30 Ağustos 2017 Çarşamba

Akademide ‘partili rektörlük’ dönemi: Rozet takan da var seçime karışan da! - UĞUR ŞAHİN

Partili Cumhurbaşkanlığı’ndan sonra akademi de ‘partili rektör’ dönemine geçti. Rektörler içinde AKP seçimlerine müdahale eden de var, yakasına AKP rozeti takan da.


Rektörlük seçimlerini geçen yıl ortadan kaldırmak isteyen, ancak muhalefetin tepkisi sonucunda önergeyi geri çeken AKP, üniversiteleri liyakatten yoksun yandaş isimlere teslim ediyor. Birçok üniversitenin rektörü, aleni bir şekilde AKP propagandası yapıyor. YÖK Kanuna göre, öğretim üyelerinin siyasi partilere üye olmasının önünde bir engel bulunmuyor. Ancak siyasi partilere üye olan öğretim üyeleri üniversitelerin yetkili kurullarında yer alamıyor. Bu sebeple AKP’li rektörler, YÖK Kanunu’nun açıkça ihlal ediyor. AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından atanan ‘AKP’li rektörler’i derledik.

‘Konya reisine bağlıdır’

‘Partili rektör’lerin son örneği sosyal medyada önceki gün yapılan bir tartışmada kendini gösterdi. Eski Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun bir dönem ‘stratejik danışmanlığı’nı üstlenen yazar Atılgan Bayar ile Selçuk Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa Şahin arasında ‘Konya’ tartışması yaşandı. Sosyal medyada yürütülen tartışma, Bayar’ın “AK Parti Konya’yı kaybediyor. Pelikan kına yaksın” paylaşımıyla başladı. Söz konusu paylaşımı alıntılayan Rektör Şahin, “Abartmayın, Konya bir yere gitmez” dedi. Bunun üzerine Bayar’ın “Garanti mi veriyorsunuz?” diye sordu. Rektör Şahin ise şu yanıtı verdi: “Konya durduğu yerde durur, Reisine ve ideallerine her zaman bağlıdır. Gerisi tamamen boş laflardır.”

AKP rozeti takan rektör
Çankırı Karatekin Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Hasan Ayrancı’nın AKP ile olan ilişkisi de oldukça dikkat çekici. Ayrancı’nın kişisel internet sitesinde, defalarca AKP ilçe örgütlerini ziyaret ettiğine ilişkin haberler ve fotoğraflar yer alıyor. Ancak Ayrancı Meclis’teki diğer partileri şimdiye kadar bir kez bile ziyaret etmemiş.

AKP’ye yaptığı ziyaretlerin birisini, “Sincan teşkilatımızın Şubat ayı Danışma Toplantısına katıldık” başlıklı bir haberle sitesine koyan Ayrancı’nın, söz konusu ziyarete dair fotoğraflarda ceketinin yakasına AKP rozeti taktığı da açıkça görülüyor. Ayrancı’nın sitesinde “Neden Ak Parti” başlıklı bir yazı da mevcut. Yazıda şu ifadeler yer alıyor: “Yeni Türkiye vizyonuna sahip tek parti AK Parti’dir. Kuruluşundan bu yana milletimize büyük hizmetler etmiş AK Parti’de muhafazakârlık, statükonun direnişi değil geçmişin gelecekle buluşmasıdır.”

Göklerden gelen bir karar var!
Artvin Çoruh Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Fahrettin Tilki’nin, Twitter üzerinden AKP’yi öven paylaşımları bulunuyor. Rektör Tilki’nin, bir tweetinde, “Başbakanımız Sayın Binali Yıldırım’ı Artvin’de ağırlamaktan onur duyduk. Allah yardımcıları olsun” ifadelerini kullanıyor. Rektör Tilki, 1 Kasım seçimlerinin ardından ise şöyle bir tweet attığı görülüyor: “Halkın iradesinin, ülkemiz için hayırlara vesile olmasını diliyorum. Ne yapsalar boş, göklerden gelen bir karar vardır.”

İbiş AKP Siyaset Akademisi’nde
Son dönemde KHK ile ihraç edilen akademisyen Cenk Yiğiter’i kazandığı lisans programına kaydettirmemek için kişiye özel yönetmelik değiştirmesiyle akıllara kazınan Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Erkan İbiş’in de AKP ile yakın ilişkileri mevcut. İbiş, “Radyasyon-İnsan/İnovasyon Tasarımı” başlığı altında AKP Siyaset Akademisi’nde ders vermişti.
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yücel Acer, İlahiyat Fakültesi İÇDAŞ Kongre Merkezi’nde AKP İl Başkanlığı tarafından düzenlenen mevlüt kandili programına katılmıştı. Acer’i AKP Çanakkale İl Başkanlığı ve partinin bazı ilçe başkanlıkları da sık sık ziyaret ediyor.

Eski vekil yeni rektör
Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi Rektörü Mazhar Bağlı, 2015 yılında 7 Haziran’da yapılan seçimlerde 25’inci Dönem AKP Urfa Milletvekilliği, 2009-2015 yılları arasında ise AKP MKYK üyesi olmasıyla tanınıyor. Bağlı, Suruç Katliamı’nı ulusalcıların gerçekleştirdiğini ima etmesiyle kamuoyunda uzun süre tartışılmıştı. Bağlı, katliamın ardından Twitter’dan, “Ulu-solcular millete karşı olan operasyonlarını derin devlet eliyle beceremeyince araç değiştirdiler galiba” paylaşımında bulunmuştu.

Rektörden AKP’ye ziyaret
Şeyh Edebali Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. İbrahim Taş, AKP Bilecik İlçe Başkanlığı’nı ziyaret etmişti. AKP Bilecik İl Başkanı Fikret Karabıyık, ziyarete ilişkin Twitter üzerinden yaptığı paylaşımda, “Bilecik Şeyh Edebali Üniversitemizin çok kıymetli Rektörü Prof. Dr. İbrahim Taş ziyarette bulundu. Hocamıza teşekkür eder başarılar dilerim” demişti.

