16 Mayıs 2024 Perşembe

Birgün KÖŞEBAŞI (16 Mayıs 2024)


Pembe etekler patriyarkaya karşı (Gözde Bedeloğlu)

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, gerek parti grup toplantılarında gerek mitinglerde dizi, film, şarkı gibi günün popüler kültür ürünlerine dair eleştirilerde bulunuyor. Bunlardan biri, senaryosunu Yılmaz Erdoğan’ın yazdığı televizyon dizisi İnci Taneleri’ydi. Bahçeli’ye göre, pavyon dansı çok konuşulan Dilber karakteri, Alper Gezeravcı’nın uzay seyahatini gölgede bırakmak için özellikle servis edilmişti. Bahçeli, “Netflix’de küfür ve en seviyesiz espirilerin yer aldığı, şarlatanlıktan öte bir meziyeti olmayan sözde komedyenlerin rol aldığı diziler artık haddini aşmıştır” diyerek isim vermeden Cem Yılmaz’ın dizisi Erşan Kuneri’yi hedef almış ve bu tarz yayınları aile hayatına zarar vermek için üretilen planlı bir propaganda aracı olarak tarif etmişti. Partisinin bir seçim mitinginde, şarkıcı Gülşen’i kastederek “inançlarımıza söven çürük şarkıcılara tavizimiz yok” demişti. Yine isim vermeden, ama herkesin kolaylıkla anlayabileceği şekilde, Sezen Aksu’nun yıllar önce yazdığı bir şarkıyı hedef alarak, “serçeysen serçeliğin bil, sakın kuzgunluğa heves etme” diyerek uyarmıştı.

∗∗∗

Bahçeli, bu defa ülke sınırlarını aşarak 2024 Eurovision Şarkı Yarışması’nı kazanan İsviçreli şarkıcı Nemo’nun sahne kıyafetini gündeme getirdi. Bahçeli’ye göre bir erkek sanatçının tüylü ceket ve pembe saten etek giyerek yarışmada boy göstermesi utanç verici yozlaşmanın teyidi. Üstelik erkekle kadın arasında üçüncü türün tedavüle sokulması da ayrıca ibretlik. Devlet Bahçeli’nin çıkışlarını yersiz, zamansız bulup, bu eleştirilerle neyi amaçladığını anlayamamak ve hatta sözlerini yer yer gülümseyerek karşılamak pek tabii mümkün. Halk açlıktan, yoksulluktan kırılırken; yargı ve emniyet içindeki grup kavgaları ayyuka çıkmışken; sapla saman, kimin kimin adamı olduğu birbirine karışmışken öyle ya, bize ne Nemo’nun eteğinden, ceketinden, cinsiyetinden allasen?

∗∗∗

Bahçeli, şarkıcı Nemo’nun ‘non-binary’ cinsiyet kimliğini, kadın ve erkek arasında ortaya çıkan üçüncü bir türün tedavüle sokulması şeklinde yorumluyor ve bunu ahlaki çöküş ve yozlaşmaya bir kanıt olarak sunuyor. Non-binary cinsiyet kimliği, yani kişinin kendini salt kadın ya da salt erkek olarak tanımlamadığı, ikisi arasındaki akışkanlık durumunu ya da cinsiyetsizliği ya da üçüncü bir cinsiyeti tarif eden bir terim. Dünyada çokça konuşuluyor. Sağ popülizm için mesele hiç de karmaşık değil. Bu ideolojiye göre dozu gittikçe artan marjinal akımlar toplumların ahlakını, kültürünü çürütüyor ve yozlaştırıyor. Eğer bunun adına modernlik ve çağdaşlık deniyorsa, Bahçeli’nin altını çizerek söylediği gibi “olmaz olsun böyle modernlik, çağdaşlık.”

∗∗∗

Tabii işler çağdaş dünyada pek öyle ilerlemiyor. Biz, sırf toplumsal cinsiyet eşitliğine vurgu yaptığı için İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmış olsak da, cinsel kimlik ve cinsel yönelim üzerine konuşulmaya, hak temelli çözümler üretilmeye devam ediliyor ve LGBTIQ+ bireyler verdikleri mücadeleyle özgürlüklerini genişletiyor, görünürlüklerini artırıyor. Bu da, bir kadın, bir erkek ve çok çocuklu geleneksel aile fotoğrafının üzerine iddialı bir çizik atıyor, patriyarkanın en önemli kontrol mekanizmasına zarar veriyor. Oysa kadın ‘anne’ olma görevini yerine getirerek ‘kutsallık’ mertebesine erişmeli, erkek de dölleme işlevini gerçekleştirip evin geçim sorumluluğunu alabilmelidir. Çocuk doğurmayan kadın kadınlık rölünü, tohumlamayan erkek de erkeklik rolünü reddederse ne olur? Eyvahlar olsun, erkek egemen düzen yıkılır.

∗∗∗

Sağ popülistlerin iddia etmekten hoşlandığı şekliyle eşcinsellik “olmaz olsun” denen modern yaşamla ortaya çıkmadı elbette. Ama LGBTIQ+ bireyler ve göçmenler, yoksulluğu ve yayılmacılığı körükleyen neoliberal politikaların yol açtığı ekonomik, toplumsal ve ahlaki yıkımın gerçek sorumlularının üzerini kapatan bir örtü olarak kullanılıp düşmanlaştırıldı. İşsizliğin göçmenler yüzünden arttığı, ailevi ve ahlaki değerlerin LGBTIQ+ bireyler yüzünden yozlaştığı söylendi. Bununla beraber dünyanın her yerinde eşitlik yanlısı hareketler büyüyor, güçleniyor. Sağ popülizm de, patriyarkanın devamı adına erkek ve kadının biyolojik farklarına daha çok vurgu yaparak ‘ortalığı bulandıran üçüncü türlere’ karşı savaş açıyor. Bu yüzden Nemo’nun pembe eteği düzen için bir etekten daha fazlasını temsil ediyor. Toplum, ne bir şarkıcının kıyafetiyle ne de bir komedyenin şakalarıyla çürüyor. Aksine, dünyanın çivisini söken de damını çökerten de durmadan nefret üreten eylem ve söylemleriyle, insanları inanç, etnik köken ve cinsel yönelimleri nedeniyle düşmanlaştıranlardır. Asıl utanç verici budur.

                                                      /././

Anadolu’da 1000 Hamaslı (İbrahim Varlı)

İki gün önce Bin Hamaslı’nın Türkiye’de tedavi gördüğünü söyleyen Erdoğan, dün de örgütün Gazze’de Anadolu’yu savunduğunu ileri sürdü. AKP’nin Hamas aşkı Filistin davasından değil ‘ümmet kardeşliği’nden.

