Türkiye’de siyaset söz
konusu olduğunda tek cevabı
olan sorular üretmek
zor. İktidarın seçim
stratejisini de anlamak
için soru sormak ve farklı
cevapları beraber düşünmek
gerek.
Toplum, insan, siyaset gibi konular söz konusu olduğunda tek cevabı olan sorular üretmek zor. Olaylar Türkiye’de yaşanıyorsa cevaplar, ihtimaller daha da artıyor. Bütün siyasi aktörler, ülkenin genel kriziyle ilişkide, kendi iç kriziyle baş etmekte ve bunlara çözüm önermekte sıkıntılar yaşıyor. Tutarlı siyasi önermeler yerine, herkes taktik hamlelerle pozisyon korumaya çalışıyor. Böyle olunca, görüş alanı azalıyor, algı süresi uzuyor, kamuoyu sersemliyor. Bu nedenle, olanı anlamak için soru sormak ve farklı cevapları beraber düşünmek gerek.
Yeni siyaset tarzında seçim önemini kaybetti mi? AKP önümüzdeki seçimleri ne kadar ciddiye alıyor?
Toplumdaki beklentilerin, taleplerin ve ihtiyaçların partiler aracılığıyla Meclis’te temsil edilmesi ve bu “çoğulcu iradenin” siyaset ve ülke yönetimine yansıması anlamında bir seçim pratiği uzunca bir süredir yok. Bu, sadece 16 Nisan referandumu ile getirilen yeni sistemin ürünü değil, siyaset alanının sığlaşmasının bir sonucu. Seçimler yoluyla sorunlarına çözüm bulabileceklerine inananların sayısı giderek azalıyor. İktidar da seçimleri sadece kendisini onaylayan bir plebisit gibi algılıyor, algılatıyor.
Meşruiyetinin ve gücünün tek kaynağı olarak “milli irade”yi gösteren AKP ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın seçime olan bağımlılığı bütün partilerden daha yüksek. Bu yüzden bütün partilerden daha fazla seçimle ilgili, seçim konusunda hassas ve teyakkuz halinde. Her seçime son seçimi olacakmış gibi giriyor ve güç kaybetme görüntüsü yaratmamak için ciddiyetle asılıyor. Ayrıca, seçimi sadece kendisiyle ilgili, sadece kendisinin konuşacağı bir mesele haline getirerek oyun kurma avantajını korumaya çalışıyor.
AKP’nin seçim stratejisinin en belirleyici ayağı ne? En çok neye güveniyor, nelerden endişe ediyor?
Seçime dönük olduğu söylenen ideolojik hamleler, manevralar istenen sonuçları veriyor mu?
Çözüm açılımından milliyetçi şahlanışa, Batı’yla bütünleşmeden yerli-milli yalnızlığa, cumhuriyet parantezini kapatmaktan Atatürkçülüğe uzanan baş döndürücü yolculuğun sorunsuz devam etmesi; her türlü hassasiyeti, ideolojiyi, siyaset tarzını ve politik şahsiyeti araçsallaştırmanın, kullanabilmenin, sonra rahatça sırtını dönebilmenin mümkün olduğu, bir bedeli olmadığı inancını yerleştirdi. Her dönüşte ivmenin artacağını düşünenler mi, her dönüşte rüzgâra kapılması beklenenler mi daha saf göreceğiz.
2011 seçimlerinden itibaren tırmandırılan kutuplaştırma siyasetinin sonuna yaklaşıldığı görülüyor. Birçok anket iktidarın ötekileştirdiklerine dönük suçlamalarda inandırıcılığını kaybettiğini gösteriyor. Referandum sırasında AKP’lilerce de işaret edilen bu durum, bazen ortaya atılan “yumuşama” tercihiyle karşılanamıyor. Zaaf işareti sayılacak geri adım yerine, çok tuhaf yeni kutuplaştırma alanları veya seviyeleri üretiliyor. “Çok çocuklu teröristler” veya “Atatürk’ü kullanan Marksistler” gibi buluşlar dolaşıma giriyor.
