İsrail’e uşaklık ve İsmail Kılıçarslan -Ali Ufuk Arıkan-
"Hayatlarını emperyalizme hizmete adamış, bölgede İsrail'in dikenli tel ve savaş uçaklarının yakıt ihtiyaçlarını karşılamayı doğal görev bilmiş bir akıl var karşımızda."
Suriye’de iktidarın değiştiği o günlere dönelim, üç ay öncesine…
İktidar doğrudan emperyalizm güdümlü HTŞ’ye geçtiği sırada İsrail tüm kritik askeri noktaları canı istediği gibi bombalıyor, yıllardır bir direnç konusu olan işgal bölgesini yine keyfine göre genişletiyordu.
HTŞ denen aparat İsrail’in bu saldırılarına karşı değil kurşun, taş bile atamadıysa kendisini iktidara taşıyanlara kölece duydukları saygıdandı bu.
O nedenle iktidara gelir gelmez yıllardır Filistin direniş hareketlerinin ana yataklarından biri olan Suriye’den Filistinli direnişçi gruplarını kovmaya kalktılar.
Bazıları şaşırdı, ortada bir tuhaflık yok muydu?
Neden İsrail’e karşı boynu kıldan inceydi bu cihatçı çetenin, neden ilk hedeflerinden biri Filistinli direnişçiler olmuştu?
Bazılarının kafası karışmış, hatta biraz şaşırmıştı.
Nevşin Mengü atlayıp gidip yerinde görmüş, “Bunlar Taliban gibi değilmiş, ciddi bir anlayış farkı var” demiş, Kübra Par “Kadınlara ‘Endişeli misiniz’ diye soruyorum. Aldığım yanıt ‘Hayır, korkmuyoruz’ oluyor. Zorla çarpıtayım mı?” serzenişinde bulunmuştu.
Peki, şimdi neden Alevilerin insanlık dışı şekilde, barbarca katledildiği görüntülere şahitlik ediyoruz?
Suriye’de yaşananlar ne anlama geliyor, HTŞ denen cihatçı çete özüne döndü, gerçek yüzünü mü gösteriyordu?
Ortada ne bir tuhaflık ne şaşılacak bir şey var… En baştan beri her şey tam da İsrail’in, emperyalistlerin istediği gibi gidiyor.
Suriye'de İsrail, İngiltere ve ABD operasyonuyla iktidara taşınan El Kaide artığı HTŞ, tam da bugünler için hazır edildi.
Yıllarca İsrail'e karşı bölgedeki en büyük direnç unsurlarından biri olan ve İsrail'i tanımayan Suriye'den, cihatçı iktidarında ülkesinin topraklarını İsrail'in işgal etmesine ses bile çıkaramayan, Alevilerin gözlerini oyacak kadar barbar olup, Şam'ın dibine kadar gelen İsrail askerlerine tek kurşun atamayacak kadar köle ruhlu bir cihatçı organizasyonundan söz ediyoruz.
Şimdi bu barbar cihatçı çete yine emperyalizme hizmetin bir parçası olarak bölgede en iyi bildikleri şeyi yapıyor, Alevileri, sivilleri katlediyor.
Bu katliamın ardından geçen günlere bakın, HTŞ dolayımıyla emperyalistler Suriye'yi istedikleri gibi biçimlendiriyor, parçalıyor, üstüne de İsrail denilen soykırımcı barbarların sıfıra inen meşruiyetini artırmayı deniyor.
Tablo bu kadar açık seçik ortadayken Yeni Şafak adlı gazetenin İsmail Kılıçarslan adlı yazarı çıkıp diyor ki, “Nusayriler dini inançları bakımından değil, emperyalizme yaptıkları köpekliğin bir sonucu olarak, hâlâ Suriye’de sivil insan öldürecek kadar alçak oldukları için gebertiliyorlar.”
Büyük tepki çeken bu sözlerine "Nusayri teröristler" eki yaparak özür dileyen Kılıçarslan, Alevilere nefret kusma limitinin henüz dolmadığını gösterip bir de "Türkiye'deki Nusayriler rahat olsun" demiş, sağolsun…
Hayatlarını emperyalizme hizmete adamış, bölgede İsrail'in dikenli tel ve savaş uçaklarının yakıt ihtiyaçlarını karşılamayı doğal görev bilmiş bir akıl var karşımızda.
Yıllardır başta İsrail ve ABD olmak üzere siyonist, emperyalist çetelerin Suriye'yi hedef alırken dile getirdiği her türlü yalanı utanmadan söylemeye devam eden, bölgede gün gün İsrail ve ABD planlarını güçlendiren cihatçı çetelerin kendi Yeni Osmanlıcı hayallerini güçlendirdiğini sanan bir alıklıkla karşı karşıyayız aynı zamanda.
