(I)
Birkaç gün önce, Kültür ve Turizm bakanlığının 3-5 Mart 2017 tarihlerinde İstanbul’da düzenlediği “III. Milli Kültür Şurası” sonuç raporundan haberim oldu. Bu raporda kültür bakanı Prof. Dr. Nabi Avcı’nın yazısını görenler, herhalde, “Eğitimi bitirdi, sıra kültür ve turizmde” diye düşünmüşlerdir. “Huylu huyundan vazgeçmez” demişlerdir. Biliyorsunuz, Avcı, eğitim bakanıyken mangalda kül bırakmazdı, yeni bakanlığında da, mangalda kül bırakmıyor. Tek fark var, eğitimden kültüre geçince, dilinde de ortama uygun dönüşüm olmuş.
Bilindiği gibi, bakanlar, bakanlığın hazırladığı belgeyle ilgili görüş ve açıklamalarını, genelde belgenin ilk sayfalarında yapmaktadırlar. Avcı’nın görüşlerini, milli eğitim bakanı iken [1] “Bakanın Sunuşu” başlığı altında, kültür bakanlığında ise “Girizgâh” başlığı altında açıkladığı görülüyor. Avcı’nın bu “sunuş”tan “girizgâh”a geçişi, hem kültürel değişimin hem de “Hedef 2023”ün yönünü gösteriyor.
Avcı, kültür şurası sunumunda “girizgâh” sözcüğünü kullanmakla yetinmiyor: Örneğin aydın, bilim, değerli, saygı, sevgi, sonuç ve tartışmacı gibi halkın büyük bir çoğunluğunun benimseyip kullandığı sözcükler yerine, münevver, ilim, kıymettar, hürmet, muhabbet, nihai ve müzakereci gibi sözcükleri kullanmayı yeğliyor.
Şurada, kültür politikaları, kültür diplomasisi, kültür ekonomisi, sinema radyo ve televizyon gibi 17 komisyon oluşturulmuş. Girizgâhtan sonra raporda, görüş ve önerileri içeren komisyon raporlarına yer veriliyor.
Kültür politikaları komisyonu başkanı, bir önceki Kültür Bakanlığı müsteşarı ve “Osmanlı Müesseseleri ve Medeniyeti Tarihi” çalışmasıyla doçent olan Prof. Dr. A Haluk Dursun. Tekke kültürü ve eğitimi dersini okutan ve gençlere, “Şükrü ihmal etmeyin. Allah’a şükredin” diye öğüt veren bir muhterem. Bu komisyonun bir başka üyesi, R. T. Erdoğan’ın, 14 Ocak 2015 günü yemeğe çağrılan kişilerden biri olan Prof. Dr. Erol Göka. 16 Nisan sonrasında, “Halkoylamasında 18-24 yaş grubunda çok daha yüksek (%70) civarında ‘Hayır’ bekliyordum. O yüzden %54 sonucuna hayli şaşırdım. Şaşırmakla kalmayıp ‘milli ve yerli kültür’ adına çok sevindim, umutlandım" [2] diye yazan bir başka muhterem.
Bu komisyonun diğer üyeler de: Prof. Dr. Asu Aksoy (bir yıl önce “Fetih” konusuna odaklanan ve 2016’da ise “Yaşam, Mimari, Estetik” konusunun işlendiği “13. Eyüp Sultan Sempozyumu”nun bilim kurulu üyesi); Pof. Dr. Süleyman Seyfi Öğün (politik kültür, muhafazakarlık ve milliyetçilik konularında çalışan, Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun Başdanışmanı ve Yeni Şafak gazetesi yazarı); Prof. Dr. Şaban Teoman Duralı (1990’lı yıllarda, Kuala Lumpur'da bulunan Malezya Uluslararası İslam Üniversitesinde çalışmış); Doç. Dr. Mehmet Akif Kireçci (Türkiye Fulbright Eğitim Komisyonu üyesi Bilkent Üniversitesi öğretim üyesi ve Ankara Siyasal ve Ekonomik Araştırmalar Merkezi Başkanı); Ahmet Kot (Türkiye Yazarlar Birliğinin İstanbul Şube Başkanlığı yapmış); Levent Erden (pazarlamacı); Prof. Dr. Hüsamettin Arık (internette hakkında bir bilgi yok) ve Serhan Ada (santral İstanbul proje sorumlusu, Avrupa kültür başkenti büyük etkinlikler koordinatörlüğü görevinden istifa etmiş).
