10 Temmuz 2024 Çarşamba

Cumhuriyet "KÖŞEBAŞI" -10 Temmuz 2024-

 

Ne olacak bu 17 kişinin hali? -Barış Pehlivan-

Anadolu Ajansı’ndan okuyorum: Sinan Ateş cinayetine ilişkin hakkında işlem yapılan toplam 39 kişiden, haklarında yurtdışına çıkış yasağı getirilen diğer 17’si hakkındaki soruşturma, ayrı dosya üzerinden sürüyor.”

Hatırlatmam gereken buz gibi bir gerçek var: Devlet çalışanlarının desteğinin olduğu bir cinayet davasının akıbeti, bu topraklarda yaşayan herkesin can güvenliğini ilgilendiriyor. Bundandır ki yazdık ve yazacağız.

Önce, yanılmak istediğim bir tezi dile getireyim: Ana davanın gidişatı gösteriyor ki Ateş cinayetinde kısa süre içinde hüküm verilecek ve cezalarla birlikte birkaç kişi dışında ciddi tahliyeler olacak. Yani “Hapisten çıktılar ama bakın ceza da aldılar”  diye kamuoyu baskısı hafifletilmeye çabalanacak. Sonra, kimsenin haberi olmadan adli kontroller kaldırılacak; istinaf ve temyiz süreci ile de zaman içinde dava unutturulmaya çalışılacak.

Umarım bu tahminimde haklı çıkmam. Ve kuşku yok ki MHP ile AKP’nin ilişkisindeki tansiyon bu davada gelgitlere de yol açacak. Yani nereden bakarsanız siyasi bir cinayet yine siyasi amaçların aracı olacak.

Masadaki soru şu: Dosyası ayrılan yani iddianamesi henüz yazılmayan 17 kişi için neler yaşanacak?

Benzer kaderi o soruşturma da bekliyor. MHP’li isimlerin yoğunlukta olduğu o ayrılan soruşturmanın davaya dönüşüp dönüşmeyeceği de Cumhur İttifakı’nın akıbetine bağlı.

BİLİNMEYEN ÜÇ KİŞİ KİM? 

Peki kim o 17 kişi? Bu sorunun yanıtına dair ancak tahmin ve analizlerde bulunabiliyoruz. Kaynağımız da yine açılan ana davanın ek klasörleri. Yani hakkında gizlilik olmayan resmi belgeler...

1- Eski MHP milletvekili Olcay Kılavuz: Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Kılavuz hakkında, “tasarlayarak öldürme” ve “kasten öldürme” suçundan işlem başlattı.  

2- Ülkü Ocakları Genel Başkanı Ahmet Yiğit Yıldırım: Hakkında Sinan Ateş’i “tasarlayarak öldürme” suçlamasıyla soruşturma sürüyor. 8 Mayıs 2023 tarihinde verilmiş yurtdışına çıkış yasağı var.

3- Ülkü Ocakları Genel Başkan Yardımcısı Burak Kılıç: Hakkında Sinan Ateş’i “tasarlayarak öldürme” suçlamasıyla soruşturma sürüyor. 19 Ekim 2023 tarihinde verilmiş, yurtdışına çıkma yasağı ve haftada bir gün karakola imza atma şeklinde adli kontrol kararları var.

4- Ülkü Ocakları Ankara İl Başkanı Ömer Şanlı: Hakkında Sinan Ateş’i  “tasarlayarak öldürme” suçlamasıyla soruşturma sürüyor. 8 Mayıs 2023 tarihinde verilmiş yurtdışına çıkış yasağı var.

5- Ülkü Ocakları Ankara İl Başkan Yardımcısı Suat Yılmazzobu: Hakkında Sinan Ateş’i “tasarlayarak öldürme” suçlamasıyla soruşturma sürüyor. 19 Ekim 2023 tarihinde verilmiş yurtdışına çıkma yasağı ve haftada bir gün karakola imza atma şeklinde adli kontrol kararları var.

6- Eski Çubuk Ülkü Ocakları Başkanı Gürsel Horat: Hakkında Sinan Ateş’i  “tasarlayarak öldürme” suçlamasıyla soruşturma sürüyor. 19 Ekim 2023 tarihinde verilmiş yurtdışına çıkma yasağı ve haftada bir gün karakola imza atma şeklinde adli kontrol kararları var.

Bunların dışında...

MHP Milletvekili İsmail Akgül, cinayet anında Sinan Ateş’in yanında olan arkadaşı ve tanıklık da yapan Ahmet Kekiç, polis memuru Talha Atalay, Yunus Hasar, Emin Uzunlar, Emrullah Kurak, Fatih Küçükertutan, Recep Küçükertutan  isimlerinin de ayrılan dosyada şüpheli olarak yer aldıkları tahmin ediliyor.

Hal böyle olunca...

Ana dava dosyalarındaki belgelere göre iddianamesi henüz yazılmamış olan 14 şüpheli var. Kimisi cinayet için Sinan Ateş’in takip edilmesi talimatını vermekle, kimisi Ateş’in evinde keşif yapmakla, kimisi ise tetikçiyi saklamakla suçlanıyor.

Lakin şu soru da ortada duruyor: Madem 17 kişinin dosyası ayrıldı ve soruşturmaları devam ediyor... Henüz isimleri bilinmeyen diğer üç şüpheli kim?

Tüm bu olguların yanında çok daha büyük bir skandalı da vurgulayıp bitireyim...

Cinayet davasının hâkimleri “iddianameye bağlı kalarak” yargılama yaptıklarını vurguluyor. İyi de... Ya henüz iddianamesi yazılmayan 17 kişinin sorgularında ve telefonlarında başka suç delilleri çıkarsa ve onlar mevcut sanıkların lehinde ya da aleyhinde olursa ne yapılacak?

Koşar adım karara giden mahkeme, bu haliyle büyük bir skandalın altına imza atmış olmuyor mu?

Diyebilirsiniz ki “Zaten o 17 kişinin soruşturması hiç bitmeyecek!” Hiç tarih okumamışsınız, derim.

                                                       /././

CHP’nin ilkeleri - Öztin Akgüç-

Münafıklık, olduğundan farklı gözükerek, gizli niyetle, sinsi eylemlerle, arabozuculuk yapmak nifak sokmaktır. CHP de zaman zaman ilkelere aykırı davranışlar, ayrıştırma, bozgunculuk yaşanır, gözlenir.

Çok partili sayasal yaşama girilmesi üzerine CHP’de görev, sorumluluk almış dört vekil Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuat Köprülü, Refik Koraltan partiden ayrılarak 7 Ocak 1946 tarihinde Demokrat Parti’yi (DP) kurmuştur. Liberal eğitimli DP, dış güçler ve savaş yıllarında zor günler, güçleşen yerli burjuvazi tarafından da desteklenmiş, geçmişi kötüleme, din istismarı eleştirilerin ana temasını oluşturmuştur. 1946 genel seçiminde DP ülke çapında örgütlenmesini tamamlayamadığı için 465 vekillik için partinin önde gelen isimleri birden fazla ilden aday olmak üzere 273 aday göstermiş resmen 62 vekil TBMM’ye girmiştir. 1946 genel seçimi şaibeli seçimlerden biridir. DP, seçimde hile ve baskı yapıldığını ileri sürerek sert tepki göstermiş; mitingler düzenlemiştir. Siyasal ortamın gerginleşmesi üzerine Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, CHP ve DP ileri gelenlerini toplayarak sağlanan mutabakat üzerine 12 Temmuz 1947 Cumhurbaşkanlığı Bildirisi’ni yayımlamıştır. Mutabık kalınan, uzlaşılan konulardan birinin laiklik olmasına karşın DP, uyum göstermemiştir. DP’nin propaganda etkinliği CHP yönetimini etkilemiş, DP ile bir anlamda aynı kulvarda yarışa girilmiş, ödünler verilmeye başlanmış; devlet girişimleri sınırlandırılmış; çiftçiyi topraklandırma, tarım reformu amacı yitirilmiş, Köy Enstitüleri Köy Öğretmen Okullarına dönüştürülmüş, imam hatip kursları açılmış, din dersleri konulmuş, parti ideolojisini bir ölçüde yitirmiştir.

Seçim sistemi olarak riski temsile karşı çoğunluk sistemi benimsenmiş; çoğunluk sistemiyle CHP’nin daha fazla vekil çıkaracağı hedeflenmiş; nisbi temsili savunanlara “tulum çıkaracağız” beklentisi karşılığı verilmiş, verilen ödünlere karşın çoğunluk seçim sistemiyle tulumu çıkaran DP olmuştur. Yüzde 40 oy alan CHP, TBMM’de ancak yüzde 15 düzeyinde temsil edilmiştir.

CHP 1965 yılında “ortanın solu” kavramını parti ilkesi olarak benimsemiş; İnönü’ye göre “ortanın solu” devletçilik, reformculuk, laiklik, halkçılık ve sosyal adaletten yana olmaktı. “Ortanın solu”, altı okun sentezi idi. Ortanın solu politikasına karşı olan 48 parlamenter (vekil, senatör) 1967 kurultayından sonra partiden istifa ederek İsmet İnönü hükümetlerinde başbakan yardımcılığı görevi de yapmış olan Turhan Feyzioğlu başkanlığında Milli Güven Partisi’ni kurmuştur. 1972 olağanüstü 5. kurultayında Bülent Ecevit’in başkan seçilmesi üzerine başbakan yardımcılığı, genel sekreterlik gibi önemli görevlerde bulunmuş olan Kemal Satır ve arkadaşları partiden ayrılarak daha sonra Milli Güven Partisi ile birleşen Cumhuriyetçi Parti’yi kurmuştur. Bu iki partinin birleşmesinden doğan Cumhuriyetçi Güven Partisi, CHP’ye karşı oluşturulan Milli Cephe Hükümeti’ni de destekleyerek görev almıştır.

