Destansı mücadele tesadüfle kazanılmadı(1)
Millî
Mücadele süreci, başlangıcından büyük zafere değin bir bütündür. Bu sürecin en
karakteristik özelliği ise Türk Ulusu ile ordusunun bir bütün olarak hareket
edip zafere inanmalarıdır.
Ulusal Kurtuluş Savaşı her
yönüyle ve her ânıyla mercek altına alındığında görülecektir ki, yaşanan sadece
bir savaş değil; bir ulusun varoluş kavgası ve kendi topraklarında özgürce
yaşama mücadelesidir. Bu mücadele aynı zamanda eşsiz askerlik dehası, müthiş
bir toplumsal örgütlenme, askeri ve siviliyle tüm yurttaşların moral üzerine
kurduğu ittifak, adeta yazılmamış bir sözleşmedir.
Bu büyük var oluş mücadelesini
destansı yapan ise şüphesiz, her şeyin en küçük ayrıntısına kadar hesaplanmış
olmasıdır. Nasıl ki Mustafa Kemal Paşa’nın çok önceden, 19 Mayıs 1919’da
Samsun’a çıktığında aklında en kısa zamanda bir meclisin toplanması düşüncesi
oluştuysa, Ağustos 1922’nin son günlerinde başlayacak ve işgalci düşmana son
darbeyi indirecek Büyük Taaruz da çok önceden planlanmıştı.
Karar bir ay
öncesinden alınıyor
Akşehir’deki karargâhta 28/29
Temmuz gecesi Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, Genelkurmay Başkanı, Batı Cephesi
Komutanı, ordu ve bazı kolordu komutanlarının yaptığı toplantı ve uzun
tartışmalar sonucunda Türk Ordusu’nun taarruz planı son ve kesin şeklini
almıştı. Plana göre taarruza Birinci Ordu dokuz piyade ve üç süvari tümeniyle,
Beşinci Süvari Kolordusu üç süvari tümeniyle, İkinci Kolordu üç tümeniyle ve
İkinci Ordu da beş piyade tümeniyle katılacaklar, ayrıca Kocaeli ve Menderes
grupları da karşılarındaki düşman kuvvetlerine taarruz edeceklerdi.
Hazırlıklar
hızlandırıldı
Birlikler belirtilen şekilde
tespit edilip konuşlanma hazırlıkları büyük bir gizlilik içinde yürütülürken
Mustafa Kemal Paşa, 16 Ağustos’ta Batı Cephesi Komutanı’na verdiği bir emirle
hazırlık çalışmalarının hızlandırılarak 5-10 gün içinde sonuçlandırılmasını
emretmişti. Cephelerden kayda değer haberlerin gelmemesi farklı yorumlara neden
oluyordu. Savaşan tarafların siyaset ve diplomasiyi tercih edeceğini
söyleyenler olduğu gibi her iki ordunun da mevzilerini tahkime devam ettiğini,
savaşın kuvvetleneceğini ileri sürenler de vardı. Ne var ki Yunan ordusunun
Sevr hattına bile çekilmeyip sırf göstermelik bir şekilde sadece üç alayını
Trakya’ya göndermesi, İzmir için muhtariyet ilan etmesi ve sonunda da
İstanbul’u işgal niyetlerini açıkça beyan etmeleri ile İngilizlerin buna izin
verdiklerine dair haberler, Ankara Hükümeti ile ordusunun Büyük Taarruz’u
hızlandırmasını zorunlu kılmıştı. Cephedeki her iki ordunun subay ve askerleri
ileri düzeyde savaş tecrübesine sahiptiler. Özellikle Türk subayların uzun
süren Birinci Dünya Savaşı’nda farklı cephelerde elde ettikleri deneyimler,
onları gerek taktik ve gerekse cephe savaşlarında yeterli deneyim sahibi
yapmıştı. Öte yandan, hem asker sayısı hem de silah ve mühimmat açısından
eşitsizlik devam etmekteydi.
Ankara’da
durum
Ankara’da basılan ve bir anlamda
Ankara Hükümeti’nin gayri resmî yayın organı olan Hâkimiyet-i Milliye
gazetesinin 25 Ağustos 1922 tarihli başyazısı, “İngiliz güllesi ile gelen
Yunanlılar”ı artık birtakım görüşmelerin, hile ve tehditlerin bile
kurtaramayacağını söylüyor ve adeta bir gün sonra başlayacak Büyük Taarruz’un
ipuçlarını vererek bitiriyordu: “[Venedik’teki] Konferansa gideceğiz, hakkımızı
talep edeceğiz fakat karşımıza dikilen Lloyd George’un samimiyetine,
ciddiyetine, hayırhahlığına inanarak değil, Mehmetçiğin süngüsüne dayanarak.”
İstanbul’da basılan Akşam gazetesi ise aynı tarihli nüshasında esir alınan
Yunan askerlerinin fotoğrafını yayımlıyor ve terhisin ertelendiğini yazıyordu.
