13 Kasım 2022 Pazar

Modernizmde anonimleşen portreler + Büyük hicivci Daumier’in Cumhuriyeti - FİDE LALE DURAK / SOL-Özel

 

Modernizmde anonimleşen portreler

Hikayemiz, biz anonimleşebildikçe büyüyecek ve özne olabildikçe bize ait olacak. 

Resim sanatında modern dönemin başlangıcı Romantiklerden itibaren sayılır. Fransız Devriminin rüzgârı en çok bu dönemde hissedilmiş ve bu erken modernizm gerçekçilik akımı ile önemli bir kırılıma uğramıştır. Sanatın saray ve dinin belirleniminden kurtulması sayesinde, sıradan insanların portreleri kendine sanat içinde temsiller bulabilmiş ve aynı zamanda sanatçıyı özneleştiren, özgünleştiren bir yolun başlangıcı kurulmuştur. 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başları ile birlikte, bu çok kısa tarih aralığında, resim sanatı en üretken olduğu dönemi yaşamış: Kübizmden sovyet avangardına, izlenimcilerden dışavurumculara ve hatta post modernizmin ilk örneklerine kadar yaygın bir hatta üretimler yapılmış ve çeşitli sanat akımları oluşmuştur. 

Tüm bu akımların belki de en bilineni ya da popüleri kübizmdir. Ama kübizmden bahsederken modern resim tarihine etkisi açısından fovizm, aynı önemde, onun yanına eklenmezse eksik kalacaktır. Hatta daha büyük belirleyen, bir adım geriye attığımızda karşımıza dikilecek olan Cézanne’dır. Picasso da, Matisse de Cézanne ayak izlerini takip eden ve Cézanne’dan aldıkları iki ayrı unsuru kendi özgünlükleriyle zenginleştirip aşan kişilerdir. Biri Cézanne’ın kütlelerini, yani nesnelerin boşluğu dolduruş biçimlerini almış; diğeri ise Cézanne’ın sanata ulaşma kurallarının renklerle ifadesini oluşturmuştur. Picasso’nun kübizmi sadece Cézanne’ın sanata varmak için feda ettiği perspektif bozumundan ilham almaz, aynı zamanda kütlesellik birçok resminde nesnelerin kendi özgül ağırlıklarını hissettirecek şekilde ortadır. Resimdeki unsurlar “gerçek gibi” yanılsaması yaratmadan var olduğunu hissettirir. Matisse’de ise kütle yoktur. Her şey iki boyutlu ve yüzeyseldir. İnsanı şaşırtacak derecede berrak, illüzyonuna gerek duymayan, yaşayan portreler yaratabilmiştir.


                                    Henri Matisse, 1905, “Madam Matisse / Yeşil Çizgi”
 

Matisse’in en önemli resimlerinden sayılan “Madam Matisse” resminde, portrenin ortasından kocaman yeşil bir çizgi geçer. O yüzden resmin diğer adı “Yeşil Çizgi”dir. Geniş yüzeyler fırça izleri görünecek şekilde boyanmış ve yeşil çizgi yüzü sıcak ve soğuk renkler olarak ikiye ayırmıştır. Arka plandaki renkler tamlayan ve ön plana çıkartan rolü ile soğuk rengin olduğu yüzün tarafında sıcak; sıcak yüzün arkasına soğuk olacak şekilde boyanmıştır.

Bu portreye baktığımızda ne portrenin psikolojik bir incelemesine ne de gerçekçi bir betimlemesine rastlarız. Hatta model ressamın karısı olmasına rağmen, ikisi arasındaki özel iletişime dair de ipucu yoktur. Burada ressam varmaya çalıştığı bir amaç için modeli de portreyi de bir araca dönüştürmektedir. Portre anonimleşmekte, aynı bir mask gibi ilkel ve sonsuz bir görüntüye kavuşmaktadır. Bu artık ressamın karısının portresi değildir. 20 yy’a damgasını vurmuş anonim bir portredir. Bir soyut resimdir…Tıpkı Mısır hiyeroglifleri gibi ilkeldir. Ancak hiyerogliflerde özelleşmeye çalışan anlatı, burada genelleşmekte ve herhangi birine ait olabilecek bir kadın portresine bilinçli olarak varmaktadır. Yani modeli tanıyanlar bile resimde modeli değil de harhangi bir kadının portresini görmektedirler. Portrecilik, 4.yy’da Fayyum Portrelerinde sıradan kişileri resme taşıyıp, kişiyi betimlemek ve onun kimliğini oluşturmak için yapılırken; 20. yy’a geldiğimizde sıradan insanın anonimleştirmekte ve “sanatın kendisini” sanatçının sözüne dönüştürmektedir. 