İktidar gündem belirleme gücünü sürdürüyor mu? Seçim stratejisi için nasıl bir gündem kontrolü öngörülüyor?
AKP’nin özellikle de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın siyasi gündemi domine etme başarısı biliniyor ama son dönemde gündem belirleme gücü yerini gündemi işgal etmeye bırakmış görünüyor. Belediye başkanlarının tasfiyesi, absürt komedi tadı bırakan “muhalefeti bile kendisi yapıyor” yakıştırmalarına konu olan “özeleştiri” denemeleriyle beklenen etki oluşmuyor. Kontrol edilemeyen gündemi doldurmak, doldurmak için daha çok gürültü çıkartmak gerekiyor.
Dikkate alınabilecek anketlerin çoğunda ekonomi, işsizlik, sağlık, eğitim gibi “gerçek gündem” konularına ilginin hızla yükseldiği izleniyor. Bu alanlarda iktidarı başarısız bulan, yine bu alanlarda gelecek günlerin daha kötü olacağını düşünen sayısı artıyor. Fakat iktidarın güvendiği şey, bu gündemi yükseltecek medyanın olmayışı ve muhalefetin alana henüz girmemesi. Asıl büyük güvence de bu gündem üzerine düşünmeye, konuşmaya başlamış olsa da seçmenin hâlâ siyasi tercihini değiştirecek kıvama gelmemesi.
İstenen sonucun alınması için gerekli seçim aritmetiği ve seçim sistemi açısından elverişli seçenekler hakkında masada ne var?
AKP ve Erdoğan’ın, 16 Nisan referandumunda evet sonucunu borçlu olduğu MHP’nin “mütevazı” katkısına ihtiyacı iyice artmış durumda. Özellikle, Cumhurbaşkanlığı seçimini ilk turda halletmeyi hesaplıyorken. Seçim sistemi değişikliği ve baraj meselesinde MHP’yi yedeklemenin mi, MHP’yi desteklemenin mi daha iyi matematik olduğuna hâlâ karar verilmiş değil. MHP’nin baraj talebine “HDP’nin engellenmesi için fedakârlık” istisnası koyması da bu çerçevede okunabilir.
Öncelik ve ağırlık Cumhurbaşkanlığı seçiminde olmakla birlikte, ikinci tur ihtimali nedeniyle, parti performansları ve Meclis kombinasyonu da ince hesap edilmek zorunda. Çünkü, 7 Haziran tablosuna yakın beş ya da belki de altı partili bir Meclis resminin seçmeni ikinci turda nereye doğru iteceği çok önemli bir soru. Seçmen yeniden 1 Kasım sonucuna doğru mu koşacak, yoksa “bas geç” formülleri mi galebe çalacak şimdiden kestirilemiyor.
Sorulan, sorulması gereken sorular ve verilebilecek yanıtlarla çıkan tabloyu özetlersek; iktidarın seçim stratejisinde daha öncekilerden çok farklı bir durum yok. Bilinen argümanların, daha önce başka alanlardaki manevraların yeni versiyonları dolaşımda. Erdoğan daha merkeze yerleşmiş, AKP dahil her türlü ideolojik siyasi aktör ve dinamik önemsizleşmiş halde. Dış politikada kullanılan örtülü “bana mecbursunuz” formülünün seçmende de yine kullanılabileceğine inanılıyor.
Güvenden mi, çaresizlikten mi?
Kemal Can / CUMHURİYET
Toplum, insan, siyaset gibi konular söz konusu olduğunda tek cevabı olan sorular üretmek zor. Olaylar Türkiye’de yaşanıyorsa cevaplar, ihtimaller daha da artıyor. Bütün siyasi aktörler, ülkenin genel kriziyle ilişkide, kendi iç kriziyle baş etmekte ve bunlara çözüm önermekte sıkıntılar yaşıyor. Tutarlı siyasi önermeler yerine, herkes taktik hamlelerle pozisyon korumaya çalışıyor. Böyle olunca, görüş alanı azalıyor, algı süresi uzuyor, kamuoyu sersemliyor. Bu nedenle, olanı anlamak için soru sormak ve farklı cevapları beraber düşünmek gerek.