1981 yılında Milli Güvenlik Konseyi kararı ile kapatılan CHP, 1992 yılında yeniden faaliteye geçtikten sonra 31 Mart 1924 yerel seçimine doğru etkinlik gösterememiş, 1999 genel seçiminde TBMM dışında kalmış, oy oranını yüzde 25’in üstüne yükseltememiş, 2019 yerel seçiminde Erdoğan ve Cumhur İttifakı’na tepki olarak kazanılan resmi başarıyı, 14 Mayıs 2023 seçiminde genel başarıya dönüştürememiştir.

CHP’nin yeniden birinci parti konumuna yükselmesi hemen sonrası partide başkanlık, cumhurbaşkanlığı adaylığı tartışmasıyla bozgunculuk, nifak tohumları ekilmeye başlamıştır. Barış Terkoğlu’nun Cumhuriyet’te yer alan yazısından partide görevli en hafif deyişle bir işgüzarın, tüzük kurultayının seçimli konumuna getirilmesi, Ekrem İmamoğlu’nun aday olmasına da destek vermesi için Kemal Kılıçdaroğlu ile temas kurduğu bilgisi yer almıştır. Yandaş TV kanallarında da konu gündemde tutularak CHP’de bir çatlak yaratma hedeflenmektedir. 

Geçmişte de parti ile nifak sorunu ile karşılaşmış olan CHP’de belit; 

(i) ödün vermeden ilkeli, tutarlı davranmak, 

(ii) örgütlü genç ve emekçilerle yaygınlaştırarak demokratikleştirme, seçici organ konumuna getirme; ekonomik sorunlarına çözüm bulma, 

(v) devrimci kimliği ile düzenli değiştirmek olmalıdır.

                                                      /././

Sadabat Paktı (1937) -Sinan Meydan-

“Cumhuriyet hükümetinin Doğu’da uygulamakta bulunduğu dostluk ve yakınlık politikası yeni ve güçlü bir adım attı. Sadabat’ta dostlarımız Afganistan, Irak ve İran ile imza etmiş olduğumuz dörtlü antlaşma, büyük bir sevinçle kayda değer barış eserlerinden biridir. Bu antlaşmanın çevresinde toplanan devletleri, aynı amacı sürdüren ve barış içinde gelişmeyi içtenlikle isteyen hükümetler arasındaki işbirliğinin gelecekte de iyi sonuçlar vereceğinden emin bulunmaktayız.” (Mustafa Kemal Atatürk, 1 Kasım 1937)

Mustafa Kemal Atatürk’ün “Yurtta sulh cihanda sulh” politikasıyla hareket eden Türkiye Cumhuriyeti, tam bağımsızlığı, ulusal egemenliği, ulusal çıkarları, komşularla iyi ilişkileri ve dünya barışını korumayı esas alan, gerçekçi, rasyonel ve çok yönlü dış politika doğrultusunda, 1930’larda barış paktları kurdu. 

1930’ların başına Almanya ve İtalya’nın saldırgan ve yayılmacı bir politika izleyeceklerinin anlaşılması üzerine Türkiye, sınırlarını koruyabilmek amacıyla bazı önlemler almak istedi. Öncelikle 1930 yılında Yunanistan’la barışıldı ve iyi ilişkiler kuruldu. Türkiye’nin yoğun çabaları sonunda 1933 yılında Balkan ülkeleri ile ikili anlaşmalar imzalandı. Sonra da 9 Şubat 1934 tarihinde Atina’da Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya arasında Balkan Antantı imzalandı. Böylece batı sınırlarını güvenceye alan Türkiye, doğu sınırlarını güvenceye almak için de Doğu ülkeleriyle Balkan Antantı’na benzer bir pakt kurmaya karar verdi. 

8 Temmuz 1937’de Tahran’da Sadabat Sarayı’nda Türkiye, İran, Irak ve Afganistan arasında Sadabat Paktı olarak bilinen dörtlü saldırmazlık antlaşması imzalandı. 1937 yılı yazında, Türkiye’nin doğudaki üç ülkeyle Sadabat Paktı’nın imzalamasında, sınır sorunlarını kalıcı şekilde çözme, bölgedeki aşiret isyanlarını önleme ve İtalyan yayılmacılığına karşı doğuda bir güvenlik duvarı oluşturma isteği etkili oldu. 

DOĞUDA SINIR SORUNLARI

Sadabat Paktı’na üye olacak devletlerin tümünün İran’la sınır sorunu vardı. Bu sınır sorunları nedeniyle özellikle Türkiye-Irak-İran üçgeninde bazı ayrılıkçı Kürt aşiretleri iç güvenliği tehdit eden isyanlar çıkarmaktaydı. 1930 yılında patlak veren Ağrı İsyanı, Türk-İran ilişkilerini olumsuz etkilemişti. İsyancı Kürt aşiretlerine müdahale etmek için bölgeye gelen Türk kuvvetleri ile isyancılar arasında çatışmalar çıkmış ve isyancılar İran sınırları içindeki Küçük Ağrı bölgesine kaçmışlardı. Bunun üzerine Türk birlikleri sınırı geçerek isyanı bastırmış, ancak İran’a ait olan bu bölgeden çıkmamıştı. İran ile yapılan görüşmeler sonunda Türk-İran sınırında yeni bazı düzenlemeler yapılmıştı. Ocak 1932’de Türkiye ile İran arasında yapılan antlaşmayla iki ülke arasındaki sınır sorunu çözülmüş, Haziran 1934’te İran Şahı Rıza Pehlevi’nin Türkiye ziyareti ile Türkiye-İran ilişkileri ivme kazanmıştı.

1926 Ankara Antlaşması ile Türkiye-Irak sınırı çizilmiş, 6 Temmuz 1931 tarihinde Ankara’ya gelen Irak Kralı Faysal, Mustafa Kemal (Atatürk) tarafından istasyonda karşılanmış ve şerefine Ankara Palas’ta akşam yemeği verilmişti. Bu ziyaretin gerçekleştiği sırada Irak Başbakanı Nuri Sait Paşa da Avrupa gezisi dönüşünde İstanbul’a uğramıştı. Gelişen Türkiye-Irak ilişikleri sonrası 10 Ocak 1932 tarihinde iki ülke arasında, “Ankara Ticaret Antlaşması” imzalanmıştı.

Bu arada İran-Afganistan ve İran-Irak arasında da sınır sorunları sürüyordu. Türkiye, İran ile Afganistan arasında sınır sorununun çözümünde, her iki ülkenin de davetiyle hakemlik yaptı. Fahrettin Paşa (Türkkan) başkanlığındaki Türk heyetinin girişimleri sayesinde, İran-Afganistan sınır sorunu 1934 yılında çözüldü. Bu sırada Irak da İran’la olan sınır anlaşmazlığı konusunda Türkiye’nin desteğini istedi.          

Hem bu sınır anlaşmazlıklarını çözmek hem de doğu sınırlarını güvenceye almak isteyen Atatürk Türkiye’si, 1933 yılında İngiliz hükümetine, Türkiye, İngiltere, İran, Irak ve Sovyetler Birliği’nin yer alacağı bir Ortadoğu paktı teklifinde bulundu. Türkiye, 1934 yılında bu teklifi yeniledi. Çünkü her ne kadar 1930 yılında Irak’taki İngiliz mandası sona ermişse de Irak dış işlerinde hâlâ İngiltere’ye bağlıydı. Ayrıca Irak’ın, henüz İngiliz mandasından tam olarak kurtulamadığı bir dönemde İngiltere’nin de pakta dahil olması Sovyet Rusya’yı rahatsız edebilirdi. Bu nedenle paktın kurulma sürecinde Türkiye, İngiltere ve Sovyet Rusya’nın da pakta katılmasını istedi ve bu ülkelerle görüştü. İngiltere, pakta katılmamakla birlikte karşı olmadığını bildirdi. Sovyet Rusya ise pakta Afganistan’ın da katılmasını istedi. Kurtuluş Savaşı yıllarından beri Türk-Afgan ilişkileri çok iyi durumdaydı. Böylece Afganistan’ın da pakta katılmasına karar verildi. Bu arada Irak, Suudi Arabistan’ın da pakta katılmasını önerdiyse de Afganistan, bu ülkenin Milletler Cemiyeti’ne üye olmadığını ileri sürerek -gerçekte bu ülke İngiliz etkisinde olduğu için- pakta katılmasına karşı çıktı. 

İTALYAN YAYILMACILIĞI

İtalya’nın faşist lideri Mussolini, 19 Mart 1934 tarihinde Faşist Kongre’de yaptığı konuşmasında İtalya’nın tarihsel çıkarlarının Asya ve Afrika’da yattığını açıkça ifade etmişti. Mussolini’nin bu konuşması, Ortadoğu ve Doğu Akdeniz ülkelerinde endişeyle karşılandı ve bölgesel güvenliği pekiştirecek bir ittifak arayışına yol açtı. İtalyan yayılmacılığı, Atatürk Türkiye’sinin Doğulu devletlerle bir pakt çerçevesinde işbirliğine yönelmesinde doğrudan etkili oldu. İşte bu süreçte Türkiye, İran ve Irak arasında 2 Ekim 1935 tarihinde, Cenevre’de üçlü bir antlaşma parafe edildi.  Daha sonra Afganistan da katıldı.

3 Ekim 1935’te İtalya’nın Etiyopya’yı (Habeşistan) işgal etmesi sonrası paktın kuruluş süreci hızlandı. 1935 yılında parafe edilen antlaşmadan sonra Türkiye, Doğulu devletlerle ilişkilerini sürekli geliştirdi. İran ile 1937 yılında İkamet Antlaşması, Hava Seyriseferi Antlaşması, Telgraf ve Telefon Hatlarının Tesisine Dair Özel Antlaşma, Suçluların İadesi ve Adli Müzaheret Antlaşması, Baytari Antlaşması, Sınır Bölgesinin Güvenliği Hakkında Antlaşma, Trabzon-Tebriz-Tahran Transit Yolu Antlaşması, Ticaret ve Seyrisefain Antlaşması imzalandı. Bu arada Irak’la da süresi biten Dostluk Antlaşması 1937 yılında iki yıl daha uzatıldı.

