Herhalde konuşmasına “Ey Muhtarlar!” diye başlamış olmalıdır. Ama şöyle dediği kesin: “Tarihte bize ne yaptılar? 1920’de bize Sevr’i gösterdiler. 1923’te Lozan’a bizi razı ettiler. Birileri de Lozan’ı ‘zafer’ diye yutturmaya çalıştı! O anlaşmada masaya oturanlar, o anlaşmanın hakkını vermediler!”
“İsviçre Cumhurbaşkanı Pascal Couchepin’in Ankara ziyareti öncesinde kendisi ile konuşmak üzere bir grup meslektaş ile bu ülkeye gitmiştik. Bu fırsattan yararlanarak Lozan’da Türkiye’nin bağımsızlığına sahne olan görüşmelerin yapıldığı alanları da ziyaret ettik. Lozan Antlaşması’nın imzalandığı ‘ Rumine Sarayını’ da gezdik.
Arkadaşlardan biri ‘Antlaşmanın imzalandığı masayı görebilir miyiz?’ diye sorduğunda ‘depoda’ yanıtını alınca şaşırdık, daha doğrusu üzüldük. Oysa bu tarihsel masayı nice Türk kuruluşu Türkiye’ye getirtmek için ne uğraşlar vermişlerdi. Meğer yetkili bizi atlatmış! Masa bir sürpriz olarak Couchepin’in ziyareti sırasında Ankara’da ortaya çıktı. Couchepin İsviçre’nin Ankara’da elçilik açılışının 80. yıldönümünün anısına masayı Ankara’ya hediye getirmişti.
Bu masanın sergileneceği yer henüz saptanmadı. İki önerimiz var. Yabancı devletleri bu masaya oturtan ilk TBMM Müzesi ya da Lozan görüşmelerini başarı ile sürdürüp imzası ile noktalayan İnönü’nün Pembe Köşk Müzesi en uygun yerlerdir.”
23 Aralık 2008’deki yazım ise özetle şöyleydi:
“İsviçre Cumhurbaşkanı Pascal Couchepin, Ankara Büyükelçiliği’nin 80. yıldönümü nedeniyle yaptığı ziyarette Türkiye’ye olağanüstü bir hediye vermişti. Hediye, Türkiye Cumhuriyeti’ni doğuran 24 Temmuz 1923’te Lozan Antlaşması’nın imzalandığı masaydı.
Masanın Çankaya Köşkü’nde, bugünkü TBMM Binası’nda, Ankara’da Resim ve Heykel Müzesi’nde sergilenmesi gibi öneriler yapılmış, masa ortada kalmıştı. 14 Kasım tarihinde bu köşede yazdığımız yazı şöyle bitiyordu:
‘İki önerimiz var. Yabancı devletleri bu masaya oturtan ilk TBMM Müzesi ya da Lozan görüşmelerini başarı ile sürdürüp imzası ile noktalayan İnönü’nün Pembe Köşk Müzesi en uygun yerlerdir.’
Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Orhan Düzgün arayıp şu bilgiyi verdi: ‘Masayı, iç düzenlenmesi yenilenmekte olan ilk TBMM Müzesi’nde ve ayrıca ailesinin bağışladığı İnönü’nün Lozan Madalyası ile birlikte sergileyip 23 Nisan’da ziyarete açacağız.’
Masa en doğru yeri bulmuş, ayrıca İnönü’nün madalyası ile de taçlanmıştı.”
“İstediğinizi aldınız (cebini ve ABD delegesini işaret ederek) ama para bizde; nasıl olsa geleceksiniz, yardım isteyeceksiniz. O zaman bugün kabul etmediklerinizi bir bir önünüze koyacağız!”
İnönü gülerek, “Gelirsek yaparsınız...” yanıtını vermişti!
Burada benim anlamadığım, bu kişide “Alzheimer” mı başladı, yoksa “Büyük Ortadoğu Başkanı” sıfatıyla T.C’nin tapusunu mu satışa çıkarmak istiyor?
Sayın Okurlar, ilk fırsatta ailenizle, arkadaşlarınızla ilk BMM binasını ziyaret ederek, orada sergilenen bu masa uğrunda şehit olanlara saygılarınızı sununuz.
***
Türkiye Cumhuriyetinin “2” numarası, Dolmabahçe Sarayı’nda düzenlediği “Sultan 2. Abdülhamid Han Sempozyumunda” neler dedi?
“Hal edilmeseydi, güçlü bir devlet olarak, tarih sahnesinde yerimizi devam ettirecek, Meriç Nehri ile Ağrı Dağı arasına sıkışmış olmayacaktık!
Dini bağlamda sadece namaza değil, diğer dini vecibelere de titizlik gösterirdi. Aptesli bulunmayı prensip edinmişti. Ağzına içki koymamıştır. Özellikle Sultan Abdülhamid karakter olarak sadeliği ve temizliği seven müşfik, rikkatli, alabildiğine nazik, kibar bir devlet adamıydı!
Osmanlı Devletimizin yıkılması ve yok olması konusunda yoğun bir faaliyet yürüten emperyalist devletler ve onların emellerine destek veren yerli işbirlikçilerine rağmen, yine de 33 yıllık iktidarı süresince çok önemli eserler ve dikkatle incelenmesi gereken projeler bırakmıştır. Sultan 2. Abdülhamid Han’ın bütün bunları başarabilmesindeki etken, gayretli ve ferasetli şahsiyetinin ve uyguladığı politikaların tarihinde aranmalıdır.
Sultan Abdülhamid, İslam dinini ve kurumlarını gerek içte, gerekse dışta Müslümanlarla olan ilişkilerde devamlı gündemde tutmuş, halifelik makamını ön plana çıkaran uygulamaları tercih etmiştir.
Demiryolları sayesinde Çanakkale’ye ulaştırılan desteklerle Çanakkale geçilmez olmuştur. Bugün ‘Çanakkale geçilemez’ diyorsak, onun temelinde Sultan Abdülhamid Han vardır!”
İstiklal Marşı’nın şairi Mehmet Akif Ersoy, “Safahat” adlı şiir kitabında “Ah o Yıldız’daki baykuş ölüvermezse eğer, Âkıbet çok kötü…” dediği Abdülhamit hakkında başka neler söylemişti?