Alıklıksa da değilse de sonuç aynı yere çıkıyor: Emperyalizme koşulsuz uşaklık.
Kılıçarslan gibiler için 6. Filodan bu yana secde edilen yer değişmedi, değişmeyecek.
Bitirirken Kılıçarslan’a bir tavsiye, bir de hatırlama...
İnsanlığa, Alevilere nefret kusan yazısını çerçeveletip duvarına assın, bakıp bakıp emperyalizme, siyonizme uşaklıkta nasıl bir eşik atladığını görüp görüp gururlansın.
Hatırlatma ise… Emperyalist haydutlar çetesi er ya da geç Filistin’de, Suriye’de ve ülkemizde mutlaka yenilecek. O zaman İsmail gibiler ne yapacak, onu da gururlandığı çerçeveye dikkatli şekilde bakarak düşüsün.
/././
'Siyasal Alevilik'ten 'ömrü vefa edene kadar'a uzanan yollar -Fatih Yaşlı-
"Türkiye, seçimlerin yapıldığı ama formaliteden ibaret hale geldiği, sandıktan hep iktidarın çıktığı, Azerbaycan misali bir ülkeye dönüştürülmek isteniyor. Erdoğan’ın ölene kadar o koltukta oturması için her yolun denenmesi gerekiyor."
Türkiye 2025 yılına bütünüyle zırva olmakla birlikte siyaset ve toplum üzerinde etkili olacağı anlaşılan bir kavramla girmişti: “Siyasal Alevilik” kavramıyla. Kavramın ortaya çıkışı ise elbette ki tesadüf değildi; Suriye’de Esad düşmüş, HTŞ’nin yani El Kaide’nin öncülüğündeki cihatçı çeteler yönetimi ele geçirmişti.
Cihatçılık ve onun ideolojisi olan Selefilik için tarihsel olarak diğer dinler değil, Alevilik ve Şiilik hep baş düşman oldu, bunlar sapkınlık olarak görüldü ve hedef tahtasına yerleştirildi, cihatçılık başından itibaren mezhepçi bir ideoloji olarak şekillendi.
Yeni-Osmanlıcı dış politika doğrultusunda Esad’ın devrilmesi öncelikli başlık haline geldikten sonra Türkiye Suriye’de hem cihatçılara yatırım yaptı hem de buna uygun bir şekilde mezhepçi bir söylem kullandı. Gerçekliğe aykırı bir şekilde, Suriye’deki rejimin Nusayrilere/Arap Alevilerine ait olduğu ve Sünnileri ezdiği, onlara yönelik sistematik baskı politikaları izlediği öne sürüldü.
Esad’ın devrilmesinin ardından ise söylem “Suriye tekrar esas sahiplerine kavuştu” üzerine kuruldu ve buradan da “siyasal Alevilik” kavramına ulaşıldı. Cihatçıların Suriye’yi işgalinin Türkiye’ye başlıca yansıması siyasal İslamcıların gemi azıya alıp Türkiye Alevilerini bu kavram üzerinden tehdit etmeye başlaması ve “ayağınızı denk alın” demesi oldu.
Ancak “siyasal Alevilik”, Aleviliğin başına eklediği “siyasal” sıfatıyla Alevileri de aşacak bir şekilde bütün muhalif kesimlere yönelik bir adlandırma, seslenme ve parmak sallama aracıydı. Hedefte sadece Aleviler değil, siyasal İslamcı projeye angaje olmayan bütün toplum kesimleri vardı.
Nasıl ki siyasal Alevi kavramının ortaya atılışının zamanlaması tesadüf değilse, kavramın ortaya atılmasının hemen ardından yargı sopasının siyaseti dizayn etmek ve siyasal alanı daraltmak için kullanılmaya başlanması da bir tesadüf değildi. Suriye’de kazanılan “zafer”in içeriye yansıması, muhaliflere yönelik yargı merkezli ve süreklileşmiş bir operasyon dönemine girişimiz oldu. Kayyım atamaları, operasyonlar, İmamoğlu’nu tasfiye girişimleri vs. hepsi bu konjonktürün ürünü olarak karşımıza çıktı.