Romantikler öncesinde resim bir araçtı. Bir soylunun portresini, bir tarihi, bir iktidarın kalıcılığını sonsuz hale getirmek için kullanılmaktaydı. Dinin sözünü alegorilerle süsleyerek halka benimsetmek için bir silahtı. Romantiklerden itibaren sanatçılar kendilerine sanat tarihinde bir yer açabilmiş ve “kendi tartışmalarını” başlatabilmişlerdir. Şüphesiz iklim de bu tartışmalar için elverişliydi. Fransız devriminin rüzgarı, sonrasında Avrupa’da uzun süre biriken ve 1871’de Paris’te komün ile somutlanan eşit ve özgür yaşam hakkı, daha insani koşullarda çalışmak için eylemler yapan ve hak kazanan işçiler… Bu ortamda, sanat sınırları içerisinde kalacak olsa dahi, vasat bir tartışmaya yer yoktu. İnsanlığın ileriye sıçradığı zamanlara denk düşen ve meydana geldiği coğrafyayı aşan cesur tartışmalar… Ve hepsi, tüm insanlık için değerli miraslara dönüştü.   

Günümüzün bireyciliği ile birleşen herkesin özel olma ihtiyacı ya da hepimizin çok özel olduğuna dair kulağımıza fısıldananlar, sadece hikayelerimizi kendi cebimize sığacak kadar küçültmüyor, aynı zamanda o küçük hikayelerin çok büyük olduğuna inanmışlığımız bizi kör ediyor. Hikayemiz, biz anonimleşebildikçe büyüyecek ve özne olabildikçe bize ait olacak. 

                                                                 /././

Büyük hicivci Daumier’in Cumhuriyeti 

Gargantua gibi doymak bilmeyenlerin yönettiği Cumhuriyetlerin küskün, dışlanan çocukları çoktur. Halbuki tüm kardeşlerin eşit beslenebildiği, eğitim alabildiği bir Cumhuriyet de mümkün.


                               Hanore Daumier, 1848, “Cumhuriyet / La République”

Daumier ressam, karikatürist, heykeltıraştı ve aynı zamanda büyük hicivciydi. Babası bir cam ustasıydı ama şair olmak istediği için Daumier altı yaşındayken Paris’e taşınmışlardı. Bu taşınma babasının işsiz kalmasına ve büyük geçim zorlukları yaşamalarına sebep olmuştu. 

Daumier çocuk yaşlarından itibaren çalışmak zorunda kaldı, önce bir kitapçıda sonra bir mübaşirin yanında ayak işleri yaptı. Eli çizime hep yatkındı. Orta düzey bir eğitim alıyordu ama aklı fikri çizimdeydi. Bu yüzden ailesi onu, aynı zamanda babasının yakın arkadaşı olan, sanatçı Alexandre Lenoir’in yanına yerleştirdi. Lenoir klasik bir ressamdı, Daumier’in ilgisini ise Remrandt ve Rubens çekiyordu. Ustalara duyduğu hayranlık ve onlardan öğrenme isteğiyle sık sık müzelere taşınıyor ve onların eserlerini kopyalıyordu. Ertesi yıl sanat akademisine yerleşti ve taş baskı tekniğini öğrenme fırsatı buldu. Hayatı boyunca yapmayı bırakmayacağı bu teknikle yaşamını kazanacak ve tarihe kazınacak illüstrasyonlara, karikatürlere imza atacaktı.  

1830 yılında Fransa’da ayaklanmalar yükselir. Napolyon sonrası kurulmuş olan Bourbon restorasyon dönemi tam bir monarşiye dönmüştür. Özellikle XVIII. Louis öldükten sonra yerine geçen kardeşi X.Charles, intikamcı bir saldırganlıkla Fransız Devriminden kalan hakları geri almıştı. Halkın oy hakkını sınırlandırması ve basın özgürlüğüne karşı çıkardığı yasalarla Fransa’yı her geçen gün boğuyordu. Şimdilerde de uygulanan bir yöntem olarak, kendi kendine darbe girişiminde bulunup anayasayı lehine değiştirmişliği bile vardı. Ayaklanmalar Temmuz ayında restorasyon döneminin sonunu getirdi fakat halk rahata ermedi. Yerine geçen Louis-Philippe bir öncekinin benzeri bir hanedandan, Orleans ailesinden bir düktü. Verdiği sözleri koltuğa oturur oturmaz unutacak ve daha Kasım ayında yaptığı ilk icraatlardan biri basın yasasını çıkartmak olacaktı. Böylece, yayınlanacak her şey basılmadan önce kralın onayından geçecekti.

