahsil veya âmilleri tarafından teslimi veya kendi imalâtlarında sarf edilmesi; bunlardan yabancı memleketlerde istihsal ve imal edilenlerle IV üncü tabloda yazılı mamullerin Türkiye'ye ithali, bu tablolarda gösterilen nispet ve hadlerde istihsal vergisine tabidir.” denilmek suretiyle ilk taş atılmış oldu. O dönem 22. Hükümet iktidardaydı (9 Aralık 1955 - 25 Kasım 1957) ve Başbakan Adnan Menderes idi.

Daha sonra…

Ancak daha sonraları ÖTV olarak bildiğimiz bu verginin hayata geçirilmesi için ilk çalışmalar Maliye Bakanlığında 1990 yılından itibaren başladı[1].

ÖTV mevzuat çalışmaları yapılırken Avrupa Birliği’nin (o dönemdeki adıyla Avrupa Topluluğu) ilgili mevzuatıyla da uyumlu olması gibi bir hedefimiz de vardı; bizi de AB’ye alsınlar diye. O nedenle ÖTV çalışmaları görevi o tarihlerde Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı’ndaydı.

Ayrıca gümrük birliğinin varlığından dolayı ithal ürünlerden alınacak vergilerde bir düşüş yaşanacak ve bunu telafi etmek için de ithal edilen ürünlere yeni bir vergi getirilmesi gerekecekti.

Kahraman olacak bu verginin adı ÖTV idi. Avrupa Birliği’ne uyum süreci de tamamlanacak özellikle zararlı ürün sayılan alkol ve tütünden de ekstra vergi alabilecektik. Beyaz eşya olarak sayılan ürünlerden, otomobillerden, elektronik vb ürünlerden yani ithale dayalı ürünlerden ÖTV alırsak ithalatı da azaltmış olacaktık ve elbette dış ticaret açığını azaltıp dolayısıyla da döviz kaçağını da bir nebze yok etmiş olacaktık. O tarihlerde Başbakan Tansu Çiller idi.

Tüm bu nedenlerden ÖTV Kanun Tasarısı çalışmaları Dış Ticaret Müsteşarlığının (İthalat Genel Müdürlüğü) koordinatörlüğünde gerçekleşti. Bir komisyon kuruldu ve komisyonda Maliye, Sanayi ve Ticaret Bakanlıkları, DPT, Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı ile Gümrük Müsteşarlığından yetkiler bulundu. Özellikle ithal edilen ve edilebilecek mallar bu verginin odağına alındı ve bu kapsamda taslak oluşturuldu.

Daha sonra 29 Kasım 1993 tarihinde ÖTV Kanun tasarısı Meclise sunuldu. O dönemde ilk taşı atanlar; Maliye Bakanı İsmet Attila, Başbakan ise Tansu Çiller idi[2].

Meclise sunulan bu ÖTV Kanun tasarısı 18 maddeden oluşuyor ve Kanun kapsamına akaryakıt, petrol ürünleri, madeni yağlar, beyaz eşya, alkollü içkiler, tütün mamulleri, tropikal meyveler, meyve suları dahil edilmiş.  Ama bu Kanun tasarısı 1995 yılında yapılan seçimler nedeniyle sonuçlanamamıştır.

Bu olmadı, bi’ daha…

Bu defa ÖTV Kanun tasarısı oluşturulurken özellikle gümrük birliğine geçişten dolayı ithal ürünlerden alınan vergi gelirlerindeki azalma ve AB uyumu adına düzenleme yapma gayreti tasarının odağını oluşturmuş. Yani hem gümrük birliğinden dolayı azalan vergi gelirlerimizi yeni bir vergi kanunu ile telafi etmek hem de AB sürecinde mevzuat uyumlaştırılması sorununun çözümü adına adım atmak ikinci tasarı çalışmasının esas hedefiydi.

Bu tasarı hazırlanırken ÖTV Kanununun özellikle diğer vergi kanunları ile uyumu adına, yeni kanunun hayata geçmesiyle birlikte olası yaşanabilecek sektörel daralmalar ve olumlu/olumsuz etkilerini değerlendirmek için Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, DPT, Hazine Müsteşarlığı, Dış Ticaret Müsteşarlığı, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, Tekel, Gümrük Müsteşarlığı, otomotiv ve akaryakıt ile alakalı temsilciler ile Maliye Bakanlığı farklı çalışma grupları oluşturmuşlar. Raporlar ve öneriler sunulmuş ve nihayetinde ÖTV Kanun tasarısı 22 Mayıs 1996’da Meclise sunulmuşturO tarihte Başbakan Mesut Yılmaz idi.

Meclise sunulan ÖTV Kanun tasarısı şu an yürürlükte olan Kanun’la oldukça benzerdir. Kapsamı neredeyse aynıdır. 18 madde ve iki geçici maddeden oluşan ÖTV Kanun tasarısının kapsamına petrol ürünleri, motorlu araçlar, kolalı içecekler, alkollü içkiler, tütün mamulleri, beyaz eşya, lüks tüketim malları girmekteydi. Hatta bu ürünler şu anki Kanunda olduğu gibi 4 ayrı cetvelle sınıflandırılmıştı.

Ama gel gör ki bu tasarı da 18 Nisan 1999 seçimlerinden dolayı öylece olduğu yerde kaldı ve yasalaşamadı.

Bir kez daha….

AB uyum süreci, gümrük birliği nedeniyle azalan vergi gelirleri, kriz söylentileri/varlığı, artan kamu harcamaları, bütçe açığı gibi ülkemiz adına kronik hale gelmiş sorunlardan dolayı bu verginin bir an evvel hayata geçmesi gerekmekteydi.

Bu yüzden bi’ daha dedik ve çalışmalara yeniden başladık. İkinci kanun tasarısı ile hemen hemen aynı olan bir taslak daha hazırlandı ve 15 Nisan 2002’de Bakanlar Kurulu’nda kabul edilip 17 Mayıs 2002’de de Meclise sunuldu. O dönem Başbakan Bülent Ecevit idi.

6 Haziran 2002’de de TBMM Genel Kurul’da kabul edildi ve 12 Haziran 2002 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan ve 22 madde ile 2 geçici maddeden oluşan 4760 sayılı Özel Tüketim Vergisi Kanunu 1 Ağustos 2002 tarihi itibariyle yürürlüğe girdi.

ÖTV Kanunu süreç içerisinde çeşitli değişikliklere uğradı ve şu an itibariyle 22 madde ve 9 geçici maddeden oluşan 4760 sayılı Özel Tüketim Vergisi Kanunu yaklaşık 22 yıldır hayatımızda.

--------------------------------------------------------------------------------------------

[1] Kemal Oktar, Özel Tüketim Vergisi, Yeni e-konomi Yayını, 2020, s.15.

[2] Oktar, s.17.