Genel başkanın temsilcisi rektör
Bu isimler arasında en ‘partizanı’ ise Mardin Artuklu Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ahmet Ağırakça. Ağırakça’nın geçen haftalarda AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan için, “Ben genel başkanımızın Mardin temsilcisiyim” demesi uzun süre tartışılmıştı. Adnan Menderes Üniversitesi’nin Rektörü Prof. Dr. Cavit Bircan ise 16 Nisan’daki şaibeli referandum öncesinde Twitter hesabından bir video  paylaşmış ve “Güçlü bir Türkiye için ben de evet diyorum” diyerek Ağırakça’ya, “Siz de var mısınız?” diye sormuştu. Ağırakça, Twitter’dan “Ben de büyük ve güçlü Türkiye için evet diyorum” mesajını paylaşmıştı. Uludağ Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yusuf Ulcay da, Erdoğan’lı ve Arapça yazılı ‘Evet’ afişlerini Twitter hesabından paylaşmıştı. Düzce Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nigar Demircan Çakar ile Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Peyami Battal da ’Evet’ oyu vereceğini açıklamıştı. Düzce Üniversitesi Rektörü Çakar, rektörlüğe aday olduktan sonra AKP Düzce İl Başkanlığı’nı ziyaret etmişti. Uşak Üniversitesi Rektör Vekili Prof. Dr. Sayın Dalkıran da, 16 Ağustos’ta AKP Uşak İl Başkanı Servet Kuş’u makamında ziyaret etmişti.

Ege’nin rektör vekili, yandaş Star yazarı
Ege Üniversitesi Rektörü Prof. Cüneyt Hoşcoşkun’un açığa alınmasının ardından bu göreve vekâleten getirilen Prof. Beril Dedeoğlu, hem AKP hükümeti bakanı, hem de yandaş gazete yazarı olarak tanınıyor. Dedeoğlu, 22 Eylül 2015-24 Kasım 2015 tarihleri arasında Ahmet Davutoğlu tarafından kurulan geçici seçim hükümetinde Avrupa Birliği Bakanı olarak görev almıştı. Dedeoğlu halen AKP yandaşı ‘gazete’ Star’da köşe yazarlığını sürdürüyor.

Uğur Şahin / BİRGÜN

Şerefine Tayyip ve şerefine Kemal! - MİNE SÖĞÜT

Latin ozan Horatius bir dizesinde şöyle der:
“Nunc vino pellite curas”;
Yani “Şimdi dertlerden şarapla kurtulun”.
İnsanlığın dertlerden şarapla kurtulduğu zamanlardan, şarap yüzünden dert sahibi olduğu zamanlara nasıl geldiği ayrı konu...
Bu ülkenin içki içmeyi hem ahlaksızlık hem de hukuksuzluk sayan bir ülke haline nasıl geldiği ayrı konu.
Ama asıl konu korku.
Halkların korkusu anlaşılabilir ama muhalefet korkaklığı kaldırmaz.
Adalet kurultayındaki içki tartışmalarının kurultayda ele alınan asıl mühim meselelerin önüne geçmesini yanlış bulursanız yanılırsınız.
Bir şeyi nasıl tartıştığınız çoğu zaman tartıştığınız şey kadar önemlidir.
Tartışma üslubunuz tartışmanın sonuçlarını haklılığınızdan ya da haksızlığınızdan daha güçlü bir şekilde etkiler.
O kurultayda İslami referanslarla başa gelen ve hukuk devletini hiçe sayıp anayasaya aykırı kararnameleri kanun hükmünde diye dayatarak resmen laik cumhuriyeti yıkmaya soyunan bir iktidarın tehdidi altındaki bir ülkenin geleceği masaya yatırılıyor.
İktidarda adaleti kendi kafasına göre uygulayabileceğini sanan bir zihniyet varken;
Onun bu sanrısını yıkmak için toplanan bir kurultayda birtakım korkularla bu sanrıyı güçlendirirseniz, işe bir sıfır yenik başlamış olursunuz.
Yasaklar ve tehditlerle biçimlendirilebilen insanlar özgürlük ve bağımsızlık adına hiçbir iş yapamazlar.
Onlar anca iktidarlara biat ederler ve gerekirse tüm haklarını iktidara kanıp kaybederler.
Mevcut iktidarın başarısı nasıl hedef kitlesine göre bir dil oluşturmasıysa, mevcut muhalefetin sorunu da kendi kitlesinin değil iktidarın hedef kitlesinin hassasiyetlerine oynayan bir dilin esiri olmaya meylidir.
Şu anda bu ülkede iktidar partisinin isminin içindeki adalet kelimesi biliyoruz ki evrensel adaleti işaret etmiyor.
İktidardakiler şahsi adaletlerinin egemenliğinin peşindeler.
O yüzden hukuk devletini gözlerini kırpmadan yıkıyorlar ve bunu yaparken de cesaretlerini halkın cehaletinden ve muhaliflerin korkaklığından alıyorlar.
Korkusuz bir muhalefeti kışkırtıcı ve düzen bozucu ve yıkıcı bir muhalefet olarak kodlayanın iktidar olduğunu unutmayın.
İyimserler her çağda muhalefetin dilinin politik ayarlar ve inceliklerle kurulmasının faydalı olduğunu, uzlaşmacı yaklaşımın uzun vadede bir kazanım sağlayacağını düşünebilirler.
Gerçekçiler bu dilin ülkenin başını nasıl büyük bir belaya soktuğunu ve iktidarın işini kolaylaştırmaktan, yolunu açmaktan başka bir işe yaramadığını çok net görürler.
Karamsarlarsa bu dil değişmediği, sertleşmediği ve cesaretlenmediği sürece felaketten kurtulmanın mümkün olmayacağından emindirler.
Bu cumhuriyeti iki ayyaş kurmadı.
İçmesini ve yaşamasını bilen çağdaş, zeki ve cesur insanlar kurdu.
Onların kurduğu bu düzeni yıkmaya ne içki düşmanlarının ne de yaşamasını bilmeyen çağdışı zihinlerin gücü yeter.
Bu ülke...
Biz korkuların esiri olduğumuz, hassasiyetler adına içki içmekten, istediğimiz gibi giyinip, kızlı- erkekli gezmekten, sokaklarda öpüşmekten, sahip olduğumuz özgürlüklerimize inatla sahip çıkmaktan vazgeçtiğimiz gün biter.
O yüzden...
Şerefine Tayyip ve şerefine Kemal!



Mine Söğüt / CUMHURİYET

Destansı mücadele tesadüfle kazanılmadı - ÖMER TÜRKOĞLU / CUMHURİYET


Destansı mücadele tesadüfle kazanılmadı(1)

Millî Mücadele süreci, başlangıcından büyük zafere değin bir bütündür. Bu sürecin en karakteristik özelliği ise Türk Ulusu ile ordusunun bir bütün olarak hareket edip zafere inanmalarıdır.