Daumier, sansürden nasibini aldığında “La Caricature” dergisinde karikatürist olarak çalışıyordu. Sivri dilli ve yetenekliydi. 1831 yılında ortalığı karıştıran “Gargantua” karikatürü yayınlanır. Karikatürde, Louis-Philippe klozet işlevi gören bir tahtta oturmakta, bir taraftan sürekli yemekte ve bakanlarına ayrıcalıklar dışkılamaktadır. Daumier kralı 16.yy’da yazılmış bir kitaptaki, doymak bilmeyen dev Gargantua’nın armut kafa hali olarak tasvir etmişti. Üstelik kralı başka karikatürlerinde de armut kafa olarak çizmesiyle meşhurdu. Mizah politik eleştirinin halk tarafından kolay sahiplenilmesini sağlıyordu, kralın kızdığı kadar vardı. Bu yüzden Daumier, henüz 24 yaşındayken, 6 ay hapse ve para cezasına çarptırıldı. Cezasının 2 ayını cezaevinde, 4 ayını ise akıl hastanesinde geçirmek zorunda kaldı.

                                       Honore Daumier, 1831, “Gargantua”

Daumier özgürlüğüne kavuştuktan sonra da muhalifliğine devam etti. Ayrıca Fransa’da halk da hareketliydi. 1834 yılında Transnonain sokağına kurulan barikatta bir Fransız askeri vurulunca, kralın diktatörlüğü askerin brütal vahşetine dönüşmüş ve katliam yaşanmıştı.  Asker ateşin geldiğini düşündüğü bir apartmanda yaşayan herkesi, çocuklar dahil, öldürmüştü. Daumier’in yaşanan bu olayı ele aldığı illüstrasyonu, bir karikatürün sınırlarını aşacak ve gerçekçi resmin iyi bir politik örneğine dönüşecektir. İnsanların bu illüstrasyonu görebilmek için matbaanın vitrinine akın ettiği söylenir. Aynı dergide yazan matbaanın kurucusu, “burada bir mübalağa yok, modern tarihin kana bulanmış bir sayfası” diye yazacaktır.

                      Honore Daumier, 1834, “Transnonain Sokağı / Rue Transnonain”

Fransa’da işçilerin eylemleri devam eder. Şubat 1848’de Louise-Philippe devrilir ve yerine İkinci Cumhuriyet kurulur. İşçi eylemlerinin sosyalist rengi belirgin olsa da burjuvazi hayranı Louise-Blanc’in yönetim kademesine gelmesi daha başından hareketin kendisini yok edeceğinin sinyallerini verir. Yeni hükümet, kurulan Cumhuriyetin imajı için bir yarışma düzenler. Daumier’in de katıldığı yarışmaya ilgi büyüktür. Sanatçı resminde Cumhuriyeti, Fransız Devriminden itibaren ulusal simge haline gelmiş olan “Marianne” ile betimler. Marinane tıpkı Daumier’in yeni cumhuriyette gördüğü umut gibi, güçlü ve kaslıdır. Marianne, 1792’de Birinci Cumhuriyet’in aldığı bir kararname sonucu; devleti temsil eden tüm belgelerden kralın resminin kaldırılması ile ortaya çıkmış, Fransa’yı temsil eden anonim, antik bir kadın figürdür. Devletin para, mühür gibi resmi evrakları dışında, Marianne’ın bir diğer bilinen hali Delacroix’ın “Halka yol gösteren özgürlük” resmindedir. Fransız Devrimi ile halka yön gösteren Marianne, şimdi çocuklarını besler ve eğitir.  

“Cumhuriyet”, Daumier’in niyetinden bağımsız olarak ve Fransa’nın kaderini bilmenin de rahatlığıyla, Marianne’nın kitap okuyan çocuğu eğittiğini değil de besleyemediğini düşündürtüyor. Burjuvazinin çıkarları peşinde koşan bir Cumhuriyet’in besleyemediği küskün çocuğu, annesinin ayakları dibinde boynu bükük, kitap okuyor. Gargantua gibi doymak bilmeyenlerin yönettiği Cumhuriyetlerin küskün, dışlanan çocukları çoktur. Halbuki tüm kardeşlerin eşit beslenebildiği, eğitim alabildiği bir Cumhuriyet de mümkün. Yeter ki; küskünlüğü bir kenara bırakıp, ayağa kalkalım.



                                 Fransa Birinci Cumhuriyet Mühründe Marianne, 1792.

 FİDE LALE DURAK / SOL-Özel

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder