soL "KÖŞEBAŞI" + "GÜNDEM" -10 Ocak 2025-

Toprağın 2 bin yıl koruduğu tarih 2 yılda tahribata açık hale geldi -Yusuf Yavuz-

Antalya’da toprağın 2 bin yıl koruduğu tarih, belediye eliyle yürütülen kazı ve seyir terası projesiyle iki yılda tahribata açık hale geldi…

Antalya’nın anıtsal simgelerinden biri olan tarihi Hıdırlık Kulesi’nde Büyükşehir Belediyesi tarafından Ekim 2023’te başlatılan arkeolojik kazı ve seyir terası projesi ihale sözleşmesine göre 180 günde tamamlanması gerekiyordu. Ancak yaklaşık 9 ay gecikmeli olarak devam eden çalışmalar halen tamamlanmazken, kazı alanında açığa çıkarılan tarihi dokunun yoğun yağışların olduğu kış mevsiminde su ve yosunlaşmadan etkilenerek zarar gördüğü kaydedildi. M.S I. ve II. yüzyıllarda Roma döneminde yapıldığı tahmin edilen bir mezar anıtı olan tarihi yapının çevresinde yaklaşık bin metrekarelik alanda kazı yapılırken, bu çalışmalar kapsamında bir hamam ve sütunlu yol açığa çıkarıldı, 75 kasa dolusu seramik elde edildi. Ancak yaklaşık 2 bin yıldır toprak altında korunan tarihi dokunun aylardır süren çalışmalar nedeniyle tahribata açık hale gelmesi uzmanların eleştirisine konu oldu. Hıdırlık Kulesi çevresinde açığa çıkarılan arkeolojik kalıntıların yağmur ve taban suyundan korunamadığına dikkati çeken uzmanlar, cam örtünün sera etkisi yaparak bitki ve yosunlanmayı artıracağı için yanlış bir seçim olduğunu savunuyor.

Antalya’nın simgesi olan anıtsal yapılar arasında yer alan tarihi Hıdırlık Kulesi, geçmişte kentin kale surlarının bir parçasıydı. 1930’lu yılların başında, "rüzgârı engelliyor" diye bu bölgedeki surların bir bölümü dönemin Belediye Başkanı Hüsnü Karakaş tarafından yıktırıldı.

Mausoleum’dan gözetleme kulesine, depodan seyir terasına

Geçmişi Roma dönemine uzanan Hıdırlık Kulesi’nin aslında bir mezar anıtı (mausoleum) olarak inşa edildiği belirtiliyor. Ancak Geç Roma (Bizans), Selçuklu, Beylikler, Osmanlı ve erken Cumhuriyet dönemlerinde gözetleme kulesi, depo ve başka amaçlarla kullanılan tarihi yapı büyük ölçüde korunarak günümüze kadar ulaştı.

Hıdırlık Kulesi son adını Antalya Sultanı Hıdır Bey'den mi aldı?

Antalya Falezleri üzerinde, Akdeniz’e bakan konumda inşa edilen Hıdırlık Kulesi’nin bu adı Beylikler döneminde 14. yüzyılda kentin yöneticisi olan Hamitoğulları’nın bir üyesi olan Hıdır (Hızır) Bey’den aldığına dair görüşler bulunuyor. Ünlü seyyah İbn Battuta’nın 1332’de başladığı Anadolu seyahatinde Alanya’dan sonra uğradığı Antalya’da dönemin Sultanı’nın Yusuf Bey oğlu Hıdır Bey olduğundan söz ediyor. İbn Battuta, ünlü seyahatnamesinde, Antalya ziyaretinde Ahilerin misafiri olduğunu, bu dönemde Hıdır Bey’in hasta olduğunu, iç kalede yer alan sarayına giderek ziyaret ettiğini ve yanından ayrıldıktan sonra Bey tarafından çeşitli hediyeler gönderilerek kendisine iltifat ettiğini not ediyor.

Batılı seyyahların çizimleriyle belgelendi

Hıdırlık Kulesi’nin, 18. yüzyıldan itibaren kenti ziyaret eden Batılı seyyahların çizimlerinde de Antalya surlarının bir parçası olarak kaydedildiği görülüyor. 1900’lü yılların başlarına tarihi yapı fotoğraf kareleriyle kayıt altına alınmış, zaman içinde çevresindeki değişime karşın, kozmopolit bir liman kenti olan Antalya’nın evrimine tanıklık eden Hıdırlık Kulesi günümüze kadar ayakta kalmayı başarmıştır.

                      18 yüzyılın ortalarına doğru Antalya Limanı ve kent surları. Corneille Le Bruyen (1728)

Sahte mimar skandalından Hıdırlık Kulesi de payını aldı

Antalya’da turizm hareketi başlayınca, tarihi yapıları ‘turizme kazandırma’ girişimlerinden göz önündeki Hıdırlık Kulesi de etkilendi. 1990’lı yıllarda yenilenen çevre düzenlemesiyle turizm kenti Antalya’nın ziyaretçi çeken cazibe merkezlerinden biri olan Hıdırlık Kulesi ve çevresinde Antalya Büyükşehir Belediyesi tarafından 2021 yılında kazı ve restorasyon projesi başlatıldı. Ancak bu projede şantiye şefi olarak görev yapan Avni Tekinarslan’ın diplomasının sahte olduğu ortaya çıkınca, tarihi yapı bu kez bir skandalla gündeme gelmişti. Mimarlık diploması sahte olduğu belirlenen Tekinarslan’ın, Hıdırlık Kulesi dahil birçok restorasyon projesinde sahte diploma kullanarak görev yaptığı ortaya çıkmış, konu yargıya taşınmıştı.  

Büyükşehir 2023’te kazı ve seyir terası projesi başlattı

Antalya Büyükşehir Belediyesi 2023 yılında Hıdırlık Kulesi ve çevresinde bu kez seyir terası projesi başlattı. Ekim 2023’te Büyükşehir Belediyesi’nin yaptığı ihaleyi, Ankara merkezli bir firma kazandı. 30 Ekim 2023 tarihinde yapılan ihale sözleşmesine göre, arkeolojik kazı ve cam seyir terasından oluşan proje, 65 milyon 942 bin 730 TL bedel ile Gökalp Proje Müşavirlik A.Ş adlı yükleniciye verildi. Kentin en çok ziyaret edilen tarihi Kaleiçi bölgesinde yer alan Hıdırlık Kulesi’nin çevresi yaklaşık iki yıldır şantiye görünümünde.

Başkan Böcek 100 milyona mal olacağını açıklamıştı

Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Muhittin Böcek, 11 Mart 2024 tarihinde seçim çalışması için ziyaret ettiği Kaleiçi’nde Hıdırlık Kulesi’ndeki çalışmaların yaklaşık 100 milyona mal olacağını belirterek çalışmalar tamamlandığında Kaleiçi’ne yaptığı katkıların görüleceğini dile getirmişti.  

180 günde bitecekti, 9 ay geçti hâlâ bitmedi

İhale duyurusunda yer alan bilgilere göre ihaleye konu projenin süresi 180 gün olarak belirtilmişti ancak 31 Ekim 2023 tarihinde başlayan çalışmalar Nisan 2024’te bitirilmesi gerekirken hâlâ tamamlanabilmiş değil. Edinilen bilgilere göre kazılarda ortaya çıkan bulgular nedeniyle projenin revize edildiği, bu nedenle işin tamamlanmasının uzadığı öne sürüldü. İhale takvimine göre işin teslim süresinin üzerinden yaklaşık 9 aylık bir zaman geçmesine karşın Hıdırlık Kulesi’nin çevresindeki kazı alanı tahribata açık şekilde bekliyor.

Açığa çıkarılan tarih tahribata uğruyor

Antalya Büyükşehir Belediyesi geçtiğimiz günlerde Hıdırlık Kulesi’ndeki çalışmalarda sona yaklaşıldığını duyursa da yoğun yağışların olduğu kış döneminde açığa çıkarılan zemin mozaikleri ve mimari parçaların suya maruz kalması eleştiri konusu oluyor. Konuyla ilgili görüşlerine başvurduğumuz uzmanlar, Hıdırlık Kulesi’ndeki kazı ve çevre düzenlemesi projesinin uzamasının açığa çıkarılan kültür mirasının tahribatına neden olduğunu savunuyor.

Antalya'nın sıcak ve nemli ikliminde cam örtü yanlış uygulama

Açığa çıkarılan mozaiklerin üzerinin kapatılması gerektiğine işaret eden uzmanlar, konservasyonu yapılmadığı için tahribata açık hale geldiğini belirtiyor. Arkeolojik dokunun cam örtü ile kaplanmasının da Antalya’nın iklimi ve yüksek nem oranı dikkate alındığında yanlış bir uygulama olduğunu savunan uzmanlar, sera etkisiyle bitkilenme ve yosunlanmanın artacağını, nemin tarihi dokuya zarar vereceğini dile getiriyor.

Hıdırlık Kulesi'ndeki kazı alanının üzeri cam örtü ile kapatıldı ancak uzmanlar yüksek nemden dolayı oluşan ıslaklığın tarihi dokuya zarar vereceği uyarısında bulunuyor.

'2 bin yıldır toprağın altında korunan tarih 2 yılda tahribata açık hale getirildi'

Halen tamamlanamayan projeyle ilgili dikkat çekilen bir başka nokta ise açığa çıkarılan tarihi dokunun suya maruz kalması. Sağlıklı bir drenaj çalışması yapılmadığının gözlendiğini dile getiren uzmanların görüşü özetle şöyle: “Her yağmurda açığa çıkarılan doku zarar görüyor. Yaklaşık 2 bin yıldır toprağın altında korunarak günümüze ulaşabilen Hıdırlık çevresi, yapılan kazı ile 2 yılda tahribata açık hale getirilmiştir. Korunamayacaksa keşke açılmasaydı. Üzerini camla örtmekle Antalya gibi sıcağı ve nemi yüksek bir kentte konservasyon yapılmış olmuyor. Ortaya çıkarılan taban mozaiklerinin suya maruz kaldığı görülüyor. Dışarıdan bakınca bile burada korumacılık adına hiç de iyi bir uygulama olmadığı anlaşılıyor. Günümüzde birçok sergileme ve tanıtma yöntemleri var. Burayı illaki kazmak gerekmiyordu. Animasyonlar, video teknikleri ve başka birçok yolla buradaki tarih anlatılabilirdi. Milyonlar harcanarak tahribata neden olundu. Milletin, kamunun parasına yazık oldu.”

'Tarihi yapı projenin gölgesinde kaldı'

Antalya Büyükşehir Belediyesi’nin Doğu Garajı’ndaki Nekropol Alanının ardından Hıdırlık Kulesi’ndeki kazı ve cam seyir terası projesinde ikinci kez sınıfta kaldığı görüşünü dile getiren konunun uzmanlarına göre burada yapılan çevre düzenlemesi tarihi dokuyu da gölgeleyecek nitelikte. Çalışmanın öznesi olan Hıdırlık Kulesi, çelik, cam ve ahşap malzemenin ağırlıklı olduğu uygulamanın gölgesinde kalıyor. Ülkenin dört bir yanında moda haline gelen cam seyir terası projelerinden Antalya’nın tarihi ve doğal mirasının bir arada olduğu falezlerin ve Hıdırlık Kulesi’nin de nasibini almasının, gelecekte kullanım, bakım ve denetimsizlikten kaynaklı daha büyük sorunların yaşanacağının habercisi olarak görülüyor.

                     Kazı ve seyir terası projesi başladığı dönemlerde Hıdırlık Kulesi (2023)

Belediye yetkilileri Roma'yı Hitit dönemine taşıdı

Tarihi yapının çevresinde Antalya Müzesi denetiminde Büyükşehir Belediyesi ekipleri tarafından yürütülen kazı çalışmaları sırasında ortaya çıkarılan sütunların olduğu bölüm, belediye yetkilileri tarafından “Roma dönemine ait 3500 yıllık sütunlu cadde bulundu” denilerek “büyük keşif” olarak basına servis edilmişti.

Akıl almaz tarihleme hatası: ‘3 bin 500 yıllık sütunlu bir cadde bulduk’

Antalya Büyükşehir Belediyesi Etüt Proje Şube Müdürü Ezgi Öz, çalışmalar sırasında Roma Dönemi’ne ait 3 bin 500 yıllık sütunlu bir cadde bulunduğunu savunarak, “Kaleiçi’nin önemli bulgularından biri. Üç Kapılara kadar uzanıyor. Burada da denize kadar olan bağlantısını bulduk. Aslında o caddeyi ayağa kaldırıyoruz. 3 bin 500 yıl önce Roma Dönemi’ne ait. Kültür Bakanlığımız devamının olduğunu öngörüyor, tahmini 800 metre olduğunu düşünüyoruz. Şu ana kadar yaklaşık 100 metrelik kısmına ulaştık” ifadelerini kullanmıştı.

“Bizim için koruyarak kullanmak çok önemli. Bu anlamda tarihe önem veren bir başkanla çalışmak bizim için çok güzel” diyerek Başkan Böcek’e de atıfta bulunan Öz’ün bu açıklaması arkeoloji camiasında şaşkınlık yarattı. Henüz Roma devletinin tarih sahnesine çıkmadığı, sütunlu cadde kavramının olmadığı, Anadolu’da Hititlerin hüküm sürdüğü bir döneme tarihlendirilen Hıdırlık Kulesi’ndeki buluntuların 3500 yıllık diyerek sunulması tepki çekti.

Hıdırlık Kulesi ve çevresi hâlâ sorular ve sırlarla dolu

Hıdırlık Kulesi’ndeki kazı alanında açığa çıkarılan sütunların olduğu duvar da aylardır tahribata açık şekilde bekliyor. Cadde olduğuna ilişkin henüz kesin bir bilgiye ulaşılamayan sütunlu alanın mezar anıtı ile aynı döneme tarihlendirilebileceği düşünülüyor. Kulenin güneyinde bir de villa kalıntıları bulundu. Falezlerin parçalanmasıyla bazı kalıntıların denize düştüğü belirtiliyor. Bu alanda bulunan anfora kalıntılarından yola çıkılarak, mezar anıtının hemen altındaki kıyıda antik döneme ait bir iskele olabileceği düşünülüyor. Ancak bu konuda kesin bir sonuca varmak için henüz erken olduğu belirtiliyor. Falezlerin üstünde, bugün de ziyaretçileri büyüleyen Akdeniz ve Beydağları’na bakan bu alanda pagan inancın yaygın olduğu dönemde dini törenler yapıldığı tahmin ediliyor.

Bütün bu öngörü ve tahminler, Hıdırlık Kulesi ve çevresinin geçmişiyle ilgili kesin yargılara ulaşabilmek için başka birçok bulgu ve belgelere ihtiyaç olduğunu ortaya koyuyor.

                                                                 /././

ABD, Fransa ve Suudi destekli Joseph Avn Lübnan Cumhurbaşkanı seçildi

Lübnan Meclisi’nde oturumun ikinci turunda, Genelkurmay Başkanı Joseph Avn cumhurbaşkanı seçildi. Hizbullah'ın desteklediği aday ABD, Fransa ve Suudilerin bastırmasıyla adaylıktan çekilmişti.(https://haber.sol.org.tr/haber/abd-fransa-ve-suudi-destekli-joseph-avn-lubnan-cumhurbaskani-secildi-397303)

                                                              ***

İddia: 'İsrail, Suriye'nin kantonlara ayrılması için uluslararası konferans hazırlığında'

İsrail basını, İsrail hükümetinin Suriye'nin kantonlara ayrılması için uluslararası bir zirve hazırlığında olduğunu ve girişimin direnişle karşılaşması ihtimaline karşı gizli tutulacağını öne sürdü.(https://haber.sol.org.tr/haber/iddia-israil-suriyenin-kantonlara-ayrilmasi-icin-uluslararasi-konferans-hazirliginda-397305)

                                                         ***

Gidişat!-Rıfat Okçabol-

2025’in "Aile Yılı" olarak ilan edilmesi bile piyasacılık ve gericilikle ilişkilidir. Son zamanlardaki bu gelişmeler, rastgele olan gelişmeler değildir. Ülkenin nereye sürüklendiğini görmek gerekir.

Suriye’de laik rejimi deviren şeriatçı HTŞ-Culani, ilk iş olarak evrim konusunu müfredattan çıkarmıştır. 

Çünkü evrim konusu, bilimsel anlayışın temel taşlarından biridir; insanla, doğayla ve yaşamla birebir ilişkilidir. İnsanın merak edip sorguladığında ve araştırdığında gerçeğe ulaştığını gösteren ve insana bilimsel anlayış kazandıran bir olaydır. Evrim anlayışı kişiyi, sorunların çözümünü kutsal kitabında aramak yerine, aklını kullanıp binlerce yılda üretilmiş bilgi ve deneyimlerden yararlanıp araştırma yapmaya yönlendirir. 