PAKTIN İMZALANMASI

İran ile Irak arasındaki Şattülarap Suyolu uyuşmazlığı ve sınır sorunları paktın imzalanmasını geciktirdi. Bu sırada Türkiye, İran-Irak sınır sorununun çözümünde de arabuluculuk yaptı. Bu süreçte Tevfik Rüştü Aras Bağdat’a gitti. Türkiye’nin arabuluculuğunda yürütülen diplomatik faaliyetler sonunda 4 Temmuz 1937 tarihinde taraflar arasında imzalanan antlaşma ile Irak-İran sınır hattı sorunu da çözüldü.

Atatürk’ün, Türkiye’nin sınırlarını güvence altına almak, bölgede güvenliği ve barışı sağlamaya yönelik girişimleri sonuç verdi ve Türkiye, İran, Irak ve Afganistan arasında 8 Temmuz 1937 tarihinde Tahran’daki Sadabad Sarayı’nda Sadabat Paktı imzalandı. Paktı Türkiye adına Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras; Afganistan adına Dışişleri Bakanı Faiz Mohammed Han, Irak adına Dışişleri Bakanı Naji el-Asıl, İran adına ise Dışişleri Bakanı Enayetollah Samiy imzaladı.

Beş yıl geçerli olacak ve beş yıl sonunda imzacı taraflardan biri sona erdirilmesini istemediği takdirde beş yıllar şeklinde devam edecek pakt, taraflar arasındaki barış, dostluk ve dayanışmayı devam ettirmeyi amaçlıyordu. İmzaladıkları bu pakt ile taraflar, Milletler Cemiyeti’ne ve 27 Ağustos 1928 tarihli Kellog Paktı’na bağlı kalmayı, birbirlerinin içişlerine karışmamayı, ortak sınırlarına saygı göstermeyi, ortak çıkarları ilgilendiren konularda birbirlerine danışmayı, birbirlerine karşı herhangi bir saldırıda bulunmamayı ve saldırı amacı güden hiçbir siyasal birliğe katılmamayı garanti ettiler.  

Türkiye-Suriye arasındaki Hatay sorunu nedeniyle Suriye paktta yer almadı.

Sadabat Paktı, TBMM tarafından 14 Ocak 1938 tarihinde 3324 sayılı yasa ile onaylandı ve diğer devletlerin de onaylamasının ardından 25 Haziran 1938’de yürürlüğe girdi.

PAKTIN ÖNEMİ

Sadabat Paktı’nın kurulmasında, ülkelerin sınır sorunları yanında Türkiye’nin sınır güvenliği, Ağrı İsyanı’nın yarattığı iç güvenlik sorunları ve İtalyan yayılmacılığı etkili oldu. Ayrıca Sadabat Paktı’nın kurucu devletleri, bağımsızlığını yeni kazanmış veya emperyalist devletlerin etkisinden yeni kurtulmuş “ulus” ve “devlet inşası” sürecindeki devletlerdir. Sadabat Paktı işte bu devletlerin bağımsızlıklarını vurguladıkları bir antlaşmadır. Bu pakt, mazlum ulusların bir araya gelerek kendi politikalarını üretme yeteneğine sahip olduklarını ve sömürge (manda) yönetimlerinin sona ermekte olduğunu gösteren bir belgedir. Bir ulusal bağımsızlık savaşı sonunda laik, çağdaş bir devlet olarak kurulan Atatürk Türkiye’sinin, Ortadoğu’dan Güney Asya’ya İslam dünyasında “model ülke” olması, Türkiye’nin paktın öncülüğünü yapmasına neden olmuştur. Türkiye, Müslüman Doğu komşuları ile yalnızca sınır sorunları veya aşiret isyanlarına ortak bir çözüm bulmak için değil, aynı zamanda bu ülkelerin modernleşmesi için işbirliği yapmıştır. Türkiye, eğer bu devletler de bağımsızlığını kazanıp çağdaşlaşabilirse sömürülmekten ve geri kalmışlıktan kurtulup gelişebilir ve rejimlerini istikrarlı bir hale getirebilirlerse Türkiye’nin ve bölgenin bundan büyük yarar sağlayabileceğini öngörmüştü. Sadabat Paktı, “Halifelik kaldırıldı, İslam dünyası bölündü, parçalandı! Türkiye, İslam dünyasından dışlandı. Türkiye İslam dünyasıyla ilgilenmedi!” gibi söylemlerin de temelsizliğini gözler önüne sermektedir. Sadabat Paktı, İslam dünyasında devletlerin halife olmadan birlikte hareket edebileceklerini gösterdi. Üstelik bu ülkeler, halifeliği kaldıran Türkiye’nin öncülüğünde, Türkiye’yle birlikte bunu yaptılar. Bu pakt, Atatürk Türkiye’sinin İslam dünyası ile de ilgilendiğinin ve iyi ilişkiler kurduğunun en açık kanıtıdır. 

Sadabat Paktı, İkinci Dünya Savaşı sonrasında bölgedeki yeni gelişmeler nedeniyle önemini kaybetti, 1955’te imzalanan Bağdat Paktı sonrasında zamanla unutuldu ve 22 Eylül 1980’de başlayan İran-Irak savaşı ile fiilen ortadan kalktı.

BARIŞ KUŞAĞI

Sadabat Paktı’nı imzalayan Tevfik Rüştü Aras şöyle diyor: “O zamanki şartlara göre biz anlayışımıza uygun olarak bütün Ortadoğu’yu kaplayacak bir dostluk halkaları camiası kurmaya çalışıyorduk. Bu camianın yüzeyinin Balkanlar dahil, Avrupa güneyinden Uzakdoğu hududuna kadar olmasını istiyorduk. Sadabat Paktı’nın imzalanması münasebetiyle yapılan törende verdiğim nutukta belirttiğim üzere bütün bu sahayı, İngiltere ve Sovyetler Birliği arasında, tarafsız bir dostluk camiası haline getirmek için çalışıyorduk.”

                 1934 Balkan Antantı ve 1937 Sadabat Paktı ile Atatürk Türkiye’sinin kurduğu  barış kuşağı

1934 Balkan Paktı ve onu tamamlayan 1937 Sadabat Paktı ile Atatürk Türkiye’sinin öncülüğünde Balkanlar’dan Güney Asya’ya, Ege’den Basra Körfezi’ne ve Himalayalar’a kadar bir dayanışma ve barış kuşağı oluşturulmuş oldu. Bu kuşak, dünya tarihinde oluşturulmuş en büyük dayanışma ve barış kuşağıdır. Sadece Türkiye’yi yönetenlerin değil, tüm dünyayı yöneten liderlerin Atatürk’ten, Atatürk Türkiye’sinin dış politikasından alacağı çok dersler var.

KAYNAKLAR

Abdülahad Akşin, Atatürk’ün Dış Politika İlkeleri ve Diplomasisi, İstanbul 1966. 

Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, Türkiye İş Bankası Yayınları, Ankara 1983.

Atatürk’ün Millî Dış Politikası, Cilt II, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1981.

Ahmet Şükrü Esmer, Siyasi Tarih (1919-1939), AÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara 1953.  

İsmail Soysal, Türkiye’nin Siyasal Antlaşmaları, Cilt I, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1983.

Şerafettin Turan, Türk Devrim Tarihi, 3. Kitap, Yeni Türkiye’nin Oluşumu, Bilgi Yayınevi, Ankara 1996. 

Hayrullah Cengiz, “Sadabat Paktı’nın Türk Dış Siyaseti Açısından Önemi”, Irak Dosyası, İstanbul, 2003, s.29-44.

Mustafa Serdar Palabıyık, “Sadabad Paktı (8 Temmuz 1937): İttifak Kuramları Açısından Bir İnceleme”, Ortadoğu Etütleri, Cilt 2, No 3, Temmuz 2010, s. 147-179.

Mustafa Edip Çelik, “Turkey’s Middle East Policy Shaped in the Axis of Sadabad Pact/ Türkiye’nin Sadabad Paktı Ekseninde Şekillenen Ortadoğu Politikası”, History Studies, Volume 10, Issue 8, November 2018, p. 93-108.

Timuçin Faik Ertan, “Sadabat Paktı (8 Temmuz 1937)”, Atatürk Ansiklopedisi

Akşam, Cumhuriyet, Ulus gazeteleri, 7-8-9 Temmuz 1937.

(CUMHURİYET)

TÜİK hükümetle çelişti, patronları kızdırdı: 'Fahiş fiyat artışları fahiş kârlara bağlı' -soL

 TÜİK'in gizlediği enflasyon hesabı ortaya çıkınca kurumun başkanı savunmaya geçti. Ancak yüksek enflasyonun kaynaklarını açıklarken hükümetle çelişti, patronları kızdırdı.

Enflasyon şokunun başladığı 2021'den bu yana TÜİK'in açıkladığı resmi enflasyon verileri şaibeli. Enflasyon hesaplamasında kullanılan madde fiyat listesi Haziran 2022'den bu yana açıklanmıyor. Bunun yerine maddeler gruplandırılarak fiyatlanıyor. Ürün ve hizmet bazında fiyatlar tam olarak bilinmiyor.

DİSK gizlenen verileri yargıya taşıyıp, davayı kazansa da TÜİK yargı kararını uygulamayı reddediyor. TÜİK'in paylaşmamakta ısrar ettiği veriler bugüne dek iki defa kamuoyuna sızdırıldı.

TÜİK'in 2024'ün ilk günlerinde yaptığı bir araştırmaya göre, kurumun açıkladığı enflasyon verilerinin yurttaşlarca iki kat daha yüksek hissedildiği öğrenildi. TÜİK’in hesaplamalarına göre yüzde 64,7 olan 2023 enflasyonu yüzde 129,4 dolayında hissediliyordu. TÜİK bu araştırmayı reddetmedi ama düzeltti. Hissedilen enflasyonu yüzde 96 olarak ölçtüklerini, aradaki farkın da "normal" olduğunu söyledi.