Ulusal Kurtuluş Savaşı her yönüyle ve her ânıyla mercek altına alındığında görülecektir ki, yaşanan sadece bir savaş değil; bir ulusun varoluş kavgası ve kendi topraklarında özgürce yaşama mücadelesidir. Bu mücadele aynı zamanda eşsiz askerlik dehası, müthiş bir toplumsal örgütlenme, askeri ve siviliyle tüm yurttaşların moral üzerine kurduğu ittifak, adeta yazılmamış bir sözleşmedir.

Bu büyük var oluş mücadelesini destansı yapan ise şüphesiz, her şeyin en küçük ayrıntısına kadar hesaplanmış olmasıdır. Nasıl ki Mustafa Kemal Paşa’nın çok önceden, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktığında aklında en kısa zamanda bir meclisin toplanması düşüncesi oluştuysa, Ağustos 1922’nin son günlerinde başlayacak ve işgalci düşmana son darbeyi indirecek Büyük Taaruz da çok önceden planlanmıştı.


Karar bir ay öncesinden alınıyor

Akşehir’deki karargâhta 28/29 Temmuz gecesi Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, Genelkurmay Başkanı, Batı Cephesi Komutanı, ordu ve bazı kolordu komutanlarının yaptığı toplantı ve uzun tartışmalar sonucunda Türk Ordusu’nun taarruz planı son ve kesin şeklini almıştı. Plana göre taarruza Birinci Ordu dokuz piyade ve üç süvari tümeniyle, Beşinci Süvari Kolordusu üç süvari tümeniyle, İkinci Kolordu üç tümeniyle ve İkinci Ordu da beş piyade tümeniyle katılacaklar, ayrıca Kocaeli ve Menderes grupları da karşılarındaki düşman kuvvetlerine taarruz edeceklerdi.


Hazırlıklar hızlandırıldı

Birlikler belirtilen şekilde tespit edilip konuşlanma hazırlıkları büyük bir gizlilik içinde yürütülürken Mustafa Kemal Paşa, 16 Ağustos’ta Batı Cephesi Komutanı’na verdiği bir emirle hazırlık çalışmalarının hızlandırılarak 5-10 gün içinde sonuçlandırılmasını emretmişti. Cephelerden kayda değer haberlerin gelmemesi farklı yorumlara neden oluyordu. Savaşan tarafların siyaset ve diplomasiyi tercih edeceğini söyleyenler olduğu gibi her iki ordunun da mevzilerini tahkime devam ettiğini, savaşın kuvvetleneceğini ileri sürenler de vardı. Ne var ki Yunan ordusunun Sevr hattına bile çekilmeyip sırf göstermelik bir şekilde sadece üç alayını Trakya’ya göndermesi, İzmir için muhtariyet ilan etmesi ve sonunda da İstanbul’u işgal niyetlerini açıkça beyan etmeleri ile İngilizlerin buna izin verdiklerine dair haberler, Ankara Hükümeti ile ordusunun Büyük Taarruz’u hızlandırmasını zorunlu kılmıştı. Cephedeki her iki ordunun subay ve askerleri ileri düzeyde savaş tecrübesine sahiptiler. Özellikle Türk subayların uzun süren Birinci Dünya Savaşı’nda farklı cephelerde elde ettikleri deneyimler, onları gerek taktik ve gerekse cephe savaşlarında yeterli deneyim sahibi yapmıştı. Öte yandan, hem asker sayısı hem de silah ve mühimmat açısından eşitsizlik devam etmekteydi.



Ankara’da durum

Ankara’da basılan ve bir anlamda Ankara Hükümeti’nin gayri resmî yayın organı olan Hâkimiyet-i Milliye gazetesinin 25 Ağustos 1922 tarihli başyazısı, “İngiliz güllesi ile gelen Yunanlılar”ı artık birtakım görüşmelerin, hile ve tehditlerin bile kurtaramayacağını söylüyor ve adeta bir gün sonra başlayacak Büyük Taarruz’un ipuçlarını vererek bitiriyordu: “[Venedik’teki] Konferansa gideceğiz, hakkımızı talep edeceğiz fakat karşımıza dikilen Lloyd George’un samimiyetine, ciddiyetine, hayırhahlığına inanarak değil, Mehmetçiğin süngüsüne dayanarak.” İstanbul’da basılan Akşam gazetesi ise aynı tarihli nüshasında esir alınan Yunan askerlerinin fotoğrafını yayımlıyor ve terhisin ertelendiğini yazıyordu. İkdam gazetesinin birinci sayfasından verdiği bir haber ile devamındaki soru, Türk ordusunun uzun süredir hazırlığını yaptığı Büyük Taarruz’a sekte vurabilirdi! “Menderes Havalisindeki İlerleme Hareketi, Bu Hareket Ordumuzun Taarruza Geçeceğine İşaret Addolunabilir mi?” Aslında sözü edilen ilerleme hareketi, Denizli mıntıkasındaki birliğimizin küçük bir manevrasından ibaretti. Ne var ki haberin gazetede böyle yer alması planları bozabilirdi. 25 Ağustos 1922 tarihli resmî tebliğde ise her şey bir nevi önemsizleştiriliyordu. Menderes Vadisi’ndeki küçük taarruzdan bahsedilmeden sadece Eskişehir mıntıkasında hattımıza yaklaşmaya çalışan bir düşman müfrezesinin uzaklaştırıldığı, diğer cephelerde de ateş ve keşif çalışmaları yapıldığı bildiriliyordu. Bu küçük çatışmalar, bir gün sonra topyekûn bir taarruza dönüşecekti.


Yunan ordusunun güçlü tahkimatı

Kılıçarslan Tepesi’ni kurtarmakla görevlendirilen 14. Tümen, kısa sürede bu mevkii ele geçirerek düşmanı Manastırpınarı- Kavaloğlu hattına geriletmişti. 4. Kolordu ise öğleden sonra Kurtkaya mevkiine taarruza başlamıştı. Ancak buradaki Yunan mevzileri çok sağlam tahkim edilmiş, birden fazla tel örgüyle çevrilmişti. Bu yüzden yapılan taarruzlardan sonuç alınamayınca kesin sonucu verecek harekât sabaha bırakıldı. Yunan ordusunun kuvvetli tahkimatının bulunduğu diğer bir mevzi de Erkmentepe idi. Burada iki ordu arasında gün boyu süren savaş, hava karardıktan sonra da devam etmiş ancak bir sonuç alınamamıştı. İkinci Ordu Komutanı, birliklerini Şaphane Dağı’ndaki gözetleme yerinden yönetiyordu. Bu orduya bağlı 3. Kolordu’nun “Porsuk Müfrezesi” saat 05.30’da bütün cephede büyük bir saldırı başlatırken 16. Alay’ın bir taburu Çakmaktepe’yi ele geçirmişti. 6. Kolordu’ya bağlı birlikler de Yanıktepe- Uzungüney sırtlarındaki etkili Yunan ateşine rağmen ilerlemeye çalışıyordu. Savaşan birliklerin önemli bir ayağını teşkil eden süvari sınıfı da kendilerine verilen görevleri başarıyla yerine getiriyorlardı. 5. Süvari Kolordusu’na bağlı birlikler, ordunun yan ve gerilerini koruma, keşif ve demiryolu tahribiyle görevlendirilmişlerdi.



