KISA KISA GÜNDEM (20 ARALIK 2021)

 


1) ANAHTAR VAR, EV YOK!...İzmirli depremzedeler için yapılan ev ve dükkânlar bitmedi.(Mehmet İnmez-Cumhuriyet)

İzmir’de yaşanan deprem sonrası TOKİ’nin para karşılığı depremzedelere yaptığı konut ve dükkânlar için Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından 20 gün önce anahtar teslimi yapıldı. Ancak evlerin bitmediği ortaya çıktı. 
İzmir’de yaşanan deprem sonrası TOKİ’nin para karşılığı depremzedelere yaptığı 596 konut ve 145 dükkân için Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından 26 Kasım’da anahtar teslimi yapıldı. Ancak evlerin bitmediği ve depremzedelerin evlerine dahi giremediği ortaya çıktı. Sadece anahtar alan depremzedelere ne tapuları verildi ne de evlerini görme imkânı sunuldu.

2)Yemek fişlerine leva, euro ve dolar yazılmaya başlandı.(Yeniçağ)


Türk lirasının yabancı paralar karşısında değer kaybetmesiyle Bulgaristan ve Yunanistan vatandaşlarının alışveriş için geldiği Edirne’de bazı işyerleri, yemek fişlerinin leva, euro ve dolar üzerinden kesildiği görüldü.












3)Dünya Kulüpler Şampiyonası'nın şampiyonu VakıfBank! (YENİÇAĞ)

VakıfBank, Imoco Volley ile karşılaştığı Dünya Kulüpler Şampiyonası final müsabakasında 3-2 galip gelerek, dünya şampiyonu oldu. 

VakıfBank, organizasyonun son gününde finalde Ankara Spor Salonu'nda İtalya ekibi Imoco Volley ile karşılaştı. Rakibini 15-25, 25-22, 22-25, 25-22 ve 7-15'lik setlerle 3-2 yenen VakıfBank, Kadınlar Dünya Kulüpler Şampiyonası'nda şampiyonluğa ulaştı. Organizasyon tarihinde daha önce 3 kez (2013, 2017, 2018) kupayı kazanan VakıfBank, dördüncü kez kupayı müzesine götürme başarısı gösterdi.İstanbul ekibi, daha önce 2011'de ikinci, 2016 ve 2019'da ise üçüncü olmuştu.

4)CHP’den Erdoğan’a borçlanma tablosuyla faiz yanıtı: Bunun kazananı kim?(SÖZCÜ)


"Milletimizi faize ezdirmeyeceğiz" diyen Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan'ın açıklamalarına tepki gösteren CHP Sözcüsü Sözcüsü Faik Öztrak, "Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz. TCMB faizi %19 iken Hazine %17,67'den borçlanıyordu. TCMB faizi %15 iken Hazine %22,70'den borçlanır oldu. 

Güya tabela faizi düşerken, millet borç faizine ezdirildi" dedi. Öztrak, "Bunun kazananı kim?" diye sordu.



5)MÜSİAD'dan Erdoğan'a tam destek.(SOL)

Patron örgütü MÜSİAD'dan AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 'düşük faiz' politikasına tam destek açıklaması geldi.

































6)Erdoğan'ın danışmanı Oğan: Milli iktisat ve siyaset politikasıyla tarih yazıyoruz.(SOL)

AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın danışmanı Ayhan Oğan, sosyal medya hesabından bir paylaşım yaptı.

"Genel kabul görmüş iktisat bilimi ve siyaset bilimi kuralları, Batıyı merkez dünyanın geri kalanını öteki kabul eder. Emperyal hedefler ve sömürü paradigması üzerine kuruludur. Yırtıp attık, Milli iktisat ve Milli siyaset politikasıyla tarih yazıyor, yeni bir dünya kuruyoruz”.








7)Pazarda dolarla satış dönemi(Cumhuriyet)

Sebze ve meyve fiyatlarında yaşanan artışlar nedeniyle
Siirt’te pazar esnafı meyveyi Amerikan dolarıyla satmaya başladı. Fiyatlar çok pahalı olduğu için öğlene kadar siftah yapamayan çok sayıda pazarcı da bulunuyor. Pazarcı Bedri Oturan, “Geçen buraya bir kasa nar bıraktım hepsi darbeli. Bildiğin çürüktür. Adam yani düşün utanıyor ben eve götüreceğim demeye. 'Ben hayvanlarıma götüreceğim' diyor. Ki biliyorum tanıyorum adamı evine götürecek, imkanı yok. Çürük malın bile müşterisi var” dedi. 
Meyveyi dolar ve euro ile satan semt pazarı esnaflarından Ferhat Gündüz, ''Fiyatlar her şey pahalı olmuş. Çilek 35 lira olmuş. Hurma 15 lira, kivi 22 lira. Alınamayacak hale gelmişler. Millet artık pazara parayla gelmesin dolarla gelsin kısacası. Pahalı olduğu için öyle yazıyoruz. Türk parasıyla çeviremiyoruz" dedi.(MKRC NOT: Bu haber halkı, halkın alım gücünü, halkın çaresizliğini değil FIRSAT düşkünü SİİRT Pazar esnafının açgözlülüğünü yansıtmaktadır.)

8) Saray, BOTAŞ’ı peşkeş çekecek (Hüseyin Şimşek-BİRGÜN)

‘Vergide adalet ilkesini hayata geçirmek’ iddiasıyla Meclis’e sunulan teklifin içinden BOTAŞ’ın kamuya olan tüm borçlarına af çıktı. Teklifin yasalaşması durumunda BOTAŞ, borçsuz bir şekilde devredilebilecek. AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın asgari ücret açıklamasının ardından TBMM Başkanlığı’na sunulan torba yasa teklifi ile Gelir Vergisi Kanunu’nda  değişiklere imza atmak isteyen iktidar partisi, düzenlemeyi fırsat bilerek BOTAŞ’ın tüm borçlarını silmeye hazırlanıyor. Rekor oranda zarar eden ve özelleştirme iddialarının merkezinde yer alan BOTAŞ’ın kamuya ait borçlarının tamamı siliniyor. Gelir Vergisi ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’ni TBMM’ye sunan AKP, vergi kanunlarının arasına, BOTAŞ’la ilgili hükümler ekledi. Teklifin yasalaşması durumunda BOTAŞ’ın Ticaret Bakanlığı’na bağlı tahsil dairelerinde vadesi geldiği halde ödenmemiş her türlü vergi, fon ve paylar ile idari para cezaları ve gecikme zamları silinecek. Teklifle ayrıca BOTAŞ’ın yapılandırılmış borçları da silinecek.



Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan TÜSİAD’a cevap - YENİÇAĞ

 Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İlim Yayma Vakfı tarafından Dolmabahçe Sarayı'nda düzenlenecek 2021 İlim Yayma Ödülleri töreninde konuştu.

"Fiyat artışlarının insanlarımızın günlük hayatları üzerinde açtığı sıkıntıyı elbette biliyoruz. Ama vesayete, terör örgütlerine, darbecilere nasıl direndiysek bunlara karşı da direneceğiz. Ey TÜSİAD ve yavruları sizlere sesleniyorum. Siz tek göreviniz var yatırım, üretim, istihdam, büyüme. Siz bunu konuda ne yapıyorsunuz? Kalkıp hükümete saldırmanın farklı versiyonlarını aramayın. Bizimle mücadele edemezsiniz. Sizin cinsinizi de cibiliyetinizi de iyi biliyorum. Sizin derdiniz başka, bizim ki bambaşka. Bu millet bu fırsatı size vermeyecek. Dün millet olarak kendi canımız pahasına istikbalimizi korumuştuk, bugün de aynısını yapacağız.