Yeni siyaset tarzında seçim önemini kaybetti mi? AKP önümüzdeki seçimleri ne kadar ciddiye alıyor?
Toplumdaki beklentilerin, taleplerin ve ihtiyaçların partiler aracılığıyla Meclis’te temsil edilmesi ve bu “çoğulcu iradenin” siyaset ve ülke yönetimine yansıması anlamında bir seçim pratiği uzunca bir süredir yok. Bu, sadece 16 Nisan referandumu ile getirilen yeni sistemin ürünü değil, siyaset alanının sığlaşmasının bir sonucu. Seçimler yoluyla sorunlarına çözüm bulabileceklerine inananların sayısı giderek azalıyor. İktidar da seçimleri sadece kendisini onaylayan bir plebisit gibi algılıyor, algılatıyor.
Meşruiyetinin ve gücünün tek kaynağı olarak “milli irade”yi gösteren AKP ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın seçime olan bağımlılığı bütün partilerden daha yüksek. Bu yüzden bütün partilerden daha fazla seçimle ilgili, seçim konusunda hassas ve teyakkuz halinde. Her seçime son seçimi olacakmış gibi giriyor ve güç kaybetme görüntüsü yaratmamak için ciddiyetle asılıyor. Ayrıca, seçimi sadece kendisiyle ilgili, sadece kendisinin konuşacağı bir mesele haline getirerek oyun kurma avantajını korumaya çalışıyor.
AKP’nin seçim stratejisinin en belirleyici ayağı ne? En çok neye güveniyor, nelerden endişe ediyor?
Cumhurbaşkanlığı seçimi her şeyin
önünde. Stratejinin merkezinde de Recep Tayyip Erdoğan var. Onun politik
gücünün mutlaklaştırılması, partinin ve iktidarın bütün hata ve
başarısızlıklarından azade hale getirilmesi üzerine kurulu bir strateji
bu. Beş yıldır sürdürülen “iktidarı savunma” anlayışının iyice
kişiselleştirilmiş versiyonu. En güvenilen şey, seçmenin “iktidarı
(Erdoğan’ı) koruyun” talimatına yine uyacağı beklentisi, en endişe veren
şey de talimata bu kez uyulmaması. Yani endişenin adres değiştirmesi.
“Artık büyük anlatılar dönemi bitti, şimdi küçük hikâyeler önemli
ve AKP bunlarla yükseliyor”. 2002 - 2007 arasında, hükümeti destekleyen
entelektüellerin pek havalı buldukları bir cümleydi bu. Hikâyeler çabuk
tükendi, vaatle seçmen çağırma bitti, korkutarak tutma başladı.
Hikâyesi kalmayan iktidar, anlatı düzeyini “fıkraya” kadar indirmiş
gibi. Müsamere kıvamındaki TEOG, MTV ve cam filmi hamleleri, ideolojik
ve bürokratik dönüş operasyonları, aşırı rahatlığın da, derin
çaresizliğin de işareti sayılabilir.Seçime dönük olduğu söylenen ideolojik hamleler, manevralar istenen sonuçları veriyor mu?
Çözüm açılımından milliyetçi şahlanışa, Batı’yla bütünleşmeden yerli-milli yalnızlığa, cumhuriyet parantezini kapatmaktan Atatürkçülüğe uzanan baş döndürücü yolculuğun sorunsuz devam etmesi; her türlü hassasiyeti, ideolojiyi, siyaset tarzını ve politik şahsiyeti araçsallaştırmanın, kullanabilmenin, sonra rahatça sırtını dönebilmenin mümkün olduğu, bir bedeli olmadığı inancını yerleştirdi. Her dönüşte ivmenin artacağını düşünenler mi, her dönüşte rüzgâra kapılması beklenenler mi daha saf göreceğiz.