TÜİK'in sır gibi sakladığı madde fiyatlarını ise dün Ekonomim yazarı Alaattin Aktaş duyurdu. 100 maddelik listede bazı kalemlerin fiyatı piyasadaki ortalama ile uyuşurken, bazı ürün ve hizmetler için saptanan fiyatlar gerçekten oldukça uzak. Örneğin TÜİK’e göre haziran ayında yurt ücreti 457 lira, kira ise 5 bin 845 lira.

Listeyi doğruladı, fiyatları savundu: 'Yumurta için 2,57 lira gayet mantıklı'

Eleştirileri beraberinde getiren listenin ardından TÜİK Başkanı Erhan Çetinkaya bugün gazetecilerin karşısına geçti.

Sızdırılan listedeki fiyatları doğrulayan Çetinkaya, bu fiyatların ortalamayı yansıttığını market raflarındaki fiyatların farklılık gösterebileceğini söyledi. Eleştirilere listede 2 lira 57 kuruş olarak ölçülen yumurta fiyatı üzerinden yanıt verdi: "Gezen tavuk yumurtası 5 lira. Ama 30'lu yumurtaların tanesi 2 lira. Tüketim ağırlıklarına bakıldığında vatandaşların çoğunlukla 30'lu yumurta tükettiği görülüyor. Ortalama toplulaştırılmış fiyatlara bakıldığında yumurta için 2,57 lira gayet mantıklı bir fiyat. Olay bir süre sonra teknik hesaplamalardan çıkıp algı yönetimine giriyor."

TÜİK'in madde fiyatlarını neden sakladığı sorusuna Çetinkaya, madde sepetinin gizlenmediği, geçmişte açıklanan madde fiyatlarının bir gösterge niteliği olmadığı için açıklanmadığı cevabını verdi.

Yurttaştan saklanan veriler IMF'ye açılmış

TÜİK Başkanı, "toplulaştırılan" fiyatları baz alarak uygulanan hesaplama yönteminin doğruluğunda ısrar etti. "Dünyada enflasyon nasıl hesaplanıyorsa Türkiye'de de öyle hesaplanıyor" diyen Çetinkaya, ilerleyen dakikalarda hesaplama yöntemlerinin IMF'ye takıldığını şu sözlerle anlattı: "TÜİK'i IMF Türkiye Masasına şikayet etmişler, orada bir şeyler mi dönüyor diye. IMF Türkiye Masası şefi geldi, hesaplamalarımıza baktılar. Sadece Türkiye'de değil dünyada diğer ülkelerde de ÜFE'nin TÜFE'nin üzerine çıkmış olduğunu fark ettiler ve 'Biz bunu araştıralım' diye gittiler."  

TÜİK Başkanı Çetinkaya, kamu emekçilerinin zamlarının belli olduğu Haziran ayı enflasyonun beklentilerin altında gelmesini ise bazı zamların Temmuz'a ötelenmesi, kurun stabil olması ve fiyatlardaki "normalleşme" ile açıkladı.

Baklayı çıkardı: 'Fahiş kârlara bağlı fahiş fiyat artışı var'

Erhan Çetinkaya toplantı boyunca çizdiği pembe tabloyu bir itirafla dağıtttı.

Ekonomi yönetimi, yüzde 70'i aşan enflasyona rağmen ücretlere yılın ikinci yarısında zam yapılmamasını "enflasyonu talep (tüketim) besliyor, ücretler artarsa talep de artar" teziyle destekliyor. TÜİK Başkanı ise bu tezin aksine fiyatların, şirket kârlarına bağlı olarak çok yüksek oranda arttığı söyledi. "Türkiye'deki şirketler enflasyonist ortamı kullanarak normalde alması gereken kârlardan daha yüksek fahiş kârlar elde ediyorlar. Enflasyondan bağımsız şirket kârlarına bağlı bir fahiş fiyat artışı var. Bu etki, pandemi sonrasından itibaren gözlemleniyor." 

Patronlar kızdı: Bizi suçlayarak görevinin dışına çıktı 

TÜİK Başkanı'nın itirafı patronları kızdırdı. İstanbul Sanayi Odası Başkanı Erdal Bahçıvan, üstü kapalı biçimde Çetinkaya'nın enflasyonu yüksek şirket kârlarının beslediği yönündeki sözlerini hedef aldı.

Bu sözleri "suçlama" sayan Bahçıvan, TÜİK Başkanı'nın görev alanın dışına çıktığını iddia etti. Erhan Çetinkaya'ya bir de eleştiri getiren İSO Başkanı, enflasyon hesaplamasına ilişkin açıklamaları "tatmin edici bulmadığını" söyledi.   

'Enflasyonun en büyük nedeni şirket kârları'

soL yazarı Prof. Dr. Korkut Boratav, Ahmet Haşim Köse ve Erinç Yeldan ile yaptığı araştırmada enflasyonu işçilerin ücretindeki artıştan çok, patronların kârının beslediği sonucuna ulaşmıştı.

Büyük sermayenin maliyetlerden gelen her baskıyı fiyatlara yansıttığını tespit eden iktisatçılar, ücretlerdeki artışın da bu kârı büyütmek için bir fırsat olarak kullanıldığına işaret etmişti.

Boratav, araştırmanın sonuçlarını soL'daki yazısında özetlemişti:

https://haber.sol.org.tr/yazar/asgari-ucretler-enflasyon-ve-karlar-388701

(soL)

'Türk Işın Tedavi Yöntemi'nin (TurkishBeam) - (DOSYA)- duvaR

Eski Diyarbakır Sağlık Müdürü’nden 'TurkishBeam' açıklaması: Farklı illerde 6 hastanede uygulandı -Ferhat Yaşar-

Prof. Dr. Cenap Ekinci, pandemi döneminde 'TurkishBeam' adı verilen tedaviyle Diyarbakır'da hastaların kobay yerine kullanıldığını ileri sürdü. Dönemin İl Sağlık Müdürü Cihan Tekin, iddiayı reddetti.

 Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Cenap Ekinci, korona pandemisi döneminde gündeme gelen 'Türk Işın Tedavi Yöntemi'nin (TurkishBeam) 2020 yılında Diyarbakır Gazi Yaşargil Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde bazı hastalar üzerinde denendiğini belirtti. Ekinci, bu tedavinin hiçbir bilimsel testten geçirilmediğini ve hastaların kobay olarak kullanıldığını öne sürdü. Bu iddia üzerine Diyarbakır Tabip Odası, Sağlık Bakanlığı'nın açıklama yapmasını istedi, Diyarbakır Barosu ise suç duyurusunda bulundu. Dönemin Diyarbakır İl Sağlık Müdürü Cihan Tekin ise Gazete Duvar'a yaptığı açıklamada kobay iddialarının gerçek dışı olduğunu ileri sürdü ve söz konusu tedavinin Sağlık Bakanlığı'nın izniyle toplam 6 hastanede denendiğini açıkladı. 

CENAP EKİNCİ: DİYARBAKIR NEDEN SEÇİLDİ?

Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğr. Üyesi Prof. Dr. Cenap Ekinci, önceki gün sosyal medya hesabı X'te yaptığı paylaşımda şu iddiaları dile getirdi: "Diyarbakır Havaalanı’na valiliğe bildirilmiş özel bir uçak iner. İçinden, özel bir hastanede görevli, tanınmış Göğüs Hast. Prof'u bir şahıs başkanlığında 5 sağlıkçı ve iki sivil iner. Havaalanında valilikçe karşılanan bu ekibin adresi D.Bakır Gazi Yaşargil Eğitim Arşt. Hastanesi’dir. Doğrudan hastaneye ulaşan ekibi Sağ. İl. Mdr. C.T ve Başhekim E.B karşılar. Ekibin amacı Covid-19 virüsünü kanda ilaçsız tedavi edebilen bir cihazı Sağlık Bakanlığı’na satmaktır."

'TESTTEN GEÇİRİLMEYEN CİHAZ DİYARBAKIR'DA DENENİYOR'

"Bakanlık bu cihazı almak istememektedir çünkü bunun bilimsel bir yanı yoktur. Ve dünyada henüz uygulanmadığı gibi cihaz ile ilgili hiçbir deney ve faz çalışması yapılmamıştır. Ekibin başındaki M.S (Bakan Yakını) ısrarla cihazı denemek ve bir an evvel raporlamak istemektedir. Hasta üzerinde denenecek bu yöntemi hiçbir hastane kabul etmez. Ne hikmetse D.Bakır Gazi Yşrgl. Eğtm. Arş. Hastanesi Başhekimi kendi hastaları üzerinde denemeyi kabul eder. 3 gün boyunca hastalara ve yakınlarına bilgi verilmeksizin bu deneyler yapılır."

DİYARBAKIR'DA KAÇ KİŞİ KOBAY YAPILDI?

"Hastane önünde canlı yayın kameraları önünde en tepeye sunum yapılmak istenir. Ancak Bakanlık buna müdahil olmaz. Sağlık İl Müdürü ve Başhekim heyet ile beraber kameraların karşısına geçer ve ülkeye duyurulur. Adını 'Türk Işını' verdikleri bu tedavinin başarısını dünyaya ilan ederler. Her sabah özel uçakla gelip akşam eve dönen bu ekibin başındaki kişiyi tanıyorum. Sözde Türk Işını ile tedavi olan hastaların bir kısmının vefat ettiğini biliyorum. Bu cihazı bakanlık satın almadı ve kullanmadı. Diyarbakır’da kaç vatandaşın tedavisi kesilerek kobay yapıldı? Bunun sorumluları kim? Özel uçak kime ait? Diyarbakır neden seçildi? Halk neden kobay yapıldı? Bakan yakını bu işin neresinde?"

DİYARBAKIR TABİP ODASI'NDAN AÇIKLAMA: YASAL İZİN ALINDI MI?

Diyarbakır Tabip Odası dün yaptığı açıklamada, Türk Işını Yöntemi'nin uygulandığı tarihlerde sağlık meslek örgütleriyle birlikte itirazlarda bulunduklarını, iddiaları ciddiye aldıklarını belirtti. Söz konusu iddialarla ilgili adli ve idari soruşturmalar başlatılması çağrısı yapan Diyarbakır Tabip Odası, Sağlık Bakanlığı'na şu soruları yöneltti:

1-Bu araştırmadan Sağlık Bakanlığının haberi var mıdır?

