7 Nisan 2024 Pazar

Cumhuriyet KÖŞEBAŞI - 7 NİSAN 2024 -

 

Alay ettiler..(Işıl Özgentürk)

Sevgili okurlarım her seçimden yenilgiyle çıkmaya öylesine alışmışım ki televizyonu korkarak açıyorum ve her yarım saatte bir izlediğim İkinci Dünya Savaşı belgeselini kapatıp seçim haberlerine bakıyorum. Evet usul usul korkum geçiyor anlaşılan bugün Tayyip Erdoğan azarlayan sesiyle balkon konuşması yapamayacak. Ne oluyor? AKP en baba illerini kaybediyor. Neden? Birden tüm dini kitaplarda, dini metinlerde en büyük suç kabul edilen kibir aklıma geliveriyor. 

Ve düşünüyorum, insanoğlunun onuruyla asla oynamayacaksın! Ama güç sahipleri ülkemin insanlarıyla öylesine alay ettiler, onlara öylesine üstten baktılar ki. 90 yaşındaki insanlara, “Git simit sat, su sat, mendil sat, ek gelir sağla!” dediler. İliç’te dokuz kişiyi ölüme terk ederken kılları kıpırdamadı. Ölsünler!

Uludere’de çocukları bilgisayar taksitlerini ödemek için kaçağa giden ve devletin bombalarıyla katırlarının altında ölen çocukların annelerine, kız kardeşlerine, babalarına, arkadaşlarına bir geçmiş olsun demediler; davalar sürüncemede kaldı. 301 madencinin öldüğü Soma’da babalarına mektup yazan çocuklar büyüdü ve babalarını öldüren kusurlu madenin sahibinin aklandığını gördüler.

İnadım inat! Çocuklarının kemiklerini talep eden Cumartesi Anneleri’ni her cumartesi elleri kelepçeli olarak, polis arabalarına bindirdiler! Kuran kursunda yanan gencecik kızları, yüzlerce erkek şiddeti gören, öldürülen kadınları içlerinden “Onlar kadın, ne kıymeti var” diyerek İstanbul Sözleşmesi’ni bir dakikada alkışlarla gündemden düşürdüler.

El çabukluğuyla yanlarına kendi yandaşlarını alan yabancı şirketlere ülkenin yer yerinde binlerce maden ruhsatı verdiler. Toprakları için direnen köylüleri, aktivistleri en gaddar biçimde coplattılar, biber gazına boğdular. Bir halk direnişi olan Gezi’de ölenler için tek bir başsağlığı dilemediler, sudan suçlamalarla ülkenin en değerli insanlarını rehin alıp mahkûm ettiler. Katar emiri öldüğünde yas ilan edip binlerce yurttaşın öldüğü depremde tek bir gün yas ilan etmediler.

Binlerce yandaş çalışanın altına değeri üç milyona varan arabalar çektiler. “İtibardan tasarruf olmaz” diyerek saraylarını öyle bir ışıklandırdılar ki millet kendi lambasını kısmak zorunda kaldı. Ülkenin bütün fabrikalarını (düşman bile yapmaz) yandaşlarına peşkeş çektiler. Pırlantadan, yatlara konan mazottan vergi alınmazken -çünkü onların çocukları doğdukları gün parmaklarına tek taş pırlanta takmaları gerekiyorduyatlarda âlemler yapılırken, pazar yerleri dağılırken, başörtülü kadın ve kızların geriye kalan atılmış sebze ve meyve toplaması hiç umurlarında olmadı.

Kibir öylesine başını alıp gitti ki içinden, sessizce Tanrı’ya ve kitaba inanan insanların inançlarıyla adeta alay edercesine görgüsüz, aşağılayıcı bir yaşam tarzını benimsediler. Vergi vermeyi ahmaklık olarak gören, hacca sadece gösteriş için giden, yeni doğan kızına tek taş pırlanta takanların, her önüne gelenin “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” diye kibirle dolaştığı bir ülke olduk.

Bu arada dört bakanlığının bütçesinden fazla para harcayan, çalışanlarını lüks otellerde tatile gönderen, insanların anasının dizinden bile tahrik olacağını söyleyen, ne iş yaptığı belli olmayan bir gayya kuyusuna itildik. Tarikatlardaki çocuk tecavüzünü bile gülerek “Bir kereden bir şey olmaz!” diye aklayan insanların kabul gördüğü bir ortam oluştu.

750 bin üniversite öğrencisinin kaydını sildirmesi kimsenin umurunda olmadı, kibir alıp başını gitti. Para para para diyerek adeta bir kumar bağımlısı gibi dolaşırken devleti, kurumları Hollanda’nın ve Rusya’nın uyuşturucu baronlarına teslim ettiler. Bir zamanlar Yüksekova için söylenen bir söz vardı: “Bir torba toz, bir otobos.” Şimdi bu değişti: “Bir rezidans, bir vatandaşlık.”

Bütün bunları yazarken birden değerli hikâyeci Ömer Seyfettin’in bir hikâyesi aklıma geldi: Diyet. Hikâyenin kahramanı Koca Ali çok değerli kılıçlar yapan bir ustadır. Bir gün bir kumpas sonucu kadının önüne çıkar. Ve kolunun kesilmesi kararı verilir. Koca Ali için bu ölüm demektir. O sırada zengin bir Hacı bu durumdan yararlanır, belli bir miktar akçe öder ve Koca Ali’yi yanına alır. Ölene kadar yanında çalışmasını da şart koşar. Koca Ali Hacı’nın yanında çalışmaya başlar ama Hacı her gün onu kurtardığını, o olmasa şimdi kolu kesik sokaklarda sürüneceğini söyler ve ona en ağır işleri yaptırır. Ama bir gün Koca Ali eline satır alır ve kolunu keserek “Al diyetini!” diyerek Hacı’nın yüzüne fırlatır ve çekip gider.

Ne dersiniz dostlarım bu seçim “Al diyetini!” diyenlerin seçimi oldu. Ne demiştik kibrin sonu kuburdur!

Yazarın notu: Kibrin bir zamanlar Haliç Tersanesi’ne sokmadığı gencecik bir gemi mühendisi kadın, Sinem Dedetaş kibirden uzak öyle güzel gülümsüyor ki Üsküdar’ı kıskanmamak elimde değil.

                                                  /././

Müze Gazhane diye olağanüstü bir yer (Orhan Bursalı)

Kadıköy, sonradan Hasanpaşa Gazhanesi adını alan büyük tesis 1892-1993 yılları arasında Kadıköy bölgesinin gaz enerjisi ihtiyacını karşıladıktan sonra, doğalgaz gelince sanayi tarihinin çok önemli bir mirası oldu. Tıpkı bugün Silahtarağa’da şimdi üzerinde bir üniversite kurulan elektrik üretim fabrikası gibi.

