29 Eylül 2023 Cuma

Bir cinayet, bir çete ve İnegöl’ü sarsan ‘nas’ ekonomisi - Bahadır Özgür / duvaR

 


İnegöl örneği bize bir şeyi tekrar hatırlatıyor. Kadın cinayetlerinden halkın en temel ihtiyaçlardan yoksun bırakılmasına, imar rantlarından Merkez Bankası kararlarına… Çetelerle mücadele ancak politik, ekonomik ve toplumsal sorunların asıl müsebbipleri ile mücadele edilerek, bataklığı kaynağından kurutarak mümkündür. Ötesi bir çeteyi ezip, yeni koşullara uyum sağlayan bir diğerine alan açmaktır.

Uludağ Üniversitesi İnegöl MYO öğrencisi Sinem Yurdanur, sınava girmek için 26 Temmuz 2010 günü, İstanbul Çatalca’daki ailesinin evinden İnegöl’e gider. Ve bir daha kendisinden haber alınamaz.

Sinem’in akıbeti iki yıl sonra yapılan bir uyuşturucu operasyonuyla çözülecek, üç yıl sonra gelen bir itirafla ölü bedeni bulunacak, yakalanan çetenin boşluğunu dolduran bir başka çete ortaya çıkacak, faiz-kur-enflasyon sarmalının yarattığı ortamı fırsata çevirip iş yerlerine çökecekti. O çeteye de üç gün önce operasyon yapılacak, İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya “Şehir eşkıyalarını ezeceğiz” diyecekti.

Sinem’in kaybolduğu andan itibaren 13 yılda yaşanacak olaylar bunlardı işte.

Gelin olaylar silsilesine daha yakından bakalım şimdi. Çetelerin, imar rantının, ekmek meselesinin ve ‘nas’ ekonomisinin iç içe geçerek ihracatta 18’inci sırada olan, mobilyanın başkenti sayılan bir şehri nasıl sarstığını göreceğiz. Ama yazıda yeni tek bir bilgi dahi okumayacaksınız. Sadece geçen yıllarda çoğu yerel medyaya düşmüş, birbiriyle alakasız görünen olaylar, tıpkı bir yapbozun parçaları gibi yeniden dizildi.

KADIN CİNAYETİ ÇETEYE ÇIKTI

Sinem’in kaybolmasından birkaç gün sonra, sevgilisi olduğu iddia edilen Emrah Kaya ve iki arkadaşı cinayet şüphelisi olarak gözaltına alındı. Fakat delil yetersizliğinden bırakıldılar. Müge Anlı konuyu ATV’deki programına taşıdı. Canlı yayında ağlamaklı halde olayı inkar ediyordu, Emrah.

Oysa iki yıl sonra İnegöl’de düzenlenen büyük bir uyuşturucu operasyonunda, polise teslim olmak yerine tabancasıyla intihar etti. İki arkadaşı da yakalandı. Ömür boyu hapis cezası aldılar. Cezaevindeyken Emrah’ın, Sinem’i boğduğunu, battaniyeye sarıp 50 metrelik bir uçurumdan attıklarını itiraf ettiler. Sinem’in ölü bedeni üç yıl sonra çürümüş halde, bir dere yatağında bulundu.

Cinayet çözülmüştü çözülmesine ancak, İnegöl’ü içine çeken bataklık büyüyordu.

Emrah’ın mensubu olduğu çeteye Mart 2012’de operasyon yapılmıştı. Koltuk değnekleri ile adliyeye getirilen 51 yaşındaki patron Saadet Şen’den dolayı olay medyaya, ‘Hanımağa Çetesi’ adıyla düştü. Çoğunluğu esnaf 60’tan fazla kişi şikayetçiydi. 26 kişi cinayet, uyuşturucu, haraç kesme ve tefecilikten cezalandırıldı.

BİRİ GİDİYOR, DİĞERİ BÜYÜYOR

İnegöl bir çeteden kurtulduğunu düşünürken, boşluğu bir başkası dolduruyordu. İşte o çete, üç gün önce operasyon yapılan ‘Terkinler Çetesi’ydi. İçişleri Bakanı Yerlikaya 31 şirket ile 6 milyar lirayı bulan lüks araç, gayrimenkul ve nakite el konulduğunu açıkladı. Nazi Terkin ile oğlu Erkan Terkin’in yönettiği çeteden 35 kişi yakalandı. 40 kişi şikayetçiydi. Soruşturma sürecinde daha onlarca kişinin şikayetçi olacağı belirtiliyor.

Peki ‘Terkinler Çetesi’ nasıl büyüyüp, palazlanmıştı?

HER ŞEY ‘EKMEK’LE BAŞLADI

Her şey ekmekle başladı. Yanlış okumadınız, ekmekle! Erkan Terkin 2011 yılında bir unlu mamuller şirketi kuruyor, sonuncusu geçen Ağustos’ta olmak üzere 2019’dan itibaren üst üste 10 şube açıyordu. Markasının adı ‘Bizim Ekmekçi’ydi.

Operasyonla ortaya çıktı ki meğer çete, kentteki fırınlara çöküyormuş. Üstelik çok sayıda kişi savcılığa başvurduğu, çete hakkında 10 kez fezleke düzenlendiği halde, kimse dokunmamış. ‘Bizim Ekmekçi’, İnegölspor’a sponsor olmuş. Ekmek fırını zinciri üzerinden tefecilik yapmış, gayrimenkulleri gasp etmiş, akaryakıt istasyonu sahibi olmuş. Ekmek deyip geçmemek lazım yani. İnegöl’de dallanıp budaklanan bir mesele bu çünkü. Nasıl mı?

HALK EKMEKTEN İMAR RANTINA…

AKP’li belediye, 1979’da halka ucuz ekmek üretmek için kurulmuş fabrikanın işletme hakkını 2010’da özelleştirip bir şirkete 19 yıllığına devretti. 2011 yılında Bülent Arınç’ın katıldığı törenle fabrika açıldı. Şirket iflas edince fabrika, 2019’da yeniden belediyeye geçti. Belediye ne yaptı?

Fabrikada üretimi durdurdu. 2020 yılında da kentteki halk ekmek büfelerini kaldırdı. Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin şirketi Busaş ile anlaşıp ekmeği oradan almaya başladı. Niye yaptı? Yanıtı 2022’de ortaya çıktı.