2- Yine bu araştırmadan Covid Bilim Kurulunun haberi var mıdır?

3-Bu tedavinin uygulanması için yasal bir izin alınmış mıdır? Alınmışsa hangi kurum üzerinden alınmıştır?

4- Açıklamada adı geçen uçak kime aittir?

5- SGK lle anlaşmalı medikal malzeme satan şirketlerin burada rolü nedir?

6- Bu deney için neden Diyarbakır EAH seçilmiştir?

7- Deneye göz yuman yetkililer sonradan hangi terfileri almıştır?

8-Medikal tedavi kesilerek bu uygulama ile tedavi edilen kaç hasta olmuştur? Bu hastalarda klinik seyir nasıl sonuçlanmıştır?

DİYARBAKIR BAROSU SUÇ DUYURUSUNDA BULUNDU

Diyarbakır Barosu da iddialar üzerine Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulundu ve şu açıklamayı yaptı: 

“Covid-19 pandemisi döneminde, bilimsel olarak kabul görmemiş tedavi yöntemlerinin Diyarbakır Gazi Yaşargil Eğitim ve Araştırma Hastanesinde Covid hastaları üzerinde uygulandığı ve bu yöntemle insanların yaşamını yitirdiği yönündeki iddia ve haber içerikleri üzerine, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’na konunun soruşturulması için suç duyurusunda bulunulmuştur. Diyarbakır Barosu olarak, iddiaların ve hukuki sürecin takipçisi olacağız.”

DÖNEMİN SAĞLIK MÜDÜRÜ: İFTİRA ATILIYOR, BAKANLIK İZNİYLE YAPILDI 

Halen Erzincan İl Sağlık Müdürü olan, söz konusu tedavinin yapıldığı tarihte ise Diyarbakır'da görevli olan Cihan Tekin hastaların kobay olduğu iddiasını reddetti. Gazete Duvar'ın ulaştığı Cihan Tekin, Türk Işını yönteminin Sağlık Bakanlığı'nın izni dahilinde uygulandığını belirterek "Resmi belgeleri, evrakları her şeyi var. Hastaların oranları da var. Bir iftiradan başka bir şey değil. Diyarbakır son derece modern bir şehir. Böyle bir şeyin bakanlığın izni olmadan yapılması mümkün mü? Bu akıl karı mı? Hangi kendini bilmez böyle bir şeyin altına imza atar?" ifadesini kullandı.

'6 HASTANEDEKİ HASTALARA UYGULANDI'

"Başka illerde de benzer deneyler yapıldı mı?" sorumuza da yanıt veren Tekin, illerin sayısını hatırlamadığını belirtirken "Farklı illerdeki 6 hastanede Bakanlığın izni ile bu proje uygulandı" dedi. Yöntemin Diyarbakır'da sadece 4 kişiye uygulandığını belirten Tekin, şöyle devam etti:

"Dün Diyarbakır Sağlık Müdürlüğü, Sağlık Bakanlığı'na bilgi notu gönderdi. Orada videolar da var. Görüntülerde tedavi uygulandıktan sonra alkışlarla hastaneden uğurlanan hastalar var. Hepsinin rızası vardı. Bakanlık onayıyla 6 hastanede yapıldı. Diyarbakır'da toplam 4 kişiye uygulandı zaten. Öyle binlerce kişiye uygulanmadı. Bütün detaylar, bilgiler ve belgeler Diyarbakır İl Sağlık Müdürlüğü'nde var. Bu iddialar popüler olma, ön plana çıkma ya da kendini gündemde tutma çabasından başka bir şey değil. Bakanlığın bu uygulamanın yapılması için kendi resmi yazısı var. Bunda başka söylenecek bir şey yok."

                                                              /././

Prof. Dr. Ekinci'den 'Türk ışını' açıklaması: O zaman muktedir bir İçişleri Bakanı vardı, konuşanı sustururlardı -duvaR-

Diyarbakır'da bazı hastalar üzerinde ‘Türk ışını’ adlı cihazın izinsiz denenmesi sonucu ölümler olduğunu söyleyen Prof. Dr. Cenap Ekinci, "O zaman konuşanı sustururlardı" dedi.

Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Cenap Ekinci, Haziran 2020’de bir tıbbi cihaz üreticisi firmanın, Gazi Yaşargil Eğitim ve Araştırma Hastanesi'ndeki Covid-19 hastaları üzerinde izinsiz olarak ‘Türk ışını’ adlı cihazı denediğini ve bazı hastaların hayatını kaybettiğini öne sürdü. Ekinci'nin gündem olan açıklamasından sonra Diyarbakır Tabip Odası ve DEM Parti açıklamalarda bulundu ve olayla ilgili Sağlık bakanlığı yetkililerine sorular yöneltti. DEM Parti, ayrıca konuyu Meclis'e taşıdı.    

Prof. Dr. Cenap Ekinci, İlke TV'de katıldığı canlı yayında olaya ilişkin açıklamalarda bulundu. Ekinci, tedavi yöntemini savunan ve iddiaları "iftira" olarak nitelendiren dönemin Diyarbakır İl Sağlık Müdürü Cihan Tekin'e tepki gösterdi "Mevkisinden olmak istemiyor, yargılanmak istemiyor. Söylediği sözlerle de çelişki içerisinde olduğunu belli ediyor" dedi. 

'BÖYLE BİR UYGULAMA YERYÜZÜNDE YOK'

Prof. Dr. Cenap Ekinci sözlerine şöyle devam etti: "Hastalar ölmese dahi siz etik onayı olmayan, herhangi bir bilimsel geçerliliği olmayan, herhangi bir yerde denenmemiş, kabul görmemiş, bilimsel bir dergide yayınlanmamış, hiçbir komisyon denetiminden geçmemiş, Pandemi Kurulu'ndan onay almamış bir cihazı getiriyorsunuz, çok korunaklı olan bir hastanenin yoğun bakımına, o hastanenin uzmanlarını almadan giriyorsunuz ve sayısı belirsiz insanlara bu uygulamayı yapıyorsunuz. Ben bir fareye enjeksiyon yapmak için üniversitedeki etik kurula başvursam 6 ay bekletirler beni. Ama siz Diyarbakır'da yoğun bakımda bir sürü hastaya, hiçbir etik kurulu onayı almadan hastaların kanlarına müdahale ediyorsunuz,. akciğerlerine kateter ile giriyorsunuz. bu çürük bir uygulamadır. Böyle bir uygulama yeryüzünde yok. "

'TEK BİR HASTA İÇİN ÖZEL UÇAK NİYE ÜÇ DEFA GİDİP GELSİN'

Prof. Dr. Cenap Ekinci, uygulamanın tek bir hasta üzerinde denendiği iddialarına ilişkin ise "Peki tek bir hasta üzerinde denendiğini iddia ediyorsunuz. Bir hasta için özel Falcon tipi bir uçak üç defa sabah akşam niye gelip gitsin. Cihazı yapan firmanın sahibi niye orada, firma niye orada. Masraflarınızı kim karşılıyor? tamamıyla bu cihaz firmaları, iş adamları, sağlık sektöründen bir grup insan devletin hastanesini kullanmıştır" dedi.

'HERKES KORUMA ALTINDAYDI'

"Bu durumdan ilk günden bu yana herkesin haberi vardı zaten" diyen Prof. Dr. Cenap Ekinci, "Ben elime kamera alıp da bir yerlere girmiş değilim. Adamlar bunu ilk günden açık beyan ettiler. Basın açıklamasını tüm Türkiye'ye duyurdular. Anadolu Ajansı verdi bunu. Ama neden? O zaman muktedir bir İçişleri Bakanı vardı. O zaman muktedir devlet erkanı vardı. Herkes koruma altındaydı, konuşanı sustururlardı" ifadelerini kullandı.

                                                           /././ 

DEM Parti Meclis'e taşıdı: ‘Türk ışını’ vakasının arkasında Soylu'nun kuzeni var iddiası -duvaR-

DEM Parti, Diyarbakır'da birçok hastanın ölümüne neden olduğu öne sürülen "Türk ışını" ile ilgili eski İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun kuzeni Mehmet Soylu.

Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Cenap Ekinci'nin Diyarbakır'da 2020 yılında korona virüsü döneminde Gazi Yaşargil Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde denenen "Türk Işın Tedavi Yöntemi (TurkishBeam)" nedeniyle bazı hastaların yaşamını yitirdiği iddiası tartışılmaya devam ediyor. Diyarbakır Tabip Odası, Diyarbakır halkının “kobay” olarak kullanıldığı iddialarına ilişkin açıklama yaptı, DEM Parti soru önergesi verdi.  

DEM Parti Grup Başkanvekili Gülüstan Kılıç Koçyiğit ise bugün Meclis'te, "Türk ışını”ın eski İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun kuzeni Mehmet Soylu’nun başında olduğu ekip tarafından kullanıldığına dair iddiaları gündeme getirdi.  

‘YASAL İZİN OLMADAN KULLANILDI’ 

Bu cihazın bilimsel bir yanının olmadığını ancak buna rağmen hastalar üzerinde denendiğini ifade eden Koçyiğit, “Bu cihazın denenmesi sonucunda da bazı hastaların hayatını kaybettiğini ifade ettiler. Şimdi, daha vahimi, bu skandalın arkasında eski İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun kuzeni Mehmet Soylu’nun olduğu iddia ediliyor. İddia o ki Mehmet Soylu’nun başında olduğu bir ekip özel uçakla Diyarbakır'a gelmiş ve bu cihazı Diyarbakır Gazi Yaşargil Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde, Sağlık Bakanlığı'nın bilgisi dâhilinde olmadan, herhangi bir yasal izin alınmadan hastalar üzerinde kullanmıştır" dedi.

