Bahçeli "AKP içinde suyu bulandıranlar, feragat ederiz, gereğini yaparız" sözleriyle ne demek istedi; Cumhur İttifakı'nın sürmesini koşula mı bağladı? (Gökçer Tahincioğlu)
Açıklama gösteriyor ki Bahçeli, Sinan Ateş davasının partisine verdiği zararın farkında ve bu konunun gündemde tutulmasına MHP’nin duyduğu öfkeyi yansıtıyor. Bu davanın AKP ile MHP’yi ayırmak amaçlı kullanıldığını söyleyerek hem dava ile ilgili ince bir mesaj veriyor hem de CHP ile yürütülen temasları da bu kapsamda gördüğünü vurguluyor. Açıklama, MHP’nin tahammül sınırında olduğunu, Erdoğan’a verdiği desteği ayrı tutmakla birlikte, AKP ile yürütülen ittifaka son verebileceği mesajını da içeriyor. Açıklaması bir bütün olarak değerlendirildiğinde, Bahçeli'nin Erdoğan ve AKP'ye, -kendi ifadesiyle- "ısmarlama normalleşme"ye karşı, başkanlık barajı olan "yüzde 51 ihtarı" yaptığı da söylenebilir...
Son iki gündür ardı ardına görüşmeler ve fotoğraflarla verilen siyasi mesajların ardından bütün dikkatler, gelişmelerin tam ortasında duran MHP ve Genel Başkanı Devlet Bahçeli’deydi. Bahçeli, her satırı mesaj yüklü bir yazılı açıklama ile gelişmeler karşısında MHP’nin tavrının ne olacağını anlattı. Bahçeli’nin yazılı açıklamasının MHP tarafından sunumu bile mesaj yüklüydü:
Siyasi operasyon
“Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin, ‘Türk Siyasetinde Normalleşme ve Yumuşama’ İddialarıyla Milliyetçi Hareket Partisi’ne Düzenlenen Siyasi Operasyonlar hakkında yapmış oldukları yazılı basın açıklamasını ilgi ve bilgilerinize sunarız” ifadeleriyle servis edildi açıklama.
Çok bilinmeyenli denklem
Bahçeli’nin açıklaması da ilk satırdan itibaren mesajlar taşıyordu. İlk iki cümlesinde dikkati çeken şu ifadeler yer aldı:
“31 Mart Mahalli İdareler Seçimlerini müteakiben Türk siyasetinde, demokrasinin vazgeçilmez kurumları olan siyasi partiler arasında normalleşme ve yumuşama arayışlarının temel alınarak çok bilinmeyenli yeni bir denklemin kurulmak istendiği gözlemlenmektedir. Zira her şey milletimizin huzurunda gerçekleşmektedir.”
Bahçeli, Erdoğan’ın “yumuşama”, CHP’nin “normalleşme” adını verdiği, karşılıklı ziyaretler ve temaslarla yürüyen süreci “çok bilinmeyenli yeni bir denklem kuruluyor” diye yorumladı.
Munzam ve muhassıl
MHP’nin “munzam (eklenmiş, katılmış) ve muhassıl (meydana getiren)” diyalogları, ülke lehine olduktan sonra değerlendirmekten rahatsızlık duymayacağını söyleyen Bahçeli, kutuplaşmayı sonlandıracak adımlara karşı olmadığının altını çizdi açıklamasında.
Ancak buraya büyük bir şerh düştü. Sıcak gündemin üst sıralarına yerleşen temas ve görüşme trafiğinin MHP’yi hedef alan karalama kampanyasına dönüştüğünün izahtan vareste olduğu şerhi…
Elbette bu sözleriyle, Erdoğan’ın önce CHP’yi ziyaret ederek Özgür Özel’le görüşmesini, hemen ardından Ankara’da öldürülen eski Ülkü Ocakları Başkanı Sinan Ateş’in eşi ve çocuklarını kabul ederek, fotoğraf vermesini kastediyor. Bahçeli, şöyle devam ediyor açıklamasında:
“Dikkat, temkin ve titizlikle takip ettiğimiz nevzuhur gelişmelerin esrar perdesi aralandığında başka hesapların, alttan alta körüklenen farklı beklentilerin varlığı müşahede ve mütalaa edilmektedir.”