Belediye fabrikayı arsasıyla beraber satışa çıkardı. Muhalefetin itirazlarının yanında halk da tepkiliydi. Enflasyon fırlamış, en temel gıda maddesi ekmek aşırı zamlanmıştı. İhaleye 12 şirket başvurdu. Aralarında Erkan Terkin de bulunuyordu. Öncesinde unlu mamuller üreten şirketinin ticaret unvanına küçük bir ekleme yapmıştı. Ticaret Sicil Gazetesi’nde, ‘İşletmenin Yeni Eklenen Amaç Konusu’ başlığı altındaki yeni iş kolu şöyleydi: İkamet amaçlı olmayan binaların inşaatı (fabrika, okul, alışveriş merkezi, otel vs.)

Ne var ki, kentte herkes durumu bildiği için ‘eksik evrak’ gerekçesiyle çete mensubu ihaleden çıkarıldı. Hem meselenin büyük bir rant işi olduğu hem de Terkin’in yeni iş kolunun sebebi İnegöl Belediyesi’nin, Resmi Gazete’de yayımlanan taşınmaz ilanından anlaşıldı. İlanda 2731 metrekarelik arsanın imar durumunda şu yazıyordu: “Üzerinde fabrika yapısı vardır. Konut dışı kentsel çalışma alanıdır.”

Eylül 2023’te tamamlanacak ihale şimdilik iptal edildi.

FAİZ POLİTİKASININ YARATTIĞI TEFECİLİK İKLİMİ

Çete İnegöl’de çok fazla gayrimenkul edinmişti. Nasıl yapmıştı bunu? Yine yerel medyada çıkan bazı haberleri tarayarak yanıtını arayalım.

Doğal olarak tehditle, zorbalıkla işleri yürütüyordu lakin, faaliyetinin zeminini kolaylaştıran esas gelişme, ‘vadeli ticaretin’ kenti esir almasıydı. Son aylarda yerel gazetelerde şu başlıklar yoğunlaşmıştı: “İnegöl’de Vadeli Ticarette Batak 2 Milyar TL’yi Buldu”, “İnegöl’de 1 milyar TL’lik Vurgun Mu Yapıldı?

Pek çok sorunun yanında, yerel mafya ağlarının güçlenmesine de ışık tutacak bir deneyim yaşıyordu İnegöl. Çeteleşmenin farklı veçhelerini anlamak için bu deneyimi detaylandıralım biraz.

2017’deki Rahip Brunson krizi ile beraber fırlayan kur, inşaat maliyetlerini aniden yükseltince finansman sorunu baş gösterdi. Özellikle küçük kentlerin ekonomilerini büyük oranda inşaat teslim aldığından, sorun sektörel sınırlarda kalmıyordu. Kentin tüm yaşamı etkileniyordu. Kredi alamayan, zaten borcu çok olan müteahhitler, farklı kaynaklardan nakit sağlamaya yöneldiler. İnegöl’de bunun adı ‘vadeli ticaret’ti.

Alım satım aracı olarak otomobil ve gayrimenkul kullanılmaya başlandı. Nakite ihtiyacı olan elindeki otomobili, gayrimenkulü bir kısmı peşin, kalanı çek veya senetle satıyordu. 2019-2020’de işler öyle büyüdü ki, sadece bu işi yapan bir zümre türedi. Başka sektörlere yayıldı. Tabii banka faizlerinin üzerinde bir faizle ve malın gerçek değerinin üzerinde bir değerle alınıp satılıyordu mallar.

Erdoğan’ın ‘nas’ aklıyla faizi düşürmeye başlamasıyla beraber ‘vadeli ticaret’ bütünüyle yoldan çıktı. Döviz ve enflasyon patlayınca artık kimse vadeye bağlanan ‘mal’a fiyat biçemez olmuş, vade oranları fırlamıştı. 1 milyon TL’lik otomobiller senetle 2-3 milyon TL’ye satılıyordu mesela. Satmak istemeyenlerin bile başını döndüren bir fiyat düzeyi vardı. Bir müddet sonra hammaddeden araziye, otomobilden konuta türlü alışverişte nakit para yerine elden ele dolaşan çek ve senetler hakimiyet kurdu. Mecbur kalıp çeki senedi kırdıranlar filan derken karşılıksız çekler, ödenmeyen senetler yoğunlaştı.

Haliyle ortam çeteler için cennete dönüştü. Önceden çete olmayan da çeteleşti. Kentte ‘nas’ sayesinde kurulan bir tür ‘meşru tefecilik’ sayılabilecek ‘vadeli piyasa’, gerçek tefeciliğe evrildi. Evini, arazisini, iş yerini kaybedenler çoğaldı. Yerel medyada, borcunu ödeyemeyip yurt dışına kaçanlardan bahsediliyordu.

‘Terkinler Çetesi’ni kentin en büyük çek-senet mafyası yapan bu ortamdı işte. Gazeteci Süleyman Tunç’un, Bursa Hayat Gazetesi'nde yayınlanan ve burada da aktarılan bilgileri içeren yazısına attığı başlık, olan biteni özetliyordu: “Bursa’nın Vadeli Patlağı.”

                                                                ***

İnegöl örneği bize bir şeyi tekrar hatırlatıyor. Kadın cinayetlerinden halkın en temel ihtiyaçlardan yoksun bırakılmasına, imar rantlarından Merkez Bankası kararlarına… Çetelerle mücadele ancak politik, ekonomik ve toplumsal sorunların asıl müsebbipleri ile mücadele edilerek, bataklığı kaynağından kurutarak mümkündür. Ötesi bir çeteyi ezip, yeni koşullara uyum sağlayan bir diğerine alan açmaktır.

Bahadır Özgür / duvaR


28 Eylül 2023 Perşembe

Bahçeli’nin elindeki tablonun sırrı - Barış Terkoğlu / Cumhuriyet

 Şaşırmak aklı diri tutmaktır. İnsan alıştıkça şaşırmayı unutur.

Bahçeli’nin Süleyman Soylu’ya destek verdiği gün ben de sizin gibi haber sitelerini açtım. Ancak gözüme, alıştığımız bir başka haber takıldı:

“Ressam ve Emniyet Müdürü Ahmet Sula, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’ye ‘Anadolu’ adını verdiği tablosunu armağan etti. Tablo MHP Genel Merkezi’nin girişine asıldı.” Eser, ressamı için de özeldi: “Anadolu eseri benim başyapıtım. Satmaya asla kıyamadığım, evimizden çıkarken ailemin üzüldüğü bir çalışma.”