İnsanlık tarihi bile evrim niteliğinde olan bir süreçtir. İlk insanlar, on binlerce yıl buldukları ve topladıklarıyla açlıklarını gidermişlerdir. Sonra taş ve sopalarla, keşfettikten sonra da madenleri kullanarak binlerce yıl avcılık yapmışlardır. Ardından bazı hayvanları evcilleştirmişler, tarımsal üretime başlamışlar, yazıyı ve tekerleği icat edip nehir ve deniz taşımacılığı yapmışlardır. İnsanlar, yaşadıkları sorunları gidermek ve yaşamlarını kolaylaştırmak için örneğin silah, iğne, iplik, müzik, ilaç, aşı, gözlük, elektrik, telefon, radyo, televizyon, organ nakli, bilgisayar ve uçak gibi araçları icat etmişlerdir. Günümüzde yaşamımızı yok eden silahlarla yaşamımızı kolaylaştıran tüm araçlar, inançlardan ya da dinlerden yararlanarak değil, yalnızca insan aklıyla emeğinin ürünü olarak icat edilmemiştir. 

İnsanlar binlerce yıl dünyanın düz ve evrenin merkezi olduğunu düşünmüş ve buna inanmışlardır. Hatta dünyanın öküzün boynuzu üzerinde durduğuna inananlar olmuştur. Gözlem yapanlar, olayları sorgulayanlar ve araştırma yapanlar, dünyanın düz olmadığını, güneşin ve de kendi ekseni etrafında dönen bir gezegen olduğunu ortaya koymuştur. Bilim depremin, öküzün boynuzunu sallamasıyla ya da yörede yaşanan günahlarla ilişkili olmadığını fay hareketleri nedeniyle olduğunu ispatlamıştır. İnsan bilimsel yaklaşım sayesinde, neden yağmur ve kar yağdığını anlamış ve suni yağmur ile suni kar yağdırma başarısını göstermiştir. Bilime önem verenler, çöl niteliğindeki toprakları bile verimli araziye dönüştürebilmişlerdir.

Özellikle 1800’lerden itibaren bilimsel bulguları kullanarak gelişen kapitalizmin doğa ve emek sömürüsünü artırması, bize şu acı gerçeği göstermiştir: Bilimselliğe değil de inançlarına ağırlık veren toplumlar, kolaylıkla sömürülmektedir. Onun için ABD, üç çeyrek asırdır doğa ve emek sömürüsünü yaygınlaştırırken piyasacılığı ve gericiliği desteklemekte, Müslümanların çoğunlukta olduğu ülkelerde de şeriat anlayışını işlevsel kılmaya çalışmaktadır. Çünkü şeriatçı anlayışların yaygın olduğu ülke insanı, tüm olayları kadere bağlama eğilimindedir. Bir şeyleri merak etmekten, sorgulamaktan ve eleştirmekten kaçınmaktadır. İşin gerçeğini aramaktansa kendisine söylenenlere sorgusuz sualsiz inanmayı ve olayları kadere bağlamayı yeğlemektedir. Onlar için örneğin 7 şiddetindeki bir depremde Japonya’da pek bir hasar olmazken Türkiye’de 10 şehrin birden harabeye dönüşmesi kaderdir! Dere yatağına yapılan binanın ya da deniz kenarına yapılan otobanın çökmesi, bilimsel bir hata değil, kaderdir! Zenginler zenginliklerini katlarken asgari ücretle çalışanlarla en alt düzeyde emekli maaşı alanların açlığa mahkum edilmesi de kaderdir! Sorgulamayanlarla eleştirmeyenler, “Geçmişte CHP camileri yaktı; eşitsizlik kadının fıtratında var; Cumhuriyet kurulacağına Yunanlılar işgal etseydi” diyene de kolayca inanmaktadırlar.  

İnsanların sorgulamasını, eleştirmesini, kısaca gerçeği araştırmasını istemeyenler, haklı olarak şeriatçı anlayışlardan medet ummaktadırlar. Bilimselliğe düşmanlık besledikleri gibi, “Laiklik dinsizliktir” ya da “Müslüman laik olmaz” gibi söylemleri sıklıkla kullanmaktadırlar. ABD ve AKP, laiklik anlayışını körelteceği beklentisiyle, düne kadar terörist dedikleri ve başına ödül konulan HTŞ lideri ile bugün kucaklaşmaktadırlar. 

ABD’nin “Bizim oğlanlar başardı” dediği 12 Eylül 1980 darbesini yapanlar, ABD’nin taşeronluğunu benimseyip Sünni Hanefi anlayışını tüm topluma dayatmak için din kültürü ve ahlak bilgisi (DKAB) dersini zorunlu yapmışlardır. Üniversitede edineceği mesleğin niteliğine ve kurallarına değil de inancına göre davranma olasılığı yüksek olan imam hatip lisesi mezunlarına üniversiteye girme izni verilip imam-öğretmen, imam-hakim, imam-hekim… yetiştirilmesinin önü açılmıştır. Arkasından Anavatan Partisi’nin eğitim bakanı Vehbi Dinçerler, eğitimde evrim kuramı yerine yaratılış düşüncesine ağırlık vermiştir. 

AKP’nin 2003’ten beri uyguladığı piyasacı ve gerici politikalar, AKP’li öğrenci yetiştirecek "Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli" ve öğretmen yetiştirecek Milli Eğitim Akademisi ile geçen yıl tavan yapmıştır. Gericileşme 2025’in ilk günlerinde de devam etmektedir.  

* İstanbul’da bir ortaokulda, 7. sınıf öğrencilerine Kabe maketi tavaf ettirilmiştir. 

* Eğitim bakanlığı tarikat niteliğindeki Peygamber Sevdalıları vakfı ve Ülkü Ocakları’yla protokol imzalamıştır.

* İçişleri Bakanlığı, İŞİD üyesi olduğu için "Aranan Teröristler" listesine koyduğu kişiyi, HTŞ lideri Culani tarafından generalliğe atanınca terörist listesinden çıkarmıştır.

22 yıllık AKP iktidarında, yoksulluk arttıkça tarikatlaşmanın yaygınlaştığı da unutulmamalıdır. 2025’in "Aile Yılı" olarak ilan edilmesi bile piyasacılık ve gericilikle ilişkilidir. Son zamanlardaki bu gelişmeler, rastgele olan gelişmeler değildir. Ülkenin nereye sürüklendiğini görmek gerekir.

                                                                 /././

Birkaç güncel not -Mesut Odman-

Kimine göre bir süreç, kimine göre müzakere, kimine göre bunların hiçbiri olmayan, üstelik böyle diyenlerin suçlu değilse bile en azından şüpheli konumuna sokulacakları bir “şey”…

İlki son günlerin hemen her alanı kaplayan, en son magazin boyutları da eklenen konusu ile ilgili. Koalisyonun küçük ortağının başındaki kişinin kimlerle tokalaştığı ile başlayıp çok yakın zamanların “teröristbaşı”, “bebek katili” ve benzeri sıfatlar olmadan adı anılmazken şimdilerde neredeyse bu adlandırmalar için özer dilenecek hükümlüsünün örgütüne “dağılın” buyruğu vermek üzere parlamento kürsüsüne çağrılmasıyla devam eden, ardından nasıl seçildikleri bilinmeyenler arasında yer alan bir heyetin hâlâ ne konuşulduğu açıklanamaz ziyaretleriyle süregiden, kimine göre bir süreç, kimine göre müzakere, kimine göre bunların hiçbiri olmayan, üstelik böyle diyenlerin suçlu değilse bile en azından şüpheli konumuna sokulacakları bir “şey”… 

Şu son sözcük olmasaymış dilimizde, ne her günkü konuşmalar, ne siyasal görüşmeler, ne de derin tartışmalar olabilirmiş herhalde. Yine de siz siz olun, onu çıkarın yazdıklarınızdan, konuştuklarınızdan, atın gitsin. Nasılsa, özellikle günlük konuşmalarınızda, bir kapı, pencere ya da bir delik bulup sızacaktır. O kadarının çok zararı olmaz, deyip geçebilirsiniz.

Geçenlerde, böyle deyip çok gerilere atmış olmayalım, iki gün önce bir arkadaşım bu konuda tartışırken bir söz etmişti, onu hatırladım şimdi. İznini almadığım için adını vermeyeceğim. Mesleki bir sapma denebilir mi bilmem ama, diye söze girerek kendisine haksızlık ettikten sonra şöyle sürdürmüştü: Bizim meslekte herhangi bir sorunla ilgili olarak tartışmaya başlarken önce sorunu tanımlamaya çalışırız. Ondan sonra çeşitli boyutlarını, başka sorunlarla bağlantılarını falan irdeleriz. Burada durmadan konuşanların bir sorundan söz ettikleri anlaşılıyor, ama sorunun ne olduğu belli bir açıklıkla ortaya çıkmıyor; çünkü tanımlanmış değil.