Salgında bu kuruluşlar ne kadar milletin yanında oldular? Bu ülkeyi 1 dolar karşılığında vatandaşlarını satanların ellerine bırakmadık, bırakmayacağız. Bu ülkeyi döviz kuru üzerinden yeniden değiştirmek isteyenlerinde eline teslim etmeyeceğiz. Türkiye'nin ekonomide OHAL değerlendirmesi, akıl karışıklığının ötesinde büyük bir yanlıştır. Ülkemizin ekonomi planlaması belirlediğimiz doğrultuda ilerlemektedir. Ekonomide bir kural vardır; Dere yatağında akar. Ve bizim de takip ettiğimiz yol budur. Buradan tüm vatandaşlarıma ekonomide verdiğimiz mücadelede devletlerinin yanında daha güçlü şekilde yer almalarını istiyorum.”

"Neymiş efendim faizleri düşürüyormuşuz benden başka bir şey beklemeyin. Bir Müslüman olarak naslar neyi gerektiriyorsa onu yapmaya devam edeceğim. Hüküm bu." dedi.

(YENİÇAĞ)

Sinema ve Faşizm+Faşizm ve devrim sineması - Mesut Kara / EVRENSEL

 (I)Sinema ve Faşizm


1980’lerde başlayan “Yenidünya Düzeni”nin sonuna geldiğimiz şu günlerde, küresel ilişkiler, varoluşlar yeniden yapılanıp, ‘yeni bir “yenidünya düzeni” kurulurken yakın geçmişte hayal bile edemeyeceğimiz değişimler, oluşumlar yaşanıyor. Bir insan ömrü diyeceğimiz 100 yıllık süreçte çok şey yaşandı ve bugünün genç kuşağı hariç çoğumuz bu yaşananlara tanıklık ettik.

Gerçeğin yerine ‘sanal’ın olgunun yerine algının geçtiği geldiğimiz noktada izler birbirine karıştı, netlikler flulaştırıldı. Örneğin daha önce de başka bir yazıda söylediğim gibi, tanım kullanıma sürüldüğünden bu yana en çok “Beyaz Türk” eleştirisine Beyaz Türk’ler yaptı tanımını onlar kullandı kendileri dışındakileri küçümsemek için.

Bugün da “faşist” sözcüğünü en çok on yıllardır bu ülkede faşist olarak tanımlanan bilinen çevreler kullanıyor, kendilerini antifaşist olarak tanımlıyor. Bugünün iktidarını elinde tutan ana güç ve yavru güç, iktidar ittifakı buna örnektir. 50 yıldır faşist olarak tanımlanan MHP ve ülkücü kesim bugün kendileri dışında herkesi faşist olmakla suçluyor.

Devletin bütün kurumlarını ele geçirerek devletin kendisi olan ve iktidarını baskı, zulüm, yasak, sansür, işkence dikta vb. faşist uygulamalarıyla sürdüren iktidar partisi de kendisi dışındaki (MHP hariç)  tüm muhalefeti, tüm kurumları, STK’leri, muhalif medyayı faşistlikle suçluyor. Peki, nedir bu faşizm, kimdir faşist?

 Asıl konuma ‘Sinema ve Faşizm’ üzerine yazmadan önce bazı bilgi ve notlar paylaşmak isterim.

FAŞİZM ÜZERİNE KISA NOTLAR

Bilinen bir söylemdir; Nazilerden daha tehlikeli olanı, onları alkışlayan kalabalıklar, sıradan insanların faşizme katılması ve onay vermesidir.

Şiddet ve kaba kuvvet kullanan insanları, toplulukları alkışlayan, destek veren, destek verir hale getirilen insan ve insan topluluklarının sessizliğiyle, sessizleştiği noktada başlıyor belki de faşizmin hayat bulması.

Geçtiğimiz yüzyılın en önemli Avusturyalı kadın yazarlarından bizim de Malina adlı romanıyla tanıdığımız Ingeborg Bachmann faşizm üzerine şunları söyler: “Faşizm, atılan ilk bombalarla başlamaz. Her gazetede üzerine bir şeyler yazılabilecek olan terörle de başlamaz. Faşizm, insanlar arasındaki ilişkilerde baslar, iki insan arasındaki ilişkide başlar... Ve ben anlatmak istedim ki, savaş ve barış yoktur, hep savaş vardır.”

Çok doğru olan bu tanımlamayı şöyle açabiliriz; “iktidar” olan, iktidar ilişkilerinin olduğu her yerde faşizm vardır.

Bu şiddet çelişkinin, çatışmanın dozuna göre çeşitlenir. Zengin’in yoksul, üzerinde,

Patronların işçiler üzerinde, erkeklerin kadınlar üzerinde, beyazların beyaz olmayanlar, heteroseksüellerin LGBT bireyler üzerinde uyguladığı baskı ve şiddete tanığız. Bu örneklemeyi aile, okul, güzel-çirkin, zayıf-şişman vb. örneklerle çoğaltabilir, çeşitlendirebiliriz.

Ingeborg Bachmann gibi söylersek faşizm önce, iki insan arasındaki ilişkide başlar...

Bir inanç-ideoloji olarak var olan faşizm ve tarihsel süreci üzerine de şunlar söylenebilir:

Faşizm 23 Mart 1919 tarihinde, Benito Mussolini önderliğindeki bir grup İtalyan’ın Sosyalizme-komünizme karşı savaş açarak başlattıkları hareket ile başlar, 1920’li yılların başında İtalya’da güç kazanır. Faşist hareketin başında yer alan Mussolini’nin İtalya’da etkili bir politikacı olması, mevcut iktidara duyulan tepki, ülkede etkisini derinden hissettiren işsizlik, faşizm ideolojisinin geniş kitleler tarafından benimsenmesine ve İtalya’da iktidar olmasına kadar gidecek olan sürece yol açar.

Genellikle Nazizm ideolojisi Almanya ve dönemin Alman Devlet Başkanı Adolf Hitler ile iç içe geçmiş kavramlar olarak kabul edilmekle birlikte faşizm denilince ilk akla gelen kavramlar da İtalya ve dönemin İtalyan Devlet Başkanı Benito Mussolini olmaktadır. Bu açıdan, faşizm tanımı yapılırken, faşist hareketin 1919 -1945 yılları arasında Benito Mussolini’nin başını çektiği ve 1925-1945 yılları arasında İtalya’nın resmi devlet ideolojisi haline gelen politik güç olduğu söylenebilir.

Adolf Hitler’in 1919 yılında, Almanya’da başlattığı nasyonal sosyalist hareket İtalyan faşizminin bir uzantısı olarak görülebilir. “Hitler’in Almanya’daki iktidarının, Mussolini’den tam 11 yıl sonra gerçekleşmesi, Nazizmin faşizmin farklı bir versiyonu olduğu yorumunun doğmasına da neden olmuştur. Bunun altında yatan temel neden, Nazizm ve faşizmin çoğu öğretisinin birbirine çok benzer olmasıdır. Bu yüzden, nasyonal sosyalizm ve faşizm kimi zaman aynı kavram olarak görülebilmektedir. Hatta Adolf Hitler önderliğinde nasyonal sosyalist hareket kimi zaman Alman faşizmi olarak adlandırılmaktadır.”

Faşizmin bugünkü uygulamalarında da gördüğümüz temel özelliklerinden söz edersek, Nazizm ideolojisi de İtalyan faşizmi de kahramanlara büyük önem vermektedir. İtalyan tarihindeki büyük devlet adamları ve komutanlar faşizm ideolojisi içinde yüceltilir. Alman ve İtalyan faşizminde bize çok da yabancı olmayan bu uygulamalarından söz etmeyi sürdürelim: İtalya’nın geçmişteki büyük zaferleri, modern dönemde faşizm olgusu içinde tekrar yeşerebilecek olan büyük umutları da beraberinde getirmekteydi. Bu açıdan, faşizmin ideolojik amacı derin ulusal kökler temelli “yeni bir adamın” (Kadınlara ideolojik olarak daha az yer verilmekteydi) oluşturulmasıydı. Bu “yeni adam” faşizmin önderi Benito Mussolini’den başkası olamazdı. Bu yüzden Mussolini, kayıtsız şartsız tek önder ve tüm yetkilere sahip olan İtalyanca “il duce” (lider, önder) unvanını alır. Böylece faşizm çatısı altında her şey Mussolini’nin de facto liderliği üzerine belirlenmekteydi.