Görevdeki bir emniyet müdürü, CHP’yi ya da İYİ Parti’yi ziyaret etse, eliyle yaptığı tabloyu genel başkana hediye etse, partinin girişine tablosu asılsa neler olacağını tahmin ediyorsunuz. Ama mesele bundan ibaret değil...

Haberlerle yetinmeyip Ahmet Sula’nın sosyal medya hesabını açtım. İlk değildi... Ahmet Sula, MHP Genel Merkezi’ni, emniyet müdürü sıfatıyla zaman zaman ziyaret ediyordu. Örneğin 19 Eylül’deki ziyaretin fotoğrafını şöyle paylaşmıştı: “MHP Genel Başkanımız Devlet Bahçeli Beyefendi’nin Başdanışmanı Prof. Dr. Ruhi Ersoy Hocamız ile MHP Genel Merkezi’nde bir araya geldik. Türk gençliğine yönelik projelerimiz hakkında bilgilendirdik. Büyük işler yapacağımıza inancım tamdır.”

Ahmet Sula, Emniyet Genel Müdürlüğü Teftiş Kurulu Başkanlığı’nda halen başmüfettiş olarak görev yapıyor. Halen 1. sınıf emniyet müdürü. Bir devlet memuru, siyaset yapması kanunen yasak. Üstelik polis ya da asker olunca daha da yasak. Gelgelelim, “yeni Türkiye”de bir polis müdürü, MHP Genel Merkezi’ni ziyaret edip yapılacak projeleri konuşabiliyor.

Bu kadar değil...

HEM MHP HEM MENZİL

Ahmet Sula’nın pek de polislik yapmadığını sosyal medya hesabına girince görebiliyorsunuz. Hemen her gün il il dolaşıp konferanslar veriyor. Kimi bir okulda, kimi bir dernekte, kimi bir cezaevinde kürsü kürsü geziyor. Sadece bu hafta duyurduğu söyleşi programını söyleyeyim: 19 Eylül Osmaniye, 20 Eylül Mersin, 21 Eylül Adana, 28 Eylül Ordu, 29 Eylül Giresun...

Bu kadar değil...

Sahneye çıkıp çeşitli şehirlerde konserler veriyor. Belli ki sesinin güzel olduğunu düşünüyor.

MHP Genel Merkezi’ne asılan resmi tesadüf değil. Ahmet Sula kendisini ressam olarak da tanıtıyor. Resim sergileri açıyor. Hobi demeyin, kendisini şöyle anlatıyor: “Yaptığım işler Rönesans ressamlarının tablolarına benzetilince ‘Onların eline su dökemeyiz’ dememi bekliyorlar. Ama bu konuda tevazu göstermiyorum. Hiçbir eksiğim yok bilakis fazlam var. Müslümanım ve sanatımı Allah için yapıyorum.”

Kendisine özel bir logosu var. Soyadının ilk harfinden kaligrafiyle türetilmiş. Menzilcilerin Semerkand’ının logosunu andırması tesadüf değil. Emniyetten konuştuğum kaynaklar Sula’nın yolunun Menzil’den geçtiğini anlatıyor. Zaten bir yandan MHP öte yandan Menzil, Ahmet Sula’ya dokunulmazlık sağlıyor.

Üniformasını çıkarsa, siyaset yapsa, bir taraftan da konferanslar verse sorun yok. Gelgelelim emniyette bir başmüfettişin, polislik maaşı alırken polislik dışında her şeyi yapması, emniyette de rahatsızlık yaratmış. Kendisi “Görevimden arta kalan zamanda yapıyorum” dese de hemen herkesin kabul ettiği gibi, polislik mesleği her gün başka bir şehirde gezmenize imkân vermiyor. Ama Ahmet Sula’ya MHP ve Menzil korkusundan bunu kimse söyleyemiyor.

SOYLU’YA GÖNDERMELİ TUTANAK

Günlerdir Bahçeli’nin Soylu’ya desteğini tartışıyoruz ya. Aynı gün Bahçeli’nin verdiği tablolu poz meselenin özünü anlatmaya yetiyor.

Soylu döneminde günden güne büyüyen, yargı mensuplarına ev ve araba aldığını söyleyen, halihazırda kimi polislerle birlikte gözaltına alınan Ayhan Bora Kaplan, yeni dönemde hapsi boyladı. Kaplan hakkındaki Emniyet tutanakları, Soylu’ya dair yoruma yer bırakmıyordu:

“Günümüzde gerek adliye gerek Emniyet içerisindeki konjonktür değişimlerinden sonra Bora Kaplan isimli şüphelinin bu kurumlardaki bağlantılarının kaybolduğu ve dolayısıyla etkinliğinin azaldığı düşüncesine kapılması sebebiyle kurmuş olduğu suç örgütünün geçmiş dönemlerde karışmış olduğu suça konu eylemlerinin açığa çıkacağı düşüncesine kapıldığı değerlendirilmiştir. Şüpheli hakkında daha öncesinde yürütülen soruşturma dosyasının adli bağlantılarını devreye sokması neticesinde hiçbir işlem yapılmaksızın kapatılması bu hususların kanıtıdır.”

Bahçeli, Soylu’ya sahip çıkarken mafyanın bileğine kelepçe takan polisleri eleştirmiş oldu. Aynı gün Ahmet Sula ile kendi genel merkezinde verdiği poz, ne istediğini de gösteriyordu. Soylu döneminde, emniyet, üniforması terli milletin polislerinin değil, cemaatlerin-partinin-mafyanın adamlarının konuşulduğu bir teşkilata dönüştü. Her zaman siyasetin gölgesini taşıyan, FETÖ travmasından kurtulmaya çalışan teşkilat, görevin yerini Ahmet Sula keyfiyetinin aldığı yer haline geldi. Bahçeli’nin çıkışı, bu tartışmanın bitmeyeceğini, belki de yeni başladığını gösteriyor.

Jose Marti, “Gelişmenin en büyük düşmanı alışmaktır” diyor. Öyleyse olağan sayılana şaşırmaktan vazgeçmeyeceğiz.

Barış Terkoğlu / Cumhuriyet

Diyanet bakanlıklara yolladığı genelgede açıkça ifade etti: Din ile kuşatacağız!+Diyanet, MEB'den sonra Adalet Bakanlığı'na da kanca attı: Personele dini etkinlik tavsiyesi (Özkan Öztaş-soL/Özel)

 

Diyanet bakanlıklara yolladığı genelgede açıkça ifade etti: Din ile kuşatacağız!

