Bizim tanışmamız Sol yayınlarının kardeş kuruluşu Onur yayınları ile
olmuştu. Sol’un “sol” formatında bir kitaptı işte. Sevim Belli
tarafından çevrilmiş, 1970’li yılların ortasında basılmıştı. Sanırım sol
kütüphanelerin çoğunda mevcuttur. Demek solun yükseliş döneminde sol
okura Marksist klasiklerin yanında bir de İbn-i Haldun okutmak
gerekmiştir.
Yalnız Onur yayınların Mukaddimesi eksiktir. Eserin bir bölümüdür ve devamı gelmemiştir. Tamamı 1990’lı yılların başında Milli Eğitim Bakanlığı tarafından “Şark-İslam Klasikleri” başlığı altında basıldı. Çevirmeni Zakir Kadiri Ugan’dı. Zakir Kadiri Ugan Tatar kökenli antropolog, tarihçi ve yazar. İbn-i Haldun'un Mukaddime’si yanında Kuran tefsircisi Taberi'nin “Tarihu’l-Ümem ve’l-Mulûk” adlı eserini Türkçe'ye kazandırmış.
İlginç bir isimden söz ediyoruz. Abdülhamit zamanında kovuşturulmuş, İstanbul’dan Hicaz’a kaçmış. Orada din eğitimi almış. Oradan Mısır’a geçip El Ezher’e katılmış. Ekim Devrimi sırasında Rusya’da. Devrimden kaçıp İstanbul’a gelmiş, Türk vatandaşlığına geçmiş. Bir müddet Tarsus’ta öğretmenlik yaptıktan sonra dönemin Maarif Vekili Hamdullah Suphi (Tanrıöver) kendisini Ankara’ya çağırarak Türk Tarih Kurumu Telif ve Tercüme Heyeti’ne üye tayin etmiş. Anlaşılacağı gibi yeni doğan Cumhuriyet kendisine bir “tarih tezi” oluşturma telaşıyla aslen ilahiyatçı olan bu tür insanları bulup, ilgili kurumlara yerleştirmiş.
Mustafa Kemal’in Türk Tarih Kurumuna yazdığı çok sert bir mektuptan anlıyoruz ki, Zakir Kadir’i verilen görevin adamı değildir. Olayın özeti şu: Mustafa Kemal liselerde okutulması için “İslam Tarihi” ve “Türklerin İslam’daki Yeri” konularının yazılmasını istemiş, bu konuların yazımı ile Mısır El Ezher Üniversitesi mezunu Zakir Kadiri görevlendirilmiştir. Kadiri görevini yapmış istenileni yazmıştır. Ancak ortaya çıkan şey pek Arap milliyetçisidir. Mustafa Kemal çok öfkelenmiştir yazıyı görünce. “Tarih yazmak tarih yapmak kadar mühimdir! Yazan, yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat, insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır” sözü o öfke mektubundan bakiyedir.
* * *
Bunları şunun için sıraladım. Büyük ihtimal Zakir Kadiri Mukaddime’yi bir “sosyoloji” eseri olarak çevirmemiştir. Zaten İbn-i Haldun da hukukçu ve haliyle ilahiyatçıdır. Yazdığı dönemde hukukun kaynağı ilahi sözlerdir, dindir. Başka türlü düşünemeyiz. Sosyolog unvanını yakın zamanda almıştır. Devletler de bütün diğer canlılar gibi doğar, gelişir, büyür ve ölür. Dediği budur. Bir de Bedevi dayanışması, asabiyet vardır. Yalnız “asabiyet”in ne olduğunu tam olarak bilmiyoruz, çünkü elde açık ve net bir tarif bulunmuyor.
Yani bizim kuşak için Mukaddime, Komünist Sevim Belli ile İlahiyatçı Zakir Kadiri arasında sıkışmış tuhaf, nüfuz edilmez bir kitaptır.