Peki aynı günlerde Bahçeli eliyle ve Öcalan üzerinden yeni bir sürecin başlatılması bir tesadüf müydü? Elbette ki hayır! Halep kalesine asılan bayrakla yükseltilen “fetih” söylemi, siyasal Alevilik kavramının icadıyla birlikte başlayan yargı merkezli operasyonlar ve adı “terörsüz Türkiye” olarak konulan yeni süreç birbirinden ayrıştırılabilir değildi ve hepsi tek bir hedefe ulaşmak için kullanılan enstrümanlardı.
Şimdilerde yaşadıklarımız tüm bu olan bitenlerin birbiriyle bağlantısını ve ulaşılmak istenilen yerin de neresi olduğunu çok açık bir şekilde ortaya koyuyor. Suriye’de HTŞ’nin ve cihatçıların başlattığı Alevi katliamına bakalım öncelikle.
İktidarın iki kanadı da yaşananlarla ilgili yaptıkları değerlendirmelerde açık bir şekilde cihatçıların arkasında durdular, HTŞ’ye yönelik bir provokasyondan bahsettiler ve CHP’yi mezhepçilik yapmakla, Suriye’deki gerilimi buraya taşımaya çalışmakla suçladılar. Suriye’deki katliamları geçtim, Türkiye’deki Alevi yurttaşların yaşadığı tedirginliği azaltmaya yönelik dahi en ufak bir açıklama yapılmadı, tek bir adım atılmadı. Bilakis yandaş medya üzerinden içerideki bütün muhalif kesimlere bir kez daha “ayağınızı denk alın” mesajı verildi.
Peki ya yargı merkezli operasyonlar? Onlar da tüm hızıyla devam ediyor elbette. En son hamle İmamoğlu’nun en yakınındakilere yönelik mal varlıklarının dondurulması kararıydı ve böylece çember biraz daha daralmış oldu. 23 Mart’ta CHP’de yapılacak cumhurbaşkanlığı ön seçimi öncesi nihai hedefi İmamoğlu olan bu operasyonların nereye varacağını hep beraber göreceğiz.
Ve üçüncüsü yeni süreç… Öcalan’ın son mektubuyla yeni bir aşamaya gelindi ve PKK’nin kendini feshetme süreci de başlamış oldu; bu süreç koşulsuz, şartsız mı ilerleyecek yoksa PKK somut birtakım adımlar mı görmek isteyecek onu önümüzdeki günlerde anlayacağız. Ancak sürecin somut çıktısı CHP-DEM Parti ittifakının altının oyulması, DEM Parti’nin tarafsız bir pozisyona yerleşmesi ve belki de yeni bir anayasanın asli ortağı haline gelmesi oldu.
Buna bir de en sıcak gelişmeyi, yani YPG’nin HTŞ’yle yaptığı anlaşmayı ekleyelim. En az bin Alevi’nin katledilmesinin üzerinden daha 24 saat bile geçmemişken, bu iki örgüt ABD güdümlü bir barışa ve anlaşmaya imza attılar. Mazlum Abdi önce CENTCOM komutanı ile bir araya geldi, sonra bir Apache helikopterine binip Şam’a gitti ve orada El Kaide artığı Colani’yle poz verip, 8 maddelik bir anlaşmaya imza attı.
Tüm bunların içerisine yerleştirileceği bağlama “ömrü vefa edene kadar konsepti” adını verebiliriz sanıyorum. Türkiye’de rejim daha önce kullandığım bir kavramla söyleyecek olursam bir “seçimsizleştirme” aşamasına geçmiş durumda. Yani Türkiye, seçimlerin yapıldığı ama formaliteden ibaret hale geldiği, sandıktan hep iktidarın çıktığı, Azerbaycan misali bir ülkeye dönüştürülmek isteniyor. O iktidarın merkezinde ise Erdoğan bulunuyor; o olmadan inşa edilen rejimin yoluna devam etme şansı son derece zayıf. Dolayısıyla Erdoğan’ın ölene kadar o koltukta oturması için her yolun denenmesi gerekiyor.
Erdoğan bir yandan “Suriye fatihi” rolünü oynamaya devam edecek, HTŞ rejimiyle her türlü ilişki kurulacak, emperyal fanteziler tatmin edilecek ama buna bir de “terörü bitiren lider” unvanı eklenecek. Tüm bunları yaparken ise Kürtlerin ağzına bir parmak bal çalarak günü geldiğinde Kürt siyasetini bir kez daha aday olmasının yolunu açacak olan erken seçime Meclis’te evet dedirtmeye ya da yeni anayasanın ortağı yapmaya çalışacak.