Hasanpaşa Gazhanesi kok kömüründen ürettiği “hava gazı” ile evleri ısıttı, sokakları aydınlattı. 93’ten sonra uzun süre fabrika alanı, İETT otobüsleri deposu, hurdalık, çöplük ve kömür deposu olarak kullanıldı. Bu arada fabrika parça parça sökülüp o muazzam üretim tesisleri hoyratça yok ediliyordu. Gazhane Çevre Gönüllüleri yıllarca mücadele etti. Kültür ve sanat merkezine dönüştürülmesi projesi hazırlandı (Afife Batur hocanın kulakları çınlasın!). Önce SİT alanı ilan edildi. 2014’te büyükşehirin onayıyla Müze Gazhane inşası başladı. Üç yıl önce de açıldı.

(mstfkrc not) 1)http://www.istanbullite.com/istanbulkiyik%C3%B6350e/istanbulungazhaneleri.html

2)https://yesilgazete.org/gazhane-mahalleyi-kirleten-fabrikadan-iklim-muzesine/

HALK GİRİŞİMİ

Müze Gazhane öncelikle bir sivil halk girişiminin büyük başarısıdırÖnceki gün bir öğleden sonrayı orada geçirdik. Öyle “Bakayım şöyle bir” denecek bir yer değil. Gideceksiniz, anıtsal sanat eseri gibi yer yer inşa edilen fabrikanın farklı işlevlerdeki yapılarını gezeceksiniz. Geniş alana serpiştirilmiş heykelleri inceleyeceksiniz. Kafelerinde oturacaksınız. Çocukların koşuşturmalarını seyredeceksiniz. Müze Gazhane’nin hem tarihini hem mirasını hem şimdiki güzelliklerini içinize çekeceksiniz.

Sonra Beltur’da yemeğe oturacaksınız. Ben yıllardır uzak durduğum hamburgerlerine takıldım.

Şefin hamburgeri umarım bir alışkanlık yapmaz! *

ALLAH KUVVET VERSİN! 

Sonra İstanbul Kitapçısı’na gideceksiniz. Sizi bilmem ama ben Tatavla Tarihi’ne takıldım. Oturup okumaya başladım. 1913’te yazılmış çok özel bir çalışma. 1500’lerden itibaren Kasımpaşa’dan yukarı doğru uzanan alana (bugünkü Kurtuluş’a) getirilen ağırlıklı Ege adalarından esirlerin ve özellikle Sakızlıların yerleştirildiği büyük Rum nüfusun ve yaşamın hikâyesi.

İlk kez gördüm: Yazar Melisinos Hristodulu sunuş yazısını “Allah kuvvet versin!” diye bitiriyor! Kitabı İstanbul kitapçılarında molalar vererek bitirmeyi planladım. Böyle bir de işim oldu!

HAYDİ TARTUFFE'E

Tiyatro zamanı geliyor. Soluğu Tartuffe oyununun sahnelendiği salonda alıyoruz sonra. 400 yıl önce Molière’in toplumsal mizah yüklü ünlü eseri. Yiğit Sertdemir’in yönettiği oyun, şairimiz Orhan Veli Kanık çevirisi ve şiirlerinin de seslendirilmesi ile bir tiyatro şöleni. Sahne, dekorlar, giysiler, baştan sona çok yüksek bir oyuncu performansı. Ve en önemlisi günümüze uygun çok hoş güncellemeler. Yüzyıllardır dini kullanarak her türlü kepazeliği toplumsal alanda kullanan yobaz ve sahtekârlar...

Ve akın akın gençler. Biz yaş ortalamasını yükseltiyorduk.

Neyse ki sayımız az olduğundan etkisi de fazla olmadı!

Müze Gazhane herkesi bekliyor, hakkını verin...

* Bu kez yazıya dökeceğim. Demir sandalyeler ve masalar. Müşteri ve hizmet verenlerin kalkıp oturdukça, yerleştirildikçe büyük gürültüler ortalığı kaplıyor ve sessizlik rezil bir gürültüye dönüşüyor. Bu demirlere lastik papuç taksanıza dedim. Abi birkaç kez denendi ama düştüler dedi. Yaratıcı çözüm bulunabilir. Tasarlanıp ürettirilebilir. Moda’da bir pizzacıda çıldıracaktım.

Demek ciddi sorun: Sandalye üreticileri bu çözümle satmalılar. Üretim aşamasında.

Türlü çözümler akla geliyor.

Bakalım kim el atar, yoksa sandalye pabucu üretimine soyunacağım!

                                                                /././

İster anla ister anlama (Özdemir İnce)

Başyüce başta olmak üzere 31 Mart 2024 günü ağır sıklet boks maçında yaşadıkları nakavtta hangi yumruk ve yumrukların etkili olduğunu gizlemeye çalışmaları çok şaşırtıcı. Önce onların teşhislerini dinleyelim; ben de eski bir boksör olarak gerçek nedir açıklarım.

Yeni Şafak gazetesi şöyle bir değerlendirme yapmış: “Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan ‘kibir hastalığı’ vurgusuyla yerel seçim değerlendirmesi: Ya toparlarız ya da buz misali eririz. AK Parti MYK toplantısında 31 Mart yerel seçimlerine ilişkin değerlendirmelerde bulunan Cumhurbaşkanı Erdoğan, milletin sandığa küsmesine hayat pahalılığının ve enflasyonun neden olduğuna vurgu yaptı. ‘Kibir hastalığı’ vurgusuyla özeleştiride de bulunan Erdoğan, hatanın millette aranmaması gerektiğini, partide kimsenin hesap sorulamaz olmadığının gösterileceğinin altını çizdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, ‘Ya hatalarımızı görerek kendimizi toparlarız ya da güneşi gören buz misali erimeye devam ederiz. Ya başından sonuna kadar işimizi dört dörtlük yaparız ya da çok daha ağır bedeller ödemekten kurtulamayız’ dedi.”

R.T. Erdoğan uğradığı bozgunun gerçek nedenini nedense anlamak istemiyor ya da itiraf etmeye gücü yetmiyor. Bozguna sadece yoksulluğun ve emekli yığınların öfkesinin, dolayısıyla enflasyon ve ekonominin yol açtığını sanıyor ama bozgunun nedenini anlayanlar da var.