Alman faşizminde, Nazizm’de de führer (önder) olarak Adolf Hitler kayıtsız, şartsız tek önder ve tüm yetkilere sahipti. Adolf Hitler, Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisinin ve Üçüncü Alman İmparatorluğu’nun yöneticisi olduğu dönemde hep ‘führer’dir.

Son olarak yaşanan onca deneyimden sonra üzücü bir gelişme olarak şunu da söyleyip konumuza geçebiliriz; faşizm ideolojisi, günümüzde neofaşizm adı altında farklı ülkelerde ortaya çıkmakta, milliyetçilik, ırkçılık, ırkçı-milliyetçilik artmakta, yaygınlaşmakladır.

 (*) “Sinema ve Faşizm” başlıklı yazımın uzun versiyonu Klaros Dergi’nin Sanat ve Faşizm temalı sayısında yer almıştır. (2021, Yıl: 2, Sayı: 4 Sf. 13)

(II) Faşizm ve devrim sineması


“Faşizmin, karşı devrimci niteliği ona, bilmece gibi bir başka özellik daha kazandırmıştır. Karşı-devrimci olmayı başarması için kitle seferberliği konusunda becerikli olması gerekir. Sokaklarda sükunet arayan burjuva demokratlarının aksine faşistler, sokaklarda devlet-polis-ordu destekli güç gösterilerinden, kavgalardan, kalabalık kabadayılıklardan güç alır. Fakat bunu her zaman karşı-devrimci söylemleri en önde tutarak yapmaz. Faşizm, kitleleri seferber etmek üzere eylemli bir örgütlülük önerir ve bu pratiğini devrimci bazı görüşleri aşırıp aşındırarak yapar.”(*)

DİMİTROV’UN FAŞİZM TANIMI

Komünist Enternasyonalin VII. Kongresine sunduğu raporda Dimitrov’un faşizm ve emperyalizm arasındaki bağa dair yazdıkları sonraki yıllarda da kabul görür. Dimitrov, tekelci sermayenin en gerici emperyalist kesimlerinin, bunalımın bütün yükünü emekçilerin omuzlarına yüklemek ve dünyanın yeniden paylaşımıyla pazarlar sorununu savaş yoluyla çözmek amacına sahip olduklarını ve bu yüzden faşizme gereksinme duyduklarını belirtmiştir. Dimitrov’a göre, onlar, aynı zamanda, ‘İşçilerin ve köylülerin devrimci hareketini dağıtarak ve dünya proletaryasının kalesi Sovyetler Birliği’ne askeri baskın yaparak devrimci güçlerin gelişmesinin önüne geçmek’ girişimindeydiler. Dimitrov böylece faşizmin işlevini belirliyor ve Yeni Çağın sınıf çatışmalarında, özellikle kapitalizmin genel bir bunalıma düştüğü koşullarda nasıl bir rol oynadığını tanıtlıyordu. (...) Ve uluslararası güçler dengesi izin verdiği sürece, sosyalizmi dünyadan silmeye ya da son derece zayıflatmaya çalışır. Bu durumda, faşizm mali sermayenin en gerici güçlerini emperyalizmi tarihsel savunma durumundan kurtarmak tarihin çarkını geri döndürmek üzere başvurdukları saldırgan bir girişimdir. Faşizm her şeyden önce doruk noktasına varmış bir milliyetçiliktir. Kutsallaştırılmış millet, en yüce değerdir.

Faşizm, emperyalizm çağında, kapitalizmin derinleşen bir yapısal bunalımı sürecinde, proleter bir devrimin burjuva demokratik yollardan engellenemediği koşullarda egemen güçlerin ve aygıtlarının yetersiz kaldığı bir politik zemininde ortaya çıkar.

SİNEMA VE İDEOLOJİK KULLANIM

Bütün dallarıyla sanat, insan kalabilmenin biricik aracı olarak sürdürür varlığını. Sanat hayattır ve insanları buluşturur, birleştirir, bilinçlendirir, farkındalıkları çoğaltır. Hayatı halkların, insanların kardeşlik bahçesine dönüştürür. Sanat, hayatın gerçekliğinden etkilendiği gibi onu etkileyerek sürdürür varlığını ve toplumsal dönüşüme katkısını. Bu nedenle de iktidarların, devletlerin hedefindedir.

Başlangıcında bilimsel bir buluş olarak icat edilen sinema sanat olduğu kadar en yaygın, geniş yığınları sarmalayıp etkileyebilen, sosyalleştiren bir kitle iletişim aracıdır da aynı zamanda.

En yaygın ve etkili kitle iletişim aracı olarak sinema, yayılmacı devletlerin de ülke iktidarlarının da kitleleri doğrudan ya da dolaylı olarak etkilemek, yönlendirmek için kullandıkları bir araç da olabilmektedir. Bu açıktan olabildiği gibi dolaylı ve izleyicinin bilinçaltını hedefleyerek mesajların iletilmesiyle de olabilmektedir.

Yaşanan toplumsal süreçleri ve sinemaya yansımasını:

  • Ekonomik Değişimler,
  • Siyasal Değişimler,
  • Toplumsal Değişimler,
  • Bireysel Değişimler başlıkları altında tanımlayabiliriz.

Sinemanın bu özellikleri iktidarlar, egemen ideolojiler tarafından kendi iktidarlarını yeniden üretmede ve sürdürmede bir araç olarak kullanılmıştır. Örneğin, II. Dünya Savaşı sırasında İtalya’nın ve Almanya’nın faşist hükümetleri de faşizm propagandasını yapmak ve halkı faşizmin amaçları doğrultusunda yönlendirebilmek için sinemayı kullanmışlardır. Yine Ekim Devrimi’nden sonra Sovyetler Birliği’nde sinema devletleştirilmiş ve devrimi geniş halk yığınlarına yaymada yararlanılmıştır. Günümüzde de Hollywood’un sinemasında Amerikan siyasal yaşamının, egemen ideolojisinin etkisini, etkilemesini görürüz. Sinemanın önemini, gücünü ilk fark eden ülke-devlet devrim sonrası Sovyetler Birliği’dir.

DEVRİM SİNEMASI

Dünyanın o günkü koşullarında yaşanan sınıfsal çatışmaların derinleşmesi ve yükselen güçlü bir dalgayla Avrupa’da olması öngörülen uzak bir düş, bir ütopya gibi görülen ‘sosyalist devrim’ Ekim Ayaklanması sonrası Rusya’da gerçekleşir. “Büyük Ekim Sosyalist Devrimi” olarak tarihe geçen devrimle Petrograd’daki geçici hükümet devrilir, iktidar Lenin önderliğindeki Bolşeviklere geçer ve Sovyetler Birliği kurulur.

Ekim Devrimi, yalnızca insanlığın “başka ve daha güzel bir dünya” düşünün ve yeni devrimlerin yolunu açmakla kalmaz, kültür-sanat alanında da büyük atılımların, yeniliklerin önünü açar.

Sanat alanında büyük bir birikime, önemli bir kültürel mirasa sahip olan Rusya’da devrim sonrası sinema alanında büyük bir atılım yaşanır. Devrim sinema tarihinin akışını değiştiren, sinema tarihine görkemli filmler ve kuramlar ekleyen Eisenstein, Pudovkin, Dovjenko, Kuleşov, Vertov, Yutkoviç gibi ustalar kazandırmıştır.