‘SOSYOPOLİTİK DURUMU NEDENİYLE Mİ SEÇİLDİ’

MA'nın aktardığına göre Sağlık Bakanlığı’nın bu durumdan haberdar olup olmadığını da soran Koçyiğit, “Eğer haberdar değilse bu nasıl mümkün olabiliyor? Covid Bilim Kurulu bu deneyden haberdar mıdır? Bu tedavi yöntemi için gerekli yasal izinler alınmış mıdır, gerekli testler yapılmış mıdır? Bu tedavi yöntemi için özel uçakla Diyarbakır’a cihazı getirmişler; bu cihaz hangi firmanındır, kime aittir? SGK’yle anlaşmalı medikal malzeme satan şirketlerin bu süreçteki rolü nedir? Ve en önemlisi, neden özellikle Diyarbakır Gazi Yaşargil Eğitim ve Araştırma Hastanesi seçilmiştir? Acaba bölgenin sosyopolitik durumu bunda etkili olmuş mudur? Bu deneye göz yuman yetkililer kimdir, kimlerdir, bunlar daha sonradan terfi almışlar mıdır?” sorularını sordu. 

SUÇ DUYURUSUNDA BULUNDU 

'Bu cihazın kaç kişi üzerinde denendiğini ve kaç kişinin yaşamını yitirdiğini' de soran Koçyiğit, “Bütün bu sorulara hızlı bir şekilde yanıt oluşturulması gerekiyor. Tabii, tıbbi etik ve deontolojiyi hiçe sayan bu skandal sadece bir sağlık meselesi değil aynı zamanda bir insan hakkı meselesidir, yaşam hakkının ihlalidir, sağlık hakkının ihlalidir. Bu anlamıyla buradan bunu hem bir suç duyurusu olarak ifade etmek istiyorum hem de adli ve idari bütün mekanizmalarda bu sürecin hızlı bir şekilde araştırılması ve kamuoyunun bilgilendirilmesi talebimi de buradan kamu adına, halk adına, Diyarbakır halkı adına ifade etmek istiyorum” diye konuştu. 

https://youtu.be/zKw9W_8yaPs

                                                         /././

DEM Parti ve Diyarbakır Tabip Odası’ndan ‘kobay' soruları -duvaR-

Diyarbakır Tabip Odası, Diyarbakır halkının “kobay” olarak kullanıldığı iddialarına ilişkin kamuoyuna açıklama yapılması çağrısında bulundu. DEM Partili vekiller de Meclis'e soru önergesi verdi.

Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Cenap Ekinci, Diyarbakır'da 2020 yılında korona virüsü döneminde Gazi Yaşargil Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde denenen “Türk Işın Tedavi Yöntemi (TurkishBeam)” nedeniyle bazı hastaların yaşamını yitirdiğini iddia etti. Ekinci, Diyarbakırlıların "kobay" olarak kullanıldığını söyledi. 

Diyarbakır Tabip Odası, Ekinci’nin Diyarbakır halkının “kobay” olarak kullanıldığına dair paylaştığı iddialara ilişkin yazılı açıklamalar yaptı. 

Yetkililere seslenen Tabip Odası açıklamasında şu soruları yöneltti: 

“ * Bu araştırmadan Sağlık Bakanlığının haberi var mıdır? Yine bu araştırmadan Covid Bilim Kurulunun haberi var mıdır? 

* Bu tedavinin uygulanması için yasal bir izin alınmış mıdır? Alınmışsa hangi kurum üzerinden alınmıştır?

* Açıklamada adı geçen uçak kime aittir?

* SGK ile anlaşmalı medikal malzeme satan şirketlerin burada rolü nedir?

* Bu deney için neden Diyarbakır EAH seçilmiştir?

* Deneye göz yuman yetkililer sonradan hangi terfileri almıştır? 

* Medikal tedavi kesilerek bu uygulama ile tedavi edilen kaç hasta olmuştur? Bu hastalarda klinik seyir nasıl sonuçlanmıştır?” 

İddialara yanıt verilmesi çağrısında bulunulan açıklamada, “Kamuoyu aydınlatılmalıdır. Bu iddialar aynı zamanda bir suç duyurusu niteliğinde olduğundan derhal adli ve idari soruşturmalar başlatılmalıdır. Konu hakkında derinlikli araştırmalarımız devam edecektir. Konunun takipçisi olacağımızı kamuoyu ile paylaşırız” denildi. 

DEM PARTİLİ VEKİLLERDEN SORU ÖNERGESİ 

İddialara ilişkin DEM Parti Diyarbakır Milletvekilleri Serhat Eren, Berdan Öztürk, Ceylan Akça Çupolo, Cengiz Çandar, Halide Türkoğlu, Mehmet Kamaç, Adalet Kaya ve Sevilay Çelenk meclis araştırması açılması için TBMM’ye araştırma önergesi sundular. Ayrıca Sağlık Bakanı Kemal Memişoğlu’nun yanıtlaması istemiyle yazılı soru önergesi verdiler.

DEM Parti Diyarbakır Milletvekili Serhat Eren imzasıyla verilen önergede şu ifadeler kullanıldı:

"Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Cenap Ekinci, X adlı sosyal medya hesabından 8 Temmuz 2024 tarihinde yaptığı paylaşımlarda küresel pandeminin yaşandığı dönemde Diyarbakır halkının kobay olarak kullanıldığını ve birçok hastanın bilimsel yanı olmayan bir tedavi nedeniyle yaşamını yitirdiğini iddia etmektedir. İddialara göre, 27 Haziran 2020 tarihinde Diyarbakır Valiliği’nin bilgisi dahilinde Diyarbakır Havalimanına özel bir uçak inmiş, bu uçakta özel bir hastanede görevli tanınmış bir göğüs hastalıkları uzmanı profesör başkanlığında 5 sağlıkçı ve 2 sivil bulunmaktaydı. Bu kişiler, havalimanında valilik personeli tarafından karşılanarak Diyarbakır Gazi Yaşargil Eğitim ve Araştırma Hastanesine götürülmüştür. Ekibi, burada Sağlık İl Müdürü C.T. ve başhekim E.B. karşılamıştır.

Ekinci, ekibin amacının, Covid-19 virüsünü kanda ilaçsız tedavi edebilen bir cihazı Sağlık Bakanlığına satmak olduğunu iddia etmektedir. Ancak, Bakanlığın bu cihazı satın almak istemediğini, çünkü cihazın bilimsel hiçbir yanının olmadığını ve dünyada bu cihaz ile yapılmış herhangi bir deney ya da faz çalışmasının bulunmadığını belirtmiştir. Ayrıca, gelen ekibin başında M.S adlı bir kişinin olduğunu ve bu kişinin Sağlık Bakanı’nın yakını olduğunu ifade eden Ekinci, bu kişinin ısrarla cihazın denenip raporlanmasını istediğini iddia etmektedir.

Ekinci, Diyarbakır Gazi Yaşargil Eğitim ve Araştırma Hastanesi Başhekiminin bu cihazı kendi hastaları üzerinde denemeyi kabul ettiğini ve 3 gün boyunca hastalara ve yakınlarına bilgi verilmeksizin bu deneylerin yapıldığını öne sürmektedir. Sözde "Türk Işını" adı altında yapılan deneylerde birçok hastanın yaşamını yitirdiğini iddia etmektedir. Söz konusu tedavi yöntemine dair 2020 yılının haziran ayında Diyarbakır İl Sağlık Müdürü C.T, Diyarbakır Gazi Yaşargil Eğitim ve Araştırma Hastanesi Başhekimi Doç. Dr. E.B ve Gazi Üniversitesi Kalp Damar Cerrahı Prof. Dr. H.S.G bir basın toplantısı düzenlemiş, “Türk Işın Tedavi” yönteminin Covid 19 tanısıyla yatan 46 yaşındaki erkek bir hastaya uygulandığını açıklamışlardı. Tüm bu iddialarla beraber söz konusu tedavi yöntemi için başka hastanelerle görüşüldüğü ama hastanelerin kabul etmediği ifade edilmiştir.

SORULAR

Bu bağlamda;

1-     Prof. Dr. Cenap Ekinci’nin X adlı sosyal medya hesabından paylaştığı vahim iddialar hakkında bakanlık olarak bir soruşturma başlatılmış mıdır? Ya da başlatılacak mıdır?

2-     27 Haziran 2020 tarihinde Diyarbakır Havalimanına inen özel uçak ve içerisindeki kişilerin Diyarbakır Gazi Yaşargil Eğitim ve Araştırma Hastanesine götürüldüğü doğru mudur? Bu uçakta bulunan kişilerin kimlikleri ve amaçları nelerdir?

3-     İddia edildiği gibi, Sağlık İl Müdürü C.T ve başhekim E. B’nin bu süreçteki rolleri nedir? Bu kişiler söz konusu tedavi cihazını kaç hasta üzerinde denemişlerdir? Türk Işın Tedavi” yönteminin uygulandığı hastalar kimlerdir ve şu anda kaçı hayattadır?

4-     "Türk Işını" adı verilen cihazın bilimsel geçerliliği nedir? Bu cihazın Covid-19 virüsünü kanda ilaçsız tedavi edebileceğine dair herhangi bir bilimsel kanıt var mıdır?

5-     Bu tedavi yöntemi Diyarbakır’da ve Türkiye’de başka hangi hastanelerde kullanılmıştır ya da kullanılması için önerilmiştir? Bu tedavi yöntemini uygulamak istemeyen reddeden kaç hastane vardır?

6-     27 Haziran 2020 tarihi ve sonrasındaki 3 gün boyunca Diyarbakır Gazi Yaşargil Eğitim ve Araştırma Hastanesinde kaç kişi Covid 19 hastalığı nedeniyle yaşamını yitirmiştir? Bu kişilerin arasında kaç kişiye “Türk Işını” tedavisi uygulanmıştır?

7-     Bu vahim iddiaların aydınlatılması ve kamuoyunun bilgilendirilmesi için hangi adımlar atılacaktır?

8-     “Türk Işını” adlı tedavi için Diyarbakır’a gelen heyetin başında bulunduğu iddia edilen M.S adlı kişi kimdir? Bu kişinin Sağlık Bakanı ile bir akrabalığı ya da bağı bulunmakta mıdır?