EKONOMİ YENİLGİNİN GÜNAH KEÇİSİ DEĞİL

Basından aktarıyorum: “AKP’nin yerel seçimlerdeki yenilgisi sonrası MYK önceki gün Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan başkanlığında toplandı. Toplantıya, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet YılmazÇalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan ile Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek de katıldı. Seçim yenilgisinin nedenlerine ilişkin toplantıda yapılan değerlendirmelerde, ‘yenilginin en önemli nedeninin ekonomi olduğuna’ yönelik söylemlere Bakan Şimşek’ten itiraz geldiği belirtiliyor. Şimşek’in, toplantıda, ekonomi politikasına ilişkin sunum yaptığı ve gelecek dönem hedeflerini anlattığı ifade edilirken, yerel seçimlerde alınan sonucun tek nedeninin ‘ekonomiye bağlanamayacağını’ dile getirdiği kaydediliyor. Büyükşehirlerde ve illerde seçim yenilgisinin ‘farklı nedenlere dayandığını’ söyleyen Şimşek’in, bu nedenlerden ‘yalnızca birinin ekonomi olduğu’ savunusunu yaptığı kaydediliyor. Şimşek’in, toplantıda, gerçeği söylemi ve ‘Günah keçisi sadece ekonomi değil. Ekonominin yanında seçim yenilgisinin altında sosyolojik ve siyasal nedenler de var’ dediği söyleniyor.

Normal düzenlerde vatandaş ekonomik durumun nereden kaynaklandığını bilirse bu sıkıntıya katlanmasını da bilir. Ama ekonomik sıkıntı ve yoksulluğun nedeninin yaptırılan havaalanlarının, otoyolların, köprülerin yol açtığı yağma ve soygun düzeninin ürünü olduğunu sonunda öğrenirse (öğrenince) bu düzeni değiştirmek için külah değiştirir. Sen istediğin kadar kadrolu ve ödenekli seçmen kitlesi yarat buz gibi, kar gibi erirsin. Mehmet Şimşek toplantıda “Yenilgisinin altında sosyolojik ve siyasal nedenler de var” diyor ya bunun ne anlama geldiğini eşeleyelim:

Cumhuriyet düşmanlığı yapan kim? Şeriat övgüsü yapan kim? Halifelik düşleri kuran kim? Adliye koridorlarında “Şeriat isteriz” diye tepinenleri alkışlayan kim? Bakanlıkları tarikatlara teslim eden kim? Laik okullara imamları sokan kim? Kuruluş amaçları din adamı yetiştirmek olan imam hatip okul ve liselerini temel öğretim kurumları haline getiren kim? “Liyakat” kavramını ayaklar altına alarak devlet kadrolarını imam hatip mezunlarına peşkeş çeken kim? Cumhuriyetin kurduğu fabrikaları batan geminin malı gibi eşe dosta satan kim? Devlet limanlarını, askeri sanayi fabrikalarını Araplara satan kim? Koruma ordusuna, Saray harcamalarına milyarlar döken kim? Devleti devletsizleştiren, devleti özelleştiren kim? Halkın tamamını “Karatepeli” sanan kim?

Bir de kazanan tarafa bakalım: Meydanlarda yukarıda sorulan soruları sordu ve sorumlunun Başyüce ve AKP’si olduğunu söyledi. Cumhuriyetçi, laik ve devrimci akıl yol gösterdi.

                                                    /././

Ramazanda bir ay boyunca kapatılan yemekhaneler (Zülal Kalkandelen)

Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü, son birkaç yıldır olduğu gibi, yine ramazan ayı boyunca personel yemekhanesini kapatmış.

Önce 29 Şubat 2024’te ilgili müdürlüklere bir yazı gönderilerek “11.03.2024 tarihinde ramazan ayının başlaması nedeniyle, Yemek Yürütme Kurulu’nun yemek sayılarını planlaması açısından” öğle yemeği hizmetinden yararlanacak personel sayısı sorulmuş.

5.03.2024 tarihli yazıyla da “Alınan cevabi yazılar ile öğle yemeğinden faydalanacak personel sayılarının yetersiz kalması sebebiyle ramazan ayı süresince öğle yemeği verilemeyecektir” denerek merkez birimlere, Ankara’daki tüm ilçe müdürlüklerine bildirilmiş.

Daha sonra da tadilat yapılacağı ileri sürülerek personel yemekhanesi kapatılmış. Bu yazıların usulen yazıldığı, aslında amacın daha baştan ramazan ayında yemekhaneyi kapatmak olduğu, tadilat ve yemekhane ihalesini alan firmanın zarar edeceği gibi bahanelerin de kullanıldığı dile getiriliyor.

Bu da yetmezmiş gibi, kurumda çalışanlar, “bizzat Genel Müdür Mehmet Zeki Adlı tarafından personel odalarının tek tek gezilerek hal hatır sorma adı altında ‘Ramazan ile aranız nasıl’ şeklinde soru sorularak personele mobbing uygulandığını ve bir tür fişleme yapıldığını” iddia ediyor. İlginç olan şu ki Adlı, 2011’de görevinden istifa ederek AKP’den milletvekili aday adayı olduğunda “inancından dolayı 28 Şubat mağduru olduğunu” söylemişti.

                                                    ***

Bu durumda haklı olarak bazı soruları sormak gerekiyor.

Kaç personel yemek yemeyi talep etti ve kaç kişi olsaydı yemekhane açık tutulacaktı? Mevzuatta böyle bir kriter mi var?

Ramazanda oruç tutanlar var diye oruç tutmayanların bir ay boyunca öğle yemeği hizmetinden yoksun bırakılması yasal değildir. Laik bir devletin kurumu bir din ibadetini gerekçe göstererek tüm memurları yılın aynı döneminde bir ay boyunca bir haktan yoksun bırakamaz!

Ayrıca tüm kurumlar yemekhane ihalesine çıkarken ramazan ayını göz önünde bulundurarak hazırlıklarını buna göre yapar. İhaleyi alan firmanın zarar ettiği gerekçesiyle memurların yemek hizmetini engellemek hak gaspına girer.

Son birkaç yıla kadar ramazan ayında yemekhane kapatılmıyorken ne oldu da şimdi bu uygulama kalıcı hale getirilmek isteniyor?

Yemekhanenin neresinde onarım yapıldığına ilişkin bilgi verildi mi? Diyelim ki bir binada yemekhane bu gerekçeyle kapatıldı, diğer müdürlüklerde de mi aynısı oldu?

                                                        ***

Oruç tutmayan personel yemek hizmetini bir ay boyunca alamayarak mağdur olduğu gibi kurum içinde bu yolla baskıya da maruz kalıyor. Bir devlet memuru inançlı olmak zorunda olmadığı gibi, farklı bir inanca da mensup olabilir ya da sağlığı oruç tutmaya uygun olmayabilir.