Gazze’ye ölüm yağarken İsrail ile ticareti sürdüren, muhalefetin ve kamuoyunun tepkisi üzerine zoraki de olsa bu ülke ile ticareti sonlandıran Saray rejimi Hamas konusunda el yükseltmeye devam ediyor.

Erdoğan daha önce Kuva-i Milliye’ye olarak kodladığı Hamas’ın bu kez de “Gazze’de Anadolu’nun ileri hat savunması”nı yaptığını ileri sürdü. Meclis’teki grup toplantısında konuşan Erdoğan, “Bunu göremeyecek kadar kör müsünüz? Ben Hamas’ı Kuva-i Milliye’ye benzetince rahatsız olanlar var” diyerek bir kez daha muhalefeti suçladı.

Erdoğan’ın meclis kürsüsündeki konuşmasından saatler sonra Dışişleri Bakanı Hakan Fidan da Hamas’ın Siyasi lideri İsmail Haniye ile bir telefon görüşmesi gerçekleştirdi.

AKP lideri hafta başında da ağırladığı Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis ile görüşmesinde, Türkiye’de 1000’i aşkın Hamaslının hastanelerde tedavi gördüğü bilgisini verdi. Erdoğan’ın bu sözleri sarf ettiği saatlerde MİT Başkanı İbrahim Kalın, Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Haniye ile Katar’da görüşüyordu.

HAMAS OFİS Mİ AÇACAK?

Ankara-Hamas arasındaki yakın bağlantılar dikkat ve tepki çekiyor. İngiliz The Times gazetesi hafta başında Hamas’ın, gizlice Türkiye'de ‘‘özel bir güvenlik üssü’’ kurmayı planladığını ileri sürdü. Gazete haberini İsrail ordusunun Hamas'ın Gazze'deki lideri Yahya Sinvar'ın sağ kolu Hamza Ebu Şanab'ın evine yaptığı baskında el koyduğu gizli belgelere dayandırdı.

Hamas lideri Haniye 20 Nisan’da da Erdoğan tarafından Dolmabahçe Sarayı’nda ağırlanmıştı. Görüşme sonrasında Amerikan Wall Street Journal gazetesi, Hamas'ın siyasi merkezini Katar'dan taşımak için iki ülkeyle görüşmeler yürüttüğünü yazmıştı. Bu ülkelerin Suriye ve Türkiye olduğu ileri sürülmüştü. Hamas, Suriye'de savaşın patlak vermesinin ardından 2012'de merkezini Şam'dan Doha'ya taşımıştı.

İHVAN VE HAMAS’IN MERKEZİ

İsrail'le Hamas arasında arabuluculuk görevini üstlenen Katar iddiayı reddederken Erdoğan da, ‘‘Emir Şeyh Temim’den bu kardeşlerimizin Katar'daki pozisyonunu yok farz edecek bir adımı atacağına dair bir şey duymadım. Böyle bir adım atacağını da düşünmüyorum’’ demişti.

Hamas'ın bazı önemli isimleri uzun yıllardır Türkiye'de yaşıyor. Körfez Arap ülkeleri ve İsrail’in baskısı sonrası Katar’dan ayrılmak zorunda kalan Hamaslıların önemli bir kısmı İstanbul’a gelmişti. İstanbul sadece Hamaslıların değil, Müslüman Kardeşler Hareketi’nin binlerce üyesine de ev sahipliği yapıyor. Mısır ile yaşanan “normalleşme” sonrası İhvan’cıların yayın organları susturulmuştu.

İsrail ve ABD, Türkiye’nin Hamas'a ev sahipliği yapmaması konusunda sık sık uyarıyor. Öyle ki İsrail'in iç istihbarat teşkilatı Şin Bet'in Başkanı Ronen Bar, Hamas liderlerinin Lübnan, Türkiye ve Katar başta olmak üzere dünyanın her yerinde "avlayacaklarını" söylemiş Ankara’dan “bunun ciddi sonuçları olur” yanıtı gelmişti.

İsrail ulusal medya organı KAN, 19 Aralık’ta Hamas liderlerinin Türkiye'de gizli bir toplantı gerçekleştirdiğini ileri sürmüştü.

Savaş örgütü NATO’nun ileri karakolu olan Türkiye’nin, ABD ve İsrail’in “terör örgütü” olarak gördüğü Hamas’a kol kanat germesi önümüzdeki günlerde önemli bir kriz başlığı olacak. Washington ve NATO’nun basıncı kademe kademe artıyor. ABD ve İngiltere, Hamas ile bağlantılı şirket ve isimlere yaptırımlara çoktan başladı. Uzmanlara göre “Bir sonraki adımda Ankara’ya karşı yaptırımların ilan edilme ihtimali” söz konusu olabilir.

BU SEVDA NERDEN GELİYOR?

Hamas 7 Ekim’den bu yana İsrail ile savaş halinde. İsrail bu süre zarfında Gazze ve Filistin’e ölüm yağdırırken AKP iktidarı Tel Aviv ile ticareti kesintisiz sürdürdü. Büyük tepki çeken bu ticaret sevdası ancak geçen günlerde zoraki de olsa sonlandırıldı.

Siyasal İslamcı iktidarın Hamas sevdası Filistin davasından kaynaklı değil. Bu sahiplenme dürtüsü tamamen “ümmet kardeşliği”nden geliyor. Hamas, Müslüman Kardeşler'in Filistin kolu. AKP de İhvan ideolojisini paylaşıyor. AKP döneminde Türkiye Filistin meselesini sadece Hamas ve “ümmet” bağı üzerinden götürdü. Hamas liderleri kongrelerde ağırlandı, örgütün önemli üyelerine uzun süreli vizeler hatta vatandaşlıklar verildi.

Ortadoğu politikası iflas eden, ülkeyi krizden krize sürükleyen iktidar, ekonomik buhran nedeniyle çıkmazda. İsrail ile sürdürülen ve bir türlü bitirilmek istenmeyen ticaretin nedeni de bu darboğazdı. Artık ne ülke ne de uluslararası denklem Erdoğan’ın yeni bir “van minut” yapmasına müsait. Köprünün altından çok sulak aktı.

KRİZ VARKEN OFİS AÇMALARI ZOR 

Filistin üzerine yaptığı çalışmalarla bilinen akademisyen Erhan Keleşoğlu AKP-Hamas ilişkisinin uzun yıllara dayandığını belirtiyor. 2007’den bu yana Hamas ile “resmi” bir temasın olduğunu kaydeden Keleşoğlu, ABD ve İsrail’in de bu ilişkiye o dönemde “ehveni şer” olarak yaklaştığını söyledi. Amaçları Hamas-El Fetih ayrışmasını, Filistin’in bölünmesini sağlamaktı. Ancak zaman içinde Hamas ile ilişki tüm Ortadoğu siyaseti gibi çıkmaza girdi. Keleşoğlu’na göre Hamas meselesi ilerleyen günlerde önemli bir kriz başlığı olabilir. Ancak ekonomik krizin yol açtığı dış kaynak ve para arayışı nedeniyle iktidar şu aralar Hamas’ı başına bela etmez. Bu nedenle de Hamas’ın Türkiye’de ofis açma ihtimali bu kriz ikliminde pek olası değil. 