 26 Ağustos 1922: Büyük Taarruz başlıyor

Tan yeri henüz ağarmamışken, Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa, Garp Cephesi Kumandanı İsmet Paşa ve Birinci Ordu Kumandanı Nurettin Paşa taarruzu daha iyi gözlemlemek amacıyla Kocatepe’ye gelmişlerdi. Saat 05.00’te bütün cephelerde atılan top ateşiyle Büyük Taarruz başladı. Yaklaşık yarım saat süren top ateşinin ardından gerçekleşen tahrip ve imha ateşleriyle, birlik piyade güçleri ilerlemeye başladı. Yunan topçusunun gecikerek başlayan ateşinin ise hiçbir etkisinin olmadığı kısa sürede gelen raporlardan anlaşıldı.


İlk dakikalar, raporlar

Saatler 06.30’u gösterdiğinde Kalecik Sivrisi ile Poyrazkaya Tepesi alınmıştı. Hâlbuki bu iki nokta, sarp ve kayalık olmasından dolayı Yunan ordusu tarafından ele geçirilmesine ihtimal verilmeyen mevzilerdendi. Yunan ordusunun çektiği tel örgüler harekâtı yavaşlatsa da durduramıyordu. Askerler bu tel örgüleri makaslar, hatta bilek kuvvetiyle kazıklarından çıkararak kaldırıyorlardı. Bu arada 8, 11 ve 12. tümenler de ileri harekâta başlamışlardı. Belentepe mevkiini ele geçirmekle görevlendirilen 23. Tümen, saat 09.00’da bölgeyi ele geçirmişti. Bu mevzi, Yunan topçusunun sürekli ve kuvvetli atışlarına maruz kalıyordu. Diğer taraftan tutuşan otların alev ve dumanları askerlerimizin görüş mesafesini azalttığı gibi savaş kabiliyetini de etkiliyordu. Buna rağmen birlikler kazanılmış olan mevkii savunmakta kararlıydı.


Sağ kalanlar kaçıyor!

23. Tümen Komutanı’nın kolorduya verdiği raporda “düşmandan sağ kalanlar kaçmakta, birliklerimiz nara atarak ilerlemektedirler” denilmekteydi. Tınaztepe’ye topçu ateşiyle yardımda bulunan 23. Tümen aynı günün gecesinde düşmanın bir taarruz girişimini de püskürtmüştü. 1. Ordu’nun bir diğer tümeni olan 15. Tümen ise Tınaztepe’yi ele geçirmekle görevliydi. İlk gün savaşlarının belki de en zorlusu bu cephede geçmişti. Tel engelleri bir an önce aşmak için 38. Alay’ın 2. Tabur Kumandanı Binbaşı Halil Bey, askerleriyle birlikte tellere ulaşarak makas ve tüfek dipçikleriyle telleri ve kazıkları ortadan kaldırmıştı. Yunanlıların çekilirken bıraktıkları iki top ise daha önce topçu iken piyadeye geçmiş bir er tarafından yine Yunanlılara karşı kullanıldı. Ne var ki bu asker kısa süre sonra şehit oldu. Tınaztepe cephesinde onlarca askerle birlikte şehit olan Yarbay İlyas Bey, Yüzbaşı Ali Bey ve Teğmen İlyas Bey’i de anmak gerekir. Tınaztepe’de gün boyu devam eden savaş, gece keşif kollarının sıcak temasıyla sabaha kadar sürmüştü.


Ankara’da, Atina’da

Ankara mahreçli Hâkimiyet-i Milliye gazetesi, sabaha karşı baskıya verilmek üzereyken gelen resmî tebliğle birinci sayfasını değiştirmek zorunda kalmıştı: “Dün sabahtan itibaren bütün cephelerde kahraman ordumuz cani düşmanla çarpışmaya başladı.” Aynı gün icra vekilleri heyeti reisi Rauf Bey halka ve memurlara bir beyanname yayımlayarak orduya maddî ve manevî yardıma devam etmelerini rica etmişti. Gazete okuyucuları ise sükûnetle sonucu ve resmî tebliğleri beklemeye davet ediliyordu. Türk ordusunun büyük taarruza geçtiği haberi Atina’ya ulaştığında doğrusu pek ciddiye alınmadı. Oradaki ‘uzmanlar’a göre bu askerî harekâtın hiçbir önemi yoktu ve yüksek olasılıkla Türkler, Venedik Konferansı öncesi kendi lehlerine bir izlenim yaratmak istiyorlardı.


Zaferin ilk işareti: Afyon kurtarılıyor(2)

27 Ağustos 1922 günü saat 17.30’da 189. Alay, Afyon’a girerek şehirde emniyet tedbirlerini aldı. Tanıkların anlattıklarına göre Türk ordusu Afyon’a adeta bir yıldırım gibi girmişti. Halk askerlere sarılarak, hıçkırıklarla sevinç gözyaşı döküyordu.



Büyük Taarruz’un ikinci günü, sabah erken saatlerden itibaren bütün cephelerde şiddetli savaş yeniden başlamıştı. Keşif uçaklarımızdan alınan raporlarda düşman ordugâh ve ikmal yollarında hiçbir değişiklik olmadığı belirtiliyordu. Cephe gerisindeki sakinlik ile mevzilerdeki savaşın kıyaslanması mümkün değildi.

Kurtkaya Tepesi’ne hücum eden birliklerimizden biri de 36. Alay’ın 6. Bölüğü idi. Bölük Kumandanı Üsteğmen Agâh Bey bölüğünün önünde savaşırken ağır yaralanmıştı. Buna rağmen tel örgüleri aşarak düşman siperlerine girmeyi başarmıştı. Saniyelerle ölçülebilecek bir zamanda bomba ile birkaç düşman erini etkisiz hale getirip askerlerinin önünü açtıktan sonra Kurtkaya’nın en yüksek noktasına çıkmış, ne var ki burada alnından vurularak şehit olmuştu.