Diyanet İşleri Başkanlığı'nın bakanlıklara ilettiği genelgede kurum personelinin Mevlid-i Nebi etkinliklere katılması "tavsiye" edilirken genelgede "kuşatıcı din hizmeti" ifadesi yer alıyor.

Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından bakanlık personelin dini etkinliklere katılması için iletilen genelgede "Kuşatıcı bir din hizmeti" ibaresi yer alıyor

Diyanet İşleri Başkanlığı'nın genelgesinde bakanlıklara bağlı personelinin Kutlu Doğum etkinlikleri olarak bilinen Mevlid-i Nebi etkinliklerine katılması tavsiye edilmişti. soL'un ulaştığı belgede davetin sadece Adalet Bakanlığı'na bağlı personele değil 8 bakanlığın personeline de iletildiği ortaya çıktı. 

12 Eylül tarihinde Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş imzasıyla iletilen genelgenin Adalet Bakanlığı, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, Gençlik ve Spor Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, Milli Savunma Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı'na iletildiği anlaşılıyor.

'Kuşatıcı bir din hizmeti'

Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından iletilen ve birçok bakanlığa ait personelin Kutlu Doğum haftası olarak bilinen Mevlidi- Nebi etkinliklerine katılması "tavsiye" edilen genelgede geçen bir ibare dikkat çekiyor. 

Genelgede yer alan "İslam dininin inanç, ibadet ve ahlak esasalarıyla ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmekle görevli Cumhurbaşkanlığına bağlı Anayasal bir kurum olan Diyanet İşleri Başkanlığı, toplumun her kesimini sahih dini bilgiyle buluşturma ve kuşatıcı bir din hizmeti sunma gayreti içindedir" ifadeleri ile kamu personelinin dini etkinliklere katılması tavsiye ediliyor. Bu tavsiye ise hem usule aykırı hem de laiklik ilkesiyle çelişkili bir durum olarak yorumlanıyor.

'Usule ve laiklik ilkesine aykırı'

Konuyla alakalı soL'a konuşan Eski Anayasa Raportörü ve soL yazarı Ali Rıza Aydın, "Normalde Cumhurbaşkanlığı'nın kimi açılış ya da etkinliklerinde kurum personelinin yer alması için gerçekleştirilen örnekler var. Bunlara rastlanıyor ancak Diyanet'in bir başka kurum personeline gerçekleştireceği dini etkinlikler için genelge iletmesi usule ve laiklik ilkesine uygun değil" diyor.

Etkinliklere katılmayan personele yaptırım olacak mı?

Konuya dair soL'a konuşan ilgili bakanlıklardan birinde çalışan bir kamu personeli "Bu tür etkinlikler 2016 öncesinde çok yaygındı. Hâlâ etkisi devam ediyor aslında, benzer etkinlikler oluyor ve 'katılın çağrısı' geliyor. Ama esas sorun şu. Şimdi nen bu etkinliğe katılmasam amirim tarafından bir yaptırıma uğrar mıyım? Mobbing yaparlar mı?: Bu düşüncelerle baş başayız. Şimdi diyelim ki ben bir talepte bulundum ve reddedildi. Aklıma önce 'Acaba etkinliklere katılın tavsiyesine uymadım diye mi oldu bu?' sorusu gelecek. Sonuçta bunlara katılmak zorunda değilim" diyor.

'Müdürlerin gözüne girmek için etkinliklere yer almak isteyenler olacaktır'

Konuya dair soL'a konuşan Ali Rıza Aydın meselenin farklı bir boyutuna dikkat çekiyor. Aydın, bu ve benzeri etkinliklere "katılın" tavsiyesinin, kurum personeli arasında da bir tür kıdem ya da mertebe kazanmak için yol, yöntem olarak algılanabileceği konusunda uyarıyor. Birçok kamu personelinin kendisini idare ile "ters düşmemek" adına bu tür etkinliklere katılmak zorunda hissedeceğini ifade eden Aydın, usule göre farklı birimlere ait personelin bu tür etkinliklere katılmasının mümkün olmadığını, genelgede de bu nedenle bir tür "tavsiye" niteliği bulunduğunu belirtiyor. 

Kutlu Doğum haftası ya da etkinlikleri olarak bilinen Mevlid-i Nebi etkinlikleri, 2016 yılındaki 15 Temmuz darbe girişiminden sonra bir tür Fethullah Gülen projesi olarak yorumlanmış ve etkinliğe katılanlar ve düzenleyenler soruşturulmuştu. Diyanetin bir yıl sonra etkinliklerin adını değiştirerek benzer içeriği sürdürmesi tepkilere yol açmıştı. 

                                                                  /././ 

Diyanet, MEB'den sonra Adalet Bakanlığı'na da kanca attı: Personele dini etkinlik tavsiyesi

Milli Eğitim Bakanlığı'na ÇEDES ile dini etkinlikler dayatan Diyanet şimdi de Adalet Bakanlığı'na kancayı attı. Bakanlığa iletilen genelgede personele dini etkinliklere katılma tavsiyesi yer alıyor.

Gönderilen genelgenin İlgi C maddesi uyarınca tüm adliye personelinin dini etkinliğe katılması "tavsiye" ediliyor

İzmir İl Milli Eğitim Müdürlüğü ve İl Müftülüğü arasında yapılan protokolle ÇEDES Projesi kapsamında 842 okula "manevi danışman" adı altında din görevlileri atanmıştı.

"Manevi danışman" adı altında imam, vaiz, din hizmetleri uzmanı görevlendirilmesine olanak sağlayan “Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum” (ÇEDES) projesi Diyanet İşleri Başkanlığı'nın diğer bakanlıkları aracı kılarak toplumun dinselleştirilmesi için kullanması olarak yorumlanmıştı. 

soL'un ulaştığı bir genelge Diyanet'in Milli Eğitim Bakanlığı'nın ardından Adalet Bakanlığı'na da "kanca attığını" gösteriyor. 

Mevlid-i Nebi etkinliklerine katılım tavsiyesi

Diyanet İşleri Başkanlığı'nın Adalet Bakanlığı aracılığıyla ilettiği genelgede adliye personelinin dini etkinliklere katılması için "Diyanet İşleri Başkanlığı öncülüğünde Mevlid-i Nebi Haftası ve Din Görevlileri Haftasının bu yıl 27 Eylül - 7 Ekim 2023 tarihleri arasında kutlanacağı bildirilmiştir. Bu nedenle ilgili sayılı yazının bir örneği ekleriyle birlikte ilişikte gönderilmiş olup, yazımızın biriminizde görevli tüm personele duyurulması hususunda bilgilerini ve gereğini rica ederim" ifadelerine yer veriliyor.