7 BİN YABANCININ TEDAVİSİ ÜCRETSİZ 

Resmi Gazete’nin cumartesi günkü sayısında yayımlanan karara göre, yabancı hastalar için Türkiye’de sağlık hizmetlerinden ücretsiz faydalanma kapsamı genişletildi. Dışişleri Bakanlığı’nın koordinasyonu ve Sağlık Bakanlığı’nın onayıyla gelen 7 bin yabancı hastanın tedavi giderleri ücretsiz olacak. Gelenlerin büyük bölümünün Filistin ve Ortadoğu’nun diğer ülkelerinden olduğu belirtiliyor. Kamuoyundaki tepkiler üzerine sağlık bakanlığı yaptığı açıklamada gelenlerin “girişimci” ve “insani dış politika” anlayışı gereği olarak “sağlık diplomasisi” kapsamında Filistin başta olmak üzere bölgedeki savaş, çatışma, afetlerden etkilenen mağdurlardan olduğu ifade edildi. Ulaştığımız kaynaklar Filistinlilerin tedavi için Ankara’da bir otele getirildiklerini kaydediyor. Getirilenler arasında ne kadarının Hamas’lı olduğu konusunda net bir bilgi yok.

                                                     /././ 

Tüylü ceketli şarkıcının darbe girişimi bastırıldı (Yaşar Aydın)

AKP ve MHP grup toplantıları çok şenlikliydi. Bahçeli yine ülkenin beka sorunun kavrayarak Nemo Mettler konusunda hepimizi uyardı: “Tüylü ceket, mor makyajlı ve pembe saten etekle yarışmada boy göstermesi…”

Bahçeli’nin de işaret ettiği gibi Eurovision şarkı yarışması sonucunda bizim göremediğimiz derinlikte bir komplonun olduğu çok açık ve bu konuda herkesin hassas olması gerekiyor. Bahçeli’nin duyurduğu Cumhur İttifakı’na karşı yapılan tek komplo girişimi sadece Nemo ile sınırlı değil.

Meğer gazeteciler dahil Ankara’da siyasetle ilgilenen her kesimin “MHP-AKP gerilimi” olarak tarif ettiği Bora Kaplan dosyası da başka bir komplonun parçasıymış.

Bahçeli duruma o kadar öfkelendi ki açık açık tehdit etti: “Ayranımızı kabartmasınlar, sabrımızı taşırmasınlar. Maşa kullanıp sütre gerisine saklananların hepsini takip ediyoruz. Olan biten tüm kanun dışı irtibat ve ilişki ağlarının farkındayız.”

Keşke Bahçeli konuyu biraz açsa da biz de durumu anlasak, farkına varsaydık. Ama Bahçeli’nin hedef kitlesinin biz olmadığımız çok açık. O çok sevdiği Erdoğan’a ‘adamına sahip çık’ diye sesleniyor, hatta yol da gösteriyor: “Bakalım temiz eller operasyonu nasıl oluyormuş! Hepsine göstermek, hepsini yaka paça içeri tıkmak da hukuk devletinin varlık ve şeref konusudur.” Kamuoyu Erdoğan’ın yanıtını çok beklemedi. Dün Meclis’te yaptığı parti grup konuşmasında “Yenikapı ruhunu baltalamak isteyenleri görüyoruz ki asla boş durmuyor. Kuklayı da kuklacıyı da oyunu kimin yazdığını da çok iyi biliyoruz” ve “Kanunun dışına çıkan, hatası olan kim varsa hukuk zeminince hesabı soruyoruz” diyerek ortağına ‘mesaj alındı’ demiş oldu.

BU EZBERLE ÇOK ZOR

Erdoğan ve Bahçeli ne derse Cumhur İttifakı içinde yaşanan çatışmayı gözden kaçırmaya yetmez. İkilinin açıklamalarından niyetin “sulh sağlamak” olduğunu anlıyoruz. Spotlar üzerindeyken manevra yapmanın zorluğunun farkında olan Erdoğan ve Bahçeli her zaman yaptıklarını yapıp yeni bir hayali düşman yaratıp hedef saptırıyorlar. FETÖ iltisaklı olmak, vesayet hedeflemek, darbe peşinde koşmak gibi bildik argümanlarla destekli bir senaryoyu hayata geçirmeye çalışıyorlar.

Erdoğan ve Bahçeli arasında uzlaşının kapısı aralandıysa yaşanan bu çatışmayı da fırsata çevirmeye çalışacaklardır. Birkaç polis şefi birkaç yargıcın dahil edilmesiyle mesele iktidara karşı kalkışmaya kadar gidebilir. Bir de birkaç bakanın “affını istemesiyle” süreç tamamlanabilir. Ondan sonra ver elini baskı yasaları.

Tabii bunun için ilk şart mutlak bir uyum. Geçmişte yeterli bir koşul olan ‘uyum’ bugün için hamle yapmakta çok zayıf kalıyor. Her şeyden önce yurttaşın rızası bir tarafa ekonomik ve siyasal olarak çok kırılgan bir iktidar var. Erdoğan’ın ‘bütünüyle arkasındayız’ dediği Mehmet Şimşek’in programının hayata geçmesi için yapması gerekenler var. Öyle Bahçeli’nin her istediğini hayata geçirmek kolay olmaz. Müdahale Ali Yerlikaya’ya kadar uzarsa ortalığın bugünden daha çok karışma olasılığı yüksek. Ekmeğini fazlasıyla yedikleri 15 Temmuz sonrası ezber, birden fazla gerekçe nedeniyle bu kez tutmayacaktır.

ŞİMDİ NE OLACAK?

Bu kavganın çıkardığı toz bulutunun arkasında ilk görünen, AKP ve MHP liderlerinin Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi konusunda şimdilik ‘Milli mutabakatları’nın devam ediyor olması. Liderler Saray rejiminin ancak ortaklık sürdükçe ayakta kalabileceğinin farkında. İstemeseler de birlikte yürüyecekler.

İkinci fotoğraf bu isteksizliği doğruluyor. Kavga bitmiş görünse de kimse sopasını bırakmadı. Her an yeni bir gerilim ortaya çıkabilir.

Son olarak da bu fotoğrafın bize sunduğu yalın mesajı Cumhur İttifakı’nın çok acil bir düşmana ihtiyaç duyduğu. Bahçeli’nin konuşmasından sonra ilk olağan şüpheli Nemo Mettler oldu. Ama yeterli olmayacaktır. Sonrasını hep birlikte göreceğiz. Özgür Özel’e sıranın gelmesi beklenenden de hızlı olabilir.