2011 seçimlerinden itibaren tırmandırılan kutuplaştırma siyasetinin sonuna yaklaşıldığı görülüyor. Birçok anket iktidarın ötekileştirdiklerine dönük suçlamalarda inandırıcılığını kaybettiğini gösteriyor. Referandum sırasında AKP’lilerce de işaret edilen bu durum, bazen ortaya atılan “yumuşama” tercihiyle karşılanamıyor. Zaaf işareti sayılacak geri adım yerine, çok tuhaf yeni kutuplaştırma alanları veya seviyeleri üretiliyor. “Çok çocuklu teröristler” veya “Atatürk’ü kullanan Marksistler” gibi buluşlar dolaşıma giriyor.
İktidar gündem belirleme gücünü sürdürüyor mu? Seçim stratejisi için nasıl bir gündem kontrolü öngörülüyor?
AKP’nin özellikle de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın siyasi gündemi domine etme başarısı biliniyor ama son dönemde gündem belirleme gücü yerini gündemi işgal etmeye bırakmış görünüyor. Belediye başkanlarının tasfiyesi, absürt komedi tadı bırakan “muhalefeti bile kendisi yapıyor” yakıştırmalarına konu olan “özeleştiri” denemeleriyle beklenen etki oluşmuyor. Kontrol edilemeyen gündemi doldurmak, doldurmak için daha çok gürültü çıkartmak gerekiyor.
Dikkate alınabilecek anketlerin çoğunda ekonomi, işsizlik, sağlık, eğitim gibi “gerçek gündem” konularına ilginin hızla yükseldiği izleniyor. Bu alanlarda iktidarı başarısız bulan, yine bu alanlarda gelecek günlerin daha kötü olacağını düşünen sayısı artıyor. Fakat iktidarın güvendiği şey, bu gündemi yükseltecek medyanın olmayışı ve muhalefetin alana henüz girmemesi. Asıl büyük güvence de bu gündem üzerine düşünmeye, konuşmaya başlamış olsa da seçmenin hâlâ siyasi tercihini değiştirecek kıvama gelmemesi.
İstenen sonucun alınması için gerekli seçim aritmetiği ve seçim sistemi açısından elverişli seçenekler hakkında masada ne var?
AKP ve Erdoğan’ın, 16 Nisan referandumunda evet sonucunu borçlu olduğu MHP’nin “mütevazı” katkısına ihtiyacı iyice artmış durumda. Özellikle, Cumhurbaşkanlığı seçimini ilk turda halletmeyi hesaplıyorken. Seçim sistemi değişikliği ve baraj meselesinde MHP’yi yedeklemenin mi, MHP’yi desteklemenin mi daha iyi matematik olduğuna hâlâ karar verilmiş değil. MHP’nin baraj talebine “HDP’nin engellenmesi için fedakârlık” istisnası koyması da bu çerçevede okunabilir.
Öncelik ve ağırlık Cumhurbaşkanlığı seçiminde olmakla birlikte, ikinci tur ihtimali nedeniyle, parti performansları ve Meclis kombinasyonu da ince hesap edilmek zorunda. Çünkü, 7 Haziran tablosuna yakın beş ya da belki de altı partili bir Meclis resminin seçmeni ikinci turda nereye doğru iteceği çok önemli bir soru. Seçmen yeniden 1 Kasım sonucuna doğru mu koşacak, yoksa “bas geç” formülleri mi galebe çalacak şimdiden kestirilemiyor.
Sorulan, sorulması gereken sorular ve verilebilecek yanıtlarla çıkan tabloyu özetlersek; iktidarın seçim stratejisinde daha öncekilerden çok farklı bir durum yok. Bilinen argümanların, daha önce başka alanlardaki manevraların yeni versiyonları dolaşımda. Erdoğan daha merkeze yerleşmiş, AKP dahil her türlü ideolojik siyasi aktör ve dinamik önemsizleşmiş halde. Dış politikada kullanılan örtülü “bana mecbursunuz” formülünün seçmende de yine kullanılabileceğine inanılıyor.
Güvenden mi, çaresizlikten mi?
Kemal Can / CUMHURİYET