İbadet edenler kendileri için ediyor; aynısını herkesin yapmasını beklemek ya da başkalarını haklarından mahrum ederek zorlamak yasal olmadığı gibi adil de değildir. Ne tadilat ne de yemek yiyecek personel sayısının azlığı bu baskıya gerekçe olabilir.

Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü’ne bağlı birimlerde çalışanlar, son birkaç yıldır kurumda oluşan havada soluk almakta zorlandıklarını, bırakın görevde yükselmeyi ya da liyakaten atanmayı, bu gidişle muhalif memura yaşam şansı bile tanınmayacağını söylüyor!

(Cumhuriyet) 

KISA KISA GÜNDEM BAŞLIKLARI - 7 NİSAN 2024 -

AKP satmakta, Koç almakta ısrarcı: Kalamış Yat Limanı yeniden özelleştirilmek isteniyor (soL)

Bu defa da engellenemezse İstanbul’un yat limanı kapasitesinin yüzde 25’ini, Türkiye’nin yüzde 6’sını temsil eden Kalamış Yat Limanı özel ellerin olacak.(https://haber.sol.org.tr/haber/akp-satmakta-koc-almakta-israrci-kalamis-yat-limani-yeniden-ozellestirilmek-isteniyor-392787)

CHP’nin kazandığı AKP’nin yönettiği Sancaktepe Belediyesi’nde lüks içinde yaşamışlar (Cumhuriyet)

İmamoğlu’nun kampanya direktörü Necati Özkan, yıllardır AKP’nin yönettiği Sancaktepe Belediyesi’nin lüks içinde olduğunu açıkladı. Özkan, “Başkanlık katı 6 bin metrekare, jakuzi, 200 metrekarelik mutfak…’ dedi.(https://www.cumhuriyet.com.tr/siyaset/chpnin-kazandigi-akpnin-yonettigi-sancaktepe-belediyesinde-luks-2194224)

Afrika’dan gelip kaçak çiftlik yaptı (İsmail Arı-Birgün)
İBB, Afrika ülkesi Burkina Faso vatandaşı Bonkoungou’nun, Silivri’de kaçak çiftlik inşa ettiğini tespit etti. Golf sahası ile havuzlu villanın da yer aldığı çiftliğin sahibi Bonkoungou’yu Erdoğan Saray’da ağırlamış.(https://www.birgun.net/haber/afrikadan-gelip-kacak-ciftlik-yapti-520159)

Vigo kuryeleri eylemde: Paket başı ölüm demektir (Murat Uysal-Evrensel)

Paket başı ücret siteminin kuryeleri ölüme sürüklediğini söyleyen Vigo kuryeleri yaptıkları eylemlerle kararın kaldırılmasını ve saatlik garanti ücret modeline dönülmesini istiyor.(https://www.evrensel.net/haber/515229)

Yangından kurtulan işçi anlattı: Zorla çalıştırıldık, çıkabileceğimiz tek kapı bizden gizlendi (BURCU GÜNÜŞEN, EMRE ALIM/sol)
Yangından kurtulan işçi anlattı, sorumluların savunmaları boşa düştü. Buna göre kulüp personeli zorla çalıştırılmış, işçilere mekanın üçüncü bir çıkışı olduğu söylenmemiş.(https://haber.sol.org.tr/haber/yangindan-kurtulan-isci-anlatti-zorla-calistirildik-cikabilecegimiz-tek-kapi-bizden-gizlendi)

Verdiği sözü tutmadı: Kurum’un TOKİ’si dökülüyor. Yurttaşlar mağdur edildi, su ve doğalgaz verilmiyor (Emirhan Çoban-Cumhuriyet)

Yerel seçimlerde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı için aday gösterilen eski Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum’un döneminde yapımına başlanan Ankara Yenimahalle’deki Yakacık TOKİ Konutları’nda oturan yurttaşlar zor durumda.(https://www.cumhuriyet.com.tr/siyaset/verdigi-sozu-tutmadi-kurumun-tokisi-dokuluyor-yurttaslar-magdur-2194262)

6 Nisan 2024 Cumartesi

Birgün KÖŞEBAŞI - 6 NİSAN 2024 -

 

“Kabristanlık, Mezbahahane, Vakurlu” Derken…(Atilla Aşut)

Bizim insanımız, anadilini yanlış öğrenmeye kararlı görünüyor! Doğru bilgi yerine yanlışa yönelme konusunda herkes özel bir çaba içinde sanki!

Örneğin “kabristan” yerine “kabristanlık” diyenlerin sayısı çoğalıyor. Bilgisunar üzerinden bir tarama yaparsanız, kamu kuruluşlarının resmi sitelerinde bile bu yanlış kullanımla karşılaşabilirsiniz. Dildeki bozulma öylesine yaygınlaşmış ki KKTC’nin başkentindeki gömütlüğün kapısında bile “Lefkoşa Belediyesi Kabristanlığı” yazıyor! Fotoğrafını çekerek BirGün’de yayımladım ama pek umursayan olmadı!

Bu gülünç söz neredeyse “galatımeşhur” sayılmak üzereyken evlere şenlik bir sözcükle daha tanıştık: “Mezbahahane!”

Değerli meslektaşımız Saim Tokaçoğlu, Halk TV’nin “Hafta Sonu Ana Haber” programında “Kaçak mezbahane” haberini dinleyince, kanala yönelik öfkesini sert bir iletiyle yansıtmıştı bana. Ben henüz bu haberin şaşkınlığı içindeyken daha ilginç bir bilgi geldi arkadaşımızdan. Meğer Tarım ve Orman Bakanlığı’nın web sitesinde de “mezbahane” sözü kullanılıyormuş! İnanmayanlar için kaynağını da yazalım:

-“Mezbahane Denetimleri Devam Ediyor (tarimorman.gov.tr)” 

-“MEZBAHANE HAYVAN KESİM YERLERİ VE HAYVAN PAZARLARINDA COVID-19 İLE HİJYEN TEDBİRLERİ HAKKINDA EĞİTİM VERİLDİ (tarimorman.gov.tr) 

Açıklamaya gerek var mı bilmiyorum. “Mezbaha”, Arapça bir sözcüktür. Türkçesi “kesimevi”dir. Bu sözün Arapça ve Farsçadan oluşan eşanlamlı karşılığı ise “salhane”dir. Ne Arapça ve Farsçada ne de Türkçede “mezbahahane” diye bir sözcük vardır.

∗∗∗

“VAKURLU DIŞ POLİTİKA”!