Bu belki de kasıtlı olarak göz yumulan ya da yol verilen belirsizliği pekiştiren şöyle bir saptama da kolayca yapılabiliyordu, bunu da konuştuk. Sürükleyici konumda bulunan politikacıların tümü değilse bile, onların iktidarda olanlarının hemen hemen tümü üç beş ayla anlatılabilecek kadar kısa bir süre önce “Kürt sorunu” diye bir sorun bulunmadığını ya da kalmadığını ileri sürüyor, hatta böyle düşünüp konuşanlara çeşitli ağırlıktaki suçlamalar yöneltiyorlardı. Ancak, ne olmuşsa olmuş, bu konu yeniden “sorun” mertebesine yükselmiş, ayrıca listenin başına yerleşmişti.

Az önceki “ne olmuşsa olmuş” anlatımı var olan bir belirsizliğin yansıması olmakla birlikte, biraz abartılı görünüyor. Eldeki verilerin ve bilgilerin yetersizliği yüzünden buradan yola çıkarak sözü uzatmak boş bir spekülasyon anlamına gelebilir. Dolayısıyla, yöntemsel sayılabilecek bir değinme yeterli olacaktır: İktidarın her yeni konu arayışını gündem saptırma olarak değerlendirmek yanlış olmakla birlikte, iç-dış etkenlerin zorlamasıyla başvurulan gündem değiştirme girişimlerinin bir ucunun iktidarın ömrünü uzatma çabalarına bağlandığını unutmamak gerekir. Nedeni oldukça basittir; her iktidar için ömrünü uzatmak en doğal reflekslerden biridir. Ayrıca, gündem belirlemek hem iktidar olmanın sağladığı bir imkândır hem de bu imkândan gereğince yararlanamamak, bir tür intihar ya da intihar girişimidir. Sonunda, “kendim ettim, kendim buldum” demek de “bir teselli ver” diye yakarmak da kâr etmez.

Şu son satır güncel notlarda bir başka havaya geçmek bakımında elverişli mi, bilmem. Ama pat diye geçiş eleştirisinden kaçınmak bakımından büsbütün yararsız da sayılmaz.

Ünlü arabesk müzikçimizin yeni yılın hemen başındaki ölümü, oldukça yaygın, bir o kadar da farklı etkilere yol açtı; güncel notlar arasında oraya da gelebiliriz. Farklılıklar arasında gerçekten üzülenler olduğu kadar tanınmış şarkıcının müziği konusunda görüş bildirenlere göz açtırmamaya hazır zaptiyeler de çıktı elbette. Bizim Fatih Yaşlı Çarşamba günkü yazısında serinkanlı bir değerlendirme yaptı. Orada ayrıntı düzeyindeki bir değinmenin aklıma getirdiğine işaret etmeden geçemeyeceğim. 

“Devrimciler o dönemde düzenle kavga ederken arabeskle de kavga ettiler, kimilerinin şimdi yaptığı gibi arabesk şarkılarda boncuk aramak yerine, alternatif bir kültürün yaratılıp yaratılamayacağı üzerine kafa yordular. Cem Karaca’lar, Zülfü Livaneli’ler, Timur Selçuk’lar, Ruhi Su’lar bir büyük uyanışın, bir büyük değişimin ve bir büyük kavganın ürünüydüler, halkla birlikte büyüdüler ve halk da onlarla birlikte halk olmayı öğrendi.” 

Bu satırlar bana bizim Yalçın Hoca’nın burada adı geçen Livaneli için yaptığı “teneke sesli” eleştirisini hatırlattı. Teknik anlamda bir görüş belirtecek durumda değilim, bu eleştiriye ne katılmam ne de karşı çıkmam doğru olur. İyi bir müzik dinleyicisi olduğumu söyleyebilirim sadece; hatta buradaki “iyi” sıfatını silsem kendime daha az iltimas geçmiş olacağım da söylenebilir.  Ama doksanların başlarında yazdığım bazı dizeleri hatırlamadan edemiyorum: 

“futbol oynamaktan gelmişim/ pırıl pırıl güneşli bir pazar sabahı/ bir ekmekle iki gazete alıyorum bakkaldan/ çıkarken gözüme ilişiyor o magazin başlığı/ kapı önüne tutturulmuş mandallarla/ kulakları çınlasın bizim hoca’nın/ teneke sesli türkücüsü/ şehr-i stanbul’un yufka yürek başkan adayı/ orduya küfür etti mi, diye”

Ayrıca, Ruhi Baba’nın adının orada bulunmasını da onaylamıyorum doğrusu. Bir zamanlar arkadaşımız olmuş, İşçi Kültür Derneği falan kurduğumuz Timur Selçuk’un da…

Derken, çok eski bir arkadaşımız düşüyor güçsüz belleğimden. Kardeşiyle yakın arkadaşız. Kendisi bizden altı yedi yaş kadar büyük. Mülkiye’li. Çok iyi bir klasik müzik dinleyicisi. Okul yıllığında lakabı “senfonik” diye geçiyor. İşte o abimiz, Maliye Bakanlığı bursu ile ABD’ye yüksek lisansa gönderilmiş. Oradan dönerken bayağı güzel ses veren bir makaralı teyp getirmiş; rafta dikey olarak dururdu, şimdiki gençler bilmezler. Oradayken radyodan kaydettiği bir program vardı. Şostakoviç’in Beşinci Senfonisini dinletiyor program sunucusu. Çalmadan önce de bilgilendirici bir duyuru yapıyor. Stalin’in ağır eleştirileri olmuş Dördüncü Senfoniden sonra. Şostakoviç de “Bir sanatçının haklı eleştirilere yanıtı” ithafıyla beşinciyi bestelemiş. Programcının “An artist’s reply to just criticism” diye boğuk bir sesle sunuşu, nedense, pek hoşumuza giderdi.

İşte o abimiz, üç beş yıl kadar sonra olmalı, İstanbul Boğazı’ndaki gemi seferlerinin yönetimiyle görevli genel müdürlüğün başına getirilmişti. Kuruluşun bağlı olduğu bakan, ulaştırma bakanlığı idi galiba, bizim abimizin Mülkiye’den sınıf arkadaşı imiş. Bizimkinin ilk işlerinden biri gemilerde çalınıp duran arabesk müziğin yasaklanması olmuştu. Onların yerine, işte, Beethoven, Şostakoviç, başkaları çalınmaya başlamış. Birkaç gazetede haber yapılmıştı. Bunu duyar duymaz bir telgraf çekmiştim kendisine: “Abi, senden de bu beklenirdi zaten. Tebrikler, sevgiler” Böyle yazmış olmalıyım.

Buraya kadarı iyi, güzel de, bizim dostumuzun saltanatı kısa sürdü. Bakan mı değişmişti, yoksa buna benzer bir değişiklik mi olmuştu, kendisini de görevden aldılar. Böylece, Boğaz seferlerinin benzersizliği kısa sürmüş oldu.

Arabeskçiler bayram etmiştir herhalde.     

                                                                  /././

Fransa ile gerilen, Çin'le yakınlaşan Çad'da Başkanlık Sarayı'na saldırı

Çin Dışişleri Bakanı Vang Yi, Çad'da Cumhurbaşkanı Muhammed İdris Debi İtno ile bir araya geldi.

Çad'da Başkanlık Sarayı’na düzenlenen saldırıda 18 saldırgan ile bir hükümet görevlisinin öldüğü açıklandı. Fransa'yla askeri anlaşmalarını sonlandıran Çad'ı Çin Dışişleri Bakanı ziyaret etmişti.(https://haber.sol.org.tr/haber/fransa-ile-gerilen-cinle-yakinlasan-cadda-baskanlik-sarayina-saldiri-397294)

                                                                ***

(soL)

T-24 "KÖŞEBAŞI" + "GÜNDEM" -9 Ocak 2025-

Kısmi uygulanıyor ya da kaldırıldı(III): Elektronik oylama hangi ülkelerde var?-Füsun Sarp Nebil-

Elektronik oylama ilk etapta, çok avantajlı olarak düşünülse de en büyük endişenin hile ve siber saldırı olduğu anlaşılıyor. Bazı ülkeler erişilebilirliği ve verimliliği artırmak için e-oylamayı benimserken, diğerleri güvenlik ve şeffaflığı sağlamadaki zorluklar nedeniyle geleneksel yöntemlere geri dönmüştür

Bu dosyamızın ilk 2 bölümünde elektronik oylama sistemlerinin ne olduğuna, nasıl çalıştığına ve pazarda hangi elektronik oylama makina markaları olduğuna baktık. Bu bölümde ise, hangi ülkelerde elektronik oylama tam ya da kısmi uygulanıyor ve hangi ülkelerde kaldırılmış, ona bakacağız.