“Çoktan beridir vardı benim bir derdim:/ Gideyim, zâlimi ikâz edeyim, isterdim./ O, bizim câmi uzaktır, gelemez, mani’ ne?/ Giderim ben, diyerek, vardım onun cami’ine./ Kafes ardında hanımlar gibi saklıydı Hamid,/ Koca Şevketli! Hakikat bunu etmezdim ümid./ Belki kırk elli bin askerle sarılmış Yıldız;
O silahşörler, o al fesli herifler sayısız./ Neye mâl olmada seyret, herifin bir namazı:/ Sâde altmış bin adam kaldı namazsız en azı!/ Gördüğüm maskaralık gitti de artık zoruma,/ Dedim ki: ‘Bunca zamandır nedir bu gizlenmek?/ Biraz da meydana çıksan da hasbihâl etsek. / Adam mı, cin mi nesin? Yok, ne bir gören; ne eden;/ Ya çünkü saklanıyorsun bucak bucak bizden./ Değil mi saklanıyorsun, demek ki: Korkudasın;/ Ya çünkü korkan adamlar, gerek ki saklansın./ Değil mi korkudasın, var kabahatin mutlak’!”
Ve de ekliyor: “Ne mel’unsun ki rahmetler okuttun rûh-i İblis’e…”
Mehmet Akif’e göre Abdülhamit, şeytandan da şeytanmış!
***
Türkiye Cumhuriyeti’nin “2” numarası, Dolmabahçe Sarayı’nda düzenlediği “Sultan 2. Abdülhamid Han Sempozyumu’nda” neler dedi?
“Dini bağlamda sadece namaza değil, diğer dini vecibelere de titizlik gösterirdi. Aptestli bulunmayı prensip edinmişti. Ağzına içki koymamıştır. Özellikle Sultan Abdülhamid karakter olarak sadeliği ve temizliği seven müşfik, rikkatli, alabildiğine nazik, kibar bir devlet adamıydı!”
Bir okurumuz, Abdülhamit’in torunu Ertuğrul Osman Osmanoğlu’nun, bir TV söyleşisinde, “dedesinin alkolik olmadığını, ancak Rom içtiğini” açıkladığını anımsattı!
“2” numaralı koltuğa oturan, tüm AKP’liler bile, “İlk BMM Başkanı Atatürk’ü şükran ve saygıyla anarlarken”, geçen yıl bu göreve seçilen İsmail Kahraman, sunuş konuşmasında Ata’nın adını ağzına almamıştı!
2014’te Eskişehir’de yaptığı konuşmayı da anımsamakta yarar var:
“Cumhuriyet’i kuran kadro pozitivisttir. Pozitivist nedir? Gördüğüne ve tuttuğuna inanır. Peki, ayeti tutuyor muyum? Hayır… Vahiy gördüm mü? Hayır… Ayeti reddederler. Cumhuriyeti kuranlar, bu yüzden dinden uzaklaştı!”
AKP iktidara geldikten sonra, 2004’te bu halıyı TBMM’den kaldırmak istemiş, ancak başaramamıştı. 15 Temmuz’da, FETÖ darbesinde halının bulunduğu loca yıkılmış, ancak bu halı zarar görmemişti.
Muhalefet, halının yeniden TBMM duvarına asılmasını isterken, AKP’li İdare Amiri Salim Uslu, loca onarıldıktan sonra, eski yerine asılmayacağını şu gerekçe ile açıkladı:
“Atatürk’ün Meclis’te yüzlerce sivil resmi varken, üniformalı resminin oraya konması doğru değil! O resim kışlada olur, hiçbir şekilde Meclis’te olmaz…”
Meclis, yeni yasama yılına girerken Kahraman, kuliste karşılaştığı milletvekillerinin ellerini sıkarken CHP’li Mahmut Tanal “Atatürk resimli o halı yerine asılıncaya kadar elinizi sıkmayacağım!” sözleri ile tepkisini gösterdi.
“Tarih kitapları bize eksik öğretiliyor. Mesela son Osmanlı padişahı Vahdettin vatan haini olarak öğretildi. Acaba böyle mi? Vahdettin hain değildi. Tarihimizi doğru okuyalım. Milli Eğitim Bakanlığı’na çağrıda bulunuyorum. Son padişah ile ilgili tarih kitaplarını lütfen değiştirelim. Çocuklarımıza doğruyu öğretelim…”
“Türkiye Kamu-Sen” bu kararın iptali için Danıştay’da dava açtı.
Danıştay 10. Dairesi, “nişanlardaki Atatürk kabartmasının kaldırılmasının anayasal kurallar karşısında eksik bir düzenleme olduğu için, değişikliğin iptaline” karar verdi…
***
Önceki hafta bir başka konuşmasında da “Fiziki sınırlarımız var, ama gönülde yatan sınırlarımız da var!” Cumartesi günü de Bursa’da şöyle konuştu:
“Tarihin en büyük devletlerinden birisi olan Osmanlılardır. Biz 20 milyon km2’den 780 bin km2’ye geldik. Nereden nereye? Bu devletin sınırlarını gönüllü olarak kabul etmiş de değiliz! Uzun zamandır yaşadığımız kesintisiz savaşların, kayıpların etkisiyle biraz nefes alabilmek için o dönemde buna ‘tamam’ denmiş olabilir. Asıl yanlış, dönemin tartışmalı şartları içinde yapılan bu fedakârlığa teslim olup, devlet ve toplum hayatını buna göre inşa etmeye kalkışmaktır. Biz bunu kabul etmiyoruz. Bu yanlış tarih ve medeniyet algısından vazgeçilmesi gerektiğini söylüyoruz…”
21. yy’da İngilizlerin yerini Amerikalılar aldı. “Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)” adıyla bir tezgâhı sahneye koydular. Bizimkini de “eşbaşkan” ilan ettiler. Sonra neler oldu?
Dost ülke Libya’da ayaklanma çıkarıldı. Türk donanması ayaklananlara yardım için Libya’ya gönderildi. Muammer Kaddafi linç edildi. Türk müteahhitleri işsiz kaldı.