İkdam gazetesinin birinci sayfasından verdiği bir haber ile devamındaki soru,
Türk ordusunun uzun süredir hazırlığını yaptığı Büyük Taarruz’a sekte
vurabilirdi! “Menderes Havalisindeki İlerleme Hareketi, Bu Hareket Ordumuzun
Taarruza Geçeceğine İşaret Addolunabilir mi?” Aslında sözü edilen ilerleme
hareketi, Denizli mıntıkasındaki birliğimizin küçük bir manevrasından ibaretti.
Ne var ki haberin gazetede böyle yer alması planları bozabilirdi. 25 Ağustos
1922 tarihli resmî tebliğde ise her şey bir nevi önemsizleştiriliyordu.
Menderes Vadisi’ndeki küçük taarruzdan bahsedilmeden sadece Eskişehir
mıntıkasında hattımıza yaklaşmaya çalışan bir düşman müfrezesinin
uzaklaştırıldığı, diğer cephelerde de ateş ve keşif çalışmaları yapıldığı
bildiriliyordu. Bu küçük çatışmalar, bir gün sonra topyekûn bir taarruza
dönüşecekti.
Yunan
ordusunun güçlü tahkimatı
Kılıçarslan Tepesi’ni kurtarmakla
görevlendirilen 14. Tümen, kısa sürede bu mevkii ele geçirerek düşmanı Manastırpınarı-
Kavaloğlu hattına geriletmişti. 4. Kolordu ise öğleden sonra Kurtkaya mevkiine
taarruza başlamıştı. Ancak buradaki Yunan mevzileri çok sağlam tahkim edilmiş,
birden fazla tel örgüyle çevrilmişti. Bu yüzden yapılan taarruzlardan sonuç
alınamayınca kesin sonucu verecek harekât sabaha bırakıldı. Yunan ordusunun
kuvvetli tahkimatının bulunduğu diğer bir mevzi de Erkmentepe idi. Burada iki
ordu arasında gün boyu süren savaş, hava karardıktan sonra da devam etmiş ancak
bir sonuç alınamamıştı. İkinci Ordu Komutanı, birliklerini Şaphane Dağı’ndaki
gözetleme yerinden yönetiyordu. Bu orduya bağlı 3. Kolordu’nun “Porsuk
Müfrezesi” saat 05.30’da bütün cephede büyük bir saldırı başlatırken 16.
Alay’ın bir taburu Çakmaktepe’yi ele geçirmişti. 6. Kolordu’ya bağlı birlikler
de Yanıktepe- Uzungüney sırtlarındaki etkili Yunan ateşine rağmen ilerlemeye
çalışıyordu. Savaşan birliklerin önemli bir ayağını teşkil eden süvari sınıfı
da kendilerine verilen görevleri başarıyla yerine getiriyorlardı. 5. Süvari
Kolordusu’na bağlı birlikler, ordunun yan ve gerilerini koruma, keşif ve
demiryolu tahribiyle görevlendirilmişlerdi.
26
Ağustos 1922: Büyük Taarruz başlıyor
Tan yeri henüz ağarmamışken,
Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa, Garp Cephesi
Kumandanı İsmet Paşa ve Birinci Ordu Kumandanı Nurettin Paşa taarruzu daha iyi
gözlemlemek amacıyla Kocatepe’ye gelmişlerdi. Saat 05.00’te bütün cephelerde
atılan top ateşiyle Büyük Taarruz başladı. Yaklaşık yarım saat süren top
ateşinin ardından gerçekleşen tahrip ve imha ateşleriyle, birlik piyade güçleri
ilerlemeye başladı. Yunan topçusunun gecikerek başlayan ateşinin ise hiçbir
etkisinin olmadığı kısa sürede gelen raporlardan anlaşıldı.
İlk
dakikalar, raporlar
Saatler 06.30’u gösterdiğinde
Kalecik Sivrisi ile Poyrazkaya Tepesi alınmıştı. Hâlbuki bu iki nokta, sarp ve
kayalık olmasından dolayı Yunan ordusu tarafından ele geçirilmesine ihtimal
verilmeyen mevzilerdendi. Yunan ordusunun çektiği tel örgüler harekâtı
yavaşlatsa da durduramıyordu. Askerler bu tel örgüleri makaslar, hatta bilek
kuvvetiyle kazıklarından çıkararak kaldırıyorlardı. Bu arada 8, 11 ve 12.
tümenler de ileri harekâta başlamışlardı. Belentepe mevkiini ele geçirmekle
görevlendirilen 23. Tümen, saat 09.00’da bölgeyi ele geçirmişti. Bu mevzi, Yunan
topçusunun sürekli ve kuvvetli atışlarına maruz kalıyordu. Diğer taraftan
tutuşan otların alev ve dumanları askerlerimizin görüş mesafesini azalttığı
gibi savaş kabiliyetini de etkiliyordu. Buna rağmen birlikler kazanılmış olan
mevkii savunmakta kararlıydı.
Sağ kalanlar
kaçıyor!