Yarınki bölümde ise, çeşitli ülkelerde yaşanmış önemli elektronik oylama sorunlarına göz atacağız.

Elektronik oylama (e-oylama), oy verme istasyonlarındaki elektronik oylama makineleri (EVM'ler) ve internet tabanlı oylama sistemleri dahil olmak üzere çeşitli teknolojileri kapsar. Ocak 2025 itibarıyla bakarsak, e-oylamayı farklı şekillerde kullanan ülkeler şöyle sıralanıyor;

Ulusal düzeyde elektronik oylamaya sahip ülkeler

Brezilya: Brezilya, 1996'dan beri ülke çapında elektronik oylama makineleri kullanıyor. Elektronik oylama sisteminin güvenliği konusunda hâlâ bazı endişeler dile getiriliyor. Ancak seçimlerde hile yapıldığına dair bir vaka ortaya çıkarılmadı. Bir sorun şu; seçim görevlileri, izinleri olmadan seçmenlerin yerine gıyabi oy kullanabilirler. Bunu önlemek için görevli olarak halktan rastgele seçilen birden fazla çalışan kullanılıyor. Son zamanlarda, seçmen biyometrik tanımlaması zorunlu hale getirildi.

Estonya: İnternet üzerinden oylamada öncü olan Estonya, vatandaşların ulusal seçimlerde çevrimiçi oy kullanmalarına olanak tanıyan i-Oylamayı 2005'te başlattı. Estonya'nın toplam nüfusunun sadece 1,4 milyon olduğunu not ederken, 2005-2019 arası seçim sonuçları üzerinde yapılan yeni bir araştırma halkın e-oylamaya güven duymadığını gösteriyor.  Aşağıdaki şemadan da halkın düşüncelerini görebilirsiniz. Yıllardır uygulaması övülen ve devlet işlemleri tamamen dijital olan Estonya’da, yakında e-oylama kaldırılabilir.

Hindistan: 1982'den beri elektronik oylama makinelerini kullanan Hindistan hem ulusal hem de bölgesel seçimlerde EVM'leri yoğun bir şekilde kullanmaktadır. Eleştiriler yüksektir.

Filipinler: 2010'dan beri hem ulusal hem de yerel seçimler için elektronik oylama sistemlerini kullanmaktadır. Ancak sistem şu anda teknik sorunlar ve şeffaflık endişeleri nedeniyle gözden geçirilmektedir. Smartmatic firmasının başkanı ve iki yöneticisi, ABD’de, Filipinler’deki eski üst düzey seçim görevlisine rüşvet verdikleri iddiasıyla federal yetkililer tarafından 2024 ağustosunda suçlandılar ve süreç devam ediyor.

Venezuela: Venezuela, 1998'den beri ulusal seçimler için elektronik oylama sistemleri kullanıyor. Son seçimler şeffaflık ve siber saldırı iddiaları nedeniyle incelemeye tabi tutuldu.

Kısmi veya bölgesel elektronik oylama olan ülkeler

Bazı ülkeler, elektronik oylama sistemlerinin sınırlı veya bölgesel kullanımını tercih ediyor. Bunun nedenleri arasında maliyet, bazı bölgelerde demografinin uygun olması ya da seçim merkezlerine ulaşmakta sorun yaşayan uzak kırsal bölgelerdeki ya da engelli seçmenler olması nedeniyle kullanabiliyor. Örnek verelim;

Belçika: 1999'dan beri hem ulusal hem de belediye seçimleri için belirli bölgelerde elektronik oylama kullanıyor. Ancak bazı sorunlardan bahsediliyor.

Bulgaristan: 2021'de elektronik oylamayı tanıttı ve 300'den fazla kayıtlı seçmenin olduğu oy verme istasyonlarında bunu zorunlu hale getirirken yedek olarak kâğıt oy pusulalarını korudu. Ama yine de eleştiriler yüksek.

Amerika Birleşik Devletleri: Eyalet ve bölgeye göre değişen elektronik ve kağıt tabanlı oylama sistemlerinin bir karışımını kullanıyor. Bazı eyaletler elektronik oylama makineleri kullanırken, diğerleri güvenlik endişeleri nedeniyle kâğıt oy pusulalarına geri döndü. Pek çok olay var. Yarın bir kısmından bahsedeceğiz.

Avustralya: Engelli seçmenlere yardımcı olmak için belirli yargı bölgelerinde elektronik oylama seçenekleri sunuyor. Örneğin, 2007 federal seçimleri sırasında, görme engelli ve az gören kişiler için elektronik oylama olanağı sağlandı.

Nüfusun bir kısmı için internet üzerinden oylama olan ülkeler

Fransa: Yasama ve konsolosluk seçimleri sırasında yurtdışında yaşayan vatandaşlar için internet üzerinden oylamaya izin veriyor, ancak başkanlık veya Avrupa Parlamentosu seçimleri için izin vermiyor.

İsviçre: 2014'ten beri belirli kantonlardaki gurbetçiler için internet üzerinden oylama seçenekleri sunuyor.

Elektronik oylamayı durduran veya sınırlandıran ülkeler

Almanya: 2005'te elektronik oylamayı denedi, ancak Federal Anayasa Mahkemesi şeffaflık endişeleri nedeniyle 2009'da bunu anayasaya aykırı buldu.

Hollanda: 1990'larda elektronik oylamayı kullandı ancak güvenlik ve güvenilirlik sorunları nedeniyle 2007'de uygulamayı sonlandırdı.

İrlanda: 2002'de elektronik oylama sistemini tanıttı ancak kamuoyunun endişeleri ve teknik sorunlar nedeniyle 2010'da sistemi kaldırdı.

Norveç: İnternet tabanlı elektronik oylama için gerçekleştirilen bir pilot proje, gizlilik ve seçim güvenliği konusunda endişe duyan vatandaşlardan önemli bir dirençle karşılaştı ve 2014 yılında elektronik oylama terkedildi. Norveç geleneksel kâğıt tabanlı oylamaya geri döndü.

Finlandiya: Yerel seçimde denendi. Oylama hataları meydana geldi ve bu da oy kaybına yol açtı. Hatalar, kamuoyunun sisteme olan güvenini zedeledi. 2008'de terkedildi. Finlandiya manuel oylama yöntemlerini kullanmaya devam ediyor.

İngiltere: Elektronik oylama denemeleri sırasında, hile ve teknik sorun iddiaları ortaya çıktı. Hükümet, geleneksel oylama yöntemlerinin maliyet açısından daha uygun olduğuna karar verdi. 2007'de elektronik oylamadan vazgeçildi. İngiltere kâğıt oy pusulaları kullanıyor.

Paraguay: Elektronik oylama sistemlerindeki olası güvenlik açıklarına dair raporlar nedeniyle 2010'da terkedildi. Sistemin işletimi, elektronik sistemlerin bakımı ülke için çok pahalı olarak görüldü. Paraguay kâğıt oy pusulalarına geri döndü.

Sonuç olarak, elektronik oylama ilk etapta, çok avantajlı olarak düşünülse de en büyük endişenin hile ve siber saldırı olduğu anlaşılıyor. Bütün bu ülkelerde görülen örnekler de buna işaret ediyor. Bazı ülkeler erişilebilirliği ve verimliliği artırmak için e-oylamayı benimserken, diğerleri güvenlik ve şeffaflığı sağlamadaki zorluklar nedeniyle geleneksel yöntemlere geri dönmüştür.

Yarın elektronik seçimlerde sorun yaşayan ülkelere ve yaşadıkları sorun cinslerine bakacağız.

                                                                             /././

10 Ekim katliamının sorumluları Suriye’den talep edildi mi?-Gökçer Tahincioğlu-

HTŞ yönetimi ile MİT Başkanı da Dışişleri Bakanı da Şam’a giderek görüştü. Türkiye’nin bir dediğini iki etmeyecekleri ortada. Peki Türkiye, cumhuriyet tarihindeki en büyük terör eyleminin sorumlularını yeni yönetimden istedi mi?

Suriye’de uzun yıllar süren iç savaşın ardından Esad rejimi devrildi, ABD dahil dünya medyasının şimdilerde “demokrat” olarak sunmaya çalıştığı HTŞ, lideri ve HTŞ öncülüğündeki grupların iktidarı dönemi başladı.

Acı günlerin geride kaldığı söyleniyor şimdi.

Suriye’de Esad dönemine ait oluğu belirtilen katliamların izi sürülüyor.