Ama bunlar tek başına “ömrü vefa edene kadar başkanlık” için yeterli olmayabilir; bunun için de seçimsizleştirme sürecine uygun bir şekilde Erdoğan’ın karşısındaki en büyük rakip olan İmamoğlu’nun devre dışı bırakılması ve tasfiye edilmesi de gerekecek.
Bunun için yapılacak şeyin ne olduğunu bilmiyoruz henüz; diplomasının geçersiz ilan edilip seçime katılmasının engellenmesi mi, siyasi yasak ve cezaevi mi, henüz belli değil. Belki de ve daha düşük ihtimalle olmakla birlikte çok sayıda dava üzerinden itibarsızlaştırılarak son derece yıpranmış ve ortak aday olmaktan çıkarılmış bir şekilde aday olmasına izin verilecek…
Geçtiğimiz haftaki yazıda “barışın kaybedeni olmaz” mı diye sormuş ve olabileceğini söylemiştik. Şu an iktidar eliyle dayatılan ve Amerikan-İsrail güdümlü bir karakter taşıyan “barış” süreci, bir “yeni-Osmanlı barışı”dır.
Yani birincisi bu barış asimetrik bir nitelik taşımaktadır, masaya denk güçler oturmamaktadır, bir taraf diğerine kendi barışını dayatmaktadır; kayyımlar, operasyonlar, rakipleri tasfiye, karşı ittifakları dağıtma girişimleri bunun bir parçasıdır. İkincisi, karşımızda modern karakterli bir barış yoktur; demokrasi, özgürlükler, insan hakları, eşit yurttaşlık vb.ne değil “İslam kardeşliği”ne yaslanan ve hatta mezhepçiliğe göz kırpan bir yaklaşım söz konusudur. Üçüncüsü, Türkiye’nin ilerici kesimleri yeni ittifakın neticesi olabilecek yeni ve gerici “toplum sözleşmesi”nin ve yeni anayasanın fiilen dışında bırakılacaklardır. Dördüncüsü, Suriye’deki gelişmelerle birlikte kuvvetle muhtemel bu yeni ittifak İran düşmanı bir çizginin bölgesel temsilciliği rolünü üstlenmek isteyecektir. Ve beşincisi ve elbette ki en önemlisi, saray merkezli rejim buradan yitirmeye yüz tutan hegemonyasını yeniden tesis ederek çıkmayı, rakiplerini tasfiyeyi sorunsuz bir şekilde halletmeyi ve Erdoğan’ı ömrü vefa edene kadar o koltukta oturtmayı hedeflemektedir.
Velhasıl silahların susması, akan kanın durması, şiddetin sona ermesi, bunların hiçbirine itiraz edilemez ama siyaset üstü, dokunulamaz, eleştirilemez bir barışın ve apolitik bir barış güzellemesinin de Türkiye halkına herhangi bir faydası yoktur.
Bu memlekete dair esastan bir derdi olan solun “barışı demokratikleştirmek”, “barışın altını doldurmak” vs. gibi beyhude işlerle uğraşmak yerine kendi bağımsız hattını inşa ederek Türk ve Kürt emekçilerin ülkenin asli sahipleri ve eşit yurttaşlar olarak bir arada yaşayacağı bir Türkiye için mücadele etmesi hepimiz için en hayırlısı olacaktır.
/././
Berkin Elvan’sız 11 yıl: 'Elbet bir gün rahat uyuyabilmeni sağlayacağız'
Berkin Elvan, katledilişinin 11. yılında mezarı başında anıldı. Elvan'ın ailesi “Berkin için adalet, herkes için adalet” dedi.
Gezi Direnişi sırasında 16 Haziran 2013’te polisin attığı gaz fişeğinin başına isabet etmesi sonucu 269 gün komada kalan Berkin Elvan, 11 Mart 2014’te hayatını kaybetti. Berkin Elvan katledilişinin 11. yılında Feriköy Mezarlığı’nda anıldı.
Anma törenine başlarken Gezi Direnişinde yaşamını yitirenler için saygı duruşunda bulunuldu.
Elvan ailesi adına konuşan Berkin'in ablası Gamze Elvan, tüm çocuklar için adalet istediklerini vurgulayarak “Biz adalete açız. Biz bir çocuğun 6 yaşında evlendirilmesine göz yumanlara karşı adalet arıyoruz. Çocuklarımızı tarikatların, çocuk istismarcıların ellerine bırakanlara karşı adalet arıyoruz. Çocuklarımızı enkazda aramayan bu iktidara karşı adalet arıyoruz. Devlet eliyle öldürülen tüm çocuklar için adalet arıyoruz” dedi.