23. Tümen Komutanı’nın kolorduya
verdiği raporda “düşmandan sağ kalanlar kaçmakta, birliklerimiz nara atarak
ilerlemektedirler” denilmekteydi. Tınaztepe’ye topçu ateşiyle yardımda bulunan
23. Tümen aynı günün gecesinde düşmanın bir taarruz girişimini de püskürtmüştü.
1. Ordu’nun bir diğer tümeni olan 15. Tümen ise Tınaztepe’yi ele geçirmekle
görevliydi. İlk gün savaşlarının belki de en zorlusu bu cephede geçmişti. Tel
engelleri bir an önce aşmak için 38. Alay’ın 2. Tabur Kumandanı Binbaşı Halil
Bey, askerleriyle birlikte tellere ulaşarak makas ve tüfek dipçikleriyle
telleri ve kazıkları ortadan kaldırmıştı. Yunanlıların çekilirken bıraktıkları
iki top ise daha önce topçu iken piyadeye geçmiş bir er tarafından yine
Yunanlılara karşı kullanıldı. Ne var ki bu asker kısa süre sonra şehit oldu.
Tınaztepe cephesinde onlarca askerle birlikte şehit olan Yarbay İlyas Bey,
Yüzbaşı Ali Bey ve Teğmen İlyas Bey’i de anmak gerekir. Tınaztepe’de gün boyu
devam eden savaş, gece keşif kollarının sıcak temasıyla sabaha kadar sürmüştü.
Ankara’da,
Atina’da
Ankara mahreçli Hâkimiyet-i
Milliye gazetesi, sabaha karşı baskıya verilmek üzereyken gelen resmî tebliğle
birinci sayfasını değiştirmek zorunda kalmıştı: “Dün sabahtan itibaren bütün
cephelerde kahraman ordumuz cani düşmanla çarpışmaya başladı.” Aynı gün icra
vekilleri heyeti reisi Rauf Bey halka ve memurlara bir beyanname yayımlayarak
orduya maddî ve manevî yardıma devam etmelerini rica etmişti. Gazete
okuyucuları ise sükûnetle sonucu ve resmî tebliğleri beklemeye davet
ediliyordu. Türk ordusunun büyük taarruza geçtiği haberi Atina’ya ulaştığında
doğrusu pek ciddiye alınmadı. Oradaki ‘uzmanlar’a göre bu askerî harekâtın
hiçbir önemi yoktu ve yüksek olasılıkla Türkler, Venedik Konferansı öncesi
kendi lehlerine bir izlenim yaratmak istiyorlardı.
Zaferin ilk işareti: Afyon kurtarılıyor(2)
27
Ağustos 1922 günü saat 17.30’da 189. Alay, Afyon’a girerek şehirde emniyet
tedbirlerini aldı. Tanıkların anlattıklarına göre Türk ordusu Afyon’a adeta bir
yıldırım gibi girmişti. Halk askerlere sarılarak, hıçkırıklarla sevinç gözyaşı
döküyordu.
Büyük Taarruz’un ikinci günü,
sabah erken saatlerden itibaren bütün cephelerde şiddetli savaş yeniden
başlamıştı. Keşif uçaklarımızdan alınan raporlarda düşman ordugâh ve ikmal yollarında
hiçbir değişiklik olmadığı belirtiliyordu. Cephe gerisindeki sakinlik ile
mevzilerdeki savaşın kıyaslanması mümkün değildi.
Kurtkaya Tepesi’ne hücum eden
birliklerimizden biri de 36. Alay’ın 6. Bölüğü idi. Bölük Kumandanı Üsteğmen
Agâh Bey bölüğünün önünde savaşırken ağır yaralanmıştı. Buna rağmen tel
örgüleri aşarak düşman siperlerine girmeyi başarmıştı. Saniyelerle
ölçülebilecek bir zamanda bomba ile birkaç düşman erini etkisiz hale getirip
askerlerinin önünü açtıktan sonra Kurtkaya’nın en yüksek noktasına çıkmış, ne
var ki burada alnından vurularak şehit olmuştu.
Yunan Ordusu
çekiliyor
Kurtkaya ve Erkmen tepeleri
sabahki savaşların en çetin geçtiği mevzilerdi. Buradaki savaşlarda 15 subay ve
150 er şehit verilmişti. Bölgedeki Yunan Ordusu ise düzensiz, dağınık bir
şekilde çekiliyor, hesaplanamayacak sayıda kayıp veriyordu. Ulukaya
mevzilerindeki 5. Tümen’in karşısındaki düşman birlikleri çoktan çekilmişti.
27 Ağustos
1922 öğleden sonra...
Gelen raporlardan tüm cephelerde
genel durumun Yunan Ordusu’nun dağınık ve düzensiz bir şekilde kaçtığı, Türk
Ordusu’nun ise onları takip ederek sürdükleri şeklinde idi. Düşmanın kullanmaya
hazırlandığı tren istasyonları top ateşiyle dövülüyor, Yunan birlikleri birçok
silah, teçhizat ve mühimmat bırakarak çekiliyordu. Eymir Vadisi’ne gönderilen
keşif kolu, sekiz kilometre ilerlediği halde düşmana rastlamamıştı. 5. Kafkas
Tümeni de Yunanlılara rastlamadan Ballıkaya-Yılanlıkaya hattını ele geçirmiş,
27. Süvari Alayı düşman birliklerini görmeden Menderes’i geçmişti. Yunan Ordusu
cephelerin tamamından çekiliyordu...