Bizimki 2011’de Mısır’a ziyaretinde “laiklik ve demokrasi” derken, 2012’de gidişinde Kuran’dan ayetler okuyor, “laiklik ve demokrasi” kavramlarına değinmiyor, ayaklanmadan sonra “Rabia” işaretini her fırsatta kullanıyordu. Sonrasında, olan Mısır’daki Türk işadamlarına olmadı mı?
“Kardeşim” dediği Beşar Esad ile ailecek Bodrum’da “mavi yolculuk” yaparken, sonrasında Suriye Cumhurbaşkanı’nın muhaliflerine MİT TIR’ları ile silahlar gönderdi. Kürtler örgütlenerek güçlendi. Aşırı dinciler, Esad’a karşı “Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD)” terör örgütünü kurdular.
Suriye karıştı. 2 milyon Suriyeli Türkiye’ye sığındı. Türkiye Irak’tan gelenlerle birlikte sığınmacılara 25 milyar dolar (75 milyar TL) harcadı. Sultan, şimdi çare olarak 711 km’lik sınırı, dünyanın en uzun 3. duvarı ile örtmeye başladı.
Irak’ta yasal Bağdat yönetimi dışlandı. Ortadoğu’da Amerikalıların desteği ile “Büyük Kürt Devletini” kurma peşinde olan Mesud Barzani’yi, son olarak birkaç ay önce Ankara’da “külliyesinde” ağırladı, 2013’te birlikte Diyarbakır’da (!) gövde gösterisi yaptı.
Yasal Irak yönetimini dışlayıp yöredeki petrolü, Enerji Bakanı yaptığı damadının da ortağı olduğu şirket aracılığı ile Türkiye üzerinden pazarlama yoluna gitti. Kandil’deki PKK, Türkiye’de çeşitli terör eylemlerini sürdürüyor. Peki, PKK silahlarının ve Kandil harcamalarının parasını nereden buluyor? Suriye’deki Kürt PYD örgütünün bütçesini kim karşılıyor? Elbette Akdeniz’e ulaşmak isteyen Barzani’den ve ABD’den geliyor!
Günümüzde son mısra artık şöyle söylenir oldu: “Yârin şehit olur dönmez geri, ağla nazlı yâr!”
Fransız Le Monde gazetesinin Türkiye temsilcisi Guillaume Perrier, son yazısında şöyle diyor:“Türkiye politikasında ‘ikili’ oynayıp, kurnazlık ettiğini sanan Amerika’nın bu senaryoyu düşünmesini isterim, doğrusu. Türkiye’de yaklaştığı görülen kanlı bir çatışmanın, bütün dünyayı yakması sandığınız kadar uzak bir ihtimal değil!”
Bir Rus karikatürü de bu gerçeği yansıtıyor!
Bir ay önce Sözcü gazetesinde Yılmaz Özdil, “Atatürk Büstü” başlıklı yazısında Atatürk heykellerine saldırının başlangıcı hakkında önemli bilgiler verdi (*).
İlk saldırıyı 25 Şubat 1951’de Kırşehir’de Kemal Pilavoğlu’nun Ticanileri yaptı. O dönemi anımsarım. Pilavoğlu’nu günümüz okurlarına tanıtmak için, rahatlıkla o dönemin FETO’su diyebiliriz. Dini istismar ederek köşeyi dönen ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ü hedef alan bir sahtekârdı.
CHP iktidarına ve Türkçe ezana tepki olarak 1949’da adamlarına TBMM’de Arapça ezan okuttu. 14 Mayıs 1950’de Demokrat Parti iktidara gelince, ilk işi, ezanın Arapça okunmasına karar verdi.
Ardından Pilavoğlu’nun tayfaları 25 Şubat 1951’de Kırşehir’de tören alanındaki Atatürk heykelinin yüzünü parçaladılar. Türkiye ayağa kalktı. Babam Hilmi Acar, beni de alarak İzmir’de Lozan Alanı’ndaki Atatürk anıtında saygı duruşuna götürdü.
21 Eylül 2012 - Aydınlık: Tekirdağ’ın Malkara ilçesinde Atatürk’ün büstü, yerinden sökülüp bir aydınlatma direğine asıldı.
5 Haziran 2014 - Aydınlık: Tekirdağ Hükümet Caddesi’ndeki Atatürk büstü parçalandı.
25 Temmuz - Haber Türk: Diyarbakır surları üzerindeki Atatürk portresi parçalandı.
4 Eylül - Sözcü: Ankara Güvenpark’taki Atatürk anıtına saldırıldı.
25 Eylül - Sözcü: Cizre’de Atatürk heykeli benzin dökülerek yakıldı.
3 Ekim - Milliyet: Rize’de Atatürk büstü ters çevrildi.
8 Ekim - Milliyet: Diyarbakır’da Atatürk büstü binadan dışarı atıldı. Batman’ın Gercüş ilçesinde Atatürk büstü söküldü. Van’ın Başkale ilçesinde Çarşı merkezindeki Atatürk heykeli molotofkokteyli ile yakıldı.
12 Kasım - Bursa’da bir okuldaki Atatürk büstü, ölüm yıldönümünden bir gün önce siyaha boyandı.
27 Ocak 2015 - Ankara Keçiören’deki Çağlar Ortaokulu bahçesinden Atatürk büstü çalındı.
24 Mart - Haber Türk: Ankara Ulus Atatürk anıtındaki asker heykelinin tüfeğine zarar verildi.
8 Nisan - Cumhuriyet: Atatürk’ün Amasya’ya gelişi ve genelgesini simgeleyen kabartma, belediye çalışması sırasında kırıldı, onarım bekliyor.
31 Ağustos - Sözcü: Kayseri’nin Felahi’ye AKP’li Belediye Başkanı Atatürk heykelini otoparka attı.
19 Eylül - Sözcü: İstanbul AKP’li Fatih Belediyesi, Atatürk anıtını metal perdeyle kapattı.
13 Şubat 2016 - Sözcü: Tekirdağ Ergene ilçesinde ilkokulu binasındaki Atatürk büstü ve portreleri bahçeye bırakıldı.