Suikaste refakat edenler
Bahçeli’nin, CHP ile yürütülen süreçle, MHP’nin odağa konulduğu Sinan Ateş cinayeti ile ilgili süreci birbirinden ayırmadığı anlaşılıyor. Şöyle ifade ediyor MHP lideri:
“Özellikle Milliyetçi Hareket Partisi’nin normalleşme ve yumuşama ortamına şaşı baktığı, şüpheyle yaklaştığı, hatta zarar verdiği televizyon ekranlarından, sosyal medya platformlarından ve gazete sayfalarından devamlı surette ileri sürülmektedir. İddianamesi hazırlanan bir cinayet davası üzerinden de Milliyetçi-Ülkücü Hareket’e yönelik itibar suikastının yaygınlaşması, bu suikasta refakat eden kimi isimlerin sürekli parlatılması, dahası kapı kapı gezdirilmesi, ekran ekran dolaştırılması, bir hak ve hukuk arayışından öte iç huzur ve barış ortamını zehirlemeye tam teşebbüstür.”
MHP hazır olacak ama ne amaçla?
Bahçeli, MHP’nin 1 Temmuz’da yapılacak Sinan Ateş davası ilk duruşmasında MHP’nin hazır olacağının altını da çizdi açıklamasında. “Karanlık oyunlarla ve bu oyunların figüranlarıyla Türk yargısının huzurunda hesaplaşacaktır” ifadeleriyle MHP’nin cinayetin takibi için değil, yöneticilerini hedef alan iddialara karşı salonda bulunacağını ilan etti.
İttifakı bozmak için kullanılan dosya
MHP lideri, Sinan Ateş davasının, Cumhur ittifakını dağıtmak için araç olarak kullanıldığı görüşünde. Bunu yapanları da şu ifadelerle hedef aldı:
“Yurt içi ve yurt dışı menşeli çıkar odaklarının, yıkım ortaklarının, siyasi istikrar muhalifi çevrelerin, bilhassa da Cumhur İttifakı muarızlarının partimizi töhmet altında bırakmak, bir yol ayrımının inşasını sağlamak maksadıyla kesintisiz faaliyet içinde oldukları meydandadır…”
“Bariyersek çekiliriz” resti
Bahçeli, yine dava ile normalleşme adı verilen süreci birlikte okuyarak, AKP’ye belki de bugüne kadarki en sert mesajını şu ifadeler verdi:
“Bu kapsamda siparişi yapılan normalleşme ve yumuşama atmosferinin sürdürülebilir hale gelmesinin önünde şayet Milliyetçi Hareket Partisi bariyer olarak telakki ve tarif ediliyorsa, Bu konuda da geniş bir ittifak husule gelmişse, bize düşen sorumluluk ülkemiz ve milletimiz uğruna her türlü fedakarlığı göze almak, gereğini ise gönül huzuruyla yapmaktır.”
Cumhurbaşkanı’nı koruyan, bazı AKP’lileri hedef alan sözler
Bahçeli, ağır ifadelerini şöyle sürdürdü:
“AK Parti içindeki gayri memnun kesimin devamlı suyu bulandırmasını da dikkate alarak, AK Parti ile CHP arasında geniş tabanlı bir ittifakın vücuda gelmesi, buna da altılı masanın diğer unsurlarının desteği Milliyetçi Hareket Partisi’nin samimi dileği ve temennisidir.”