Ve Afyon!
Artık ileri kuvvetlerimiz
Afyon’u, buradaki yanan hükümet konağını ve binaları görebiliyorlardı.
Birliklerimiz Hacılar ve İkiztepe bölgesinden iki kolla Afyon’a hareket etti.
27 Ağustos 1922 günü saat 17.30’da 189. Alay Afyon’a girerek hemen şehirde
emniyet tedbirlerini aldı. Tanıkların anlattıklarına göre Türk Ordusu Afyon’a
adeta bir yıldırım gibi girmişti. Halk askerlere sarılarak, hıçkırıklarla
sevinç gözyaşları döküyordu.
Albay Reşat!
57. Tümen’in Çiğiltepe
bölgesindeki kararlı ve isabetli hücumları bir türlü etkili sonucu vermiyordu.
Arazi sarp ve engelliydi, düşman mevzileri ise kuvvetli tahkim edilmişti. Bu
geçici durum subay ve askerlerin moralini bozmuştu. Kolordu komutanı yarım saat
arayla verdiği iki emirle Sinanpaşa Ovası’na hâkim olunmasını ve öğleye kadar
Çiğiltepe’nin zapt edilmesini emrediyordu. Hâlbuki cephane azlığından topçu
ateşi etkisiz kalıyor, buna karşılık düşmanın yoğun ateşi karşısında siperden
çıkan her askerimiz şehit düşüyordu. Tüm cepheden bağımsız olarak sadece bu
mevkide düşmanın kuvvetli saldırıları söz konusu idi. Hatta Yunan birliklerinin
yaptığı bir karşı-taarruz hemen püskürtülmüştü. Gerek kendisinin ve gerekse
askerlerinin gösterdiği insanüstü çabalardan beklenen sonucun alınamaması,
Tümen Komutanı Albay Reşat Bey’i derin bir üzüntüye boğmuştu. Zaferi yaşamak,
yaşatmak ve komutanlarına muştusunu vermek en büyük arzusuydu. Buna rağmen
beklenen başarı gelmeyince derin üzüntü sonucu tabancasıyla intihar etti!
Hacı
Anesti’nin perişan askerleri
23. Tümen, düşmanla gün boyu
süren sıcak temas ve ilerleme sonucunda öğleden sonra saat 14.00’te Sinirlitepe
civarına ulaşmıştı. Buradaki hâkim tepelerden Sincanlı Ovası’nda panik
içerisinde, dağınık olarak çekilen Yunan askerleri görülmekteydi. Saat 14.15’te
Tümen Komutanı’nın kolorduya verdiği raporda şu cümleler yer almakta idi: “Saat
14.00’te Sinirköy’deyim. Gazi Başkomutanımızı cephede göremediğinden bahseden
mağrur Hacı Anesti’nin Sincanlı Ovası’nı dolduran perişan birliklerinin
kaçışını seyrediyorum. Hangarlar alevler içinde. Bir uçak, Yunan Ordusu’nun
kırık durumunun sembolü gibi, kanatları kopuk yatıyor.”
Gazeteler,
resmî tebliğler
28 Ağustos 1922 tarihli
Hâkimiyet-i Milliye gazetesi “son dakika” başlığı altında Afyon’un kurtuluşunu
“Kahraman ordumuz düşmanın mukabil taarruzlarını süngü hücumlarıyla tardederek
Afyonkarahisar’ı zapt ile pek çok esir ve ganimet elde etti” şeklinde
duyuruyordu. Yunan resmî tebliğinde ise “düşmanın [Türk ordusunun] pek dehşetli
hücumları neticesi olarak Afyon’un tahliyesi emredilmiştir. Gayet ağır düşman
hücumlarıyla takip edilmekte olan kuvvetlerimiz batıya doğru çekilmektedir”
deniliyordu. Ankara gazeteleri Yunan Ordusu tarafından çok kuvvetli olarak
tahkim edilen Afyon’un bir saat gibi kısa bir sürede düştüğü haberini büyük
puntolarla okuyucularına bildirirken, Yunan resmî tebliğinde Afyon’un düşmesi
tek cümlede geçiştiriliyordu: “Düşmanın [Türk ordusunun] şiddetli taarruzu
üzerine Afyon’un tahliyesini emrettik. Birliklerimiz batıya doğru
çekilmektedir.”
Ankara’da
Samsun uçakları
Cephede savaş ve takip harekâtı
devam ederken Ankaralıları heyecanlandıran önemli bir olay da Samsun’dan
kalkarak Ankara’ya gelen iki uçağın, şehrin semalarında süzülerek Samsun
Müdafaa-yı Hukuk Cemiyeti’nin bildirilerini atmasıydı. Bildirilerde İzmir’in
kurtuluşunun yakın olduğu ve halkın, orduya ve millî mücadeleye desteğine devam
etmesi isteniyordu. Şehrin meydanlarında, cadde ve sokaklarında herkes coşku ve
heyecan içindeydi... Aynı gün Başkumandan Mustafa Kemal Paşa bir telgrafla
Meclis’i tebrik etmiş, Meclis de ittifakla orduya selam göndermişti. İlerleyen
saatlerde Meclis’in tebrik için gelen misafirleri, Sovyet, Azerbaycan, Afgan ve
İran elçileri olacaktı.