Uzun süre T. C. Cumhurbaşkanı Yardımcısı olarak görev yapan Fuat Oktay, KKTC’den de sorumlu bir bürokrattı. Lefkoşa’da yayımlanan Yenidüzen gazetesinin eski bir sayısında gördüğüm bir habere göre, önceki KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın bir açıklamasını eleştirirken, “Türkiye hakkında konuşmak onun çapını aşar” demiş Sayın Oktay ve sözlerini şöyle sürdürmüş: “Türkiye, Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde yürüttüğü kişilikli ve vakurlu dış politikasının sonuçlarını, Doğu Akdeniz dahil her alanda almaktadır.” (Kaynak: “Oktay’dan Akıncı’ya tepki: “Hadsizlik ve talihsizlik”)

“Vakurlu dış poltika” sözünü okuyunca, “İyi ki “vakumlu” dememiş!” diye geçirdim içimden! Sahi, nereden çıkmıştı bu “vakurlu” sözü?

“Vakur” sözcüğü, “ağırbaşlı, olgun” anlamına gelen Arapça bir önaddır. “-lu” takısı eklenerek yeniden önad yapılamaz. Acaba Kıbrıs ağzında böyle mi kullanılıyor diye Orhan Kabataş’ın “Kıbrıs Türkçesinin Etimolojik Sözlüğü”ne baktım; orada da böyle bir söz yer almıyor.                                                                                                          

Evet, birilerinin kibrinden geçilmiyor ama kullandıkları Türkçenin niteliği bu!

Öz Türkçe sözcükleri ikide bir “uyduruk kelimeler” diye aşağılamaya kalkanlar eğer uydurma söz arıyorlarsa bunlara baksınlar! “Kabristanlık”, “mezbahahane”, “vakurlu” gibi gülünç uydurmalarla Türkçe nereye gidiyor?

∗∗∗

Yazım yanlışları vurgulanırken…

Bu görüntüyü Ali Sunar adlı okurumuz, “İnci Taneleri” dizisinin jeneriğinden çekip göndermiş. İletisinde diyor ki, “Yılmaz Erdoğan’ın sözcüklere hâkimiyeti oldum olası hoşuma gitmiştir. Son dizisinde de dilbilgisine, yanlış kullanımlara vurgu yapması güzel bir şey. Ama dilbilgisinin öne çıktığı bir dizinin açılışında ‘hikâye’ sözcüğünün şapkasız yazılması bir çelişki değil mi?

HAFTANIN NOTU

İşimiz Daha Bitmedi!

Hepimizi çok yoran uzun ve sancılı bir seçim dönemini geride bıraktık. Yakın bir gelecekte yeni bir sandık yarışı görünmüyor. Ama seçim bitti diye yan gelip yatmak yok! Daha çok işimiz var çünkü…

AKP’nin 22 yıllık baskıcı iktidarından bıkan halkımız, 14-28 Mayıs seçimlerinde köklü bir siyasal değişiklik bekliyordu. Bu olmayınca derin bir düş kırıklığı yaşandı ülkede. Moraller hayli bozuldu. Ama CHP’deki yönetim değişikliği ile muhalif kesimde yeniden bir toparlanma başladı. Emekçilerin ağırlaşan yaşam koşullarının da etkisiyle 31 Mart’ta ilerici güçler önemli bir başarı kazandı. Genel seçimlerdeki yenilgiden dokuz ay sonra gelen bu başarı herkese umut verdi. Asık yüzler, uzunca bir aradan sonra ilk kez güldü. “Birlikte davranırsak, dayanışma içinde olursak kazanırız” inancı geniş kesimlerde yeniden güç kazandı...

Sosyal demokratların yanı sıra sol-sosyalist partiler de bu seçim sonuçlarını çok iyi değerlendirmek ve emekçilerle kalıcı bağlar kurmanın yollarını arayıp bulmak zorundalar.

31 Mart’ta Saray’ın yüksek güvenlikli surlarında gedik açılmıştır ama halk düşmanı iktidar değişmemiştir. Dolayısıyla asıl işimiz bitmemiştir. Oligarşik bir çıkar ağına dönüşen AKP iktidarını ve tek adam rejimini demokratik yoldan değiştirmek, bugün de en ivedi görev olarak önümüzde durmaktadır.

                                                       /././

Yerel seçimler son mu, başlangıç mı?(Berkant Gültekin)

Yerel seçimler Türkiye siyasetindeki klişelerin yeniden sorgulanmasına yol açtı. İktidar cephesindeki çözülme, CHP’nin yaptığı patlama ve Yeniden Refah’ın Anadolu’da artan gücü, Erdoğan merkezli siyaset denkleminin değişebileceğinin işaretlerini veriyor.

Fakat yerel seçimi bir “son” gibi değil de “başlangıç noktası” olarak ele almakta yarar var. Çünkü zemin şu an çok oynak ve halkın kimileri için fırsat, kimileri için ise uyarı niteliği taşıyan oy verme davranışının sağlam bir temele oturup oturmayacağını orta ve uzun vadede anlayabileceğiz. Şimdi tek bildiğimiz, iktidarın rıza üretme kapasitesinin bugüne kadarki en dar sınırlarına gerilediği.

Seçim sonuçlarını tek faktöre indirgeyerek açıklamak olanaksız. Ekonomideki vahim tablo, halkın geçim sıkıntısı, emeklilerin uğradığı haksızlık, billurlaşan sınıfsal/kültürel çelişkiler, Filistin meselesi, yolsuzluk, çürüme, kibir, aday profilleri, siyasi polemikler, yerel seçimin özgünlüğü, seçmen motivasyonu… Elbette hepsi uç uca birleşerek sonucu ortaya çıkaran faktörler ve tümünün farklı düzeylerde seçime etki ettiği yadsınamaz bir gerçek. Ancak sonucu ne tek bir faktörle anlayabilmek ne de açıklayabilmek mümkün.

Öte yandan sürpriz sonuçların estirdiği havayla erkenci ve iddialı yorumlar da yapılıyor. Oysa kültürel saat yavaş çalışır. Büyük değişimler çoğu kez rutin ritmi kıran bir tepe noktasında gerçekleşir ancak kırılma esasında tek bir anda değil süreç içinde olgunlaşır. 31 Mart akşamı şekillenen haritanın, seçimden bir gün önceki analizlerle bile örtüşmediğini düşünürsek, soğukkanlı kalmakta ve mantığı terk etmemekte fayda var. 

AKP bu seçimde yaklaşık 4 milyon kaybetti. CHP ise 3,5 milyon yeni oy elde etti. Yerel seçimlerde AKP’nin oylarının erimesi yeni bir durum değil. AKP seçmenin yerel seçimleri hükümeti uyarma konusunda bir araç olarak kullandığını önceki tecrübelerden biliyoruz. Ancak bu kez çözülme daha geniş çaplı oldu. İktidardan kopan oyların önemli bir bölümü Yeniden Refah’a giderken, geriye kalan kısmı da bazı yerellerde CHP’ye kredi açmak için kullanıldı. Bir kısım iktidar seçmeni de tepkisini sandığa gitmeyerek gösterdi.