Devrimin Önderi Lenin sinemanın halk kitleleri üzerindeki etkisinin, öneminin farkındadır. Lenin, 27 Ağustos 1919’da özel film ve fotoğrafçılık girişimlerini ulusallaştıran/devletleştiren “Fotografik Ticaret ve Sanayinin Halk Eğitim Komiserliğine Devri Hakkında” Halk Komiserleri Konseyi Kararnamesini imzalayarak Sovyet sinemasının doğumunu da sağlar.

1919’da Vladimir Gardin tarafından dünyanın ilk sinema okulu olarak kabul edilen Sovyetler Birliği Devlet Sinematografi Enstitüsü (VGIK) kurulur. Devrimin yarattığı yeni bir dünya ve yeni insan oluşturma coşkusu ve devrimin sunduğu olanaklar çok sayıda genç insanın sinema yapmasını sağlar.

Devrimin ilk günlerinde sinema etkinlikleri “gerçekliğe bağlılık eğilimi” ve ham film kıtlığının da etkisiyle montaj çalışmaları yoluyla sürdürülüyordu. Moskova Film Komitesinde “Yeniden Kurgulama Bölümü” de kurulur. Sovyet sinemasının ilk montaj teorisyenlerinden kabul edilen Vladimir Gardin’in bu bölümde verdiği konferansın Lev Kuleşov üzerinde de büyük etkisi olur, sonrasında Gardin’in düşüncelerini geliştirdiği söylenir.(sürecek)

(*) Sinema ve Faşizm başlıklı dizi yazıların kaynakçasını yazıların bitiminde vereceğim


Roma’nın son günlerinde tarikatlar + ‘Ateizmi öldürdük sıra deizmde’ (Özdemir İnce-CUMHURİYET)

 

Roma’nın son günlerinde tarikatlar

1982 yılında TRT’den kovulurcasına emekli edildiğim zaman iş istemek için hiçbir yere, hiçbir kimseye başvurmadım; kimseden de iş önerisi almadım. 

Zaman ve ortam benden intikam alıyordu. Eve çekildim, yazdım ve geçinmek için 10 yıl çeviri yaptım. 

O dönemde yaptığım çevirilerden onur ve gurur duyarım. Bu çevirilerden biri de Sovyet tarihçileri V. Diakov - S. Kovalev’den çevirdiğim İlkçağ Tarihi 2: Roma’dır.*

Bu iki tarihçinin kitapları Batı’da yazılan tarih kitaplarına benzemez; toplumların yapıları, kültürleri ve sanatları diyalektik anlayışa göre değerlendirilir. Bu değerlendirmeler sayesinde tarihin neden tekerrür ettiğini kolayca anlarsınız.

Roma’nın son günleri ile AKP’nin son günleri birbirine nasıl mı benzer? Bakın nasıl benziyorlar:

[Ama aynı zamanda, (Roma’da) bu dönemin düşünsel üretiminde, bilimsel düşüncenin gerilemesi gözlemlenebilir; Grek materyalizminin temsilcileri olan Demokritos ve Epikuros, filozof Aristoteles’in yapıtlarında, Cicero ve Caesar’ın çağdaşı Romalı düşünür Lucretius’un Doğa Üzerine adlı şiirinde açıkça dile gelen, insan aklının doğanın gizlerini ve yasalarını kavramaya yeteneği olduğu inancı, evet bu inanç yok oldu. Uzun süredir reddedilen, gizemli ve anlaşılmaz güçlere inancın tekrar dirildiği görülüyordu. Cumhuriyet döneminde, o sıralar ancak yoksul halkın en cahil katmanlarında kaba boş inançlar biçiminde varlıklarını sürdüren bu düşüncelere büyük Roma rahipleri (Caesar gibi) bile gülüyorlardı. Ama şimdi, düşünsel gerilemeyle birlikte, yeniden ortaya çıkıyorlar, elverişli bir ortam buluyorlardı ve bunların en ateşli yandaşları, daha bir süre önce en kültürlü olan ama artık geçerli yaşama amaçlarını, kendilerine ve kendi güçlerine inançlarını yitirmiş bulunan çevrelerdeydi.]

[Olağanüstü ve doğaüstüne, “öteki dünya”nın her şeyine büyük ilgi, Suetonius Tranquillus’un (75-160) ilk imparatorların hayatlarıyla ilgili belgelere koca bir kehanetler, fallar ve mucizeler yığınının karıştığı On İki Caesar’ın Hayatları adlı yapıtında açıkça görülür. Thukydides ve Polybios bu gibi şeylere “boş masal” muamelesi ederler, ama ne var ki MS II. yüzyılda bu gibi budalalıkların çokça müşterisi vardı. Roma’da öylesine çok ve her türde sihirbaz, büyücü, müneccim, kâhin, göz bağıcı ve cadı vardı ki imparatorluk yönetimi bunlara karşı birçok kez katı önlemler almıştı; bunları sürdü, kılıçtan geçirdi, bu mistik bulaşıcı hastalığı ortadan kaldırmak için boş yere uğraştı. Zaten, Roma imparatorlarının en aydınları bile bu hastalığa yakalanmışlardı: Örneğin Claudius resmen bir kâhinler okulu (haruspices Augusti) açtı ve Adrianus müneccimlikle, hatta büyücülükle uğraşıyordu.]

[Roma toplumu, bu anlayış içinde, Augustus’un din reformunu ve eski Roma inancını diriltmek arzusunu heyecanla karşılamıştı.

Ama pek doğaldır ki, bir yandan bu reformları halk yığınlarının ayaklanma eğilimlerini frenlemek konusunda etkili bir araç gördüğü için sevinçle karşılamasına karşın bu toplum, kendini eski siyasal etkinliğinin yerini dolduracak yeni bir şey bulduğu dinsel tarikat araştırmalarına teslim ediyordu. Büyük ailelerin temsilcileri Augustus tarafından yeniden kurulan dinsel derneklere koşarak girdiler: En eski zamanların ayinlerini yeniden onurlandıran “Arval kardeşler”, “Lupercus”lar, “Titien”ler ve ötekiler: Eski ve kesinlikle anlaşılmaz bir dilde okunan ve söylenen dualar, kemere takılmış kurt kuyruklu “sıçrayıcılar”ın yabanıl dansları vb. imparator kültleri, “Augustus ve Roma” “Augustus’un cini (genius)”, “Augustus’un cin-tanrıları” en küçük bir başarıya ulaşamadılar. Senato kararı uyarınca verilen “tanrı” payesi ile ölü imparatorlar “tanrı”laşıyorlardı...]

[Engels İlkel Hıristiyanlığın Tarihine Katkı’sında, o sırada eski dünyaya egemen olan karışıklığı şaşırtıcı bir biçimde tanımlar. Bu dönemin, hatta Roma ve Hellas’ta, daha baskın oranda da Küçük Asya, Suriye ve Mısır’da, çeşitli ulusların içinde dindar dalaverelerin ve en katkısız üfürükçülüğün tamamlayıcı katkıları bulunan en değersiz boş inançlarının karışımının hiç eleştirilmeden kabul edildiği; kerametin, acayip yüceltmelerin, her türlü tinselci saçmalıkların, kehanetin, altın yapma usullerinin, Kabalanın ve gizli büyücülüğün başrol oynadıkları bir çağ olduğunu gösterir.]

* Yordam Kitap’ta birinci basım 2008.