Cezaevlerinin kapıları açılıyor, buralarda insanlık suçlarının işlendiği belirtilerek, Türkiye’den toplu mezarların bulunması için destek talep ediliyor.

Yapılmalı elbette, bütün insan hakları ihlalleri, katliamlar açığa çıkartılmalı, eksiksiz biçimde sorumluları bulunup hesap sorulmalı.

* * *

Ancak herhalde katliam ayrımı yapılmıyordur bütün bu “insan hakları” duyarlılığı gösterilirken…

“Benimkiler suçlu değil, tek suçlu onlarınkiler” denilmiyordur!

Herhalde insanlığa karşı suç işleyen ve Suriye’deki savaşı arkasına gizlenen kim varsa hepsinin bulunup cezalandırılması için çaba gösteriliyordur.

* * *

İç savaş sırasında işlenen suçlar Suriye ile sınırlı değil.

Suriye’de başta IŞİD olmak üzere faaliyet gösteren çok sayıda örgütün gerçekleştirdiği katliamlar var. Bunların bir bölümü Suriye’nin dışında, bir bölümü Türkiye’de yapılan eylemler.

Suriye’de Türkiye sınırından kaçırılan iki askerin katledilme görüntüleri akıllarda. Doğru mu değil mi diye yıllarca tartışılan bu görüntülerde yer alan IŞİD mensuplarının bulunması mümkün mü, Suriye’deki yeni yönetimden bununla ilgili bir talep olacak mı, merak konusu misal?

* * *

Ve bir de Türkiye Cumhuriyeti’ndeki en çok can kaybının yaşadığı terör eylemi var.

IŞİD mensubu iki canlı bomba, Ankara Gar Meydanı’nda tam 104 kişinin ölümüne, yüzlerce kişinin yaralanmasına neden oldular.

Devletimize göre herhangi bir ihmal yokmuş, bütün güvenlik önlemleri alınmasına rağmen iki canlı bomba onlarca kişiyi öldürebilmiş… Bunu da not etmiş olalım.

Buna rağmen, yine devletimize göre, bütün güvenlik önlemlerine rağmen “kusursuz” bir planla gerçekleştirilen katliamın sorumluları belli.

Bunların bir bölümünün yargılaması tamamlandı.

Ancak bir bölümü ile ilgili dosya açık, zira firariler.

* * *

Firari denilmesine bakmayın. Hukuken firari durumdalar. Ancak öyle ustalıkla kaçmış, kaçmayı profesyonelce gerçekleştirmiş falan değiller.

Her ne kadar yargı, “sorumlu” isimleri bulamamış olsa da firari IŞİD’liler, göz göre göre kaçmış kişiler.

Türkiye Emiri olarak adlandırılan İlhami Balı misal… Konya’da hastaneye bile gittiği açığa çıktı. Sınırın Türkiye tarafına defalarca geçmiş olduğu telefon kayıtlarında var. Nedense herhangi bir operasyona uğramadı.

Ahmet Güneş mesela… Yol kontrolünde yakalanmasına, telefonundan Suriye’de katıldığı katliamın görüntülerinin çıkmasına rağmen serbest bırakıldı.

Serbest bırakılan diğer bazı IŞİD’liler Gaziantep’te cinayetlere imza attı.

* * *

10 Ekim Gar Katliamı davası, firari sanıklar yönünden sürüyor.

Bu davanın firari 16 sanığından 12’si, İçişleri Bakanlığı’nın terörden arananlar listesinde bulunuyor. Farklı kategorilerde bulunan bu isimlerin yakalanmasını sağlayanlara ödül verileceği bakanlık sayfasında yer alıyor.

Bu isimlerin nerede ne yaptıklarına dair çok ayrıntılı bilgi yok.

Bir dönem Emniyet Genel Müdürlüğü Terörle Mücadele Daire Başkanlığı’ndan mahkemeye bir yazı gönderildi.

“Gizli” ibareli bu yazıda, IŞİD’in Türkiye emiri İlhami Balı’nın Suriye'de esir kampında bulunduğu, yine firari sanıklar Cebrail KayaMustafa Delibaşlar ve eşi Fadile Delibaşlar’ın da esir kampında tutulduğu belirtildi. IŞİD'in Türkiye ve Suriye sınır sorumlusu Deniz Büyükçelebi’nin ise Suriye’de çatışma bölgelerine gittiği ancak bir daha Türkiye’ye dönüş yapmadığı bilgisi paylaşıldı.

Bundan ibaret…

* * *

Emniyet İstihbarat Dairesi’ne de bilgi soruldu.

Daire Başkanlığı kanuna göre istihbari bilgilerin adli ve idari soruşturmalarda delil olarak kullanılamayacağını öne sürerek mahkemeye “Talep edilen bilgi ve belgelerin adli ve/veya idari bir soruşturmada kullanılacağı değerlendirildiğinden söz konusu bilgi ve belge taleplerinin karşılanması mümkün olmamaktadır” yanıtını verdi.

Sağlıklı bilgi almak mümkün olmadı.

Esad rejimi varken ülkenin bir bölümü farklı farklı güçlerin elindeydi.

Şimdi ise yeni yönetimin PYD ile de iyi ilişkileri var.

Ülkenin geri kalanına hakimler…

Cezaevlerinde, esir kamplarında kim var, kim yok hepsini bulmaları mümkün.

* * *

10 Ekim Gar Katliamı’nın firari sanıkları Ahmet Güneş, Bayram Yıldız, Cebrail Kaya, Deniz Büyükçelebi, Edremit TüreHasan Hüseyin Uğur, İlhami Balı, Kasım DereKenan KutvalMuhammet Zana Alkan, Mustafa Delibaşlar, Nusret YılmazÖmer Deniz DündarSavaş YıldızWalentina SlobodjanyukYakup Selağzı

Bu isimlerinden hangileri hayatta, hayatta olanlar nerede bilinmiyor.

En azından davanın tarafı avukatların bilme şansı yok.

Ancak Türkiye’nin var.

HTŞ yönetimi ile MİT Başkanı da Dışişleri Bakanı da Şam’a giderek görüştü.

Türkiye’nin bir dediğini iki etmeyecekleri ortada.

Peki Türkiye, cumhuriyet tarihindeki en büyük terör eyleminin sorumlularını yeni yönetimden istedi mi?

Şam’daki cezaevinin çevresinde toplu mezar bulmak için ekip gönderebilen Türkiye, Ankara’nın göbeğinde gerçekleştirilen katliamın sorumlularının bulunarak kendisine teslim edilmelerini de talep etti mi?

Bu kadar insan hakkı hassasiyeti varken yapılmış olmalı.

Türkiye, terörle ilgili bu kadar yüksek sesle konuşuyorsa, bu teröristleri de talep etmiştir mutlaka!

O zaman bekleyip hangilerinin yakalanacağını, Türkiye’ye getirileceğini görelim.

İnsan hakları herkes için…

Madem terörün “sana göre bana göresi” olmaz, herhalde gereken adımlar atılacaktır!

                                                          /././

İlk duruşmada karar çıktı: 6 yaşındaki Şirin'in katiline ağırlaştırılmış müebbet

İlk duruşmada karar çıktı: 6 yaşındaki Şirin'in katiline ağırlaştırılmış müebbet
İstanbul Şişli Feriköy Mezarlığı'nda 31 Ekim 2024'te 6 yaşındaki Şirin Elmas Hanilçi'yi öldürdüğü gerekçesiyle tutuklanan kâğıt toplayıcısı Mustafa Örün, bugün ilk kez hâkim karşısına çıktı. Çağlayan'daki İstanbul Adalet Sarayı'nda 37. Ağır Cez Mahkemesin'nde görülen davanın ilk duruşmasında karar çıktı. Mahkeme Sanık Mustafa Örün'ün 'kasten öldürme' suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verdi. Mahkeme Örün hakkında 'cinsel saldırı' suçundan 30 yıl, 'Kişiyi hürriyetinden yoksun kılma' suçundan da 21 yıl olmak üzere toplam 51 yıl hapis cezasına hükmetti.(https://t24.com.tr/haber/6-yasindaki-sirin-i-olduren-sanik-hakim-karsisina-cikiyor,1208773)
                                                          ***

Eskişehir'de 5 kişiyi bıçakla yaralamıştı; maskeli, kasklı saldırgan için istenen ceza belli oldu
Eskişehir'de kask, kar maskesi ve koruyucu şeffaf gözlük takarak çay bahçesindeki 5 kişiyi cep telefonundan yaptığı canlı yayın sırasında bıçakla yaralayan sanık hakkında "tasarlayarak öldürmeye teşebbüsten" 100 yıla ve "halk arasında korku ve panik yaratmak amacıyla tehdit" suçundan 8 yıla kadar hapis cezası istemiyle hazırlanan iddianame, mahkemece kabul edildi.(https://t24.com.tr/haber/eskisehir-de-5-kisiyi-bicakla-yaralamisti-maskeli-kaskli-saldirgan-icin-istenen-ceza-belli-oldu,1208784)

                                                                    ***

soL "KÖŞEBAŞI" + "GÜNDEM" -9 Ocak 2025-

İzmir'de belediye işçilerinin eylemi sona erdi: DİSK anlaşma sağlandığını duyurdu

İzmir Büyükşehir Belediyesi'ne bağlı İzenerji ve İzelman'da maaşların yatmaması nedeniyle başlayan eylemler sona erdi. Ödemelerin bugün ya da yarın yapılacağı duyuruldu.