Erdoğan, Mayıs seçimlerinde ülkedeki olumsuzlukları ve sağ-muhafazakâr tabanda gelişebilecek muhtemel tepkiyi, kutuplaştırmayı tırmandırarak yönetebilmişti. Altılı Masa üzerinden etkili propaganda yürütmüş, düşmanlığın dozunu artırarak geleneksel oy havuzundaki endişeleri tetiklemiş ve herkesin birleşip kendisini yıkmaya çalıştığını vaaz ederek kitlesini yekvücut hale getirebilmişti. Bu sayede ekonomiden kaynaklı memnuniyetsizlikleri ikinci, üçüncü plana itmişti. Evet, ekonomi geçen yıl da kötüydü ancak bir seçim ekonomisinin yürürlüğe sokulduğu unutulmamalı. İktidar, kötü gidişata rağmen bütçenin musluklarını açarak toplumda mevcut koşulların sınırlılığı içinde suni bir refah ortamı yaratabilmişti. Bunun gelip geçici olduğu belliydi fakat özellikle sağ tabanda hükümetin krize karşı çözüm ürettiğine ve gelecekte de bu yaklaşımı devam ettireceğine dönük bir algı oluşturmuştu.

31 Mart yerel seçimlerinde ise halkın algı hiyerarşisi değişti. Mayıs seçimlerinin aksine, ekonomiyi öncelikli mesele olarak gören, geçim sıkıntısı odaklı bir oy verme davranışı şekillendi. Her kentte Erdoğan vardı, her kentin adayı sanki Erdoğan’dı fakat neticede pusulada Erdoğan yoktu. Pusulada AKP’yi temsil eden ve pek çoğu seçmeni ikna etmekten uzak yüzlerce aday vardı. Bu nedenle iktidar seçmeni, bu kez AKP’den yana tercih kullanmamayı, Erdoğan’ı yalnız bırakmak olarak kavramadı. Kuşkusuz BirGün’ün manşetinde yazdığı gibi “adam kaybetti”; ancak iktidar seçmenini “adam”dan başka konsolide edebilecek, tüm sıkıntıları sineye çektirip seçim zaferine odaklayacak başka bir güç de yoktu. Bu aynı zamanda iktidar için de bir “tek adam” kriziydi.

Dolayısıyla muhalefet açısından sunduğu tüm imkânlara rağmen yerel seçim bir “son” olarak ele alınmamalı. AKP’ye şu ya da bu şekilde tepki gösteren seçmenlerin, iktidardan/Erdoğan’dan tam anlamıyla kopmadığı gerçekçiliğinde kalınmalı ama aynı zamanda kopma eğilimi gösterdiği, kopmaya çok da kapalı olmadığı perspektifinden bakılarak hareket edilmeli. İdeolojik, kültürel ve kimlik bazı siyasi aidiyetlerin bir günde değişmeyeceği akıldan çıkarılmamalı. Doğru bir siyaset izlenir, bu yarılma derinleştirilir ve iktidara yönelik tepki örgütlenirse, yerel seçim anca o zaman sonun başlangıcı, gerçek bir değişimin habercisi olabilir. Seçimlerin meydana getirdiği siyasal sonuçlar itibariyle de bu fırsatın muhalefete geçtiği ortada.

Emanet oy, tepki oyu ya da tapulu oy… Yetkinin kimde olduğu çerçevesinden bakılırsa, düpedüz tali bir tartışma. Sonuçta 1 milyon oy farkla da 1 oy farkla da aynı yetki alınıyor. CHP artık Türkiye nüfusunun yüzde 65’inin yaşadığı kentlerin yerel iktidarı. Yani CHP, toplumsal bilinçte kendini yeniden üretmek için tarihi bir şans yakaladı. Bugüne kadar Anadolu insanına CHP’yi sağ partiler anlatıyordu, şimdi kendilerini, kendi politikalarıyla anlatacaklar. CHP eğer ülkeyi yönetebileceğine dair bir güven iklimi oluşturabilir, piyasacılığa karşı sosyal demokrat, kamuculuğu öne alan bir anlayışla halkı kendine ikna edebilirse, yerel seçim anamuhalefet için bir iktidar basamağına dönüşebilir.

Belki en avantajlı konumda CHP duruyor ancak ülkede sosyalistlerin de gidişata müdahale edebileceği bir sarsıntının içindeyiz. Zamanı geçmiş anlatılar hâkim konumunu yavaş yavaş kaybederken, memleket insanı da artık farklı seslere kulak kabartıyor. Siyasetin yeni dengelerini, aktörlerin hamleleri belirleyecek. Bugün solun önünde düne göre daha fazla fırsat var.

                                                                /././

Akşener karar aşamasında: 27 Nisan Kongresi İYİ Parti'ye soluk olacak mı?(Nurcan Gökdemir)

31 Mart yerel seçimlerinde, 2019 yerel seçimlerinde yüzde 7.4, son genel seçimde ise yüzde 9.9 olan oy oranı yüzde 3.7’ye düşen İYİ Parti’nin Genel Başkanı Meral Akşener,  27 Nisan’da yapılacağı açıklanan partisinin olağanüstü kongresi öncesi karar aşamasında.

Millet İttifakı’ndaki ortağı CHP’ye sert eleştiriler yönelten, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nu partisinin içini oymakla suçlayan, aynı siyasi kökenden geldiği ABB Başkanı Mansur Yavaş’a “Korkak, CHP’nin kölesi” diyen Akşener, gergin bir kampanya süreci geçirdi. Bu tutumu suçlamaları yönelttiği isimler tarafından aynı sertlikte karşılık bulmadı ancak partisi içinde olumsuz sonuçlara yol açtı, yüksek sesle dillendirilmese de tepkiler kulislerde dillendirildi. Seçimde de ortaya büyük bir hezimet çıkınca Akşener’in siyasi söylemi daha fazla tartışılmaya başlandı.

Seçim sonuçları belli olur olmaz Akşener’in başarısızlık durumunda “Ben evime döneceğim, siyasetin s’siyle meşgul olmayacağım” sözleri hatırlandı ve kararı merak edilmeye başlandı. Oyları bir önceki yerel seçime göre yüzde 4, son genel seçime göre de yüzde 6 oranında gerileyen İYİ Parti seçim sonunda sadece bir il, 24 ilçe ve bir beldenin belediye başkanlıklarını kazanabildi. Kazandığı tek il olan Nevşehir’in başkanı Rasim Arı’nın da 2019 yılında AKP’nin adayı olarak seçildiğini belirtmekte yarar var.