Açık biçimde, AKP içinde CHP ile geniş tabanlı ittifak yapılmasını isteyen bir kesimin bulunduğunu, “suyu bulandıranlar” olarak nitelediği bu kesimin MHP’yi istemediğini ilan etti. CHP’nin kurucusu olduğu Altılı Masa’yı da katarak, AKP’nin istiyorsa burada yer alabileceğini, MHP’nin bu ittifakın karşısında duracağını, dilek ve temenni vurgularıyla verdi.
Bahçeli’nin açıklamanın bu noktasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı farklı bir yere koyduğu da görülüyor.
AKP içindeki “suyu bulandıranların” CHP ile ittifak isteğine rağmen, Cumhur ittifakı’na bağlı olduklarını vurgulayan Bahçeli, ortaklığı TBMM faaliyetleri ile sınırlayarak, önce “TBMM’de kanun tekliflerine verilen desteğimiz aynen sürecektir” dedi. Bu konuda bir kaza olmayacağını vurguladı.
Ardından, “Cumhur İttifakı’ndan tavizimiz, geri dönüşümüz, yarı yolda bırakmamız, ilkelerinden ve hedeflerinden cayma göstermemiz mümkün değildir” ifadeleriyle Erdoğan’a yapıcı mesaj verdi. AKP’deki kesim ile Erdoğan’ı ayıran en net mesajı ise şu ifadelerdeydi:
“Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın da şartlar ne olursa sonuna kadar yanında ve arkasında olacağımızı, kesinlikle yalınız bırakmayacağımızı herkes çok iyi bilmelidir.”
"Cumhurbaşkanı’nın hatırına feragat" vurgusu
Ancak ardından gelen cümleler aynı yapıcılıkta değildi:
“Sayın Cumhurbaşkanımızın yaptığı görüşmeleri, kurduğu ilişki ağlarını, icra ettiği ikili temasları saygıyla karşılıyor, zatı devletlerini daha da rahatlatmak için bir kez daha feragatle hareket edip karşılıksız inisiyatif alıyor ve bu tercihimizi aziz milletimizle paylaşıyoruz.”
Bahçeli, karşılıksız inisiyatif aldıklarını belirterek, MHP’nin bu tabloyu “tahammül edilemez” bulduğunu ancak fedakârlık yaptığını vurguladı. Feragatle hareket ettiklerini vurgulayarak aslında bu yapılanların karşılığı olması gerektiğini ancak bunu yapmadıklarını söyledi.
Erdoğan’la görüşür mü?
Bütün bunlara rağmen Bahçeli’nin açıklamasının kendisi, feragat vurgusu, CHP ile kurulması istenilen ittifak konusunda dilek ve temennide bulunması Erdoğan’a ve AKP’ye karşı açık uyarı anlamı taşıyor.
Bahçeli, Sinan Ateş davasının partisine verdiği zararın farkında ve bu konunun gündemde tutulmasına MHP’nin duyduğu öfkeyi yansıtıyor. Bu davanın AKP ile MHP’yi ayırmak amaçlı kullanıldığını söyleyerek hem dava ile ilgili ince bir mesaj veriyor hem de CHP ile yürütülen temasları da bu kapsamda gördüğünü vurguluyor. Açıklama, MHP’nin tahammül sınırında olduğunu, Erdoğan’a verdiği desteği ayrı tutmakla birlikte, AKP ile yürütülen ittifaka son verebileceği mesajını da içeriyor. Erdoğan, bu açıklamadan sonra Bahçeli ile görüşür mü, iki parti arasındaki temas trafiği nasıl ilerler, bu açıklama Sinan Ateş davasını nasıl etkiler, göreceğiz. Ancak siyasette gerçekten de Bahçeli’nin de vurguladığı gibi yeni bir denklemin kurulduğu ortada.
Açıklaması bir bütün olarak değerlendirildiğinde, Devlet Bahçeli'nin Erdoğan ve AKP'ye, -kendi ifadesiyle- "ısmarlama normalleşme"ye karşı, başkanlık barajı olan "yüzde 51 ihtarı" yaptığı da söylenebilir.