Yunan Ordusu çekiliyor

Kurtkaya ve Erkmen tepeleri sabahki savaşların en çetin geçtiği mevzilerdi. Buradaki savaşlarda 15 subay ve 150 er şehit verilmişti. Bölgedeki Yunan Ordusu ise düzensiz, dağınık bir şekilde çekiliyor, hesaplanamayacak sayıda kayıp veriyordu. Ulukaya mevzilerindeki 5. Tümen’in karşısındaki düşman birlikleri çoktan çekilmişti.


27 Ağustos 1922 öğleden sonra...

Gelen raporlardan tüm cephelerde genel durumun Yunan Ordusu’nun dağınık ve düzensiz bir şekilde kaçtığı, Türk Ordusu’nun ise onları takip ederek sürdükleri şeklinde idi. Düşmanın kullanmaya hazırlandığı tren istasyonları top ateşiyle dövülüyor, Yunan birlikleri birçok silah, teçhizat ve mühimmat bırakarak çekiliyordu. Eymir Vadisi’ne gönderilen keşif kolu, sekiz kilometre ilerlediği halde düşmana rastlamamıştı. 5. Kafkas Tümeni de Yunanlılara rastlamadan Ballıkaya-Yılanlıkaya hattını ele geçirmiş, 27. Süvari Alayı düşman birliklerini görmeden Menderes’i geçmişti. Yunan Ordusu cephelerin tamamından çekiliyordu...


Ve Afyon!

Artık ileri kuvvetlerimiz Afyon’u, buradaki yanan hükümet konağını ve binaları görebiliyorlardı. Birliklerimiz Hacılar ve İkiztepe bölgesinden iki kolla Afyon’a hareket etti. 27 Ağustos 1922 günü saat 17.30’da 189. Alay Afyon’a girerek hemen şehirde emniyet tedbirlerini aldı. Tanıkların anlattıklarına göre Türk Ordusu Afyon’a adeta bir yıldırım gibi girmişti. Halk askerlere sarılarak, hıçkırıklarla sevinç gözyaşları döküyordu.


Albay Reşat!

57. Tümen’in Çiğiltepe bölgesindeki kararlı ve isabetli hücumları bir türlü etkili sonucu vermiyordu. Arazi sarp ve engelliydi, düşman mevzileri ise kuvvetli tahkim edilmişti. Bu geçici durum subay ve askerlerin moralini bozmuştu. Kolordu komutanı yarım saat arayla verdiği iki emirle Sinanpaşa Ovası’na hâkim olunmasını ve öğleye kadar Çiğiltepe’nin zapt edilmesini emrediyordu. Hâlbuki cephane azlığından topçu ateşi etkisiz kalıyor, buna karşılık düşmanın yoğun ateşi karşısında siperden çıkan her askerimiz şehit düşüyordu. Tüm cepheden bağımsız olarak sadece bu mevkide düşmanın kuvvetli saldırıları söz konusu idi. Hatta Yunan birliklerinin yaptığı bir karşı-taarruz hemen püskürtülmüştü. Gerek kendisinin ve gerekse askerlerinin gösterdiği insanüstü çabalardan beklenen sonucun alınamaması, Tümen Komutanı Albay Reşat Bey’i derin bir üzüntüye boğmuştu. Zaferi yaşamak, yaşatmak ve komutanlarına muştusunu vermek en büyük arzusuydu. Buna rağmen beklenen başarı gelmeyince derin üzüntü sonucu tabancasıyla intihar etti!



Hacı Anesti’nin perişan askerleri

23. Tümen, düşmanla gün boyu süren sıcak temas ve ilerleme sonucunda öğleden sonra saat 14.00’te Sinirlitepe civarına ulaşmıştı. Buradaki hâkim tepelerden Sincanlı Ovası’nda panik içerisinde, dağınık olarak çekilen Yunan askerleri görülmekteydi. Saat 14.15’te Tümen Komutanı’nın kolorduya verdiği raporda şu cümleler yer almakta idi: “Saat 14.00’te Sinirköy’deyim. Gazi Başkomutanımızı cephede göremediğinden bahseden mağrur Hacı Anesti’nin Sincanlı Ovası’nı dolduran perişan birliklerinin kaçışını seyrediyorum. Hangarlar alevler içinde. Bir uçak, Yunan Ordusu’nun kırık durumunun sembolü gibi, kanatları kopuk yatıyor.”


Gazeteler, resmî tebliğler

28 Ağustos 1922 tarihli Hâkimiyet-i Milliye gazetesi “son dakika” başlığı altında Afyon’un kurtuluşunu “Kahraman ordumuz düşmanın mukabil taarruzlarını süngü hücumlarıyla tardederek Afyonkarahisar’ı zapt ile pek çok esir ve ganimet elde etti” şeklinde duyuruyordu. Yunan resmî tebliğinde ise “düşmanın [Türk ordusunun] pek dehşetli hücumları neticesi olarak Afyon’un tahliyesi emredilmiştir. Gayet ağır düşman hücumlarıyla takip edilmekte olan kuvvetlerimiz batıya doğru çekilmektedir” deniliyordu. Ankara gazeteleri Yunan Ordusu tarafından çok kuvvetli olarak tahkim edilen Afyon’un bir saat gibi kısa bir sürede düştüğü haberini büyük puntolarla okuyucularına bildirirken, Yunan resmî tebliğinde Afyon’un düşmesi tek cümlede geçiştiriliyordu: “Düşmanın [Türk ordusunun] şiddetli taarruzu üzerine Afyon’un tahliyesini emrettik. Birliklerimiz batıya doğru çekilmektedir.”



Ankara’da Samsun uçakları

Cephede savaş ve takip harekâtı devam ederken Ankaralıları heyecanlandıran önemli bir olay da Samsun’dan kalkarak Ankara’ya gelen iki uçağın, şehrin semalarında süzülerek Samsun Müdafaa-yı Hukuk Cemiyeti’nin bildirilerini atmasıydı. Bildirilerde İzmir’in kurtuluşunun yakın olduğu ve halkın, orduya ve millî mücadeleye desteğine devam etmesi isteniyordu. Şehrin meydanlarında, cadde ve sokaklarında herkes coşku ve heyecan içindeydi... Aynı gün Başkumandan Mustafa Kemal Paşa bir telgrafla Meclis’i tebrik etmiş, Meclis de ittifakla orduya selam göndermişti. İlerleyen saatlerde Meclis’in tebrik için gelen misafirleri, Sovyet, Azerbaycan, Afgan ve İran elçileri olacaktı.