Seçim sonuçlarının açıklanmasının ardından Akşener önceki açıklamasının tersine istifa etmeyerek, partisini seçimli olağanüstü kongreye götüreceğini açıkladı. Dün de Başkanlık Divanı ve milletvekilleri ile yaptığı toplantının ardından kongre tarihi 27 Nisan olarak açıklandı.

YAKIN ÇEVRESİ VEDA ETTİ

Seçimin ardından geçen birkaç günlük sürede İYİ Parti’deki çözülme devam etti. Seçim öncesi istifa edenlere her gün yenileri ekleniyor. Mayıs seçimlerinden iktidar olarak çıkılması durumunda ekonominin teslim edileceği isim olarak ifade edilen Bilge Yılmaz da istifa edenlere katıldı.  Ekonomi Politikaları Başkanlığı görevini seçim akşamı bırakan Yılmaz, Akşener’i de istifaya davet etti.

İmamoğlu’nun 2019 seçimlerini kazanmasındaki katkısıyla siyasette yıldızı parlayan dönemin İstanbul İl Başkanı ve son yerel seçimde de İstanbul’dan İYİ Parti’nin Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na aday gösterilen Buğra Kavuncu da istifası sarsıntı yaratan isimlerden oldu. Kavuncu, Teşkilat Başkanlığı’ndan istifa ederken bir istifa da Yerel Yönetimler Başkanı Burak Akburak’tan geldi. Her iki isim de partilerinde kalmakla birlikte görevlerini bıraktı.

AKŞENER NABIZ YOKLAYACAK

Kongreye kadar olan 20 günlük süreç İYİ Parti için çok kolay geçmeyecek gibi görünüyor. İYİ Parti’nin Akşener’den bağımsız düşünülemeyeceğini savunanlarla değişim isteyenlerin mücadelesine tanıklık edilecek. Bunun için öncelikle Akşener’in kararı merak ediliyor.

Akşener, kongreye kadar geçecek süreçte adaylık konusunda nabız yoklayacak. Önceki gün aralarında karşısına rakip olarak çıkabileceği ifade edilen Koray Aydın’ın da bulunduğu İstişare Kurulu üyeleri ile görüştü. Bu toplantıda adaylığıyla ilgili renk vermediği öğrenilen Akşener’in sadece görüşleri dinlediği ifade ediliyor. Diğer görüştüğü isimler de “Kesinlikle aday” ya da “Aday olmayacak” izlenimi edinmediklerini aktarıyor.

Akşener’in kararı beklenirken İYİ Parti’de tartışmalar iki eksende ilerliyor, “Değişim olacak mı, olmayacak mı?”…  Bunun alt başlıklarında “Akşener’in genel başkanlığı bırakması durumunda çok sayıda ismin liderlik için öne çıkacağı ve bu mücadelenin partiyi daha da zayıflatacağı, Akşener’in en azından bir dönem daha genel başkan olarak kalması, parti yönetiminin değiştirilmesi ve objektif bir değerlendirme sürecine girilmesi ya da hem genel başkanlık hem parti yönetiminde köklü bir değişiklik olması”…

Akşener’in bu görüşmelerini bayram boyunca da sürdüreceği ve kararını daha sonra açıklayacağı bildiriliyor.

GENEL BAŞKAN ADAYLARI

Akşener’in karşısına çıkması olası isimler de konuşulmaya başlandı. 2019’daki İstanbul seçimleriyle görünür olan daha sonra milletvekili seçilen Buğra Kavuncu ismi konuşulanlar arasında. Kavuncu’nun seçim başarısızlığındaki sorumluluğunu üstlenerek görevini bırakmasının siyasette çok görülmeyen bir tutum olduğu, bunun olası bir genel başkanlık yarışında şansını arttıracağı ifade ediliyor. Grup Başkanı olan Koray Aydın, Grup Başkanvekili Erhan Usta ile Balıkesir Milletvekili Turan Çömez de genel başkanlık yarışı için ismi ilk akla gelenler… Şimdilik İYİ Parti Kurucular Kurulu Üyesi Günay Kodaz adaylık için “Varım” diyen ilk isim oldu. Göç Politikalarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Tolga Akalın da niyetini  'Sürecin içindeyim' sözleriyle dillendirdi.

14/28 Mayıs seçimlerinden sonra büyük bir tartışmanın içine sürüklenen İYİ Parti, Genel Başkan Meral Akşener’le mi yoluna devam edecek yoksa bir değişim yaşanacak mı, bunun kongreye kısa süre kalana kadar kesinleşmesi bekleniyor. Ancak değişim olsa da olmasa da bu kongrenin İYİ Parti için artık bir soluk olamayacağı öngörüsü Ankara siyasetine hakim…

                                                                 /././

Uyuşturucunun kara para yolları (Timur Soykan)

İstanbul Başsavcılığı’nın Baron İddianamesi, uyuşturucu kaçakçılarının kara para yollarını ve kara para aklama sistemlerini de ortaya koydu. Gözler önündeki galerilerde üst segment araçlar defalarca alınıp satılıyor. Emlak projelerinde ise parayı aklamak kolay çünkü kaynağını soran yok.

Abdullah Alp Üstün, adamları ve Hollandalı, Alman, Sırp, Belçikalı uyuşturucu baronlarına açılan davanın iddianamesinin büyük kısmını kirli servetler oluşturuyor. Sapphire, Quasar, Spine gibi gökdelen rezidanslardaki konutları, ultra lüks sitelerdeki malikâneleri, Bodrum’daki villaları, galerilerden alınan lüks otomobiller, yüz binlerce dolarlık saatler ile mücevherleri anlattık.

Peki, Avrupa’daki kokain satışından sağladıkları bu paraları Türkiye’ye nasıl getiriyorlar?

                 Quasar isimli gökdelendeki dairelerde Vito Corleone tabloları bulundu.

HAWALA SİSTEMİ KULLANILDI

Soruşturmada ele geçirilen telefonlardaki şifreli haberleşme programlarında bulunan mesajlardan para trafiği de çözüldü: Hawala sistemi...

Hawala ya da Havale denilen yöntem şöyle işliyor: Yurtdışındaki havaleciye para yatırılıyor ve telefonla Türkiye’deki havaleciye bir kod gönderiliyor. Türkiye’deki havaleci bu kodu veren kişiye parayı teslim ediyor. Tam ters yönde aynı trafik aynı şekilde işliyor. Havaleciler bu işten komisyon alıyor. Fiziki olarak paranın ülke değiştirmediği ama kayıtdışı para takasıyla ödemelerin yapıldığı devasa bu kara para sisteminde Türkiye en önemli duraklardan.