Görüldüğü gibi bu politika komisyonu, çoğu açık bir şekilde AKP yandaşı olan tarafsız(!) kişilerden oluşuyor. Diğer 16 komisyonda yer alan yaklaşık 180 kişinin çoğunluğu da, Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları (SETA) Vakfı gibi yandaş kuruluş mensuplarından, TRT’de program yapanlardan, yandaş gazetelerde yazanlardan, imam hatipli olanlarda, ilahiyatçılardan ve AKP’nin görevlendirdiği bürokratlardan oluşuyor. Komisyonlardaki muhalif ya da AKP’ye mesafeli olan üye sayısı iki elin parmakların geçmiyor.
Bu politika komisyonu, “son dönemlere kadar kültür alanını belirleyen tek tip ideoloji merkezli, dayatmacı ve vesayetçi sınırlamalardan” söz ediyor. Raporu okuyan, “Hah şimdi bu komisyon, son dönemin 15 yılı AKP’ye ondan önceki 20 yılı da 12 Eylül askeri darbe yönetimine ait uygulamaları eleştireceğini sanıyor. 1983 yılında yayımlanan DPT’nin Milli Kültür Raporu’nda “Türk-İslam sentezi, din-devleti; millet, din cemaati; milli kültür, İslam kültürü; milliyet, İslamiyet; milliyetçilik, İslamcılık; Türk milleti, yüzde 99’u Müslüman olan Türkler; laiklik, din düşmanlığı; bilim de Kur’an’daki bilgiler olarak” [3] belirtilmesine karşı çıkacağını düşünüyor. Oysa bu komisyonun önerileri de, üstü kapalı da olsa son 35 yılda yapılanların doğrultusunda oluyor.
Şura komisyonlarına yandaşları dolduran Avcı, politika komisyonuna atfen, “Milli Kültür Şurası’nda, gerilimli ve kutuplaştırıcı politik iklimin kültürel hayatımızı geçmişte yoksullaştırdığına işaret edilmiş” deyip “Buna karşılık Türkiye’nin zengin birikimini bir araya getiren 3. Milli Kültür Şurası’nın çoğulcu ve demokratik karakteri takdir edilmiştir” diyebiliyor.
AKP’nin “kendisinin, çalıp kendisinin oynadığı” şuralar ya da öğretmen yetiştirme strateji belgesi gibi belgeler, nasıl oluyorsa onların ağzında, “çoğulcu ve demokratik karakterli” oluveriyor. Bu tür abartıları kim yapsa tuhaf oluyor da, eğitim ya da kültür bakanı yapınca, insan ne diyeceğini bilemiyor.
Onların, bırakın başkalarını, arkadaşlarının yüzüne nasıl bakabildiklerine akıl erdiremiyor.
Tabii ki girizgâhın şaşırtıcı yanı kullanılan sözcüklerle sınırlı kalmıyor. Örneğin Avcı, bu şuranın parolasının, “Dünyanın İyiliği İçin Türkiye” olduğunu açıklıyor ve “Şuranın bize emanet ettiği bu veciz ifadeyi şiarımız olarak kabul ediyoruz” diyor! İlk bakışta şaşırtıcı gelen bu parola, şurada ortaya çıkan örneğin, “Eski Türkçenin öğretilmesinin gereğinin kuvvetle ifade edilmesi” gibi önerileri okuyunca, anlam kazanıyor.
Kültürü Eski Türkçeyle, Osmanlıcayla, Arapçayla ve inançla şekillendirilecek Türkiye’nin, Osmanlıya benzediği ölçüde dünyanın iyiline katkı yapacağı anlaşılıyor!
Rıfat Okçabol / SOL
okcabolr@gmail.com
[1] Bkz. örneğin 2015 yılında hazırlanan 2015-2019 stratejik planı ve Faaliyet Raporu 2014 ile Ocak 2016’da hazırlanan 2016 yılı performans raporu.
[2] http://www.haber10.com/yazar/prof_dr_erol_goka/genclerin_hayir_tercihi-7....
[3] Bkz. B. Güvenç; G. Şaylan; İ. Tekeli; Ş.Turan (1991). Türk İslam sentezi. İstanbul: Sarmal Yayınevi.
***
(II)
Avcı’nın, Kültür Şurası raporunun girizgâhında döktüğü inciler, geçen hafta özetlenenlerle sınırlı kalmıyor. Muhaliflerin bir kısmı ve barış isteyen akademisyenler terörist, bir kısmı da "FETÖ"cülükle suçlanıyor ve bir yıldır, hukuku katleden OHAL kararnameleri çıkarılıyor. AİHM, zorunlu olamaz dese de, Sünni-Hanefi inancının işlendiği din kültürü ve ahlak bilgisi dersi herkese hâlâ zorunlu olarak dayatılıyor. Bakan olarak tüm bu olumsuzluklarda pay sahibi olan Avcı, girizgâhta, “İnsanı esas alarak, … her türlü ayrımcılığı reddederek, her insanın, her canlının hukukunu koruyarak evimize, dilimize, ülkemize, kültürümüze sahip çıkacağız” diyor. Zeytinlikleri mahvedecek tasarılar peş peşe gündeme getirenler, kuş cennetlerini ve güzelim vadileri acımasızca yok edenler onlar değilmiş gibi, “Yalnız insanın değil, bütün mahlukatın hukukunu korumakla, gözetmekle mükellefiz” diyebiliyor.
On binlerce öğrenci, asker, öğretmen, memur, …haksız yere tutuklanmış, işinden atılmış, açlık ve sefalet içine itilmiş bulunuyor. İki eğitimci, haksız yere atıldıkları işlerine geri dönmek için açlık grevini sürdürüyor. Yandaş vakıf ve yurtlarda vicdanları sızlatan çocuk istismarları ve çocuk ölümleri yaşanıyor. Bu suçları işleyenlerin üstüne de yeterince gidilmiyor. Bakan olarak bütün bu vicdan sızlatan olaylarda Avcı’nın da sorumluluğu bulunuyor. Ancak OHAL kararnamelerini okumadan imzalayıp hukukun ve insanlığın katledilmesinden etkin rol oynayan ve ölüm orucundaki eğitimcilerin durumuna aldırmayan Avcı raporda, ne demekse, “Dünyanın vicdanı olan Türkiye” diyebiliyor, “Yeryüzünün vicdanı olmak için bugün takdirin üzerinde bir çaba harcayan Türkiye”den söz edebiliyor!
Avcı’nın girizgâhını komisyon raporları izliyor. Hemen her komisyon raporunda, “milli kültür, manevi değerler, ortak kültür” gibi sözcüklerle üstü kapalı bir şekilde din kültürü öne çıkarılıyor. Bazı raporlarda tam anlaşılamayan öneriler bulunuyor. Örneğin kültür politikaları komisyonu raporunda, “kültürümüzün ekseninin, tarihsel ve kültürel havzalarımızın birikimi göz önünde bulundurularak ulus-devlet kavrayışını aşan bir ufuk ile belirlenmesinin gerekliliği” vurgulanıyor. Bu vurgunun, küresel sömürgenleri tatmin etmek için mi, “milli ve manevi değerlerimiz” gibi sözcüklerle üstü kapalı olarak dile getirilen İslam kültürüne sahip ülkeler mi kastediliyor, bilinmiyor!
Aynı komisyon, “tarihî, kültürel ve çevresel hususiyetleri sebebiyle İstanbul Tarihî Alan Başkanlığı, Söğüt – Bilecik – Bursa Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu Tarihî Alan Başkanlığı ve Sarıkamış Savaşları Tarihî Alan Başkanlığı kurularak etkin çalışmaların sağlanması” önerisini getiriyor. Nedense, İzmir, Efes, Sart ve Bergama için ya da Antalya, Alanya, Perge, Aspendos ve Side gibi tarihi ve kültürel yerler için böylesine bir öneri yapılmıyor.
Kültür varlıkları, müzeler ve arkeoloji komisyonunun, “akreditasyon sistemlerinin teşvik edici bir yöntem olarak devreye girmesi” önerisini neden yaptığı da, ülkemizdeki mezar taşlarının nasıl olup da, “Ülkemizin tapu senedi saydığı” da pek anlaşılamıyor.
Sinema , radyo ve televizyon komisyonun, “hem coğrafyamızdaki hem de ülkemizdeki ortak hafızadan ayrışmış, kültürel çatışmalara dönüş” söylemiyle neyi kastettiği de pek anlaşılmıyor. Ancak aynı komisyonun, “ortak kültürel hafızaya sahip ülkelerin de dâhil olduğu İstanbul merkezli bir ‘sinema fonu’ ve ‘sinema enstitüsü’ oluşturularak, ortak filmlerin yapılması” önerisinden daha çok İslam ülkelerinin kastedildiği anlaşılıyor.
Komisyon raporlarında, aşağıda örneklendiği gibi, anlamlı önerilere de yer veriliyor:
Benzer açık ve net söylemi, yurtdışı Türkler ve kültür komisyonu da kullanıyor. Bu komisyon da, örneğin, “İslam medeniyetinin birlikte yaşama kültürü bağlamında sahip olduğu zenginlik göz önünde bulundurularak, bu birikimin analiz edilmek suretiyle çağın diline aktarılması ve bu dili kullanarak ilgili ülke özelinde din dersi müfredatlarının hazırlanmasından” söz ediyor. “Din eğitiminin örgün eğitim içinde yer alabilmesi için Müslümanların yurtdışında ‘topluluk/toplum’ olarak hukuki statülerinin kabul edilmesi anlamına gelen Kamu Hukuku Tüzel Kişiliği veya ‘Dinî Cemaat’ statüsü kazanmaları için çalışmaların önünün açılmasını” öneriyor!
Çocuk ve kültür komisyonu, çocuk evlilikleri ile çocukların cinsel istismarına ve inanç istismarına maruz kalmalarını görmezden geliyor. Son yıllarda hazırlanan strateji belgelerini okumadıklarını gösterircesine, Türkiye Kültür Strateji Belgesinin hazırlanmasını öneriyor.
Aile ve kültür komisyonu da, “inancımıza ve medeniyet değerlerimize uygun insan tanımının daima yapılmasını” istiyor. Çocuk evliliğini görmezden gelerek, kızların/kadınların değil de, “ev kadınlığının ve anneliğin itibarının özenle korunmasını” öneriyor. “Küçük çocuğu olan anneler için evden çalışma ve esnek çalışma saatleri konusunda yasal düzenlemeler yapılmasını” istiyor.
Kültür ve turizm bakanlığının müsteşarlığını Ömer Aksoy yapıyor. Bir AKP belediyesinde, Hukuk, Emlak-İstimlak, Kültür, Bilgi İşlem, Yazı İşleri ve İnsan Kaynaklarından sorumlu Başkan Yardımcılığı, Encümen Başkanlığı ve İhale Komisyonu Başkanlığı görevlerini yürütmüş, kültür yayınlarını yönetmiş. Sonra, Ekim 2014 tarihinde Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığı, Strateji Geliştirme Dairesi Başkanlığı görevine atanmış. Eylül 2016’da ise müsteşar olmuş. İşinin ehli olduğu anlaşılan müsteşar ile işinin ehli olduğunu eğitim bakanlığında kanıtlayan Avcı, 21. yüzyıla göre değil de 7. yüzyıla göre şurada tasarladıkları kültürel değişim hakkında, “Dünyanın İyiliği İçin” diyorlar!
Daha ne desinler?
Rıfat Okçabol / SOL
okcabolr@gmail.com
Birkaç gün önce, Kültür ve Turizm bakanlığının 3-5 Mart 2017 tarihlerinde İstanbul’da düzenlediği “III. Milli Kültür Şurası” sonuç raporundan haberim oldu. Bu raporda kültür bakanı Prof. Dr. Nabi Avcı’nın yazısını görenler, herhalde, “Eğitimi bitirdi, sıra kültür ve turizmde” diye düşünmüşlerdir. “Huylu huyundan vazgeçmez” demişlerdir. Biliyorsunuz, Avcı, eğitim bakanıyken mangalda kül bırakmazdı, yeni bakanlığında da, mangalda kül bırakmıyor. Tek fark var, eğitimden kültüre geçince, dilinde de ortama uygun dönüşüm olmuş.
Bilindiği gibi, bakanlar, bakanlığın hazırladığı belgeyle ilgili görüş ve açıklamalarını, genelde belgenin ilk sayfalarında yapmaktadırlar. Avcı’nın görüşlerini, milli eğitim bakanı iken [1] “Bakanın Sunuşu” başlığı altında, kültür bakanlığında ise “Girizgâh” başlığı altında açıkladığı görülüyor. Avcı’nın bu “sunuş”tan “girizgâh”a geçişi, hem kültürel değişimin hem de “Hedef 2023”ün yönünü gösteriyor.
Avcı, kültür şurası sunumunda “girizgâh” sözcüğünü kullanmakla yetinmiyor: Örneğin aydın, bilim, değerli, saygı, sevgi, sonuç ve tartışmacı gibi halkın büyük bir çoğunluğunun benimseyip kullandığı sözcükler yerine, münevver, ilim, kıymettar, hürmet, muhabbet, nihai ve müzakereci gibi sözcükleri kullanmayı yeğliyor.
Şurada, kültür politikaları, kültür diplomasisi, kültür ekonomisi, sinema radyo ve televizyon gibi 17 komisyon oluşturulmuş. Girizgâhtan sonra raporda, görüş ve önerileri içeren komisyon raporlarına yer veriliyor.
Kültür politikaları komisyonu başkanı, bir önceki Kültür Bakanlığı müsteşarı ve “Osmanlı Müesseseleri ve Medeniyeti Tarihi” çalışmasıyla doçent olan Prof. Dr. A Haluk Dursun. Tekke kültürü ve eğitimi dersini okutan ve gençlere, “Şükrü ihmal etmeyin. Allah’a şükredin” diye öğüt veren bir muhterem. Bu komisyonun bir başka üyesi, R. T. Erdoğan’ın, 14 Ocak 2015 günü yemeğe çağrılan kişilerden biri olan Prof. Dr. Erol Göka. 16 Nisan sonrasında, “Halkoylamasında 18-24 yaş grubunda çok daha yüksek (%70) civarında ‘Hayır’ bekliyordum. O yüzden %54 sonucuna hayli şaşırdım. Şaşırmakla kalmayıp ‘milli ve yerli kültür’ adına çok sevindim, umutlandım" [2] diye yazan bir başka muhterem.
Bu komisyonun diğer üyeler de: Prof. Dr. Asu Aksoy (bir yıl önce “Fetih” konusuna odaklanan ve 2016’da ise “Yaşam, Mimari, Estetik” konusunun işlendiği “13. Eyüp Sultan Sempozyumu”nun bilim kurulu üyesi); Pof. Dr. Süleyman Seyfi Öğün (politik kültür, muhafazakarlık ve milliyetçilik konularında çalışan, Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun Başdanışmanı ve Yeni Şafak gazetesi yazarı); Prof. Dr. Şaban Teoman Duralı (1990’lı yıllarda, Kuala Lumpur'da bulunan Malezya Uluslararası İslam Üniversitesinde çalışmış); Doç. Dr. Mehmet Akif Kireçci (Türkiye Fulbright Eğitim Komisyonu üyesi Bilkent Üniversitesi öğretim üyesi ve Ankara Siyasal ve Ekonomik Araştırmalar Merkezi Başkanı); Ahmet Kot (Türkiye Yazarlar Birliğinin İstanbul Şube Başkanlığı yapmış); Levent Erden (pazarlamacı); Prof. Dr. Hüsamettin Arık (internette hakkında bir bilgi yok) ve Serhan Ada (santral İstanbul proje sorumlusu, Avrupa kültür başkenti büyük etkinlikler koordinatörlüğü görevinden istifa etmiş).