Tüm bu başlıklarda her şey istedikleri gibi gitse de yurttaşı oyalamak için yeterli gelmez. Çünkü tünelin ucunda onların hayatını pozitif etkileyecek hiçbir gelişme görünmüyor. Bir de muhalefetin kendi bildiği gündemi hayata geçirme konusunda ısrarı devam ederse işleri çok daha zorlaşacaktır.

Tüm bunlara rağmen “Tasarruf tedbiri” gibi göz boyamak için yaptıkları hamlelerin yanına Etkin Casusluk gibi muhalefet etmeyi zorlaştıracak adımlar atmayı denemeleri mümkün. Ama bu kez eli titrek, dili kekeme olan muhalefet değil bürokrasiden siyasete kadar iktidar bloku.

Yargıtay seçimleri, Bora Kaplan ve Sinan Ateş başlıkları üzerinden yaşananlar güçlü bir iktidara değil onları ayakta tutan kolanların çürüdüğüne işaret ediyor.

(BİRGÜN)

 

15 Mayıs 2024 Çarşamba

Ayhan Bora Kaplan davası: Ankara Emniyeti'nden Soylu'ya uzanan düğüm - soL

 Kaplan örgütünün iki numarası firari Serdar Sertçelik, gizli tanık olduğunu duyurdu, Ankara Emniyeti'nde AKP'ye darbe yapıldığını iddia etti. Soylu'ya uzanan örgüt siyasetin gerilimini yükseltti.

"Organize suç örgütü lideri" Ayhan Bora Kaplan'la birlikte 60 sanığın yargılandığı dava siyaset alanını karıştırdı.

İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya göreve geldikten sonra, Ankara'da yer altı dünyasında "Kaplanlar" grubu olarak bilinen suç örgütünü yönettiği ve eski İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'ya yakın olduğu söylenen Ayhan Bora Kaplan, "örgüt kurma", "kasten yaralama", "yağma", "kişiyi hüviyetinden yoksun kılma" ve "işkence" suçlamasıyla Eylül 2023'te tutuklandı.

Kaplan’ın aracından yüklü miktarda para çıkmıştı. Kaplan grubuna yönelik operasyon, daha sonra çok sayıda ilde genişletilmişti. Gözaltına alınanlar arasında eski AKP Ankara İl Yöneticisi Barış Kurt da yer alıyordu. İYİP Ankara eski İl Teşkilat Başkanı Akif Sarper Önder de Ayhan Bora Kaplan dosyasına girdi.

Kaplan'ın şirketlerine kamu ihaleleri verilmiş

Kaplan ciddi bir para trafiğini de kontrol ediyordu.

Kaplan kara para aklama soruşturması kapsamında verdiği ifadede mal varlığındaki ciddi artış için "enflasyonu" sebep göstermişti.

Hakkındaki soruşturma kapsamında 31 şirketine de kayyım atandı. Yönetimi şu an Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na (TMSF) geçen şirketlerin kamu kurumlarının ihalelerini aldığı ortaya çıktı.

Duruşma sırasında Mahkeme Başkanı'nın, ''TRT’ye gittiğinizde nereden buldunuz uzun namlulu silahları?” sorusuna Kaplan, ''Devlet görevlilerini suçlamamı bekliyorlar. Ben bu sorunun cevabını burada veremem. Özel size söyleyebilirim'' yanıtını verdi.

Kaplan soruşturması emniyete nasıl uzandı?

Kaplan soruşturması, ikisi "Nur cemaati mensubu" olduğu iddia edilen üç polis müdürünün evinin "terörle mücadele şubesi" ekipleri tarafından basılması ile yeni bir aşamaya geçti. Peki bu noktaya nasıl gelindi?

Önce soruşturmayı yürüten Ankara Emniyeti Organize Suçlarla Mücadele Şubesi'nde avukata bilgi sızdırdığı iddia edilen bir polis Mart ayında görevden alındı. Ardından üç üst düzey polis müdürü, Ankara Emniyet Müdür Yardımcısı Murat Çelik, Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürü Kerem Öner ve Şube Müdür Yardımcısı Şevket Demircan 9 Mayıs'ta açığa alındı.

Öte yandan evlerine terörle mücadele ekipleri tarafından baskın yapılan ve haklarında "suç işlemek için anlaşmak", "adil yargılamayı ve tanığı etkilemeye teşebbüs", "görevi kötüye kullanma" ve "suçluyu kayırma" suçlarından soruşturma yürütülen 3 emniyet mensubu dün gözaltına alındı.

Sabah'ta yer alan bilgilere göre, 3 isim hakkında tutuklama talebi olmadı. Emniyet mensupları hakkında "Anayasal düzene karşı işlenmiş suçlar" kapsamında soruşturma yürütülüyor.

Sertçelik'in soruşturmaya dahil edilmesi

Geçtiğimiz günlerde davanın gizli tanığı olduğunu söyleyen Serdar Sertçelik, İsmail Saymaz'ın aktardığına göre, Ayhan Bora Kaplan tutuklandıktan sonra Ankara Emniyet Müdür Yardımcısı Murat Çelik tarafından "Gel, ifade ver, bildiklerini anlat" denilerek çağırıldı. Kıbrıs'tan gelip ifade veren Sertçelik, 19 sayfa "bilgi" verdikten sonra "ev hapsi" şartıyla serbest bırakıldı. Fakat elektronik kelepçeye rağmen 9 kez dışarı çıkan Sertçelik, en son dışarı çıktığı gece ayağından vuruldu.

Ardından Muğla Bodrum üzerinden Kos Adası'na gitti. Şu anda Avrupa'da olduğu iddia edilen Sertçelik, pek çok gazeteciye de konuşmayı sürdürüyor.

Polislerle ilgili ön soruşturmaya da, organize suç örgütünün iki numaralı sanığı firari Serdar Sertçelik'in sosyal medyada yayılan iki ayrı videosu neden oldu. Sertçelik, ifadesinin içeriği konusunda polisler tarafından yönlendirildiğini ve AKP'li bazı yöneticilerin ismini vermesi için zorlandığını iddia etti. Söz konusu isimlerse Süleyman Soylu, Mücahit Arslan, Bekir Bozdağ, Hasan Doğan.

Polis müdürü Şevket Demircan'ın da gizli tanık olarak ifade verme konusunda Serdar Sertçelik’i ikna etmek için “Bize Temiz Eller Operasyonu’nu sizin ellerinizle başlattığınız haberini verdiler. Oradan pay biç sen” dediği öne sürüldü. MHP’nin de ifadesinde geçmesini istediği belirtilen polis müdürünün, “MHP ile ilgili de patlat, geç” diyerek talimat verdiği iddia edilenler arasında.