Ufukta görünen zafer(3)
Afyon’un
yeniden özgürlüğüne kavuşmasının Büyük Taarruz’un seyri açısından çok büyük
önemi vardı. Zaferle sonuçlanacak sona adım adım yaklaşılıyordu.
28 Ağustos günü öğleye doğru
Başkumandanlık karargâhı Afyon’a geldiğinde şehrin görünümü içler acısıydı:
Şehrin önündeki savaş iki gün kesintisiz sürmüştü.
Muhacir Mahallesi ile istasyon ve
okul gibi binalar tamamen ateşe verilmiş yanmakta iken, erzak, teçhizat vesaire
olduğu gibi durmaktaydı.
Manzara, düşmanın panik ve telaşa
düştüğünün resmi gibiydi. Kısa sürede yangınlar söndürüldü, erzak ve değerli
malzeme emniyet altına alındı ve şehirde güvenlik tam manasıyla sağlandı.
Afyon’un
önemi
Afyon’un yeniden özgürlüğüne
kavuşmasının Büyük Taarruz’un seyri açısından da çok büyük önemi vardı. Bu
sayede düşman kuvvetleri cephenin kuzeyinde sıkışmışlar, daha da önemlisi Uşak
yolundan uzaklaşmışlardı.
En önemli ulaşım ve nakliye aracı
olan demiryolu de ellerinden çıkmıştı. Yunan Ordusu’nun Dumlupınar mevkiine
çekilmek ve bir anlamda İzmir yolunu kesmek çabası içinde olduğu anlaşılmıştı.
Bunun üzerine 1. Ordu bütün kuvvetini Dumlupınar istikametine yöneltmişti.
Anadolu
işgalcileri için çember daralıyordu...
Sabahın erken saatlerinde ileri
karakolları dolaşan 23. Tümen Kumandanı, Köprülü Deresi’nde yürüyüş kolunda
duran bir birlik gördü. Ne var ki söz konusu birliğin dost ya da düşman
kuvvetlerinden hangisi olduğu kestirilemiyordu. Gönderilen keşif koluna ateş
edildiğinde ise durum anlaşılmıştı. Kısa sürede verilen karşılığın ardından
müthiş bir savaş başladı. 31. Alay’ın 3. Tabur’una bağlı bölük kumandanı
Yüzbaşı Neşet’in birliği sayılarının azlığına bakmaksızın düşmanın üzerine
hızlı bir şekilde inmişti. Yunanlılar dağınık bir halde kuzey taraftaki
Resulbaba mevkiine doğru kaçıyordu. Kısa sürede anlaşıldı ki bu birlik 4. Yunan
Tümeni idi!
Takip devam
ediyor!
Daralan çemberle birlikte
cephedeki birliklerin önemli bir bölümü artık takip ve kovalama ile görevliydi.
Öyle ki 1. Ordu Karargâhı sabah erken saatlerde Afyon’a, öğleden sonra ise
Balmahmut’a intikal ettirilmişti. Ordu orada da çok durmadan Dumlupınar
istikametine yönlendirilmişti. Yollar terk edilmiş motorlu araçlar, toplar ve
ordunun işine yaracak eşyalardan geçilmiyordu. Birliklerin bir kısmı Afyon
içinden geçerek askerî öneme sahip Hamam mevkiine konuşlanırken 11. Tümen gibi
bazı birlikler de takip ettikleri düşmanla sıcak temas sağlayıp taarruza devam ediyorlardı.
Cephenin genişlemesi, düşmanın düzensiz ve panik içinde çekilişi ile bazı
teknik sorunlardan dolayı haberleşmenin kesintiye uğraması yüzünden sık sık
emirler güncellenmekteydi.
Son durum
Mustafa Kemal (Atatürk), Fevzi
(Çakmak) ve İsmet (İnönü) paşaların ortak görüşü 28 Ağustos 1922 tarihinde
yapılan savaşlarda Yunan Ordusu’nun yedi-sekiz tümeninin mağlup edildiği,
işgalci ordunun bu haliyle kritik öneme sahip Resulbaba bölgesini bile
savunamayacakları yönünde idi. Birliklerden henüz akşam raporu gelmediği halde
ordumuzun çekilmekte olan düşmanı sert ve kararlı bir şekilde takip ederek
herhangi bir mevkide tutunmasına meydan vermedikleri anlaşılıyordu. Sona
yaklaşılıyordu...
İstanbul
habersiz
Ankara’dan, resmî tebliğler de
dahil olmak üzere, hiçbir haber alamayan İstanbul basını, okuyucularına
söylenti ve tahminlerin ötesinde yeni bir haber veremiyordu. Örneğin ordumuzun
çoktan taarruza geçtiği, Yunan Ordusu’nun bozulup çekilmeye başladığı, hatta
Afyon’un kurtarıldığı saatlerde Tevhid-i Efkâr gazetesi “Milli Ordu”nun
taarruza geçtiği haberini yeni yeni veriyordu.