Zaman her şeyi netleştirir. Sevim Belli çevirisi gözlerden uzaklaşıp yerini Zakir Kadiri çevirisi almaya başlayınca İbn-i Haldun da önce soldan sağa, sonra da sağdan İslamcılara intisap etti. Bizim Arap Marx’ımız İslamcıların elinde tipik bir Arap İlahiyatçıya dönüştü. Nasıl oluyor diye sormayın, bu ülkede imkansız diye bir şey yoktur. Bu arada İbn-i Haldun’dan sosyoloji öğrenen herhangi bir solcu oldu mu bilmiyorum. Olmadığını tahmin ediyorum.
* * *
Bu tartışma gündemimize artık AKP’li olan Cumhurbaşkanının geçtiğimiz hafta “İbn Haldun Üniversitesi”nin açılışında yaptığı konuşma nedeniyle girdi. İbn-i Haldun belli ki yeni gözdeydi ve “sorunlu şahıs” Auguste Comte’un karşısına İslami bir figür olarak çıkarılacaktı. Herhalde bunları söylerken “İttihatçı zihniyete” bir darbe daha vurmanın kıvancı içindeydi. Comte ile Haldun arasında birkaç yüzyıllık bir mesafe var ama olsun. Jakobenizme darbe vursun da isterse çamurdan olsun. AKP Cumhurbaşkanı konuşmasında İbn-i Haldun’un perdelendiğini, yasaklandığını iddia ediyor ki bu da doğru değil. 19. yüzyıldan beri eserleri Türkçe okunabilmektedir. Bir İslamcının çevirdiği Mukaddime de SHP’nin ortak olduğu hükumet döneminde devlet tarafından basılmış herhangi bir
sorun yaşanmamıştır.
İbn-i Haldun Mukaddime'si din içi bir kitap falan demiyoruz, yanlış anlaşılmasın. Ama içinde bir sosyolog hele hele bir Marx aramak da beyhude bir iştir. Biliyoruz bizde böyle tuhaf bir damar var. Şeyh Bedreddin’den de zaman zaman Marx çıkarma, damıtma faaliyetleri oluyor. Hoş çabalardır ve içinde direnç olan her şey bizimdir. Ama dincinin olanı dinciye vermekte de bir sakınca yoktur. Abdullah Cevdet’i koyarız yerine mesela, mis gibi olur!
Orhan Gökdemir / SOL
Yalnız Onur yayınların Mukaddimesi eksiktir. Eserin bir bölümüdür ve devamı gelmemiştir. Tamamı 1990’lı yılların başında Milli Eğitim Bakanlığı tarafından “Şark-İslam Klasikleri” başlığı altında basıldı. Çevirmeni Zakir Kadiri Ugan’dı. Zakir Kadiri Ugan Tatar kökenli antropolog, tarihçi ve yazar. İbn-i Haldun'un Mukaddime’si yanında Kuran tefsircisi Taberi'nin “Tarihu’l-Ümem ve’l-Mulûk” adlı eserini Türkçe'ye kazandırmış.
İlginç bir isimden söz ediyoruz. Abdülhamit zamanında kovuşturulmuş, İstanbul’dan Hicaz’a kaçmış. Orada din eğitimi almış. Oradan Mısır’a geçip El Ezher’e katılmış. Ekim Devrimi sırasında Rusya’da. Devrimden kaçıp İstanbul’a gelmiş, Türk vatandaşlığına geçmiş. Bir müddet Tarsus’ta öğretmenlik yaptıktan sonra dönemin Maarif Vekili Hamdullah Suphi (Tanrıöver) kendisini Ankara’ya çağırarak Türk Tarih Kurumu Telif ve Tercüme Heyeti’ne üye tayin etmiş. Anlaşılacağı gibi yeni doğan Cumhuriyet kendisine bir “tarih tezi” oluşturma telaşıyla aslen ilahiyatçı olan bu tür insanları bulup, ilgili kurumlara yerleştirmiş.