İzmir Büyükşehir Belediyesi'ne (İZBB) bağlı İzenerji ve İzelman'da çalışan 6 binin üzerinde işçi maaşlarının geç ödenmesi ve alacakları nedeniyle iş bırakmıştı.

Önceki gün sabah saatlerinde iş bırakan Genel İş Sendikası üyesi işçiler, Basmane'deki DİSK binası önünde buluşarak, İZBB'nin çalışma ofislerinin bulunduğu Kültürpark önüne yürüdü. Basmane Meydanı'nda açıklama yapacak olan işçiler İZBB Başkanı Cemil Tugay'ın tehditlerini haber alınca hollere doğru yürüyüşe geçti. Tugay eyleme katılan işçileri "tutanak tutmakla" tehdit etti. İzmir Büyükşehir Belediyesi'nde yapılan açıklamada da eylemin "hukuksuz" olduğu öne sürüldü.

"Hakkımız olanı istiyoruz" sloganı atan işçiler dün sabah saat 06.00-07.00 arasında otobüsleri de durdurdu.

Bugün ya da yarın ödeme yapılacak

DİSK Genel İş Sendikası yaptığı açıklamayla İzmir Büyükşehir Belediyesi'nde devam eden iş bırakma eyleminin sonlandırıldığı duyurdu. Sendika yaptığı açıklamayla eylemi sonlandırdıklarını ilan etti:

"Değerli İzenerji ve İzelman emekçileri;

2 gündür vermiş olduğumuz mücadelemiz sonucunda ve Genel Başkanımız Remzi Çalışkan’ın işveren ile yapmış olduğu görüşme üzerine işverenin bölge temsilcimiz Memiş Sarı’yı arayarak maaşlarımızın Perşembe günü gün içerisinde yetiştirilememesi durumunda en geç kesin olmak kaydıyla Cuma günü hesaplarımıza geçeceği tarafımıza bildirilmiştir. Bu süreçte emeğine, ekmeğine ve mücadelesine sahip çıkan İzelman ve İzenerji emekçilerine  1,2,3 ve 9 no'lu şube yönetim kurulları ve işyeri temsilcileri olarak teşekkür ediyoruz."

Kesintideki personel gideri payı çok düşük

İZBB Başkanı Cemil Tugay, İller Bankası'ndan belediye bütçesine aktarılan paydan 1,6 milyar TL’lik kesinti yapıldığını duyurmuş, bu kesintinin öncelikli sonucu olarak işçilerin maaşı geciktirilmişti.

Ancak kesintinin içerisindeki personel giderinin payının oldukça düşük olduğu anlaşılmıştı.

soL, İller Bankası'ndan 2023 yılında İZBB'ye gelen paranın belediye gelirinin sadece yüzde 13'ü, personel giderininse aynı yıl toplam gelirlerin yalnızca yüzde 8,2'si olduğunu tespit etmişti.

                                                                 ***

Hatay'da bir gazeteci konteynerlerdeki depremzedeleri hedef gösterdi: 'Keyif çatıyorlar, ihtiyaç sahibi değiller'-Özkan Öztaş-

Hatay'da HRT TV sunucusu Ali Yolcu, konteyner kentte kalan depremzedeleri hedef gösterdi: "Çoğu ihtiyaç sahibi olmayan, konteynerde keyif çatan kişiler."

Hatay'da yayın yapan HRT TV'nin sunucusu Ali Yolcu, geçtiğimiz günlerde programı sırasında, elektrik kesintileri nedeniyle durumu protesto eden çoğu öğretmenlerden oluşan depremzedeleri hedef gösterdi.

Gazeteci Ali Yolcu'nun konteyner kentlerde yaşayan depremzedelere yönelik sert ifadeleri sosyal medyada ve çeşitli platformlarda gündem oldu. Yolcu, konteynerde kalanları “bedavacı” olarak nitelendirerek, yardımların suistimal edildiğini iddia etti. 

Yolcu’nun açıklamalarına göre, konteyner kentlerde kalanlar iki gruba ayrılıyor: “İhtiyaç sahipleri” ve “hiçbir ihtiyacı olmayanlar.” Yolcu, ihtiyaç sahibi olmayanların konteynerlerde kalmayı tercih ettiğini, çünkü “her şeyin bedava” olduğunu öne sürüyor. Gazeteci Yolcu, konteynerlerde klima ve ısıtıcıların sürekli çalıştırıldığını ve bunun "kaynak israfına neden olduğunu" söylüyor. 

“Türk gençleri konteynerlerde keyif yapıyor” diyen Ali Yolcu, depremzedelerin iş bulma ve normal hayata dönme çabalarını “keyif” olarak nitelendiriyor.

HRT TV sunucusu gazeteci Ali Yolcu, elektrik kesintileri eylemlerini eleştirirken, "Emekli, asgari ücretli ödüyorsa sen de ödeyeceksin" dedi, sorunun fatura ödemek istenmediğinden kaynaklandığını iddia etti.

'Depremzedelere bedavacı demek gerçeği çarpıtmaktır'

Ali Yolcu’ya, Defne Halk Temsilcileri Meclisi Sözcüsü Hizam Hasırcı’dan sert bir yanıt geldi. Hasırcı, Yolcu’nun konteyner kentlerde yaşayanları ve öğretmenleri hedef alan açıklamalarını eleştirerek, yapılan açıklamanın gerçeği yansıtmadığını vurguladı.

Hasırcı, soL’a yaptığı açıklamada konteyner kentte yaşayan öğretmenlerin herhangi bir bildirim yapılmadan elektriklerinin kesilmesine karşı eylem yaptığını belirtti. “Orada yaşayan öğretmenler sayaç takılmasın diye eylem yapmadılar. Doğrusu şu: Öğretmenlere herhangi bir ihtarname yapılmadan elektriklerinin kesilmesine karşı eylem yapıldı” diyen Hasırcı, öğretmenlerin mağduriyetine dikkat çekti.

'Sorun AFAD ile elektrik dağıtım şirketi arasında, sorunun kaynağını gizlemeyin'

Hasırcı, yaşanan sorunun konteynerdeki ailelerle ilgili olmadığını, AFAD ve Toroslar Elektrik A.Ş. arasındaki bir anlaşmazlıktan kaynaklandığını ifade etti. “Buradaki sorun AFAD ve Toroslar A.Ş. arasındadır. Öğretmenler ve orada kalan bütün aileler mağdur edilmiştir” dedi.

Hizam Hasırcı, Ali Yolcu’nun gazetecilik etiğine uygun davranmadığını vurguladı: “Araştırma yapmadan, olayı tam öğrenmeden birilerinin borazanlığını yapmak meslek etiğine sığar mı Sayın Yolcu?”

'Gazeteci olarak aileleri dinlemeliydiniz'

Hizam Hasırcı, gazeteci Ali Yolcu’nun konteyner kentte yaşayan ailelerle hiç görüşmeden genelleme yaptığını belirtti: “Sadece konteyner kentlerde kimse hak etmediği yerde olmamalı. Zahmet edip bir gazeteci olarak gelip oradaki aileleri dinleyebilirdiniz” diyen Hasırcı, bu tür girdilerin dayanışma ruhunu zedelediğine dikkat çekti. 

Hasırcı açıklamalarında, depremzedelerle dayanışmanın önemine dikkat çekerken, medyanın bu süreçte sorumluluk alması gerektiğini hatırlattı. Deprem mağdurlarını hedef almak yerine, mağduriyetlerin giderilmesi için çaba gösterilmesi gerektiğini altını çizen Hizam Hasırcı, özellikle soğuk kış aylarında temel ısınma ihtiyaçlarının karşılanması için yapılan eylemin "konfor arayışı" ya da "bedavacılık" olarak nitelendirilmesinin kabul edilemez olduğunu belirtti. 

Ne olmuştu?

