Pembe etekler patriyarkaya karşı (Gözde Bedeloğlu)
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, gerek parti grup toplantılarında gerek mitinglerde dizi, film, şarkı gibi günün popüler kültür ürünlerine dair eleştirilerde bulunuyor. Bunlardan biri, senaryosunu Yılmaz Erdoğan’ın yazdığı televizyon dizisi İnci Taneleri’ydi. Bahçeli’ye göre, pavyon dansı çok konuşulan Dilber karakteri, Alper Gezeravcı’nın uzay seyahatini gölgede bırakmak için özellikle servis edilmişti. Bahçeli, “Netflix’de küfür ve en seviyesiz espirilerin yer aldığı, şarlatanlıktan öte bir meziyeti olmayan sözde komedyenlerin rol aldığı diziler artık haddini aşmıştır” diyerek isim vermeden Cem Yılmaz’ın dizisi Erşan Kuneri’yi hedef almış ve bu tarz yayınları aile hayatına zarar vermek için üretilen planlı bir propaganda aracı olarak tarif etmişti. Partisinin bir seçim mitinginde, şarkıcı Gülşen’i kastederek “inançlarımıza söven çürük şarkıcılara tavizimiz yok” demişti. Yine isim vermeden, ama herkesin kolaylıkla anlayabileceği şekilde, Sezen Aksu’nun yıllar önce yazdığı bir şarkıyı hedef alarak, “serçeysen serçeliğin bil, sakın kuzgunluğa heves etme” diyerek uyarmıştı.
∗∗∗
Bahçeli, bu defa ülke sınırlarını aşarak 2024 Eurovision Şarkı Yarışması’nı kazanan İsviçreli şarkıcı Nemo’nun sahne kıyafetini gündeme getirdi. Bahçeli’ye göre bir erkek sanatçının tüylü ceket ve pembe saten etek giyerek yarışmada boy göstermesi utanç verici yozlaşmanın teyidi. Üstelik erkekle kadın arasında üçüncü türün tedavüle sokulması da ayrıca ibretlik. Devlet Bahçeli’nin çıkışlarını yersiz, zamansız bulup, bu eleştirilerle neyi amaçladığını anlayamamak ve hatta sözlerini yer yer gülümseyerek karşılamak pek tabii mümkün. Halk açlıktan, yoksulluktan kırılırken; yargı ve emniyet içindeki grup kavgaları ayyuka çıkmışken; sapla saman, kimin kimin adamı olduğu birbirine karışmışken öyle ya, bize ne Nemo’nun eteğinden, ceketinden, cinsiyetinden allasen?
∗∗∗
Bahçeli, şarkıcı Nemo’nun ‘non-binary’ cinsiyet kimliğini, kadın ve erkek arasında ortaya çıkan üçüncü bir türün tedavüle sokulması şeklinde yorumluyor ve bunu ahlaki çöküş ve yozlaşmaya bir kanıt olarak sunuyor. Non-binary cinsiyet kimliği, yani kişinin kendini salt kadın ya da salt erkek olarak tanımlamadığı, ikisi arasındaki akışkanlık durumunu ya da cinsiyetsizliği ya da üçüncü bir cinsiyeti tarif eden bir terim. Dünyada çokça konuşuluyor. Sağ popülizm için mesele hiç de karmaşık değil. Bu ideolojiye göre dozu gittikçe artan marjinal akımlar toplumların ahlakını, kültürünü çürütüyor ve yozlaştırıyor. Eğer bunun adına modernlik ve çağdaşlık deniyorsa, Bahçeli’nin altını çizerek söylediği gibi “olmaz olsun böyle modernlik, çağdaşlık.”
∗∗∗
Tabii işler çağdaş dünyada pek öyle ilerlemiyor. Biz, sırf toplumsal cinsiyet eşitliğine vurgu yaptığı için İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmış olsak da, cinsel kimlik ve cinsel yönelim üzerine konuşulmaya, hak temelli çözümler üretilmeye devam ediliyor ve LGBTIQ+ bireyler verdikleri mücadeleyle özgürlüklerini genişletiyor, görünürlüklerini artırıyor. Bu da, bir kadın, bir erkek ve çok çocuklu geleneksel aile fotoğrafının üzerine iddialı bir çizik atıyor, patriyarkanın en önemli kontrol mekanizmasına zarar veriyor. Oysa kadın ‘anne’ olma görevini yerine getirerek ‘kutsallık’ mertebesine erişmeli, erkek de dölleme işlevini gerçekleştirip evin geçim sorumluluğunu alabilmelidir. Çocuk doğurmayan kadın kadınlık rölünü, tohumlamayan erkek de erkeklik rolünü reddederse ne olur? Eyvahlar olsun, erkek egemen düzen yıkılır.