/././
Tahir Elçi cinayeti dosyasındaki rezaletler, sola sızan ajanlar, gazeteci tehdit eden JİTEM'ciler (Gökçer Tahincioğlu)
Elçi'nin PKK tarafından vurulduğu, polis tarafından vurulduğu, olay anında önlem almadığı ve talihsiz biçimde vurulduğu, seken kurşunla vuruldu, hedef alınarak vurulduğu gibi çok sayıda iddia var. Mühim olan bunlar da değil… Mühim olan çözme iradesinin olup olmaması… Elçi, itinayla hedef gösterildi ve garip bir biçimde öldürüldü
Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi'nin, kentin göbeğindeki Dört Ayaklı Minare'nin altında, güpegündüz öldürülmesine ilişkin davada yargılanan polisler, beklendiği ve en baştan bu yana öngörüldüğü gibi beraat etti.
Bu kadar göz önünde işlenmiş bir cinayetin bile cezasız bırakılacağı aslında daha ilk günden belliydi. Zaten polislerin de ceza almasından çok, bu rezaletler, bunları yapanların deşifre edilebilmesi önemliydi. Bu da yapılamadı. Elçi ailesinin, eşi Türkan Elçi'nin ve avukatların olağanüstü çabasıyla açığa çıkartılan kanıtlar da dikkate alınmadı. Cezasızlık yeniden işledi…
* * *
Öyle bir dosya ki kimin kim olduğunu ayırt etmeye de yarıyor.
Dokuz yıl önce işlenen cinayetten hemen sonra, Tahir Elçi'nin yıllarca takip ettiği JİTEM davalarının birinin, bir numaralı sanığı, bir aracı vasıtasıyla mesaj gönderdi.
Daha önce yazdığım, faili meçhul cinayetlerin anlatıldığı Beyaz Toros adlı kitaba atıf yaparak gönderilen bu mesaj, Tahir Elçi cinayetiyle ilgiliydi.
Anımsayalım, Elçi'nin öldürüldüğü günün bir gün öncesinde, örgüt mensubu iki kişi Toros marka bir araçla, polis aracına saldırıda bulundu. O araçtaki saldırganlardan biri, Elçi'nin öldürüldüğü gün de olay yerindeydi. Taksideki iki örgüt mensubu, kendilerini durduran iki polise ateş açtı. Ardından Elçi'nin basın açıklaması yaptığı yöne doğru kaçmaya başladılar. Bu sırada çatışma yaşandı. Elçi, tam o sırada vuruldu.
Elçi'nin yargılanması için yıllarca emek verdiği JİTEM davası sanığı, emekli askerden aracı vasıtasıyla gelen mesaj şöyleydi:
"Kendisiyle irtibat kurarsan bugünkü Milliyet gazetesinde beyaz Toros'u kimlerin kullandığını yazmışlar. Okumuş mu? Kitabındaki Beyaz Toros'la çelişiyor. Sanırım haberi yok…"
* * *
Öfkesi elbette yıllarca Elçi'nin kendisiyle uğraşmasından kaynaklanıyordu. Ancak daha garibi aracı olan şahsın da aynı nefreti taşımasıydı. Bu mesajdan önce, yine Elçi'nin avukatlık yaptığı bir dosyayı haberleştirmem üzerine, önce "çok irdeliyorsunuz" diye mesaj göndermiş ardından da şunları yazmıştı Elçi için: "Sizin savunduğunuz kişinin stajyer avukat iken Diyarbakır Cezaevi'nde yatan örgüt mensupları ile dağdakiler arasında PKK'nın kuryeliğini yaptığını ve cezasının ertelendiğini bilemezsiniz tabi ki ama bu gerçek de ortada…"
Aynı kişi, daha sonra, kibar bir üslupla, kafamdaki tereddütleri doğrudan aracılık ettiği emekli askere sorabileceğimi söyledi. Bunu kabul ettiğimde ise şu an uygun olmadığı yanıtını vererek…
Elçi'yle ilgili, yalan dolu bu nefret mesajını taşıyan aracı, uzun zamandır sol-sosyalist çevrelerin içerisinde paylaşımlar yapıp, çeşitli grupların bir parçası olmaya çalışıyor. Öldürülen insanların yakınlarıyla pozlar vermeyi ihmal etmeden…
* * *
Bu küçük anekdot Tahir Elçi cinayeti davasının, sıradan bir dava olmadığını göstermesi açısından önemli.