9-     Bilimsel yanı bulunmayan, deney ve faz süreçlerini geçirmemiş, yasal olarak onaylanmamış bir cihazı hastalar üzerinde deneyen kişiler hakkında idari soruşturma başlatacak mısınız?

10- Hastaların yaşamını yitirmesine neden olan ve izinsiz tedavi uygulayan kişiler hakkında adli işlem başlatılması için bir girişiminiz olacak mıdır?

11- Haziran ayında basın açıklamasıyla duyurulan bu tedavi yöntemiyle iyileştiği ifade edilen 46 yaşındaki erkek hastanın kimliğini açıklayacak mısınız?"

(duvaR)

MHP seçmeninin yüzde 40'ı Cumhur İttifakı dışındaki adaylara oy verirken AKP ve MHP evliliği sürer mi? + Hakkari’den izlenimler: 83 yaşında Hakkarili bir vatandaşı 6 gün boyunca yürüten neden ne? (Candan Yıldız/T24)

 

MHP seçmeninin yüzde 40'ı Cumhur İttifakı dışındaki adaylara oy verirken AKP ve MHP evliliği sürer mi?

"Erdoğan 50+1'i nasıl 40+1'e indiririm diye bakıyor. Kendisi açısından en güvenli yol o"

31 Mart yerel seçimlerinde 2023 seçimlerine göre 6 milyondan fazla oy alan CHP'nin başarısı kalıcı olabilecek mi?

CHP belediye seçimlerinde gösterdiği performansı ülkeyi yönetme konusunda yaratıcı bir siyasete dönüştürebilecek mi?

Buğday, çay, emekli ve asgari ücret konusunda yaptığı itiraz mitinglerini, sadece reaksiyon siyasetinden çözüm üreten siyasete tahvil edebilecek mi?

Asıl önemlisi olan CHP, Türkiye seçmenini ülkeyi yönetmeye ikna edebilecek mi? Reform Enstitüsü'nün "3 Ay Sonra; 31 Mart Tablosu Kalıcı mı?" araştırması bu sorulara yanıt arıyor.

Aralarında benim de bulunduğum bir grup gazeteciyle paylaşılan araştırma sonuçlarının en çarpıcı sonucu şöyle…

CHP her partinin seçmeninden oy alırken, AKP seçmeni kadınların yüzde 55'i CHP'ye, 60 yaş üstü AKP seçmeni erkeklerin yüzde 45'i ise Yeniden Refah'a oy vermiş 31 Mart seçimlerinde.

İstanbul Sözleşmesi'nden çıkılmasına, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın kızı Sümeyye Erdoğan Bayraktar'ın kurucusu olduğu KADEM'in de karşı çıktığını düşünürsek bu tablo çok da şaşırtıcı olmasa gerek.

Zira 30 yaş altı muhafazakâr, dindar kadınlar anne ve ablalarının yaşadığı başörtüsü sorununu ve kamusal alandan, üniversitelerden dışlanma travmasını o kadar güçlü yaşamıyorlar. CHP'nin Kemal Kılıçdaroğlu ile başlayan "helalleşme" siyasetinin belediyelerde sergilenen yönetim anlayışıyla uyuştuğunu görüyorlar. Başörtüsünden dolayı kimsenin işten atılmadığını deneyimliyorlar.

Buna karşın AKP'den koparak Yeniden Refah'a yönelen erkek seçmenin tahayyül ettiği dünyayı kabul etmiyorlar. Çünkü Yeniden Refah, kadını koca, baba, ağabey şiddetine karşı koruyan 6284 yasalı kanununa bile muhalif…

AKP, bir dilemma olarak ne kadın seçmenini ne de 60 yaş üstü muhafazakar erkek seçmenini mutlu edebiliyor. Bunun yanı sıra araştırma ortaya koyuyor ki MHP'li seçmenin yüzde 40'ı Cumhur İttifakı dışındaki adaylara oy vermiş. Cumhur İttifakı'nın güçlü aktörü MHP'den de fire olduğu anlaşılıyor.

Diğer yandan 50+1'in zorunlu sonucu olan Cumhur İttifakı, yereldeki siyasi dinamikleri AKP aleyhine etkilemiş görünüyor.

Köşeme taşıyacağım Van ve Hakkari'deki izlenimlerim de şu yönde zaten: Özellikle atanmış bürokratların kayyım olarak da görev yapması AKP kadın kollarının kendi seçmenine ulaşmasının damarlarını kesmiş gibi… Her ne kadar muhalefet "bürokratlar AKP'nin memuru gibi çalışıyor" dese de sahadaki durumun, AKP'nin yerelde siyaset üretme kapasitesini daraltmış olduğuna işaret ediyor. Kayyımın çeyiz paketleri kadınları ikna etmeye yetmiyor.

Reform Enstitüsü'nün araştırmasını yorumlayan bir araştırmacı da KADEM'in bazı illerde valilik engeline takıldığını aktardı.

Tam da bu tablo nedeniyle, AKP'nin MHP ile evliliği boşanmayla sonuçlanır mı sorusuna Reform Enstitüsü'nden siyaset bilimci Mesut Yeğen'in yaptığı şu değerlendirme önemli: "Biz şey bekliyoruz, Cumhur İttifakı tıkandı ve doğal olarak AKP, MHP'yi bırakıp yeni partner bulacak. Erdoğan ise  50+1'i nasıl 40+1'e indiririm diye bakıyor. Kendisi açısından en güvenli yol o. MHP'ye de, diğerlerine de muhtaç olmayacağı bir iktidar senaryosu… O nedenle bu senaryoya en yüksek itiraz MHP'den, Cumhurbaşkanlığı bürokrasisinden, Mehmet Uçum gibi isimlerden geliyor. "

Tabii iktidar açısından Cumhurbaşkanlığı seçim sistemi için yapılacak anayasal değişiklik mevcut TBMM aritmetiği ile kolay değil. Anayasa değişikliği için AKP'nin Meclis'te en az 400 oy bulması gerekiyor. Değişikliği referanduma götürebilmesi için de en az 360 oy alması gerekiyor. AKP ve MHP'nin milletvekili sayısının toplamı 314. En az 46 milletvekilini daha ikna etmesi gerekiyor.

Mehmet Ali Çalışkan - Emine Uçak Erdoğan

Reform Enstitüsü Direktörü Mehmet Ali Çalışkan da şu yorumu yaptı.

"İktidar ne yaparsa buradan çıkar sorusu kadar, buradan onu çıkarabilecek şeyleri yapabilecek bir kuvveti ve meşruiyeti kaldı mı sorusu da var. Dolayısıyla AKP seçeneksiz değil ama seçenekleri hayata geçirmek için ihtiyaç duyduğu ittifakları kuracak bir zemine ve meşruiyete sahip mi ondan emin değilim."

CHP mevcut oy oranını koruyor

Gelelim CHP'nin 31 Mart başarısının kalıcı olup olmayacağına ilişkin emarelere, verilere…

31 Mart seçimlerinde yüzde 37 oy alan CHP, bu pazar seçim olsa kararsızlar dağıtılmadan aldığı oy oranı yüzde 30. Kararsızlar dağıtıldığında bu oran daha da artacaktır. 20-25 geleneksel bandını aşmış görünüyor CHP…

CHP'nin başarısı kalıcı olabilecek mi sorusuyla ilgili değerlendirmede bulunan Mehmet Ali Çalışkan çıkan sonuçlarla ilgili şunları aktardı: "CHP daha eğitim, tarım, ekonomi, adalet, dış politika konusunda topluma bir şey önermiş değil. Eğer CHP topluma bir siyaset teklif etmez ve iktidarın başarısızlığı üzerinden bir iktidar umut ederse bu ona kaybettirir. Çünkü ülkeyi yönetme siyaseti kişilere indirgenecek bir konu değil. İktidar değişimi garanti değil. Rekabetin dinamik olduğu bir tablo var. Büyükşehir olmayan 51 ilin kırsalındaki 4,5 milyon oy, yurt dışı oylar kilit oylar. Diğer yandan CHP şehirleri kim daha iyi yönetir sorusuna yanıt verdi ama ülkeyi daha iyi kim yönetir sorusuna yanıt verebilmiş değil; özellikle ekonomi, güvenlik, adalet, eğitim, dış politika gibi karar kuvvetindeki konularda."

En fazla Kürt seçmen sandığa gitmemiş

Araştırma sonuçlarına göre DEM seçmeninin yüzde 23'ünü sandığa götürememiş ki bu, partiler arasında en yüksek oran. Araştırma aynı zamanda metropollerde yaşayan Kürt seçmenin CHP'ye yöneldiğini ortaya koyuyor. CHP her ne kadar DEM'in kalelerine giremese de Kürt seçmenler arasında ikinci parti konumuna yükselmiş durumda. AKP ise yerini CHP'ye kaptırmış görünüyor. Siyaset bilimci Mesut Yeğen bu sonuçlara şu notu düşüyor: "DEM Parti seçim atmosferinde yeni bir şey yaparsa partisine geri dönüş ihtimali en yüksek olan seçmen de DEM seçmeni."

                                                               /././

Hakkari’den izlenimler: 83 yaşında Hakkarili bir vatandaşı 6 gün boyunca yürüten neden ne?

“10 yıl öncesine kadar Hakkari’de fuhuşun, uyuşturucunun intiharın ne olduğunu bilmezdik. Burası İran ve Irak’a sınır bir il… Buraya bilinçli olarak kayyım atandığını düşünüyorum”

Bir empati yapalım… Sizce hangi neden, hangi duygu 83 yaşındaki bir insanı, kızgın-kavurucu güneşin altında, rakımı yüksek bir coğrafyada 6 gün boyunca, günde 25-30 kilometre yürümeye ikna edebilir…

DEM Parti’nin Hakkari Belediyesi’ne kayyım atanmasına itiraz etmek için başlattığı 9 günlük yürüyüşe Van’dan katılan, 1985 yılında gözaltında ayak tırnaklarının çekildiğini anlatan 83 yaşındaki Hakkarili yurttaş bu soruya şöyle yanıt veriyor: “Ben zulme karşı yürüyorum. Bu hükümet bizi hiçe sayıyor. Ne olursa olsun nereye kadar giderse gitsin biz irademizi bırakmayacağız. Ben enerjimi halkımdan alıyorum.” 