∗∗∗
Sağ popülistlerin iddia etmekten hoşlandığı şekliyle eşcinsellik “olmaz olsun” denen modern yaşamla ortaya çıkmadı elbette. Ama LGBTIQ+ bireyler ve göçmenler, yoksulluğu ve yayılmacılığı körükleyen neoliberal politikaların yol açtığı ekonomik, toplumsal ve ahlaki yıkımın gerçek sorumlularının üzerini kapatan bir örtü olarak kullanılıp düşmanlaştırıldı. İşsizliğin göçmenler yüzünden arttığı, ailevi ve ahlaki değerlerin LGBTIQ+ bireyler yüzünden yozlaştığı söylendi. Bununla beraber dünyanın her yerinde eşitlik yanlısı hareketler büyüyor, güçleniyor. Sağ popülizm de, patriyarkanın devamı adına erkek ve kadının biyolojik farklarına daha çok vurgu yaparak ‘ortalığı bulandıran üçüncü türlere’ karşı savaş açıyor. Bu yüzden Nemo’nun pembe eteği düzen için bir etekten daha fazlasını temsil ediyor. Toplum, ne bir şarkıcının kıyafetiyle ne de bir komedyenin şakalarıyla çürüyor. Aksine, dünyanın çivisini söken de damını çökerten de durmadan nefret üreten eylem ve söylemleriyle, insanları inanç, etnik köken ve cinsel yönelimleri nedeniyle düşmanlaştıranlardır. Asıl utanç verici budur.
/././
Anadolu’da 1000 Hamaslı (İbrahim Varlı)
Gazze’ye ölüm yağarken İsrail ile ticareti sürdüren, muhalefetin ve kamuoyunun tepkisi üzerine zoraki de olsa bu ülke ile ticareti sonlandıran Saray rejimi Hamas konusunda el yükseltmeye devam ediyor.
Erdoğan daha önce Kuva-i Milliye’ye olarak kodladığı Hamas’ın bu kez de “Gazze’de Anadolu’nun ileri hat savunması”nı yaptığını ileri sürdü. Meclis’teki grup toplantısında konuşan Erdoğan, “Bunu göremeyecek kadar kör müsünüz? Ben Hamas’ı Kuva-i Milliye’ye benzetince rahatsız olanlar var” diyerek bir kez daha muhalefeti suçladı.
Erdoğan’ın meclis kürsüsündeki konuşmasından saatler sonra Dışişleri Bakanı Hakan Fidan da Hamas’ın Siyasi lideri İsmail Haniye ile bir telefon görüşmesi gerçekleştirdi.
AKP lideri hafta başında da ağırladığı Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis ile görüşmesinde, Türkiye’de 1000’i aşkın Hamaslının hastanelerde tedavi gördüğü bilgisini verdi. Erdoğan’ın bu sözleri sarf ettiği saatlerde MİT Başkanı İbrahim Kalın, Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Haniye ile Katar’da görüşüyordu.
HAMAS OFİS Mİ AÇACAK?
Ankara-Hamas arasındaki yakın bağlantılar dikkat ve tepki çekiyor. İngiliz The Times gazetesi hafta başında Hamas’ın, gizlice Türkiye'de ‘‘özel bir güvenlik üssü’’ kurmayı planladığını ileri sürdü. Gazete haberini İsrail ordusunun Hamas'ın Gazze'deki lideri Yahya Sinvar'ın sağ kolu Hamza Ebu Şanab'ın evine yaptığı baskında el koyduğu gizli belgelere dayandırdı.