8 Temmuz - Sözcü: Denizli Çivril ilçesinde Atatürk heykeli tabelayla kapatıldı.
28 Temmuz - Milliyet: İzmir Konak ilçesindeki Atatürk maskı harap halde.
6 Ekim - Sözcü: İstanbul Avcılar’da Atatürk büstünü yere attılar.
5 Kasım - Sözcü: Trabzon Of’ta 29 Ekim’de Atatürk büstleri sprey ile boyandı.
Hacı Bayram nöbetini FETO’cular almıştı. Şimdilerde ise IŞİD’ciler devrede!
***
“Osmanlı Meclisi Mebusan Reisi” denilen zat değil, “Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı” denilen kişi, Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka’nın soru önergesini yanıtlamak için şu koşulu koydu: “Önergenizdeki laiklik cümlesini çıkarın yanıtlayalım!”
Bir okurumuz, Abdülhamit’in torunu Ertuğrul Osman Osmanoğlu’nun, bir TV söyleşisinde, “dedesinin alkolik olmadığını, ancak rom içtiğini” açıkladığını, anımsattı!
“Cumhuriyet’i kuran kadro pozitivisttir. Pozitivist (bilimsel) nedir? Gördüğüne ve tuttuğuna inanır. Peki, ayeti tutuyor muyum? Hayır… Vahiy gördüm mü? Hayır… Ayeti reddederler. Cumhuriyeti kuranlar, bu yüzden dinden uzaklaştı!”
O kişi, o kürsüye seçildiğinde Atatürk’ün adını ağzına almadı. İstiklal Marşı’nın şairi Mehmet Akif Ersoy, “Safahat” adlı şiir kitabında, “Ah eğer, o Yıldız’daki baykuş (Abdülhamit) ölüvermezse, âkıbet çok kötü…” demişti…
Küba’nın Ankara Büyükelçisi Alberto Gonzalez Casals’ın İzmir’de CHP Grup Başvekili Özgür Özel’e, bu sözleri eden, o kişinin, kendisine şöyle dediğini açıkladı: “Hem Meclis Başkanı hem de daha üst düzeyde bir kişi telefon açarak özür diledi!” Özel de Büyükelçiye “Bir atasözümüz, ‘Açıkta yapılan kusurun tenhada özrü olmaz!’ der” dedi.
Oysa anımsanacağı üzere Sultan, Küba ziyaretinde Che anıtını ve Atatürk’ün büstünü ziyaret etmişti!
Kadınların Ata’sı!
Atatürk, 5 Aralık1934’te Türk kadınına “Seçme ve Seçilme” hakkını tanıdı. Fransa’da 1944, Japonya’da 1945, İtalya’da, Arjantin ve Meksika’da 1946, İsviçre’de ise 1971’de bu hakkın tanınmasına da öncülük etmişti… Atatürk’ün açıklaması şöyleydi:
“Bu karar, Türk kadınına sosyal ve siyasî hayatta bütün milletlerin üstünde yer vermiştir. Çarşaf içinde, peçe altında ve kafes arkasındaki Türk kadınını artık tarihlerde aramak lazım gelecektir. Türk kadını, evdeki medenî mevkiini salahiyetle işgal etmiş, iş hayatının her safhasında muvaffakiyetler göstermiştir. Siyasî hayatla, belediye seçimleriyle tecrübe kazanan Türk kadını, bu sefer de milletvekili seçme ve seçilme suretiyle haklarının en büyüğünü elde etmiş bulunuyor. Medenî memleketlerin birçoğunda, kadından esirgenen bu hak, bugün Türk kadınının elindedir ve onu salahiyet ve liyakatle kullanacaktır…”
Bir soru: Atatürk mü, yoksa Abdülhamit mi, insan gibi insandı?
ÖZGEN ACAR
CUMHURİYET
***
O masayla ilgili gelişmeleri 2008’den bu yana bu köşede çeşitli kereler yazdım. 14 Kasım’da şöyle değinmiştim: “İsviçre Cumhurbaşkanı Pascal Couchepin’in Ankara ziyareti öncesinde kendisi ile konuşmak üzere bir grup meslektaş ile bu ülkeye gitmiştik. Bu fırsattan yararlanarak Lozan’da Türkiye’nin bağımsızlığına sahne olan görüşmelerin yapıldığı alanları da ziyaret ettik. Lozan Antlaşması’nın imzalandığı ‘ Rumine Sarayını’ da gezdik.
Arkadaşlardan biri ‘Antlaşmanın imzalandığı masayı görebilir miyiz?’ diye sorduğunda ‘depoda’ yanıtını alınca şaşırdık, daha doğrusu üzüldük. Oysa bu tarihsel masayı nice Türk kuruluşu Türkiye’ye getirtmek için ne uğraşlar vermişlerdi. Meğer yetkili bizi atlatmış! Masa bir sürpriz olarak Couchepin’in ziyareti sırasında Ankara’da ortaya çıktı. Couchepin İsviçre’nin Ankara’da elçilik açılışının 80. yıldönümünün anısına masayı Ankara’ya hediye getirmişti.
Bu masanın sergileneceği yer henüz saptanmadı. İki önerimiz var. Yabancı devletleri bu masaya oturtan ilk TBMM Müzesi ya da Lozan görüşmelerini başarı ile sürdürüp imzası ile noktalayan İnönü’nün Pembe Köşk Müzesi en uygun yerlerdir.”
23 Aralık 2008’deki yazım ise özetle şöyleydi:
“İsviçre Cumhurbaşkanı Pascal Couchepin, Ankara Büyükelçiliği’nin 80. yıldönümü nedeniyle yaptığı ziyarette Türkiye’ye olağanüstü bir hediye vermişti. Hediye, Türkiye Cumhuriyeti’ni doğuran 24 Temmuz 1923’te Lozan Antlaşması’nın imzalandığı masaydı.
Masanın Çankaya Köşkü’nde, bugünkü TBMM Binası’nda, Ankara’da Resim ve Heykel Müzesi’nde sergilenmesi gibi öneriler yapılmış, masa ortada kalmıştı. 14 Kasım tarihinde bu köşede yazdığımız yazı şöyle bitiyordu:
‘İki önerimiz var. Yabancı devletleri bu masaya oturtan ilk TBMM Müzesi ya da Lozan görüşmelerini başarı ile sürdürüp imzası ile noktalayan İnönü’nün Pembe Köşk Müzesi en uygun yerlerdir.’
Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Orhan Düzgün arayıp şu bilgiyi verdi: ‘Masayı, iç düzenlenmesi yenilenmekte olan ilk TBMM Müzesi’nde ve ayrıca ailesinin bağışladığı İnönü’nün Lozan Madalyası ile birlikte sergileyip 23 Nisan’da ziyarete açacağız.’
Masa en doğru yeri bulmuş, ayrıca İnönü’nün madalyası ile de taçlanmıştı.”
***
Couchepin, masayı Ankara’da, törenle Türkiye’ye vermeden önce, “Bir kez daha dokunmak istiyorum!” demişti... Pek çok konuğun olduğu bu törene, o masada zafer antlaşmasını imzalayan İnönü ailesinden kimse davet edilmemişti!
***
O masada İngilizlerin ve yandaşlarının yenilgisini imzalayan İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon çok öfkeliydi! Lord Curzon, öfkesini “Türkiye Cumhuriyeti’nin tapusunu” başarıyla imzalayan Türkiye Dışişleri Bakanı İsmet İnönü’ye öfkeyle şöyle demişti: “İstediğinizi aldınız (cebini ve ABD delegesini işaret ederek) ama para bizde; nasıl olsa geleceksiniz, yardım isteyeceksiniz. O zaman bugün kabul etmediklerinizi bir bir önünüze koyacağız!”
İnönü gülerek, “Gelirsek yaparsınız...” yanıtını vermişti!
***
Şimdi, biri çıkmış yıllarca övdüğü Lozan
Antlaşması’nı yerden yere vuruyor. Geçmişte övgülerini bugün unutan
Sultan hazretlerine, söylediklerini Sözcü gazetesinde 30 Eylül’de Yılmaz Özdil tarih tarih anımsatıyor. (http://www.sozcu. com.tr/2016/yazarlar/yilmaz-ozdil/lozan- 1419717/)Burada benim anlamadığım, bu kişide “Alzheimer” mı başladı, yoksa “Büyük Ortadoğu Başkanı” sıfatıyla T.C’nin tapusunu mu satışa çıkarmak istiyor?
Sayın Okurlar, ilk fırsatta ailenizle, arkadaşlarınızla ilk BMM binasını ziyaret ederek, orada sergilenen bu masa uğrunda şehit olanlara saygılarınızı sununuz.
***
Türkiye Cumhuriyetinin “2” numarası, Dolmabahçe Sarayı’nda düzenlediği “Sultan 2. Abdülhamid Han Sempozyumunda” neler dedi?
“Hal edilmeseydi, güçlü bir devlet olarak, tarih sahnesinde yerimizi devam ettirecek, Meriç Nehri ile Ağrı Dağı arasına sıkışmış olmayacaktık!
Dini bağlamda sadece namaza değil, diğer dini vecibelere de titizlik gösterirdi. Aptesli bulunmayı prensip edinmişti. Ağzına içki koymamıştır. Özellikle Sultan Abdülhamid karakter olarak sadeliği ve temizliği seven müşfik, rikkatli, alabildiğine nazik, kibar bir devlet adamıydı!
Osmanlı Devletimizin yıkılması ve yok olması konusunda yoğun bir faaliyet yürüten emperyalist devletler ve onların emellerine destek veren yerli işbirlikçilerine rağmen, yine de 33 yıllık iktidarı süresince çok önemli eserler ve dikkatle incelenmesi gereken projeler bırakmıştır. Sultan 2. Abdülhamid Han’ın bütün bunları başarabilmesindeki etken, gayretli ve ferasetli şahsiyetinin ve uyguladığı politikaların tarihinde aranmalıdır.
Sultan Abdülhamid, İslam dinini ve kurumlarını gerek içte, gerekse dışta Müslümanlarla olan ilişkilerde devamlı gündemde tutmuş, halifelik makamını ön plana çıkaran uygulamaları tercih etmiştir.
Demiryolları sayesinde Çanakkale’ye ulaştırılan desteklerle Çanakkale geçilmez olmuştur. Bugün ‘Çanakkale geçilemez’ diyorsak, onun temelinde Sultan Abdülhamid Han vardır!”
İstiklal Marşı’nın şairi Mehmet Akif Ersoy, “Safahat” adlı şiir kitabında “Ah o Yıldız’daki baykuş ölüvermezse eğer, Âkıbet çok kötü…” dediği Abdülhamit hakkında başka neler söylemişti?
“Çoktan beridir vardı benim bir derdim:/ Gideyim, zâlimi ikâz edeyim, isterdim./ O, bizim câmi uzaktır, gelemez, mani’ ne?/ Giderim ben, diyerek, vardım onun cami’ine./ Kafes ardında hanımlar gibi saklıydı Hamid,/ Koca Şevketli! Hakikat bunu etmezdim ümid./ Belki kırk elli bin askerle sarılmış Yıldız;
O silahşörler, o al fesli herifler sayısız./ Neye mâl olmada seyret, herifin bir namazı:/ Sâde altmış bin adam kaldı namazsız en azı!/ Gördüğüm maskaralık gitti de artık zoruma,/ Dedim ki: ‘Bunca zamandır nedir bu gizlenmek?/ Biraz da meydana çıksan da hasbihâl etsek. / Adam mı, cin mi nesin? Yok, ne bir gören; ne eden;/ Ya çünkü saklanıyorsun bucak bucak bizden./ Değil mi saklanıyorsun, demek ki: Korkudasın;/ Ya çünkü korkan adamlar, gerek ki saklansın./ Değil mi korkudasın, var kabahatin mutlak’!”
Ve de ekliyor: “Ne mel’unsun ki rahmetler okuttun rûh-i İblis’e…”
Mehmet Akif’e göre Abdülhamit, şeytandan da şeytanmış!
***
Türkiye Cumhuriyeti’nin “2” numarası, Dolmabahçe Sarayı’nda düzenlediği “Sultan 2. Abdülhamid Han Sempozyumu’nda” neler dedi?
“Dini bağlamda sadece namaza değil, diğer dini vecibelere de titizlik gösterirdi. Aptestli bulunmayı prensip edinmişti. Ağzına içki koymamıştır. Özellikle Sultan Abdülhamid karakter olarak sadeliği ve temizliği seven müşfik, rikkatli, alabildiğine nazik, kibar bir devlet adamıydı!”