Ufukta görünen zafer(3)

Afyon’un yeniden özgürlüğüne kavuşmasının Büyük Taarruz’un seyri açısından çok büyük önemi vardı. Zaferle sonuçlanacak sona adım adım yaklaşılıyordu.


28 Ağustos günü öğleye doğru Başkumandanlık karargâhı Afyon’a geldiğinde şehrin görünümü içler acısıydı: Şehrin önündeki savaş iki gün kesintisiz sürmüştü.

Muhacir Mahallesi ile istasyon ve okul gibi binalar tamamen ateşe verilmiş yanmakta iken, erzak, teçhizat vesaire olduğu gibi durmaktaydı.

Manzara, düşmanın panik ve telaşa düştüğünün resmi gibiydi. Kısa sürede yangınlar söndürüldü, erzak ve değerli malzeme emniyet altına alındı ve şehirde güvenlik tam manasıyla sağlandı.


Afyon’un önemi

Afyon’un yeniden özgürlüğüne kavuşmasının Büyük Taarruz’un seyri açısından da çok büyük önemi vardı. Bu sayede düşman kuvvetleri cephenin kuzeyinde sıkışmışlar, daha da önemlisi Uşak yolundan uzaklaşmışlardı.

En önemli ulaşım ve nakliye aracı olan demiryolu de ellerinden çıkmıştı. Yunan Ordusu’nun Dumlupınar mevkiine çekilmek ve bir anlamda İzmir yolunu kesmek çabası içinde olduğu anlaşılmıştı. Bunun üzerine 1. Ordu bütün kuvvetini Dumlupınar istikametine yöneltmişti.


Anadolu işgalcileri için çember daralıyordu...

Sabahın erken saatlerinde ileri karakolları dolaşan 23. Tümen Kumandanı, Köprülü Deresi’nde yürüyüş kolunda duran bir birlik gördü. Ne var ki söz konusu birliğin dost ya da düşman kuvvetlerinden hangisi olduğu kestirilemiyordu. Gönderilen keşif koluna ateş edildiğinde ise durum anlaşılmıştı. Kısa sürede verilen karşılığın ardından müthiş bir savaş başladı. 31. Alay’ın 3. Tabur’una bağlı bölük kumandanı Yüzbaşı Neşet’in birliği sayılarının azlığına bakmaksızın düşmanın üzerine hızlı bir şekilde inmişti. Yunanlılar dağınık bir halde kuzey taraftaki Resulbaba mevkiine doğru kaçıyordu. Kısa sürede anlaşıldı ki bu birlik 4. Yunan Tümeni idi!


Takip devam ediyor!

Daralan çemberle birlikte cephedeki birliklerin önemli bir bölümü artık takip ve kovalama ile görevliydi. Öyle ki 1. Ordu Karargâhı sabah erken saatlerde Afyon’a, öğleden sonra ise Balmahmut’a intikal ettirilmişti. Ordu orada da çok durmadan Dumlupınar istikametine yönlendirilmişti. Yollar terk edilmiş motorlu araçlar, toplar ve ordunun işine yaracak eşyalardan geçilmiyordu. Birliklerin bir kısmı Afyon içinden geçerek askerî öneme sahip Hamam mevkiine konuşlanırken 11. Tümen gibi bazı birlikler de takip ettikleri düşmanla sıcak temas sağlayıp taarruza devam ediyorlardı. Cephenin genişlemesi, düşmanın düzensiz ve panik içinde çekilişi ile bazı teknik sorunlardan dolayı haberleşmenin kesintiye uğraması yüzünden sık sık emirler güncellenmekteydi.


Son durum

Mustafa Kemal (Atatürk), Fevzi (Çakmak) ve İsmet (İnönü) paşaların ortak görüşü 28 Ağustos 1922 tarihinde yapılan savaşlarda Yunan Ordusu’nun yedi-sekiz tümeninin mağlup edildiği, işgalci ordunun bu haliyle kritik öneme sahip Resulbaba bölgesini bile savunamayacakları yönünde idi. Birliklerden henüz akşam raporu gelmediği halde ordumuzun çekilmekte olan düşmanı sert ve kararlı bir şekilde takip ederek herhangi bir mevkide tutunmasına meydan vermedikleri anlaşılıyordu. Sona yaklaşılıyordu...


İstanbul habersiz

Ankara’dan, resmî tebliğler de dahil olmak üzere, hiçbir haber alamayan İstanbul basını, okuyucularına söylenti ve tahminlerin ötesinde yeni bir haber veremiyordu. Örneğin ordumuzun çoktan taarruza geçtiği, Yunan Ordusu’nun bozulup çekilmeye başladığı, hatta Afyon’un kurtarıldığı saatlerde Tevhid-i Efkâr gazetesi “Milli Ordu”nun taarruza geçtiği haberini yeni yeni veriyordu.


Kocaeli Grubu, Porsuk ve İnhisa r müfrezeleri

Çete savaşının önemli birimlerinden olan grup ve müfrezeler de kendilerine verilen görevleri başarıyla yerine getirmekteydiler. Bunlardan Kocaeli Grubu, bulunduğu mevzide gün boyu ateş ile hem düşmanı meşgul etmiş hem de çıkardığı keşif kollarıyla bilgi toplamıştı. Aynı şekilde Porsuk Müfrezesi de düşmanla sıcak teması korurken bulunduğu bölgedeki düzenli birliklere de destek oluyordu. Müfreze aynı gün 41. Tümen’in emrine girmişti. Yetmiş gönüllüden oluşan İnhisar Müfrezesi Sakarya Nehri’ni güneye doğru birkaç yerden geçerek buradaki köylerle temas kurmuş ve cephedeki son durumu bildirmişti.


Zaferin yolunu Dumlupınar açtı(4)

Büyük Taarruz’un dördüncü günündeki hedef, Yunan ordusunun içinde bulunduğu kapanı daraltarak çekilme yollarını kesmekti. Bu noktada Dumlupınar’ın önemi çok fazlaydı. 29 Ağustos 1922 günü savaşta çok ağır kayıplar veren Yunanlılar yenik düştü. Dumlupınar, yani zafer kazanılmıştı.