Hamas lideri Haniye 20 Nisan’da da Erdoğan tarafından Dolmabahçe Sarayı’nda ağırlanmıştı. Görüşme sonrasında Amerikan Wall Street Journal gazetesi, Hamas'ın siyasi merkezini Katar'dan taşımak için iki ülkeyle görüşmeler yürüttüğünü yazmıştı. Bu ülkelerin Suriye ve Türkiye olduğu ileri sürülmüştü. Hamas, Suriye'de savaşın patlak vermesinin ardından 2012'de merkezini Şam'dan Doha'ya taşımıştı.
İHVAN VE HAMAS’IN MERKEZİ
İsrail'le Hamas arasında arabuluculuk görevini üstlenen Katar iddiayı reddederken Erdoğan da, ‘‘Emir Şeyh Temim’den bu kardeşlerimizin Katar'daki pozisyonunu yok farz edecek bir adımı atacağına dair bir şey duymadım. Böyle bir adım atacağını da düşünmüyorum’’ demişti.
Hamas'ın bazı önemli isimleri uzun yıllardır Türkiye'de yaşıyor. Körfez Arap ülkeleri ve İsrail’in baskısı sonrası Katar’dan ayrılmak zorunda kalan Hamaslıların önemli bir kısmı İstanbul’a gelmişti. İstanbul sadece Hamaslıların değil, Müslüman Kardeşler Hareketi’nin binlerce üyesine de ev sahipliği yapıyor. Mısır ile yaşanan “normalleşme” sonrası İhvan’cıların yayın organları susturulmuştu.
İsrail ve ABD, Türkiye’nin Hamas'a ev sahipliği yapmaması konusunda sık sık uyarıyor. Öyle ki İsrail'in iç istihbarat teşkilatı Şin Bet'in Başkanı Ronen Bar, Hamas liderlerinin Lübnan, Türkiye ve Katar başta olmak üzere dünyanın her yerinde "avlayacaklarını" söylemiş Ankara’dan “bunun ciddi sonuçları olur” yanıtı gelmişti.
İsrail ulusal medya organı KAN, 19 Aralık’ta Hamas liderlerinin Türkiye'de gizli bir toplantı gerçekleştirdiğini ileri sürmüştü.
Savaş örgütü NATO’nun ileri karakolu olan Türkiye’nin, ABD ve İsrail’in “terör örgütü” olarak gördüğü Hamas’a kol kanat germesi önümüzdeki günlerde önemli bir kriz başlığı olacak. Washington ve NATO’nun basıncı kademe kademe artıyor. ABD ve İngiltere, Hamas ile bağlantılı şirket ve isimlere yaptırımlara çoktan başladı. Uzmanlara göre “Bir sonraki adımda Ankara’ya karşı yaptırımların ilan edilme ihtimali” söz konusu olabilir.
BU SEVDA NERDEN GELİYOR?
Hamas 7 Ekim’den bu yana İsrail ile savaş halinde. İsrail bu süre zarfında Gazze ve Filistin’e ölüm yağdırırken AKP iktidarı Tel Aviv ile ticareti kesintisiz sürdürdü. Büyük tepki çeken bu ticaret sevdası ancak geçen günlerde zoraki de olsa sonlandırıldı.
Siyasal İslamcı iktidarın Hamas sevdası Filistin davasından kaynaklı değil. Bu sahiplenme dürtüsü tamamen “ümmet kardeşliği”nden geliyor. Hamas, Müslüman Kardeşler'in Filistin kolu. AKP de İhvan ideolojisini paylaşıyor. AKP döneminde Türkiye Filistin meselesini sadece Hamas ve “ümmet” bağı üzerinden götürdü. Hamas liderleri kongrelerde ağırlandı, örgütün önemli üyelerine uzun süreli vizeler hatta vatandaşlıklar verildi.
Ortadoğu politikası iflas eden, ülkeyi krizden krize sürükleyen iktidar, ekonomik buhran nedeniyle çıkmazda. İsrail ile sürdürülen ve bir türlü bitirilmek istenmeyen ticaretin nedeni de bu darboğazdı. Artık ne ülke ne de uluslararası denklem Erdoğan’ın yeni bir “van minut” yapmasına müsait. Köprünün altından çok sulak aktı.