Elvan ailesi, katillerin hiçbir ceza almadığına vurgu yaparak, “Bu ülkenin birer yurttaşı olarak, bizim de hakkımızı teslim etmesi için bu ülkenin mahkemelerine güvendik. Ama oğlumuzun katili tek bir gün bile hapse girmemişken avukatlarımız Oya Aslan ve Can Atalay halen cezaevinde tutuluyor. Berkin’imizin katillerine hak ettikleri cezayı vermeyenler, avukatımız Can Atalay’ı ve dostumuz Mücellâ Yapıcı başta olmak üzere mücadele arkadaşlarımızı hapse attı” ifadelerini kullandı.
Kendilerine yönelik tehditleri şikayet ettiklerini ancak bir kişinin bile ifadesinin alınmadığına dikkat çeken aile, “Devlet bizim değil, bizi katledenlerin ve acımızla dalga geçenlerin devleti olduğunu bir kez daha gösterdi” dedi.
'Yaşatılan zulmü unutmayacağız'
İktidara ve yargı makamlarına seslenen aile, çağrılarını şöyle sonlandırdı:
“Siz katilleri korumaya çalışsanız da biz; Berkin için, katledilen bütün çocuklar için, yangınlarda yaşamını yitiren ve hâlâ korunamayan çocuklar için, tarikatların ellerine bırakılan çocuklar için adalet istemekten asla vazgeçmeyeceğiz. Süregelen saldırılar ve bunlara karşı koymak için hiçbir çaba sarfetmeyen yargı makamları sadece öfkemizi bileyliyor.
Önümüzdeki yıl 12. kez bu mezarın başında adaleti bulmuş olmayı diliyoruz. Çünkü bir çocuğun katilinin hesap vermesi, geride kalan tüm çocuklarımızın geleceğinin teminatı olacak.
Oğlumuz, canımız, yavrumuz, Berkin’imiz, kaç yıl geçerse geçsin; sana yaşatılan zulmü unutmayacağız, seni bizden koparanları asla affetmeyeceğiz.
Elbet bir gün yattığın yerde rahat uyuyabilmeni sağlayacağız.”
'Sözümüzdür, hesap soracağız!'
Anma töreninde yer alan Türkiye Komünist Partisi İstanbul İl Örgütü, paylaştığı mesajda "Berkin Elvan’ı katledenlerden hesap soracağız!" dedi.
Sosyal medyadan paylaşılan mesajda şu ifadelere yer verildi:
"Berkin, Haziran Direnişi’nde zorbalığa, karanlığa karşı mücadele eden ilerici aydınlanmacı milyonlarca yurttaşımızdan biriydi. Sözümüzdür, Berkin Elvan’ı katledenlerden de memleketimizi karanlığa mahkum etmek isteyenlerden de hesap soracağız!"
Katil dışarıda, dosyası yüksek yargıda
14 yaşındaki Berkin Elvan, Gezi Direnişi sırasında 16 Haziran 2013’te polisin attığı gaz bombasıyla başından yaralanmış, aylarca komada kaldıktan sonra 11 Mart 2014’te yaşamını yitirmişti. Elvan’ın yaşamını yitirmesine neden olduğuna hükmedilen polis memuru Fatih Dalgalı 16 yıl 8 ay hapis cezasına çarptırıldı.
Ancak Dalgalı tutuklanmadı, hakkında yurtdışı çıkış yasağı adli kontrol tedbiri uygulandı. Sanık Dalgalı, cezası Yargıtay tarafından onanırsa cezaevine girecek.
***
‘Buenos Aires Motorlu Testere Katliamı’-Nevzat Evrim Önal-
Kapitalizmin emperyalist çürüme çağında yaşıyoruz. İnsanlık bu karanlıktan ya sosyalist devrimlerle kurtulacak ya da Milei gibi motorlu testereli manyaklar tarafından kovalanıp katledilecek.
Arjantin’de liberal Milei iktidarı bir yılını geride bıraktı ve pek çok kaynakta bir “ekonomik mucize” yaşandığından, liberal ekonomi ekolünün önerilerinin bir kez daha doğrulandığından bahsediliyor.