Diyarbakır 10. Ağır Ceza Mahkemesi'nin, üç polisin sanık olarak yargılandığı davada vereceği karar zaten belli gibiydi. Nitekim şaşırtmadı ve davayı beraatle bitirdi. Ama sorular ortada duruyor. Gariplikleri unutmamak lazım:
* Cinayet öncesinde inanılmaz olaylar yaşandı. Diyarbakır gibi devletin sürekli teyakkuzda olduğu bir kentte, Elçi cinayetinden bir gün önce polise saldırı düzenleyen 2 YDG-H'linin bindiği taksiyi polis durdurdu. Taksidekiler kendilerini durduran, hiçbir önlem almadan taksiye yanaşan iki polisi vurduktan sonra sokağa girdi ve burada çıkan çatışmada Elçi öldürüldü. Avukatların çabası ve alınan ifadeler, o taksinin zaten takipte olduğunu, Balıkçılarbaşı gibi kentin en yoğun bölgelerinden birine gelene kadar trafik yoğunluğu gerekçesiyle müdahale edilmediğini, trafiğin kesilerek müdahale yolunun seçilmediğini açığa çıkarttı.
* Elçi ise tüm bunlar yaşanırken, operasyonlarda ve çatışmalarda zarar gören Dört Ayaklı Minare'nin ve kültürel mirasın korunması konusunda basın açıklaması yapıyordu. İddiaya göre, bölgedeki onlarca kamera, Elçi'yi vuran silahı kayda alamadı. Polislerin olaydan sonra verdiği ifadelerin özü de aynıydı: "Ben ateş etmedim, başka ateş edeni de görmedim."
* Olaydan sonra ilk keşif, aynı gün saat 15.00'te gerçekleştirildi ama yarım kaldı. İkinci ve kapsamlı keşif olaydan tam 110 gün sonra yapıldı.
* 17 Mart 2016'daki yapılan bu keşiften sonra bilirkişi raporu ise sadece iki günde yazıldı. Ve rapor yazılırken, tıbbi belgeler, otopsi bulguları, fotoğraf ve videolar dosyada yoktu, hepsi Adli Tıp'ta bekliyordu.
* Eksik belgelere rağmen, raporda çok iddialı bir yorum yapıldı, dosya kapatılmak istendi: "Ölümüne neden olan atışın, hangi silahtan, hangi açıyla, kişinin hangi vücut pozisyonuyla gerçekleştiğinin tıbben ve fiziken bilinemeyeceği..."
* * *
* Bu arada bazı görüntülerin kayıp olduğu da anlaşıldı. Yenikapı Sokak'ta yer alan PTT Şubesi'nin 5 nolu güvenlik kamerası kayıtlarında olay günü saat 11.34 ile 11.51 saatleri arasında 17 dakikalık bir kesintinin olduğu saptandı. Foto Film Şube Personeli'nce çekilen görüntü kayıtlarında yaklaşık 13 saniyelik bir kesintinin olduğu da tespit edildi. Bu görüntülerle ilgili suç duyurusunda bulunuldu ama sonuç elde edilmedi.
*Cinayetin üzerinden zaman geçtikçe, gizli tanıklar ortaya çıktı. "Elçi'yi biz vurduk, merkezden talimat geldi, ortalığı karıştırmak istedik" ifadeleri bazı gazetelerin manşetlerini de süsledi. Gerçek olmadığı çok belliydi.