KRİZ VARKEN OFİS AÇMALARI ZOR
Filistin üzerine yaptığı çalışmalarla bilinen akademisyen Erhan Keleşoğlu AKP-Hamas ilişkisinin uzun yıllara dayandığını belirtiyor. 2007’den bu yana Hamas ile “resmi” bir temasın olduğunu kaydeden Keleşoğlu, ABD ve İsrail’in de bu ilişkiye o dönemde “ehveni şer” olarak yaklaştığını söyledi. Amaçları Hamas-El Fetih ayrışmasını, Filistin’in bölünmesini sağlamaktı. Ancak zaman içinde Hamas ile ilişki tüm Ortadoğu siyaseti gibi çıkmaza girdi. Keleşoğlu’na göre Hamas meselesi ilerleyen günlerde önemli bir kriz başlığı olabilir. Ancak ekonomik krizin yol açtığı dış kaynak ve para arayışı nedeniyle iktidar şu aralar Hamas’ı başına bela etmez. Bu nedenle de Hamas’ın Türkiye’de ofis açma ihtimali bu kriz ikliminde pek olası değil.
7 BİN YABANCININ TEDAVİSİ ÜCRETSİZ
Resmi Gazete’nin cumartesi günkü sayısında yayımlanan karara göre, yabancı hastalar için Türkiye’de sağlık hizmetlerinden ücretsiz faydalanma kapsamı genişletildi. Dışişleri Bakanlığı’nın koordinasyonu ve Sağlık Bakanlığı’nın onayıyla gelen 7 bin yabancı hastanın tedavi giderleri ücretsiz olacak. Gelenlerin büyük bölümünün Filistin ve Ortadoğu’nun diğer ülkelerinden olduğu belirtiliyor. Kamuoyundaki tepkiler üzerine sağlık bakanlığı yaptığı açıklamada gelenlerin “girişimci” ve “insani dış politika” anlayışı gereği olarak “sağlık diplomasisi” kapsamında Filistin başta olmak üzere bölgedeki savaş, çatışma, afetlerden etkilenen mağdurlardan olduğu ifade edildi. Ulaştığımız kaynaklar Filistinlilerin tedavi için Ankara’da bir otele getirildiklerini kaydediyor. Getirilenler arasında ne kadarının Hamas’lı olduğu konusunda net bir bilgi yok.
/././
Tüylü ceketli şarkıcının darbe girişimi bastırıldı (Yaşar Aydın)
AKP ve MHP grup toplantıları çok şenlikliydi. Bahçeli yine ülkenin beka sorunun kavrayarak Nemo Mettler konusunda hepimizi uyardı: “Tüylü ceket, mor makyajlı ve pembe saten etekle yarışmada boy göstermesi…”
Bahçeli’nin de işaret ettiği gibi Eurovision şarkı yarışması sonucunda bizim göremediğimiz derinlikte bir komplonun olduğu çok açık ve bu konuda herkesin hassas olması gerekiyor. Bahçeli’nin duyurduğu Cumhur İttifakı’na karşı yapılan tek komplo girişimi sadece Nemo ile sınırlı değil.
Meğer gazeteciler dahil Ankara’da siyasetle ilgilenen her kesimin “MHP-AKP gerilimi” olarak tarif ettiği Bora Kaplan dosyası da başka bir komplonun parçasıymış.
Bahçeli duruma o kadar öfkelendi ki açık açık tehdit etti: “Ayranımızı kabartmasınlar, sabrımızı taşırmasınlar. Maşa kullanıp sütre gerisine saklananların hepsini takip ediyoruz. Olan biten tüm kanun dışı irtibat ve ilişki ağlarının farkındayız.”
Keşke Bahçeli konuyu biraz açsa da biz de durumu anlasak, farkına varsaydık. Ama Bahçeli’nin hedef kitlesinin biz olmadığımız çok açık. O çok sevdiği Erdoğan’a ‘adamına sahip çık’ diye sesleniyor, hatta yol da gösteriyor: “Bakalım temiz eller operasyonu nasıl oluyormuş! Hepsine göstermek, hepsini yaka paça içeri tıkmak da hukuk devletinin varlık ve şeref konusudur.” Kamuoyu Erdoğan’ın yanıtını çok beklemedi. Dün Meclis’te yaptığı parti grup konuşmasında “Yenikapı ruhunu baltalamak isteyenleri görüyoruz ki asla boş durmuyor. Kuklayı da kuklacıyı da oyunu kimin yazdığını da çok iyi biliyoruz” ve “Kanunun dışına çıkan, hatası olan kim varsa hukuk zeminince hesabı soruyoruz” diyerek ortağına ‘mesaj alındı’ demiş oldu.