Kocaeli
Grubu, Porsuk ve İnhisa r müfrezeleri
Çete savaşının önemli
birimlerinden olan grup ve müfrezeler de kendilerine verilen görevleri
başarıyla yerine getirmekteydiler. Bunlardan Kocaeli Grubu, bulunduğu mevzide
gün boyu ateş ile hem düşmanı meşgul etmiş hem de çıkardığı keşif kollarıyla
bilgi toplamıştı. Aynı şekilde Porsuk Müfrezesi de düşmanla sıcak teması
korurken bulunduğu bölgedeki düzenli birliklere de destek oluyordu. Müfreze aynı
gün 41. Tümen’in emrine girmişti. Yetmiş gönüllüden oluşan İnhisar Müfrezesi
Sakarya Nehri’ni güneye doğru birkaç yerden geçerek buradaki köylerle temas
kurmuş ve cephedeki son durumu bildirmişti.
Zaferin yolunu Dumlupınar açtı(4)
Büyük
Taarruz’un dördüncü günündeki hedef, Yunan ordusunun içinde bulunduğu kapanı
daraltarak çekilme yollarını kesmekti. Bu noktada Dumlupınar’ın önemi çok
fazlaydı. 29 Ağustos 1922 günü savaşta çok ağır kayıplar veren Yunanlılar yenik
düştü. Dumlupınar, yani zafer kazanılmıştı.
Büyük Taarruz’un dördüncü
günündeki hedef, Yunan ordusunun içinde bulunduğu kapanı daraltarak çekilme
yollarını kesmekti. Bu noktada Dumlupınar’ın önemi çok fazlaydı. Zira düşman
birlikleri Dumlupınar’a doğru çekiliyorlardı. Bu yüzden 1. Ordu tüm gücüyle Dumlupınar’a
taarruza başlamıştı. Yunan 12. Tümeni ise Dumlupınar yolunu açık tutabilmek
için orada bulunan 5. Kafkas Tümeni'nde saldırıyor, diğer birlikleri
de Dumlupınar-Altıntaş şosesini elde tutabilmek için yolun güneyinde kalan
sırtları savunmaya çalışıyorlardı. Ancak Yunanlıların bu harekâtı da amacına
ulaşamadı. Dumlupınar-Altıntaş şosesini elde tutmak amacıyla iki ordu
birlikleri arasındaki savaş, hava karardıktan sonra da devam edecekti.
Dumlupınar-Altıntaş
yolu
Batıya doğru yürüme olanağı
kalmayan Yunan 5. Tümeni çareyi savunma pozisyonuna geçmekte ararken Resulbaba
çevresindeki keşif kolumuz da daha önce burada bulunan iki düşman tümeninden
hiçbir eser kalmadığını rapor ediyordu. Mudamtepe’ye doğru yürüyen 5. Kafkas
Tümeni de Yunanlılara rastlamamıştı. Dumlupınar yolunun elde tutulması hayati
öneme sahip olduğundan 4. Kolordu Kumandanlığı’ndan akşamüzeri gelen bir emirde
gece dahi olsa taarruza devam edilerek yolun elde tutulması emrediliyordu. 1.
Kolordu Kumandanlığı 23. Tümen’e de emir vererek hareketlerini
hızlandırmalarını ve bir an önce şoseyi kesmelerini istemişti. Yolun kontrolü
farklı kesimlerde el değiştiriyor, bu arada hâkimiyet için gece çatışmaları
hızlanıyordu. Akşam 20.30’da 11 ve 12. tümen komutanları bir araya gelerek
durum değerlendirmesi yaptılar. Aldıkları karara göre yapılacak bir gece
baskınıyla yolun tamamı ele geçirilecekti.
4. Kolordu,
23. Tümen ve 37. Alay...
29 Ağustos 1922 günü yapılan
savaşlarda 4. Kolordu, 23. Tümen ve 37. Alay’ın ayrı ayrı önemleri vardır. 4.
Kolordu aynı günde Yunan Ordusu’nun 4., 5, 9, 12 ve 13. tümenleriyle
savaşmıştı. Bu kolordunun etkin taarruzları sayesinde Yunanlılar başta
Dumlupınar olmak üzere önemli mevzilerde tutunamamışlardı. Böylece Afyon
bölgesindeki Yunan birlikleri İzmir’le haberleşme sağlayamamış, ilerleyen
saatlerde de kuşatılarak Büyük Zafer’in yolu açılmıştı.
Yarbay Ömer Halis (Bıyıktay)
Bey’in kumandasındaki 23. Tümen, Aslıhanlar mevkiindeki savaşta büyük başarılar
elde etmiş ve Dumlupınar yolunu Yunanlılara tamamen kapatmışlardı.
General Trikopis anılarında 23.
Tümen’e karşı savaşan birliklerinin çok ağır kayıplar verdiğini yazacaktı. 37.