Mustafa Kemal’in Türk Tarih Kurumuna yazdığı çok sert bir mektuptan anlıyoruz ki, Zakir Kadir’i verilen görevin adamı değildir. Olayın özeti şu: Mustafa Kemal liselerde okutulması için “İslam Tarihi” ve “Türklerin İslam’daki Yeri” konularının yazılmasını istemiş, bu konuların yazımı ile Mısır El Ezher Üniversitesi mezunu Zakir Kadiri görevlendirilmiştir. Kadiri görevini yapmış istenileni yazmıştır. Ancak ortaya çıkan şey pek Arap milliyetçisidir. Mustafa Kemal çok öfkelenmiştir yazıyı görünce. “Tarih yazmak tarih yapmak kadar mühimdir! Yazan, yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat, insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır” sözü o öfke mektubundan bakiyedir.
* * *
Bunları şunun için sıraladım. Büyük ihtimal Zakir Kadiri Mukaddime’yi bir “sosyoloji” eseri olarak çevirmemiştir. Zaten İbn-i Haldun da hukukçu ve haliyle ilahiyatçıdır. Yazdığı dönemde hukukun kaynağı ilahi sözlerdir, dindir. Başka türlü düşünemeyiz. Sosyolog unvanını yakın zamanda almıştır. Devletler de bütün diğer canlılar gibi doğar, gelişir, büyür ve ölür. Dediği budur. Bir de Bedevi dayanışması, asabiyet vardır. Yalnız “asabiyet”in ne olduğunu tam olarak bilmiyoruz, çünkü elde açık ve net bir tarif bulunmuyor.
Yani bizim kuşak için Mukaddime, Komünist Sevim Belli ile İlahiyatçı Zakir Kadiri arasında sıkışmış tuhaf, nüfuz edilmez bir kitaptır.
Zaman her şeyi netleştirir. Sevim Belli çevirisi gözlerden uzaklaşıp yerini Zakir Kadiri çevirisi almaya başlayınca İbn-i Haldun da önce soldan sağa, sonra da sağdan İslamcılara intisap etti. Bizim Arap Marx’ımız İslamcıların elinde tipik bir Arap İlahiyatçıya dönüştü. Nasıl oluyor diye sormayın, bu ülkede imkansız diye bir şey yoktur. Bu arada İbn-i Haldun’dan sosyoloji öğrenen herhangi bir solcu oldu mu bilmiyorum. Olmadığını tahmin ediyorum.
* * *
Bu tartışma gündemimize artık AKP’li olan Cumhurbaşkanının geçtiğimiz hafta “İbn Haldun Üniversitesi”nin açılışında yaptığı konuşma nedeniyle girdi. İbn-i Haldun belli ki yeni gözdeydi ve “sorunlu şahıs” Auguste Comte’un karşısına İslami bir figür olarak çıkarılacaktı. Herhalde bunları söylerken “İttihatçı zihniyete” bir darbe daha vurmanın kıvancı içindeydi. Comte ile Haldun arasında birkaç yüzyıllık bir mesafe var ama olsun. Jakobenizme darbe vursun da isterse çamurdan olsun. AKP Cumhurbaşkanı konuşmasında İbn-i Haldun’un perdelendiğini, yasaklandığını iddia ediyor ki bu da doğru değil. 19. yüzyıldan beri eserleri Türkçe okunabilmektedir. Bir İslamcının çevirdiği Mukaddime de SHP’nin ortak olduğu hükumet döneminde devlet tarafından basılmış herhangi bir
sorun yaşanmamıştır.
İbn-i Haldun Mukaddime'si din içi bir kitap falan demiyoruz, yanlış anlaşılmasın. Ama içinde bir sosyolog hele hele bir Marx aramak da beyhude bir iştir. Biliyoruz bizde böyle tuhaf bir damar var. Şeyh Bedreddin’den de zaman zaman Marx çıkarma, damıtma faaliyetleri oluyor. Hoş çabalardır ve içinde direnç olan her şey bizimdir. Ama dincinin olanı dinciye vermekte de bir sakınca yoktur. Abdullah Cevdet’i koyarız yerine mesela, mis gibi olur!
Orhan Gökdemir / SOL