Bir okurumuz, Abdülhamit’in torunu Ertuğrul Osman Osmanoğlu’nun, bir TV söyleşisinde, “dedesinin alkolik olmadığını, ancak Rom içtiğini” açıkladığını anımsattı!
“2” numaralı koltuğa oturan, tüm AKP’liler bile, “İlk BMM Başkanı Atatürk’ü şükran ve saygıyla anarlarken”, geçen yıl bu göreve seçilen İsmail Kahraman, sunuş konuşmasında Ata’nın adını ağzına almamıştı!
2014’te Eskişehir’de yaptığı konuşmayı da anımsamakta yarar var:
“Cumhuriyet’i kuran kadro pozitivisttir. Pozitivist nedir? Gördüğüne ve tuttuğuna inanır. Peki, ayeti tutuyor muyum? Hayır… Vahiy gördüm mü? Hayır… Ayeti reddederler. Cumhuriyeti kuranlar, bu yüzden dinden uzaklaştı!”
***
Azerbaycan Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev, TBMM’ye hediye olarak, 1994’te “2” numaralı koltukta oturan Hüsamettin Cindoruk’a Atatürk’ün mareşal üniformalı resmi dokunmuş bir halı vermişti. AKP iktidara geldikten sonra, 2004’te bu halıyı TBMM’den kaldırmak istemiş, ancak başaramamıştı. 15 Temmuz’da, FETÖ darbesinde halının bulunduğu loca yıkılmış, ancak bu halı zarar görmemişti.
Muhalefet, halının yeniden TBMM duvarına asılmasını isterken, AKP’li İdare Amiri Salim Uslu, loca onarıldıktan sonra, eski yerine asılmayacağını şu gerekçe ile açıkladı:
“Atatürk’ün Meclis’te yüzlerce sivil resmi varken, üniformalı resminin oraya konması doğru değil! O resim kışlada olur, hiçbir şekilde Meclis’te olmaz…”
Meclis, yeni yasama yılına girerken Kahraman, kuliste karşılaştığı milletvekillerinin ellerini sıkarken CHP’li Mahmut Tanal “Atatürk resimli o halı yerine asılıncaya kadar elinizi sıkmayacağım!” sözleri ile tepkisini gösterdi.
***
Türkiye Cumhuriyeti’nin “2” numaralı koltuğunda da oturan ve iki yıl öncesine kadar AKP Genel Başkan Yardımcısı olan Mehmet Ali Şahin’in sözlerini 20 Mayıs 2013 tarihli Vatan gazetesinden alıntılayalım: “Tarih kitapları bize eksik öğretiliyor. Mesela son Osmanlı padişahı Vahdettin vatan haini olarak öğretildi. Acaba böyle mi? Vahdettin hain değildi. Tarihimizi doğru okuyalım. Milli Eğitim Bakanlığı’na çağrıda bulunuyorum. Son padişah ile ilgili tarih kitaplarını lütfen değiştirelim. Çocuklarımıza doğruyu öğretelim…”
***
AKP hükümeti, 5 Kasım 2013’te Resmi Gazete’de yayımladığı bir değişiklikle Türkiye Cumhuriyeti’nin “İlişkilerin geliştirilmesine katkıları nedeniyle” yabancılara verdiği “Devlet, Cumhuriyet ve Liyakat” nişanlarından Atatürk’ün kabartmalarını ve T.C. sözünü kaldırmıştı. “Türkiye Kamu-Sen” bu kararın iptali için Danıştay’da dava açtı.
Danıştay 10. Dairesi, “nişanlardaki Atatürk kabartmasının kaldırılmasının anayasal kurallar karşısında eksik bir düzenleme olduğu için, değişikliğin iptaline” karar verdi…
***
Önceki hafta bir başka konuşmasında da “Fiziki sınırlarımız var, ama gönülde yatan sınırlarımız da var!” Cumartesi günü de Bursa’da şöyle konuştu:
“Tarihin en büyük devletlerinden birisi olan Osmanlılardır. Biz 20 milyon km2’den 780 bin km2’ye geldik. Nereden nereye? Bu devletin sınırlarını gönüllü olarak kabul etmiş de değiliz! Uzun zamandır yaşadığımız kesintisiz savaşların, kayıpların etkisiyle biraz nefes alabilmek için o dönemde buna ‘tamam’ denmiş olabilir. Asıl yanlış, dönemin tartışmalı şartları içinde yapılan bu fedakârlığa teslim olup, devlet ve toplum hayatını buna göre inşa etmeye kalkışmaktır. Biz bunu kabul etmiyoruz. Bu yanlış tarih ve medeniyet algısından vazgeçilmesi gerektiğini söylüyoruz…”
***
20. yy’ın başlarında, İngilizler ve Fransızlar, yöremizde “etnik mozaikleri” kullanarak, “böl ve yönet siyasasını” uyguladılar. Arap ülkelerinde başardılar ancak Mustafa Kemal Atatürk’ü yenemediler.21. yy’da İngilizlerin yerini Amerikalılar aldı. “Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)” adıyla bir tezgâhı sahneye koydular. Bizimkini de “eşbaşkan” ilan ettiler. Sonra neler oldu?
Dost ülke Libya’da ayaklanma çıkarıldı. Türk donanması ayaklananlara yardım için Libya’ya gönderildi. Muammer Kaddafi linç edildi. Türk müteahhitleri işsiz kaldı.
Bizimki 2011’de Mısır’a ziyaretinde “laiklik ve demokrasi” derken, 2012’de gidişinde Kuran’dan ayetler okuyor, “laiklik ve demokrasi” kavramlarına değinmiyor, ayaklanmadan sonra “Rabia” işaretini her fırsatta kullanıyordu. Sonrasında, olan Mısır’daki Türk işadamlarına olmadı mı?
“Kardeşim” dediği Beşar Esad ile ailecek Bodrum’da “mavi yolculuk” yaparken, sonrasında Suriye Cumhurbaşkanı’nın muhaliflerine MİT TIR’ları ile silahlar gönderdi. Kürtler örgütlenerek güçlendi. Aşırı dinciler, Esad’a karşı “Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD)” terör örgütünü kurdular.