BU EZBERLE ÇOK ZOR
Erdoğan ve Bahçeli ne derse Cumhur İttifakı içinde yaşanan çatışmayı gözden kaçırmaya yetmez. İkilinin açıklamalarından niyetin “sulh sağlamak” olduğunu anlıyoruz. Spotlar üzerindeyken manevra yapmanın zorluğunun farkında olan Erdoğan ve Bahçeli her zaman yaptıklarını yapıp yeni bir hayali düşman yaratıp hedef saptırıyorlar. FETÖ iltisaklı olmak, vesayet hedeflemek, darbe peşinde koşmak gibi bildik argümanlarla destekli bir senaryoyu hayata geçirmeye çalışıyorlar.
Erdoğan ve Bahçeli arasında uzlaşının kapısı aralandıysa yaşanan bu çatışmayı da fırsata çevirmeye çalışacaklardır. Birkaç polis şefi birkaç yargıcın dahil edilmesiyle mesele iktidara karşı kalkışmaya kadar gidebilir. Bir de birkaç bakanın “affını istemesiyle” süreç tamamlanabilir. Ondan sonra ver elini baskı yasaları.
Tabii bunun için ilk şart mutlak bir uyum. Geçmişte yeterli bir koşul olan ‘uyum’ bugün için hamle yapmakta çok zayıf kalıyor. Her şeyden önce yurttaşın rızası bir tarafa ekonomik ve siyasal olarak çok kırılgan bir iktidar var. Erdoğan’ın ‘bütünüyle arkasındayız’ dediği Mehmet Şimşek’in programının hayata geçmesi için yapması gerekenler var. Öyle Bahçeli’nin her istediğini hayata geçirmek kolay olmaz. Müdahale Ali Yerlikaya’ya kadar uzarsa ortalığın bugünden daha çok karışma olasılığı yüksek. Ekmeğini fazlasıyla yedikleri 15 Temmuz sonrası ezber, birden fazla gerekçe nedeniyle bu kez tutmayacaktır.
ŞİMDİ NE OLACAK?
Bu kavganın çıkardığı toz bulutunun arkasında ilk görünen, AKP ve MHP liderlerinin Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi konusunda şimdilik ‘Milli mutabakatları’nın devam ediyor olması. Liderler Saray rejiminin ancak ortaklık sürdükçe ayakta kalabileceğinin farkında. İstemeseler de birlikte yürüyecekler.
İkinci fotoğraf bu isteksizliği doğruluyor. Kavga bitmiş görünse de kimse sopasını bırakmadı. Her an yeni bir gerilim ortaya çıkabilir.
Son olarak da bu fotoğrafın bize sunduğu yalın mesajı Cumhur İttifakı’nın çok acil bir düşmana ihtiyaç duyduğu. Bahçeli’nin konuşmasından sonra ilk olağan şüpheli Nemo Mettler oldu. Ama yeterli olmayacaktır. Sonrasını hep birlikte göreceğiz. Özgür Özel’e sıranın gelmesi beklenenden de hızlı olabilir.
Tüm bu başlıklarda her şey istedikleri gibi gitse de yurttaşı oyalamak için yeterli gelmez. Çünkü tünelin ucunda onların hayatını pozitif etkileyecek hiçbir gelişme görünmüyor. Bir de muhalefetin kendi bildiği gündemi hayata geçirme konusunda ısrarı devam ederse işleri çok daha zorlaşacaktır.
Tüm bunlara rağmen “Tasarruf tedbiri” gibi göz boyamak için yaptıkları hamlelerin yanına Etkin Casusluk gibi muhalefet etmeyi zorlaştıracak adımlar atmayı denemeleri mümkün. Ama bu kez eli titrek, dili kekeme olan muhalefet değil bürokrasiden siyasete kadar iktidar bloku.
Yargıtay seçimleri, Bora Kaplan ve Sinan Ateş başlıkları üzerinden yaşananlar güçlü bir iktidara değil onları ayakta tutan kolanların çürüdüğüne işaret ediyor.
(BİRGÜN)