İddianameye giren mesajlara göre; uyuşturucu şebekesi bu sistemde de Token (jeton) denilen şifre yöntemini kullanıyordu. (Bu sistemin Token denilen kripto parayla ilgisi yok.)

 Mesela; Hollanda’daki havaleciye 1 milyon avro teslim ediliyor ve şifre olarak 5 avro banknotun fotoğrafı gönderiliyor. Türkiye’deki havaleciye 1 milyon avroyu almak için gelen şebeke üyesi, seri numarası belli 5 avro banknotun orijinalini veriyor ve 1 milyon avroyu teslim alıyor. 

Bu para trafiği karşılıklı olarak sürekli devam ettiği için paranın fiziki olarak Hollanda’dan Türkiye’ye ya da Türkiye’den Hollanda’ya gitmesi gerekmiyor. Havalecilerin muhasebe kayıtlarında gelen ve giden para zamanla eşitleniyor.

BANKNOTTAKİ ŞİFRELER

Uyuşturucu şebekesinin şifreli mesajlarında defalarca seri numarası görülecek şekilde 5 avro banknot fotoğrafı gönderilmiş. Kısa süre sonra gelen yanıtlarda ise vakumlanmış poşetlerde yüklü miktarda avro ve dolar fotoğrafı var. İddianameye göre; çete daha sonra Kapalı Çarşı’da bir kuyumcu alarak para transferlerini yönetti.

Savcılığın talebiyle hazırlanan MASAK raporunda, uyuşturucu çetesinin, konut ve otel satın alarak kara para akladığı anlatıldı. Ancak büyük kısmı üçüncü şahıslar üzerinden satın alındığı için tespit edilemedi. Baronlar, kendi üzerlerine yaptıkları satın almaların küçük bir kısmında parayı bankadan göndermişti. Çok büyük çoğunluğunda ise nakit para ile satın almışlardı. İddianamede konut alımıyla çok büyük miktarda parayı akladıkları, hem Türkiye’de mülk sahibi oldukları hem de Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı elde ettikleri anlatıldı.

Bolle Jos ise genellikle külçe altın satın alarak özel uçakla Dubai’ye götürüyordu.

PARA AKLAMA GALERİSİ

Uyuşturucu şebekesinin kara para aklamak için çok sayıda şirket kurduğu da belirlendi. İstanbul’un göbeğinde, Etiler’de bulunan Autobank isimli oto galerinin ise bir kara para aklama üssü olduğu öne sürüldü.

Galerinin sahibi Hasan Lala, Abdullah Alp Üstün ile yakın bir isimdi. Ortak ticari faaliyetleri de vardı. İddianamede Hasan Lala’nın kendisi, akrabaları ve çalışanları adına 7 inşaat ve otomotiv şirketi kurduğu anlatıldı, 2013 yılından itibaren aynı yöntemle kara para akladığı öne sürüldü. İddianamede özetle şöyle denildi:

"Abdullah Alp Üstün, Joseph Johannes Leijdekkers ve Naci Yılmaz, uyuşturucu ticaretinden elde ettikleri parayı, Hasan Lala üzerinden ülkemizde lüks araçlar alıp satmak suretiyle akladı. Nakit parayla gizli sahibi Hasan Lala olan 7 şirket adına sıfır araçlar satın alındı. Sonra araçları aynı gün ya da çok kısa bir süre içerisinde şüpheli şirketlere sattılar. Bu kâğıt üzerindeki alış ve satış işlemleri defalarca tekrarlandı. Şüpheli şirketler tarafından her alım satım işleminde kara para nakit olarak yasal sisteme sokuldu. Her satış işleminde lüks aracın güncel piyasa değeri kadar para aklandı. Tekrar tekrar farklı kişi ve şirketlere satış yapılarak paranın izi yok edilmeye çalışıldı."

Diğer yabancı baronlar da Hasan Lala ile bağlantılı şirketlerden milyonlarca dolarlık otomobiller satın almış görünüyordu.

Yerel seçimlerden tam bir gün önce 30 Mart’ta ise İstanbul Etiler’de silah sesleri yükseldi. Odatv’den Uğur Can Biçer’in haberinde yer alan bilgilere göre, Hasan Lala’nın sahibi olduğu Autobank isimli oto galeriye düzenlenen saldırıda kalaşnikof silahlar kullanıldı. Saldırıda, galeride bulunan lüks araçlara toplamda 60 kurşun isabet ederken saldırının altında alacak verecek meselesinin yattığı öğrenildi.

    Hasan Lala’nın sahibi olduğu Autobank isimli otogaleride kara para aklandığı iddia edilmişti.

7 KEZ SATILAN LAMBORGHINI

Örneğin; 2020 model Lamborghini Urus marka araç Hasan Lala tarafından 19 Mart 2021’de sıfır olarak satın alınmış görünüyordu. Kayıtlara göre; 7 ay içinde bu otomobil Hasan Lala ile bağlantılı şirketler arasında 7 kez alınıp satılmıştı.

‘Kara Mamba’ lakaplı Isaac Bignan’ı kaçırmak için Türkiye’ye gelen Emre Köksal, yine aynı şebekedeki Ali Çelik’ten bu otomobili nakit para ile satın almıştı. Hatta bu otomobil ile uygulamaya takıldılar.

İddianamede baronların banka hesapları ve şirketleri tek tek anlatıldı. Hesaplar ve şirketler üçüncü kişiler üzerine açılmıştı.

Abdullah Alp Üstün ve bazı yabancı baronlara ise Kuzey Kıbrıs’taki Casino sahibi Savoy Co Ltd. isimli şirketten düzenli olarak para gönderildiği belirlendi. Kuzey Kıbrıs’taki kumarhane üzerinden de kara para aklandığı iddia edildi.

YERALTI DÜNYASI KÜÇÜK!

Uyuşturucu şebekesinin diğer suç örgütleriyle bağlantıları da ortaya çıktı. 11 Nisan 2023’te uyuşturucu kaçakçısı Ürfi Çetinkaya’ya yapılan operasyonda ele geçirilen bir telefondaki şifreli uygulamada ‘Don Vito’ kod adlı kullanıcı vardı. Bunun Abdullah Alp Üstün olduğu değerlendirildi.

Ayrıca çetenin üyelerinden Ali Çelik, Biblos Beach Resort Alaçatı isimli otelde konaklamıştı. Bu otelin Avusturalya merkezli Komençero Çetesi’ne yönelik operasyonda tutuklanan Hakan Ayık’a ait olduğu biliniyor. Yine bir çete üyesinde ise Komençero Çetesi iddianamesinde kara para trafiğinde kullanıldığı iddia edilen Biblos isimli döviz bürosunun evrakı bulundu.

BİTTİ.

(BİRGÜN)