Alay’a ise yeni sancak verilmişti. Bu birlik, adeta yeni aldığı sancağın
hakkını verircesine öğle üzeri giriştiği bomba savaşını bütün gece sürdürmüş ve
birbiri ardı sıra çok kuvvetli tahkim edilmiş hatları düşürmüştü.
Halk heyecan
içindeydi
Akşam gazetesinin 29 Ağustos
tarihiyle Atina’dan alıp yayımladığı habere göre halk üzüntü ve heyecan
içindeydi; hükümet aleyhine gösteriler oluyordu. Resmî tebliğlerdeki ifadeler,
sözcük oyunlarıyla yenilgiyi hafifletmeye çalışsa da herkes olan bitenin
farkındaydı. Ankara’daki hava ise bambaşkaydı. Hâkimiyet-i Milliye gazetesi,
harekâtın üç günlük seyrine bakarak durumun baştan aşağıya değiştiğini
savunuyor ve şu tespiti yapıyordu: “Türk mücahitlerinin süngüleri önünde Lloyd
George’un eli ile Anadolu’ya musallat olan Yunan sürüleri, bugün o yerleri terk
edip gidiyorlar.”
Ordunun zafer haberleri taşrada
da büyük sevinç ve coşku ile karşılanmıştı. Ankara gazetelerine her taraftan
binlerce telgraf geliyordu. Bunlardan en ilginci ise Haymana’dan gelen
telgraftı. Haymana’da Afyon’un kurtuluşuna dair gelen telgrafın ilk olarak
okunması için müzayede yapılmış ve bu sayede gaziler için 20 bin 245 kuruş
toplanmıştı!
Yeni Gün gazetesi ve
Yunus Nadi Bey
Anadolu’da Yeni Gün gazetesinin
sahibi ve başyazarı Yunus Nadi Bey, 26-29 Ağustos 1922 tarihleri arasındaki
harekâtı yorumlayan yazısında gelinen noktayı şu şekilde özetliyordu: “En büyük
istinat noktası olan İzmir’le alaka ve irtibatı kesilen düşman kuvvetleri
Bursa, Eskişehir ve Afyon arasındaki dağlık sahanın dar geçitlerinde perişan ve
dağılmış bir hale getirilirse, millî meselemizin şimdiki halde belli başlı
müşkülü bertaraf edilmiş ve denebilir ki davamız hemen de umumiyeti itibarıyla
kazanılmış olacaktır.”
Parola
‘Eydemir’!
Süvari birliklerimizin bütün
savaş boyunca yaptıkları ani taarruzlar, keşif hareketleri, düşman hattı
arkasına yıldırım harekâtları, Yunan ordusunun adeta korkulu rüyası olmuştu.
Nitekim Yunan Generali Mazarakis, özellikle Türk süvarilerinin Yunan gerilerine
yaptıkları ani saldırılar sebebiyle birliklerinin yıldığını, morallerinin
sarsıldığını ve kargaşalıklar yaşandığını belirtmiştir. 29 Ağustos günü saat
19.30’da 14. Süvari Tümen Kumandanı birliğine “tümenimiz şaşkın düşman
saflarına saldıracak ve toplarını alacaktır. Taarruzdan sonra toplanma yeri
Eydemir Köyü’dür. Parola ‘Eydemir’dir. İşini bitiren oraya gelecektir” emrini
vermişti.
Kurtuluşa doğru(5)
Bugün
Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasını sağlayan
Kurtuluş Savaşı’nı taçlandıran Büyük Taarruz’un 95. yıldönümü. 95 yıl önce
bugün, 30 Ağustos 1922’de Dumlupınar Meydan Savaşı’nda işgal ordularına son ve
kesin darbe vuruldu. 26 Ağustos’ta başlayan Büyük Taarruz’u zafere ulaştıran bu
savaşın hemen ardından Başkomutan Mustafa Kemal, tarihi emri verdi: Ordular!
İlk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!.
Havanın yağmurlu ve ortalığın sisle kaplı olduğu o
gün, Başkomutan Mustafa Kemal Paşa harekâtı idare etmek üzere önce 1. Ordu
Karargâhı’na gitti. Yunan kuvvetlerinin özellikle Çal doğrultusunda son derece
düzensiz ve tam bir panik içinde çekilmekte olduğu görülüyordu. Sabah 06.30’da
23. Tümen Kumandanı’nın 1. Kolordu Kumandanı’na yazdığı raporda düşman
askerlerinin yapılan seri taarruz sonucunda ovaya dağıldıkları belirtilerek
“atlı subayların kaçması ve otomobillerin karmakarışık olması, velhasıl bozgun
manzarasının sizin temaşa buyurmamanızdan müteessirim” denilmekteydi.