Görüldüğü gibi bu politika komisyonu, çoğu açık bir şekilde AKP yandaşı olan tarafsız(!) kişilerden oluşuyor. Diğer 16 komisyonda yer alan yaklaşık 180 kişinin çoğunluğu da, Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları (SETA) Vakfı gibi yandaş kuruluş mensuplarından, TRT’de program yapanlardan, yandaş gazetelerde yazanlardan, imam hatipli olanlarda, ilahiyatçılardan ve AKP’nin görevlendirdiği bürokratlardan oluşuyor. Komisyonlardaki muhalif ya da AKP’ye mesafeli olan üye sayısı iki elin parmakların geçmiyor.
Bu politika komisyonu, “son dönemlere kadar kültür alanını belirleyen tek tip ideoloji merkezli, dayatmacı ve vesayetçi sınırlamalardan” söz ediyor. Raporu okuyan, “Hah şimdi bu komisyon, son dönemin 15 yılı AKP’ye ondan önceki 20 yılı da 12 Eylül askeri darbe yönetimine ait uygulamaları eleştireceğini sanıyor. 1983 yılında yayımlanan DPT’nin Milli Kültür Raporu’nda “Türk-İslam sentezi, din-devleti; millet, din cemaati; milli kültür, İslam kültürü; milliyet, İslamiyet; milliyetçilik, İslamcılık; Türk milleti, yüzde 99’u Müslüman olan Türkler; laiklik, din düşmanlığı; bilim de Kur’an’daki bilgiler olarak” [3] belirtilmesine karşı çıkacağını düşünüyor. Oysa bu komisyonun önerileri de, üstü kapalı da olsa son 35 yılda yapılanların doğrultusunda oluyor.
Şura komisyonlarına yandaşları dolduran Avcı, politika komisyonuna atfen, “Milli Kültür Şurası’nda, gerilimli ve kutuplaştırıcı politik iklimin kültürel hayatımızı geçmişte yoksullaştırdığına işaret edilmiş” deyip “Buna karşılık Türkiye’nin zengin birikimini bir araya getiren 3. Milli Kültür Şurası’nın çoğulcu ve demokratik karakteri takdir edilmiştir” diyebiliyor.
AKP’nin “kendisinin, çalıp kendisinin oynadığı” şuralar ya da öğretmen yetiştirme strateji belgesi gibi belgeler, nasıl oluyorsa onların ağzında, “çoğulcu ve demokratik karakterli” oluveriyor. Bu tür abartıları kim yapsa tuhaf oluyor da, eğitim ya da kültür bakanı yapınca, insan ne diyeceğini bilemiyor.
Onların, bırakın başkalarını, arkadaşlarının yüzüne nasıl bakabildiklerine akıl erdiremiyor.
Tabii ki girizgâhın şaşırtıcı yanı kullanılan sözcüklerle sınırlı kalmıyor. Örneğin Avcı, bu şuranın parolasının, “Dünyanın İyiliği İçin Türkiye” olduğunu açıklıyor ve “Şuranın bize emanet ettiği bu veciz ifadeyi şiarımız olarak kabul ediyoruz” diyor! İlk bakışta şaşırtıcı gelen bu parola, şurada ortaya çıkan örneğin, “Eski Türkçenin öğretilmesinin gereğinin kuvvetle ifade edilmesi” gibi önerileri okuyunca, anlam kazanıyor.
Kültürü Eski Türkçeyle, Osmanlıcayla, Arapçayla ve inançla şekillendirilecek Türkiye’nin, Osmanlıya benzediği ölçüde dünyanın iyiline katkı yapacağı anlaşılıyor!
Rıfat Okçabol / SOL
okcabolr@gmail.com
[1] Bkz. örneğin 2015 yılında hazırlanan 2015-2019 stratejik planı ve Faaliyet Raporu 2014 ile Ocak 2016’da hazırlanan 2016 yılı performans raporu.
[2] http://www.haber10.com/yazar/prof_dr_erol_goka/genclerin_hayir_tercihi-7....