Büyük Taarruz’un dördüncü günündeki hedef, Yunan ordusunun içinde bulunduğu kapanı daraltarak çekilme yollarını kesmekti. Bu noktada Dumlupınar’ın önemi çok fazlaydı. Zira düşman birlikleri Dumlupınar’a doğru çekiliyorlardı. Bu yüzden 1. Ordu tüm gücüyle Dumlupınar’a taarruza başlamıştı. Yunan 12. Tümeni ise Dumlupınar yolunu açık tutabilmek için orada bulunan 5. Kafkas Tümeni'nde saldırıyor, diğer birlikleri de Dumlupınar-Altıntaş şosesini elde tutabilmek için yolun güneyinde kalan sırtları savunmaya çalışıyorlardı. Ancak Yunanlıların bu harekâtı da amacına ulaşamadı. Dumlupınar-Altıntaş şosesini elde tutmak amacıyla iki ordu birlikleri arasındaki savaş, hava karardıktan sonra da devam edecekti.



Dumlupınar-Altıntaş yolu

Batıya doğru yürüme olanağı kalmayan Yunan 5. Tümeni çareyi savunma pozisyonuna geçmekte ararken Resulbaba çevresindeki keşif kolumuz da daha önce burada bulunan iki düşman tümeninden hiçbir eser kalmadığını rapor ediyordu. Mudamtepe’ye doğru yürüyen 5. Kafkas Tümeni de Yunanlılara rastlamamıştı. Dumlupınar yolunun elde tutulması hayati öneme sahip olduğundan 4. Kolordu Kumandanlığı’ndan akşamüzeri gelen bir emirde gece dahi olsa taarruza devam edilerek yolun elde tutulması emrediliyordu. 1. Kolordu Kumandanlığı 23. Tümen’e de emir vererek hareketlerini hızlandırmalarını ve bir an önce şoseyi kesmelerini istemişti. Yolun kontrolü farklı kesimlerde el değiştiriyor, bu arada hâkimiyet için gece çatışmaları hızlanıyordu. Akşam 20.30’da 11 ve 12. tümen komutanları bir araya gelerek durum değerlendirmesi yaptılar. Aldıkları karara göre yapılacak bir gece baskınıyla yolun tamamı ele geçirilecekti.


4. Kolordu, 23. Tümen ve 37. Alay...

29 Ağustos 1922 günü yapılan savaşlarda 4. Kolordu, 23. Tümen ve 37. Alay’ın ayrı ayrı önemleri vardır. 4. Kolordu aynı günde Yunan Ordusu’nun 4., 5, 9, 12 ve 13. tümenleriyle savaşmıştı. Bu kolordunun etkin taarruzları sayesinde Yunanlılar başta Dumlupınar olmak üzere önemli mevzilerde tutunamamışlardı. Böylece Afyon bölgesindeki Yunan birlikleri İzmir’le haberleşme sağlayamamış, ilerleyen saatlerde de kuşatılarak Büyük Zafer’in yolu açılmıştı.

Yarbay Ömer Halis (Bıyıktay) Bey’in kumandasındaki 23. Tümen, Aslıhanlar mevkiindeki savaşta büyük başarılar elde etmiş ve Dumlupınar yolunu Yunanlılara tamamen kapatmışlardı.

General Trikopis anılarında 23. Tümen’e karşı savaşan birliklerinin çok ağır kayıplar verdiğini yazacaktı. 37. Alay’a ise yeni sancak verilmişti. Bu birlik, adeta yeni aldığı sancağın hakkını verircesine öğle üzeri giriştiği bomba savaşını bütün gece sürdürmüş ve birbiri ardı sıra çok kuvvetli tahkim edilmiş hatları düşürmüştü.



Halk heyecan içindeydi

Akşam gazetesinin 29 Ağustos tarihiyle Atina’dan alıp yayımladığı habere göre halk üzüntü ve heyecan içindeydi; hükümet aleyhine gösteriler oluyordu. Resmî tebliğlerdeki ifadeler, sözcük oyunlarıyla yenilgiyi hafifletmeye çalışsa da herkes olan bitenin farkındaydı. Ankara’daki hava ise bambaşkaydı. Hâkimiyet-i Milliye gazetesi, harekâtın üç günlük seyrine bakarak durumun baştan aşağıya değiştiğini savunuyor ve şu tespiti yapıyordu: “Türk mücahitlerinin süngüleri önünde Lloyd George’un eli ile Anadolu’ya musallat olan Yunan sürüleri, bugün o yerleri terk edip gidiyorlar.”

Ordunun zafer haberleri taşrada da büyük sevinç ve coşku ile karşılanmıştı. Ankara gazetelerine her taraftan binlerce telgraf geliyordu. Bunlardan en ilginci ise Haymana’dan gelen telgraftı. Haymana’da Afyon’un kurtuluşuna dair gelen telgrafın ilk olarak okunması için müzayede yapılmış ve bu sayede gaziler için 20 bin 245 kuruş toplanmıştı!


Yeni Gün gazetesi ve Yunus Nadi Bey

Anadolu’da Yeni Gün gazetesinin sahibi ve başyazarı Yunus Nadi Bey, 26-29 Ağustos 1922 tarihleri arasındaki harekâtı yorumlayan yazısında gelinen noktayı şu şekilde özetliyordu: “En büyük istinat noktası olan İzmir’le alaka ve irtibatı kesilen düşman kuvvetleri Bursa, Eskişehir ve Afyon arasındaki dağlık sahanın dar geçitlerinde perişan ve dağılmış bir hale getirilirse, millî meselemizin şimdiki halde belli başlı müşkülü bertaraf edilmiş ve denebilir ki davamız hemen de umumiyeti itibarıyla kazanılmış olacaktır.”


Parola ‘Eydemir’!

Süvari birliklerimizin bütün savaş boyunca yaptıkları ani taarruzlar, keşif hareketleri, düşman hattı arkasına yıldırım harekâtları, Yunan ordusunun adeta korkulu rüyası olmuştu. Nitekim Yunan Generali Mazarakis, özellikle Türk süvarilerinin Yunan gerilerine yaptıkları ani saldırılar sebebiyle birliklerinin yıldığını, morallerinin sarsıldığını ve kargaşalıklar yaşandığını belirtmiştir. 29 Ağustos günü saat 19.30’da 14. Süvari Tümen Kumandanı birliğine “tümenimiz şaşkın düşman saflarına saldıracak ve toplarını alacaktır. Taarruzdan sonra toplanma yeri Eydemir Köyü’dür. Parola ‘Eydemir’dir. İşini bitiren oraya gelecektir” emrini vermişti.