                                                                                    ***

‘Ateizmi öldürdük sıra deizmde’ 

28 Ekim 2021 tarihli Cumhuriyet gazetemizden, “AKP’li Şenliklioğlu deistlere saldırdı” başlıklı bir haber kesmiştim. Adı geçen yazıcı, ateist ve deistlerin ana ve babalarıyla evlendiklerini ileri sürüyordu. Bir boş zamanımda internete başvurdum, söyledikleri bu kadar değilmiş. Okuyalım:

***

“Ölümüne AK Partiliyim” diyen yazar Emine Şenlikoğlu, katıldığı bir programda deistlere ilişkin olay yaratacak açıklamalarda bulundu. Şenlikoğlu, “Deizmde bir adam kızıyla evlensin hiçbir sakınca yoktur” dedi.

Ateizmin “öldüğünü” öne süren Şenlikoğlu, konuyu “ensest ilişki”ye bağlayarak şunları söyledi:

“Ateizmi öldürdük biz. Şimdi deizmi öldüreceğiz az kaldı. Çünkü ateizm çok mantıksız. Baktılar ateizm bitiyor, deizmi hortlattılar. Dinsiz de demiyorlar, deist diyorlar. Dinsizlik halkımızda kötü bir isimle anılır ya gençler sıcak baksın diye deist diyorlar. Ateizm ve deizm hayvanlık âlemi gibidir. Deizmde bir adam kızıyla evlensin hiçbir sakınca yoktur. Hangi ülkede hatırlamıyorum, bir adam köpeği ile nikâh yaptı.”

Bazı deistlerin ensest ilişkiyi kabul etmediğini dile getiren Şenlikoğlu, “Ama senin inandığın inanç buna karşı değil. Onlar anne babalarıyla evlenebilirler. Deizmde ahlak yoktur. Deizmin ateizmin kendisi bozuk” dedi. Şenlikoğlu, İrem Beyhan’ın “İnançsız bir insan iyi olamaz mı?” sorusuna da “Deizmin kendi içinde çok kibar hanımefendi, beyefendiler olabilir. Ama deizm çok ahlaksız. Her deist ya da ateist kötü olacak diye bir kaide yok. Ben sistemden bahsediyorum. Ben kişilerden bahsetmiyorum. Deist ahlaklı olabilir ama deizm ahlaksız” şeklinde yanıt verdi.

“17 yaşındaki kızlar fingirdiyor, hamile kalıyor sorun yok, 17 yaşında evlilik olursa, nikâh olursa eşleri hapse giriyor” şeklinde açıklamada bulunan Şenlikoğlu, gazeteci İrem Beyhan’ın “Kötü kullanıma çok müsait, pedofili ya da çocuk gelinler malumunuz” diye itirazına da müdahalede bulunarak şu ifadeleri kullandı:

“Bunlar benim ifadelerim, konuşulmayınca bunlar başımıza geliyor, karşı taraf hamile kalıyor. AK Parti’yi çok beğeniyorum ama birkaç konuda cinayet işliyorlar. Bunun düzeltilmesi lazım.”

“ÖLÜMÜNE AK PARTİLİYİM, 2023’TE UZAYA ÇIKACAĞIZ”

Şenlikoğlu, “Hangi çalışmalarını beğeniyorsunuz?” sorusuna da “Fizik kanunlarına çok hâkimler. Çocuklara bile uzaya nasıl çıkılır onu öğretiyorlar. Seni mi yoksa AK Parti’yi mi öldürelim deseler; beni öldürün, AK Parti’yi yaşatın derim. Ölümüne AK Partiliyim. 2023’te uzaya çıkacağız” dedi. (Yeniçağ, 27.10.2021)

***

Aklı başında olgun bir yetişkinin söyleyeceği şeyler değil kuşkusuz bunlar. Ateizmi öldürmüşler, şimdi deizmi öldüreceklermiş... Beceremezsiniz ama neden öldürüyorsunuz? Ateistler ve deistler anayasanın ve yasaların koruması altında değil mi? Bu ülkede düşünce ve inanç özgürlüğü ve bunları açıklama özgürlüğü yok mu? Ateizm çok mantıksızmış, ateizmin mantığının ne olduğunu biliyor musunuz? Bilmiyorsunuz! Üç tek tanrılı dinin müminleri (dindarları) vahiye (révélation) inanıyorlar, ateistler “dünyanın düz” olduğunu söyleyen vahiye inanmıyorlar. Daha açıkçası: Allah’a inanmıyorlar. Râzî (865, Rey - 925, Rey) gibi Allah’a inanıp peygamberlere inanmayanlar var. Çünkü kanıtsız inancı değil akıllarını kullanıyorlar; akıllarını özgürce kullanmaya hakları yok mu? Ateizmi, deizmi öldürmek ne demek, bu ne barbarlık?

Sizin inancınıza saygı gösteren insanlara neden saygı göstermiyorsunuz? Ha ateizmi öldürmüşsünüz, ha bütün ateistleri! Aynı şey! Demek ki ateistleri ve deistleri gözünüzü kırpmadan öldüreceksiniz?

***

Gelelim şu ensest evliliklere: Yasada Cumhuriyet vatandaşlarının kimlerle evlenemeyeceği yazıyor. Demek ki yasal olarak mümkün değil! Peki dindarlar arasında mı yoksa ateistler arasında mı ensest ve aile içi tecavüz yaygın? Bayan Şenlikoğlu’na hapishanelerde araştırma yapmasını hiç tavsiye etmem.

***

Şenlikoğlu, “(AKP’nin) Hangi çalışmalarını beğeniyorsunuz?” sorusuna da “Fizik kanunlarına çok hâkimler. Çocuklara bile uzaya nasıl çıkılır onu öğretiyorlar. Seni mi yoksa AK Parti’yi mi öldürelim deseler; beni öldürün, AK Parti’yi yaşatın derim. Ölümüne AK Partiliyim. 2023’te uzaya çıkacağız” demiş. 

Der, demiştir!

AKP, elbette Ay’a (uzaya) merdiven de gidiş-gelişli yol da yaptırabilir. Ne de olsa bir “Meşhedi”den masallar dinliyorlar. “Hakikaten” Ay’a gidip ne yapacaksınız? Ay’da ne mehtap var ne de deniz! Yoksa maksat firar mı?

(Özdemir İnce-CUMHURİYET)

KISA KISA GÜNDEM (19 ARALIK 2021)

 


1)İzmir Kınık'ta maden ocağında patlama: 45 kişi yaralandı.(Yeniçağ)


İzmir'in Kınık ilçesindeki Polyak Eynez madeninde meydana gelen göçükte 45 işçi yaralandı. Göçük altında kurtarılmayı bekleyen işçi olmadığı açıklandı.
İzmir’in Kınık ilçesinde Polyak Eynez Enerji Üretim Madencilik San. ve Tic. A.Ş.’ye ait maden ocağında patlama meydana geldi.Patlamanın metan gazı sıkışmasından kaynaklandığı açıklandı. Olay yerine İzmir ve Manisa’dan çok sayıda sağlık ve kurtarma ekipleri sevk edildi.İzmir Valiliği'nden patlamaya ilişkin yapılan açıklamada “Kınık ilçesinde bir kömür madeni işletmesinde kısmi bir göçük olduğu ilk belirlemelere göre can kaybı ve ağır yaralı kimse olmamıştır" dendi.

2)Bunu da Sünger Bob’a çevirdiler. Siz yeter ki restore etmeyin!(Yeniçağ)

Giresun'daki Orta Çağ'dan kalma Şebinkarahisar Meryem Ana Manastırı'nın restorasyonunu 'betonlaşma' algısı nedeniyle eleştirilere neden oluyor...

Giresun’daki Orta Çağ’dan kalma Şebinkarahisar Meryem Ana Manastırı aslına uygun olmayan şekilde restore edildi. Doğal ve Tarihi Değerleri Koruma Derneği Başkanı Doç. Dr. Coşkun Erüz, yapının kimliğinin zedelendiğini belirterek, “Bu tür restorasyonlarda 'iyi koruyacağız 'diye sıva benzeri bir malzemeyi kullanmak yerine, orijinalini bilmiyorsak sıvasız kaba duvarı bırakmak bazen çok daha estetik ve daha doğal görünür” dedi.