Fotoğraf: Candan Yıldız

Yüksekova-Hakkâri arası yürüyüşün 4’üncü gününde terlikleriyle yürüyüşe katılan bir gencin ayaklarının sargı beziyle sarılı olmasına rağmen yürümekte ısrar etmesi de bir şeyler anlatıyordu seçme ve seçilme hakkına saygı gösterilmesi bağlamında…

Öyle ya kadınların kazandığı seçme ve seçilme hakkının üzerinden 90 yıl geçmişti. Bu ülkede birileri 90 yıl geçmesine rağmen seçme ve seçilme hakkına saygı için yolları aşındırıyordu.

Fotoğraf: Candan Yıldız

61 yaşındaki başka bir Hakkarili de kayyım haberini aldıktan sonra hissettiklerini şöyle anlattı: “Kayyım ilk atandığında kalbim sıkıştı. İstemiyoruz, bu bize yapılan bir zulümdür. Kayyım atandığında o belediyeyi kendimizin görmüyoruz. Zaten ömrümüz hep zorbalıkla geçti.”

Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının 1969’da 22 gün gibi kısa sürede inşa ettikleri Devrimci Gençlik Köprüsü’ne yürüyüşçüler bu pankartı astı

Hakkari’de durum nasıl?

Kayyımın atandığı belediyelerin vazgeçilmezi, estetiği tartışmalı elektrik direklerinin “süslediği” (Hakkari’de lale şeklinde elektrik direkleri var) Hakkari’de, belediyenin önündeki zırhlı polis kulübesinin varlığı hemen dikkati çekiyor. Hakkarililer bu yüzden hep “olağanüstü hal” ruh halinde yaşıyorlar.

Fotoğraf: Candan Yıldız

Şehirde hava şairin dediği gibi “Kurşun gibi ağır...” Hakkari DEM Parti yöneticileri yaptıkları her siyasi çalışmanın gözetlendiğini, kameralarla kayıt altına alındığını anlattılar. Parti bürosunun yakınlarındaki bir kafede okey oynayan güvenlik görevlilerine dikkati çekerek “bizi korumak için” cümleleriyle ironi yaptılar.

“İradeye Saygı Yürüyüşü” tamamlandı. Belediye meclisinde 16 DEM, 9 da AKP üyesi var. Belediye meclisi de toplanamamış bugüne kadar. Zira belediye binasına girmelerine izin verilmemiş. Belediye komisyonları da çalışmıyormuş.

Fotoğraf: Candan Yıldız

DEM Partili belediye meclis üyeleri, “Biz belediyeye girdiğimizde bir resmi evrak götürdüğümüzde etrafımız birden polislerle çevriliyor. Muhatap bulamıyoruz. Güvenlik şubedeki polislerden öğreniyoruz belediyedeki durumu” sözleriyle anlatıyor tabloyu. Toplu ulaşım ve temizlik işlerinde korucular istihdam edilmiş. Kart basarak maaş alanları tespit etmişler ama kayyım atanmış. Belediyenin 315 milyon TL resmi borcu varmış. İller Bankası’ndan her ay gelen 25 milyon liranın 9 milyonu da kesilmiş.

DEM’li kadınlar aynı zamanda hem Yüksekova’da hem de Hakkari’de dikkat çeken genç kadın intiharlarından söz ettiler. Yüksekova’da iki hafta önce genç bir kadın intihar etmiş ya da şüpheli kadın ölümü diyelim… Örneğin 3 yıl önce Hakkâri ve ilçelerinde fuhuş çetesi iddiaları ve kadınların ifşa edildiği görüntülerin yayıldığından söz ettiler. O görüntüler sosyal medyada da yayınlandı. Gazeteci Ruşen Takva ve Mezopotamya Ajansı o zaman bu iddiaları haberleştirmişti.

Genç kadın intiharlarının fuhuş çeteleri ya da eski uzman çavuş Musa Orhan’ın İper Er’i intihara sürüklemesi olayında olduğu gibi benzer vakalarla ilgisini kurmak zorlama olmasa gerek.

Hakkari Belediyesi Eş Başkanı Viyan Tekçe ile de konuştum. Kendisi de kayyım sonrası belediye başkan yardımcılığı görevinden alınmış. Belediye meclisinin çoğunluğunun kendisini başkanvekili olarak işaret etmesine rağmen yasanın işletilmediğinden söz etti. “Biz oraya gittiğimizde belediyenin bütün taşınmazlarını ya satmışlar ya da uzun süreli olarak düşük fiyatlara kiralamışlar. 25 yıl için 1 milyon göstermişler mesela… Halkın kaynaklarını yandaşlara peşkeş çekmişler. Kayyım atandıktan sonra belediye meclisi çalışabilmeliydi. Vali buna izin vermedi. Kayyım haberiyle beraber bütün kolluk kuvvetleri belediyenin etrafında barikat kurdular. Bizi yaklaştırmadılar. Meclisin toplanması gereken haftaydı. Belediye meclis üyeleri binaya alınmadığı gibi gelmediğimize dair tutanak tutulmuş. Bunun üzerine çoğunluğu elinde bulunduran DEM Partili üyeler haftanın son günü kendi arasında toplanıp başkanvekili olarak beni seçtiler. Biz bunu yaparak şu mesajı vermek istedik: Sizin yapmanız gereken şey buydu. Kayyım atamanız yanlıştı. Meclisin feshine dair bir durum yok. En son arkadaşlarımız (meclis üyeleri) gündem konularını götürüp yazı işlerine bildirmek için gittiler ama muhatapları sadece güvenlik şubeydi.

Kayyım zamanı belediyenin girişine X ray cihazı konulmuştu. Biz geldiğimizde ilk işimiz onu kaldırmak oldu. İnsanlar belediyeye gidip faturalarını dahi ödemek istemiyorlardı. Burası halkın evi. Kendi evinize girerken bir X-ray cihazından defalarca geçtiğinizi düşünsenize, ne kadar kötü bir durum. Genç-yaşlı birçok kadın yanıma gelip derdini rahatça anlatıyordu.

10 yıl öncesine kadar Hakkari’de fuhuşun, uyuşturucunun, intiharın ne olduğunu bilmezdik. Burası İran ve Irak’a sınır bir il… Buraya bilinçli olarak kayyım atandığını düşünüyorum. Sonuçta buradaki iş imkanı belli, iş yok. O uyuşturucuyu nasıl alıyorsun, kullanıyorsun. Bunu bilmiyorum ama aileler çok şikayetçi bununla ilgili.”

28 yaşında olan Tekçe iki çocuk sahibi. Ve iki aylık bebeği olmasına rağmen bütün gün koşturuyor. Kocasıyla iş bölümü olduğunu anlatıyor. “Bazen aynaya bakmaya fırsatım olmuyor” diyen Tekçe’ye İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ile görüşmesini de sordum: “Çok güzel geçti. Kayyımla ilgili Türkiye Belediyeler Birliği’nin de bir rapor hazırlayacağını söyledi. Hakkari’nin doğasını, insanının sıcaklığını görmesini istediğimi belirterek kendisini davet ettim. Kendisi de Hakkarililer derneğinin bir davetine gittiğini, halaylar çektiğini, o zamandan beri Hakkari’ye gelmek istediğini, nasip kısmet olursa geleceğini söyledi.”

Kayyım atanan Hakkari’ye gelerek destek ve dayanışmalarını açıklayan, kayyımın bütün Türkiye’nin, özellikle de kadınların sorunu olduğunu ifade eden bir grup feministin basın açıklamasındaki güvenlikçi havaya şahit olurken insan daha iyi anlıyor Hakkarili kadınların ne demek istediğini…

Fotoğraf: Candan Yıldız

Kayyımlar sonrası çok sayıda kadın kurumunun, Şiddetle Mücadele Hattı'nın, sığınma evinin kapatıldığını biliyoruz. Hakkari öncesi Yüksekova Belediyesi’ni ziyaret eden feminist kadınlara Belediye Eş Başkanı Şadiye Kırmızıgül şu bilgileri verdi: Kayyım, hizmet binalarına karakol kurmak gibi. Kadınlar giremiyor. Bizler gelince kadınlar gelip kendi dillerinde derdini rahatça anlatabiliyor. 19 birim var belediyemizde ama hiç kadın müdür yok. 25 kişilik belediye meclisimizde 7 kadın var. Kurumlarımızı yeniden kurmak için çalışmalara başladık. Kadın müdürlüğünü yeniden açacağız.”

Aynı ülke iki ayrı uygulama…

Şu hafızayla bitireyim yazımı… Hatırlayacaksınız…. Geçtiğimiz nisan ayında Antalya'da bir insanın yaşamını yitirdiği, onlarca insanın yaralandığı teleferik kazası sonrası Kepez Belediye başkanı tutuklandı, belediye meclisi toplanarak başkan vekilini kendisi seçti.

Hakkari’de ise gizlilik getirilen soruşturma kapsamında gözaltına alınan belediye eş başkanının (Mehmet Sıddık Akış) 14 yıldır süren başka bir davası jet hızıyla karara bağlandı. 20 yıla yakın ceza aldı. Belediye meclisinin başkan vekilini seçmesi söz konusu olmadı. Seçilen başkanın yerine kayyım atandı. Kayyım, devletin bir yerel yönetime el koyması değil sadece; kamu kaynaklarının eşit ve adil dağıtılmaması demek. Yoksa bu kadar borç, son dakika personel alımı, şaibeli ihaleler, kadın ve gençleri gözetmeyen politikalar nasıl açıklanabilir ki?

Yarın: Kayyım protestosu sonrası Van’da hava nasıl, kayyım endişesi var mı?

(T24)