Bahçeli'den 'Hedef Cumhur İttifakı' açıklaması

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'yse partisinin dünkü grup toplantısında konuyla ilgili açıklama yaparak, "Emniyet ve yargı içine yuvalanmış soysuz ve kripto çetelerin yeniden Türkiye üzerinde hesap yaptığı görülmektedir. Hedefleri; MHP, AK Parti, Cumhur İttifakı. 17-25 darbe girişiminin tekrarını planlayanlara boyun eğersek boyumuz devrilsin” diye konuştu.

"Birkaç emniyet müdürünün açığa alınmasıyla geçiştirilemeyecek bir komplo devrededir" diyen Bahçeli, hedefin Cumhur İttifakı olduğunu söyledi. Bahçeli şu ifadeleri kullandı:

"Bugünlerde iç işgal cephesinde toplanıp aynı zamanda emniyet ve yargı içinde yuvalanmış soysuz ve kripto çetelerin yeniden Türkiye üzerinde hesap yaptığı görülmektedir. Bu kan içen vampirlerin aklını başına alması, etrafımızda iftira ve ihanet duvarı örmeye kalkışmalarının ağır sonuçları olacağını bilmeleri akıbetleri için 15 Temmuz gecesine dikkatle bakmaları ikaz ve ihtarımdır. Ayranımızı kabartmasınlar sabrımızı taşırmasınlar."

Erdoğan, MİT Başkanı ve Adalet Bakanı ile görüştü; İçişleri Bakanı çağrılmadı

Tüm bu gelişmelerin ardından AKP'li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, MİT Başkanı İbrahim Kalın ve Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’u Beştepe'deki Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'ne çağırdı. Gece yapılan zirvenin gündeminde Ayhan Bora Kaplan soruşturması ve Ankara emniyetinde açığa alınan polis müdürleri olduğu iddia edildi.

Toplantıya İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya'nın çağırılmamasıysa dikkat çekti. Yerlikaya bu sabah yaptığı açıklamayla sessizliğini bozdu. Sosyal medya hesabından  yaptığı açıklamada Yerlikaya, "Kimler, terör örgütleri ve onların uzantılarıyla, organize suç örgütleriyle bir olup, FETÖ taktikleriyle Sayın Cumhurbaşkanımıza, hükümetimize ve siyasilerimize, sosyal medya destekli 'oyun kurmaya' çalışıyorsa; onların oyunlarını da kurdukları tuzakları da yerle bir edeceğiz" dedi. Bakanın isim vermeden yaptığı açıklama şöyle:

"Sayın Cumhurbaşkanımızın liderliğinde dün olduğu gibi bugün de organize suç örgütlerine, şehir eşkıyalarına, uluslararası kartel haline gelmiş zehir tacirlerine, uluslararası örgütlenmiş göçmen kaçakçılarına, yabancı istihbarat servisleriyle irtibatlı illegal yapılara ve suç odaklarına göz açtırmadık, açtırmıyoruz ve açtırmayacağız.

Bu mücadelemizi kimler engellemeye çalışıyorsa, kimler FETÖVARİ gizli tanık taktikleriyle kendi karanlık düzenlerinin hakim olmasını istiyorsa, onların o düzenlerini de başlarına yıkıyoruz, yıkmaya da devam edeceğiz. Hangi kurum içinde Sayın Cumhurbaşkanımıza, hükümetimize ve siyasilerimize yönelik bir yapılanma varsa, sonuna kadar gidip, o yapıları tespit edip adalete teslim edeceğiz. Mülkiye Müfettişlerinin ilgili raporu kısa süre içinde tamamlanacak. Atılan her adımı, telefon kayıtlarını tek tek inceliyorlar. Hazırlanan bu raporu en ince ayrıntısına kadar kamuoyu ile de paylaşacağız."

Sabah'ın haberine göre, örgüt üyelerinden sanık Muhammet Kaplan duruşma esnasında yaptığı bir açıklamada "Başkomiser, firarı Sertçelik'i sorgu odasında Uğur Dündar ile görüştürdü. Ya telefonla ya da yüz yüze orasını bilmiyorum fakat bunu duydum ve yemin ederim" diyor.

Yandaşlar ne diyor?

Erdoğan'ın grup toplantısında konuyla ilgili açıklamalar yapması beklenirken, AKP cephesinden de ilk tepkiler-yorumlar gelmeye başladı.

Hürriyet yazarı Abdülkadir Selvi, "Algı operasyonu yapılıyorsa ona kurban olmayalım. Bir komplo hazırlanıyorsa onun tuzağına düşmeyelim" diyerek ihtiyatlı olmaya çağırdı. "Sürprizi gözardı etmeyin derim" diyen Selvi, Yerlikaya'nın soruşturma sonunda önemli açıklamalar yapacağını da iddia etti:

"İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın soruşturma ve tapelerin incelenmesinden sonra kamuoyuna önemli açıklamalar yapacağı söyleniyor. Bakarsınız  müfettişlerin incelemesi ve savcılığın soruşturması sonucunda ortaya çıkacak gerçekler tüm algı operasyonlarını yıkacak kadar şaşırtıcı olabilir. Sürprizi gözardı etmeyin derim."

Yine Hürriyet'te Nedim Şener, "17/25 Aralık 2013 FETÖ’nün hükümeti devirmeye yönelik emniyet ve yargı darbe kumpası’nın bir benzerinin Ankara Emniyet Müdürlüğü’ndeki Nurcu-Okuyucu diye bilinen bir grup tarafından tezgâhlandığı ortaya çıkarıldı" derken, gizli tanık Sertçelik'in iddialarının, "Ankara Emniyet Müdürlüğü’nün en tepesindeki isim olan Engin Dinç’in soruşturmasını gerektirecek cinsten" olduğunu ifade ediyor. 

Açığa alınan emniyet mensubu konuştu: 'Kumpas olsa ifadede yer almaz mıydı?'

Sözcü’den Saygı Öztürk ise bugünkü “Açığa alınan müdürler ne diyor?” başlıklı yazısında görevden alınan emniyet mensuplarının iddialarına yer verdi. Kumpasla suçlanan emniyet müdürleri haklarındaki iddiaları reddetti, "’Darbe, kumpas’ dedikleri doğru olsa bunlar emniyet ifadesinde olmaz mıydı?" dedi.

Öztürk’ün yazısının bir bölümü şöyle:

"(Serdar Sertçelik) 19 sayfada geçen konuların ana başlıkları ile bazı detayları anlattı. Bu bilgiler taslak olarak yazıya döküldü ve savcı beye bilgiler iletilerek araştırmalar yapılmaya başlandı. Verdiği bilgilerin bir kısmı emniyetçe araştırıldı ve doğruluğu teyit edildi. Bir kısmı da emniyetçe bilinmesine rağmen dosyaya gizli tanık olarak girmesinin, iddianame ve davanın devamında iyi sonuçlar getireceği kanaatine vardık.