[3] Bkz. B. Güvenç; G. Şaylan; İ. Tekeli; Ş.Turan (1991). Türk İslam sentezi. İstanbul: Sarmal Yayınevi.
***
(II)
Avcı’nın, Kültür Şurası raporunun girizgâhında döktüğü inciler, geçen hafta özetlenenlerle sınırlı kalmıyor. Muhaliflerin bir kısmı ve barış isteyen akademisyenler terörist, bir kısmı da "FETÖ"cülükle suçlanıyor ve bir yıldır, hukuku katleden OHAL kararnameleri çıkarılıyor. AİHM, zorunlu olamaz dese de, Sünni-Hanefi inancının işlendiği din kültürü ve ahlak bilgisi dersi herkese hâlâ zorunlu olarak dayatılıyor. Bakan olarak tüm bu olumsuzluklarda pay sahibi olan Avcı, girizgâhta, “İnsanı esas alarak, … her türlü ayrımcılığı reddederek, her insanın, her canlının hukukunu koruyarak evimize, dilimize, ülkemize, kültürümüze sahip çıkacağız” diyor. Zeytinlikleri mahvedecek tasarılar peş peşe gündeme getirenler, kuş cennetlerini ve güzelim vadileri acımasızca yok edenler onlar değilmiş gibi, “Yalnız insanın değil, bütün mahlukatın hukukunu korumakla, gözetmekle mükellefiz” diyebiliyor.
On binlerce öğrenci, asker, öğretmen, memur, …haksız yere tutuklanmış, işinden atılmış, açlık ve sefalet içine itilmiş bulunuyor. İki eğitimci, haksız yere atıldıkları işlerine geri dönmek için açlık grevini sürdürüyor. Yandaş vakıf ve yurtlarda vicdanları sızlatan çocuk istismarları ve çocuk ölümleri yaşanıyor. Bu suçları işleyenlerin üstüne de yeterince gidilmiyor. Bakan olarak bütün bu vicdan sızlatan olaylarda Avcı’nın da sorumluluğu bulunuyor. Ancak OHAL kararnamelerini okumadan imzalayıp hukukun ve insanlığın katledilmesinden etkin rol oynayan ve ölüm orucundaki eğitimcilerin durumuna aldırmayan Avcı raporda, ne demekse, “Dünyanın vicdanı olan Türkiye” diyebiliyor, “Yeryüzünün vicdanı olmak için bugün takdirin üzerinde bir çaba harcayan Türkiye”den söz edebiliyor!
Avcı’nın girizgâhını komisyon raporları izliyor. Hemen her komisyon raporunda, “milli kültür, manevi değerler, ortak kültür” gibi sözcüklerle üstü kapalı bir şekilde din kültürü öne çıkarılıyor. Bazı raporlarda tam anlaşılamayan öneriler bulunuyor. Örneğin kültür politikaları komisyonu raporunda, “kültürümüzün ekseninin, tarihsel ve kültürel havzalarımızın birikimi göz önünde bulundurularak ulus-devlet kavrayışını aşan bir ufuk ile belirlenmesinin gerekliliği” vurgulanıyor. Bu vurgunun, küresel sömürgenleri tatmin etmek için mi, “milli ve manevi değerlerimiz” gibi sözcüklerle üstü kapalı olarak dile getirilen İslam kültürüne sahip ülkeler mi kastediliyor, bilinmiyor!
Aynı komisyon, “tarihî, kültürel ve çevresel hususiyetleri sebebiyle İstanbul Tarihî Alan Başkanlığı, Söğüt – Bilecik – Bursa Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu Tarihî Alan Başkanlığı ve Sarıkamış Savaşları Tarihî Alan Başkanlığı kurularak etkin çalışmaların sağlanması” önerisini getiriyor. Nedense, İzmir, Efes, Sart ve Bergama için ya da Antalya, Alanya, Perge, Aspendos ve Side gibi tarihi ve kültürel yerler için böylesine bir öneri yapılmıyor.
Kültür varlıkları, müzeler ve arkeoloji komisyonunun, “akreditasyon sistemlerinin teşvik edici bir yöntem olarak devreye girmesi” önerisini neden yaptığı da, ülkemizdeki mezar taşlarının nasıl olup da, “Ülkemizin tapu senedi saydığı” da pek anlaşılamıyor.