Bunu inceleyeceğiz, ama önce, bilimde mucizelere yer olmadığına göre, “ekonomik mucize” ne demek onu deşifre edelim:
İçinde yaşadığımız kapitalist toplum, bir “çatışan çıkarlar” toplumudur. Bir yanda sermayedar sınıf ile işçi sınıfı karşı karşıyadır; işçiler daha iyi geçim koşulları (yani daha fazla mal ve hizmetten faydalanabilme) derdindeyken sermayedar sınıf daha yüksek kâr oranları peşindedir ve bu da sermayedarlar için en temel maliyet kalemi olan ücretlerin olabildiğince düşük seyretmesini gerektirir. Diğer yanda ise sermayenin ekonomik çıkarları homojen değildir ve farklı sermaye öbekleri farklı devlet politikaları talep eder. Örneğin maliyetleri ulusal para birimi, kazançları döviz cinsinden olan ihracata yönelik sanayi ülkenin ulusal para biriminin döviz karşısında sürekli değer kaybetmesini isterken, sermayesini faiz yoluyla biriktiren finans kesimi yüksek reel faiz ortamı talep eder.
“Ekonomik mucize”ler, bir ülkede sermayenin en azından büyük bölümü arasında bir çıkar uzlaşması yakalandığı; buna ek olarak işçi sınıfının da ya politik yollarla bu uzlaşmanın kuyruğuna takılmaya ikna edildiği ya da şiddetle ezilip bir süreliğine aktif mücadele edemez hale getirildiği dönemlerde gerçekleşir. Bu dönemler tipik olarak ekonomik çöküşlerin ardından gelir ve sermaye mutabakatı da yeni kaynakların sermayenin kullanımına açılması ile oluşturulur. Bu kaynakların her zaman doğrudan doğruya daha düşük ücretler yoluyla fiili emek sömürüsünden çıkartılması ise şart değildir. Örneğin 2001 krizinin ardından 2002-2008 döneminde Türkiye’de ortalama reel ücrette büyük bir gerileme yaşanmazken1, hem özelleştirmeler hem de olağanüstü bir dış borçlanma furyasıyla sermayeye büyük yeni olanaklar oluşturuldu ve hem bu olanakları yaratarak sermaye uzlaşısını kuran hem de İslamcı ideoloji sayesinde işçi sınıfının önemli bir bölümünü bu uzlaşının kuyruğuna takan AKP iktidarı yerleşik hale geldi.
Bu notu düşelim ve devam edelim…
***
Javier Milei de Arjantin’in başına bir çöküş döneminin ardından geçti. Arjantin ekonomisi on yılı aşkın süredir krizdeydi2 ve Milei’nin başkan seçildiği Aralık 2023 seçimleri öncesinde enflasyon yüzde 200’ü aşmıştı. Ayrıca, 2001-2002 krizinden beri bir yandan sayısız emek karşıtı politik girişimle mücadele eden, diğer yandan da hiç istikrar kazanamayan ekonomik koşullarla boğuşan Arjantin halkı yorgun düşmüş; ayrıca geleneksel politik elitin yolsuzluklarından da bıkmıştı. Elinde motorlu testereyle gezip “devleti bununla budayacam” diye böbürlenen; “doları ulusal para birimi yapacam”, “merkez bankasının dibine bomba koyup patlatacam” ve benzeri vaatler üfüren ergen rock yıldızı kılıklı Milei, seçimi bu ortamda kazandı.
Liberalizmin böyle Hayekçi bir uç yorumu pek tabii ki, sermayedar sınıfın farklı kesimleri böyle bir çerçevede uzlaşamayacağı için, pratikte uygulanabilir değildi. Zaten Arjantin halkı da yorgundu, çıldırmamıştı. Milei başkanlığı aldı, ama parlamento çoğunluğu şöyle dursun, partisi seçimlerden birinci parti dahi çıkmadı. Dolayısıyla parlamentoda karmaşık bir koalisyon kuruldu ve sermaye uzlaşısı bu müzakere zemininde sağlandı. Milei’nin merkez bankasına ve para birimine dair “fantastik” önerileri rafa kalktı, “devleti küçültme” hedefi ise derhal hayata geçirildi.
“Küçülme”den kasıt şu: Yaklaşık 40 bin devlet memuru işten atıldı ya da zorla emekli edildi, memur, kamu işçisi ve emeklilerin ücretleri enflasyon karşısında eritildi, sosyal harcamalar kesildi, enerji ve ulaşıma verilen devlet destekleri kaldırıldı. Bunun sonucunda Arjantin’de işsizlik yüzde 5,7’den 6,9’a, yoksulluk yüzde 42,5’ten yüzde 52,9’a yükseldi. Tüm ücretli kesimler reel ücret kayıpları yaşadı ama bilhassa emekliler korkunç bir yoksullaşmayla karşı karşıya kaldı, zira kamudaki tasarrufun tek başına yüzde 20,6’sı emekli maaşlarındaki reel düşüşle sağlandı.3
Yani sermaye uzlaşısı emekçi sınıfın sırtına binerek kuruldu, devletten sosyal olan kesilip atıldı. Liberallerin “mucizesi” budur; yaşanan Buenos Aires Motorlu Testere Katliamı’dır.