Kendisine Savcılık makamının kod vererek gizli tanık yapılacağı, yeni kimlik, pasaport verileceği anlatıldı. KKTC’de görev yapan Türk polislerince Ankara uçağına bindirilip gönderildi. Kendisi aranan bir şahıstı. ‘Birkaç soruya cevap verip serbest kalacaksın’ denildiği iddiası yalandır. Çünkü valeye kadar herkes tutuklu iken örgütün 2 numarası firari şahıs Serdar, tanık korumada olmasa, polis çağırınca hiç gelir mi? Ankara’ya uçak gelince Şube Müdür Yardımcısı Şevket Demircan gözaltı işlemi yapıyor, işlemler usulüne göre gerçekleştiriliyor. 2 gün iddiaları detaylı araştırıldı, diğer ifadelerle karşılaştırıldı. İddia ettiği gibi ‘Hiç yaşamadığı şeyleri yaşamış gibi ifadesine yazıldığını, ifadesinin tamamen hayali olduğunu’ söylüyor.

Oysa, diğer şüphelilerin ifadeleri, HTS ve baz kayıtları ile iddiaları zaten doğrulanmıştı. Çoğu anlattığı konularda suça kendisi zaten karıştığı için hepsi teyit edildi. Daha sonra Savcı Mustafa Kaya’nın talimatına göre Ankara Adliyesi’ne götürüldü, huzurunda ayrıntılı olarak ifade verdi. Sulh Ceza Hakimliği’nce 9 Ekim 2023 tarihinde denetimli serbestlik aldı. Eğer zorlama bir ifade alınmış olsaydı bunu hakime söylemez miydi?"

'Yurtdışına kaç demedik'

"Ayağında elektronik kelepçe olmasına rağmen ev dışına çıkan, gece çorbacıda vurulan Serdar’a asla ‘Yurt dışına çık, dava başlayacağı zaman dönersin’ denilmedi. Ankara’da kalması, asla bir yere gitmemesi özellikle belirtilmişti. Polisin ‘Yurt dışına kaç’ sözleri de gerçeği yansıtmıyor.

Duruşmaların başlayacağı tarih olan 15 Nisan’dan yaklaşık 1 ay öncesine kadar her şey yolunda gitti. Duruşmaya geleceğini, kendisinin ifade için geldiğinde tutuklanmayacağının garantisini istedi. Bu konuşmaları da kayda aldı."

'AKP’ye darbe doğru olsa ifadelerde yer almaz mıydı?'

"AKP’ye darbe, siyasilere kumpas vs. gibi dedikleri doğru olsa bu verdiği emniyet ifadesi veya savcılık ifadesinde olmaz mıydı? Neden kaçmış olan şahsın telefonla getirilmesini sağlarken bu yapılsın ki? İddia ettiği konular zaten ele geçirilmiş şahsın varlığında yapılmaz mıydı? Hiçbir siyasinin, işadamının ya da bürokratın adı, yapılan çalışmanın hassasiyeti açısından geçmemiştir. Sadece ispatlanmış konular ifadeye yansımıştır."

Soylu, Erdoğan'la mı görüştü?

Süleyman Soylu ve akrabası Sadık Soylu'yla ilişkisi olan Ayhan Bora Kaplan soruşturmasındaki bu gerilim sonrası Soylu'nun Erdoğan'la görüştüğü iddia edildi. İddianın sahibi Sözcü'den Aytunç Erkin, "Soylu’nun ziyaret nedeninin, Kaplan davasıyla ilgili 9 Mayıs’ta görevden alınan üç polis şefi olduğunu söylediler" dedi. Erkin şöyle yazdı:

"İçişleri eski Bakanının Erdoğan’a 'Bana ve diğer arkadaşlara kurulmak istenen komplonun sadece üç polis şefiyle sınırlı olduğunu düşünmüyorum. Arkasında kim ya da kimler var? Bunlar ortaya çıkarılmalı' dediği iddia edildi. Erdoğan’ın da Soylu’ya 'Konuyu yakından takip ettiğini, İçişler Bakanı Ali Yerlikaya’yı çağırıp konuştuğunu' söylediği Ankara koridorlarında konuşuluyor."

(soL)

Savaş ve katliamla devam eden 'Büyük Felaket': Nakba 76. yılında - soL

 Nakba'nın 76. yıldönümünde Filistin halkı, İsrail'in büyük katliam operasyonuna karşı mücadele veriyor.

İsrail'in kuruluş tarihi olan 14 Mayıs 1948'in ertesi günü "el Nakba" yani "Büyük Felaket",  76 yılını geride bıraktı. Nakba, yüz binlerce Filistinlinin ülkelerinden koparılışının dönüm noktası olarak anılıyor. 
İsrail'in 1948 yılında kurulmasının ardından Filistin halkı topraklarından zorla sürülmeye başladı

Bugünse Filistin halkı, Nakba'nın 76. yıldönümünde Gazze'de İsrail'in büyük katliam operasyonuyla karşı karşıya. İsrail'in 7 Ekim sonrasında Gazze'ye dönük başlattığı harekatın ardından şu ana kadar en az 35 bin 34 kişi hayatını kaybetti. Yaralı sayısı ise yaklaşık 15 bini çocuk, 10 bini kadın olmak üzere 78 bin 755’e yükseldi. 

Nakba'nın 76. yıldönümü vesilesiyle, muhabirimiz Özkan Öztaş'ın 2021 yılında kaleme aldığı yazımızı yeniden paylaşıyoruz.

İsrail'in kuruluş süreci

1897 yılında İsviçre’nin Basel kentinde bir araya gelen Yahudiler, yaşadıkları baskılara kalıcı bir çözüm bulmak için bir kongre toplama kararı almışlardı. Bu kararın ürünü alan Birinci Siyonizm Kongresi’nde Yahudilerin Avrupa’da yaşadıkları baskıları da hafifletecek gündem önerileri tartışıldı.

Kongre’de ateşli konuşmaları ile bilinen Siyonist gazeteci Theodor Herlz’in tezleri, kongreden bir yıl önce, Şubat 1896 yılında kaleme aldığı “Yahudi Devleti” kitabına dayanıyordu. Bugün yaşanan sorunların Siyonistler tarafından ilk adımlarının atıldığı kongre, Yahudiler için bir devlet öneriyor ve bunu da kutsal kitaplarında sözü geçen vaat edilmiş toprakları işaret ederek yapıyordu. Adlı adınca Filistin işgal planı bu kutsal referanslarla Yahudiler nezdinde makul bir öneri haline getirilmişti ve Uluslararası Siyonist Örgütleri’nin, Yahudilerin Filistin’e göç etmesi için çalışmalara başlaması kararlaştırılmıştı. 