3)'Aselsan QATAR' markası tescil edildi.(SOL)

Aselsan, Türk Marka ve Patent Kurumu’na başvurarak, 'Aselsan QATAR' markasını tescil ettirdi.

Katar'a ve BAE'ye satış iddialarına konu olan Aselsan, Türk Marka ve Patent Kurumu’na başvurarak, “Aselsan QATAR” markasını tescil ettirdi.

CHP İstanbul Milletvekili Avukat Mahmut Tanal, söz konusu marka başvurusu ve tescilini, Aselsan’ın Katar’a yönelik faaliyetlerini Meclis gündemine taşıdı. Tanal, Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın cevaplandırması istemiyle TBMM Başkanlığı’na sunduğu soru önergesinde, Aselsan’ın marka başvuru ve tescili hakkında bilgi talep etti.

Aselsan'ın sitesinde yer alan iştirakleri:



4)JP Morgan TL algo işlemleri için aracılık hizmetini sonlandırdı.(Cumhuriyet)

UBS'in Türk lirası ile ilgili rapor yayımlamayı sonlandırmasının ardından Türk lirası ile ilgili bir karar da JP Morgan'dan geldi. Kurum, müşterilerine Türk lirası algo işlemleri için aracılık hizmeti vermeyi sonlandırdı. 
İsveç merkezli UBS bankasının Türk Lirası’yla ilgili rapor yayımlamayı sonlandırmasının ardından bir karar da ABD’li bankacılık devi JP Morgan’dan geldi. BloombergHT’nin aktardığına göre, bankadan müşterilerine gönderilen notta, TL bazlı yeni algoritmik işlemlerin kabul edilmeyeceği belirtilirken, varolan TL algo işlemlerinin de kısa süre içinde sonlandırılması yönünde çağrıda bulunuldu.Cari pozisyonlar için kâr alımlarının normal işlem süreçleri dahilinde sürdürüleceği de belirtildi.

5)Diyanet'in fetvacısı 'rehber' hazırladı: Gündem bu sefer evlilik.(Sefa Uyar-Cumhuriyet)

Daha önce Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu üyesi olan ve halen Türkiye Katılım Bankaları Birliği Danışma Kurulu üyeliği yapan Prof. Dr. Ahmet Yaman’ın Diyanet tarafından yayımlanan Aile Hayatı adlı kitabında, evliliğin, “evlenmediği takdirde zina yapacağı korkusu taşıyanlar” için farz ya da vacip, “eşine eziyet çektirme ve haksızlık yapma ihtimali bulunan kimseler için mekruh, zulüm ihtimalinin kesinlik taşıması durumunda ise haram” olduğu belirtildi.

6)Resimler müzeden Saray'a gitmiş.(Serfiraz Ergün-Cumhuriyet)

Osmanlı ressamlarının müzedeki 77 eseri bir protokolle Saray’a verilmiş. Protokol süresi bittiği halde tablolar hâlâ iade edilmediği için müzede fotoğrafları yer alıyor.




(https://www.cumhuriyet.com.tr/kultur-sanat/resimler-muzeden-saraya-gitmis-1893783)

7)İlaçta yüzde 120 zam kapıda.(Hüseyin Şimşek-BİRGÜN)

Bu yıl ilaç alımları için avro üzerinden belirlenen sabit kurun 4,57 TL olduğunu ve güncel kurun 19 TL’ye kadar ulaştığını ifade eden CHP’li Taşcıer, “İthal ilaç fiyatlarında yüzde 120’lik bir artış yaşanacak” dedi.

Türkiye’de her yıl Şubat ayında ilaç fiyat kararnamesinin yayımlandığını ve o sene içerisinde ithal ilaçların fiyatlandırılmasında kullanılacak sabit avro kurunun belirlendiğini ifade eden Taşcıer, “İthal ilaçlar için sabit avro kuru 2018’de 2,69 TL, 2019’da 3,40 TL, 2020’de 3,81 TL ve 2021’de de 4,57 TL olarak belirlenmişti. Bugün ise avro kuru 19,20’yi bile görmüş durumda. Görünen o ki kararname yayınlanana kadar 25 TL’yi de geçecek. Böyle bir ortamda ilaç fiyatlarında olağanüstü zamlar görmemiz artık beklenti değil, bir kesinlik haline geldi” dedi.

8) Van'da çalışan sayısını yarıya indiren çağrı merkezi, çalışanlarının mola saatlerini de iptal etti.(Evrensel)

Geçtiğimiz gün asgari ücreti karşılayamayacaklarını duyurup işçileri işten çıkaran Van'da bir çağrı merkezi şimdi de çalışanlarının mola saatlerini iptal etti.

İşten çıkarılan işçilerin olduğu 2 projede, müşteri temsilcilerinin günlük 75 dakika olan molaları kaldırıldı. Çalışan sayısını yarı yarıya düşüren şirket, bütün işleri şirkette kalan müşteri temsilcilerine yaptırmaya başladı. İşçiler iki gün önce ortalama 90 ila 120 çağrı aldığını belirtirken şimdi minimum 260 çağrı aldıklarını ifade ediyor. Evrensel'e konuşan bir işçi şunları söyledi: 'Tüm gün boyunca saniyelik çağrı düştü çağrıyı sonlandırıp anlık çağrı alıyoruz bir taraftan kısa tutun çağrıyı diyorlar bir taraftan talepleri çağrıda kapatın diyorlar, backoffice bölümü uyguna geçti. Yarın talepler patlasa yine backoffice arkadaşlarımız suçlu olacak. Arkadaşlarımızı işten çıkartıp bizlerin iş yükünü arttıranlar bugün molalarımızı iptal etmekten hiç çekinmiyorlar. Saatlerdir tuvalete gidemiyordum çağrıdayken çağrı düşmesin diye mola tuşladım, beni arayıp 'neden mola diyorlar'. Günde 9 saat çalışıp mola yapamayacak mıyız? Üstüne üstlük molalarımızda da taleplerimizi kapatıp işlem yapıyoruz" 


Eski Almanya Başbakanı Willy Brandt'ın ABD muhbiri olduğu ortaya çıktı + Willy Brandt kimin ajanıdır? / SOL

 


I)Eski Almanya Başbakanı Willy Brandt'ın ABD muhbiri olduğu ortaya çıktı 

Almanya Federal Cumhuriyeti'nde başbakanlık görevinde bulunan Willy Brandt'ın 4 sene boyunca ABD'ye muhbirlik yaptığı ortaya çıktı.

Almanya'da Sosyal Demokrat Parti'den (SPD) başbakanlık yapan Willy Brandt'ın, bu görevinden önce ABD askeri karşı casusluk teşkilatı CIC'e 1948'den 17 Mart 1952'ye kadar istihbarat sağladığı öne sürüldü.

Sputnik'in Der Spiegel'den aktardığı habere göre, CIC'nin gizliliği kaldırılan 1 Haziran 1952 tarihli listesine ulaşan dergi, listeyi ABD Askeri Tarih Merkezi'ndeki tarihçi Thomas Boghardt'a inceletti.

Tarihçi Boghardt'a göre Brandt, Amerikan hizmetleri için bir 'altın madeni' değerindeydi.

Dergi, Brandt'ın CIC'ye Demokratik Almanya Cumhuriyeti (DDR) ile iktidardaki Sosyalist Birlik Partisi'nin (SED) gençlik kolları FDJ hakkında bilgi verdiğini yazdı.

Brandt'ın ayrıca tersaneler, fabrikalar, demir yolu sistemi ve Sovyet ordusunun telefon şebekesiyle ilgili bilgi verdiği öne sürüldü.