Yunan ordusunun toparlanma çabası
General Trikopis’in son umudu, dağınık halde çekilen
birliklerinin toparlanmasında idi. Bu amaçla 30 Ağustos gece yarısı 01.00’de
Çalköy’e geldi. Buradaki birliklerinin bozgundan arta kalan askerlerden ibaret
kaldığını gördü. Bu durumda Dumlupınar’a gidemeyeceğini anlayan Trikopis,
Çalköy hattını bir müddet tutarak Banaz’a çekilme kararı aldı. Banaz’da General
Franko’nun birlikleriyle buluşabileceğini umuyordu. Eldeki mevziler akşama
kadar tutulabilirse gece çekilmeye başlanabilirdi. Nitekim Yunan birliklerinin
akşama doğru bütün ağırlıklarını ortada tutan dört taraf savunma düzenini
almışlardı. Ancak akşam olduğunda Türk taarruzu daha da şiddetlenmeye
başlamıştı.
Panik ve endişe!
Akşam saat 18.30’dan sonra Yunan topçusu tamamen
susturulmuştu. Havanın kararmasıyla panik salgına dönüşmüştü. Topçular,
koşumları kesip hayvanlara binerek kaçıyorlardı. Yunanlılar bütün ağırlıkları,
motorlu araçları ve topları bırakarak kaçıyorlardı. Nitekim Büyük Taarruzu ta
başından beri takip eden Aydın Mebusu Esat Bey, Hâkimiyet-i Milliye gazetesine
çektiği telgrafta Yunan ordusunun çekilirken 200 otomobili terk ettiklerini,
çeşitli cinslerde sayısız top ile elli bin sandıktan fazla cephane
bıraktıklarını yazmıştı. Esat Bey telgrafını, on gün sonraki mutlu haberi
şimdiden vererek bitirir: “Aydın ve İzmir’e doğru gidiyorum. Sizi oralardan
selamlayacağım.”
31 Ağustos 1922
Sevinç gösterileri
Büyük savaşın ertesi günü öğleyin Başkomutan Mustafa
Kemal Paşa, Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa ve Batı Cephesi Kumandanı İsmet Paşa
harabe haline gelmiş Çalköy’e gelmişlerdi. “Burada, yıkık ve henüz dumanları
tüten bir evin avlusunda bulunan ve masa gibi kullandıkları kırık bir kağnı
arabasının etrafında durumu gözden geçirdiler.” Yunan ordusunun esas kuvvetleri
imha edilmişti.
Büyük Taarruz sürecinde ordunun elde etmiş olduğu
başarılar bütün Anadolu’yu sevince boğmuştu. Taşranın her yerinden halk,
Meclis’e, Müdafaa-yı Hukuk Grubu’na, Dahiliye Vekâleti’ne, valiliklere kısacası
bütün resmî makamlara tebrik telgrafları çekiyordu. Başta Adana olmak üzere
birçok şehirde sevinç gösterileri sokaklara taşmıştı. Türk ulusunun ordusuyla
birlikte kazandığı zaferin bir özelliği daha vardı ki onu da Adana’daki Rus
Konsolosu tek cümle ile söylemişti: “Bu zafer, mazlum Şark’ın zaferidir!”
Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa konuşuyor!
"Son sözü tekrar Büyük Komutan’a, 1924 yılında
anlattıklarına bırakalım: “Kazandığımız meydan muharebesinin bütün seferi
sona erdirecek bir büyüklük ve önemde olduğunda birleştik. Şimdi Bursa
doğrultusunda çekilen düşman kuvvetlerini mahvetmekle beraber ordunun büyük
kısmıyla durmaksızın İzmir’e yürüyecektik.”
|
Cephe daralmış askerler karışmıştı
Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Paşa öğleden sonra 11.
Tümen’in gözetleme mevkii olan Zafertepe’ye geçmişti. Paşa, iki yıl sonra o
günü anlatırken şöyle konuşacaktı: “Düşman başkumandanının şu karşıki tepede
çırpındığını görüyor gibiydim. Bütün düşman mevzilerinde büyük bir heyecan ve
helecan vardı. Artık toplarının, tüfeklerinin ve mitralyözlerinin ateşlerinde
sanki öldürücü hassa kalmamıştı.” Saat 17.00’de Adatepe’de başlayan savaş
sonunda düşman kuvvetleri ağır kayıplar vererek geri mevzilere çekilmek zorunda
kalmışlardı. Cephe daralmış, neredeyse askerler birbirine karışmıştı. Tam bir
süngü savaşı verilen Adatepe ve civarı düşmandan temizlenmişti.
O gece...
30 Ağustos’u 31’ine bağlayan gece, Dumlupınar’ın boş
ve harap evlerinin birinde, sırtına üşümemek için çadır bezi örtmüş yatan
Mustafa Kemal Paşa’ya bir telgraf getirilir. Telgrafı okutturan Paşa, metinde
geçen komuta kademelerinin harita üzerine işaretlenerek hemen kendisine
getirilmesini emreder. Birkaç dakika sonra gelen haritayı inceledikten sonra
kurmay subaya dönerek “düşman çevrilmiştir” der! Hemen arabasına binerek Ordu
Kumandanı Nurettin Paşa’nın karargâhına gider ve son durum bir kez daha
tartışılır. Durumu kavrayan Nurettin Paşa “Düşman kuşatmadadır” deyince
Başkumandan emrini verir: “O halde görevinizi yapınız. Bulunduğum yer
Başkumandanlık karargâhıdır.”
ÖMER TÜRKOĞLU / CUMHURİYET