İlk ciddi göç dalgası ise 1917 sonrasında başladı. Ortadoğu’nun emperyalistler tarafından nasıl paylaşılacağına dair temellerin atıldığı bu yıllar Birinci Dünya Savaşı’nın sonrasına denk geliyordu. Bolşevikler tarafından ifşa edilen Sykes-Picot anlaşması ile Ortadoğu haritasının emperyalistler tarafından nasıl dizayn edildiğini öğreniyordu dünya halkları.

1917’de Filistin topraklarına demir atan İngiliz emperyalizmi, Siyonistlerin Filistin’e yerleşmesini salık veriyor ve bir Yahudi Devleti taahhüdünde bulunuyordu. Dönemin İngiltere Dışişleri Bakanı Arthur Balfour tarafından “Yahudilere Filistin’de bir vatan” sözünün verilmesi ile süreç hız kazanıyordu. Bugün hafızalara Balfour bildirisi olarak kazınan süreç bu şekilde başlamış ve 1950 yılına doğru Filistin’e göç eden Yahudi sayısı bir milyona yaklaşmıştı. 

Tabii bu göçlerde, göç eden herkesin Siyonist emeller ile buralara geldiğini söylemek tarihsel bir hata olur. Aynı zamanda Avrupa’da faşizmden kaçıp canını kurtaran yüzbinlerce Yahudi emekçi de bu göçün içinde yer alıyordu. Ancak oluşturdukları demografik tablolar Siyonistler tarafından bir stratejiye dönüştürülüyordu. 

Bu sürecin bir sonucu olarak 14 Mayıs 1948 tarifinde kurulan İsrail Devleti’nin kuruluş günü ise bölge halkları tarafından El Nakba, yani “kara gün,” “felaket günü” olarak adlandırılır.  

Yaşanan göç dalgaları ile 1947 yılına gelindiğinde, Yahudiler Filistin topraklarının yüzde 6’sını ellerinde tutarken nüfusunun ise üçte birini oluşturmaya başlamıştı. 

İşgal, direniş ve antiemperyalist mücadele

Filistin topraklarındaki sosyalist mücadelenin tarihi uzun yıllara dayanmaktadır. Benzer Arap ülkelerine kıyasla işgal altındaki topraklarda verilen mücadelelerde Marksist etkileşim, komşu ülkelerden daha çok Rusya ve Avrupa merkezli olmuştur. Bunda o dönem bir arada yaşayan Arap ve Yahudi aydınların ve örgütlü bireylerin Yahudilerin yoğunluk gösterdikleri yerlerden yaptıkları göçler etkili olur. Yahudiler daha çok Avrupa ve Rusya’daki kent merkezlerinde yaşarken, bir yandan sanayileşen bir yandan da siyasallaşan kentlerde Marksist hareketler ile temas kurmuş ve bu etkileşimi Filistin topraklarına taşımışlardır. Filistin’deki devrimci mücadeleler öncelikle bölgedeki İngiliz Emperyalizminin mandacı yönetimine karşı başlayıp akabinde Siyonist işgale karşı süreklilik kazanır. 1923 yılında kurulan Filistin Komünist Partisi bu dönemin ürünüdür. 1950’den sonra kurulan İsrail Komünist Partisi ile süreç bölünmüş iki devlet arasında bir bütünlük kazanır.

Türkiye’den de yakından takip edilen, başta Deniz Gezmişler olmak üzere birçok Türkiyeli devrimcinin birebir etkileşimde de bulunduğu Filistin mücadelesi 1950’lerden sonra ivme kazanmaya başlar.

                                                Deniz Gezmiş Filistin'de

Bu dönemlerde özellikle Sovyetler Birliği ile güçlü bağlara sahip ilerici ve seküler yapılar Filistin Kurtuluş Örgütü içinde yer almaya başlarlar. Amaçları gayet nettir: Sömürüye ve Siyonist işgale son vermek. 

Bu dönem dünyadaki ilerici ve devrimci kamuoyunun büyük bir bölümünün de desteğini alan bu örgütlenmeler, İsrail karşısında verilen işgale ve sömürüye karşı mücadelede savaş meydanlarından sokaklara, edebiyattan sanata, uluslararası basından dayanışmaya kadar birçok başarılı adım atmıştır.

Kızıl bayrakların yerini İslamcılar alırken

1990’lara doğru gelirken hem Sovyetlerin çözülüşü hem de emperyalist merkezler tarafından açıkça desteklenen İslamcı unsurların bölgede güç kazanması birçok dengeyi değiştirir. 1990’lı yıllara doğru bölgede gelişen Müslüman Kardeşler örgütü ve Filistin’de de etkisini arttıran siyasal İslamcı örgütlenmeler hem Filistin sorununu bir Müslüman-Yahudi sorununa indirgiyor hem de direnişin uluslararası alandaki kazanımlarını bir bir tasfiye ediyordu.

Bugün İsrail’in “sorun Filistinliler değil Hamas gibi aşırı dinci örgütlerdir” mesajı gerçeklikten ne kadar yoksunsa, sorunun sömürü ve antiemperyalizm denkleminden çıkarılıp dinî bir zemine oturtulması da sorunun çözümünü bir o kadar güçleştirmektedir. 

Filistin’deki siyasal İslamcıların serpilip gelişirken arkalarına aldıkları Batı merkezli sermaye kuruluşları ve İsrail’in bu sürece sessiz kalışı da bir köşeye not edilmesi gereken olgular arasında yer almaktadır. 

Bugüne gelindiğinde ise tablo daha çok bir din çatışması olarak ele alınırken, Filistin direnişinin tarihsel kazanımları tasfiye edilmek ve ilerici damarı törpülenmek isteniyor. 

AKP, Davos, Mavi Marmara: Kınayarak zenginleşmek

AKP’nin bölgede büyük bir iştahla soyunduğu Yeni Osmanlıcık olarak tarif edilebilecek süreç her ne kadar bugün duvara çarpmış olsa da emperyalizmin Ortadoğu’da devrimcileri denklemin dışında tutma arayışının devamı olarak okunabilir. 

AKP, süreci ümmet-cemaat ve İslami vurgularla yeniden üretirken bir yandan da kendi geleneğinin kurucusu Erbakan ile başlamış ekonomik ilişkileri büyütmekten geri durmadı. Kamuoyuna “Kudüs Fatihi” olarak lanse edilen Erdoğan 2009’da Davos’ta İsrailli muhatabına karşı gelirken büyüyen ekonomik ilişkiler patronların iştahını kabartıyordu. 

2010 yılında Gazze ablukasını kırarak Hamas’a nefes aldırmaya çalışan Mavi Marmara girişimi, İsrail ordusunun saldırısı sonucunda kana bulanırken, Türkiye’de İsrail karşıtlığı siyasal İslamcılar nezdinde zirveyi görmüştü. Aynı yıl İsrail-Türkiye ticaretinde de zirvenin görüldüğü ve ticari işlemlerin 4 milyar doların altına düşmediği dönem olarak tarihe geçti. 