Söz konusu kaynaklara göre Brandt, kendisini 'güvenilir' olarak sınıflandıran CIC irtibat görevlileriyle 4 yıl boyunca 200'den fazla kez bir araya geldi.

4 yıl boyunca muhbirlik yapan Brandt'ın 'O-35-VIII' koduyla kayıt altına alındığı belirtildi.

                                                                  ***

II) Willy Brandt kimin ajanıdır? (Tevfik Taş-SOL)

'Willy Brandt'ın asıl ajanlığı, hizmet ettiği sınıfın çıkarına uygun olarak, işçi sınıfından yana görünmesidir.'

Amerikan arşivlerinden Almanya eski şansölyesi ''efsanevi'' Willy Brandt'ın 1948-1952 yılları arasında ABD askeri istihbarat örgütü CIC'e ajanlık yaptığı bilgisinin açığa çıkması kimi kesimlerde şok etkisi yaratmışa benziyor.

Nerede bir ''efsane-şok'' ilişkisi tasviri varsa orada tarih bilincinden yoksun bir malumatfuruşçuluğun hafızasızlığı olduğunu varsaymak gerekiyor. ''0-35-VIII'' olarak kodlanan ve en az dört yıl boyunca ABD istihbaratı tarafından sevk ve idare edilen eski Almanya başbakanı Willy Brandt, karaborsaya düşmüş şekeri kahve, sigara ve viski için başladığı ajanlık kariyerine, 250 mark aylık maaşla devam etmiş olduğunu öğreniyoruz.

Nazi iktidarına karşı mücadele ettiği rivayet olunan Willy Brandt'ın, Nazi barbarlığını yıkan SSCB ve Alman Demokratik Cumhuriyeti'ne karşı asıl mücadeleyi verdiği bir kez daha açığa çıktı. Sosyalist Almanya'da inşa edilen köprüler, fabrikalar, elektirik, su ve yol şebekeleri hep ajan Willy'in istihbarat kalemleriymiş. Spiegel Online'den Klaus Wiegrefe'nin verdiği habere göre, sıkı viski düşkünü olan sosyal demokrat ajan, yüzlerce istihbarat bilgisini ABD'lilere aktarmış.

Dışardan bakınca Alman faşistlerinin Willy Brandt için söyledikleri ve onun ''yurtsever olmadığı'' iddiası doğrulanmış gibi görülüyor. Almanya'da ana muhalafeti temsil eden faşist Almanya İçin Alternatif (AfD) partisinin yetkilileri fırsatı gole çevirmek istercesine, ''biz demedik mi'' diye ortaya atıladursun, asıl gerçek başka yerde. AfD'nin faşist yöneticilerinin yurtseverlikten anladığı, faşizmdir. Emperyalist Almanya'da kim hangi yurtseverlikten söz ediyor ki!

Willy Brandt'ın asıl ajanlığı, hizmet ettiği sınıfın çıkarına uygun olarak, işçi sınıfından yana görünmesidir. Proleteryanın bağrında burjuvazinin ajanı olarak hizmet veren modern sosyal demokrasinin pespaye bir figürüdür Willy Brandt. Brandt'ın bütün siyasi pratiği sol görünüp, sermayeye hizmet etme pratiğidir. İlla da bir ''ajanlık'' aranacaksa, bakılması gereken yer burası olmalıdır. Gerisi bildik sınıf refleksleridir.

28 Ocak 1972'de dönemin sosyal demokrat şansölyesi olarak Willy Brandt, ''Aşırılar Kararnamesi''ni yürürlüğe sokarak kamu kurumlarından solun ''temizlenmesi'' için irade oluşturdu. Bu kararname ile 1986 yılına kadar 3,5 milyon insan hakkında soruşturma yürütüldü. 10 binden fazla solcu kamu kuruluşlarından uzaklaştırıldı. 2256 kişi meslek yasağı kapsamına alındı.

Vietnam Savaşı'nı protesto etmekten, OHAL'a karşı çıkmaya, fabrikada grev örgütlemekten, Avrupa'nın NATO çıkarları gereği atom silahları ile donatılmasına karşı çıkmaya dek pek çok gerekçeyle toplum üzerinde sermaye terörü estirildi. Mimarı modern sosyal demokrasiyi temsilen sermaye ajanı Willy Brandt'tır! (Tevfik Taş-SOL)

Krizi bir de böyle okuyun: ‘Fiyatlar dolardan beter yükseliyor, tezgahı Bulgarca hazırlar olduk’ - ÇAĞLAR AKYÜZ / SOL

 Son zamanlarda Bulgar turist yoğunluğuyla gündem olan Edirne'deki manzarayı kentteki işçiler ve emekçilerle konuştuk.


Son günlerde Bulgaristan’dan gelen günlük turistlerin Edirne’de yarattığı alışveriş yoğunluğu ülke gündeminde konuşuluyor. Türk Lirası'nın değer kaybı, özellikle komşu AB ülkelerinden ciddi sayıda insanın her gün sınırı geçmesine sebep oluyor.

Aslında Edirneli yurttaş için son üç yıldır bu yoğunluk olağan bir durum. Fakat son aylarda döviz kurunda yaşanan yüksek artışla bu yoğunluk katlanarak artmış durumda. Buna bir de yüksek enflasyon ile düşen alım gücü eklenince kentte trajik bir durum oluştu. Bir tarafta neredeyse yok pahasına istediği her şeyi alan turistler, diğer tarafta ise zamlar karşısında artık tezgaha bile bakamayan Edirneli emekçiler.

‘Tezgahı Bulgarca hazırlar olduk’

Bu oluşan tabloyu Edirneli emekçilere ve esnafa sormak için Cumartesi Pazarına gittik. Geçen yıla kadar Bulgar turist yoğunluğu Çarşı Merkez ve Cuma Pazarı’ndaydı. Fakat TL’nin değer kaybı ile Cumartesi Pazarı ve Margi AVM de bu yoğunluktan nasibini almış durumda. Cumartesi Pazarının esnaflarından Altay ailesinin çalıştığı tezgahı ziyaret ettik. Uzun yıllardır bu tezgahta pazarcılık yapan Ahmet Altay “Özellikle son 4 – 5 aydır müşterilerin yüzde 70’i Bulgarlar oldu. Tezgahı Bulgarca hazırlar olduk. Bu krizde Edirne esnafını ayakta tutan Bulgarlar oldu” dedi.

‘Fiyatlar dolardan beter yükseliyor’

Eski müşterilerinin de gelmeye devam ettiğini belirten Altay “Fakat kriz ortada. Fiyatlar dolardan beter yükseliyor. Yerli müşteriye fiyat söylerken utanır olduk. Örneğin eskiden 2 kg mandalina alan müşteri yarım kilo alıyor” diye konuştu.

'1 kg meyve almaktan bile çekinmemiz utandırıyor insanı’

Tezgahta alışveriş yapan Edirneli bir yurttaş ise “Ben devlet memuruyum. Daha geçen yıl gelip çeşit çeşit meyve alırdık evimize şimdi 3 çeşit seçip yarım kilo ver diyoruz. Yani dedikleri gibi porsiyonları küçülttük. Bulgarların akın etmesi çok normal. İnsanların parası kıymetli. Fakat onlar buradan kilolarca meyve sebzeyi bedava fiyata alırken bizim 1 kg almaktan bile çekinmemiz utandırıyor insanı. Bu utancın kaynağı ise iktidardır” dedi.


‘Burada çalışır gidip Bulgaristan’da tatil yapardık, şimdi durum tersine dönmüş durumda'

Yine pazarcılık yaparak geçinen 1989 göçmeni yurttaş ise “Biz göçten sonra burada çalışır gidip Bulgaristan’da tatil yapardık. Şimdi durum tersine dönmüş durumda. Aslında bu tablo Bulgaristan ile alakalı değil. Bulgaristan’da da ciddi bir ekonomik zorluk var. Fakat Türkiye batmış durumda. Batan geminin mallarını alıyorlar” ifadesini kullandı.