Sinema , radyo ve televizyon komisyonun, “hem coğrafyamızdaki hem de ülkemizdeki ortak hafızadan ayrışmış, kültürel çatışmalara dönüş” söylemiyle neyi kastettiği de pek anlaşılmıyor. Ancak aynı komisyonun, “ortak kültürel hafızaya sahip ülkelerin de dâhil olduğu İstanbul merkezli bir ‘sinema fonu’ ve ‘sinema enstitüsü’ oluşturularak, ortak filmlerin yapılması” önerisinden daha çok İslam ülkelerinin kastedildiği anlaşılıyor.
Komisyon raporlarında, aşağıda örneklendiği gibi, anlamlı önerilere de yer veriliyor:
- Fon kaynaklarının dağılımının şeffaf ve tarafsız ilkeler doğrultusunda belirlenmesi ve denetlenebilir olması;
- Sanat eğitiminin erken yaş döneminde başlanması ve özellikle sanat tarihi dersinin kapsamlı bir şekilde lise eğitim müfredatına dâhil edilmesi;
- Çocukların eğitime ulaşması konusunda bütün engellerin ortadan kaldırılması, eğitim anlayışının “sınav merkezli” olmaktan çıkarılarak yeniden yapılandırılması.
Benzer açık ve net söylemi, yurtdışı Türkler ve kültür komisyonu da kullanıyor. Bu komisyon da, örneğin, “İslam medeniyetinin birlikte yaşama kültürü bağlamında sahip olduğu zenginlik göz önünde bulundurularak, bu birikimin analiz edilmek suretiyle çağın diline aktarılması ve bu dili kullanarak ilgili ülke özelinde din dersi müfredatlarının hazırlanmasından” söz ediyor. “Din eğitiminin örgün eğitim içinde yer alabilmesi için Müslümanların yurtdışında ‘topluluk/toplum’ olarak hukuki statülerinin kabul edilmesi anlamına gelen Kamu Hukuku Tüzel Kişiliği veya ‘Dinî Cemaat’ statüsü kazanmaları için çalışmaların önünün açılmasını” öneriyor!
Çocuk ve kültür komisyonu, çocuk evlilikleri ile çocukların cinsel istismarına ve inanç istismarına maruz kalmalarını görmezden geliyor. Son yıllarda hazırlanan strateji belgelerini okumadıklarını gösterircesine, Türkiye Kültür Strateji Belgesinin hazırlanmasını öneriyor.
Aile ve kültür komisyonu da, “inancımıza ve medeniyet değerlerimize uygun insan tanımının daima yapılmasını” istiyor. Çocuk evliliğini görmezden gelerek, kızların/kadınların değil de, “ev kadınlığının ve anneliğin itibarının özenle korunmasını” öneriyor. “Küçük çocuğu olan anneler için evden çalışma ve esnek çalışma saatleri konusunda yasal düzenlemeler yapılmasını” istiyor.
Kültür ve turizm bakanlığının müsteşarlığını Ömer Aksoy yapıyor. Bir AKP belediyesinde, Hukuk, Emlak-İstimlak, Kültür, Bilgi İşlem, Yazı İşleri ve İnsan Kaynaklarından sorumlu Başkan Yardımcılığı, Encümen Başkanlığı ve İhale Komisyonu Başkanlığı görevlerini yürütmüş, kültür yayınlarını yönetmiş. Sonra, Ekim 2014 tarihinde Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığı, Strateji Geliştirme Dairesi Başkanlığı görevine atanmış. Eylül 2016’da ise müsteşar olmuş. İşinin ehli olduğu anlaşılan müsteşar ile işinin ehli olduğunu eğitim bakanlığında kanıtlayan Avcı, 21. yüzyıla göre değil de 7. yüzyıla göre şurada tasarladıkları kültürel değişim hakkında, “Dünyanın İyiliği İçin” diyorlar!
Daha ne desinler?
Rıfat Okçabol / SOL
okcabolr@gmail.com