Filistin sorunu mevzu bahis olduğunda topu taca atan siyasal İslamcılar, kınayarak büyüttükleri ticari işlemler ile kârlarına kâr, servetlerine servet ekliyor. Ortadoğu denkleminde ilerici ve antiemperyalist, sosyalist özneler tekrar tarih sahnesinde hak ettiği yeri alana kadar bu kısır döngü devam edecek gibi duruyor. (https://youtu.be/aLLrYQDD11E)

(soL)




Birgün KÖŞEBAŞI (15 Mayıs 2024)

İÇERİK: Damlaya damlaya evi su bastı (Kaan Sezyum), AKP ve MHP’nin yarattığı kirlilik ülkeyi boğuyor (Nurcan Gökdemir),“Yarı feodal” (Şükrü Aslan)


KISA KISA GÜNDEM BAŞLIKLARI (15 Mayıs 2024)

 

Osman Kavala'nın 'yeniden yargılanma' talebi reddedildi (Birgün)
Gezi Davasında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkum edilen ve 2 bin 388 gündür cezaevinde tutulan Osman Kavala'nın yeniden yargılanma talebi reddedildi.(https://www.birgun.net/haber/osman-kavala-nin-yeniden-yargilanma-talebi-reddedildi-529256)

Bütçe açığı dört ayda 691 milyar TL oldu! (Birgün)
Hazine ve Maliye Bakanlığı'nın nisan ayına ilişkin merkezi yönetim bütçesi verilerine göre; merkezi yönetim bütçe dengesi nisan ayında 177,8 milyar TL açık verdi. Yılın ilk dört ayındaki açık ise 691,3 milyar TL oldu.(https://www.birgun.net/haber/butce-acigi-dort-ayda-691-milyar-tl-oldu-529260)

Devlet en büyük kiracı oldu (Mustafa Bildircin)
Kamuya yeni bina kiralanmasına kısıtlama getirilirken son 5 yılda hizmet binaları için ödenen kira tutarı dudak uçuklattı. AKP iktidarı, Ocak 2019-Mart 2024 döneminde hizmet binaları için 4,5 milyar TL kira ödedi. Kamunun hizmet binası kiralama giderleri, yıllara göre şöyle: • 2018: 392 milyon 924 bin TL, • 2019: 559 milyon 564 bin TL, • 2020: 559 milyon 564 bin TL, • 2021: 543 milyon 750 bin TL, • 2022: 916 milyon 180 bin TL, • 2023: 1 milyar 156 milyon TL, • 2024: (Ocak-Mart): 457 milyon 395 bin TL (https://www.birgun.net/haber/devlet-en-buyuk-kiraci-oldu-529205)

Öğrenciye tasarruf, imama etli ziyafet (Nisa Sude DEMİREL-EVRENSEL)
                                                                
Fotoğraf: Marmara Üniversitesi öğrencileri

Yemekhane zamlarının geri çekilmesi talebine “Bütçe yok” yanıtı alan üniversiteliler, “Makam aracına var, öğrenciye yok; zamlar bütçe tercihleriyle alakalı” diyor. Kamuda tasarruf paketi açıklandı. Paket açıklanmadan bir hafta önce ODTÜ, Marmara Üniversitesi, Hacettepe Üniversitesi, Boğaziçi Üniversitesi ve Ankara Üniversitesi yemekhane ücretlerine gelen zamlar ve bu zamlara karşı öğrencilerin tepkileriyle gündeme gelirken; Harput Dini İhtisas Merkezi ise 190 imam için açtığı yemek ihalesiyle dikkat çekmişti. Harput Dini İhtisas Merkezinin 190 aday imama servis edilmek üzere 26 Mart’ta 210 günlük yemek hizmeti için ihale düzenlemiş ve ihaleyi 13 milyon TL karşılığında Aşsa Grup Yemekçilik Şirketine vermişti. Menüde beytiden kebaba, rostodan bonfilelere pek çok çeşit et türü yer alıyordu. Bu ihalede bir öğün yemek ortalama 325 liraya denk geliyor. Pek çok talebine “Bütçe yok” yanıtı alan üniversitelilerin payına ise tasarruf tedbirleri düşüyor. Marmara Üniversitesinde en son yemekhane ihalesi 22 Haziran 2023’te 103 milyon 606 bin 683 TL’ye verildi. Günlük ortalama 11 bin öğrencinin yemek yediği Marmara Üniversitesinde yemek ücretlerine yapılan zamla devletin katkı payı düşürülürken içerisinden kurt, saç teli çıkan bir öğün yemeğin ortalama tutarı ise 35 lira oluyor. İhale şartnamesine göre Marmara Üniversitesi öğrencilerinin menüsü elbette aday imamlarınki kadar zengin değil: Haftanın bir günü etli yemek, haftanın bir günü köfteli yemek, haftanın bir günü kuru bakliyat, haftanın bir günü sebze, haftanın bir günü beyaz et. Öğrenciler ise yemeklerin niteliğinin şartnamede belirtilenlerle alakası olmadığını söylüyor.(https://www.evrensel.net/haber/518399/ogrenciye-tasarruf-imama-etli-ziyafet)

Ayakkabı bile yandaştan! (İsmail Arı-Birgün)
AKP’li Şahinbey Belediyesi, Ahmet Hakan Kozan’dan 93,5 milyon TL’lik ayakkabı aldı. Kozan’ın Erdoğan’ın kızları ile aynı vakfın yöneticisi olduğu anlaşılırken CHP’li Kalkan, “Tüm ihaleleri Şahinbey’den almış” diye tepki gösterdi.(https://www.birgun.net/haber/ayakkabi-bile-yandastan-529190)

5,9 milyar TL’lik danışmışlar (Mustafa BİLDİRCİN-Birgün)

Saray’ın harcamalarına, Kamu Özel İşbirliği (KÖİ) projelerine ve sermayeye sağlanan ayrıcalıklara dokunmayan kamuda tasarruf paketi tartışılırken kamunun danışmanlık için ödediği para, “Tasarruf yanlış yerde aranıyor” yorumlarının haklılığını ortaya koydu. 2021-2023 döneminde kamu adına 5 milyar 929 milyon TL’lik danışmanlık hizmeti satın alındı.Kamu Alımları İzleme raporlarına göre, 2021, 2022 ve 2023 yıllarında danışmanlık için fahiş ödemeler gerçekleştirildi. Danışmanlık hizmet alımı için 2023 yılında ödenen para, 2021 yılına oranla yüzde 499,2 arttı.(https://www.birgun.net/haber/5-9-milyar-tllik-danismislar-529171)