Liberaller “ama enflasyon düştü, gerisi zamanla düzelir” diyor. “Düştü” denen enflasyon önce devletin çeşitli mallar üzerindeki fiyat kontrolleri kaldırıldığı için yüzde 300’e dayandı, şimdi ise yüzde 85 civarında.4 Düşmeye devam edip etmeyeceğini göreceğiz, ama muhtemelen bu yoksullaştırma politikaları sürdükçe, enflasyon da düşecektir. Halkı yoksullaştırırsanız, daha az mal ve hizmet talep edebileceği için enflasyon düşer.
Dahası, Milei Arjantin’de halen hayli hacimli olan kamu sektörünü özelleştirmeye başlıyor. İlk adım olarak Ocak ayında ulusal çelik şirketi IMPSA, ABD merkezli Industrial Acquisition Fund’a (Sınai Satınalma Fonu) satıldı.5 Devamı gelecektir.
Bu bahsi kapatmadan önce iki not düşmek istiyorum.
Birincisi, Arjantin’de “faizi yükselt enflasyonu düşür” modeli uygulanmadı. Aksine Milei döneminde Merkez Bankası gösterge faizi hayli hızlı biçimde düşürüldü ve enflasyon buna rağmen düştü.6 Enflasyonun ancak yüksek reel faiz yoluyla düşürülebileceğini iddia eden, her vakaya aynı reçeteyi yazan “ortodoks”lar otursun düşünsün.
İkincisi, liberaller kusura bakmasın ama ikide birde papağan gibi tekrarladıkları “Arjantin’de liberalizmin en ileri uygulaması test ediliyor” iddiasının altı boş. Arjantin’de atılmış ya da atılması gerçekçi biçimde gündeme alınmış liberalleşme adımlarının hepsi Türkiye’de çoktan atıldı ve Türkiye, Arjantin’den çok daha liberal bir ekonomik ortama sahip. Örneğin Türkiye’de neredeyse hiçbir sermaye kontrolü yok, Türk Lirası ile döviz arasında hareket etmek serbest. Arjantin’de günde 200 dolardan fazla dolar alamıyorsunuz. Arjantin’de hâlâ satılmayı bekleyen bir sürü kamu iktisadi teşekkülü var, Türkiye’de ise Tüpraş’tan Erdemir’e, Tekel’den Petkim’e ne varsa özelleştirildi. Kendi doğum gününü milat zanneden genç “liberteryen”ler hatırlamaz ama AKP’nin ilk maliye bakanı Kemal Unakıtan (ki kendisi en az Milei kadar liberaldi) “satıyoruz satıyoruz bitmiyor” dediğinde, yıl 2007’ydi.7
Sonra satmaya devam ettiler ve doğal olarak bir noktada bitti; artık otoyol köprülerini, hatta nükleer santralleri bile kazanç garantisi vererek özel şirketlere yaptırmak gibi yöntemler uyguluyorlar.
Tabii devletin ekonomik araçları budandıkça, ideoloji ve zorbalık araçlarını güçlendirmek lazım ki işçi sınıfı, hele ki Arjantin gibi mücadele geleneği güçlü işçi sınıfı hizada tutulabilsin. Bu yüzden Milei hem polis devletinden yana, protesto eylemlerinde kullanılan kaynakların protestolara katılan kişi ve kurumlara fatura edilmesini öneren bir faşist8; hem de kadınların Arjantin’de ancak birkaç yıl önce kazanabildikleri kürtaj hakkını kamusal sağlık sistemini gerekli ilaç ve ekipmanlardan yoksun bırakarak engelleyen bir yobaz.9
Tanıdık geliyor, değil mi?
Dolayısıyla, eğer tutarlı olacaklarsa, Milei’yi beğenen liberallerin Türkiye’deki baskıcı ve yobaz AKP iktidarıyla da pek bir sorunu olmaması gerekir.
Liberallerle husumetimiz bu kadar, gelelim bu yaşananların gösterdiği asıl meseleye...
***
Bu yaşananlardan işçi sınıfı adına çıkartılacak önemli bir ders var.
Sermaye egemenliği tarafından 1970’lerin ortalarından itibaren başlatılan neoliberal saldırının sosyalizmi yıkmak dışında iki temel hedefi vardı: (1) İşçi sınıfının kazanılmış haklarının elinden alınması ve (2) Devletin sosyal yönünün törpülenmesi ve meta üreten kamu yatırımlarının sermayeye devredilmesi.