Hatırlanacağı üzere, Hatay’ın Defne ilçesinde depremzede öğretmenlerin yaşadığı Şehit Öğretmen Necmettin Yılmaz Geçici Konaklama Merkezi’nde, elektrikler kesilmişti. Kesinti, İl Afet ve Acil Durum Müdürlüğü’nün (AFAD) elektrik faturalarını ödememesi nedeniyle gerçekleşmişti.

Konteyner kentte 210 ailenin yaşadığı ve tüm temel ihtiyaçların elektrikle karşılandığı belirtilmiş, Hizam Hasırcı, bu duruma tepki göstererek, “Bu zulmü kabul etmiyoruz” demişti.

Elektrik kesintisi, depremzedelerin yaşadığı barınma ve temel ihtiyaç sorunlarının devam ettiğini bir kez daha gözler önüne sermişti.

                                                                       /././

75 kişinin yaşamını yitirdiği Ebrar Sitesi K Blok davasında ilk tutuklama

Maraş'ta 6 Şubat depremlerinde yıkılan ve 75 kişinin yaşamını yitirdiği Ebrar Sitesi K Blok davasında ilk tutuklama kararı bugün alındı. İki müteahhit hakkında tutuklama kararı çıktı.

Kahramanmaraş'ta 6 Şubat 2023 depremlerinde yıkılan ve 75 kişinin yaşamını yitirdiği Ebrar Sitesi K Blok davasında ilk kez tutuklama kararı çıktı.

Bugün görülen duruşmada müteahhit sanıklar Tevfik Tepebaşı ve Ahmet Doğan'ın tutuklanmasına karar verildi. 

Depremzedelerin avukatı Av. Eren Selanik, bu dava kapsamındailk kez tutuklama kararları verildiğini, bunun dosya açısından önemli bir gelişme olduğunu söyledi.

Toplam 1400 kişinin yaşamını yitirdiği Ebrar Sitesi’nde yıkılan her bir blokla ilgili ayrı davalar açılmıştı.

Ebrar Sitesi K Blok’ta depremde 75 kişi yaşamını yitirmişti.

Duruşmaya katılmayan müteahhidin kaçmasından endişe ediliyor

K Blok davasında, katılan depremzedelerin avukatı Selanik, hali hazırda tutuksuz yargılanan müteahhit Ahmet Doğan’ın başka bir davadan tutukluyken yakın bir zamanda tahliye edildiğini söyledi.

Bugünkü duruşmaya katılmayan Doğan hakkında yakalama kararı çıkarıldı. Ancak depremzede aileleri Doğan’ın kaçmasından endişe ediyor.

Hakkında tutuklama kararı verilen diğer müteahhit Tevfik Tepebaşı ise halihazırda başka bir davadan tutuklu bulunuyor.

                                                            ***

Devlet Tiyatrosu'ndaki oyun Hüda-Par ve YRP’nin hedefinde: Valilik ‘Oyun İslam'a aykırı değil’ dedi

Diyarbakır'da Hüda-Par tarafından hedef alındıktan sonra adı değiştirilen DT oyunu şimdi de Elazığ'da Hüda-Par ve YRP'nin hedefinde. Valilikten "Oyun İslam'a aykırı değil" açıklaması yapıldı.

Diyarbakır Devlet Tiyatrosu’nca (DT) sahnelenen, Hırvat yazar Miro Gavran’ın “Karımın Kocası” adlı oyunu geçen ayın son günlerinde Diyarbakır’da Hüda-Par tarafından hedef alınmış, Hüda-Parlı grup oyunun oynandığı sahnenin önünde toplanarak provokasyon yapmıştı.

Devlet Tiyatroları ise tehditlerin ardından oyunun adını “Evlilik Komedisi” olarak değiştirmişti. 

Bu akşam Elazığ’da sahnelenecek olan oyun bir kez daha Hüda-Par’ın hedefinde. Yeniden Refah Partisi de oyunu hedef aldı. Kamuoyundan provokatif açıklamalara itibar etmemesini isteyen Elazığ Valiliği ise “Söz konusu oyunun İslam'a ve ahlaki değerlere aykırı olduğu yönündeki iddialar gerçeği yansıtmamaktadır” açıklaması yaptı.

Hüda-Par oyunu hedef göstermeye devam ediyor

Hüda-Par Elazığ İl Başkanı Metin Suiçer 6 Ocak’ta yaptığı yazılı açıklamada oyunu “ahlak dışı tiyatro oyunu” diyerek hedef aldı. Oyunun Elazığ’da sahnelenmesinin “halkın kutsallarına saldırı” olduğunu iddia eden Suiçer “Oyunun derhal iptal edilmesini talep ediyoruz” ifadelerini kullandı.(https://x.com/HudaParElazig/status/1876271440158429625)


                       Elazığ'da Hüda-Par Kadın Kolları Başkanı Mehtap Göksu da oyunu hedef aldı.

Hüda-Par Elazığ Kadın Kolları Başkanı Mehtap Göksu da "Bu ahlak dışı oyunun sahnelenmesine izin vermeyin" diyerek oyunu hedef gösterdi.

YRP 'Tümüyle yasaklansın' dedi

Yeniden Refah Partisi (YRP) Genel Başkan Yardımcısı ve Teşkilat Başkanı Nureddin Gül de yaptığı paylaşımda oyunun afişinin üzerine “Ahlaksızlığa sessiz kalmayacağız. Elazığ’da istemiyoruz” yazılmış bir görseli paylaşarak tiyatro oyununu hedef gösterdi.

Gül “ahlaki değerlere ve aile yapısına aykırı” olduğunu iddia ederek hedef gösterdiği oyunun “tümüyle yasaklanması ve sahnelenmesine hiçbir yerde müsaade edilmemesi” çağrısında da bulundu.https://x.com/nureddingul/status/1876697019558805625

Elazığ Valiliği'nden sağduyu çağrısı: 'Oyun İslam'a ve ahlaki değerlere aykırı değil'

Elazığ Valiliği ise yapılan açıklamaları “provokatif” diye nitelendirirken “Söz konusu oyunun İslam'a ve ahlaki değerlere aykırı olduğu yönündeki iddialar gerçeği yansıtmamaktadır" ifadelerini kullandı.

Valilikten yapılan açıklamada, bazı sosyal medya ve basın yayın organlarında, Devlet Tiyatroları tarafından kentte sahnelenecek "Evlilik Komedisi" adlı tiyatro oyununa ilişkin halkı provoke etmeyi amaçlayan ifadeler yer aldığı belirtildi.

Devlet Tiyatroları’nın kuruluşundan bu yana “Türk kültürünü, örf ve adetlerini koruma misyonuyla hareket ettiği ve sahnelediği eserlerde toplumun değerlerine saygıyı esas aldığı” vurgulanan açıklamada, şunlar kaydedildi:

"Sadakat ve evlilik kavramlarının önemini vurgulayan ve ahlaki değerlerdeki değişimi mizahi bir dille ele alan 'Evlilik Komedisi' adlı oyun, toplumsal değerlerimize uygun bir şekilde seyirciyle buluşmaktadır. Söz konusu oyunun İslam'a ve ahlaki değerlere aykırı olduğu yönündeki iddialar gerçeği yansıtmamaktadır. Bu tür iddialar hem oyunun içeriğini çarpıtmakta hem de kamuoyunda yanlış bir algı yaratmaya çalışmaktadır. Devlet Tiyatrolarının sahnelediği tüm eserler, toplumsal hassasiyetler dikkate alınarak hazırlanmakta ve halkımızın beğenisine sunulmaktadır.”

Devlet Tiyatrolarının, toplumun kültürel gelişimine katkıda bulunmayı ve sanatı halkla buluşturmayı sürdüreceği belirtilen açıklamada, şu ifadelere yer verildi:

"Bu bağlamda, kamuoyunun sağduyulu bir tutum sergilemesini, gerçeği yansıtmayan bu tür provokatif açıklamalara itibar etmemesini temenni ederiz. Sanat, toplumların birleştirici gücüdür ve tüm kesimleri kapsayan, hoşgörüye dayalı bir yaklaşımı esas alır. Devlet Tiyatroları, her zaman olduğu gibi kültürümüzü ve değerlerimizi yaşatmaya ve toplumumuzun sanatla buluşmasına öncülük etmeye devam edecektir."

Öte yandan "Evlilik Komedisi" adıyla bu akşam Elazığ'da sahnelenecek oyunun biletleri tükenmiş görünüyor:

                                                              ***

Öne Çıkan Yayın

"Gündem" -21 Haziran 2025-

Ankara'da lityum fabrikasında gaz sızıntısı: 2 işçi öldü, 3 işçi yaralandı!-Birgün- Ankara'nın Polatlı ilçesinde bir fabrikada boru ...