Tekstil fabrikasında çalışan Seçil Yumlu adlı yurttaş ise “Adamların parası değerli gelip her şeyi alıyorlar. Onlara kızmıyorum ama biz tezgahları ancak gezebiliyoruz. Haliyle birileri poşet doldururken bu ülkenin insanı olarak sadece bakmak gücüme gidiyor” dedi.

‘AVM’de otomobillerin neredeyse hepsi Bulgaristan plaka’

Cumartesi Pazarının bitişiğinde olan Margi AVM’ye geçiyoruz. Henüz öğlen olmasına karşın otoparkları dolu. Otomobillerin neredeyse hepsi Bulgaristan plaka. Arada tek tük Türk plakalı araç görüyoruz. Mağazalar dolup taşmış durumda. Bizde mola sırasında mağaza emekçileri ile konuştuk.


‘Sırbistan, Romanya gibi ülkelerden bile gelen var’

Giyim mağazasında çalışan bir emekçi son bir ayda mağazada Türk müşteri görmenin zorlaştığını söylüyor ve ekliyor “Bazen depodan ürün yetiştirmekte zorlanıyoruz. Artık Bulgaristan’ı aşmış durumda. Sırbistan, Romanya gibi ülkelerden bile gelen var. Ciddi yol yapmalarına karşın bu ucuzluk onları tatmin ediyor”.

Başka bir mağaza çalışanı ise şöyle diyor yaşananlara ilişkin:

“Ben 2020 yılında çalıştığım mağazadan dört defa alışveriş yaptım. Aslında hâlâ indirimim var ama yapamıyorum artık. Fakat Bulgaristan’da benzer mağazalarda çalışan insanlar buradan çuvalla kıyafet alıyor. Bir yıl içinde ne kadar fakirleştiğimizi düşünün.”

AVM içinde restaurantta çalışan bir emekçi ise “Eskiden yemek molasında AVM çalışanları bizden yemek yerdi şimdi insanlar ekmek arası ile gün geçiriyor. Fakat Edirne’de her gün yeni bir mekan açılıyor. Turistler bedavaya iyi yemek yerken bizim durumumuz belli” diyerek dert yanıyor.


‘Çalıştığım şube bir yılda satışlarını 3 kat arttırdı, aldığım ücret asgariyi geçemiyor’

AVM içinde büyük bir fastfood zincirinde çalışan başka bir emekçi ise “Çalıştığım şube bir yılda satışlarını 3 kat arttırdı. Bu benim için üç kat enerji demek. Fakat aldığım ücret asgariyi geçemiyor. Bulgarlar Edirne’yi ayakta tutuyor diyorlar. Ben çalışan olarak buradan elde edilen gelirden pay alamıyorum işte. Durum bu” diyor.

‘AB’nin en fakir ülkesi için cennet olduk’

Kent merkezine giderken mahalle arasında bir A101 marketine giriyoruz. Merkeze uzak bir mahalle arası olmasına rağmen içeride Bulgar turist sayısı fazla. Kasada ailesi 1989 yılında göçmüş bir emekçi var. Nuray bir yıllık çalışan ve işlerinin son beş ayda iki kata yakın arttığını söylüyor. “Yerli müşteri değişen fiyatlardan dolayı kasada almak istediği bir ürünü bırakmak zorunda kalıyor. Çünkü parası çıkışmıyor. Böyle vakalar arttı. Fakat Bulgarların alışverişi bagajlara sığmıyor” diyen Nuray ekliyor “Benim köyüm Bulgaristan’da aslında zengin bir ülke değiller. Aksine genç nüfusun çoğu Batıya gitti işsizlikten. Sanki Bulgaristan ekonomik olarak iyi durumda gibi konuşuluyor, oysa büyük sorunları var. Biz Türkiye olarak öyle kötü duruma geldik ki AB’nin en fakir ülkesi için cennet olduk.”

‘Dolar bizi ilgilendirmez diyen AKP’liler gelsin görsün bu manzarayı’

Çarşı merkezde ise Bulgar turist yoğunluğu olağan hale gelmiş durumda. Son dönemde Edirne’nin en bilinen lezzeti tava ciğere gelen zamlar gündem olmuştu. Tava ciğercide çalışan Kerim artan maliyetlerle yeni yılda bir porsiyon ciğerin 50 TL’yi bulacağını düşünüyor. Kerim “İşler turist sayesinde iyi gidiyor. Yoksa bu maliyetlerden oluşan zamlardan dolayı iş yapmak mümkün değil. Ben 9 yıldır bu sektörde çalışırım. 5 kişilik bir ailem var. Ailecek gelip ciğer yesek yanına birer ayran söylesek bize maliyeti 250 tl olur. Edirneli için doğal olan ciğer yemek artık lüks olmuş durumda. Bulgar turist ise ailece gelip bozuk para bırakıp gidiyor. Dolar bizi ilgilendirmez diyen AKP’liler gelsin görsün bu manzarayı” dedi.

Vakalar artıyor

Kentte her geçen gün turist sayısı artarken aynı oranla Covid-19 vaka sayıları da artış gösteriyor. Sağlık Bakanlığı’nın son verilerine göre ülkemizin en yüksek oranlı üç ili Kırklareli, Edirne ve Tekirdağ oldu. Artan turistle doğru orantılı artan vakaları Edirne Tabip Odası Başkanı Gürcan Altun’a sorduk. Altun daha önce defalarca uyarılmasına rağmen kontrolsüzlüğün sürdüğünü söylerken “Seyahat özgürlüğü en temel haklardan biridir. Fakat sağlık sebebi ile bunun pandemi döneminde kontrollü olması gerekir. Doğru olmamasını diliyoruz ama Bulgaristan’da sahte PCR testinin yaygın olduğu söylentisi var. Vaka ve ölüm oranlarında ise en üst sıralardalar. Bulgaristan’da çift doz aşı olanların oranı yüzde 26 civarında. Gelen turistlerin kapalı alanda bile maske takmadığı gerçeği var. Edirne ve Kırklareli’nde bulunan üç sınır kapısı var. Buralardan girerek alışveriş için Çorlu’ya kadar gidiyorlar. İşte bunun sonucunda da bu üç il vakalarda en yüksek orana erişiyor” diye konuştu.

Altun vaka fazlalığına karşın Edirne’de yoğun bakım ve ölüm oranlarının düşük olduğunu vurguladı. Gürcan Altun “Edirne’de yüksek aşılama sayesinde vakalar ölüm ve yoğun bakımı arttırmadı. Bu da aşılanmanın önemini bizlere gösteriyor. Fakat yeni varyantlarla birlikte bunun böyle gideceğinin bir garantisi yok. Yurttaşlarımız maske takmaya devam etsinler tabii bu iş kişisel önlemlerle halledilemez. Mutlaka denetim arttırılmalı. Bu konuda il hıfzıssıhha kurulu da adım atabilir. Buna yetkileri var. Bulgaristan’dan gelen turist için çift aşı kuralı getirilebilir. Bu önlemlerin kritik olduğunu düşünüyorum. Bu ekonomik krizde esnafın bu turist girişine ihtiyacı olduğu doğrudur. Fakat uzun vadede  bu durum halk sağlığı için tehlike arz eder. Yetkililerin önlem alması şart” dedi.

ÇAĞLAR AKYÜZ / SOL

Öne Çıkan Yayın

Yandaş şirketler zeytinlikleri istedi: İşte o skandal mektup! -Bahadır Özgür /halkTV-

Meclis’te görüşülen ve başta zeytinlikler olmak üzere koruma altındaki alanları, sulak bölgeleri madenciliğe açan torba yasanın arkasından, ...