Kurtuluşa doğru(5)

Bugün Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasını sağlayan Kurtuluş Savaşı’nı taçlandıran Büyük Taarruz’un 95. yıldönümü. 95 yıl önce bugün, 30 Ağustos 1922’de Dumlupınar Meydan Savaşı’nda işgal ordularına son ve kesin darbe vuruldu. 26 Ağustos’ta başlayan Büyük Taarruz’u zafere ulaştıran bu savaşın hemen ardından Başkomutan Mustafa Kemal, tarihi emri verdi: Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!.



Havanın yağmurlu ve ortalığın sisle kaplı olduğu o gün, Başkomutan Mustafa Kemal Paşa harekâtı idare etmek üzere önce 1. Ordu Karargâhı’na gitti. Yunan kuvvetlerinin özellikle Çal doğrultusunda son derece düzensiz ve tam bir panik içinde çekilmekte olduğu görülüyordu. Sabah 06.30’da 23. Tümen Kumandanı’nın 1. Kolordu Kumandanı’na yazdığı raporda düşman askerlerinin yapılan seri taarruz sonucunda ovaya dağıldıkları belirtilerek “atlı subayların kaçması ve otomobillerin karmakarışık olması, velhasıl bozgun manzarasının sizin temaşa buyurmamanızdan müteessirim” denilmekteydi.



Yunan ordusunun toparlanma çabası

General Trikopis’in son umudu, dağınık halde çekilen birliklerinin toparlanmasında idi. Bu amaçla 30 Ağustos gece yarısı 01.00’de Çalköy’e geldi. Buradaki birliklerinin bozgundan arta kalan askerlerden ibaret kaldığını gördü. Bu durumda Dumlupınar’a gidemeyeceğini anlayan Trikopis, Çalköy hattını bir müddet tutarak Banaz’a çekilme kararı aldı. Banaz’da General Franko’nun birlikleriyle buluşabileceğini umuyordu. Eldeki mevziler akşama kadar tutulabilirse gece çekilmeye başlanabilirdi. Nitekim Yunan birliklerinin akşama doğru bütün ağırlıklarını ortada tutan dört taraf savunma düzenini almışlardı. Ancak akşam olduğunda Türk taarruzu daha da şiddetlenmeye başlamıştı.


Panik ve endişe!

Akşam saat 18.30’dan sonra Yunan topçusu tamamen susturulmuştu. Havanın kararmasıyla panik salgına dönüşmüştü. Topçular, koşumları kesip hayvanlara binerek kaçıyorlardı. Yunanlılar bütün ağırlıkları, motorlu araçları ve topları bırakarak kaçıyorlardı. Nitekim Büyük Taarruzu ta başından beri takip eden Aydın Mebusu Esat Bey, Hâkimiyet-i Milliye gazetesine çektiği telgrafta Yunan ordusunun çekilirken 200 otomobili terk ettiklerini, çeşitli cinslerde sayısız top ile elli bin sandıktan fazla cephane bıraktıklarını yazmıştı. Esat Bey telgrafını, on gün sonraki mutlu haberi şimdiden vererek bitirir: “Aydın ve İzmir’e doğru gidiyorum. Sizi oralardan selamlayacağım.”


31 Ağustos 1922

Sevinç gösterileri

Büyük savaşın ertesi günü öğleyin Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa ve Batı Cephesi Kumandanı İsmet Paşa harabe haline gelmiş Çalköy’e gelmişlerdi. “Burada, yıkık ve henüz dumanları tüten bir evin avlusunda bulunan ve masa gibi kullandıkları kırık bir kağnı arabasının etrafında durumu gözden geçirdiler.” Yunan ordusunun esas kuvvetleri imha edilmişti.

Büyük Taarruz sürecinde ordunun elde etmiş olduğu başarılar bütün Anadolu’yu sevince boğmuştu. Taşranın her yerinden halk, Meclis’e, Müdafaa-yı Hukuk Grubu’na, Dahiliye Vekâleti’ne, valiliklere kısacası bütün resmî makamlara tebrik telgrafları çekiyordu. Başta Adana olmak üzere birçok şehirde sevinç gösterileri sokaklara taşmıştı. Türk ulusunun ordusuyla birlikte kazandığı zaferin bir özelliği daha vardı ki onu da Adana’daki Rus Konsolosu tek cümle ile söylemişti: “Bu zafer, mazlum Şark’ın zaferidir!”




Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa konuşuyor!

"Son sözü tekrar Büyük Komutan’a, 1924 yılında anlattıklarına bırakalım: “Kazandığımız meydan muharebesinin bütün seferi sona erdirecek bir büyüklük ve önemde olduğunda birleştik. Şimdi Bursa doğrultusunda çekilen düşman kuvvetlerini mahvetmekle beraber ordunun büyük kısmıyla durmaksızın İzmir’e yürüyecektik.”

Cephe daralmış askerler karışmıştı

Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Paşa öğleden sonra 11. Tümen’in gözetleme mevkii olan Zafertepe’ye geçmişti. Paşa, iki yıl sonra o günü anlatırken şöyle konuşacaktı: “Düşman başkumandanının şu karşıki tepede çırpındığını görüyor gibiydim. Bütün düşman mevzilerinde büyük bir heyecan ve helecan vardı. Artık toplarının, tüfeklerinin ve mitralyözlerinin ateşlerinde sanki öldürücü hassa kalmamıştı.” Saat 17.00’de Adatepe’de başlayan savaş sonunda düşman kuvvetleri ağır kayıplar vererek geri mevzilere çekilmek zorunda kalmışlardı. Cephe daralmış, neredeyse askerler birbirine karışmıştı. Tam bir süngü savaşı verilen Adatepe ve civarı düşmandan temizlenmişti.


O gece...

30 Ağustos’u 31’ine bağlayan gece, Dumlupınar’ın boş ve harap evlerinin birinde, sırtına üşümemek için çadır bezi örtmüş yatan Mustafa Kemal Paşa’ya bir telgraf getirilir. Telgrafı okutturan Paşa, metinde geçen komuta kademelerinin harita üzerine işaretlenerek hemen kendisine getirilmesini emreder. Birkaç dakika sonra gelen haritayı inceledikten sonra kurmay subaya dönerek “düşman çevrilmiştir” der! Hemen arabasına binerek Ordu Kumandanı Nurettin Paşa’nın karargâhına gider ve son durum bir kez daha tartışılır. Durumu kavrayan Nurettin Paşa “Düşman kuşatmadadır” deyince Başkumandan emrini verir: “O halde görevinizi yapınız. Bulunduğum yer Başkumandanlık karargâhıdır.”



ÖMER TÜRKOĞLU / CUMHURİYET