Bu, sermayenin dünya çapında uyguladığı programdı ve neredeyse tamamen başarılı oldu. Bu dönem boyunca emek yanlısı mücadele de sermaye karşıtlığından, yani devrim mücadelesinden giderek uzaklaştı ve “eldeki kazanımları koruma” ufkuna sıkıştı.
Sürekli savunmada olan mutlaka kaybeder ve kaybetti. Ama bu sıkışma altı çizilmesi gereken önemli bir başka çelişkiyle maluldü. 1946-1973 arasındaki Keynesçi dönemin kazanımları sermayedar sınıfın işçileri Sovyetler Birliği ve diğer sosyalist ülkeleri örnek alarak devleti ele geçirme ve kendi sosyalist iktidarlarını kurma fikrinden uzaklaştırmak için verdiği ödünlerdi. Bu ödünler kapitalist bir çerçevede, yani sermayedar sınıfın egemenliği varsayılarak ve devlet işçi sınıfı ile sermayedar sınıf arasında bir uzlaşma zemini olarak kurgulanarak verilmişti. Sermayedar sınıfın bu uzlaşmayı bozmasıyla birlikte, kuşkusuz özelleştirmeler ya da emekli yaşının yükseltilmesi gibi saldırılar önemli bir mücadele başlığına dönüştü, ama bu mücadelelerin hiçbiri kapitalizmi ortadan kaldırma hedefiyle buluşmadan yol alamazdı zira korunmaya çalışılan kazanımların kurumsal taşıyıcısı ortadan kalkmıştı.
Arjantin bu konuda hayli geriden gelen bir ülke. Dediğim gibi, Milei’nin motorlu testereyle yapmaya çalıştığı dönüşümü Türkiye çoktan tamamladı. Ama Arjantin’de Peronizmin son yirmi yıldaki çürüme ve iflası, özel mülkiyetin kendisini ortadan kaldırma hedefiyle hareket etmeden hiçbir kamusal zenginliğin savunulamayacağını bir kez daha gösterdi. Ve bu süreçte kendi bağımsız devrimci mücadelesini veremeyen, bunun yerine Peronist sosyal demokrat muhalefete eklemlenen Arjantin solu, Arjantin halkının kitlesel mücadele geleneğine rağmen hiçbir siyasi varlık gösteremedi.
Kapitalizmin emperyalist çürüme çağında yaşıyoruz. İnsanlık bu karanlıktan ya sosyalist devrimlerle kurtulacak ya da Milei gibi motorlu testereli manyaklar tarafından kovalanıp katledilecek.
-----
1Ahmet Yılmaz ve Togan Karataş, “Türkiye Ekonomisinde Ücret ve Maaşlar: 1970–2021”, Çalışma ve Toplum 76, 2023.
2Arjantin ekonomisi bilhassa 2008-2009 dünya krizinden sonra hiç dikiş tutmadı. Literatürde “testere ağzı” denen bir seyir izledi ve bir yıl büyüyüp bir yıl küçüldü. https://data.worldbank.org/indicator/NY.GDP.MKTP.KD.ZG?end=2023&locations=AR&start=2001. Buna ek olarak 2001-2002 krizinden itibaren asıl büyük tahribat ülkenin imalat sanayiinin çürümesi oldu: https://data.worldbank.org/indicator/NV.IND.MANF.ZS?end=2023&locations=AR&start=2002.
3Bu konuda olguları seren iyi bir makale kaleme alındı: Cem Oyvat, Sabri Öncü ve Joel Rabinovich, “Arjantin’de Milei’nin Şok Terapisi: Mitler ve Gerçekler”, https://www.ayrim.org/guncel/arjantinde-mileinin-sok-terapisi-mitler-ve-gercekler/#_edn1. Son günlerde çekilen liberal videolar da genelde buradaki hesaplamalardan yararlanıyor.
4https://tradingeconomics.com/argentina/inflation-cpi.
5https://www.reuters.com/world/americas/argentina-privatizes-state-metal-firm-milei-era-first-2025-01-08/.
6https://tradingeconomics.com/argentina/interest-rate.
7https://www.hurriyet.com.tr/gundem/satiyoruz-satiyoruz-bitmiyor-ne-komunist-bir-ulkeymisiz-6911377.
8https://www.theguardian.com/world/2023/dec/17/argentina-president-javier-milei-security-guidelines-protests-currency-devaluation.
9https://edition.cnn.com/2024/10/29/americas/argentina-abortion-access-javier-milei-intl-latam/index.html.
/././