Suriye karıştı. 2 milyon Suriyeli Türkiye’ye sığındı. Türkiye Irak’tan gelenlerle birlikte sığınmacılara 25 milyar dolar (75 milyar TL) harcadı. Sultan, şimdi çare olarak 711 km’lik sınırı, dünyanın en uzun 3. duvarı ile örtmeye başladı.
Irak’ta yasal Bağdat yönetimi dışlandı. Ortadoğu’da Amerikalıların desteği ile “Büyük Kürt Devletini” kurma peşinde olan Mesud Barzani’yi, son olarak birkaç ay önce Ankara’da “külliyesinde” ağırladı, 2013’te birlikte Diyarbakır’da (!) gövde gösterisi yaptı.
Yasal Irak yönetimini dışlayıp yöredeki petrolü, Enerji Bakanı yaptığı damadının da ortağı olduğu şirket aracılığı ile Türkiye üzerinden pazarlama yoluna gitti. Kandil’deki PKK, Türkiye’de çeşitli terör eylemlerini sürdürüyor. Peki, PKK silahlarının ve Kandil harcamalarının parasını nereden buluyor? Suriye’deki Kürt PYD örgütünün bütçesini kim karşılıyor? Elbette Akdeniz’e ulaşmak isteyen Barzani’den ve ABD’den geliyor!
***
Eskiden şöyle bir halk türküsü vardı: “Rüzgârın eser serin kırların kokusu dolu / Bir kaval çalar hazin hazin tozlanır köy yolu / Aslan yürekli köy yiğitleri kurası çıkar orduya koşar. / Yârin çavuş olur döner geri, ağlama nazlı yâr.” Günümüzde son mısra artık şöyle söylenir oldu: “Yârin şehit olur dönmez geri, ağla nazlı yâr!”
Fransız Le Monde gazetesinin Türkiye temsilcisi Guillaume Perrier, son yazısında şöyle diyor:“Türkiye politikasında ‘ikili’ oynayıp, kurnazlık ettiğini sanan Amerika’nın bu senaryoyu düşünmesini isterim, doğrusu. Türkiye’de yaklaştığı görülen kanlı bir çatışmanın, bütün dünyayı yakması sandığınız kadar uzak bir ihtimal değil!”
Bir Rus karikatürü de bu gerçeği yansıtıyor!
Bir ay önce Sözcü gazetesinde Yılmaz Özdil, “Atatürk Büstü” başlıklı yazısında Atatürk heykellerine saldırının başlangıcı hakkında önemli bilgiler verdi (*).
İlk saldırıyı 25 Şubat 1951’de Kırşehir’de Kemal Pilavoğlu’nun Ticanileri yaptı. O dönemi anımsarım. Pilavoğlu’nu günümüz okurlarına tanıtmak için, rahatlıkla o dönemin FETO’su diyebiliriz. Dini istismar ederek köşeyi dönen ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ü hedef alan bir sahtekârdı.
CHP iktidarına ve Türkçe ezana tepki olarak 1949’da adamlarına TBMM’de Arapça ezan okuttu. 14 Mayıs 1950’de Demokrat Parti iktidara gelince, ilk işi, ezanın Arapça okunmasına karar verdi.
Ardından Pilavoğlu’nun tayfaları 25 Şubat 1951’de Kırşehir’de tören alanındaki Atatürk heykelinin yüzünü parçaladılar. Türkiye ayağa kalktı. Babam Hilmi Acar, beni de alarak İzmir’de Lozan Alanı’ndaki Atatürk anıtında saygı duruşuna götürdü.
***
O günden bu yana Atatürk heykellerine saldırı, özellikle AKP iktidarının son yıllarında yoğunlaştı. Bazı örnekler… 21 Eylül 2012 - Aydınlık: Tekirdağ’ın Malkara ilçesinde Atatürk’ün büstü, yerinden sökülüp bir aydınlatma direğine asıldı.
5 Haziran 2014 - Aydınlık: Tekirdağ Hükümet Caddesi’ndeki Atatürk büstü parçalandı.
25 Temmuz - Haber Türk: Diyarbakır surları üzerindeki Atatürk portresi parçalandı.
4 Eylül - Sözcü: Ankara Güvenpark’taki Atatürk anıtına saldırıldı.
25 Eylül - Sözcü: Cizre’de Atatürk heykeli benzin dökülerek yakıldı.
3 Ekim - Milliyet: Rize’de Atatürk büstü ters çevrildi.
8 Ekim - Milliyet: Diyarbakır’da Atatürk büstü binadan dışarı atıldı. Batman’ın Gercüş ilçesinde Atatürk büstü söküldü. Van’ın Başkale ilçesinde Çarşı merkezindeki Atatürk heykeli molotofkokteyli ile yakıldı.
12 Kasım - Bursa’da bir okuldaki Atatürk büstü, ölüm yıldönümünden bir gün önce siyaha boyandı.
27 Ocak 2015 - Ankara Keçiören’deki Çağlar Ortaokulu bahçesinden Atatürk büstü çalındı.
24 Mart - Haber Türk: Ankara Ulus Atatürk anıtındaki asker heykelinin tüfeğine zarar verildi.
8 Nisan - Cumhuriyet: Atatürk’ün Amasya’ya gelişi ve genelgesini simgeleyen kabartma, belediye çalışması sırasında kırıldı, onarım bekliyor.
31 Ağustos - Sözcü: Kayseri’nin Felahi’ye AKP’li Belediye Başkanı Atatürk heykelini otoparka attı.
19 Eylül - Sözcü: İstanbul AKP’li Fatih Belediyesi, Atatürk anıtını metal perdeyle kapattı.
13 Şubat 2016 - Sözcü: Tekirdağ Ergene ilçesinde ilkokulu binasındaki Atatürk büstü ve portreleri bahçeye bırakıldı.
8 Temmuz - Sözcü: Denizli Çivril ilçesinde Atatürk heykeli tabelayla kapatıldı.
28 Temmuz - Milliyet: İzmir Konak ilçesindeki Atatürk maskı harap halde.
6 Ekim - Sözcü: İstanbul Avcılar’da Atatürk büstünü yere attılar.
5 Kasım - Sözcü: Trabzon Of’ta 29 Ekim’de Atatürk büstleri sprey ile boyandı.
***
Ticanilerin merkezi Ankara’da Hacı Bayram Camii
çevresinde idi. Sonrasında yerlerini Nurcular aldı. Karargâhlarına
girdim. 5 Ağustos 1961’de Cumhuriyet’teki haberim nedeniyle hakaret
davası açtılar. Aklandım. Hacı Bayram nöbetini FETO’cular almıştı. Şimdilerde ise IŞİD’ciler devrede!