Usule uygun değil

Konuya dair soL'a konuşan eski Anayasa Raportörü Ali Rıza Aydın iletilen genelgenin usule uygun olmadığını ve tarihte benzer örneklerine rastlanmadığını ifade etti:

"Normalde Cumhurbaşkanlığı'nın kimi açılış ya da etkinliklerinde kurum personellerinin yer alması için gerçekleştirilen örnekler var. Bunlara rastlanıyor ancak Diyanet'in bir başka kurum personellerine gerçekleştireceği dini etkinlikler için genelge iletmesi usule ve laiklik ilkesine uygun değil."

Bu da yargıdaki ÇEDES 

Diyanet'in Adalet Bakanlığı'na ilettiği genelge ÇEDES'in Adalet Bakanlığı'ndaki örneği olarak yorumlanıyor. 

Sadece öğrencileri değil velileri ve öğretmenleri de kapsayan ÇEDES projesi gibi, yargı personelinin Mevlid-i Nebi Haftası için etkinliklere katılmasının genelgeyle "tavsiye edilmesi" toplumun dinselleştirilmesinde kamu kaynaklarının kullanılması olarak görülüyor.

Etkinlikler Fethullah Gülen cemaatiyle anılıyordu

Mevlid-i Nebi Haftası aslında Kutlu Doğum Haftası olarak bilinen etkinliklerin devamı. 15 Temmuz 2016 tarihindeki darbe girişiminden sonra bu etkinlikler "FETÖ" ile anılmış ve Fethullah Gülen Cemaati'nin projesi olarak yorumlanmıştı. 

Türkiye Gazetesi 2017 yılındaki manşetinde etkinlikler "FETÖ projesi neden hala kutlanıyor" demişti

Ancak etkinliklerin adı değişse de içeriği aynı şekilde devam ediyor.

Yapılan etkinliklerin ilk kez 1989 yılında ortaya çıktığı belirtilirken konuya dair Türkiye Gazetesi de "Kutlu Doğum FETÖ projesi, Diyanet neden hâlâ sahip çıkıyor?" sorusunu manşete taşımıştı. Kutlu Doğum Haftası'nın "FETÖ’nün teklifiyle 1989’da ortaya çıktığını" yazan gazete, "Diyanet neden hâlâ sahip çıkıyor" diyerek "içerden" tepki veriyordu. 

Diyanet İşleri Başkanılığı'nın başka kurumlara da aynı genelgeyi iletip iletmediği henüz bilinmiyor. Ancak Adalet Bakanlığı'na ait adliye personellerinin bu etkinliklere katılmaması durumunda baskıya uğrayıp uğramayacakları önümüzdeki günlerde belli olacak.

Özkan Öztaş-soL/Özel


KISA KISA GÜNDEM (28 EYLÜL 2023)

Organize suçta birinci Türkiye (Birgün)

Ülkede son dönemde artan suç olayları Organize Suçlar Endeksi’ne yansıdı. Rapora göre Türkiye, Avrupa’da en çok suç işlenen ülke. Devlete bağlı suç aktörleri ve insan kaçakçılığı da bulgularda yer aldı.  https://www.birgun.net/haber/organize-sucta-birinci-turkiye-471888

Antalya Adliyesi’nde memurların uyuşturucu ticareti: Emanetten çalıp satıyorlarmış!(Birgün)

Antalya’da evinde 117 gram kokain ele geçirilen şahıs, kokaini Antalya Adliyesi Adli Emanet Memurluğu'nda görevli zabıt katibi Gençay H.A.’dan aldığını söyledi. Bunun üzerine başlatılan soruşturmada, adliyenin emanetinde kontrol yapıldı ve 6 kilo kokainin eksik olduğu tespit edildi. Memurlar ile şahıslar arasında geneli milyonlarca lirayı bulan yoğun ve düzenli para akışının olduğu belirlendi. Aralarında zabıt katibi Gençay H.A’ın da olduğu memurlar ile toplam 5 kişi tutuklandı.  https://www.birgun.net/haber/antalya-adliyesinde-memurlarin-uyusturucu-ticareti-emanetten-calip-satiyorlarmis-471922

Emekli maaşı işte böyle eridi(Deniz Ayhan-Sözcü)

Temmuzda zam alamayan ve açlık sınırının altında geçim mücadelesi veren emeklinin sabır taşı çatladı. Yeni Ekonomi Modeli’nin devreye alındığı 2018 yılında en düşük emekli maaşı 1.578 liraydı ve bu para ile 8.1 gram altın alınıyordu. Bugün ise en düşük emekli maaşı 7.500 lira oldu ancak bu para ile sadece 4.3 gram altın alınabiliyor. Emekli maaşı 3.8 gram altın kaybetti.  https://www.sozcu.com.tr/2023/ekonomi/emekli-maasi-iste-boyle-eridi-7814556

Büyükada'ya tarikat evi: Nur cemaati merkez açacak, adada yaşayanlar tepkili (Sena Tufan-Cumhuriyet)

Eğitimde gerici kuşatma her geçen gün artıyor. Okullara “manevi danışman” adı altında din görevlilerinin atanmasını içeren ÇEDES Projesi ve “Kız okulları” gündemdeki yerini koruyor. İstanbul Büyükada’da da Nur cemaatiyle bağlantılı Eddai Kültür ve Eğitim Vakfı, “eğitim merkezi” açmaya hazırlanıyor.  https://www.cumhuriyet.com.tr/egitim/buyukadaya-tarikat-evi-nur-cemaati-merkez-acacak-adada-yasayanlar-tepkili-2124180

MEB, 135 okulu TÜGVA’ya tahsis etti (Mustafa BİLDİRCİN-Sözcü)

Antep’te 135 okulun, "yaz eğitimleri" için TÜGVA’ya tahsis edildiği ortaya çıktı. İktidara yakın vakfın faaliyetleri için açık tutulan okulların elektrik, su ve yemek giderleri de Milli Eğitim Bakanlığı bütçesinden karşılandı.  https://www.birgun.net/haber/meb-135-okulu-tugvaya-tahsis-etti-471871

Atatürk Olimpiyat Stadı zeminini boyadılar! Torreira yemyeşil oldu…(Sözcü)

Atatürk Olimpiyat Stadı'nın zemininin yeşile boyandığı iddiası gündeme bomba gibi düştü! İstanbulspor Galatasaray maçındaki Torreira'nın görüntüsü ortalığı karıştırdı. https://www.sozcu.com.tr/spor/futbol/ataturk-olimpiyat-stadi-zeminini-boyadilar-toreira-yemyesil-oldu-7813463

TFF’den gıda boyası ile boyanan Atatürk Olimpiyat Stadyumu için açıklama(Sözcü)

“İstanbulspor A.Ş. ile Galatasaray A.Ş. arasında oynanan 3. hafta erteleme müsabakası esnasında İstanbul Atatürk Olimpiyat Stadyumu’nda saha bakım konularında eksiklikler ve yetersizlikler gözlenmiştir. Bu olumsuzluklar nedeniyle ilgili firma ile yürütülen saha bakım sözleşmesinin 28 Eylül 2023 tarihi itibariyle feshine karar verilmiştir.”   https://www.sozcu.com.tr/spor/futbol/tffden-gida-boyasi-ile-boyanan-ataturk-olimpiyat-stadyumu-icin-aciklama-7814344

Kemalpaşa Ansızca köylüleri: Baraj inşaatı doğa katliamına dönüştü (Özer AKDEMİR-Evrensel)

İzmir Kemalpaşa’nın Ansızca Köyünde yapımı süren baraj projesine tepki gösteren köylüler doğal alanlarının tahrip edildiğini ve onlarca ağacın kesildiğinden yakındılar. İzmir Kemalpaşa’nın Ansızca köyünde yapımı devam eden DSİ 2. Bölge Müdürlüğü tarafından “İzmirlilere müjde” olarak duyurulan iki barajdan biri olan Ansızca barajına köylüler tepkili. Gazetemize baraj inşaatı ile ilgili fotoğraf ve video gönderen köylüler, ormana girişin yasaklandığını ve bölgede halen kaya sökümünün devam ettiğini dile getirdiler. Baraj inşası için onlarca ağıcın kesildiğini söyleyen köylüler, “Baraj ile binlerce yılda oluşan ve onlarca canlıya ev sahipliği yapan Ansızca köyümüzün doğası katlediliyor. Köylünün tarla sulama ihtiyacı giderilecek denilerek yapılan projede onlarca ağaç kesildi ve kayalar patlatılarak yok edildi” dediler.(KANYONA GİDEN SU KESİLEREK BARAJA YÖNLENDİRİLDİ)   Ansızca’nın kanyonu ile tanındığını belirten köylüler, “Köyün kanyona giden suyu kesilerek baraja kaynak oluşturuldu. Daha önceki yıllarda da lojistik adı altında köylünün tarım arazileri zorla satın alınarak binlerle ağaç kesilmiş ve betona mahkum edilmişti. Köylünün tarım arazilerinin umurlarında olmadığı çok belli. Sadece bir avuç çıkar grubunun kârı için Ansızca köyü ağaçsız, deresiz, dağsız ve cansız bir yere dönüştürülmek isteniyor” şeklinde konuştular.(TÜM CANLILAR İÇİN DUYARLILIK BEKLİYORUZ!) Köylüler, sadece kendilerinin değil bu doğada yaşayan, nefes alan tüm canlılar için baraj inşaatının bir katliam halini aldığını belirterek, buna karşı duyarlılık beklediklerini ifade ettiler. Köylülerin gönderdiği video ve fotolarda ormanın içinde geniş bir bölgenin tahrip edildiği ve onlarca ağacın kesilerek istiflendiği görülüyor. Ansızca (diğeri Yiğitler barajı) Barajında bu yıl içinde su tutulması planlanıyor. 410 bin m3’lük gövde dolgusuna ulaşacak olan baraj ile 1540 dekar arazinin sulanması planlanıyor. Temelden yüksekliği 45 metre olacak barajın 1 milyon 70 bin m3 depolama hacmine sahip olacağı ileri sürülüyor.

Mansur Yavaş'tan atık su arıtma tesisi isyanı: "Yavaş’ı engelliyorum" adı altında 30 milyon insanın sağlığıyla oynanıyor (T24)

Ankara Büyükşehir Belediye (ABB) Başkanı Mansur Yavaş, Tatlar Atık Su Arıtma Tesisi'nin kapasite artırımı için yapılan projenin engellendiğini söyledi. Yavaş, “Cumhurbaşkanlığının onaylamasına rağmen 30 milyon nüfusu direkt ilgilendiren bir projeyi reddettiler. Ben veto ettim. 2 aydır da erteleme kararı alıyorlar. Bunu Ankara, İstanbul halkının ve Türkiye’nin mutlaka görmesi gerekir. Burada belediye yönetimi ‘Mansur Yavaş’ı engelliyorum’ adı altında 30 milyon insanın sağlığıyla oynanıyor” dedi. Yavaş, cumhurbaşkanlığının yatırım programına aldığı ancak büyükşehir meclisinde AKP ve MHP oylarıyla reddedilen kapasite artırımı projesini anlattı. Tatlar Atık Su Arıtma Tesisi’nin tanıtım toplantısı bugün Ankara’nın Sincan ilçesinde yapıldı. Tanıtım toplantısına ABB Başkanı Mansur Yavaş, Ankara Su ve Kanalizasyon İdaresi (ASKİ) Genel Müdürlüğü Atık Su Arıtma Dairesi Başkanı Ayşegül Pekyılmaz ve ASKİ personeli de katıldı. Anka'nın aktardığı habere göre, Yavaş’ın ret kararını veto etmesinin ardından arıtma tesisi için proje süreci hala devam ediyor.

Yavaş, tanıtım toplantısında şunları söyledi:

“Bugün Ankara ve İstanbul halkını ilgilendiren önemli bir çevre sorununu sizlere anlatmak için toplanmış bulunuyoruz. Ankara Çayı’na arıtılan ve arıtılamayan Ankara halkının atık suyu Ankara Çayı’na karışıyor. Oradan Sakarya Nehri’ne ve Sakarya Nehri’nden de İstanbul Ömerli Barajı’na gidiyor. Bu arıtılamayan su sadece Ankara halkını değil İstanbul’u da ilgilendiriyor. Bir diğer husus Ankara Çayı’nın kenarında gerek Sincan, Yenikent ve Polatlı halkı buralardan sulama yapıyor. Buralarda yapılan sulamayla ilgili yetişen sebzeler de Ankara ve civar illere gönderiliyor. Dolayısıyla buralarda kullanılan ve İstanbul’a giden suyun tertemiz olması gerekiyor.  https://t24.com.tr/haber/mansur-yavas-tan-atik-su-aritma-tesisi-isyani-yavas-i-engelliyorum-adi-altinda-30-milyon-insanin-sagligiyla-oynaniyor,1132057

Deniz manzaralı mezar için kuyruğa girdiler (Sözcü)

Deniz manzaralı bir eve sahip olma hayali elinden alınan vatandaşlar, deniz manzaralı mezar için sıraya girdi.  https://www.sozcu.com.tr/2023/gundem/deniz-manzarali-mezar-icin-kuyruga-girdiler-7814493

Vapurdan düşen yolcuya can simidi atıp sefere devam ettiler (Yeniçağ)

İstanbul'da bir yolcu, bindiği vapurdan Haydarpaşa açıklarında düştü. Yolcuya can simidi atan personel seferine devam ederken düşen yolcuyu sahil güvenlik ekipleri kurtardı.  https://www.yenicaggazetesi.com.tr/vapurdan-dusen-yolcuya-can-simidi-atip-sefere-devam-ettiler-713842

Kültür ve Turizm Bakanlığı, Altın Portakal Film Festivali'nden çekildi (Birgün)
Kültür ve Turizm Bakanlığı, 'Kanun Hükmü' belgeselinin festival programına alınmasının ardından Antalya Altın Portakal Film Festivali’nden çekildi. Yapılan açıklamada, "Bakanlığımız, sanatın provokasyon unsuru olarak kullanılması çabasının bir parçası olmayacaktır" denildi. 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, ihraç edilen iki kamu çalışanının mücadelesini anlatan 'Kanun Hükmü' filminin festival programına geri alınmasının ardından Altın Portakal Film Festivali'nden çekildiğini duyurdu.

Bakanlıktan yapılan açıklamada, "Türk sinemasının alanındaki en önemli etkinliklerinden biri olan ve 60’ıncısının düzenlenme süreci devam eden Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde, belgesel yarışması bölümünde “Kanun Hükmü” adlı belgesel yer almaktadır. Böylesi önemli bir festivalde, sanatın gücü kullanılarak mağduriyet algısı üzerinden FETÖ terör örgütü propagandası yapılmasına vesile olunması son derece üzücüdür" denildi.

Açıklamada, "Bakanlığımız, aziz milletimizin 15 Temmuz’da verdiği destansı mücadelesinin itibarsızlaştırılması, sanatın provokasyon unsuru olarak kullanılması çabasının bir parçası olmayacaktır. Bu sebeple Antalya Altın Portakal Film Festivali’nden çekilmiş bulunuyoruz" ifadelerine yer verildi.

Bir gün içinde 3 hekim yaşamına son verdi! (Birgün)

TTB'nin sosyal medya hesabından dün (27 Temmuz) yapılan açıklamada, Adana Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Anesteziyoloji ve Reanimasyon Kliniği’nde asistan hekim olarak görev yapan Dr. Rümeysa Keleş ve Adıyaman Toplum Sağlığı Merkezi'nde pratisyen hekim olarak görev yapan Dr. Eren Özkara'nın yaşamlarına son verdiği kaydedildi. Sağlık alanındaki güvencesiz çalışma koşullarına vurgu yapılan açıklamada, "Yaşamak ve yaşatmak için, emeğimizin hakkı için tüm meslektaşlarımızı mücadeleye çağırıyoruz" denildi. 

Amasra maden katliamında bilirkişi raporu ortaya çıktı: "TTK yüzde 100 kusurlu" (Birgün)

Bartın'ın Amasra ilçesinde TTK'ya ait maden ocağında 14 Ekim 2022 tarihinde yaşanan 43 madencinin hayatını kaybettiği grizu patlamasına ilişkin bilirkişi raporları ortaya çıktı. Hayatını kaybeden madencilerden Aziz Köse'nin ailesinin TTK aleyhine açtığı maddi ve manevi tazminat davasında dosyaya giren raporu CHP Zonguldak Milletvekili Deniz Yavuzyılmaz paylaştı.   


Tebrik etmeyip şikâyet ettiler!(İsmail Arı-Birgün)
Kızılay, ‘dünya kan bağışı rekortmeni’ Şahin’i “Öneride bulunup memnuniyetsizliğini” ifade ettiği gerekçesiyle savcılığa şikâyet edip yargılanmasını talep etti. 472 defa kan bağışlayan Şahin’in ifadesi alındı.  https://www.birgun.net/haber/tebrik-etmeyip-sikayet-ettiler-471876

Selçuk Bayraktar'dan siyasete girip girmeyeceği sorusuna yanıt: 'Her türlüsünü yaparız' (Cumhuriyet)

BAYKAR Yönetim Kurulu Başkanı Selçuk Bayraktar, siyasete girip girmeyeceği sorusuna yanıt verdi.

Siyasete girmeyi hiç hayal etmediğini belirten belirten Bayraktar, daha önce yaptığı açıklamalarda şöyle konuşmuştu: "Benim hiçbir zaman siyasette olayım, ülkenin cumhurbaşkanı olayım gibi bir hayalim olmadı.  Biz de açıkçası milli teknoloji hamlesi idealini gerçekleştirme yolunda sonuna kadar mücadele edeceğiz. Ne gerekiyorsa, mücadele neyi gerektiriyorsa onu yapacağız… Ama benim böyle bir hayalim yok."

(derleyen : mstfkrc)





Cumhur İttifakının ortağı HÜDA PAR'ın yayın organında alçakça Atatürk yazısı. Güya savunur gibi yapıp alçakça bir yazı yayınladı (Yeniçağ)

 HÜDA PAR'ın yayın organı olan Doğru Haber’de skandal bir Atatürk yazısı yazıldı. Atatürk'ün Müslanman olmadığını söyleyen Bekir Tank isimli kişi, Atatürk'e Fatiha okuyanların da saygısızlık yaptığını belirtti. Ayrıca yazısında Atatürk'ün zamanında Müslümanlara kan kusturduğunu söyledi. Bu adama bir de üniversitede hocalık yaptırmışlar...  https://www.yenicaggazetesi.com.tr/cumhur-ittifakinin-ortagi-huda-parin-yayin-organinda-alcakca-ataturk-yazisi-guya-713538h.htm


İşte o yazı:

Cumhuriyetin yüzüncü yılına girerken Atatürk'e saygıya davet (Dr.Bekir Tank-DOĞRU HABER)

Bir kişiye en büyük hakaret ve dahi saygısızlık, onu sahip olmadığı ve hatta her şeyi ile karşı olduğu bir isimle ve bir sıfatla anmak ve tanımlamaktır. Bu tanımdan hareketle baktığımızda, Türkiye'de geçen yüz yıl içinde en fazla hakarete ve saygısızlığa maruz kalan şahsiyetin Atatürk olduğunu görürüz. Çünkü kendisine "Müslüman" demektedirler ve bununla da kalmayarak kimileri ruhuna Fatiha bile okumaktadır. Bizim de bu konuya değinmemizin nedeni, bu saygısızlığı ve hakaretleri yapanların her geçen gün çoğalması ve örneğin, Fatiha okuyanların bir kısmının da cahil cühela değil de, yıllarca İslami ilimleri okumuş olmaları ve İslam'ı referans aldıklarını iddia etmeleridir.

Bizce Atatürk'ün en fazla takdire şayan yanı, inancında, inancını yaşamakta ve inancını dayatmakta harbi olmasıdır!

Biricik hedefi, %99’u Müslüman olan toplumu dönüştürüp, kendi inancına göre yeni bir toplum oluşturmaktı! Bu işe de henüz Cumhuriyeti kurmadan önce, yani Birinci Meclis'i feshedip, istediği kişilerden oluşturduğu İkinci Meclis ile başladı.

Ve Cumhuriyeti kurar kurmaz, emrine aldığı devletin gücüyle ve başka siyasi partilere veya en ufak bir muhalefete hayat hakkı da tanımadan hedefini adım adım gerçekleştirmeye koyuldu...

Toplumu etnik ve dini aidiyetleri üzerinden ikiye bölüp, "mürteci" ve "bölücü" diye ötekileştirmesi... İstiklal Mahkemeleri...  Darağaçları... Cinayetler... Katliamlar... Ve birbiri ardına gerçekleştirilen devrimler.

Dolayısıyla Atatürk, geçelim İslam'ı kamusal alanda yasaklamasını, anayasadan bile çıkaracak kadar net bir duruş ortaya koymuştur. Biz de bu nedenle diyoruz ki, Atatürk'e Müslüman sıfatını yakıştıranlar da, ruhuna Fatiha okuyanlar da hem hakaret ve hem de saygısızlık yapmış oluyorlar.  

Dikkat ederseniz, bu saygısızlığın ve hakaretin Atatürkçülerin ve Müslümanların bazıları tarafından yapılageldiğini görürsünüz.

Gerçi kimi Atatürkçülerin Atatürk'e, "Müslüman" demeleri ve hatta Müslümanları da Atatürk'e Fatiha okumaya zorlamaları, cehaletlerinden değil, hınzırlıklarındandır. Çünkü Müslümanlara inanmadıkları bir şeyi yaptırmaktan şeytani bir haz duyuyorlar.

Bu hınzırlıklarına rağmen sözün burasında Atatürkçülere şu tavsiyede bulunmadan geçemeyeceğiz: Kendisini Müslüman olarak tanımlayan bir kişinin Atatürk için Müslüman dediğini ve ruhuna Fatiha -dua okuduğunu görürseniz, inanmayınız! Hele hele son yıllarda inançlarını Anıtkabir yoluna paspas yapan ve Atatürk'ün ölü bedeninin başında ellerini açanlara hiç mi, hiç inanmayınız! Çünkü ya takiye yapıyorlardır, ya da ikiyüzlülük!

Yanlış anlaşılmasın, itirazımız Anıtkabir'in ziyaret edilmesine değil, orada bile kendisine hakaret ve saygısızlık yapılmasınadır.

Atatürkçüler hakkında yukarıdaki gibi kesin konuşabiliyoruz, ama buna karşılık Atatürk için "Müslüman" diyen ve ruhuna Fatiha okuyan Müslümanlar hakkında aynı keskinlikte konuşamıyoruz. Çünkü aklımıza şu üç ihtimal geliyor: Birincisi; bu Müslümanlar Atatürk'ün Müslüman olmadığını bilmeyecek kadar cahildirler! İkincisi; Atatürk'ün Müslüman olmadığını biliyorlar, ama kendilerince takiye yapıyorlar! Üçüncüsü; Fatiha okuyormuş gibi yaparak, aslında, "Ey hayatında Müslümanlara kan kusturan Atatürk, işte buradayız! Sakalımızla, çarşafımızla ve başörtümüzle buradayız!" şeklinde bir çeşit meydan okuyorlar... Aksi halde kendi kendilerini aşağılamış olurlar ki, bir Müslümanın alametifarikası, izzetidir!

Fakat ne yazık ki, bu izzeti az Müslümanda görebiliyoruz. Biz Müslümanlar için işin en utanç verici yanı da, haddizatında bu zilletin nedenlerini açıklayabilecek konumda ve makamda olan İlahiyatçıların, Diyanet Camiasının, her fırsatta İslam'ı referans aldıklarını iddia eden Müslümanların, kendilerini Müslüman olarak tanımlayan cemaatlerin ve adlarını yazmakla bitiremeyeceğimiz din adamlarının da ya susmaları ya da Atatürk için Müslüman deyip ve bazen de ruhuna Fatiha okumak suretiyle Atatürk'e hakaret ve saygısızlık edenlerin yanında olmalarıdır.

İşte biz de Cumhuriyetin ilk yüz yılını geride bırakıp ikinci yüzyılına girmeye günler kala Atatürk'e yapılan hakaret ve saygısızlığın da zirve yaptığından da hareketle, hiçbir din, milliyet ve dil ayrımı yapmaksızın bu ülkenin insanlarına şu çağrıda bulunuyoruz: Atatürk üzerinden ikiyüzlülüğe ve Atatürk’ü istismara son verelim... Bunun için de yapmamız gereken şey hem insanca ve hem de çok kolay: Atatürk'ü olduğu gibi kabul etmek, yani inandığı şey ile tavsif edip tanımlamak ve kendisini olduğu gibi kabul etmek...

 İnanın ki, başarabiliriz. Yeter ki, yekdiğerinin haklarına ve hayatına kastetmeyi bırakıp, herkesin temel haklarıyla birlikte yaşayabileceği bir Türkiye'yi inşa etmek yolunda dayanışma erdemine erişelim. Ki bu da ancak ikiyüzlülüğü ve birbirinin hakkına tecavüzü bırakıp, en azından "senin dinin sana ve benim dinim bana" gibi karşılıklı bir anlayışı, karşılıklı bir tanımayı oluşturmakla mümkündür!

Son söz, siz de Atatürk'ü olduğu gibi tanıyıp tanımlayanlardan mısınız, yoksa ona hakaret ve saygısızlıkta bulunanlardan mısınız?