*İçişleri Bakanlığı Teftiş Kurulu raporu büyük önem taşıyordu. Cinayetten dört yıl sonra bakanlıktan, raporun tamamlandığı, Diyarbakır Başsavcılığı'na ve ilgili mülki idareye gönderildiği ancak adli nitelik taşıması nedeniyle avukatlara verilemeyeceği söylendi. Savcılık ise buna rağmen ısrarla raporun dosyaya gönderilmediğini bildirdi. Raporun akıbeti uzun süre belirsiz kaldı, zira polisler için ihmal tespiti yapılıyordu.
* Diyarbakır Barosu ve avukatlar, bunun üzerine harekete geçti. İngiltere'deki Londra Üniversitesi Adli Mimari Bölümü ile anlaşıldı, eldeki tüm kayıtlar buraya gönderildi. Uzman kuruluş, saniye saniye, bilimsel yöntemlerle görüntüleri inceledi. Londra Üniversitesi Goldsmith Koleji bünyesindeki Forensic Architecture (Adli Mimarlık) tarafından hazırlanan rapor aydınlatıcıydı. Rapora göre Elçi'nin öldürülmesi esnasında olay yerinde bulunan YDG-H mensuplarından ikisi de öldürücü atışı yapmadı ancak polis memurlarından üçünün Elçi'ye yönelik doğrudan ateş hattı vardı ve eşkali raporda verilen bir tanesi açık ve engelsiz bir ateş hattıyla silahını ateşleyen tek memurdu. Olay sonrasında ifade veren bazı polislerin beyanının aksine raporda, uzak bir mesafeden uzun namlulu bir silahın ateşlendiğine dair herhangi bir işitsel delile ulaşılamadığı da belirtildi. Savcılık, belirlenen isimlerin ifadesini "şüpheli" sıfatıyla almadı. Dosyayı yeniden Adli Tıp Kurumu'na gönderdi.
* Adli Tıp'tan gelen yanıt, önceki rapordaki görüşlerinin sürdüğü yönündeydi. Uzman kuruluşun raporuyla ilgili ise herhangi bir beyan içermiyordu.
* Dosyaya 11 Ekim 2019'da çok önemli bir ifade girdi. Adli Tıp Kurumu'nda çalışan M.A., 3 Ağustos 2016'da verdiği ifadede Tahir Elçi cinayeti ile ilgili delilin UYAP'tan silindiğini söylemiş, bu ifade sonradan açığa çıkmıştı. Diyarbakır Barosu, ortaya çıkmayan bu ifade nedeniyle suç duyurusunda bulundu. Aynı zamanda Diyarbakır Başsavcılığı'ndan olayın araştırılmasını istedi. İfade, doğrudan dosyaya girmemişti ve nedense dosyaya gönderilmemişti. FETÖ soruşturması kapsamında alınan ancak cinayetle ilgili önemli bilgiler içeren 2016 tarihli ifadenin cinayet dosyasına neden gönderilmediği sorusunun yanıtı belirsiz. Yeniden ifade veren M.A., Adli Tıp Kurumu'nun, "Yalan, iftira, suç duyurusunda bulunacağız" açıklamasına karşılık, "2016'da alınan ifadem doğrudur, bana aittir. Arkasındayım" dedi. Altuğ'un bu ifadesi, Elçi cinayeti soruşturma dosyasına girdi.
* Elçi'nin öldürülmesine ilişkin dava ancak beş yıl sonra açıldı ve cinayetin üzerinden altı yıl geçtikten sonra yargılamalar başladı. Üç polis hakkında açılan davaya, son dakikada gizli tanığın verdiği ifadeyle, PKK'lı olduğu iddia edilen bir firarinin ismi de eklendi. Devlet, her aşamada bu kartı açık tutmak istiyordu.
* Ama davanın üçüncü duruşmasında olmadık şeyler yaşandı. Gizli tanıklar da savcılık tanıkları da soruşturma aşamasında verdikleri ifadeleri çekiverdiler. Üstelik tanıklardan, cezaevinde bulunan ve uzaktan salona bağlanan hükümlü Deniz Ataş, isyan ederek, savcının kendisini kandırdığını söylüyordu: "Bize işkence yaptılar. Savcı da geldi. Bana Tahir Elçi cinayetini Uğur ve Mahsum'un (PKK'lılar) üstüne atacaksın, yoksa seni öldürürüz dediler. Korkudan, ifade vermeyi kabul ettim."
* Cinayetin PKK tarafından işlendiğine yönelik iddialara dayanak yapılan ifadeleri veren isimlerden Mehmet Türk ise eski ifadesinin doğru olmadığını belirtti. Cezaevindeki bir başka tanık Ekrem Özgün de önceki ifadesinin doğru olmadığını hatta hiç ifade vermediğini söyledi. Gizli tanık bile ifadesini geri çekti.
* Cinayet anını çeken üç kamera ile ilgili sırlar sürüyor. Bir tanesinin 12 saniyesi, postane kamerasının 20 saniyesi, Mardin Kebap Evinin 4. kamerasının bütün görüntüleri kesik.
* * *
Elçi'nin PKK tarafından vurulduğu, polis tarafından vurulduğu, olay anında önlem almadığı ve talihsiz biçimde vurulduğu, seken kurşunla vuruldu, hedef alınarak vurulduğu gibi çok sayıda iddia var.
Mühim olan bunlar da değil…
Mühim olan çözme iradesinin olup olmaması…
Elçi, itinayla hedef gösterildi ve garip bir biçimde öldürüldü.
Devlet, cinayeti çözmek yerine dosyayı kapatmak iradesi ile hareket etti ve gelinen nokta ortada.
Bu cinayetler çözülmedikçe üzerine yenilerinin eklenebildiği, birilerinin her koşulda insanları hedef gösterme ve öldürme cüretini gösterebildiği ortada.
Mesele bir iki kişinin ceza alması değil. Hedef gösterenden, soruşturmayı ihmal edene kadar kim varsa açığa çıkartılıp cezalandırılması.
Bu hayalin bugün de gerçek olamayacağı yine görüldü.
/././
Faşizme giden yol mideden geçer (Mine Söğüt)
İnsanı külliyen yok sayan ve açık açık paraya tapan bir düzenin içinde zombileşerek hayatta kalmayı, yaşamak sanıyorlar
Ursula K. Le Guin'in muhteşem bir kısa hikâyesi vardır. "Omelas'ı terk edenler..."
Hikâye, hayatın mükemmel olduğu hayali bir şehri anlatır. O şehirde ruhban sınıfı ve asker yoktur. Topraklarında bolluk bereket vardır. Evlerin içleri ışıklı, insanların yüzleri aydınlıktır. Yoksulluk, savaş, mutsuzluk nedir bilmezler. Yaşlısından, çocuğuna o şehirde herkes mutlak bir doyuma ve mutluluğa sahiptir.
Bu mükemmel hayatın tek ama tek bir bedeli vardır. O da, ailesinden koparılıp, ışıksız bir odaya hapsedilerek, günde bir kez önüne koyulan bir kap yemekle kendi pisliği içinde, yarı deli bir şekilde yaşamaya terk edilmiş, hiç büyüyemeyen yapayalnız bir çocuğun zorunlu varlığıdır.
Omelas'ta yaşayan herkes o çocuğun hayatından haberdardır. Ama hepsi de bilirler ki şehirdeki refahın devam etmesinin tek şartı, o çocuğun orada öylece yaşamaya devam etmesi, yani eziyet çekmesidir.