***
*Özdil’in yazısı için tıklayınız: http:// www.sozcu.com.tr/2014/yazarlar/yilmaz- ozdil/ataturk-bustu-621277/ ***
“Osmanlı Meclisi Mebusan Reisi” denilen zat değil, “Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı” denilen kişi, Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka’nın soru önergesini yanıtlamak için şu koşulu koydu: “Önergenizdeki laiklik cümlesini çıkarın yanıtlayalım!”
***
15 Temmuz saldırısında zarar gören TBMM’nin muhalefet koridorundaki Mustafa Kemal Atatürk’ün halıya dokunmuş, mareşal üniformalı tablosu da yerinden kaldırılmıştı. CHP’liler gerekeni yapıp yerine asınca, o kişi “Başkanlığımızın bilgisi ve rızası dışında asıldı!” diye itiraz etti!
***
O kişi, Dolmabahçe Sarayı’nda düzenlediği “2. Abdülhamit Han Sempozyumu’nda” şöyle dedi: “Ağzına içki koymamıştır. Özellikle Sultan Abdülhamid karakter olarak sadeliği ve temizliği seven, müşfik, rikkatli, alabildiğine nazik, kibar bir devlet adamıydı!” Bir okurumuz, Abdülhamit’in torunu Ertuğrul Osman Osmanoğlu’nun, bir TV söyleşisinde, “dedesinin alkolik olmadığını, ancak rom içtiğini” açıkladığını, anımsattı!
***
O kişi, Ankara’da 30 Kasım’da Mustafa Necati Kültür Evi’nde “Abdülhamid Han ve Dönemi Fotoğraf Sergisi” açtı. Kurtuluş Savaşı’nda Atatürk’ün yakın arkadaşlarından ve çeşitli bakanlıklar yapmış olan Mustafa Necati Uğural bugün mezarında sağından soluna dönüyordur!
***
O kişi, 2014’te Eskişehir’de yaptığı konuşma da şöyle dedi: “Cumhuriyet’i kuran kadro pozitivisttir. Pozitivist (bilimsel) nedir? Gördüğüne ve tuttuğuna inanır. Peki, ayeti tutuyor muyum? Hayır… Vahiy gördüm mü? Hayır… Ayeti reddederler. Cumhuriyeti kuranlar, bu yüzden dinden uzaklaştı!”
O kişi, o kürsüye seçildiğinde Atatürk’ün adını ağzına almadı. İstiklal Marşı’nın şairi Mehmet Akif Ersoy, “Safahat” adlı şiir kitabında, “Ah eğer, o Yıldız’daki baykuş (Abdülhamit) ölüvermezse, âkıbet çok kötü…” demişti…
***
O kişi 28 Ağustos’ta Rize’nin Kurtuluş Bayramı töreninde konuştu: “ ‘Şu tarihte kurtuldum’ demek; acziyet ifade eder. Kurtuluşlar değil fetihler anılır. Onlar, Trabzon’dan, Rize’den, Artvin’den, Erzurum’dan, Sarıkamış’tan çekilip memleketlerine döndüler!”
***
O kişi aynı törende şunları da söyledi: “Liseli Devrimciler, Che Guevara’nın gömleklerini giymişler. Che, 39 yaşında öldürülen, bizzat kendisinin infazlar yaptığı bir katil kişilik. Bir gerilla. Bolivya’da, Küba’da, Güney Amerika’da faaliyette bulunan bir eşkıya… Benim liseli gencimin yakasında, göğsünde olmamalı…”
***
Oysa dün, Küba’da cenaze töreni yapılan Castro, 1996’da İstanbul’a geldiğinde ne demişti?: “Devrimci Kemal Atatürk, bizim esin kaynağımız oldu. O gemiyle Samsun’a, biz de 40 yıl sonra gemiyle Havana’ya çıktık. Kendinize başka önder aramayınız…” Küba’nın Ankara Büyükelçisi Alberto Gonzalez Casals’ın İzmir’de CHP Grup Başvekili Özgür Özel’e, bu sözleri eden, o kişinin, kendisine şöyle dediğini açıkladı: “Hem Meclis Başkanı hem de daha üst düzeyde bir kişi telefon açarak özür diledi!” Özel de Büyükelçiye “Bir atasözümüz, ‘Açıkta yapılan kusurun tenhada özrü olmaz!’ der” dedi.
Oysa anımsanacağı üzere Sultan, Küba ziyaretinde Che anıtını ve Atatürk’ün büstünü ziyaret etmişti!
Kadınların Ata’sı!
Atatürk, 5 Aralık1934’te Türk kadınına “Seçme ve Seçilme” hakkını tanıdı. Fransa’da 1944, Japonya’da 1945, İtalya’da, Arjantin ve Meksika’da 1946, İsviçre’de ise 1971’de bu hakkın tanınmasına da öncülük etmişti… Atatürk’ün açıklaması şöyleydi:
“Bu karar, Türk kadınına sosyal ve siyasî hayatta bütün milletlerin üstünde yer vermiştir. Çarşaf içinde, peçe altında ve kafes arkasındaki Türk kadınını artık tarihlerde aramak lazım gelecektir. Türk kadını, evdeki medenî mevkiini salahiyetle işgal etmiş, iş hayatının her safhasında muvaffakiyetler göstermiştir. Siyasî hayatla, belediye seçimleriyle tecrübe kazanan Türk kadını, bu sefer de milletvekili seçme ve seçilme suretiyle haklarının en büyüğünü elde etmiş bulunuyor. Medenî memleketlerin birçoğunda, kadından esirgenen bu hak, bugün Türk kadınının elindedir ve onu salahiyet ve liyakatle kullanacaktır…”
Bir soru: Atatürk mü, yoksa Abdülhamit mi, insan gibi insandı?
ÖZGEN ACAR
CUMHURİYET