Onun varlığı şehirdeki çocuklara olayı anlayabilecekleri yaşa gelince, çok dikkatli bir şekilde anlatılır. Bazı gençler onu görmeye o odaya gelirler. Ve çoğu çok üzülerek, çaresizlik duygularıyla oradan ayrılırlar. Bazıları onu oradan kurtarmak isterler. Ama biraz düşününce görürler ki, orada yaşamaya alışan çocuk ortamından çıkarılırsa dışarıya uyum sağlayamaz. Bu arada o oradan çıkarıldığında tüm refahını kaybedecek olan şehir halkının mutlak mutluluğu da ortadan kaybolacaktır. Kimse bu bedeli göze alamaz.
Ursula Le Guin bu hikâyede bize kapitalizmin keskin bir alegorisini sunar. Ama asıl ışığını, o ülkedeki düzene sessiz kalanlara, ya da o düzen yüzünden acı çekenlere, ya da o düzeni değiştirmenin şartları üzerine düşünenlere değil… O düzeni reddedenlere yani Omelas'ı arkalarına bile bakmadan terk edenlere, edebilenlere tutar.
Yani bize "konforu terk edin" der.
Amerikalı usta yazar insanlığa bu teklifi yaptığında yıl 1973'tür ve daha ne kapitalizmin zaferi henüz mutlaktır, ne de komünizmin hazin sonu…
Desen: Selçuk Demirel
Yıl 2024. Kayıtlı tarihinin en başlarından beri "doğruyu" arayıp hep yanlışa varan insanlık bugün hâlâ faşizmle verdiği tüm sınavlardan yenik çıkıyor.
Geçen yüzyılın sonunda aşırı solun tüm dünyada hızla güçten düşüşüne şaşırmayan…
Şaşırmamakla da kalmayıp, bundan hiç endişe duymayan…
Endişe duymamakla da kalmayıp, yeni dünya düzenine umutla bakan…
Umutla bakmakla da kalmayıp, bu düzenin inşasında canı gönülden yer alanlar…
Şimdi tüm dünyada aşırı sağın hızla yükselmesine şaşırıyor, bundan endişeleniyor ve geleceğe dair umutsuzluğa düşüyorlar.
Çünkü silahlanmaya karşı çıkma enerjilerini çoktan kaybettiler.
Ruhları artık savaşsız bir dünya hayali kuramayacak kadar karardı.
İnsanı külliyen yok sayan ve açık açık paraya tapan bir düzenin içinde zombileşerek hayatta kalmayı, yaşamak sanıyorlar.
İçinde yarı ölü olarak süründükleri bir hayat formunun aldatmacalı konforunu korumak için her türlü caniliği görmezden gelebiliyorlar.
Üstelik kaybetmekten korkacakları bir "Omelas"ları bile yok. Cehennem gibi bir dünya kurdular, o cehennemin ateşi sönmesin diye, en vicdanlıları bile, her türlü kötülüğe ikna oluyorlar.
Böyle bir düzende, faşizmin zaferine sadece şaşırmak değil bundan endişelenmek de anlamsızdır.
Zira;
Bugün bir markete girip çeşit çeşit yiyeceği sepetlerine doldurabilenlerin, o sepetlerini hep doldurabilmesi için…
Gerektikçe cep telefonlarının modelini yükseltebilenlerin, o modelleri hep yükseltebilmesi için…
Yeni model araba alabilme ve kendine ait bir eve sahip olma umudu taşıyanların, bu umudu hep sürdürebilmesi için…
Ülkeler arası rahatça seyahat edebilenlerin, bu seyahatleri devamlı yapabilmesi için…
Çocuklarının iyi okullarda okumasını hedefleyenlerin, bu hedefte kayıtsız şartsız ısrar edebilmesi için…
Hatta sadece düzenli bir maaş ve iyi bir emeklilik için bile…
Bugün bu dünyanın bu faşizme ihtiyacı vardır.
O yüzden kimse bu cehennemi terk etmek istemez. Herkes meşrebince o ateşe bir odun daha atar, herkesin aşı o ateşte kaynar.
Faşizme giden yol işte bu yüzden önce mideden geçer, sonra da koca bir tokat olup yüze iner.
/././